57. Bölüm

HER İHTİMALDE

Berfu
morzamiku

 

Bazı ihtimaller, ihtimal olarak kalmaya mahkumdur.

 

Murat Menteş



Sabah, boynumdaki ağrıyla uyandım gece boyunca yatak başlığına dayanmış bir halde uyumuştum . Gözlerimi yavaşça odada gezdirdim . Korkut’un sırtına takıldım. Yarı açık perdelerden süzülen solgun ışık, derin yara izlerini vurguluyor gibiydi

 

 


İstemeden de olsa, parmaklarım o izlere doğru hareket etti. Hızla dokundum; ciltteki sertleşmiş doku vardı Derin bir nefes aldım, . Elimi hızla geri çektim. Sanki onun geçmişine, izlerine, acılarına istemeden de olsa dokunmuş gibi hissettim. Korkut’a baktım. Huzursuzdu, kaşları hafifçe çatılmış, uykusunda bile rahatlayamıyordu. Yüzündeki sert çizgiler, bir türlü dinlenemediğini anlatıyordu. Yavaşça yerimden kalktım, nefesimi tutarak her adımımı dikkatlice attım. . Korkut’un sırtındaki izler, içimdeki suçluluk duygusu, Mihri’nin okul durumu… Her şey üst üste biniyor, kafamı daha da karıştırıyordu. Bir an önce toparlanmam gerekiyordu

 

 

Telefonumu aldım ve hemen Özlem’e mesaj yazdım:
“Mihri’yi bugün okula bırakabilir misin? Çok acelem var.

 

 

Mesajı gönderdiğimde ellerim hala titriyordu. Bir anda bu kadar basit bir şey beni neden bu kadar sarstı, anlamıyordum. Belki de yetersizlik duygusu beni ele geçirmişti
Kendimi toparlamak için banyoya yöneldim. Ayağımın ucuyla kapıyı itip kapattım, sırtımı kapıya yasladım üzerimdeki tişörte gözüm takıldı.
Korkut’un tişörtüydü bu…
Parmaklarımı yakasına götürdüm, bir an tereddüt ettim. Sonra hızlıca çıkardım. Onun kokusunu tekrar içime çektim ....kokusunu tanımlayamıyordum

 

 

O koku bana ev gibi geliyordu.
Ama dört duvar arasında sıkışmış bir ev değil.
iyi olacağını bildiğin bir yer.....
Korkut’un kokusu bana şunu fısıldıyordu her defasında:
“Artık kaçmana gerek yok, Kardelen. Burası senin sığınağın.”
O koku... beni yaralayan hiçbir şeyin ulaşamayacağı bir kalkan gibiydi.....mümkün müydü .
Tişörtü hâlâ elimdeydi. Parmak uçlarımla sıktım kumaşı, burnuma yaklaştırdım.
O koku…
Sanki beni içine alıyor, sarıyor, tüm yaralarımdan öpüyordu.
Ve işte tam o anda…
Aklıma düştü dün gece gördüğüm rüya zihnimi ele geçirdi kabus görmüştüm ...korkuta bakarak tekrar uyumuştum
O kadar gerçek gibiydi ki…zihnim rüyayı tekrar hatırlattı bana
Rüyadaydım. Ayağımın altındaki kumun sıcaklığını hissedebiliyordum. Hafifçe dalgalanan denizin sesi, Her şey yerli yerindeydi.
Gün batımıydı.
Güneş, denize değmek üzereydi.
Gökyüzü turuncu, deniz sessizdi.
Korkut’u gördüm.
Kıyıda duruyordu.
Ayakları çıplaktı.
Paçaları kıvrılmış, beyaz gömleği rüzgârla dalgalanıyordu.
Yüzünde bir huzur vardı.
Sanki içindeki fırtına dinmişti.
Sanki artık kaçmıyordu.
Bense mavi eteğimi giymiştim.
Çocukken kaybolan…
Annemin kapının önüne astığı, sonra bir daha bulunamayan o etek....
Şimdi üzerimdeydi.
Hiç büyümemiş gibiydim.
Korkut bana doğru yürüdü.
Bir şey söylemedi.
Yüzüme baktı
Sustu.
Kalbim hızla çarpıyordu.
İçimden “Bir şey söyle” demek geçti.
Ama sustum.
Çünkü o an kelimeler gereksizdi.
O sadece durdu.
Bir adım önümde.
Ve ben, o suskunlukta…
Her şeyi duydum.

 

 

.Sadece gözlerini gözlerime sabitledi, sonra yürümeye başladı.
Ben de ona doğru yürüdüm.
Aramızdaki mesafe azaldı.
Sonra… ellerimizi uzattık.
Parmak uçlarımız birbirine değdi.
O kadar basit bir dokunuş ...

 

 

Beraber yürümeye başladık, sessizce.
Ayak izlerimiz ıslak kumda yan yana kalıyordu.
Deniz, usul usul kıyıya vuruyor, hafif bir meltem saçlarımızla oynuyordu.
Gökyüzü pembeyle turuncu arasındaydı sanki zaman durmuştu.
Korkut, adımlarını yavaşlattı.
Başını hafifçe bana çevirdi.
Gözleri deniz kadar derindi o an.
Ve gülümsedi.
Ama o gülümsemede bir şey vardı…
İçinde buruk bir soru saklıydı, sanki.
-“Burada kalalım mı?” “Hiçbir yere gitmeyelim. Kimse bizi bulamasın.” dedi korkut
Sonra gözlerim onun gözlerine takıldı.
Ve yavaşça fısıldadım:
“Kalırım.”
“Seninle her yerde kalırım.”
Ama…
Korkut’un gözleri bir an boşluğa kaydı.
Sanki söylediklerime inanmamıştı.

 

 

Hemen arkasından tekrar söyledim:
“Kalırım… inan.”
Bir anlık sessizlik oldu.
Korkut tekrar yüzüme döndü.
Ve o an dudakları kıpırdadı, sesi içime işledi:
“Benimle her ihtimalde kalır mısın?”
Her ihtimalde…

Nefesimi tuttum.
Bir anda rüzgâr bile durmuştu sanki.
Ve ben…
Sadece gözlerine baktım.
“Kalırım .. sen o ,ihtimalin içindeysen … kalırım.”
Her ihtimalde onunlaydım başka bir olasılık yoktu
Elimi tuttu, bu kez sıkıca.
Sonra kendine doğru çekti.
Kollarının arasına aldığında, her şey sustu.
Deniz sustu. Rüzgâr sustu. Kalbim bile bir anlığına durdu sanki.
Başımı göğsüne yasladım.
Kalp atışını duydum.
Rüyada bile olsa, o ritim… bana aitmiş gibi geldi.
Bir eli saçlarımın arasından geçerken fısıldadı:
“Artık güvendesin.
Bu, bendim.
Onun yanında var olan halim .yürüyorduk ...nereye gittiğimizi bilmiyordum ama o vardı yanımda sorgulamaya gerek duymuyordum bir çocuk gibi hissediyordum içimdeki ölen her şey onunla tekrar canlanıyordu ...
Hava birden soğudu. üşümeye başladım
Kumun sıcaklığı çekilmiş, yerine nemli, ürpertici bir serinlik gelmişti.
Gökyüzü griye dönmüştü, sanki bir fırtına yaklaşıyordu.
Korkut, başını bana çevirip bir kez daha gülümsedi.
Ama bu kez o gülümsemenin içinde bir hüzün vardı.
Benden uzaklaşmaya başladı.
Adımlarını suya doğru attı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum, kaşlarımı çatarak.
Sesim titriyordu.
Korkut durdu. Bir an arkasına döndü.
Göz göze geldik.
“Nereye gidiyorsun?”
Sesim bu kez daha sertti. Kırgın. Endişeli.
Ama o...
Hiçbir şey söylemedi.
Sadece gülümsedi.
“Korkut… cevap versene. Lütfen.”
Yine sustu.

 

 

“Korkut, bir şey söyle !”
Ama o yürümeye devam etti.
Ayakları suya değdi, sonra dizlerine kadar girdi.
Ve ben… sadece bakakaldım.
“Korkut! Lütfen oraya girme!”
Bir adım atmak istedim ama bacaklarım kıpırdamadı.
Ayaklarım kumun içine saplanmış gibiydi.
Sanki beni tuttu, bırakmadı.
Korkut şimdi göğsüne kadar sudaydı.
Ve bir anda…
Gövdesi suyun altına doğru çekilmeye başladı.
Sanki görünmeyen bir şey onu dibe doğru alıyordu.
“Korkut!” diye bağırdım.
“Hayır, hayır! Lütfen çık oradan! Boğulacaksın!”
Kumdan kurtulmaya çalıştım ama ne adım atabiliyordum ne koşabiliyordum.
Sadece izleyebiliyordum.
“Öleceksin!” diye haykırdım.
Sesim ona ulaşmadı.
Korkut’un başı da suyun altına kayboldu.
Bir anlığına yüzey tamamen sakinleşti.
Hiçbir hareket yoktu.
Sonra...
Su kıpkırmızı oldu.
Kan gibi .Ellerim ...ellerim de bile o kandan vardı
Ve ben sadece "KORKUT!" diye çığlık attım,

 

 

Banyonun aynasına bakınca dün geceki rüyanın tüm detayı benimleydi ....
Gerçek dünyaya döndüğümde elimde hâlâ onun tişörtü vardı..

 

 

Titreyerek lavaboya eğildim.
Musluğu açtım.
Buz gibi su akmaya başladı.

Sabun aldım.
Tırnak aralarıma kadar ovuşturdum.
Yine de temizlenmiyordu.
“Neden gitmiyor…” dedim fısıltıyla.
“Rüyaydı sadece…
“Keşke… elimden tutup çekebilseydim seni oradan.”

 

 

Ama rüyalarda bile bazen hiçbir şey elimizden gelmiyordu.....Lavaboya eğildim.
Yüzümü soğuk suyla yıkadım, avuçlarımda biriken damlaları yanaklarıma bastırdım. Aynaya baktım. Gözlerimin altı hafif morarmış gibiydi; uykusuzluk mu, yoksa dün geceki hislerin artçısı mı, bilemedim. Ama yüzümdeki yorgunluk sadece fiziksel değildi, içimdeki savaşların yankısıydı.
Saçlarım darmadağınıktı. Ellerimle tarar gibi düzeltmeye çalıştım ama uğraşmadım fazla. Zaten toparlıyormuş gibi yapıyordum. tokayla arkadan tutturup aynaya tekrar baktım.
Yutkundum.
Göz göze geldim kendimle.
Sonra sessizce mırıldandım:
“Bu kadar dağılmaya gerek yok, Kardelen. Her şey yoluna girecek.Rüya sadece seni huzursuz eden bir rüya ...aptal saçma ..bir rüya

 

 

Aynada yansıyan yüzüm bana bir yabancı gibi geldi. Yorgun ve dağınık, bir türlü kendime güvenim tam değildi. Korkut’un izleri hâlâ zihnimdeydi . Kim ona bu kadar acı vermişti? O yaralar, ne kadar derin olursa olsun, hep bir iz bırakıyor gibiydi. Hayatında neler yaşadı, hangi zorluklarla mücadele etti,
Banyodan çıkarken gözlerim tekrar ona kaydı. Hala uyuyordu, ama nefes alışları düzensizdi. Derin, ama bir o kadar sıkıntılıydı.
-
Yavaşça yanına yaklaştım, başucuna çömeldim. İçimde bir şeyler kıpır kıpırdı. Ellerim istemsizce saçlarına uzandı, sakallarına dokundum. Kalbim hızla çarptı. Sonra kendi kendime fısıldamaya başladım.
“Çok yakışıklısın...” diye mırıldandım. “Seni görünce aklımdan... şey... pek masum şeyler geçmiyor. Öyle böyle değil yani.”
O hâlâ derin uykudaydı.
“Bir de güzel öpüşüyorsun,” dedim usulca. “O gün beni öptüğünde sarhoş gibiydim. İnşallah sadece beni öpmüşsündür. Yoksa seni öldürürüm. Yani... Beni ilk kez sen öptün, haksızlık olmasın. Yanlış anlama... Ya da anla, bilmiyorum.”
İçimde ne varsa döküyordum.
“Ben ilkel bir insanım

 

 

Seni kimseyle paylaşamam. Şu dünkü kadın... Çok güzeldi. Sana nasıl baktığını gördüm. Ellerini kollarına koydu, sana dokundu. Dokunmasın. Kıskanıyorum seni.”
Yutkundum, Korkut’un yüzüne baktım.
“O kadın... Çok havalı,” diye söylendim iç geçirerek. “O kızıl saçları... Beni Mahidevran gibi hissettirdi. Hürrem’le Süleyman’ı gören Mahidevran gibi. Berbat bir histi.”
Derin bir nefes aldım.
“Hem zaten o kadın komik bile değil. Ben daha komiğim. Sen benim yanımda gülümsüyorsun . Eğer o kadına gülersen...” Duraksadım. “Sanırım... Bir şey yapamam. Ama yine de gülme.”
Bir an sustum. Kalbimin sesini duyar gibi oldum.
“Bilmiyorum ama o kadın sana çok farklı bakıyor. Seni önemsiyor gibi. Ama sen o kadının yanındayken neden bana soğuktun artık ilgi alanına girmiyorum sanırım
Korkut’tan tek bir tepki gelmiyordu. Ben ise içimi dökmeye devam ediyordum.

 

 


içten içe dünkü hallerini düşündüm hissediyordum bir şey vardı bir neden ...bir sebep zoraki bir soğukluk mu bilemiyordum ama benden kaçıyordu ...benimle alakalı bir durum muydu yoksa her zaman ki korkut muydu ....hayır değildi ...her zaman ki gibi değildi ...
Neden soğuksun?”
Cevap yok. Zaten beklemiyorum da. Ama içimde biriken kelimeleri susturmak da istemiyorum.
“Üç haftada ne değişti?
Boğazım düğümleniyordu
“Yoksa sıkıldın mı benden?
“Haksızlık. Seni her gün seviyorum, sen beni üç haftada unuttun…”
Gözlerimi kapatım, Güney’in söyledikleri çınlıyordu kulaklarımda.
Güney… o kadınla ilişkin olabileceğinden bahsetti....Güney saçmalıyor ama yutkunamadım. Sanırım… sanırım seni kaybediyorum.”
“Eğer o kadınla olursan…”
Cümleyi tamamlayamıyorum. Olasılığın kendisi bile mideme kramplar sokuyor.
“Sadece o kadın değil, diğer kadınlar da…”
Elimi Korkut’un eline yaklaştırıyorum ama dokunamıyordum
“Seni onlardan daha fazla sevmeyi denerim, yani. Vallahi. Bak, artık çok inatçı da değilim.”
Korkut hâlâ uykuda. Ben ise uykudan çok uzağım. Yaklaşık bir saattir onu izliyorum… Sapık gibi.

Yüz hatlarını inceliyorum, kaşlarının hafif çatıklığını, derin nefes alışlarını. Uykuda bile sert görünüyor. İçimden istemsizce bir düşünce geçiyor.
“Rahmetli kaynanam baya taş gibi bir adam doğurmuş…”
Gözlerimi kırpıştırıyorum. Bir saniye. Kaynana mı dedim ben?
“Yok, kaynanam olmuyor. Daha sevgili bile değiliz. Ama… O benim kaynanam. Günce denen kızın kaynanası değil, benim.”
Yüzümü buruşturuyorum.
“Az önce… ölü kaynanamı bile kıskandım.”
Belki de delirdim. Ama umurumda değil.
gitmeliydim ama korkut u Uyandırmaya kıyamadım sessizce çıkıp gitmek istiyordum
Odanın köşesine doğru adım attım küçük kenarları yırtık bir kağıt buldum. Durumu açıklayan bir not yazmayı düşündüm. Kalemi elime aldım, ama bir an duraksadım. Ne yazacağımı bilemedim. Tam ilk kelimeyi yazacakken, Korkut’un sesiyle irkildim.
"Para da bırakacak mısın?"

 

 


"Yani, ne kadar istediğine bağlı," dedim, gözlerimi ona dikerek. "

 

 


Alındım," elini göğsüne koyarak. "Hassas kalpli bir adam olduğumu bilmiyor musun
Gözlerimi devirdim ve hafifçe gülümsedim. "Korkut, beni güldürme. Senin kalbinin yerine taş vardır, bunu ikimiz de biliyoruz. Ayrıca, sen tek gecelik bir adamsın,"

 

 

. "Beni kullandın ve kaçıyorsun," dedi, gözlerinde garip bir karışıklık vardı.

 

 

"Korkut, abartma, dedim, dalga geçerek. Seni emzikli bebeğinle mi bıraktım?"

 

 

Korkut da bana dalga geçerek konuşmaya başladı eğer çocuğumuz olsaydı ona ne derdim 'Anne bizi bıraktı, gitti mi çok acımasız bir kadın oldun sen
- Öylemi dersin dedim alayla
Gaddar bir yanın var bebeğimize ben bakarım sana ihtiyacım yok onu kimseye muhtaç olmadan büyüteceğim onurumla , şerefimle
- para gönderirim korkut
- asla sen beni nasıl bir adam olarak görüyorsun senden para almam ben ayakları üzerinde duran bir adamım
"Sen... sen olmayan çocuğumu kullanıyorsun," dedim, gözlerimi ona sabitleyerek.

 

 

-"Bu cümlenden, benimle çocuk yapmak istediğini çıkarmalı mıyım?"
-"Hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun, beni utandırmak zevk alıyorsun değil mi
Beni hafifçe süzdü. "Tartışmaya başlamayalım, sabah sabah, . beni güzel bir şekilde uyandırabilirdin kaçmaya çalışman saçmalık "

 

 


Derin bir nefes aldım. "Korkut, gitmem lazım. Okula geç kalıyorum," dedim ciddi bir şekilde. Ardından, koluna baktım. "Ayrıca kolun yaralı. Dinlenmen lazım."

 

 

- "Hâlâ bekliyorum..."

 

 

Bir an tereddüt ettim. Onun o bakışlarına karşı koymak zordu. Bir anlığına, bir şeyleri bırakıp sadece bu anın içinde kalmak istedim. Ama biliyordum ki hayat buna izin vermezdi. Yanına doğru birkaç adım attım ve gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan konuştum.

 

 

"Sana söz veriyorum," Başka bir gün... Seni daha güzel uyandırabileceğim bir sabah olacak."

 

 

İçimden, bu sözün ne kadar imkansız olduğunu biliyordum ama yine de Korkut’un beni rahat bırakmasını sağlamak için söylemiştim. Ama şimdi gerçekten okula yetişmeliydim. "Biliyorsun, Mihri bekliyor," diye ekledim.

 

 

Korkut bir an için sustu, yüzü ciddi bir ifadeyle dondu, ama sonra hafifçe gülümsedi ve başını sallayarak, "Sözünü unutmam, unutmana da izin vermem,"

 

 

Başımla onayladım ve son kez aynaya baktım. Fakat hemen ardından, küçük detaylar beni rahatsız etmeye başladı. "Nemlendiricim yok," diye mırıldandım, dudaklarımı ıslatarak. "Dudaklarım kuru, kabuk bağlamış resmen... Off, hiç iyi görünmüyorum."

 

 

Ama bu düşüncelerimin çok da önemi yoktu. Mihri’yi bekletmemeliydim.
Ardımda bir hareket hissettim. Daha dönmeye fırsat bulamadan, Korkut'un kollarını hafifçe belime sardı. O ani dokunuş kalbimin ritmini hızlandırmıştı.

 

 

"Devam et," dedi alaycı bir sesle.

 

 

Bir anda konuşmayı unuttum. Aynada yansıyan görüntümüze baktım Korkut nefesi boynumda hissetmem iyi değildi yeni uyandın be adam tipsiz olman gerekiyordu uykudan yeni uyanmış sesi bile bende deprem etkisi bıraktı ....
"-İstersen dudaklarını ıslatabilirim."

 

 

O an beynim kısa devre yaptı. Gözlerim büyüdü, dilim dolandı. "I-ııı... Nasıl yani?" diyebildim sadece, dudaklarımı hissetmediğim bir gerginlikle birbirine bastırarak.

 

 

Korkut, dudaklarıma bakarak hafifçe gülümsedi. Onun bu hali, utancımı daha da körükledi.

 

 

"Ben... şey," dedim, lafı toparlamaya çalışırken. "Artık gitsem iyi olur. Sen de dinlen. Tekrardan geçmiş olsun, Allah şifa versin .. " diyerek lafı bir anda bambaşka bir yöne çekmiştim.

 

 

Korkut'un yüzünde beliren o hafif alaycı tebessüm, durumumu daha da zorlaştırıyordu. Beni bir süre sessizce süzdü Utancımdan yanaklarımın alev gibi yandığını hissediyordum.

 

 

Kapıya doğru hızla yürürken, Korkut’un sesini arkamdan işittim.

 

 

-Dudak nemlendiricin olabilirim.”

 

 

Bir an duraksadım. Başımı çevirip ona ters bir bakış attım
- “Gerek yok.

 

 

Bu adam beni çıldırtacaktı.
Arkamı dönüp gitmek üzereydim ki Korkut’un sesi beni bir kez daha durdurdu.
“Dün gece için… Yanımda kaldığın için…”

 

 

Anlamıştım. Sanırım bir tür teşekkür konuşması yapmaya çalışıyordu. Ama bu kadar ciddi bir Korkut, alışkın olduğum bir şey değildi.Duraksadım, ama ona bakmadım. Kendimi toparlamaya çalışarak yanıt verdim. "Önemli değil. Yani... ben de kalmak istedim. Hem... beni yanında istediğin, geçen seferki gibi kovmadığın için teşekkür ederim."

 

 

Korkut gözlerinde pişmanlık bir gölge vardı. "O gece fazla sinirliydim," dedi. "Tek hissettiğim sınırsız bir öfkeydi. Öfkemi birinden çıkarmam gerekiyordu... bir kum torbasına ihtiyacım vardı

 

 

Bu sözleri duyduğumda kalbim sıkıştı. . "Evet," dedim alaycı bir tonda. "Ve sen de benden çıkardın. Bile bile ve isteyerek kum torban oldum. Önce sen, sonra Mihri... İlk zamanlar beni kum torbası olarak kullandınız."

 

 

Bir anlık sessizlik o. Korkut, yaralı olmayan koluyla elimi nazikçe tuttu.
"Geçmişi değiştirmeye gücüm yok," dedi, sesi alçak ve pişmanlıkla doluydu. "Ama… özür dilerim, Kardelen. Kalbini acıttığım için…

 

 

Gözlerim, onun yüzündeki o tanıdık kırılgan ifadeye odaklandı.

 

 

"İğneleri bıraktım," diye ekledi. "Ama üzerimdeki hasarı kaldı. En kötüsü de, değer verdiğim bir insanın kalbinde bir yara bırakmak oldu. hala kırgın mısın gözlerin ilk tanıştığımız zamandaki gibi bana bakar mı
. Onu susturmak, onun bu acısını hafifletmek istedim ama benim acım geçmiş değildi yaptığı hatanın farkına varması benimle düzgün bir iletişimde olması kalbimdeki ona olan siyah noktayı giderdi kırgınlığım sanki tamir olacakmış gibiydi
Korkut’a doğru dönüp gözlerimin içine baktım, derin bir nefes alarak konuşmaya başladım. Sesim titrek, ama içimde bir şeyleri dile getirme ihtiyacıyla doluydu.

 

 

-"Sen bana öyle davranınca, Mihri de bana yabancı gibi bakınca… Kendimi çok yetersiz hissettim. Sanki asla beni sevmeyecek, asla onunla bağ kuramayacağım gibi düşündüm. Ve sen… sen de bana hiç yardımcı olmadın ilk zamanlar
Korkut, dikkatle beni dinliyordu.
-"Sonra… o kırgınlığı aldın zaten . O gün yanımdaydın ya…
hastalandığım zaman yanımda kaldığı anı tekrar hatırlamıştım

 

 

-Acımı anladın, dinledin ya… İşte o an her şey değişti. O kırgınlık bitti. Seninle konuşurken, içimdeki o kırık parçalar birbirine yapıştı sanki. Kalbim, tekrar bütün oldu."
O an, sözlere gerek kalmadığını anladım. Kalbim, artık onunla aynı ritimde atıyor gibiydi
Korkut bir an sustu, gözlerini hafifçe kaçırdı. Ardından derin bir nefes alarak yüzünde hüzünlü, ama bir o kadar da yumuşak bir gülümsemeyle konuştu:

 

 

"Düşüncelerini sevmedim," dedi, sesi pişmanlık doluydu. "Sana değersizlik duygusunu aşılamışım… Seni zehirlemişim, üstelik sen hastayken. Sevgi hastalığı yaşıyorken... Sana ben ne yaptım, Kardelen? Ne hakla sana böyle hissettirdim?" . "Mihri… Mihri seni benden daha çok seviyor," dedi, yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. "Bana ait olan sevgiyi çaldın Ama…" diye duraksadı, derin bir nefes aldı ve gözlerini tekrar bana çevirdi, "Bundan hiç şikayetçi değilim."

 

 

Bu sözler, kalbimde bir yerlere dokundu. Ona ne diyeceğimi bilemez bir halde bakakaldım. Gözleri, o her zamanki derin bakışlarıyla benimkilerle buluştu. Kendimi açıklamak, bir şey söylemek istedim, ama onun söylediği hiçbir şeyin cevabı yoktu. Yalnızca hisler vardı
Başımı eğdim, gözlerim dolmaya başlamıştı. "Öyle söyleme," dedim, sesi titreyen bir tonda. "mihri Seni unutmuş gibi konuşma. Mihri’m ikimizi de seviyor. Sen hastanedeyken sürekli ağladı. Seni istiyordu."

 

 

Korkut hafifçe gülümsedi, ama bu sefer gözlerinde bir hüzün vardı. "Senin varlığın... tüm sevgileri unutturuyor,"

 

 

Yanaklarımda sıcaklık hissetmiştim,

 

 

Korkut derin bir nefes aldı ve gözlerini bana dikti. "Artık olanları unutmalıyız Ama bu, üstünü kapatmak gibi değil, Kardelen. Her yaranı, her acını açık açık tamir edeceğim. Yeni bir sayfa açalım, olur mu? Ne dersin? Her gözyaşını bir gülümsemeye dönüştürmeye çalışırım. Belki seni mutlu edebilirim… yapabilir miyim bilmiyorum ama denerim."

 

 

. Unutmak ve yeniden başlamak… Yapabilir miydik? Birbirimizin canını acıtmak yerine, birbirimizin acısını, derdini anlayabilir miydik? Korkut’un dediği gibi… Belki mutlu olabilirdik.

 

 

“ senin tamir etmene izin vereceğim."

 

 

Bu sözlerim üzerine yüzünde beliren gülümseme, tüm kırgınlıklarımı bir anda eritiyordu. Şimdi sıra bendeydi. Kendi içimdeki yükü hafifletmek için bir adım atmalıydım.
Hadi bakalım, Kardelen, diye düşündüm kendi kendime. Cesaretimi toplayarak,
"Beni affediyor musun?"
Korkut, kaşlarını hafifçe kaldırdı. Gözlerinde hem oyunbaz hem de ciddi bir ifade vardı. Dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz tebessümle sordu:
"Ne için?"
Güldüm. Onun bu tepkisi, içimdeki gerginliği biraz olsun dağıttı.
"Ne için olabilir, Korkut?" dedim, gözlerimi kaçırmadan ona bakarak. "Söylediğim her şey için… seni kırdığım için."
O an, sessizce birbirimize baktık. İçimde bir şeyler düğümlendi, ama kaçacak yerim yoktu. Gözlerimi kaçırarak devam ettim:
"Yani… Sinirlendiğimde dilimin kemiği olmuyor. Bazen yaralarını bilerek kanatıyorum."
Korkut hafifçe gülümsedi, omuzlarını silkerek başını iki yana salladı.
"Hangi sözler? Hiçbirini hatırlamıyorum."
Bu tepkisi karşısında hem şaşkına döndüm hem de istemsizce güldüm.
"Ciddi misin?" dedim inanamayarak. Başımı olumsuz anlamda salladım. Bu adam… Gerçek olamayacak kadar fazlaydı benim için.
Korkut, sakince "Kafamı resetledim diyelim," diye mırıldandı.
Şüpheyle gözlerini süzdüm. "İyi hissetmem için yapıyorsun, değil mi?"
Cevap vermedi. Bu sessizlik sinirime dokundu. Hafifçe kolunu çimdikledim.
"Ahh! Delirdin mi sen, kadın?" diye sıçradı bir anda.
Kollarımı göğsümde bağlayıp suratımı astım. "Çok kötüsün, benimle oynuyorsun."

 

 

Korkut’un dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. Ne yalan söyleyeyim, bu ifadesi beni daha da sinirlendiriyordu.
"Kuru iftira," dedi alaycı bir sesle.
"Yalancı," diye karşılık verdim hemen.
"Sahtekâr," dedi Korkut, gözlerini kısarak.
Şok olmuş gibi ona baktım, parmağımı tehditkâr bir şekilde salladım.
"Ben mi sahtekâr oldum şimdi?"
. "Tabii ki sen. Sürekli duygularını saklıyorsun, kendine bile itiraf etmiyorsun."
Omuz silktim. "Bir kadına… özellikle de birlikte uyuduğun kadına sahtekâr dememelisin. Kadın ruhundan anlamıyorsun."
Korkut gülümseyerek başını iki yana salladı. "Çok iyi anlarım aslında."
Kaşlarımı çattım, şüpheyle süzdüm. "Kim o? Hangi kadın? Yoksa… erkek mi?"
Korkut, şaşkınlıkla bana bakakaldı. "Sen ciddi misin?"
Gözlerime bakıyordu… Şaşkın. Söyleyecek söz bulamıyormuş gibiydi. "Sanırım başıma büyük bir dert aldım," diye mırıldandı sonunda.
Kaşlarımı çattım. İçimde yükselen o tuhaf huzursuzluk, yerini hızla öfkeye bıraktı.
"Kim o kadın, Korkut? Söyle. Çabuk!"
Korkut derin bir nefes aldı,
"Kardelen… Sence fazla olmadı mı?"
Bir an ne demek istediğini anlayamadım. Sonra… İçim öfkeyle doldu.
"Seni boğuyor muyum? Sıkıldın mı benden? Pişman mısın?"
"Sakin ol, Kardelen," diye kesti sözümü.
"Hayır, sakin olmayacağım!" Gözlerim dolmuştu. "Pişman gibisin.
Korkut, gözlerimin içine baktı, sanki içimi görmek ister gibi. Sonra başını iki yana salladı.
"İki dakika sus, kalbini sevdiğim."
"Hayır! Susmayacağım!" Sesim yükseldi. Şimdi söyle, o kadın kim?"
Korkut gözlerini kıstı. "Cevap mı istiyorsun?"
"Elbette istiyorum."
Bir an durdu. Sonra başını hafifçe yana eğerek sessiz bir tebessümle fısıldadı:
"Beni hiç tanımamışsın."
İçimdeki öfke, yerini tuhaf bir hayal kırıklığına bıraktı. Kaşlarımı çatarak homurdandım.
"Anlaşılan beyefendi formunda," diye mırıldandım kendi kendime. "Bu durumda konuşmayı kesmek en iyisi."
Hiçbir şey söylemeden döndüm, kapıyı hızla çarpıp çıktım. Nefesimi düzenlemeye çalışarak koridorda ilerlerken arkamdan gelen adımlarını hissediyordum.
Beraber aşağı indik.
Güney ve birkaç adamının kahvaltı yaptığını gördüm. Ağız şapırtıları o kadar yoğundu ki yüzümü ekşitmeden duramadım. O an, hissettiğim sinirle adamların suratına bir şeyler fırlatasım geldi ama kendimi tuttum.

 

 

- Güney, alaycı bir şekilde gülümsedi ve masadaki adamlarına bakarak, "Günaydın yenge aday adayı," dedi.
Gözlerim hemen onun üzerine kaydı, sinirle bakıyordum. Adamları başlarını eğmiş, yemek yiyorlardı ama hiçbiri Güney’in bu laflarına tepki vermedi. Güney’in her zamanki rahat tavrı sinirimi bozmaya başlamıştı.
"Ne oldu, suskunsun?" diye sordu, gülümseyerek.
Cevap vermedim dün gece günce denen o kadını güney getirtmişti . Korkut'un yanına sokulmaya çalışan o kadını görmek beni daha da sinirlendiriyordu.
"Güney, bence çeneni kapa, iyiliğin için," dedim, dudaklarım sıkı bir şekilde kapanarak.
Güney gülümsedi ama bu kez daha sert bir şekilde cevap verdi. "Beni tehdit mi ediyorsun, hem de kendi evimde?"
Sertçe gözlerimin içine bakarak, derin bir nefes aldım. o sırada korkut yanımıza gelmişti
Korkut’un gözleri kısıldı. Onun sinirlendiğini anlamak için bakışlarına bile ihtiyacım yoktu—çenesi kilitlenmiş, kasları gerilmişti.
Güney, hiçbir şey olmamış gibi kürdanı dişlerinin arasından çekti, masaya bıraktı
"Ne bu gerginlik sabah sabah? Sadece iletişim kuruyorduk, Korkut."
Korkut bir adım ileri çıktı. "Kurma," dedi, sesi tehditkârdı.
Güney alaycı bir tavırla ellerini kaldırdı. "Alt tarafı konuşuyorduk. anlaşmaya çalışıyoruz
Korkut, kafasını yana eğdi ve hafifçe güldü ama bu gülüş hiç de dostane değildi. " Kardelen’le ne diye anlaşmaya çalışıyorsun sen?"
Güney’in yüzü kısa bir an gerildi, ama hemen ardından eski umursamaz hâline büründü.
"Sakin ol, Korkut. Hümanizim ne demek olduğunu biliyor musun "
Elini masaya öyle bir koydu ki bardaklar devrildi. "Lan! Sabah sabah ağzımı bozdurma. İyi anlaşmakmış! Kardelen benim yanımda, anladın mı? Seninle iletişim kurmasına gerek yok!"
Güney, sinirine rağmen hâlâ eğleniyormuş gibi görünüyordu. "Şaka yapıyorum. Ama biliyorsun, muhabetim iyidir değil mi canım yenge aday adayım .
-
İşte, işin rengi tamamen değişmişti. Korkut bir anda sandalyeyi tekmeleyip Güney’in üzerine yürüdü. "Senin o çeneni kırmam mı gerekiyor!?"
Güney ellerini havaya kaldırdı, keyifli bir tebessümle geriye yaslandı.
“Fazla ciddiye aldın, Korkut. Valla sadece şakaydı,” dedi gevşek bir ifadeyle.
Korkut, gözlerini ondan ayırmadan bana döndü.
Sert ama sessiz bir tonla konuştu.
“Sen beni dışarıda bekle.”
Kaşlarımı çattım, yüzüm asıldı.
“Neden?”
“Çık.”
“Anlamadım.”
Kollarımı kavuşturdum.
“Neyin var senin? Niye böyle davranıyorsun?”
“Anlayacak bir şey yok Kardelen. Dışarıda bekle, hepsi bu.”
Bir adım bile geri atmadım.
Gözlerimi onun gözlerine diktim.
“İyi misin?” diye sordum,
“İyiyim. Çık.”
Bu kez daha sertti.
Direndim.
“Çıkmıyorum.” dedim net bir şekilde.
“Ne oluyor burada, öğrenmeden çıkmam.”
Korkut’un çenesi gerildi, gözlerinde o tanıdık kıvılcım parladı.
O sırada Güney araya girdi.
“Bence yenge aday adayı kalmalı,” dedi alaycı bir gülümsemeyle.
Korkut’un bakışları bu kez Güney’e çevrildi.
Sesi buz gibiydi.
“Güney. Dişçi randevunu aldın mı?”
“Yok be abi. Şükür hâlâ otuz iki dişim yerinde. Bak, hepsini sayabilirsin.”
Genişçe sırıtıp ağzını gösterdi.
Korkut’un sabrı taşmıştı.
“Yazık. Az sonra ağzında diş bırakmayacağım gibi bir his var içimde.”
Ben hemen öne atıldım.
Ellerimle göğsüne dokunup onu geri ittim.
“Kes şunu! Güney’i tehdit etmeyi bırak!”
Bir anlık şaşkınlıkla bana baktı.
Kaşları çatıldı.
“Sen şimdi Güney’i mi savunuyorsun bana karşı?”
Sesinde sitemle
“Saçmalama Korkut! Kimseyi savunduğum yok!”
Sesim yükselmişti artık.
senin bu dengesiz hâllerin, ani parlamaların… beni gerçekten çıldırtıyor!”
Göz göze geldik.
Birbirimize öfkeyle dolu ama aynı zamanda ne yapacağımızı bilmeden bakıyorduk.
“Çık dışarı Kardelen.”
“Hayır.”
“İnat etme.”
“Sen inat etme!”
“Kardelen.”
“Ne? Ne Korkut? Susturamazsın beni böyle!”“Tamam çıkıyorum! Ama bil diye söylüyorum: Sen dediğin için değil. Ben istediğim için çıkıyorum.
kapıya yöneldim ama içimde hâlâ bir huzursuzluk kıvılcımlanıyordu.
Bütün bu öfkenin, altındaki asıl sebebin ne olduğunu hâlâ bilmiyordum.

 

 

sinirle dışarı çıktım. Havuzun kenarına gidip suyun üzerinde biriken yaprakları izlemeye başladım. Düşüncelerim bir oraya, bir buraya savruluyordu. Korkut’un tepkileri bazen tahmin edilemez oluyordu ve bu beni her seferinde hazırlıksız yakalıyordu.
Arkamı döndüğümde, Korkut’un beni izlediğini fark ettim. Elinde peçeteye sarılmış bir sandviç vardı. Kaşları hâlâ çatıktı
Sessizce yanıma kadar geldi ve sandviçi bana uzattı. Sesinde emir verir gibi bir ton vardı.
"Al."
Bir an tereddüt ettim. Onun bu tavırlarını anlamakta zorlanıyordum. "Korkut, iyi misin?" diye sordum usulca.
Ama o hiçbir şey söylemeden arkasını döndü, çoktan arabasına yönelmişti bile.
“Korkut'un yüzüne baktım.
"Kolun yaralı," dedim, sesi fazla yumuşatmamaya çalışarak. "Araba kullanamazsın."
Korkut, dudaklarının kenarını belli belirsiz büktü. "Ufak bir sıyrık. Fazla endişelisin."
Sonra geri dönüp bana baktı. Gözleri ifadesizdi. "Arabaya geç."
Direnmenin bir anlamı olmadığını biliyordum. Derin bir nefes alarak kapıyı açtım ve içeri girdim. Sandviçe gözüm takıldı, ama iştahım çoktan kaçmıştı.
Yol boyunca derin bir sessizlik hâkimdi. Korkut, ne bir şey söylüyor ne de bana bakıyordu. Motorun uğultusu dışında tek duyduğum, içimde giderek büyüyen huzursuzluktu. Az önce her şey yolundaydı. Peki şimdi? Neden bana karşı bu kadar uzak ve soğuktu?
Sandviçten ufak bir ısırık aldım, ama tadını bile alamıyordum. Mideme oturdu. Korkut'un sert duruşu, yüzündeki o donuk ifade... Bunlar içimi kemiriyordu. Daha fazla dayanamadım.
"Ben bilmeden kötü bir şey mi yaptım?"
"Seninle alakalı değil."
Bir an tereddüt ettim, sonra derin bir nefes alarak başımı çevirdim ve ona baktım. "Ama öfkeni ben hissediyorum,"
Korkut, gözlerini bana çevirmeden konuştu. Sesinde alışık olmadığım bir ton vardı; bastırılmış bir öfke mi, yoksa başka bir şey mi, emin olamıyordum.
"Güney’in seninle gevşek gevşek konuşmasına sinirlendim." Hafifçe başını sağa sola salladı. "Küçük bir konuşma yaptık diyelim. Sana saygısızlık edemez."
"Ben hallediyordum, Güney’le baş edebiliyorum." Sesim beklediğimden daha sert çıkmıştı.
Korkut’un yüz kasları gerildi, direksiyonu biraz daha sıkı kavradı. Sesindeki kesinlik beni biraz daha ürküttü ama bu sefer daha huzursuz bir nefes aldı. "Biliyorum, ama canını sıkmasını istemedim. Güney, itiraf etmem gerekirse, iyi biri değil. Bazen can sıkıcı olabiliyor."
-Kadın düşmanı bir arkadaşa sahipsin."
Korkut sessizleşti. Gözleri yolda, düşünceleri kim bilir nerede kaybolmuştu.
"Yalan mı Korkut?" Gözlerimi ona diktim. İçimde büyüyen öfke, kelimelerime de yansıyordu. "Bu adam neden bu kadar tuhaf?"
Korkut derin bir nefes aldı. "On sekiz yaşında hapse girdi. On iki yıl içeride kaldı, akli melekelerini biraz yitirmiş olabilir.Sadece kadın düşmanı değil insan düşman insan sevmiyor
Gözlerim kocaman açıldı. "O yani...
Korkut bakışlarımı yakaladı ve başını iki yana sallayarak devam etti. "Evet, katil."
Yutkundum. "Savunmayacak mısın arkadaşını?"
"Sonuç katil," dedi kısa ve kesin bir sesle. "İnsanlar nedenlere bakmaz, sonuçlara bakar. Güney bir katil, sonuç bu."
"Ama neden önemli değil mi?" diye itiraz ettim. "Yani, şu an Güney’i anlamam gerekiyor. Belki kendini ya da başkasını korumak için yaptı."
Korkut, gözlerini yoldan ayırmadan devam etti. "Güney’in babası bir mafyaydı. Murat Demirgan. tam anlamıyla bir canavardı. Kadın, çocuk, masum gözetmezdi. Onun için kan dökmek sıradan bir şeydi, yemek yemek ya da nefes almak gibi. Onun gözünde insanlar ya kullanışlıydı ya da bir hiç. Babası annesini döverdi, süründürürdü, bazen günlerce aç bırakırdı. Güney küçükken annesinin çığlıklarını duya duya büyüdü. Ama asıl kabus, annesi dayanamayınca yaşandı. Kadın, Murat’tan kaçmaya çalıştı, ama Murat onu herkesin gözü önünde öldürdü. Güney o gün sustu, o günden sonra babasının dediği her şeyi yapmaya başladı. Kaçacak yeri kalmamıştı."
"Bu... bu insanlık dışı " diye fısıldadım, midem bulanarak o adam hala dışarı da mı

 

 

Korkut başını salladı. ", Güney ona tapıyordu. Babası onun için tanrıydı. Murat Demirgan, oğlunu kendi doğrularına göre yetiştiriyordu. Güney, on sekiz yaşına geldiğinde kendini kanıtlaması gerekiyordu. Babası ona bir görev verdi. Masum birini öldürmesini istedi. Bir eğitimin son sınavı gibi. Eğer başaramazsa, babasının gözünde yok olacaktı."
"Öldürmesini mi?" diye fısıldadım, sesim titredi.
"Evet," dedi Korkut, hâlâ dikkatle yolu izlerken. "Güney babasına çok düşkündü. Onun ağzından çıkan her söz bir emirdi. Ama o gün, Güney ilk kez masum birini öldürecekti. Tetiğe bastı. Ama..."
"Ama?" diye fısıldadım.
"Adamı bırakıp gidemedi. Kendi arabasıyla hastaneye yetiştirdi ama adam kurtulamadı. Güney teslim oldu ve on iki yıl hapse girdi. Evet, Güney bir katil. Gerçek bir katil. Nedeni ve sonucu aynı yönde."
Bir süre sessizlik oldu. Yutkundum ama boğazımdaki düğüm çözülmüyordu.
"Babası onu hapisten çıkarmak için bir şey yapmadı mı?"
Korkut başını iki yana salladı. "Hayır. Murat Demirgan, Güney’in güçsüz olduğunu düşündü. Oğlunun hapiste çürümesine göz yumdu. Güney’in varlığı artık umurunda bile değildi. Güçsüz bir evladın onun kanından olması, Murat Demirgan için en büyük utançtı. O, sadece güçlü olanları severdi. Geri kalanı bir hiçti. Tıpkı karısını nasıl bir hiç olarak gördüyse, oğlunu da o an yok saydı."
Korkut bir an duraksadı
Tüylerim diken diken oldu. "O... O zaman Güney neden babasını sevdi?"
-"Biliyor musun? İşkence edilen bir köpek bile sahibine sadıktır. Güney’in ruhu, babası tarafından kemirilerek büyüdü. Babası onu yarattı, sonra da çöp gibi attı. Ama Güney hâlâ onun onayını almak istiyor. Onun güçlü olduğunu kanıtlamak istiyor. Bu yüzden hiç durmuyor, hiç dinlenmiyor. Savaşmak zorunda olduğunu sanıyor. Ama asıl savaş, kendi içinde. Babasının izlerinden kaçamıyor. Güney bir katil oldu, ama babasının istediği gibi olmadı. Ve o, asıl bunun için kendini affedemiyor."
Dudaklarımı ısırdım. Midemdeki bulantı katlanıyordu.

 

 

- psikolog olmalısın Güneyi iyi analiz etmişsin

 

 

umursamaz bir ses tonuyla cevap verdi

 

 

- İnsanları dinlemeyi severim

 

 


"Peki, siz nasıl tanıştınız?"
Korkut gözlerini kıstı. "Bir operasyon sırasında yollarımız kesişti. Birbirimizin çıkarları için bir aradayız ister dostluk de ister çıkar ilişkisi
Onun gibi birini sevmem mümkün değil. Ama borçluyum. O olmasaydı, sen ve Mihri yanımda olamazdınız. Ömrümün sonuna kadar Güney’in arkasını toplamak zorunda kalsam da, o seni ve Mihri’yi bana getirdi."
Başımı cama yasladım. Yolda ilerliyorduk ama sanki olduğumuz yerde sayıyorduk .Korkut’un son sözleri içime oturmuştu. Ne diyeceğimi bilemedim. Arabanın içi boğucu bir sessizlikle doldu. Camdan dışarı bakarken içimde garip bir ağırlık vardı.
"Yani… Güney hâlâ babasının gölgesinde mi?" diye sordum nihayet.
Korkut derin bir nefes aldı. "Herkes geçmişinin gölgesinde yaşar. Ama onunki bir hayalet değil, bir canavar. Kaşlarımı çattım. "Ne demek istiyorsun?"
Korkut başını iki yana salladı. "Güney, babasının ne olduğunu biliyor. Ama ona duyduğu nefretin içinde hâlâ bir hayranlık var. Bazen farkında , onun gibi hareket ediyor. Sonra bundan nefret ediyor. Ama nefreti bile Murat Demirgan’ın ona aşıladığı bir duygu. Yani o adam Güney’in sadece geçmişini değil, geleceğini de mahvetti."
"Hiç denedi mi?" diye sordum, "Yani, gerçekten kurtulmayı?"
. "Denedi. Ama geçmiş insanın derisine işlenir. Güney ne kadar kaçarsa kaçsın, hep aynı yere varıyor. Belki de bu yüzden bazı şeyleri umursamıyor.
Bir süre sessizlik oldu. Sonunda dayanamadım. "Peki, sen? Sen geçmişin gölgesinde misin, Korkut?"
Korkut gözlerini yoldan ayırmadan gülümsedi. Ama bu, sıcak bir gülümseme değildi. "Ben geçmişin içinde yaşıyorum. Gölgede değil

 

 

Nihayet okulun bulunduğu sokağa vardığımızda derin bir nefes alarak ona döndüm. Parmaklarımı huzursuzca çantamın sapında gezdirirken, "Korkut, beni burada indir," dedim.
Direksiyona yaslanmış, gözlerini yola dikmişti. Kaşlarını hafifçe çattı. "Neden?"
İç çekip koltuğumda hafifçe kıpırdandım. "… Geçen sefer rezil ettin beni!"
Korkut, ifadesiz bir şekilde bana döndü. "Kardelen, saçmalıyorsun."
Sertçe başımı iki yana salladım. "Ben mi saçmalıyorum? Anlamıyorsun!" diye çıkıştım.
Beni en çok geren şey, Gülnur’un o küçümseyici bakışlarıydı. O kadın, beni her gördüğünde sanki fazlalıkmışım gibi süzüyor, bir şey demese bile gözleriyle beni yargılıyordu. Dersin başlamasına 30 dakika vardı ama zihnim öyle bulanıktı ki, odaklanmayı bırak, adım atmaya bile mecalsizdim.
Korkut bir an sessiz kaldı. Sonra, direksiyon başında kayıtsızca gerindi ve gözlerini kısarak bana baktı. "Gerçekten umursuyor ?"
"Evet, umursuyorum!" dedim hırsla. "Senin gibi herkesin ne düşündüğünü boş veremem."
Umursamazca başını salladı. "Kimseyi boş vermen gerekmiyor. Ama kendini de bu kadar sıkma."
Derin bir nefes aldım. Onun bu rahat tavırları beni daha da sinirlendiriyordu ama şu an tartışacak gücüm yoktu. Kapıyı açıp inmek için hamle yaptığımda Korkut aniden beni durdurdu.
Torpidoya uzandı ve hiç acele etmeden silah çıkardı.
Bir an beynim durdu. Gözlerim büyüdü, nefesim boğazımda düğümlendi.
"Hayır…" diye fısıldadım, neredeyse ağlamaklı bir tonda.
Korkut, her zamanki soğukkanlılığıyla silahı bana doğru uzattı. Gözlerinde hiçbir duygu yoktu. Emir verir gibi konuştu. "Yanında taşı."
Geri çekildim, sanki o şey beni yakıp kül edecekmiş gibi. "Hayır, istemiyorum!" Ellerim titriyordu. Bedenim buz kesmişti ama en kötüsü, ne kadar istemesem de gözlerimin silaha kaymasıydı. Bütün detaylarını, her bir metal parçasını seçebiliyordum. Bana ait olmayan, benim dünyama uymayan, yabancı, soğuk ve tehditkâr bir şeydi bu.
Ama Korkut’un yüzündeki ifade hiç değişmedi. Kararlı ve kayıtsız bir tavırla silahı elimin boşluğuna itti. "İsteyeceksin," dedi, sanki geleceği görebiliyormuş gibi.
Ellerim istemsizce daha fazla titremeye başladı. Gözlerimde biriken yaşları saklamak için başımı hafifçe eğdim. Derin bir nefes aldım ve parmaklarımı isteksizce silahın soğuk metalinin etrafına sardım.
Ağırlığı, parmaklarımın ucuna kadar işledi. Nefes almak bile zorlaştı. Onu çantama koyarken, içimde boğucu bir his yayıldı.
Korkut’a bakmaya cesaret edemedim. Sanki yüzüne baksam, ona ne kadar hayal kırıklığına uğradığımı, nasıl kırıldığımı söyleyecekmişim gibi. Ama o, bakışlarımı kaçırdığımı fark etti.
"Bakmayacak mısın bana?" diye sordu, sesi sertti. "Kırgın mı ayrılalım?"
Omuzlarımı silktim. Ne diyebilirdim ki? Gözlerim dolmuştu, yorgundum. Kimsesizdim. Korkut’un başında zaten yeterince dert vardı. Onu daha fazla yormamalıydım.
Ama… İçimi en çok acıtan şey, silahı bana böyle, hiçbir tereddüt etmeden bırakmasıydı.
Beni anlamalıydı.
Beni en iyi o anlamalıydı.
Ben ona sığınmak istiyordum. Sadece bir an bile olsa güvenli bir yerde olmak istiyordum. Ama o, bana koca bir boşluk bırakıyordu. Bir silah verip gidiyordu.

 

 

Sanırım... ondan hep yanlış şeyler bekliyordum.
Beni sevmiyordu
Günce'ye ne çok kızmıştım onun çevresinde dolanıyor diye
Ama şimdi, o günceden pek de farkım yoktu.
Ben de onun etrafında, sessiz bir gezegen gibi dolanıyordum.
Kendimi merkez sanmıştım…
Oysa onun kalbinde bana ayrılmış bir yer bile yoktu belki.
Belki sadece Mihri için yakındı bana.
küçüğümün hatırına...
Ya da abime olan saygısı için…
Yoktan bir şey bekledim.
Onun davranışlarını hep yanlış anladım galiba.

 

 

Korkut’un sevgiyi gösterme biçimi bana göre değildi.
Ve bu, beni incitiyordu.
Bir an gözlerimin içine bakıp kalbimi titretiyor,
bir başka an uzaklaşıp içimi üşütüyordu.
Kalbim onun ellerindeydi.
Atışını o yönetiyordu.
Bir bakışıyla hızlanıyor,
bir susuşuyla yavaşlıyordu.
Artık güçlü olmak istemiyordum.
Hiçbir şeyin yükünü taşımak istemiyordum.
Sadece güvenli bir yer istiyordum.
Kırılmadan, ezilmeden, ağlayarak durabileceğim bir yer…
Bir omuz… bir nefes…
Ama işte, ne zaman onun yanına gitsem,
gözlerinin önünde dağılıyordum.
Tutup kendimi toparlayamıyordum.
Ne zaman “iyiyim” desem, içimden bir yer eksiliyordu.
Onun karşısında ağlamamak için kendimi zorluyordum,
ama her seferinde
kalbim onun önünde yere düşüyordu.
Ve ben…
ona daha fazla yük olmaktan korkuyordum.

 

 


bir yanım güçlü olmaya çalışırken, diğer yanım paramparçaydı. Belki de… ben zayıf bir insandım.
Derin bir nefes aldım. Ona bakmadım. Arabadan inmek için toparlandım.
Tam kapıyı açıp çıkacakken, Korkut aniden kolumu kavradı.
Şaşkınlıkla ona döndüm. Hiçbir şey söylemedi, sadece kendine doğru çekti beni.
"Benim yüzümden ağlama," dedi, sesi garip bir şekilde yumuşaktı.
Başımı kaldırmaya cesaret edemedim.
"Ben gözyaşlarına değmem," diye fısıldadı.
Sonra çenemi nazikçe tuttu. Beni kendisine bakmaya zorladı.

 

 


Çenemi nazikçe tuttu, parmak uçlarıyla hafifçe yukarı kaldırdı. Bakışlarını üzerimde hissettiğim an, nefesim sıkıştı.
“Güvende olman için,” dedi, sesi yavaş ama kararlıydı. “Dışarısı tehlikeli, Kardelen. Serdar hâlâ peşimizde. Çağdaş… o herifin ne yapacağı belli değil. Seni yedi yirmi dört koruyamam, her zaman yanında olamam. Ama senin ve Mihri’nin hayatını da kısıtlamak istemiyorum.”
Bir an duraksadı. Boğazı kurumuş gibi yutkundu, sanki kelimelerini tartıyordu. Sonra, sesi neredeyse fısıltıya döndü.
“Benim için o kadar değerlisin ki, sana bir şey olursa…” Bakışlarını kaçırdı, dişlerini sıkıp derin bir nefes aldı. “Nefesim söner.”
"Öyle söyleme…” dedim, fısıltıyla. “Sana bir şey olmasın.”

Gözlerim çoktan dolmuştu. O ise başını hafifçe iki yana salladı.
Parmakları, yüzüme düşen bir tutam saçı usulca geriye itti. Dokunuşu, varlığı, gözlerindeki derinlik… İçimde bir şeyler çözülüyordu.
“Kardelen...
Sesi alçaktı ama kelimeleri içime işliyordu. Kaçmak istedim. Gözlerimi kaçırıp uzaklaşmak, duymamış gibi yapmak istedim ama o buna izin vermedi. Çenemi yeniden kaldırdı, bakışlarımı kendi içine hapsetti.
“Ben seninle yeniden nefes almayı öğreniyorum.”
Yutkundum. Bir şey söylemek istedim ama dilim dönmedi. O ise gözlerini üzerimden hiç ayırmadan devam etti.
“Hani o gece bana demiştin ya, ‘Hayal kurmak güzeldir’ diye…”
O gece.
Evet, hatırlıyordum kriz geçirdiği o gece bana yıllar öncesi gibi geliyordu ...
O gece, ona hayallerimi anlatmıştım. Gözyaşlarım bile durmamıştı. Onun için endişelenmiş, onun için üzülmüştüm. Onun için çırpınmıştım.
-“Hatırlıyorum o geceyi. Her detayını. Bana hayallerini anlatışını, benim için gözyaşı döküşünü… Ağlarken bile o kadar güzeldin ki…”
Nefesim hızlandı. Kalbim, göğsümün içinde acıtırcasına çarpıyordu.
“Ben senin hayallerini sevdim, Kardelen.”
Gözlerim büyüdü. Dudaklarım hafifçe aralandı.
-“Beni de hayallerine alır mısın?”
Şaşkınlıkla gözlerine baktım. Kelimeler boğazıma düğümlendi.
“Hayal kurmayı sevmediğini sanıyordum…” dedim, zor bela.
Korkut hafifçe gülümsedi. O nadir, içimi ısıtan gülümsemelerinden biriydi bu.
“Artık seviyorum.” Gözleri, gözlerimin içine derinlemesine aktı. “Hatta bir hayal bile kurdu bile .”
Bu sadece bir bakış değildi. Ruhumu, derinlerimi gören bir dokunuştu.
“Benim hayalim sensin.”
belki de ilk defa, küllerimden doğuyordum.
“Ben artık yarını düşünüyorum, Seninle bir yarınım olur mu, bilmiyorum. Sana geç kalır mıyım, bilmiyorum. Ama artık kıyamet kopsa umurumda değil.Ben sana geç kalmayacağım.”
Gözlerimden yaşlar sessizce süzüldü.
Ama konuşamadım.

 

 

“Bir ihtimalimiz varsa…”
Korkut’un sesi, arabanın içinde yankılandı. Dışarıda şehir hareketine devam ediyordu ama benim için dünya durmuştu. Yalnızca Korkut’un sesi vardı.
Direksiyona yaslanmış, gözlerini üzerime dikmişti. “Ben o ihtimalle yaşayacağım.”
Nefesim düzensizleşti. Kalbim deli gibi atıyordu.
“Çünkü tüm ihtimallerim sensin, Kardelen.”
O an içimde bir şeyler koptu. Gözlerindeki o derin ifadeyi gördüğümde, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissettim.
“Olur’umuz var mı, Kardelen?”
Boğazım düğümlendi. Cevap vermek istedim ama kelimeler dudaklarıma ulaşamıyordu.
“Bir kelime söyle…” dedi, sesi hem yalvarış hem de bir emirdi. “Sadece bir kelime.”
Parmakları, hafifçe elimin üzerinde gezindi. Teninde bıraktığı sıcaklık içime işliyordu. Gözlerindeki karanlık, içinde boğulacakmışım gibi hissettiriyordu.
“Benim umut etmem için, tutunmam için…” diye fısıldadı. “Bir kelimene ihtiyacım var. Beni kendinden mahrum etme.”
Nefes alışlarım hızlandı. Geri çekilmek istedim ama hareket edemiyordum.
"Eğer ‘yok’ dersen, yok olurum," dedi, sesi titremeden. "Eğer ‘var’ dersen, var olurum."
Öylece ona baktım. Sanki dünya susmuş, zaman durmuştu. Her şey o bir kelimeye bağlıydı. Ama ben… söyleyebilecek miydim?
Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. Boğazımda düğümlenen sözcükleri söylemeye cesaret edemiyordum. Korkut’un yüzüme dikkatlice baktığını fark ettim. Daha doğrusu… domatese dönmüş yanaklarıma.
Beni sevdiğini dile getirmesiyle donup kalmıştım. İçimde kopan fırtınaları susturamıyordum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. O ise hâlâ gözlerimin içine bakıyordu, cevap bekler gibi. Ama ben... konuşamıyordum.
Korkut, yüzümde bir anlığına beliren tereddüdü fark etmiş olmalı ki, parmakları yanaklarıma hafifçe dokundu.
-"Kardelen… bir şey söyle."
Söylemeliydim.
Gözlerimi kaçırdım, nefesim hâlâ düzensizdi. O an Korkut'un ellerinin hafifçe titrediğini fark ettim.
Kelimeler, boğazımda düğüm düğümdü. Ama o pes etmiyordu.
"Korkut…" diye fısıldadım, kalbimin sesini bastırmaya çalışarak.
Oluruz, Korkut…
Bir anlığına sessizlik çöktü. Arabanın içinde, yalnızca nefes alışlarımız vardı.
Korkut, derin bir nefes aldı. O nefesi ciğerlerimde hissettim.
Sonra, hızlı bir hareketle beni kendine çekti.
Gözlerimi kapatıp başımı göğsüne yasladım. Kalbinin ritmini duydum. Düzenli, güven veren bir ritimdi.
Bana sıkıca sarıldı.
“Sen benim ihtimalimsin, Kardelen.”, alnımı kendi alnına yasladı. Gözleri gözlerime değdiğinde, dünya sustu.

 

 

Başımı hafifçe sallamamla birlikte Ellerini yüzümden çekmedi, sanki kaybolmamdan korkuyordu.
"Yutkundum. Nasıl anlatabilirdim ki? Bana hissettirdiği güveni, korkuyu, heyecanı, huzuru... Hepsini bir arada. Korkut yanımdayken kalbim hem çılgınca çarpıyor hem de dünyanın en güvenli yerinde gibi hissediyordum.
Kollarının arasında kaybolurken, bir şey fark ettim. Biz ikimiz... Kendi ihtimallerimizi yaşamak için birbirimize tutunuyorduk.

 

 


Gözlerim dolmuştu. Zihnimdeki karmaşa, kalbimdeki duygularla birleşip bir anlık bir gülümseme oluşturdu. Ancak o gülümseme, birkaç damla yaşla son buldu.
"-İyi hissediyorum, senin yanında, bazen uzak olsan da…" dedim
Korkut bir an duraksadı. Gözleri, gözlerime kilitlenmişti, sanki her bir bakışında içimdeki ruhumu çözüyordu. Gözlerimden ruhuma işleyen bakışları vardı. Ardından alnıma hafifçe bir öpücük kondurdu. O an, kalbim hızla çarpmaya başladı. Boynuma dokunan sıcak nefesi, adeta kalbimdeki ritmi yeniden düzenliyordu.
. Gözlerindeki derinlik, ruhumun her köşesine dokunuyordu. İçimde bir fırtına kopuyordu ama kelimeler, boğazımda düğümlenmişti. O an sadece bir şey istiyordum; onun beni öpmesini. Bu bir ihtiyaçtı, ona muhtaçtım. O hisse, o duyguyu yaşamaya…
"Bu kadar mı, Korkut?" .
Korkut kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Ne bu kadar mı, Kardelen?" diye sordu, gözlerinde alaycı bir ışıltı belirdi.
Yutkundum. Bu kadar doğrudan söylemek çok zordu, ama kendimi durduramadım. "Şey işte… Öpücük yani…"
Kendi sözlerime inanamadım. Şu an gerçekten ağır saçmalıyordum. Ama Korkut, her zamanki gibi ciddiyetini koruyordu, gözleri benden hiç ayrılmıyordu.
"Öpücüğüm yeterli değil mi?" dedi, bana meydan okur gibi bakarak. Ah, şu kendine güvenen tavırları…
"Yani…" Parmaklarımı saçlarıma doladım, biraz utangaç, biraz da isyankâr bir şekilde. "Daha iyi öptüğün zamanlar olmuştu."
Korkut hafifçe güldü. Gülüşü....her zaman gülmesini istiyordum o gülünce sanki tüm dertlerimi unutuyordum
"Detay versene, Kardelen’im. Nasıl bir öpücük istiyorsun?"
Ona meydan okumaya çalışıyordum, ama gözlerinin içine bakınca… Yenik düşüyordum. Utangaçlığımı bir kenara itilmeliydim. Ne de olsa, o da bana karşı aynı duyguları hissediyordu, değil mi?
Derin bir nefes aldım, kalbim boğazımda atıyordu. "Şey… Güney’in evinde kavga edip öpüşmüştük ya…" diye başladım, sesim titredi. "Ben ondan istiyorum."
Korkut başını yana eğdi, dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. "Öpücük siparişi veren bir kadını ilk defa görüyorum," dedi, sesindeki alay karışımı beni sarhoş ediyordu.
Gözleri, içimi okuyor gibiydi, her kelimeyi, her titremeyi hissettiği gibi. Utancım, bir anda tavan yaptı. Ah, Özlem… Hani dişil enerji, hani cilve, hani çekicilik? Sanırım bu cilve olayını tamamen yanlış anlamıştım. Ne oldu bana? Şimdi ne yapıyorum? Direkt ‘Beni öp, duvardan duvara çarp!’ diyecek hâle gelmiştim.
Sustuğumu fark edince, Korkut başını eğdi. "Neden sessizleştin, Kardelen’im?" diye sordu, gözleri hala benden kaçmıyordu.
"Boş ver, Korkut," dedim, dudaklarımın kenarında sinirli bir gülümseme belirdi. Ama o, hiç de umursamaz bir şekilde bana bakıyordu.
"Yok, boş vermiyorum," dedi kararlı bir sesle, hiçbir tereddüt göstermedi.
Gözlerim doldu. Resmen ağlayacaktım. Bu adam odundu, odun! Beni öp dedim, hâlâ beni süzüyor, kıpırdamıyordu!
. "Beni öp, Korkut!
O anda, gözlerim ona kilitlenmişken, Korkut
geri çekildi. Kaşlarını hafifçe çattı, gözlerinde bir an için şüphe belirdi. "Seni öpmemi istiyorsun?" diye sordu, sesinde bir alay vardı.
"Kesinlikle!" dedim, kendimi tutamıyordum.
- pişman olmanı istemiyorum. Geçen seferki tokattan sonra, akıllandım."
"Olmam, Korkut," dedim, sesim fısıltı kadar inceydi ama içimdeki yangını bastıramıyordum. "Şimdi sus ve beni öp!" diye ekledim, bu sefer bir emir gibi, bir itiraf gibi.
Ve sonra…
Beni kendine çekti. O an ne olduğunu anlayamadan, dudaklarımda hüküm süren sıcaklığı hissettim. İlk teması huzurdu. Öyle gerçekti ki, içimdeki tüm düşünceler bir anda susmuştu. O öpücük, zamanın akışını durdurmuş gibi hissediyordum. Dudaklarındaki hakimiyet, giderek sertleşti.
Bir anda, Korkut beni kucağına çekti. Şaşkınlıkla irkildim, ama kalbim, onun hareketine tereddütsüzce uyum sağladı.
"Korkut…" diye fısıldadım, nefesim kesik kesikti. Ama o, sözlerime aldırmadı. Dudaklarımı, daha büyük bir tutkuyla öpmeye devam etti. İçimdeki her şey, sadece o anı yaşamak istiyordu. Korkut’un sıcaklığında, zaman sadece ikimiz için durmuş gibiydi.
Bedenim, bu ani yakınlık karşısında ne yapacağını bilemez haldeydi. Onunla aramda bu kadar az mesafe varken, ona karşı koymak istesem de, içimdeki o küçük direnç kıpırtıları her öpücüğünde eriyip gidiyordu. Her hareketinde sanki daha da fazla yaklaşıyor, beni tümden ele geçiriyordu. Çekingenlikle karşılık vermeye başladım,
Ben de kendimi bıraktım.
Önce hafifçe… sonra daha derin…
Onun öpücüğüne karşılık verdim. ama sanki bu da ona yetmiyormuş gibi hissettim.
"Dudaklarımı benden esirgeme," dedi, sesi alçak ama tutkulu bir tonda. Cümlesi, her harfiyle içimdeki kıvılcımları alevlendiriyordu.
Ne diyeceğimi bilemedim. Çenem kilitlenmiş gibiydi, bir şeyler söylemek istiyordum ama kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Her şey bulanık, her şey karışıktı.
Ellerinin sıcaklığı, belimden yukarı doğru ilerleyerek tenime ulaştığında, sanki içimdeki tüm duvarlar birer birer yıkılıyordu. Bütün benliğim ona teslim olmaya hazırlanıyordu, Kendimi bırakmak istedim, ama bedenim hâlâ bu ani yakınlığın anlamını çözmeye çalışıyordu, bir şekilde daha fazla direnmek, bu kadarını kaldırmak istemiyordum. Ama içimdeki isyan yavaşça sessizleşiyordu.
"Çok hızlısın," diye mırıldandım, nefesim kesik kesikti, cümlemdeki sitem bile yetersiz kalıyordu. "Dur, kolun hâlâ yaralı."
"Acı hissetmiyorum,"
"Allahım, dur be adam…" diye fısıldadım, ama bu sözlerim bile onu durduramadı. Gözlerimi kapatırken, dudaklarımda hissedilen sıcaklık yeniden üzerime çöküyordu. Korkut, hiçbir izni beklemeden beni kendine çekti ve dudaklarımı, izinsizce, bir kez daha ele geçirdi.
Bu kez çok fazlaydı, adeta beni tamamen ele geçirmişti. Dudaklarımdan başka hiçbir şey kalmamıştı. Öylesine tutkulu ve derin bir şekilde emiyordu ki, kalbim daha hızlı atmaya başladı. Sanki içimdeki her şey bu öpücüğe akıyordu, her hücrem ona doğru çekiliyordu. Ne yapacağımı bilemeden, yerimde donup kalmıştım, her bir duygum sadece ona aitmiş gibi hissediyordum.
Korkut, sonunda beni bıraktığında, gözlerim bulanık bir şekilde ona baktı. İçimdeki ateş, o kadar büyüktü ki, biraz daha dayanamayacak gibi hissediyordum. "Bu… bu çok fazlaydı," dedim, hala nefesimi toparlamaya çalışarak. Ama o an gözlerindeki anlamı gördüm; pişmanlık yoktu. Bir tereddüt yoktu. Dudaklarının kenarındaki hafif gülümseme her şeyi açıklıyordu.
Bedenim, onun her hareketiyle titriyordu. Ellerinin sıcaklığı, kazağımın altından tenime ulaşmıştı. Her bir dokunuşu, sanki beni sonsuz bir tutkuyla sarıyordu. Ama bir yerde sınırlarımı zorluyordu. Bir noktada daha fazla dayanamayacağımı hissediyordum. Her şeyin baş döndürücü hızla ilerlediği bir an vardı. Şimdi, bu durumu daha fazla devam ettirmek, sadece daha fazlasını istemek istemiyordum. Sadece… ona teslim olmak, her şeyin karşısında, ona odaklanmak istiyordum.
Hızla ondan uzaklaştım, ama bedenim hâlâ onu arıyordu.
Nefesim düzensizdi, her soluk alışımda kalbim daha hızlı atıyordu.
Zihnim bulanık, sadece o an vardı, sadece o dokunuş vardı.
Ellerim, bir refleks gibi, onun yüzüne kaydı.
Sakallarının sertliğini hissettim,
dudağının kenarına bir öpücük kondurdum.o ise tamamen donmuş gibiydi
Ama bu, sadece başlangıçtı.
Yavaşça boynuna yöneldim,...ve öptüm
Ve Korkut yine fısıldadı,
Beni bu kadar istemen, senin yüzünden sana dayanacak iradeyi kendimde bulamıyorum

 

 

Gözlerimi kapattım, tüm dikkatimi ona verdim. Korkut’un elleri belimde, kalçamda kayarken, yavaşça beni kendine çekti. Vücudumun her bir parçası onun hareketlerine uyum sağlıyordu.
Bununla birlikte, Korkut’un dudakları tekrar benimkilerle birleşti, ama bu sefer daha derindi, daha yoğun bir şekilde.
Kollarım, omuzlarından aşağıya kaydı,
“Araba çok dar ,”
Korkut, hafifçe gülümsedi, ama bu gülümseme bir anlam taşıyordu. “O zaman başka bir yere gitmemiz gerekecek,” dedi
Korkut’un elleri, kazağımın altına girdiği anda vücudum bir an için dondu. Sanki her bir kasım ona tepki verirken, kalbim çırpınarak hızlandı. Elleri sırtımda gezindikçe, tenim onun sıcaklığını hissediyor, titriyordum.
Gözlerim kocaman oldu, ne diyeceğimi ya da ne yapacağımı bilemedim. O kadar yakın, o kadar etkileyiciydi ki, sadece içimdeki bu yoğun duygularla baş etmeye çalışıyordum.
“Titriyor musun, Gözlerim ona kayarken, sesi sanki kulaklarımda yankı yapıyordu. "Evet," diye fısıldadım, .
Korkut, başını hafifçe eğip, o tanıdık, alaycı gülümsemesiyle tekrar dudaklarıma kaydı. Ellerini gövdemin etrafında gezdirirken, yavaşça, kazağımı yukarı doğru kaldırmaya başladı.

 

 

"Ne kadar istiyorsan, o kadar yakın olacağız," dedi Korkut, sesi boğuktu.
Kazağım bedenimden sıyrıldığında, elleri hiç tereddüt etmeden çıplak tenime dokundu
. Sadece sütyenim ile kalmıştım ama işin garibi, hiç utanmıyordum. İçimde yükselen duygu, utancı çoktan bastırmıştı.
neyse ki okulun önünde değildik yoksa tüm velilere rezil olmuştum show tv çıkmak istemiyordum

 

 

Dudakları boynuma kapanırken, derin bir nefes aldım. Sıcak nefesi tenimi yalayarak ilerlerken, içimdeki yangını körüklüyordu. Ellerini bedenimde hissettiğim her an, daha fazlasını istiyordum.
Korkut’un dokunuşları, öpüşleri göğsüme kadar ilerlediğinde, istemsizce iç çektim "Sadece… daha fazlasını..." diye fısıldadım, ne söylediğimi düşünmeden.
Korkut, bir an duraksadı. Nefesini tuttuğunu hissettim. Parmakları bedenimi keşfetmeye devam ederken, beni tekrar tekrar öptü. Tenimde bıraktığı izlerin sayısını unutmuştum artık.
- içimden yangılar vardı korkut sütyen kopçamı açmaya çalışıyordu ama becerememişti

 

 

"Acı çekmiyor musun?"
Bakışları üzerimdeydi, koyu ve tehditkâr bir gölge gibi bedenime sarılıyordu.
Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bu hâliyle komikti, ama bunu ona söylemek gibi bir aptallık yapamazdım. Dudaklarımı sıktım, gözlerimi kaçırdım ama gülümsemem çoktan yüzüme oturmuştu.
"Kardelen, çabuk!" Sesi daha da sertleşti. "Nereden açılıyorsa aç! Dayanamıyorum. Aç şu sütyeni!"
Sabrının sınırında olduğunu biliyordum. Parmaklarını sıkıyordu, çenesindeki kaslar geriliyordu. Derin bir nefes aldım, ona meydan okur gibi gözlerine baktım.
hafifçe kıkırdadım.
Bu onu daha da öfkelendirdi. Kaşlarını çattı, gözleri bir an için koyu bir fırtınaya dönüştü. "Komik mi?" dedi sertçe. "Sana ulaşmamı engelliyor."
Sesinde hem sinir hem de sabırsız bir istek vardı.
Gözlerim gözlerine kilitlendi. Hâlâ gülümsüyordum ama bu kez ifadem değişmişti. Yavaşça elimi kopçama götürdüm.
Parmaklarım hafifçe kumaşın üstünden kaydı, kopçayı buldu ve tek bir hareketle açtım
O an gözlerinde beliren ifadeyi izlemek bana garip bir tatmin veriyordu.donmuş gibiydi derince yutkundu

 

 

"Mutlu musun şimdi?" dedim hafifçe gülümseyerek.
Gözleri karanlık, yüzü ise okunmazdı. Bir elini koltuğun kenarına koydu, diğer elini belime uzattı.
"Henüz değil."
Nefesim kesildi.
Arabanın içinde sıkışıp kalmış hava gibi, ben de kıpırdayamaz haldeydim.
Beni izliyordu.
Kaçacak yerim yoktu. Ama zaten kaçmak da istemiyordum.

 

 

Parmaklarını uzatıp sütyeni kavradı, sanki ilgisini gerçekten çekmiş gibi kumaşı incelemeye başladı.
ciddi misin, Kardelen?" dedi, sütyeni havaya kaldırıp iki yana gererek. "Beşiktaşlı sütyen mi takıyorsun?!
utançla göğüslerimi ellerimle kapattım. "Korkut, !"
Ama o hiç oralı olmadı.
sütyeni bir o yana bir bu yana sallayarak. "Siyah-beyaz, üstünde de minicik bir kartal amblemi var.
Yüzüm ateş gibi yanıyordu.
"Ne yapayım, rahattı işte!" diye çıkıştım.
Korkut, alaycı bakışlarla sütyeni incelerken başını iki yana salladı.
"Ben utançtan yere bakarken, o sütyeni elinde evirip çevirmeye devam etti.
Sonra başını kaldırıp yüzüme baktı, dudaklarının kenarında sinsice bir gülümseme vardı.
"Peki, maç izlerken de bunu mu giyiyorsun?"
Öfkeden gözlerimi kıstım. "Korkut! pislik yapma ya
Ve bir sonraki hamlesi beni daha da çileden çıkardı.
Sütyeni tuttuğu gibi arabanın dikiz aynasına astı.
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Ne yapıyorsun sen?!"
Korkut hâlâ eğleniyordu. "Bence arabaya çok yakıştı.
Elleri mi çeksem, yoksa sütyeni mi alsam bilemedim. Biliyordum… Bu konuyu unutturmayacaktı.
Ve ben, şu an yere girip kaybolmak istiyordum.Keşke seksi iç çamaşırı günümde olsaydım ama yok en sevdiğim sütyenimdi ve bir haftadır aynı sütyeni giyiyordum

 

 

arabanın dikiz aynasında sallanıyordu. Siyah-beyaz renkleriyle gözümün içine baka baka orada asılı duruyordu.
Hızlıca uzanıp kaptım.
"Sapık mısın, Korkut?!"
başını iki yana salladı. "Ben her seferinde daha da şaşırtıyorsun."
Gözlerimi devirdim. "Harika. Şimdi de sütyenimle dalga geçiyorsun
Korkut eğleniyordu, bu belliydi. Ama sonra başını hafif yana eğdi, yüzündeki alaycı ifade aniden değişti.
"Çok güzelsin."
"Konuyu dağıtma!"
Korkut’un dudakları hafifçe kıvrıldı. Gözleri derin, bakışları ağırdı.
Sonra aniden eğildi.
Boynuma ilk öpücüğünü kondurduğunda nefesim kesildi.
Yavaş, sabırlı ve dokunduğu her yeri sahiplenerek devam etti. Boynumdan omzuma inerken içimdeki tüm düşünceler buhar olup uçtu.
Ellerim, farkında olmadan saçlarına gitmişti.
Şu an ne olacağını düşünmüyordum. "Ama"lar yoktu. Mantık yoktu.
Sadece o vardı.
Öpücükleri göğsüme indiğinde tüm bedenim alev aldı göğsümün tam ortasını kokluyordu dudaklarını göğsümde hissettim
.şuan bana işkence ediyordu içimden yükselen bir ateş vardı
Nefesim düzensizleşti. Gözlerimi kapattım.Nefes alamıyordum ...şua vücudumun tüm noktaları karıncalanıyordu daha önce farkında olmadığım birşeyler oluyordu bana Ama tam o an, birden durdu.
Gözlerimi açtığımda ifadesi değişmişti. Derin bir nefes aldı, gözlerini kaçırarak kendini geri çekti.

 

 

Kaşlarımı hafifçe çattım. "Devam etmeyecek miyiz?" diye sordum, sesimde bir belirsizlik vardı ama içimdeki arzu daha güçlüydü.
Birkaç saniye sessiz kaldı, sonra gözlerini açıp yüzüme baktı. İçinde mücadele ettiği şeyi görebiliyordum. Bir anlık tereddüt, ama hemen ardından kesinleşen bir karar.
"Devam edersek, bu araba yeterli olmaz," dedi, sesi daha da kısılmıştı.
Gözlerimi kısıp hafifçe gülümsedim. "Olur ya… devam edelim."
Korkut kaşlarını çatıp başını iki yana salladı. "Fazla hızlıyız, durmalıyız."
Ama ben durmak istemiyordum. Sanki ne kadar temas edersek, o kadar istiyordum onu. Vücudumun her hücresinde bir çekim gücü vardı, geri adım atmak imkansız gibiydi.
Aklıma gelen düşünceler, zihnimi zehirliyordu. Belki de o, bu durumdan hoşlanmıyordu ya da bedenimden ... yetersizlik duygusu beni ele geçirdi
"Sanırım hoşuna gitmedi. Devam etmek istemiyorsun." dedim, sesim hafif titriyordu.
Korkut’un yüzü daha da yaklaştı, nefesini tenimde hissettim. Gözleri, gözlerime kilitlenmişti, sanki içimi görebiliyormuş gibi, ruhumu okuyormuş gibi.
Ellerini belime bastırdı, bedenimi kendine doğru çekti. Kalbim deli gibi çarpıyordu.
"Şu an seni alıp gitmemek için kendimi zor tutuyorum," diye fısıldadı, sesi derinden ve kısık çıkıyordu. "Şeytan kulağıma tehlikeli kelimeler fısıldıyor."
Bunu duymak, içimdeki çalkantıyı daha da büyütüyordu.
"Nereye gideceğiz ki?" diye sordum, biraz alaycı, biraz da merakla.
Korkut’un dudakları hafifçe kıvrıldı, ama gülümsemesi yorgun ve biraz da hüzünlüydü. "Seni özgürce sevebileceğim her yere," dedi, sesi düşen yapraklar kadar yumuşaktı.
Bu sözler içimde bir kıpırtı uyandırdı. Sanki göğsüme yerleşen bir kuş kanat çırpıyordu. Ama kendimi toparlamam gerekiyordu. Gözlerimi kısıp ona baktım. "Şu an beni özgürce sevemiyor musun yani?"
Parmakları hafifçe belimde gezindi, sonra derin bir nefes aldı. "Yetmiyor sanırım," dedi dürüstçe. "Bazen insan çok sevse de bazı prangaları oluyor."
Ona bakarken içimde bir sıcaklık hissettim.
Elimi usulca omzuna koydum. "Peki, o prangaları çözecek biri var mı?"
Korkut başını hafifçe eğdi, gözleri gözlerimden kaçmadı. Bir an sustu, sanki içindeki bir savaşı tartıyordu. Sonra dudaklarını araladı ama kelimeler dökülmedi. O an, gözlerindeki o gölgeyi gördüm—
"Bilmiyorum," dedi nihayet. "Çözülebilir mi, çözmek ister miyim… Onu bile bilmiyorum."
Bu cevaba hazırlıklı değildim. Yutkundum, içimde yükselen o garip duyguyu bastırmaya çalıştım. "Ama istiyorsun, değil mi? Bir çıkış yolu… Bir rahatlama?"
Ellerini belimden çekti, koltuğa yaslandı. Ellerini saçlarının arasından geçirdi, başını geriye attı. "Benim için bir yol var mı Kardelen? Cidden var mı? Hayatım boyunca hiçbir nesne , insan eşya varlık ile bağ kurmadım çünkü eşya kırılır insan gider bağ kurmak bir zincir ama sen…"
Bana baktı. Bu sefer bambaşka bir bakıştı. Derin, anlam yüklü, çekip içine almak isteyen bir bakış. "Ama sen başkasın."
Boğazım kurudu. O an ne desem bilmiyordum.
"Sen pranga değilsin. Ama seni zincirlerime mahkum eder miyim işte ondan emin değilim."
Sözleri içime işledi. Sadece onu anlamak değil, hissetmek istiyordum. O karmaşasını, korkularını, tereddütlerini… Ona doğru eğildim, elimi hafifçe yanağına koydum. "Senin zincirlerin beni bağlamaz. Eğer bir çıkış yolu varsa, belki birlikte buluruz?"
Gözlerini kapattı, avucumun altındaki teni ısındı. Ama bir şey söylemedi.
Korkut gözlerini kapalı tuttu, derin bir sessizliğe gömülmüş gibi. İçinde bir savaş vardı, bir tür mücadele; kazanıp kazanmadığından emin olamayacağım kadar karışıktı. Ama ben, kimsenin kazanıp kazanmadığını bilmiyordum. Sadece gözlerindeki o ateşi hissedebiliyordum. Bir anda, derin bir nefes aldı, göz kapakları ağır ağır aralandı. O an, saniyeler önce bana tutkuyla bakan adamın, bir anda silinip gitmiş gibi olduğunu fark ettim.
"Belki de seni benden korumalıyım," dedi, fısıltısının içindeki sızlayan tınıyla.
İçimde bir boşluk hissettim, kalbim sıkıştı. Ne olduğunu anlayamadan kaşlarımı çattım ve sesim titreyerek sordum: "Beni kendinden mi koruyacaksın, Korkut?"
"Evet," diye mırıldandı, sesi neredeyse boğuklaşmıştı. "Seni kaybetmek istemiyorum, uzakta olsan bile, varlığın yeter.
Ve o an, aramızdaki sıcaklık bir anda yok oldu. Bir soğuk rüzgarın içimi üşütmesi gibi hissettim. Kalbim daraldı, içimde, adını koyamadığım bir öfke kabardı.
"Ne yani? Kendinle çelişmekten yorulmadın mı? Bir beni istiyorsun, bir de uzak durmam gerektiğini söylüyorsun! Ne yapayım? Gitmemi mi istiyorsun?! Bu yaşadıklarımız senin için bu kadar basit mi? Tutarsızsın! Gitmemi istiyorsan, giderim, merak etme!"
"Yanlış anlıyorsun..."
"Yanlış mı anlıyorum .Bana uzak dur diyorsun ama sonra… sonra kontrolsüzce yaklaşıyorsun!"
Sesim titremedi

 

 

“Sakin ol…
Sesi alçak ama bir yerden sonra yabancıydı.
Yüzüne baktım.
Gözlerinde insani bir duygu, bir pişmanlık, bir anlayış aradım...
Ama yoktu.
Transa girmiş gibiydi.
Sanki onunla konuşmuyordum, başka biri vardı karşımda.
“Yeter! Gerçekten yeter, Korkut!” diye bağırdım.
“Ne istiyorsun benden? Bir dakika beni istiyorsun, bir dakika uzağımda olmamı!”
Ellerim, kontrolsüzce göğsüne yöneldi.
Yumrukladım.
Yavaşça.
Ama her darbe, yüreğimin attığı çığlıktı.
Gözlerimden yaşlar süzülüyordu artık.
“Kalbim yoruldu… Yeter…”
Sözcükler boğazıma düğümlenmişti.
“Sen bana bilerek acı çektiriyorsun… Ne olur, yorma beni artık…”
Ağladım.
Gerçek anlamda, hıçkıra hıçkıra, nefesimi bile kontrol edemeden.
“O kadar yakınlaştık ve bitti, bu mu? Bunu mu hak ediyorum? Değerli miyim şimdi senin gözünde? Söyleme, ne olur yalan söyleme! Gerçekten yoruldum…”
Gözlerinin içine baktım.
“Söylesene... Hiç mi bana acımıyorsun? ...az önce yaşananlar yaşanmamış gibi olacak sen yaşadıklarımızı unutacak kadar güçlü olabilirsin ama ben değilim
“Sesini kontrol et....tek taraflı bakıyorsun !”
Korkut’un sesi bu kez boğuk, düşük tonluydu ama tehditkârdı.
“Yine aynısın… Korkut.”
Sesim çatladı ama devam ettim.
“Ben bir gün olmayabilirim. Tutarsızlıklarını, bu gelgitlerini düşün… Çünkü bir gün çok geç olacak. Şu an ne saçmalıyor bu kadın diyorsun belki ama... Keşke demeyelim birbirimiz için. Yapma... Ne olur.”
O susuyordu.
Ama ben susamazdım.
Dudaklarımız arasında neredeyse hiç mesafe kalmamıştı.
Konuşurken, nefesim dudaklarına çarpıyordu.
Hatta…
Dudaklarımız birbirine dokunuyordu arada, farkında olmadan.
“Benden uzak durabilecek misin gerçekten?”
Sesim alçalmıştı, ama içindeki öfke yerini kedere bırakmıştı.
“Az önce kayboldun bende... Şimdi bana böyle mi davranacaksın?”
Bir anlık sessizlik oldu.
Elimi kalbine koydum.
“Nefesini hızlandıran benim şu an. Kalbin burada, ben buradayım.”
Parmak uçlarım göğsünde gezinirken,
gözlerinin dolduğunu fark ettim.
“Benden etkileniyorsun, Korkut. Gözlerin... bana kalmam için yalvarıyor.”
Yutkundu.
Ama ben vazgeçmedim.
Kucağında hafifçe kıpırdandım,
“Bu yüzden gitmiyorum. Kaçmıyorum.”
Gözlerine baktım,
“Bir sorun varsa... konuşacağız. Ama beni yorma artık.
Bir an hiçbir şey söylemedi.
Sadece baktı bana…
Ve o an… gözlerinin içi doldu.
Bir damla...
Sonra o ağlıyordu ...korkut inanmak zordu korkutu bu şekilde göreceğim aklıma gelmezdi üzgündü benim gibi
Geri çekilmedim.
Tepki vermedim.
Sadece elimi yüzüne uzattım, usulca.
Parmaklarım yanağındaki ıslaklığı sildi.
Ve baş parmağım, kaşlarının arasındaki çizgide gezindi

 

 

“Korkut…” dedim fısıltıyla.
Sadece adını.
O iki hecede, içimde ne varsa gizliydi.
Bakışlarını kaçırmadı bu kez.
Ama gözlerindeki kırgınlık, yorgunluk…
Beni darmadağın etti.
“Ben… ben seni kırmak istememiştim,” dedi,
sesi boğuktu, sanki boğazına bir düğüm oturmuştu.
Nefesi düzensizdi,
bir ileri, bir geri…
Sanki yaşamakla ölmek arasında kalmış gibiydi.
“Ne yapacağımı bilmiyorum, Kardelen…”
Omuzları çökmüştü.
O güçlü, herkese meydan okuyan adam gitmişti.
Yerine, içindeki savaşlardan yorgun düşmüş bir çocuk kalmıştı sanki.
“Her gece ölmek için dua ediyorum,” dedi titreyen bir sesle.
“Ama kurtuluş yok… Ne ileri gidebiliyorum, ne geri…”
Gözleri dolmuştu.
“Sana gelmek istiyorum… Ama gelemiyorum.

 

 

“Elim ayağım bağlanıyor sanki…”
“Yaklaşsam bile… olmuyor.”
“İstesem de… olmuyor.”
“Sen ağlayınca… kafayı yiyorum, Kardelen.”
“Yemin ederim… her gözyaşında içim parçalanıyor.
O an..
Dünya dursun, her şey bitsin...
Yeter ki sen ağlama.”
“İstemiyorum canın yansın, yemin ederim istemiyorum.
Ama dönüp dolaşıp yine ben oluyorum o gözyaşlarının sebebi.”
Gözlerini yumdu.
“Sana zarar vermek istemezken, seni en çok yaralayan ben oluyorum.
seni korumak isterken… ikimizi mahvediyorum
Sana dokunmak isterken… hep azla yetiniyorum

 

 


Beni anla," dedi sadece, sanki bunun her şeyi açıklayacağını sanıyormuş gibi.
"Anlamıyorum," dedim kararlılıkla. "Dediğin gibi olsun, gidiyorum. Yaşadıklarımızı yok sayan bir adamla işim olmaz zaten.
çıplaklığıma aldırmadan Kucağından kalkmak için hamle yaptım ama bileğimi yakalayıp beni kendine çekti. Göğsüne çarptım, nefesim kesildi.
"Bırak!" dedim öfkeyle.
"Dinlesen… iyiliğin için," diye fısıldadı. "Biz—"
Acı acı güldüm. "Evet, biz. Söyleme, ben tamamlayacağım," dedim dişlerimi sıkarak. "Hatayız, değil mi? O yüzden git diyorsun. Başka ne? Resmen kovuyorsun beni. Bana değer veren bir yanın yok!"
Birden direksiyona sertçe vurdu. Tok ses arabanın içinde yankılandı. İrkilsem de geri çekilmedim. Gözlerindeki ateşle bana baktı.
"Sana git dedim mi?!"
Öfkeyle yumruklarımı sıktım. "Ama kal da demiyorsun, Korkut!" diye bağırdım.
Arabanın içinde sessizlik çöktü. Sadece ikimizin nefesleri duyuluyordu. Gözlerimiz birbirine kilitlendi. İçimde fırtınalar kopuyordu, ama en kötüsü de ne yapmam gerektiğini artık hiç bilmiyor olmamdı. Derin bir sessizlik oldu. Sadece nefeslerimiz duyuluyordu. Ellerini saçlarının arasına geçirdi, gözlerini kaçırdı. Ama ben onun gözlerini istiyordum. Bana bakmasını, bir şey söylemesini istiyordum.

 

 

Gözleri bana döndü. Bu kez içinde alıştığım o sert bakış yoktu. Ne öfke, ne gurur… Sadece derin bir acı. Yorgun bir iç çekişin ardından konuştu, sesi neredeyse bir fısıltı kadar kısıktı.
“Sana zarar verirsem… kendimi asla affetmem,” dedi. Gözlerini üzerimden ayırmadı. “Ve ne kadar dikkat edersem edeyim, günün birinde seni inciteceğim. Bunu anladığında… benden nefret edeceksin.”
İçimde bir şey düğümlendi. Kalbim, onun kelimeleriyle ağırlaştı. Benim değil, kendi karanlığından korkuyordu. Beni değil, bana yapabileceklerinden… kendi elleriyle yıkabileceği bir sevginin ihtimalinden.
“Benim ne istediğimi hiç düşündün mü sen?” dedim yumuşak bir sesle. “Sen beni üzmezsin ki, Korkut. Neden hep varsayımlarla konuşuyorsun?”
Gülümser gibi oldum, ama yüreğimde bir sızı vardı.
“Ve eğer bir gün üzersen de… affederim seni.” Omzuna hafifçe dokundum. “Ben sevdiğim insanlarla uzun süre küs kalmam kalbim müsade etmez haberin olsun.”
Gözlerini kaçırmadan devam ettim, dudaklarımda buruk bir tebessümle: “En fazla bir hafta… Tabii bir de çikolata alırsan… üç gün.”
Acıyla güldüm. Gerçekten güldüm ama gözlerim dolmuştu. Beni anlamasını, kalbimi görmesini istedim. Belki de ilk kez tüm duvarlarımı indirerek, onun karşısında tamamen savunmasızdım.
Korkut hiçbir şey söylemedi. Başını hafifçe yana çevirdi, bakışlarını yere indirdi. Nefesini tuttu sanki… Sanki duyguları boğazına düğümlenmişti.
Sessizlik aramıza çöktü. Ama bu kez o sessizlik buz gibi değildi.
Sıcaktı. Ağırdı.
İçinde binlerce söylenmemiş kelimeyle doluydu.

 

 

"Ben kal demezsem bile, kalır mısın? kal demeye hakkım yok çünkü diye sordu.
Bir an duraksadım .Korkut’un alnı benimkine dayalıydı, nefesi tenime değiyordu. İçimdeki fırtına biraz olsun dinmişti ama tamamen geçmiş değildi. Ellerini belime bastırarak beni daha da kendine çekti, sanki dokunuşuyla içimdeki tüm soruları susturmak ister gibi.
ne diyeceğimi bilmiyordum.
Başını hafifçe kaldırdı, gözleri gözlerimdeydi. Orada, benden gizlediği şeyleri görmeye çalıştım. Korkularını, öfkesini, arzularını… Ama Korkut’un bakışları bir labirent gibiydi. Çıkış yolunu bulamıyordum.
"Gitmek istemiyorsun, değil mi?" diye sordu, sesi kısılmıştı.
"Hayır."
Gülümsedi, ama bu gülümseme hüzünle karışmıştı. Başını yana eğdi, çenesini saçlarıma yasladı. Bir an öylece durduk. Kalp atışlarımdan başka hiçbir şeyi düşünemedim.
Sonra sesi daha sert ve keskin bir tona büründü.
"Ama yine de gideceksin Çünkü burada daha fazla kalırsan... seni yanımda tutmak için her şeyi yaparım en azından gitmen için bir süre verdim eğer kalırsan ben seni asla bırakmayacağım
Gözlerim büyüdü, yüzüne baktım. Şaka yapmıyordu. Gözlerindeki bana ait dugular olması ...
"Yap o zaman!" dedim aniden, sesim titremişti ama geri adım atmadım. "Tut beni burada,
Sonra, dudaklarıma yaklaşan nefesi hissettim. Çok yakındı. O kadar yakındı ki aramızdaki tek sınır, onun hâlâ kendini tutuyor olmasıydı.
""Git, Kardelen," dedi kısık bir sesle. "Yoksa gitmene izin vermeyeceğim."
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Gitmek istemiyordum
“Sana on saniye veriyorum, Kardelen.”
Başımı hızla çevirdim, gözlerim kısıldı. Ne demek on saniye?
“Ne?” diye sordum, sinirim giderek yükseliyordu.
“On saniye içinde inmezsen... artık benden kurtuluşun yok.”
İçimde bir şey paramparça oldu. Oyun oynuyor gibiydi ama Korkut’un oyunları tehlikeliydi.
“Sen bana ültimatom mu veriyorsun?”
Korkut, direksiyona yaslandı, kolunu direksiyonun üzerine attı ve yüzüme o kendine has gülüşüyle baktı.
“Sen hâlâ anlamadın, değil mi?” dedi kısık bir sesle.
İçimde bir şey kıpırdadı ama bastırdım.
“Ne anlamadım Korkut? Söyle hadi, çünkü tahmin etmeye çalışmaktan bıktım artık!”
Korkut gözlerini kapattı, sonra açtı.
10 ,9,8,7 ...

 

 

“Altı.”
Gözlerim büyüdü.
“Beş.”
Bir şey söylemek istedim ama boğazıma takıldı.
“Dört.”

 

 

“Üç.”
Ellerim yumruk oldu.
“İki.”
Gözlerimi kıstım. İnmeyeceğim.
“Bir.”
Son sayı dudaklarından dökülür dökülmez, Korkut hiçbir tereddüt göstermeden bana doğru eğildi.
Aniden nefesim kesildi. Dudakları dudaklarıma kapanırken her şeyi unuttum. Sinirimi, gururumu, direncimi... İçimde her şey yerle bir oldu.
Öpmüyordu. Sahipleniyordu.
Ellerini belime doladı, beni kendine çekti. Bedenim titredi ama kaçmadım.
Derinleşti. Nefesi nefesime karıştı. Elleri saçlarıma gitti, parmakları tenimi okşadı.
Göğsüne yaslanmıştım, nefes alışverişi hızlanmıştı.
Gözlerim büyüdü. O ise bana… Beni birazdan yiyecekmiş gibi bakıyordu.

 

 

Korkut’un nefesi tenime çarpıyordu. Gözleri üzerimde, ifadesi karışıktı.
Bir yanıyla beni daha fazla istiyordu, bunu her hareketinden, her nefes alışından hissedebiliyordum. Ama diğer yanı… Kendini dizginliyordu.
“Şu an… gerçekten sınırlarımı zorluyorsun, Kardelen,” dedi, sesi kısık ve sertti.
Parmakları hâlâ belimdeydi, ama sıkış şekli değişmişti. Az önce tutkuyla beni kendine çekmeye çalışan elleri, şimdi sanki durmam için uyarı veriyordu.
Ama ben durmak istemiyordum.
Ellerimi yavaşça göğsüne koydum, kalbinin deli gibi attığını hissettim. "Beni istiyorsun,"
sert ve aç bir öpücükle ağzımı kapatmıştı
Dudaklarımla oynuyor, nefesimi kesiyordu. Ellerim istemsizce saçlarına gitti. Onu kendime daha çok çekmek ister gibi, parmaklarım sertçe ensesinde dolaştı.
Korkut bir an durdu. Alnını alnıma yasladı. Nefesi düzensizdi.
"Bu iş böyle olmaz," dedi, sesi karanlık bir fısıltı gibiydi.
Kaşlarımı çattım. "Ne demek istiyorsun?"
Ellerini yüzüme getirdi, başparmağı dudaklarımda gezindi. Gözleri gözlerime kenetliydi. "Arabada değil. Seni gerçekten istiyorsam, bunu hak ettiğin gibi yapmalıyım."
. "Korkut, ben de istedim benimle beraberken düşünme işte sen düşündükçe benden uzaklaşıyorsun
Sesim fısıltı kadar hafif çıkmıştı ama Korkut duydu. Gözlerindeki o karanlık ışık daha da derinleşti, parmakları belime bastırdı. Nefesi yakınımdaydı, tenimde hissettiğim sıcaklık gibi.
"Biliyorum," dedi, sesi boğuk ve derindi. "Ama mesele sadece istemek değil. Sana hakkettiğin gibi davranmak istiyorum. Niyetim sadece bu temas değildi, biliyorsun. Ama kontrolümü kaybettim."
Başımı iki yana salladım. Kendini suçlama, Ne önemi var?"
Yüzüme dikkatlice baktı, sonra derin bir nefes aldı.

 

 

"Önemi var."

 

 


“Sana dokunduğumda…” dedi Korkut, sesi yumuşak ama içinde bir sızı saklıydı. “Kalbinde sadece tek bir duygu geçmesini istemiyorum.”
Başımı çevirdim, ona bakamadım. İçimde utancın ince bir sızısı yayıldı. Gözlerim arabanın tavanına takıldı. Oradaki sıradan detaylara tutunmaya çalıştım, sanki göz göze gelirsem içimdeki her şey ifşa olacakmış gibi.
Sessizlik oldu. Ne o bir şey söyledi ne ben. Ama bu, sessizliğin en ağır haliydi. Kalp atışlarımız bile birbirine karışıyordu sanki. Zaman durmamıştı ama bizi çevreleyen hava, kelimelerin eksikliğiyle ağırlaşmıştı.
Korkut’la göz göze geldik. Sessizce.
Gitmek istedim. Bu duygunun içinden sıyrılmak, kendimi biraz toparlamak. Zihnim, kargaşa içinde bir çıkış arıyordu. Ama kalbim… kalbim yerinden oynamış gibiydi. Sanki bir yere gidemeyecek kadar ona bağlıydı.

 

 

. Ne diyeceğimi bilemeden başımı eğdim. Kazağımı almak için hamle yapmıştım ki, Korkut’un sesi düşünceleri böldü
"Sütyenini takmayacak mısın?"
Duraksadım
kaşlarını çattı ve "Okula sütyensiz mi gideceksin?" tekrarladı
Şu an içinde bulunduğum utanç seviyesini tarif edebilmem için yeni kelimeler icat edilmesi gerekiyordu. Arabanın içinde panik hâlinde sağa sola bakarken, Korkut tek eliyle belime dokundu, diğer eliyle ise arabanın zeminine düşen sütyenimi aldı. Ama nasıl bir ciddiyetle bakıyorsa artık, sanırsınız tarihi eser inceliyor.
Ne yapacağını bilemedi, ben de bilemedim. Sütyen orada, ikimizin ortasında, bir varoluş krizi geçiriyor.
"Takmasan bir şey olur mu?" diye sordu. Ama öyle bir sordu ki… sanki bu soru kendini imha edecek bir görevmiş gibi.
İçimden kahkaha atmak geliyordu ama dışım korku filmi karakteri gibiydi. "Sence?" diye sorarak ona meydan okudum.
Korkut başını iki yana salladı. "Ne bileyim… seni rahatsız ediyor gibi."
"Birazcık," dedim dişlerimi sıkarak.
Sütyeni hâlâ elinde tutuyordu
uzat kolunu
sanki bu emrini bekliyor gibi uzattım
. Yavaşça kollarımdan geçirdim, içimden "Bu anıyı beynimden nasıl sileceğim?" diye düşünüyordum.
Korkut, ciddi bir görev bilinciyle kopçayı kapatmaya çalışıyordu. Birkaç kez yanlış yerden tuttu, elleri hafifçe titredi.
Korkut bana baktı
"Hayatımın en zor işi."
Sanırım pratiğe ihtiyacın var," dedim, alaycı bir şekilde gülümsedim,
Korkut, bana kısa bir bakış attı, "pratiği senin üzerinden yapmak istiyorum,"

 

 

Parmak uçları hafifçe tenime dokundu, içimde istemsiz bir ürperti yayıldı. Nefesim kesildi. Sonra, usulca eğildi… ve sütyenin ince kumaşı üzerinden, sağ göğsüme bir öpücük kondurdu.
Bedenim istemsizce irkildi.
Dokunuşu öyle hafifti ki, sanki bir anlık rüya gibi. Ama derinden hissettirdiği şey, içimde patlayan şimşeklerdi.
Tam nefesimi toparlayamadan, aynı yumuşaklıkla sol göğsüme de dokundu dudakları.
Zaman durmuş gibiydi.
İçimdeki tüm mantık, tüm düşünceler, tüm çekinceler o an silinmişti. Sadece varlığını, sıcaklığını, o kısa ama etkileyici anın üzerimde bıraktığı izleri hissediyordum.
Sonra, hiç tereddüt etmeden, hızlı ve kendinden emin bir hareketle kazağımı üzerime geçirdi. O kadar doğaldı ki, bu hareketi yaparken hiçbir şey söylemesine gerek yoktu. Ama yüzüm… yanıyordu.
Ellerimi farkında olmadan kazağın eteklerinde yumruk yapmıştım. Yanağım alev alevdi, nefesimse darmadağınık.
Gözlerimi ona kaldırdım.
Korkut, bana bakıyordu. Derin, karanlık ve ne hissettiğini saklamayan gözlerle.
Hiçbir şey söylemedim.
O da söylemedi.
Korkut, benim durgun halimi fark etti Kazağı omuzlarıma iyice yerleştirirken parmak uçlarını boynumun kenarında gezdirdi. "Beni düşündüğünde, sadece bu anı hatırla. Sana olan açlığımı hep hatırla."
Yanaklarım ateş gibi yanmaya başlamıştı. Ellerim kucağımda yumruk olmuştu ama kaçmıyordum. Onun gözlerinde bir şey vardı… Sarsıcı, kontrolsüz, bağımlılık yapan bir şey.
Gözlerimi kaçırdım ama o izin vermedi. Çenemi yakaladı, yüzümü tekrar kendine çevirdi.
Korkut’un gözleri gözlerime kilitlenmişti. İçimde bir şeylerin çözüldüğünü, kayıp giden tüm düşüncelerimin onun bakışlarında eridiğini hissediyordum. Ama o hâlâ öylece, sessizce bakıyordu.
Sonra…
Elini usulca kaldırdı.
Parmak uçları saçlarıma dokunduğunda, içimde ince bir ürperti yayıldı. Önce hafifçe, neredeyse belli belirsiz, … Gözlerimi kapatmadan edemedim. Parmakları saçlarımın arasında gezinirken nefesim düzensizleşti. Sanki her dokunuşu, içimde bir yerlere dokunuyordu.
Başımı hafifçe kaldırdım, ona daha yakındım artık.
Korkut, parmaklarını saçlarımdan çekip çeneme doğru indirdi. Başparmağı çenemi nazikçe tuttu, hafifçe kaldırdı. O an gözlerimizi birbirimize sabitledik. Gözleri, derin, karanlık ve çözülmeyi bekleyen bir sır gibi parlıyordu.
Ve sonra, en beklenmedik şeyi yaptı.
Başparmağı dudaklarıma dokundu.
Önce alt dudağıma… Sonra üst dudağıma…
Nefesim sıkıştı. Kalbim ritmini şaşırdı.
Bu kadar nazik, bu kadar yavaş dokunmasına rağmen, içimde fırtınalar kopuyordu. Parmağı dudaklarımda gezinirken, gözleri gözlerime sabitlenmişti. Sanki bir şey arıyordu. Sanki benden bir cevap bekliyordu.
Kelimelerim boğazıma düğümlendi. Konuşamazdım. Zaten konuşmak istemiyordum.
Gözlerim onun gözlerine takıldı.
Ellerim istemsizce göğsüne kondu. Kaslarının sertliği, bedeninin sıcaklığı avuçlarımın altında belirginleşti.
Gözleri yine gözlerime kilitlendi.
Ve ben, o bakışların içinden çıkmak istemediğimi fark ettim.
Başparmağı dudaklarımdan ayrılıp yanağıma kayarken, gözlerimin içine biraz daha eğildi. Bakışlarında tanımlayamadığım bir şey vardı… tuhaf bir hüzün.
Sesini alçaltarak, sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi fısıldadı:
"Gözlerin..."
Sustu. Sanki cümlesini tamamlamaya cesaret edemiyormuş gibi. Sanki dile getireceği şey, içini acıtıyormuş gibi.
Gözlerimi kırpıştırdım.
garip bir şey var,gözlerinde " dedi fısıltıya yakın bir sesle. . Uçsuz bucaksız, sınırı olmayan bir yer."
Boğazımı yutkundum ama sesim çıkmadı.
"Diğerine bakınca..." Duraksadı. Gözleri yeşil gözüme kaydı. Derin bir nefes aldı. "Sanki ormanda kaybolmuşum gibi hissediyorum. Bir çıkışı var mı bilmiyorum. Gidecek bir yol var mı, emin değilim. Ama bildiğim bir şey var..tüm yollar sana çıkıyor gibi
İçimi çekerek bekledim.
"İkisi de bana huzur veriyor
korkuta bakarken iç sesim susmadı övdü mü gömdü mü gözlerimi hayır yani direkt desene yanıyorum senin için edebiyatı gerek yok yani ama sözleri kalbimi çok ısıtmıştı
"Biri beni içine çekip düşürüyor sınırları zorluyor , diğeri ise çıkışsız bir yere hapsediyor."
Gözleri, gözlerime kilitlenmişti. Parmakları yanaklarımı okşuyordu. Yüzüme o kadar yakınlaşmıştı ki nefesini hissedebiliyordum.
-"Biri kaybolmak, diğeri unutulmak gibi."
-“Bana güzel bakıyorsun…” Korkut’un bakışları o kadar içten, o kadar gerçekti ki, bir an kimsesizliğimi unuttum.
“kimsesizliğimi unutturuyorsun,” dedim.

Bunu söylerken gözlerim onun gözlerinden hiç ayrılmadı. “Bana her zaman böyle bak, olur mu?”
O an… o bakışla kendimi yalnız hissetmedim. Korkut’un bakışları, bana ihtiyacım olan her şeyi veriyordu.
-“Sen bana bakınca… yalnız hissetmiyorum kendimi,” dedim, içimden.
-Sana bakmamak… imkansız,” Ne kadar istesem de, sana bakmadan duramam. Gözlerin… onlara her baktığımda iyleşiyorum ...umutlu oluyorum yaşama amacım oluyor
Yanaklarım, her geçen saniyede daha da kızarıyordu
. -"Şu an kucağımda bana böyle bakman… Yanaklarının kızarması… Kalbinin atışını bu kadar yakından hissetmem… Gitmesen okula, bugün sadece bize ait olsa… Ben seni sevsem."
Ve ben, kelimeler yerine bir gülümsemeyle karşılık verdim. Bir anlık bir sessizlik... Ama içimde o gülümsemenin ardında bir keşfe çıkmak isteyen bir arzu vardı.
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Nefesim hâlâ düzene girmemişken, onun bu sözleri beni bir kez daha sarsmıştı.
"Şu an ne dediğinin farkında mısın, öğretmenim ben okuldan kaçamam,"
sonunda keçileri kaçırmıştı şuan biz neydik yani çıkma teklifi almış değildim haksızlıktı .... düşüncesiz adam

 

 

Korkut, gözlerimdeki kararsızlığı fark etmişti. Bir süre sessiz kaldı,
"Rapor al, yeter ki gitme
Bir an ne yapacağımı bilemedim. "Nasıl bir rapor?" dedim, hala şaşkın bir şekilde.

 

 

"Şu an ilgilenmem gereken özle bir öğrencim var, yazabilirsin," diye yanıtladı.
Yutkundum, kafamda bir karmaşa vardı. Ne olacağına dair en ufak bir fikrim yoktu. Bir yanda Korkut'un bana teklif ettiği bir anlık rahatlık, diğer yanda okuldaki sorumluluklarım, yönetimin sürekli üzerimdeki baskısı.

 

 

"Gitmem gerek," diye mırıldandım, sonra derin bir nefes aldım. "Malum, burada pek sevilen biri değilim. Okul yönetimi sürekli bir yanlışımı bekliyor. Tetikte duruyorlar."
Kalmak mı? Gitmek mi? Her şeyin bir karar anına dönüştüğü bu noktada, önce bu durumu kabullenmem gerekiyordu. Az önceki öpüşmemizden sonra, aklımda bir sürü soru vardı. Ne olacaktı? Bana ne vaad ettiği, ne söyleyeceği konusunda belirsizlik vardı. Sadece bedenlerimizdeki hakimiyet kaybolmuştu, ama bir şey vardı ki, duyduklarım beni daha önce hissetmediğim bir duyguya sürüklüyordu.
"Seni sadece ben sevsem, fazla mı bencil olurum
Sadece o vardı, bakışları, sadece o hissleri, hissettirdikleri , kalbimin içinde hakimiyet kuran sözleri
"Yetmezse sevgin?" dedim, sesim titreyerek. İçimdeki karmaşayı, düşüncelerimin birbirine karıştığını hissettim.
"O zaman daha fazla iste," dedi, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme ile. "Daha fazla severim."

 

 

Hislerim birbirine karışmıştı, ama yine de yalnızca onun varlığını hissediyordum. Göğsüne yaslandım, yüzümü gizledim… Kalp atışlarının düzensiz ritmi beni adeta sarhoş etmişti.
Korkut’un sesi, bir kez daha beni kendime getirdi.
"Bu hareketinden nazlandığını mı çıkarmalıyım?" dedi, dudağının kenarındaki o alaycı gülümsemeyle.

 

 

Gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım. O anda yalnızca gözlerinde kaybolmak, dünyanın geri kalanını unutmak istedim. Ona daha da yakın hissettim.

 

 

“Birazcık,” dedim fısıldayarak.
“Hakkındır.” Sesi, daha fazlasını istiyormuş gibi bir tını taşıyordu.

 

 

Kaşlarımı hafifçe kaldırarak ona baktım. “Hmm, öyle mi?”
“Evet,” dedi, “Nazlan, öp, kavga et... Sonra yine öp.”

 

 

Kahkaha atmaktan kendimi alamadım. “Edepsiz!” dedim, omzuna hafifçe vururken. “Ama bana yürüyeceksen biraz daha romantik ol.”
“Nasıl bir romantizm
“Mumlar, güller ... bir yandan da sırıtıyordum.
“Klişe değil mi?”
“Klişeler iyidir. Zaten çok özel bir şey istemem ki ben herkes gibi gül istedim ama eğer fazlaysa senin için onu da istemem içinden gelmiyorsa yapma sen olsan yeter
Korkut hafifçe başını salladı, gözleri bir an ciddileşti. “Seni farklı sevmek istiyorum. Herkes gibi değil,” dedi.
“Zaten herkesten farklı seviyorsun, merak etme,” dedim, gülerek. “Sevgili dağ sığırcığım.”
Korkut bir an sessiz kaldı, sonra ciddi bir şekilde, “Romantizm üzerine çalışmam gerekecek,” dedi.
“Fena değil aslında,” dedim, hala gülerek.
“Hımmm. Öyle mi? Ama benden klişe bekleme. Benim tarzım, biraz… sana özel,” diye ekledi, gözlerinde hafif bir parıltı vardı.
“Dağ sığırcığından beklenmeyen hareketler,” dedim, gülerek.
“Alınıyorum,” dedi Korkut,
“Alın diye söyledim,” dedim, gözlerimdeki alaycı gülümseme belirginleşti.
Korkut gülümsedi. “Sen, hakaretinle beni güldürebilen tek insansın, biliyorsun değil mi?”
“Zaten tek ben olabilirim, .....
Aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Ellerini saçlarımda hissettim; nazikçe, parmak uçları arasındaki sıcaklıkla.
“Çok yumuşaklar,” dedi, sesini neredeyse fısıldar gibi çıkararak. O an, sesindeki yumuşak tını, içimde bir şeyleri uyandırdı.
İstemeden kıkırdadım.“Ne oldu?”
. Meraklı bir bakışı vardı, ama o bakış da bir o kadar derindi.
“Şu an çalıştığım okulun önünde, arabanın içinde, kucağında oturmuş... Beni nasıl farklı sevebileceğini tartışıyoruz. Hayat gerçekten garip,” dedim, içimden yükselen garip bir gülümsemeyle. “Bana yaptığın iltifatlar, bakışların, zaman ayırman… Her şey biraz başka, sanki bu gerçek değilmiş gibi.”
Korkut, bir an hiçbir şey demedi, sonra sakin bir şekilde yanıtladı: “Bence güzel bir aktivite,” dedi. “Seni sevmek ciddi bir iş.”
Bu sözler, içimde bir yerlerde yankılandı. Kalbim, bu kadar doğrudan bir şekilde, bu kadar derin bir şekilde sevilmeye henüz alışmamıştı. Bir yanda, ona duyduğum çekim; diğer yanda, bu kadar samimi bir sevginin ağırlığı vardı.

 

 

okulun zili çaldı. Zilin sesi, içimdeki huzursuzluğu aniden artırmıştı. Korkut’a baktım.

 

 

"Ayy! Geciktim. Akıl bırakmadın bende!" diye homurdandım, hızla çantamı kaptığım gibi arabadan indim.
Ancak birkaç adım attıktan sonra içimdeki kasveti daha da derinden hissettim.
Tam o sırada ayağım bir taşa takıldı ve dengesizce sendeledim. "Ahh!"
Beklediğim gibi yere kapaklanmadım. Korkut’un kolları çoktan belime dolanmış, beni yakalamıştı. Ne ara arabadan inmişti İçimi bir sıcaklık kapladı, ama hemen ardından gelen utanç dalgasıyla toparlanıp hızla doğruldum.
"İyi misin?" diye sordu,"İyiyim," dedim aceleyle. "Ben… gideyim."
Yavaşça arkamı döndüm, gitmem gerekiyordu. Mantığım bana bunu söylüyordu. Ama kalbim hâlâ olduğu yerde çırpınıyordu.
Sonra…
e, sert bir bilek kavrayışıyla durduruldum.Gözlerinde, çözülmemiş düğümler, kelimelere dökülemeyen cümleler vardı. Kaçamadım. Ve bir anda, dudaklarına kapandı.
Önce bir şok dalgası sardı bedenimi. Sonra… o sıcaklık.
Sert, kararlı, sahiplenici… beni nefessiz bırakacak kadar derin. Ellerimi itmek istedim ama bedenim ona cevap veriyordu. Onun sıcaklığına, onun dokunuşuna…
Ve o anda, gökyüzü değişti.
İlk kar taneleri usulca süzülerek inmeye başladı.
Omuzlarıma düşen kar taneleri, Korkut’un ellerindeki sıcaklıkla çelişiyordu. Soğuk tenime değiyor, ama içimde bambaşka bir sıcaklık dolaşıyordu.
Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında, derin bir nefes aldım. Soğuktan mı titriyordum, yoksa onun bakışlarından mı… anlayamıyordum.
“Şimdi gidebilirsin, çiçek bakışlım,”

 

 

Gülümseyerek başımı iki yana salladım.
“Bunu yapman gerekiyor muydu?” diye sordum hafif bir sitemle.
“İçimde kalmasındansa, fırsat varken seni öpmeliyim,” dedi. “Yoksa hemen tırnaklarını çıkarıyorsun.”
İstemeden güldüm.
İçimde bir yer, onunla yan yana olmanın huzurunu taşıyordu.

 

 

-“Korkut, tırnaklarımı çıkarmadım, ayrıca sen odunsun. Beni öpmen için resmen açık açık konuşturdun. Yapman gereken şey direkt öpmekti, ya!”
-“Ne yapmalıydım acaba?” dedi. “Kusura bakma, ama tekrar ciyaklacaktın. Korkut, beni nasıl öpersin. diye Hayır, hanım efendi, artık kibar bir beyefendiyim ben,” dedi.

 

 

Ben ciyaklamıyorum, tamam mı?” dedim, ama gözlerimle açık açık ona meydan okuyordum.
Ciyaklıyorsun,” dedi hiç bozuntuya vermeden, dudak kenarında hafif bir sırıtışla.
-Sinirle döndüm. “Delirtme beni! Ve ayrıca, kibar olmanı da istemiyorum!”
“-Mal bu işte,” dedi omuz silkerek. “İster beğen, ister beğenme.”

-“Ya sabır…” diye iç geçirdim, gözlerimi devirdim. “Şu tavırların var ya, gerçekten bayıyor artık beni, Korkut.”
“-Tabii ya,” dedi, sesi alaycıydı. “İstediğini aldın, şimdi sıkıldın mı?”

-Kaşlarımı çattım. “Ne alakası var?” diye söylendim. Ama sonra… dilimin ucundaki sözler bir anda döküldü:
“Az öptün zaten… Tadı damağımda kaldı.”

 

 

Dediğim an, kendi sesim bile yabancı geldi kulağıma.
Sanki başka biri konuşmuştu içimden.
Ama artık geri dönüş yoktu.
Korkut’un yüzündeki alaycı ifade bir anlığına durakladı.
Gözleri ciddileşti şuan tehlikeli bakışları üzerimdeydi
“Demek öyle…” dedi alçak sesle, bana adım adım yaklaşırken.
Bakışlarında o bildik oyunbazlık yerini, başka bir şeye bırakmıştı.
Tehlikeli bir ciddiyete.
“Az geldi deseydin, Kardelen. Seni vakumlardım ya da adını unutturana dek istediğin yerlerini öperdim. Dudak olması şart değil. Öpmem gereken başka yerlerde var, keşfedilmemiş yerler ve sadece benim öpebileceğim noktalar… Detay vermemi ister misin?”
Bu cümle, her harfiyle içimi titretip kalbimi hızla attırıyordu. Gözlerim büyüdü, bu kadar arsızlık bu kadar yakın olmamalıydı.
“Verme, istemiyorum,” dedim, titreyen bir sesle, ama içimdeki isyanla.
Şu an onunla yüzleşmektense, bir an önce uzaklaşmak, bu gerilimi hafifletmek istiyordum. Ancak o, beni daha fazla köşeye sıkıştırmaya kararlıydı.
“Kendimi tutamıyorum… Sana ne yapacağımı merak etmiyor musun?” dedi.
Yüzüm sıcaklıkla yanmıştı. O, tam olarak bilerek beni zor bir duruma sokuyordu. Sözlerinin ağırlığı içinde boğulacak gibiydim. Her kelimesi, beni daha fazla ele geçiriyordu.
“Gelme komutanım, gelme!” diye mırıldandım içimden, ama bunu ona yüksek sesle söyleyemedim.
Kendimi daha fazla rezil etmeden, hızla arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Ama birkaç adım attıktan sonra durdum. O an, ona bakmadan ilerlememin imkansız olduğunu hissettim.
Dönüp ona işaret parmağımı salladım. “Sakın gülme, var ya…”
Ama çok geçti. O, her şeyin farkındaydı ve gözlerindeki zafer parıltısı bana her şeyi anlatıyordu. Gülüşüyle bana meydan okurdu
Sinirle arkamı döndüm ve hızlı adımlarla yürümeye başladım, Korkut’un arkamdan gelen kahkahalarını duymazdan gelmeye çalışarak. Ama her adımda içimde kıpırdayan o garip heyecanı inkâr etmek, ne kadar çabalasam da imkansızdı. Korkut’un bakışları… Her an beni izlediğini hissediyordum, varlığı sanki arkamda bir gölge gibi, içimi sıkıştırıyor, bir huzursuzluk bırakıyordu.
Okul binasına girdiğimde, o hissi hala içimde taşıyordum. Çantamda taşıdığım silahın ağırlığı, vücudumu iyice geriyordu; ama o kadar farklıydı ki, sanki bir yük gibi değil, sanki bir tehdit gibiydi.
"Dikkatini ver!" diye fısıldadım kendime, ama sözlerim bile bana ulaşamadı. Ne olacaktı şimdi?
Biz… Gerçekten hâlâ gerçek dışı geliyordu. "Biz" mi olmuştuk? Korkut ve ben… Yüzümde istemsizce beliren bir gülümseme, kalbimde onun sayesinde hızlanan atışlar... Zihnimde tek bir şey vardı: Korkut. Ona ait her duygu, her düşünce içimde yankılanıyordu.
geri dönüp ona sarılmak istiyordum. Onun yanından ayrılmak, içimde derin bir boşluk hissi yaratıyordu. . Ben böyle biri değildim. Ama şimdi, bir şey değişmişti. Onunla bağ kurmuştum ve bu bağ, bir ince ip gibi beni tutuyordu. Bir cümlesiyle yükselebilir, bir sessizliğiyle yerle bir olabilirdim.
Beni seviyordu. Beni üzmezdi, değil mi? Artık canım acımazdı… Sanırım… Beni seviyordu.
Ama bir şeyler eksikti. Neden hâlâ mutsuz hissediyordum? İçimde tanımlayamadığım bir ağırlık vardı, sanki bana verilmiş bir mutluluğu hak etmemişim gibi. Sanki o mutluluk bana ait değildi. O mutluluğu hak eden kişi ben değildim. Bunu kabullenmek zordu. Ama hissettiğim şey buydu.
O his göğsüme çöreklenmişken, kendimi toparlamaya çalıştım. Ellerim titriyordu, avuçlarımı sıkıp nefesimi kontrol etmeye çalıştım. Kendine gel, Kardelen. Korkut’un bana verdiği o güven, o sıcaklık… Hepsi gerçekti. O, benim hayallerimi seviyordu, beni seviyordu. Ama içimdeki suçluluk duygusu, mutluluğuma gölge düşürüyordu.
Mutlu olması gereken ben değil, abim olmalıydı. Yıldırer’in yüzü gözümün önüne geldi. Bana verdiği sözleri hatırladım. “Bir gün buradan kurtulacağız,” demişti. Ama ben kurtulmuş muydum gerçekten?
Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Bunu düşünmemeliydim. Şu an önümde beni bekleyen başka hayatlar vardı. Derin bir nefes aldım ve sınıfa girdim.
Öğrencilerimin meraklı gözleri üzerime çevrildi. Küçük yüzlerinde tatlı bir heyecan vardı. Onların varlığı içimi biraz olsun ısıttı. Gülümsememi koruyarak, “Günaydın çocuklar!” dedim. Sesim her zamanki gibi neşeliydi, ama içimde fırtınalar kopuyordu.
Çocuklar neşeyle karşılık verdiler. "Günaydın öğretmenim!"
Onların gözleri umut doluydu, bense o umudu hak edip etmediğimi bilmiyordum. Ama bir şeyi biliyordum:
Ben mutlu olabilirim, değil mi? Her şeye rağmen...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

umarım beğenirsiniz elimden geldiğince yazmaya çalıştım .... beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen

kitaba ara vermeyi düşünüyorum ne kadar sürer bilinmez ama elimden geldiğince arayı çok açmam bi aksilik çıkmazsa

 

 

Bölüm : 20.04.2025 10:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...