47. Bölüm

GÖZLERİN BİR ÇIĞLIK

Berfu
morzamiku

-umarım beğenirsiniz yorum yapmayı unutmayalımmm 😍🌹😍

---------------------------------------------------------------------------

Hele sevildiğini bilmek… Birisinin sizi düşündüğünü, iyi olmanız için uğraştığını, sizi koruduğunu hissetmek.Bir de paylaşma duygusunu eklemek gerekiyor buna.Ekmeğini, düşünceyi, sevgiyi paylaşmak.Sait Faik’in cümlesiyle söylersek eğer, her şey bir insanı sevmekle başlıyor.
Orta Zekalılar Cenneti Zülfü Livaneli


“Hayır, olmuyor!” dedi Mihri, ellerini göğsüne kavuşturup odanın köşesine çekilmişti. Küçük meleğim hıçkırıklarla ağlıyordu. Kalbim sıkıştı. Onu böyle görmek her seferinde beni çaresiz bırakıyordu.
, güzelim… Ezberleyebiliriz, canını sıkma,” dedim. Yatağımdan doğruldum. İlaçların etkisiyle biraz toparlanmıştım ama hâlâ vücudum yorgun düşüyordu. Tabii, Korkut’un sürekli arayıp yemek yememi kontrol etmesi de işe yaramıştı. Ona içimdeki acıyı döktüğüm o konuşmadan sonra biraz olsun iyileşmiş gibiydim. Sanki yüküm azalmıştı. Ama şimdi Mihri’nin gözyaşlarıyla yeniden kendimi eksik hissediyordum.
“Olmuyor! Herkes orada olacak. Ben ezberleyemedim! Öğretmenim bana kızacak! Prenses olmayacağım!”
Bir çocuk tiyatrosu için roller çoktan dağıtılmıştı. Mihri prenses olmuştu, ama ezber konusunda zorlanıyordu. Ve bu, yine bir ağlama krizine sebep olmuştu.
“Güzelim, yapma böyle. Ben sana güveniyorum. Hadi, beraber çalışalım,” dedim. Yanağına dokunmaya çalıştım ama o öfkeyle geri çekildi.
“İstemiyorum!” diye bağırdı. Masanın üzerindeki bardağı yere fırlatıp koşarak odasına gitti. Şaşkın bir şekilde arkasından baktım. Sonra yavaşça yerimden kalkıp odamdan çıktım.
O sırada Özlem mutfaktan başını uzattı.
“Ne oluyor burada? Mihri yine mi kriz çıkardı?” dedi, elindeki çorba tenceresini tezgâha koyarken.
Mihri, Özlem’i tamamen görmezden gelip kapıyı çarparak odasına girdi. Özlem bana bakıp başını salladı.
“Kardelen, çok şımarıyor, farkında mısın?” dedi.
“Özlem, o daha çocuk. Üstelik yaşadıkları da ortada…” dedim, biraz suçlu hissederek.
“Biliyorum, Kardelen. Ama sürekli ağlıyor ve sen de ona kıyamayıp istediğini yapıyorsun. Baksana, işe yaramıyor. Annesini özlediği açık. Ama sen onun annesi değilsin, Korkut da babası değil. Sanki öyleymiş gibi davranıyorsunuz. Bu, ikiniz için de iyi değil,” dedi Özlem, gözlerini hafifçe kısmıştı. Haklıydı belki ama bu gerçeği kabul etmek istemiyordum.
“Ne yapabilirim ki, Özlem? Elimden geleni yapıyorum.”
“Canını sıkma, zamanla düzelir,
- umarım dedim sesimdeki inançsızlığı saklamaya çalışarak
özlem gülümsedi
sana çorba yaptım, içersin. Ayrıca şirkete gitmem gerekiyor, dosyaları hazırlamam lazım. İyi ki sana zorla rapor aldırdım. Yoksa bu hâlde okula gitmeye çalışırdın.”
“Abartma, Özlem,” dedim, gözlerimi devirerek.

Ama Özlem ciddiydi.
-alaycı bir şekilde, "Vitaminsiz!" dedi.
- "Sensin vitaminsiz!"
-"Yine mi? Kardelen, ne zaman dışarı çıkacaksın? D vitamini almak zorundasın!"
-"Teknik olarak güneşte D vitamini yoktur, güneş ışınları D vitaminini aktive eder,
Özlem burnunu buruşturdu. "Kardelen, bazen gerçekten beni sinir ediyorsun," dedi, gözleri neredeyse pörtleyecek kadar dikkatle bakarak.
"Niye?"
"Çok bilmişlik yapma, kafayı buldun burada! Perdeleri aç, depresyon modundasın,
"Özlem!"
"Yine başlama, öldüresim geliyor seni ! Tamam mı?" dedi, hafifçe ellerini sallayarak.
"Sen bana kıyamazsın ki," dedim, gözlerimi büyük açarak masum bir şekilde bakmaya çalışarak.
"Öyle bir kıyarım ki!" "Ama ne yapacaksın, böyle kuzu gibi bakıyorsun ya...
"Kuzu mu?"
"Evet, Kardelen!" dedi, iyice kafasını sallayarak.
"Şey... Kelle-paça çorbası yap bana," dedim, birden aklıma düşen o çorbayı istemekten alıkoyamadım kendimi.
"Yaa! Iyy, Kardelen! Ne biçim bir insansın sen?" dedi, suratını ekşiterek.
"Ama canım çekti ya, Özlem," dedim, biraz daha ısrarcı ve ağlamaklı bir tonda.
"Hayır! Evde yapamam, Dışarıda yeriz, tamam mı?"
"Ya ama Özlem, hadi be! Sen güzel yapıyorsun! Pislik yapma, Beni kırma!"
- kırarım vallahi ev kokar olmaz
- hadi kıvırcık marulum
özlem sinirlenmişti saçları ile dalga geçmeme

"Gıcık! Neyse, ben kaçıyorum. Yarın gider, içeriz çorbayı, iştahın açılmış ilaçlar işe yarıyor "
Özlem, gözlerini devirerek. "Sana ve şu deccalinle mutluluklar dilerim."
"Özlem, deccal deme Mihri'ye,"
"Üf be! Tamam, gidiyorum. Hadi görüşürüz!" dedi, bir an duraklayıp makyajını tazeleyerek hızlıca kapıdan çıktı.
Kapı kapanınca evin havası birden değişti, sessizleşti. Artık Mihri ile baş başaydık.“Mihrim! Neredesin, yavru kuşum?” dedim. Yavaşça kalktım ama ayağa ilk adım attığımda sendeledim.

Yatak odasına gittiğimde, Mihrim elinde tabletle oyun oynuyordu.
“Yavru kuşum, iyi misin?” dedim. Omuzlarını silkti.


"Beraber çalışalım mı?" diye sordum tekrar.
"Olmayacak…"
"Olacak, meleğim. Söz veriyorum," dedim, yanına oturarak.
"Dayım da gelsin… Olur mu, Kardelenciğim?" dedi, o tatlı sesiyle “ciğim” ekini uzatarak. İster istemez gülümsedim ama kalbimde bir ağırlık vardı. Korkut’u aramaya çekiniyordum. Adını sen koy dediği bu duyguları itiraf edebilecek miydim?
"Dayının işi var, meleğim. Gelemez. Birlikte ezberleyelim, ne dersin?"
"Ne olur, Kardelenneee, dayım da gelsin! Birlikte ezberleyelim!" diye bağırdı Mihri. Gözleri dolmuştu ve yeniden bir ağlama krizine girmişti. Küçük bedeni titrerken onu sakinleştirmeye çalıştım ama nafileydi.
Mihri’nin ağlamaları beni iyice sarsmıştı. Başım dönmeye başladı. Yatağın kenarına çöktüm ve başımı ellerimin arasına aldım. "Ağlama, ağlama, ne olur ağlama…" diye fısıldadım ama sesim titriyordu.
Mihri, benim bu tükenmiş hâlimi görünce daha da hıçkırarak ağlamaya başladı. Ve sonunda ben de dayanamadım. Gözyaşlarım sessizce yanaklarımdan süzüldü. Bittim ben… Gerçekten bittim.
Telefon elimde titriyordu. Tüm cesaretimi toplayıp Korkut’u aradım. Tuşlara bastığımda kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. Bir an açmasını istiyordum, ama aynı anda hiç açmamasını dileyerek bekledim. Sesini duymaktan korkuyordum; çünkü o ses, içimde biriktiğini sandığım tüm duyguları dışarı taşıracaktı.
Sonunda telefon açıldı. O tanıdık, derin ve sert ses kulağımda yankılandı.
"Kardelen?"
Sesini duyar duymaz gözlerimden yaşlar süzüldü. Dudaklarım titredi, kelimeler boğazımda düğümlendi. Ama konuşmam gerekiyordu. Şu an onun yanımda olmasına ihtiyacım vardı.
"Korkut..." dedim. Sesim kısık ve titrekti. "Sana ihtiyacım var. Gelir misin?"
Telefonun diğer ucundaki sessizlik kısa sürdü. Ardından, Mihri’nin sesi iyice yükselince Korkut’un sesi sertleşti.
"Mihri de mi ağlıyor? Biri size bir şey mi yaptı?"
"Korkut, lütfen… Gel," açıklayamıyordum, boğazım düğümlenmişti. O ne olduğunu öğrenmek istiyordu, bense konuşacak hâlde değildim.
"Kardelen, ne oldu? Anlat bana. Şu an kafayı sıyıracağım! İkiniz neden ağlıyorsunuz?!" dedi. Sesindeki gerginlik artık gizlenemezdi.
Derin bir nefes aldım ve tüm içtenliğimle konuştum:
"Korkut, ben... ben yetersizim. Mihri’ye bakamıyorum. Kendime bile bakamıyorum. Çok yorgunum…" Burnumu çektim, gözlerimden yaşlar hâlâ süzülüyordu. "Yardım eder misin bana? Şu an sana çok ihtiyacım var. Tabii zamanın varsa…"
Bir anlık sessizlik oldu. Kalbim sıkışıyordu. Bekliyordum.
"Gelemem," dedi bir süre sonra.
"Gelemez misin?" dedim. Kelimelerim zar zor çıktı. Şu an dokunsalar ağlayacak gibiydim.
"Şu an gelemem… Ama bir saate işim biter. Hemen orada olurum," dedi.
"Peki," dedim, sesimdeki hayal kırıklığını saklayamayarak.
"Kardelen, yapma," dedi, sesi daha ciddi bir tondaydı.
"Ne yapmayayım?" diye sordum, ağlamaklıydım.
"Sesin. Düşmesin," dedi. Ardından, tonunu yumuşatmadan ekledi: "Önemli bir mesele olmasa hemen gelirdim. Mihri’yi sakinleştir. Bir saate yanınızda olacağım. Anladın mı?!"
"Ama… diyorsun sürekli, Korkut," dedim. Sesim çatallaşmıştı.
"Bir saate yanınızda olacağım. Bekleyin beni," dedi. Sesi hâlâ sertti. O, kendinden emindi; ama ben artık sakin olamıyordum.
"Çok bekletme beni, ne olur…" dedim, neredeyse yalvarır bir tondaydım. "Çabuk gel. Çok ağlıyor… Seni istiyor… Ne olur, çabuk gel."
"Sakin ol. Şimdi gözlerini kapat ve derin nefes al," dedi Korkut. Sesi artık bir komut gibiydi. "Sana söz verdim. Geleceğim. Tamam mı? Sana geleceğim."
Derin bir nefes aldım. Onun dediğini yapmaya çalışarak kendimi sakinleştirmeye uğraştım. Ama nefeslerim hâlâ düzensizdi.
"Tamam… Bekliyorum," diyebildim, içimde kalan son umut kırıntısına tutunarak.
Ve bu kez beklemeden telefonu kapattı.

Telefon elimde kalmıştı, parmaklarım gevşemişti ama içimde kopan fırtına hâlâ dinmemişti.
Onun gelmesini bekleyecek gücüm var mıydı, bilmiyordum. Ama başka seçeneğim de yoktu. Mihri hâlâ ağlıyordu. Ellerimle yüzümü silmeye çalıştım, ancak gözyaşlarım her defasında yeniden akıyordu.
İçimde, Korkut’un dediği gibi, derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Ama her nefeste kalbim biraz daha sıkışıyordu. Kendime telkin vermek için uğraştım: Toparlan Kardelen, yapabilirsin. Korkut’un işi vardı, hemen gelemezdi. Şu an başka kimsen yok. Mihri için güçlü olmalısın.
Gözlerimi kurulayıp derin bir nefes aldım:
"Mihri, bak dayın geliyormuş. Hadi, ağlama güzelim, ne olur…"
Mihri’nin ağlaması birden yavaşladı. "Gerçekten mi?"
"Evet, gerçekten. Dayın gelecek ve beraber çalışacağız. Ne dersin? Beraber ezberleriz, olur mu?"
"Tamam," dedi başını sallayarak. Gözyaşlarını silmeye çalıştı ama yanaklarında hâlâ ıslak izler duruyordu. Sonra yanıma gelip sıkıca sarıldı, minik bedeni bana sımsıkı sokulmuştu.
"Mihrim, ağlamanı istemiyorum güzelim. Olur mu?" dedim, saçlarını okşayarak.
"Ama gözyaşlarım çeşme gibi akıyor…" dedi. Küçük dudakları bükülmüştü. "Nasıl durduracağım ki?"
Ellerini tuttum, avuçlarımda minicik parmaklarını hissettim. "Bak, bir sorun olduğunda önce çözmeye çalışmalıyız. Ağlamak bir çözüm değil. Ağlamak bazen bizi rahatlatır ama bir şeyleri düzeltmez, tamam mı?"
Bir süre bana baktı ve ardından başını salladı. "Tamam."
"Hadi bakalım," dedim, bir nebze rahatlayarak. "Çantan nerede? Ezberleyeceğin sayfaya bakalım."
Mihri hızla odasına koştu ve küçük sırt çantasını getirip önüme koydu. İçinden buruşturulmuş bir kâğıt çıkardı, kenarları yıpranmış ve karalanmıştı.
"Şimdi bakalım," dedim, kâğıdı dikkatlice düzelterek. Mihri’nin gözleri kâğıtta geziniyordu. "Önce okuyoruz, sonra önemli yerlerin altını çizeriz. Böylece aklında kalır, tamam mı?"
Başını hevesle salladı. Beraber kâğıttaki metni okumaya başladık. Mihri’nin ezberlemesi gereken bölümlerin altını çizdik ve her kelimeyi ona tane tane tekrar ettirdim.
"Tamam, güzelim. Şimdi bir deneme yapalım, bakmadan söylemeye çalış, olur mu?" dedim.
Mihri derin bir nefes aldı. Kağıdı bir kenara koyup ellerini göğsünde birleştirdi. Gözlerini kapattı, dudakları titreyerek kıpırdandı ve cümleleri tane tane söylemeye başladı. Yanlış yaptığında durup düzeltmek için sabırla bekledim, onu asla eleştirmedim.
Bir yerde takıldığında yüzü buruşmuştu. Ağlayacak gibiydi.
"Hata yapmak öğrenmenin bir parçasıdır, güzelim,"
Mihri, biraz durakladı, sonra kağıdı tekrar eline aldı. Bu kez daha dikkatli ve yavaş okudu. Yanlış yaptığında elleriyle yüzünü kapatmıyor, pes etmek yerine yeniden deniyordu.
"Harika gidiyorsun, Mihrim! İşte böyle devam et, tamam mı?" dedim, ona her fırsatta cesaret vererek.
Bir süre sonra durdu, derin bir nefes aldı ve gözlerini bana çevirdi. "Dayım ne zaman gelecek? O da yardım eder, değil mi?"
Saatime baktım. Korkut’un dediği gibi, bir saate burada olması gerekirdi. Ama zaman geçmek bilmiyordu.
"Dayın gelmek üzere, güzelim. Şimdiye çok az kaldı. Ama dayın gelene kadar biz bu işi bitirmiş oluruz, ne dersin?" dedim, onun dikkatini dağıtmamak için.
Mihri başını salladı ve kâğıda odaklandı. Bir kez daha okumaya başladı, kelimeleri bu kez daha doğru şekilde söylüyordu.
Tam o sırada kapının zili çaldı. Mihri yerinden fırladı, yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. "Dayım geldi!" diye bağırarak kapıya koştu.
"Mihri, bekle! Ben açarım!" dedim ama çoktan kapıya ulaşmıştı. Küçük elleriyle kapıyı açmaya çalışıyordu. Arkasından hızla yürüdüm ve kapıyı birlikte açtık.
Korkut kapının önünde durmuş, her zamanki ciddi ifadesiyle bize bakıyordu. Ama Mihri’nin neşeyle ona doğru koştuğunu görünce yüz hatları yumuşadı. "Dayııı!" diye bağıran Mihrin, Korkut’un bacaklarına sarıldı.
Korkut eğilip Mihri’yi kollarına aldı ve sıkıca sarıldı. "Dayını mı çok özledin?" diye sordu.
Mihrin başını salladı. "Hem özledim hem de sen olmadan ezber yapamıyorum!"
Korkut, gülümseyerek ona baktı, sonra gözlerini bana çevirdi. "Siz iyisiniz, değil mi? Hâlâ biraz gergin görünüyorsun, Kardelen."
"Biz iyiyiz," dedim ama gözlerim dolmuştu. Onu gördüğüm an içimde bir şeyler çözülmüş gibiydi. Tüm yükümü ona bırakmak istiyor ama nasıl yapacağımı bilemiyordum.
Korkut, beni dikkatle inceledi. Sonra Mihri’yi yere indirip yanıma yaklaştı. "Sen iyi değilsin," dedi alçak bir sesle.
"İyiyim," diye mırıldandım ama sesim o kadar zayıftı ki kendim bile inanmadım.
"Hayır, değilsin Şimdi şu küçük prensesle ilgilenelim, sonra seninle konuşuruz," dedi.

 

Mihri ve Korkut kâğıda bakıp çalışmaya başladılar. Korkut’un sakin ve sabırlı tavrı, Mihri’yi cesaretlendiriyordu.
Mihrin, ezberlemesi gereken son kısmı okumaya çalışıyordu ama bir türlü odaklanamıyordu. Ne kadar çabalasa da, yüzü solmuş, gözleri belirsiz bir korku ve hayal kırıklığıyla dolmuştu. Korkut ise inatla ona yardımcı olmaya devam ediyordu.
"Az kaldı, Mihrim, hadi! Biraz daha gayret, senin gibi zeki bir kızın bunu yapamaması imkansız!" Ama Mihrin, sadece gözlerini devirip başını ağır bir şekilde sallayarak cevap verdi: "Olmuyor ki, dayı."
Korkut biraz daha sabırla, "Hadi az kaldı, hemen bitiriyoruz!" dedi. Ancak Mihrin’in gözleri dolmuştu ve birden hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı.
Korkut, gülerek, "Kardelen, Mihri’yi sanayiye mi versek?" dedi.
Mihri, söylediklerini gerçek sanmıştı. korku dolu bir şekilde, "Beni nereye vereceksiniz? Beni bırakacak mısınız?" diye sordu.
Korkut, Mihri’yi kucaklayarak rahatlatmaya çalıştı. "Kurban olduğum! Seni kimseye vermem," dedi.
Mihrin’in gözlerinden yaşlar süzüldü, ama bu kez gerçekten korkmuştu. "Dayı, beni bırakma, kimseye verme!"
Korkut, Mihrin’in gözlerine bakarak bir an duraksadı. Ne yapacağını, nasıl davranacağını kestiremiyordu. Çocuk psikolojisinden anlamadığı her halinden belliydi. Mihri, masumca Korkut’a bakarken,
"Mihri, sen burada bizi bekle, sana bir sürprizimiz var," dedim.
Mihrin, şüpheyle bakarak, "Ne sürprizi? Söyle ama, kötü bir şey değil, değil mi?" diye sordu.
"Kötü sürpriz mi olurmuş? Sürpriz işte," dedim gülerek
Mihri, yerinden kıpırdamadan bizi izliyordu. Küçük elleri yumruk olmuştu, gözleri hâlâ şüpheyle doluydu.
"Beni vermeyin..."
Kalbim sıkıştı, Korkut benden önce davrandı. Eğildi, Mihri’nin omuzlarına nazikçe dokundu.
"Güzelim… Kimseye vermiyoruz seni. Bunu aklından çıkar."
Ama Mihri’nin kaşları çatıldı,
"Ama dayı, sen dedin ki…"
Mihri’nin sesi titrediğinde, Korkut’un yüzü bir an ciddileşti.
Elini uzattı, Mihri’nin dağılmış saçlarını düzeltti. Sonra parmaklarını usulca o yumuşak saçların arasından geçirdi.
"Mihri, dayın şaka yaptı. Öyle bir şey yok dedim
Mihri, gözlerini kocaman açarak Korkut’a baktı.
"Gerçekten mi?" diye fısıldadı.
Emin olmak istiyordu. Defalarca duymak istiyordu. Gerçekten güvende olup olmadığını, gerçekten burada kalıp kalamayacağını…
Korkut, gözlerini onunla aynı hizaya getirdi.
"Gerçekten, meleğim. Seni kimseye vermem. Seni benden kimse alamaz."
Mihri’nin yüzüne kısa süreli bir rahatlama geldi ama tam olarak çözülmedi. Küçücük bedeni, hissettiklerini taşıyamayacak kadar ağırdı sanki.
"Ama ya…" diye fısıldadı.
Korkut, tek kelimeyle kesti sözünü.
"Ya diye bir şey yok."
O kadar kesin konuşmuştu ki, Mihri bile bir an duraksadı. Sonra, Korkut kollarını açtı.
"Gel buraya."
Mihri, birkaç saniye tereddüt etti. Korkut, Mihri’yi kollarının arasına aldı, küçük sırtını sıvazladı.
"Korktun mu çok?" diye sordu, sesi kısıktı.
Mihri, başını hafifçe salladı. Yüzünü Korkut’un omzuna gömerken, sesi neredeyse duyulmayacak kadar küçük çıktı:
"Çok..."
-"Bir daha asla korkmana izin vermeyeceğim," dedi. "Söz veriyorum."
Korkut’a doğru yöneldim. "Korkut, hadi mutfağa gel. Seninle bir şey konuşmam lazım," dedim, onu kolundan tutup çekiştirmeye başladım.
Korkut şaşkın bir şekilde, "Ne oluyor Kardelen? Niye çekiştiriyorsun beni? Kendim gelebilirim," dedi. Ama ben onu mutfağa kadar ittirip götürmüştüm. Kapıya vardığımızda, Korkut derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. "Tamam, tamam. Söyle bakalım ne konuşacağız," diye hafif alaycı bir tonla sordu.
Kollarımı kavuşturup ona döndüm. "Korkut, çocuk psikolojisinden zerre kadar anlıyor musun?"


Korkut hafifçe güldü. “Gayet iyi gidiyordum,” dedi umursamaz bir tavırla.
Elimi masaya vurup gözlerimi kıstım. “Anlamıyorsun! Çocuk yetiştirmekle ilgili en ufak bir fikrin yok!”
“Kardelen, fazla hassassın bu konuda. Mihri’yi bir fanusun içinde büyütemezsin,” dedi sakince, ama bu sakinlik beni daha da sinirlendiriyordu.
“Korkut, sen normal olduğuna emin misin?” dedim öfkeyle. “Kafayı sıyırmana az kalmış gibi görünüyor!”
O ise sanki lafımı hiç duymamış gibi devam etti. “Sen Mihri’yi el bebek gül bebek büyütüyorsun. Yapma bunu. Hayatı öğrenmesi lazım.”
“Anlamıyorsun!” diye bağırdım. Sesim çatallandı, ama gözlerimde biriken yaşları ona göstermemek için başımı çevirdim. Anlamıyordu... Mihri’nin kalbinde en ufak bir üzüntü olsa, canımın nasıl acıdığını bilmiyordu.
Korkut derin bir nefes alıp hafifçe başını salladı. “Hassas kalpli olmak seni yormuyor mu?”
Yüzümü hızla ona çevirdim. “Korkut, inanmıyorum sana!” dedim öfkeyle. “Nasıl böyle bir şey söylersin Mihri’ye? Zaten hassas benim yavru kuşum. Sen ne yapıyorsun? Düşüncesizce konuşuyorsun! Ya psikolojisi iyice bozulursa? Ya evden kaçarsa? Ya kendine zarar verirse?”

Devam edemedim, çünkü Korkut aniden elini belime attı ve beni kendine çekti. Şimdi nefesimiz birbirine karışıyordu. Dudaklarımız arasında neredeyse hiç mesafe kalmamıştı. Bir kelime daha etsem, sanki dudaklarımız birleşecekti.
“İyi misin?” diye sordu. o kadar da beklenmedik. O tek kelime, tüm öfkemi alıp götürdü.
Gözlerini üzerimde hissederken kekelemekten başka bir şey yapamadım. “İyiyim… sanırım,” dedim ama sesim beni ele veriyordu. İyi değildim. Kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi.
Pes etmiştim. “Korkut, ben fazla mı evhamlıyım? Biliyorum, fazla üzerine titriyorum. Ama o kadar güçsüz ve korunmaya muhtaç görünüyor ki… Ne yapacağımı bilmiyorum. Daha önce Mihri gibi bir çocuk görmedim. Fazla içe dönük… Baş edemiyorum. Kendimi yetersiz hissediyorum.”
“Tedirgin olma,Mihri çok güçlü… tıpkı senin gibi.”
“Şu an bunu iltifat olarak algıladım,” dedim, kaşlarımı kaldırarak.
Korkut’un dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “Hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun.”
“Tabii ki kaçırmam! Ayda yılda bir iltifat alıyorum!”
Korkut, alaycı bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Görmemişin iltifatı olmuş…”
Bu sözleri beni çıldırtmaya yetmişti. Gözlerimi kıstım ve parmağımı ona doğru salladım. “Korkut, sen tam bir… dağ sığırcığısın! Evet, insaniyet yoksunu bir dağ sığırcığı!”
“Hayda, yine ne oldu?” dedi, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak.
“Sen bana görmemiş dedin! Gayet de iltifat alan bir kadınım!”
“Kim sana niye iltifat etsin ki?” diye sordu, sanki tamamen mantıklı bir şey söylemiş gibi.
“Neden edemesinler ki? Üniversitede bir sürü kişi benimle sevgili olmak istedi ve bana iltifat etti,” dedim, sinirle ama gururlu bir şekilde.
Bu sözüm üzerine Korkut’un yüz ifadesi bir anda değişti. Belimdeki eli sıkılaştı, beni kendine daha da yaklaştırdı. Gözleri ciddiyetle parlıyordu.
“İsim soyisim,” dedi kısaca.
“Ha?” dedim, şaşkınlıkla.
“İsimlerini söyle.”
“Ne yapacaksın?”
“Hiç,” dedi alaycı bir tonla. “Eğitim aşkıyla yanıp tutuşuyorum. Eğitim sistemi üzerine konuşacağım.”
Gözlerimi devirerek güldüm. “Kıskandın,” dedim, sinsice gülümseyerek.

Korkut’un kaşları hafifçe çatıldı. “Kardelen, bana sevgililerini anlatıyorsun.”
“Sevgililerim değil. Sevgilim olmak isteyen kişiler onları red ettim ,”

Korkut derin bir nefes aldı. “Kardelen, beni çıldırtma.”
“Sen de beni çıldırtma! Azıcık, bir tuz tanesi kadar bile olsa kadın ruhundan anla,” dedim, ona meydan okuyarak.
“Kadın ruhundan anlamam,” dedi sakin ama kesin bir tonla.
Bu kez dayanamadım. “Korkut, var ya… bir küfür ederim şimdi!”
“Et,” dedi, kaşlarını kaldırarak. “Bekliyorum.”
“Ederim bak!”
“Et hadi,” diye üsteledi, alaycı bir ifadeyle.
Sinirle derin bir nefes aldım, ama ağzımdan sadece, “Sen tam bir…” çıkabildi. Devamını getiremedim.
Korkut gülerek başını salladı. “Biliyordum. Bir küfür dahi edemezsin.”
Haklıydı. Gerçekten de birinin yüzüne karşı asla ağır bir söz söyleyemezdim. Sadece kendi kendime mırıldanırken cesaret edebiliyordum. Ama yüzüne karşı? Olmaz. Kendime yakıştıramıyordum. Ya da, bilmiyorum… tuhaf duruyordu.
“Alt tarafı nazik ol, kadın ruhundan anla dedim!” diye homurdandım.
Korkut bir an duraksadı, sonra gözlerini gözlerime kilitledi. “Senin ruhundan anlasam yeterli. Gerisi önemli değil.”
Bu sözleri beni şaşırtmıştı. “Bu… bu iyi bir şey mi?” diye sordum, tereddütle.
Bir an sessizlik oldu. Korkut, başını hafifçe salladı. “Kardelen, ben yaşlıyım. Tamam mı? Ne olur az nefes al. Ne istediğini bazen gerçekten anlamıyorum.”
Gözlerimi kıstım, dudaklarımı büzdüm. Kollarımı göğsümde kavuşturup ona alaycı bir bakış attım.
"Evet, ben de genç ve güzelim," dedim, kinayeli bir şekilde.
Korkut, başını yana eğdi, gözleri yüzümde dolaşırken dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı. O bakışı tanıyordum. Bir şey söyleyecekti ve büyük ihtimalle beni sinir edecekti.
"Ona ne şüphe…" dedi, sesi alışılmıştan daha sakindi. Sonra başını hafifçe eğip, gözlerimin içine bakarak devam etti: "Acı verecek kadar güzelsin."
Sadece ses tonu bile tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Boğazım kurudu, kalbim hızlandı ama hissettiklerimi belli etmemek için hafifçe omuz silktim.
"Güzelliğim acı veriyorsa, uzak dur o zaman," dedim, sanki umursamıyormuş gibi.
Ama umursuyordum. Ve Korkut bunu fark etmişti.
Bir şeyden emin olmuş gibi başını hafifçe salladı, kaşlarını çatıp düşünüyormuş gibi bir ifadeyle gözlerime baktı.
"Bir mesele daha var," dedi, sesi her zamankinden biraz daha yavaş ve vurguluydu.
Kaşlarımı kaldırdım. "Ne meselesi?"
Korkut, parmaklarını hafifçe çenesine götürdü, yüzümü incelermiş gibi baktı. O an her zamankinden daha farklı bir ciddiyetle gözlerime kilitlendi.
"Gözlerin fazla dikkat çekiyor," dedi.
Bir anlık sessizlik oldu. Gözlerimi kırpıp ona baktım.
"Ee?" dedim, sabırsızca.
"Olmaz," diye ekledi Korkut, başını olumsuz anlamda sallayarak. "Bu kadar göze çarpman iyi değil."
İç çektim, ellerimi belime koyup gözlerimi devirdim.
"Ne yapayım yani? Allah yaratmış!"
Korkut gülümsedi, ama o gülümsemenin ardında farklı bir anlam vardı.
"Bir kulunun acı çekmesi için özenerek yaratmış olmalı," dedi.
. O an, gözlerimin içine öyle uzun ve derin baktı ki, nefesimin düzensizleştiğini fark ettim. İçimde bir şeyler kıpırdanıyordu. O bakışın altında ezilmemek için başka tarafa bakmak zorunda hissettim kendimi.
Aramızdaki sessizlik bir an için zamanın durmasına neden oldu. Korkut, o gülümsemesini takındı, ama bu kez hiçbir şey söylemedi.
Sadece baktı.
Ve ben, en çok o sessizliğe yeniliyordum. Hislerim, her geçen saniyede daha yoğunlaşırken, Korkut'un bakışları içimde yankılandı. Bir an için her şeyin fazla yakın olduğunu hissettim.
Gözlerimi ondan kaçırarak, biraz da kendimi rahatlatmak amacıyla, hafifçe gülümsedim ve konuşmaya başladım.
"Korkut... Biliyorum, mükemmelim ama artık bana bakma, istersen
Yoksa kalpten gideceksin, malum... yaşlılık.".
Korkut, kafasını hafifçe yana eğip gülümsemeyi sürdürdü. gülme işte ben eriyordum
"Ben de içimden derin bir nefes aldım. Sessizce, onun bakışları içinde kaybolduğumu hissettim.
.
“Bugün biraz fazla mı şımarığız, ne dersin?”
Kaşlarımı çatıp ona döndüm. “Ben mi? Resmen günahımı alıyorsun! Ben garip bir kuşum, biliyorsun.”
Korkut kaşlarını hafifçe kaldırarak karşılık verdi. “O kuş, bugün fazla ötüyor ama,” dedi, bakışlarını üzerimde sabitlerken.
Sözleri iyice sinirlerimi zıplattı. “Bana geveze mi diyorsun? Yoksa başını mı şişirdim? Ya da… beni dinlemiyor musun? Hatta, hatta…”
Daha fazlasını söyleyemeden elini kaldırıp bir anda ağzımı kapattı.
“Çenen yorulmadı mı senin?” diye sordu, gözleri hafifçe kısılmış bir şekilde,
Ama ne yapsam boştu. Korkut’un eli ağzımdayken bile konuşmaya çalışıyordum. Dudaklarımın hareketini hissediyor, bu da onu daha çok eğlendiriyordu.
“Hâlâ konuşuyor,” diye mırıldandı, şaşkın bir gülümsemeyle.
Sonunda derin bir nefes aldı ve elini geri çekti. “İşte, sonunda sustun.”
Eli çekilir çekilmez başımı geriye atıp meydan okuyan bir ifadeyle ona baktım. “Korkut, sen gerçekten bazen beni delirtiyorsun!”
Korkut, bir adım yaklaşıp bana doğru eğildiğinde ben de istemsizce geri adım attım. Ama o, beni hemen yakalayıp ellerini belime doladı.
“Delirtmekten zevk alıyorum,” dedi, gözleri gözlerime kilitlenmiş bir şekilde. “Çünkü sen delirdikçe daha da güzelleşiyorsun.”
Bu adam beni gerçekten sınırlarıma kadar zorluyordu. Yanaklarım kızardı kesin
“Yanaklarına renk verdiğime göre artık asıl meselemize dönebilir miyiz?”Korkut, belimdeki elini biraz daha sıkılaştırdı. O kadar yakındık ki nefes almak bile zorlaşmıştı. Dudaklarımız arasında neredeyse sıfır mesafe vardı. Konuşsam, kesinlikle öpüşecektik.
Nefesim kesilmişti. Bu adamın beni hem sinir etmekte hem de büyülemek konusunda nasıl bu kadar başarılı olduğunu anlamıyordum.. “Adını koydun mu?” dedi birden. Kelimeleri neredeyse fısıltı gibiydi ama beni yerimde dondurmaya yetti.

“Ben… yani…,” diye başladım ama cümlemi tamamlayamadım. Nefesim düzensizleşmişti.
“Kardelen, basit bir soru. Evet ya da hayır.”

Bu kadar basit miydi gerçekten? Kalbim hızla çarpmaya başladı, nefesim düzensizleşti. Bir şeyler söylemek istiyordum ama kelimeler ağzımdan dökülmüyordu. “Korkut… ben… nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Kafam çok karışık şu an.”
O anda yüzünde bir sertlik belirdi. Gözlerindeki ifadeyi okuyamıyordum ama söylediği kelime içimi ürpertti.
“Başka biri mi var? Ya da beni düşünmek istemiyor musun?”
Başka biri mi? Elbette yoktu. Tüm düşüncelerim zaten onunla ilgiliydi, sadece bir adım ileri gitmeye cesaret edemiyordum.
“Hayır… başka biri yok,” dedim, ama cümlemi toparlamaya çalışırken sesim titredi. “Düşüncelerim… seninle ilgili. Yani bizimle. Mihri’yle. Bilemiyorum…”
Korkut, kaşlarını kaldırarak, “Ama? Devam et, Kardelen.” dedi, gözleri beni bir an için köşeye sıkıştırıyormuş gibi bakıyordu.
Derin bir nefes aldım, ellerim titreyerek cebime kaydı. “Adını koymak için biraz daha zaman istesem?”
Korkut, hafif bir gülümsemeyle başını sallayarak yanıtladı: “İste,” dedi. . “Tüm zamanlarımı iste. Ama şunu bil: Beklemek konusunda sabrım sınırlı.”
sesimi kısıp, neredeyse fısıldayarak söyledim: “Benim için sabredebilir misin?”
Korkut’un yüzündeki gülümseme biraz daha büyüdü, ama bu kez biraz daha derinleşmişti. “Senin için… sadece senin için sabrederim,” dedi, gözlerinde bana dair bir şeyler daha vardı.
O an, daha da yaklaştı. Neredeyse tamamen birbirimize yapışmıştık. Bedenindeki her hareketi hissedebiliyordum. Dokunuşları beni deli ederken, kalbimdeki yangın daha da büyüyordu.
“Şu an yanıyoruz, farkında mısın?” dedim, sesim neredeyse bir fısıltı gibiydi. Ama buna ben de inanamıyordum.
“Seninle yanıyorum. Gerisi önemli değil,”
Gözlerimi kapattım, kalbim hızla çarparken, ona doğru adım attım. “Korkut…” dedim sonunda, sesim hala titriyordu.
“Kardelen,” diye cevap verdi. Sesi, içimi kavrayıp beni teslim alıyordu.
“Yapma,” dedim, ama sesim bile ikna edici değildi. Kelimelerim boğazımda düğümleniyordu.
Başını yana eğdi, gözlerini kısmış bir şekilde bana bakıyordu. “Ne yapıyormuşum?”
Bu adam beni delirtmeye yemin etmiş gibiydi. “Ayy, delirtme beni be adam!”“Mihrin’i üzüyorsun! Çocuğun olduğunda beni daha iyi anlarsın!”
Korkut’un yüzünde o tanıdık alaycı gülümseme belirdi. “Çocuklarım,” diye düzeltti, kelimelerin üzerine özellikle basa basa. “Tekil konuşma. Çoğul kullan.”
“Ayy, sence şu an konumuz tekil mi çoğul mu?” dedim, sinirle ellerimi ona doğru sallayarak. “Mihri diyorum, Mihri üzüldü! Konuşmalarına dikkat et!”
Tam sözlerimi bitirmiştim ki Korkut aniden elimi yakaladı ve parmağımı tutup nazikçe öptü. Şaşkınlıktan küçük bir çığlık atacaktım neredeyse. Bunu kesinlikle beklemiyordum!
Ne yapacağımı bilemeden dona kaldım. Kalbim bir an durmuş gibi oldu, ardından bir çılgın gibi çarpmaya başladı. O ise sakin ve kendinden emin bir gülümsemeyle gözlerimin içine baktı.
“Ne oldu? Etkilendin mi?” diye sordu meydan okuyan bir sesle.
Ağzımı açtım ama kelimeler boğazıma düğümlenmişti. Yutkundum, ama yine de bir şey diyemedim. Bu sessizliğimden faydalanarak bana biraz daha yaklaştı. Artık nefesini yüzümde hissedebiliyordum.
“Korkut… bana günah değil mi ya?” dedim sonunda, cılız bir sesle.
Korkut başını hafifçe yana eğip kaşlarını çatarak bana baktı. “Günah mı? Duyanda işkence ediyorum sanır.”
“E etmiyor musun?” dedim, gözlerimi kısarak. Ama kalbim göğsümde bir kuş gibi çırpınıyordu.
Bir an duraksadı, bakışları daha da ciddileşti. “Eğer işkence ediyorsam,” dedi, sesi derin ve tehlikeli bir tona bürünmüştü, “bu sadece bir başlangıç.”
Bu adam resmen kalbimle oynuyordu. Her sözü, her hareketiyle içimdeki savunmaları yıkıyordu. “Sen kalbime zarar veriyorsun,
Bir anda yüzündeki alay kayboldu. Bakışları yumuşadı, ama gözlerindeki o yoğun ciddiyet hâlâ duruyordu. Bir adım daha atarak iyice yaklaştı. Şimdi aramızda neredeyse hiç mesafe kalmamıştı.
“Zarar vermem kalbine,” dedi, sesi alçak ve neredeyse fısıltı gibiydi.

. Gözlerim, Korkut’un gözlerine kilitlenmişti. O an, onun ciddi olduğunu hissettim. Gerçekten çok ciddiydi. Korkut’la aramızdaki bu küçük savaş, aslında kalbimi koruma çabamdı. Ama o çoktan kazanmıştı ve ben bunun farkında değildim… ya da kabul etmek istemiyordum.
Ama içimdeki kararsızlık bir türlü geçmiyordu. Kalbimle mantığım arasında sıkışıp kalmıştım. Gözlerim dolmuştu, nefesim düzensizdi. Burnumu çektim, çaresizce ona bakıp sordum:
“Bir sonumuz olacağına inanıyor musun sen?”
Korkut, derin bir nefes aldı. Soruma hemen cevap vermedi. Yüzünde, doğru kelimeleri bulmak için mücadele eden bir ifade vardı. Gözlerini bir an bile benden ayırmadan sonunda konuştu:
“Yeni bir başlangıç istiyorum, son değil.”
“Aynı şey işte, Korkut,” dedim, gözlerimi kapatarak. İçimdeki huzursuzluk o kadar büyüktü ki kelimelere sığdıramıyordum.
Korkut, elini yavaşça yüzüme kaldırdı ve yanaklarıma dokundu. Dokunuşu, sanki tüm endişelerimi silip atmaya çalışır gibiydi. Kararlı bir ses tonuyla, “Değil,” dedi. “Sen her anlamda ilksin, başlangıçsın.”
Bu sözlerle, istemeden de olsa yüzüme hafif bir tebessüm yerleşti. Ama bu tebessümle birlikte zihnimde kocaman bir soru yankılandı:
Gerçekten bir başlangıç var mıydı?
Korkut’un söyledikleri kafamın içinde dolanıp duruyordu. Anlamaya çalışıyordum, ama duygularım beni bir türlü rahat bırakmıyor, her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu. Şu an her şey o kadar bulanıktı ki... Korkut’un gözlerinde aradığım cevabı bulabilir miydim? Yoksa bu bulanıklığın içinde kaybolmaya devam mı edecektim?"
Yemek yedin mi?"diye sordu Korkut, birden beni düşüncelerimden uyandırarak.

Cevap vermedim. Utanmıştım, bir an sessizlik içinde kaldım. Korkut, yine dikkatini mutfağa çevirdi. Ocağın üzerindeki tencereye baktı, bir tabak aldı ve çorbaya koydu, masaya doğru yerleştirdi.


"Çorbayı iç, ben Mihri ile ilgilenirim," . Yemek yemeyi unuttuğum için mi, yoksa başka bir şey için mi bu kadar kızgındı, emin değildim.
Söylenmeden çorbayı içmeye başladım, ardından vitaminlerimi de aldım. Ama bir yandan da aklım onlarda kaldı. Korkut ve Mihri ne yapıyordu? Merakım beni rahat bırakmadı, sonunda dayanamayıp salona gittim.. Korkut, Mihri’yi kucağına almıştı, Mihri’nin elinde ezberlemesi gereken bir kağıt vardı ama gözlerinde hala o hüzünlü bakış vardı.
Bu böyle devam edemezdi. Mihri için bir şeyler yapmalıydım.
“Mihri, kağıdı ver bakalım,” dedim nazikçe. Mihri hiç tereddüt etmeden kağıdı bana uzattı.
Bir anda Korkut ve Mihri’nin gözleri bana çevrildi. Korkut’un bakışlarındaki sorgulayıcı ifadeyle, Mihri’nin hafif umut dolu gözleri arasında kısa bir an garip bir bağlantı hissettim.
Sonra hızla koltuğun üzerindeki örtüyü kaptım ve Korkut’a doğru yürüyüp boynuna bağladım. Örtü, boynunda pelerin gibi olmuştu.
“Kardelen, ne yapıyorsun sen?” diye sordu, şaşkınlıkla. Eliyle düğümü çözmeye çalışırken gözleri hala üzerimdeydi.
“Dur be adam, her şey eğitim için,” dedim ve ona hafifçe gülümsedim.
Odaya geçip gardırobu açtım. “Sınıf öğretmeni olunca her şeye hazırlıklı olmak durumundaydım . Rafları karıştırırken geçen yıl çocuklarla yaptığımız tiyatro için aldığım kabarık elbiseyi buldum.
Bir an durakladım. Sonra hafif bir heyecanla elbiseyi üzerime geçirdim. Aynadaki görüntüme bakınca gülümsedim. Elbisenin kabarık eteği ve canlı renkleri beni bir anlığına masal dünyasına çekmişti.
Salona geri döndüğümde, Mihri ve Korkut’un bakışları üzerime döndü. Mihri’nin gözleri büyülenmiş gibi parlıyordu. Küçük adımlarla yanıma geldi ve elbisemin eteğine dokundu.

Boğazımı temizledim ve derin bir nefes aldım , “İşte karşınızda, Düşeler Diyarının Prensesi! Yedi ülkede hüküm süren güzelliği dillere destan, kuzeydeki en güçlü prenses, halkının koruyucusu, Prenses Aria!”
Korkut bana bakıp, üzerimi süzdü.
“Çok alçakgönüllü bir prensesmiş,”
“Ne sandın?” dedim, gözlerimi devirdim.
“Çok kibarmış aynı zamanda,” diye ekledi, imalı bir şekilde.
“Eh, o kadarcık kusur, kadı kızında da olur,” dedim, hafifçe gülerek.
mihri ise bana şaşkınca bana bakıyordu “Bu bir prenses elbisesi mi?” diye sordu, gözleri kocaman olmuştu.
Mihri'nin başını okşadım. “Evet, bu benim prenses elbisem,” dedim.

Korkut, o sırada yerinden kalkmış, beni baştan aşağı süzüyordu. Bakışlarındaki alaycı kıvılcımı gördüğüm an, dudaklarımdan beklenen soru geldi:
“Dolabında prenses elbisesi mi saklıyorsun? Cidden mi?” dedi, alaycı bir tonda. Ama sesi ne kadar alay doluysa, bakışları bir o kadar farklı bir şey söylüyordu.
Elbisemin eteğini hafifçe düzelttim ve kendinden emin bir şekilde karşılık verdim. “Evet, saklıyorum. Sınıf öğretmeniyim, her şeye hazırlıklı olmak zorundayım. Geçen sene tiyatro oyununda çocuklarla oynamıştım.”
Korkut’un gözleri hâlâ üzerimdeydi. Garip bir şekilde bakışları içimi hem ısıtıyor hem de huzursuz ediyordu. Kafasını hafifçe yana eğmiş, sanki beni çözmeye çalışıyormuş gibi bakıyordu. Şaşkınlık, merak ve başka bir şeyler saklıydı o gözlerde.
Bir anda kendi etrafımda dönüverdim, eteğim dalgalandı. Çocuksu bir coşkuyla sordum: “Nasılım? Güzel miyim?” Bu soruyu hem Mihri’ye hem de Korkut’a yöneltmiştim.
Mihri hemen başını salladı, yüzünde kocaman bir gülümseme belirmişti. “Çok güzelsin! Bana da bundan alalım mı?” diye sordu heyecanla.
Gülerek yanına eğildim. “Tabii ki sana da alacağız, güzelim. Ama şimdi sen otur ve bizi izle, tamam mı?” Mihri büyük bir heyecanla yerinde zıplayarak kabul etti.
Ama Korkut… o hâlâ konuşmuyordu. Ona döndüm, bakışlarımı direkt gözlerine diktim. Gözlerimiz buluştu ve yüzündeki ifade değişti.
“Korkut? Hadi ama, ne oldu? İyi misin?” dedim, eteğimin ucunu hafifçe tutarak ona doğru bir adım attım. Ne geri çekildi, ne de bir şey söyledi. Gözleri bir an benim yüzümden omuzlarıma, sonra belime kaydı.
Kısa bir sessizliğin ardından, hafifçe yutkundu. Sesi normalden daha kısık ve garip bir şekilde etkilenmiş çıkıyordu. “İyiyim. Yani… çok iyiyim. Sen de... sen de çok iyisin. Hatta...mihri de çok iyi hepimiz çok iyiz ” Bir an duraksadı, bakışları farkında olmadan belimde sabitlendi. “Belin… çok ince.”
Bu kadar açık bir cümle beklemiyordum. Kaşımı kaldırıp hafif bir gülümsemeyle elime geçen masal kağıdını ona uzattım. “Tamam, o zaman iyisin. Haydi, Mihri’ye masalı canlandırıyoruz.
Kağıdı uzatırken yüzüne baktım. Gözlerinde kısa bir duraksama, sonra kendine gelmiş gibi kafasını salladı. Alaycı Korkut gitmişti, yerini biraz afallamış, biraz da beni anlamaya çalışan bir adam almış gibiydi. Kağıdı aldı, ama gözleri hâlâ bende takılıydı.
“Prens hazretleri, rolünüzü oynar mısınız artık ?” .
Korkut, nihayet kendine gelir gibi kağıda baktı ve derin bir nefes alıp hafifçe gülümsedi. “Peki, prensesim. Hadi bakalım.”
O an Mihri’nin sevinç çığlıkları, salona neşe kattı.
Mihri, salondaki köşeye oturmuş, sessizce bizi izliyordu. Gözlerindeki hayranlık ve heyecan her halinden belliydi. Yaptığımız her hareketi, söylediğimiz her sözü dikkatle takip ediyor, küçük ellerini ara sıra birbirine vurup mutlu bir kahkaha atıyordu.


Biz masalın tam ortasındaydık. Korkut’un omzuna sardığım koltuk örtüsünden pelerin, her ne kadar biraz huysuzluk yaratmış olsa da, Mihri’nin keyfi için her şeye katlanıyorduk. Korkut, örtüyü düzeltmeye çalışırken durmadan mırıldanıyor, hatta arada hafif küfürler de ediyordu
“Elime pelerini oturtmaya çalışırken homurdanan Korkut’a bakıp hafif bir gülümseme ile başımı salladım. "Şunun bir tarafı sürekli kayıyor," diye mırıldandı, pelerini düzeltemeyince sinirlenmişti
"Bu koltuk örtüsü olmadan da rol yapabilirim," dediğinde, kaşlarımı kaldırıp ona meydan okur gibi baktım.
"O örtü sırtında olacak," dedim kesin bir tonla.
"İtiraz ediyorum!"
"İtiraz edemezsin, Korkut," diye kestirip attım.
"Dayı, evet, edemezsin! Çünkü biz seni büyümüzle etkisiz hale getirdik," diye sevinçle ekledi Mihrin.
Korkut, kaşlarını çatıp bana baktı. "mihriyi kendine benzetmişsin
"Ne olmuş benzemişse? Hâlasıyım ben onun,"
Bu sırada Mihri nin ses, ile
İkimiz birden ona döndük.
"Hayır! Ben dayıma benziyorum,"
Derin bir iç çekerek, Bu kız neden hep beni bozuyor?
. Sanırım baba tarafının lanetini taşıyorum. Ağzınla kuş tutsam yaranamıyorum şu minik cadıya.
"Öyle mi, Mihrin Hanım? Öyleyse küstüm sana!"
Mihrin hemen yanıma koştu, eteklerimi çekiştirerek sordu: "Hayır! Küsme bana! Lütfen küsme!"
Gözlerindeki endişeyi görünce yumuşadım. "Ben sana kıyar mıyım hiç? Şaka yaptım," dedim ve ona sarıldım.
Bu sırada Korkut homurdanarak araya girdi. "Kardelen, ben gidiyorum. Tek başına halledebilirsin," dedi, sıkılmış bir sesle.
Sertçe döndüm ona. "Sakın! Korkut, gidemezsin," dedim.
"Prens olmak istemiyorum! Saçma sapan işler bunlar," diye inatla karşılık verdi.
"Senin saçma dediğin iş, benim mesleğim!" diye yanıtladım.
"Umurumda değil," dedi, omzunu silkip uzaklaşmaya yeltendi.
Bir kaşımı kaldırıp hınzırca gülümsedim. "Hımm… Öyle mi?" dedim, planlarımı kafamda hızlıca kurarken. "Mihri, odadan tacını alır mısın?"
Mihrin, tacını almak için koşturarak odasına giderken, ben Korkut’a doğru ağır adımlarla yaklaştım. Gözlerimi doğrudan gözlerine diktim, bakışlarımda hem merak hem de hafif bir meydan okuma vardı.
"Korkut," dedim alçak bir sesle, her kelimemi dikkatle seçerek.
. "Ne oldu, Kardelen? Neden böyle bakıyorsun?"
"Hiç," diye mırıldandım, sanki masummuş gibi. Ama hemen ardından bir adım daha yaklaştım. O ise iyice geriye çekildi, aramızdaki mesafeyi korumaya çalışıyordu. Oyunun ipleri tamamen benim elimdeydi.
"Çok çekici olduğunu söylemiş miydim?" diye sordum, dudaklarımda hafif alaycı bir gülümsemeyle.
Bir an ne diyeceğini bilemedi, ama toparlanarak kendine güvenli bir ifade takındı. Hafif bir sırıtışla, "Aklını başından aldığımı biliyordum, ama bunu itiraf etmen beni şaşırtı" dedi.
"Hımm, öyle mi?" dedim, sinsi bir gülümsemeyle. Adeta zaferi çoktan kazanmış gibiydim.
"Kesinlikle," dedi, ama sesi her zamanki kadar kendinden emin çıkmıyordu.Ellerimi omuzlarına koydum ve gözlerinin içine baktım. Bir adım daha attım. Yaklaştıkça daha da gerginleştiğini hissediyordum. Sonra birden ona sıkıca sarıldım. şuan kokusu ile sarhoş olacak gibiyidim ama planım tam da buydu dikkatini dağıtmak o ise şaşkındı öylece durdu
Kulağıma doğru eğilip şüphe dolu bir sesle, “Neyin peşindesin sen, Kardelen?”
"Hiç," dedim usulca, masum görünmeye çalışarak. "Sadece fazla çekicisin ve sana karşı koyamıyorum."
Korkut, kaşlarını kaldırıp yüzüme baktı. "küçük ağızın yalan söylemeyi çok seviyor anlaşılan " diye homurdandı. Ama gözleri hâlâ benden ayrılmıyordu.
"Sen bana inanma tamam mı? Ama o gözlerin... Gözlerime değdiği vakit her şey değişiyor,"
Korkut'un kaşı bir kez daha havaya kalktı. “Devam et, Kardelen,”
"Ediyorum, ama işte sana bakınca... her kelimemi unutuyorum," dedim,Bu sırada, fark etmemiş gibi yaparak ellerimi yavaşça omzundan aşağı kaydırıyordum. Bir yandan da onun yüzünü izliyordum.
Korkut, derin bir nefes aldı. Bakışları bir an dudaklarıma kaydı, sonra hemen toparlandı. Ama ellerim daha da aşağı indiğinde nefesi hızlandı. “Ellerin nereye gidiyor, Kardelen?” diye sordu, ama sesi artık çok da güçlü çıkmıyordu.
"Ah, farkında değilim, Korkut," dedim, sanki gerçekten masummuşum gibi. Ama yüzümdeki ufak gülümsemeyi gizleyemiyordum.
Korkut, gözlerini kısıp beni süzdü. Her kelimeyi unutuyormuşmuş! Eller de mi unutuyor?” dedi, hafif sinirle
“Evet,” dedim gayet ciddi bir ifadeyle. “Sen o kadar çekicisin ki vücudum kontrolünü kaybediyor. Ne yapsam bilemiyorum.”
Korkut, gözlerini devirdi ama yine de omuzlarını kasmıştı. " bir gün beni kalpten götüreceksin," , ama gözlerindeki o belli belirsiz kıvılcımı yakaladım.
"Yani... bu kadar etkiliyorsam neden hâlâ direniyorsun, Korkut?” dedim, başımı hafifçe eğip onun bakışlarını yakalamaya çalışarak. Ellerim de hâlâ omzundan inip çıkıyordu.
"Direnmiyorum ki,” dedi, ama sesinde hâlâ bir savunma vardı. “Ben sadece... sadece..."
"Korkut," nefesin hızlanıyor. Yoksa ben seni etkiliyor muyum?”
Korkut hemen ciddileşip bir adım geri çekildi, ama sırtı duvara dayandı. Gözleri şüpheyle bana dikilmişti. "Etkilendiğim falan yok!" diye mırıldandı. Ama bu sefer dudaklarıma bakmayı bırakmıyordu.
Başımı yana eğdim ve yüzüme sinsice bir gülümseme yerleştirerek alaycı bir tonda sordum:
"Yalan söyleyen kim şimdi, Korkut?"
Bu sırada, fark ettirmeden belindeki silahı çevik bir hareketle aldım. Silah elimdeydi
"Kardelen! Ne yapıyorsun? Ver şunu!" diye bağırdı,
Omuz silkerek silahı elimde rahatça çevirdim ve sanki umursamazmışım gibi, "Eğer benimle bu rolü oynarsan belki düşünebilirim," dedim, alayla.
Korkut'un yüzü iyice gerildi. "Kardelen! Ver dedim, içinde kurşun var! Bir sakarlık çıkaracaksın!" diye kükredi.
Ona meydan okuyan bir ifadeyle cevap verdim: "Korkut, ben sakar değilim. Sadece… aksilikler hep beni buluyor."
Korkut derin bir nefes aldı ve gözlerini kısarak dikkatle beni izlemeye başladı. "Ver şunu, lan!" diye tekrarladı, sesi iyice yükselmişti.
"Hayır," dedim, kararlı bir şekilde. Silahı sıkıca kavradım, onun ulaşamayacağı bir mesafede tuttum.
Korkut birkaç adım daha bana doğru yaklaştı, ama hareketleri temkinliydi. Bakışlarında öfke ve endişenin karışımı vardı. Sonunda pes etmiş gibi derin bir nefes alarak elini uzattı.
"Tamam, Allah kahretsin, tamam!" dedi, sinirle. Ardından yüzüme bakarak ekledi: "Sen bir tasa kuşusun!"
Ne dediğini anlamamış gibi kaşlarımı kaldırdım. "Tasa kuşu mu?" diye sordum, şaşırmış numarası yaparak.
"Evet, sürekli başıma bela olan bir tasa kuşusun!" dedi, bu kez daha ciddi bir şekilde.
Üzüntü taklidi yaparak kaşlarımı çattım ve dudaklarımı büzdüm. "Üzüldüm, gücendim, alındım," dedim, sesimde sahte bir kırgınlık vardı.
Ama Korkut hız kesmedi. "Sakarsın, çok bilmişsin ve evet, bir tasa kuşusun!" diye inatla tekrarladı.
Derin bir nefes alıp başımı salladım. "Tamam, Korkut," dedim, silahı ona uzatarak. rolü kabul ediyor musun?

Silahı hızla elimden aldı, beline yerleştirirken sinirle, "Tamam," dedi, dişlerinin arasından. "Tasa kuşu. Tamam mı? Memnun musun?"
"Memnunum," dedim, alaycı bir gülümsemeyle.
Tam o sırada Mihrin, başında tacıyla odanın kapısında belirdi. "Hazırım!" diye bağırdı neşeyle.
Ona doğru dönüp, "Taç gerçekten çok yakıştı ," dedim ve eğilerek başına dokundum.
Ama Korkut, bir saniye bile bana bakmadan telefonuna döndü. Parmakları ekranda hızla hareket ediyordu. Belli ki birine mesaj atıyordu.
"Kimle yazışıyorsun, prens bey?"
Korkut kafasını kaldırmadan cevap verdi: "Kimseyle."
"Tabii ya," dedim, alaycı bir tonda. "Tasa kuşu olduğumu söyleyip sonra beni görmezden gel ama başkalarıyla mesajlaş
Korkut derin bir nefes alıp, telefonunu kapattı. Bana dönerek, "Kardelen, beni zorlama ve bir gün kendimi tutumaya bilirim bu riski göze alabiliyor musun "
"Bekliyorum," dedim, kıkırdayarak. "Ama acele etme, üzerindeki örtüyü elimle düzeltim elbiseni fazla kırıştırma prensim
!"İçimden, Henüz bitmedi, Korkut. Daha oyunun başındayız, diye geçirdim. Bu savaş daha uzun sürecekti.
- Ama korkut hala telefona bakıyordu
Ben ise kaşlarımı çatıp ona baktım. “Korkut, biraz ciddiyet lütfen. Mihri bizi izliyor,”
Sonunda masalın en büyülü kısmına geldik. Ben “prenses ”, Korkut ise “Prens”ti. , eteğimi zarif bir şekilde tutarak salona bir prenses edasıyla yürüdüm.
Korkut, bir adım öne çıktı. Mihri’nin nefesini tuttuğunu hissediyordum. Sonra masalın en romantik cümlesini dile getirdi:
“prensesim ,” “Benimle bu masalın içinde sonsuza dek kalmak ister misin? Bu krallıkta, yalnızca seninle hüküm sürmek istiyorum.”
Gözlerimi ona diktim. Kalbim hızlanmıştı. Bu sadece bir oyun olmalıydı ama sanki kelimelerin altında başka bir anlam gizliydi. Söylediklerinde hissettiren bir samimiyet vardı.
Bir anlık sessizlikten sonra hafifçe gülümseyerek karşılık verdim. “Seninle her anı paylaşmak istiyorum. Bu krallığı birlikte yönetmek, sonsuza kadar senin yanında olmak. istiyorum ..”
Korkut bir adım daha yaklaştı. Artık tamamen karşımdaydı. “O zaman,” dedi,önümde eğildi , “Bu krallığın kapıları sonsuza kadar senin için açık olacak, prensesim.”
Gülmemek için kendimi zor tutuyordum ama hemen rolüme geri döndüm. “Seni seviyorum, prensim,”
“Seni ve doğmamış çocuklarımızı seviyorum, prensesim,” dedi, yüzünde şeytani bir sırıtışla.
“Ne?!” dedim, şaşkınlıkla. “Korkut, bu masalda böyle bir replik yok! Ne yapıyorsun sen?”
Mihri hemen araya girip kaşlarını çattı. “Evet dayı, çocuk falan yazmıyor. Nereden çıktı şimdi bu?”
Korkut, ciddi bir ifadeyle bize baktı. “Prensesim, yoksa sinirlendiniz mi?”
Ellerimi belime koyarak, sahte bir öfkeyle ona döndüm. “Sinirliyim evet, prensim. Şu an sizi öldürmemek için kendimi zor tutuyorum!”
Korkut, gözlerini kısarak meydan okuyan bir ifadeyle eğildi. “Ah, beni öldürüp tek başınıza mı krallıkta hüküm süreceksiniz?”
-“Güzel bir fikir, prensim.”
Korkut, bu sözlerime eğilerek bir reverans yaptı. “O zaman, öldürün beni prensesim. Ama bilin ki, sizin ellerinizde ölmek bir şeref olurdu.”
Kahkahalarımı zor zapt ederken, başımı iki yana salladım. “Ah, prensim, canınızı bana bu kadar kolay teslim etmeyin. Sizi biraz süründürmeden öldürmek istemem.”

Korkut, tehditten hoşlanmış gibi sinsi bir gülümsemeyle yüzüme baktı. “Prensesim, size bu sert tavırların çok yakıştığını söylemiş miydim?”
Kaşlarımı kaldırıp bir adım geri çekildim. “Prensim, kudurdunuz mu yoksa?”
O ise sanki bu lafı bekliyormuş gibi rahat bir şekilde göz kırptı. “Prensler, prensesleri için her zaman kudurur.”
Artık kendimi tutamıyordum. Kahkahamı bastırmaya çalışarak sordum, “Prensim, bana mı yürüyorsunuz yoksa?”
Korkut omuz silkti, başını eğip biraz daha ciddiyet takınarak, “Evet, prensesim, size yürüyorum. Umarım telefon numaranızı alabilirim. Hat çekmezse karşı krallıkta size kontör yüklemek zorunda kalırım.”
Şaşkınlıkla bir kaşımı kaldırıp yüzüne baktım. “Ah, prensim, telefon da ne demek?
Korkut suratını hafifçe buruşturup alaycı bir ses tonuyla cevap verdi. “Prensesim, yoksa hâlâ eski çağlarda mı yaşıyorsunuz?
Omuz silkip burnumu havaya kaldırdım. “Prensim, fazlasıyla küstahsınız.
Gözlerini kısarak hafif bir tebessümle eğildi. “Siz de, prensesim, fazlasıyla kibirlisiniz. Kaf Dağı’ndaki Anka Kuşu kadar ulaşılmazsınız.”
“Ve size bir sır vereyim,” dedim, sesime meydan okur bir ton ekleyerek. “Bana asla ulaşamazsınız.”
“Prensesim,” dedi yavaşça, sesi bu kez garip bir şekilde yumuşamıştı. “Ömrümün sonuna kadar size ulaşmaya çalışacağım.”
Kaşlarımı çattım, yüzümde alaycı bir ifade belirdi. “Deseniz de boşa geçmiş bir ömür olurdu, prensim.
Gözleri hafifçe kısıldı, sanki söylediklerimi tartıyordu. “Prensesim, beni anlamıyorsunuz. Size aşkımı anlatabilmek için elimden geleni yapacağım.”
Başımı iki yana salladım. “Prensim, seni anlamama asla izin vermedin. Sana aşık olduğum o ilk an, kalbimi kırdığın ilk andı.”
Korkut bir an durdu, sanki söylediklerim gerçekten canını yakmış gibiydi. “Prensesim, Daha fazla kırılmaman için seni uzaklaştırmaya çalıştım. senin sevgin , bana fazlaydı... Çok fazlaydı.”
Bakışlarımı sertleştirip ona bir adım daha yaklaştım. “Ama senin aşkın çok azdı, prensim. Çok az.”
“Beni affeder misiniz, prensesim?”
Derin bir nefes alıp bakışlarımı kaçırdım. “Artık istemiyorum, prensim. Senin aşkınla yalnız yaşamayı öğrendim. Sana ihtiyacım yok.”
Bu sözlerle ikimiz de bir an duraksadık. Sanki oyun içinde oyun oynuyorduk. Ya da söylediklerimiz, itiraflar ve inkârlarla karışmış gerçek hislerdi.
Korkut derin bir nefes alarak bir adım daha yaklaştı. “Söyle, beni affetmek için ne yapmalıyım?”
““Hiçbir şey,” dedim, yüzüme inatçı bir ifade yerleştirerek. “İmkansız katır gibi anırsanız bile affetmem.”
“Affet,” dedi Korkut, sesi alttan alta yalvaran bir tona bürünmüştü.
“Asla affetmem, prensim,” diye kestirip attım, inatçı bir tavırla.
“İnatçısın,” dedi gözlerini kısıp bana bakarak.
“Prensim, imkansız. Seni affetmem asla gerçekleşmeyecek. Masallarda bile.”
“İmkansız mı?” diye yineledi, yüzünde hafif bir hayal kırıklığı ifadesi vardı.
“Evet,” dedim, derin bir nefes alarak. “İmkansız olan her şey gibi. Olmaz denilen her şey gibi imkansızsın. Belki de haklıydın… İkimizin sevgisi eşit olmadığı için imkansızsın. Bana umut vermedin ben kalbimde seni çok büyüttüm ”
- “Prensesim, kalbine acı verdim. ”
Başımı yana çevirip soğuk bir ifadeyle mırıldandım. “Unuttum . Sen de unut.”
Bir an afallamış gibi yüzüme baktı. Gözlerinde tuhaf bir derinlik vardı, ama ben içimdeki huzursuzluğu bastırarak bakışlarımı ondan kaçırdım. Haklıydım, belki de gerçekten haklıydım. Ama artık ne önemi vardı? İtiraf etmek istemesem de, yaşamaya dair umudum azalmıştı. Mihri olmasa tutunacak bir ailem bile yoktu. Korkut ise... O herhangi bir anda beni terk edebilirdi. Yarı yolda bırakacağı kesindi çünkü o, var gibi olup aslında yoktu.
“Unutmam,”
“Unut,” diye tekrar ettim.

"Unutmam, prensesim. Yaşlanıp Alzheimer’lı bir kral olsam bile sizi unutamam. Gerekirse bastonla peşinizden koşarım,"
"Ölene kadar bana kurtuluş yok, mu?"
, "Dayı, prensese yalvar..." Mihrin'in sesiyle gerçekten role dönmem gerektiğini fark ettim. Ne yapıyorduk? Şu an resmen birbirimize rol yapmaktan çıkıp, itirafçı oluyorduk! Toparlanmam gerekirdi.
Korkut cevap verecekken, "Ayy, Korkut! Ciddiyet ya! Role odaklan artık!" dedim, hafifçe bağırarak. "Bir saattir saçma sapan şeyler söylüyoruz!"

Bunu duyunca hafifçe gülümsedi. “Ne oldu, prenses? Etkilendin mi yoksa?”
“Çok beklersin, Nemrut Prens!” dedim,
Korkut omuzlarını hafifçe silkip başını eğdi ve telefonuna bakmaya başladı. Onun bu umursamaz tavrı sinir bozucuydu.
“Beni ciddiye almıyorsun, değil mi?” dedim, gözlerimi kısarak.
Tam bu sırada Mihrin, ikimize gülümseyerek baktı. Küçücük ellerini çırpmaya başladı. “Masallardaki gibi konuşuyorsunuz! Çok komik!”
“Keyfiniz yerinde mi, küçük hanım?” diye sordum, ona kaşlarımı kaldırarak.
“Evet!” diye sevinçle bağırdı. “Devam edin, lütfen! Masalın en heyecanlı yerindesiniz!”
Ben ve Korkut, birbirimize bakıp aynı anda başımızı iki yana salladık. Mihrin’in bu masum ama şakacı tepkisiyle rolümüze geri döndük. Ama içten içe ikimiz de bu saçma oyun içinde gerçek duygularımızı mı saklıyorduk, emin değildim.Sonunda sahnemizi düzgünce oynayıp hikayeyi büyük bir ciddiyetle tamamladık. tam o sırada, mihri koltuktan bir örtü alıp kendi üzerine doladı. Küçük adımlarla dolanarak, bizim sahneyi taklit etmeye başladı. “Ben de prensesim!” diye bağırıyordu, Korkut’la göz göze geldik, ikimiz de sessizce kenara çekilip Mihri’yi izlemeye koyulduk. Yüzlerimizde aynı anda birer gülümseme belirdi. Onun mutluluğu her şeye değerdi.
Korkut, üzerindeki pelerin görevini tamamlamış gibi örtünün düğümünü çözdü ve koltuğa oturdu. Mihri ise bir an bile tereddüt etmeden onun kucağına yerleşti. Kollarını dayısının boynuna doladı, belli ki biraz sevgi istiyordu.

Odaya gidip üzerimdeki elbiseyi çıkardım. Yerine pijamalarımı giydim. Aynada kendime baktığımda yüzümde huzurlu bir ifade vardı. Bugün iyi geçmişti. Korkut, Mihri’nin ödevleriyle meşguldü. Gözlerimi onların olduğu salondan ayırıp mutfağa yöneldim. Kahve yapmak aklıma geldi, ama bir sorun vardı: Korkut’un kahveyi nasıl içtiğini hiç bilmiyordum. Tezgâhın başında bir süre durup düşündüm. Sonunda salona doğru seslendim:
"Kahven nasıl olsun?"
Cevap gelmedi. Bir kez daha başımı uzatıp seslendim:
"Korkut?"
Tam o anda, arkamdan gelen o sakin ve derin sesi duydum: "Sade."
Hızla geri döndüm. Korkut, elinde Mihri’nin ödev kağıtlarıyla karşımda duruyordu. Bir an irkildim.
"Korkut! Sessizce yaklaşmasana!" dedim, hafifçe gülerek.
Omuzlarını silkti. "Mihri’nin ödevlerini bitirdik," dedi, bir kağıdı Mihri’ye uzatırken. "Şimdi tabletten çizgi film izleyecekmiş."
Ardından, düşünceli bir şekilde konuştu: "Tableti saklasam mı acaba?"
Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Neden saklayasın ki?" diye sordum.
"Fazla çizgi film izliyor," dedi, kaşlarını hafifçe çatarak.
Bu ciddi tavrı beni hem güldürdü hem de şaşırttı. "Off, sakin ol Korkut. Çocuk bu, ne yapsın? Tabii ki çizgi film izleyecek,"
Korkut bir şey söylemedi, sadece iç çekip başını iki yana salladı. Hafifçe gülümseyerek omuzlarımı silktim ve tekrar mutfağa döndüm.
Bir süre sonra kahveleri hazırlayıp fincanları tepsiye koydum. Salona döndüğümde, Korkut hâlâ Mihri’nin kağıtlarını toparlıyordu. Sessizce yanına yaklaşıp bir fincanı önüne bıraktım.
"Buyur, sade kahven," dedim, hafif bir gülümsemeyle.
Başını kaldırıp teşekkür etti, sonra fincanı eline aldı. İkimiz de kahvelerimizi yudumluyorduk. Ancak bir şey dikkatimi çekmişti: Korkut’un bakışları sürekli telefonuna kayıyordu. Parmakları ekranda hızlıca hareket ediyor, bir şeyler yazıyordu.
Ona belli etmeden izlemeye başladım. Sessizce, her hareketine odaklanmıştım. Kaşlarının hafif çatılışı, dudaklarının düşünceli kıvrımı, bakışlarındaki odaklanma... Tüm bu küçük detaylar dikkatimi çekiyor ve beni huzursuz ediyordu.
Sonunda dayanamayıp sordum: "Önemli biri galiba."
Başını kaldırıp yüzüme baktı. Kaşlarımın altındaki meraklı bakışlarımı görmüş olmalıydı.
"Mesajlaştığın kişi," diye devam ettim, cümlemi tamamlayarak. "Önemli biri mi?"
Bir an duraksadı. Sonra kısaca cevap verdi: "Evet, önemli."
O an içimde tuhaf bir şey kıpırdadı. Cevabı net ve basitti, ama bu açıklık beni rahatlatmak yerine daha çok rahatsız etti. Kimdi bu kişi? Neden bu kadar sık mesajlaşıyorlardı? Ve neden şu an kendimi tamamen görmezden gelinmiş gibi hissediyordum?
Gözlerimi kahve fincanıma diktim. "Anladım," dedim, sönük bir sesle.
. Korkut, telefonu elinden düşürmeden yazmaya devam ediyordu.
O anda tek istediğim, telefonunu bir kenara koyması ve bana bakmasıydı. Ama o bunu yapmadı.
Sonunda telefonunu cebine koydu. Sesindeki soğuk bir tonla, "Benim gitmem gerekiyor," dedi.
Bir an durup ona baktım. İçimdeki hayal kırıklığını saklamaya çalışıyordum. Ama sesimdeki öfkeyi kontrol etmekte zorlanarak, "Git," dedim.

Korkut hâlâ telefonuna bakıyordu. Bir yandan ekrana odaklanmış, diğer yandan rahat bir tavırla sordu: "Bir sorun mu var, Kardelen?"
"Yok, ne sorunu? Sen git," dedim, soğuk bir sesle.
Kafasını kaldırıp yüzüme baktı ve alaycı bir şekilde gülümsedi. "Anladım ben."
Kaşlarımı çatarak, sinirle sordum: "Neyi anladın acaba?"
"Gitmemi istemiyorsun," dedi, o kadar kendinden emin bir şekilde ki, bu sözler beni delirtmeye yetti.
Kafamın içi bir anda sorularla dolmuştu: Az önce mesajlaştığı kimdi? Onun yanına mı gidiyordu? Bir kadın mıydı? Bu düşüncelerle öfkem iyice büyüyordu. "Saçmalama," dedim, ama sesim titriyordu.
Korkut, gözlerini hafif kısarak beni süzdü. "Anlaşılan özel gününe yaklaşıyorsun. Gerçi iki hafta sonra olacak ama, şimdi belirtilerini göstermeye başlamışsın."
Bu kadar kişisel bir konuda konuşması sinirlerimi iyice gerdi. Sinirle bağırdım: "Korkut, sence fazla samimi olmadık mı? Sapık mısın sen ya?"
Omuzlarını silkti. "Üç ay aynı evde yaşadık," dedi, sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi.
"Bu farklı!" dedim, sesim artık titriyordu. "Regl tarihimi bilmen... rahatsız edici."
Korkut, sakin ama bir o kadar da kendinden emin bir tavırla devam etti: "Her ayın sekizinde karnını tutuyorsun, sürekli kusuyorsun, evdeki halıları kedi gibi tırmalıyorsun, yaz sıcağında bile üç çift çorap giyiyorsun... Mihrin’in çikolatalarını çalıyorsun ve dudağın titriyor. Ağlayacak bir neden buluyorsun. Daha sayayım mı?"
Söylediklerini öylesine sıradan bir şekilde dile getirmişti ki, bu beni daha da sinirlendirdi. "Kes şunu! Bu konuyu kapat! Utanıyorum!"
Korkut kaşlarını kaldırdı. "Saçmalıyorsun şu an. Bu utanılacak bir şey mi? Gayet normal bir durum."
Şaşkınlıkla ona baktım. "Normal bir durum mu?" dedim alaycı bir şekilde. "Bak, Korkut, önüme gelen her erkeğe regl olduğumu söylemiyorum. Senin bu konuyu böyle rahatça dile getirmen... tövbe tövbe."
Korkut derin bir nefes aldı ve yüzündeki rahat ifade ciddiyete döndü. "Anlaşıldı, ben gidiyorum," dedi, sesinde sert bir ton vardı. "Amacım sapıklık değildi, sadece seni anlamaya çalışıyorum. Ama sen yine tartışacak bir konu buldun."
Bir an duraksadı, ama sonra omuzlarını silkip kapıya yöneldi. "Her neyse, sakinleş. İlaçlarını içmeyi unutma."
- Korkut’un sözleri hâlâ zihnimde yankılanıyordu. İçimde, bir yerlerde, anlatamadığım bir öfke vardı. Ama bu öfke ona mı yoksa kendime mi yönelmişti, bilmiyordum.
“Kaçıyorsun, Korkut.”
“Kaçmıyorum,” dedi, sesi her zamanki gibi sakindi “Kalırsam, kalbin kırılacak. sinirlerin bozulmuş durumda.”
Beni anladığını mı sanıyordu? Öfkemi, korkularımı, içimdeki karmaşayı bildiğini mi düşünüyordu?
“Sorun bende mi yani?” dedim, kollarımı göğsümde kavuşturarak.
Başını olumsuzca salladı. “Kardelen, yorma.”
“Ben mi seni yoruyorum? Sadece rahatsız olduğum bir konuyu dile getirdim.”
Gözlerini kaçırdı. “Kardelen, seni üzmek istemiyorum. , yapma. İyi olmadığın ortada.”
Kaşlarımı çattım. “Ne demek istiyorsun?”
Derin bir nefes aldı. “İyi değilsin ve yanında kalsam bile bu düzelmeyecek. Bir boşluğun içindesin. Bunu yapma, seninle tartışmak istemiyorum”
Birden içimde bir şey koptu. Göğsümde, derinlere bastırdığım o yara kanamaya başladı. Kalbimde tarifsiz bir acı hissettim.
“Bak, sadece… seni iyi hissettirmeye çalışıyorum. Ama sen her şeye sinirleniyorsun ve ben seni anlamıyorum. Ne hissettiğini söyle bana. Söyle ki ona göre yanında olayım ya da gideyim. Ama sen… bu değilsin. Yapma. Bana duygularını dürüstçe anlat.”
Duygularım mı? O kadar karmaşıktı ki…
Sustuğumu fark ettiğinde, sesini biraz daha yumuşattı. “Ben asla duygularımdan kaçmadım sana geldim ama sen… kaçıyorsun. Duygularını öğrenmeye hakkım var, değil mi? En azından bunun için tartışma çıkarmayacaksın.”
Ona ne diyeceğimi bilmiyordum. Duygularım boğazıma düğümlenmişti. Gözlerimi kaçırdım, kelimeler zihnimde dolaşıyor ama dudaklarımdan dökülemiyordu.
Bir an daha bekledi.
“Susuyorsun… Tamam.” sesinde kırgınlık saklıydı. “Sana kızmıyorum. Beklerim ben.”
Bekler miydi gerçekten?
Bir şey söylemek istedim. Ama ne? Kafamda yankılanan düşünceler, duygular, hepsi birbirine dolanmış bir düğüm gibiydi. Ne çözülebiliyordu ne de yok oluyordu.
O ise hâlâ oradaydı, sabırla, belki de umutsuzca bir şey duymayı bekliyordu. Ama ben… suskunluğuma hapsolmuştum.
Ve en sonunda, hiçbir şey söylemediğimi fark ettiğinde, derin bir nefes aldı.
Gözleri bir an daha üzerimde gezindi. Sonra… kapıyı sertçe çekip çıktı.
Ardında bomboş bir sessizlik bıraktı.
Ama benim içimde fırtınalar kopuyordu. Korkut kapıyı çekip gittikten sonra içimde bir şey koptu. O zamana kadar kendimi zorla ayakta tutmuş, hislerimi bastırmış, dik durmaya çalışmıştım. Ama o an... sanki içimde tuttuğum her şey birdenbire serbest kaldı. Göğsümde bir ağırlık vardı, nefes almakta zorlanıyordum.
Bir adım attım, sonra bir adım daha. Ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Sonunda salonun ortasında durdum. Sadece nefes alışlarımı duyabiliyordum. Sonra gözlerim doldu. Önce sadece bir yanma hissi, ardından ağır ağır süzülen gözyaşları... Kendimi daha fazla tutamadım.
Koltuğa oturup dizlerimi karnıma çektim, ellerimi yüzüme kapattım. İçimde ne varsa gözyaşlarıma karışarak dökülüyordu. Korkut’un sesi yankılanıyordu zihnimde:
"Bana hissettiklerini söyle."
Söyleyemezdim. Söylemek istemiyordum. Çünkü eğer hissettiklerimi dile dökersem, geri dönüşü olmayacağını biliyordum. Eğer konuşursam, duvarlarım yıkılacaktı.
Titreyen ellerimle telefonumu aldım, ama ne yapacağımı bilmeden sadece ekrana baktım. Tam o sırada mesaj sesi duyuldu. Kalbim aniden hızlandı. Ekrana göz gezdirirken parmaklarım bir anlığına titredi.
"Ağladığını hissediyorum. Sakın ağlama."
Gözlerim ekrana kilitlendi. Nefes alışım değişti, boğazımdaki düğüm daha da sıkılaştı. Korkut… O, nasıl hissedebiliyordu? Daha yeni gitmişti, ama hâlâ beni görebiliyormuş gibi bir mesaj atmıştı.
Telefonu elimde sıkıca tutarken ekrana uzun uzun baktım. Gözyaşlarım hâlâ yanaklarımdan süzülüyordu. Tam mesajları kapatıp telefonu bir kenara fırlatacaktım ki bir bildirim sesi daha geldi.
"Sana bekleyeceğim dedim. Gözyaşlarını boş yere akıtma. Sümüğünü sakın koltuğa sürme."
Bir an ne yazdığını idrak edemedim. Sonra gözlerim kocaman açıldı.
Ne?
Hızlıca etrafıma baktım. Koltuğa mı sürmüştüm? Hayır, hayır! Sadece ellerimle silmiştim gözyaşlarımı!
Sinirle telefonu kavrayıp ekrana yazmaya başladım.
- Sümüğümü koltuğa sürmüyorum ben, Korkut!
Birkaç saniye bekledim. Üç nokta belirdi. Yazıyor
du.
- Yeşil sümük gördüm koltukta.
Ağzımdan öfkeli bir inilti çıktı. Kaşlarımı çatıp koltuğa baktım. Bomboştu!
- KOOORKUT, İFTİRA ATMA!
Hemen ardından bir kahkaha emojisi geldi. korkut emoji kullanmıştı fazlasıyla garipti
Sinirliydim, ama... bu laf dalaşı garip bir şekilde hoşuma gidiyordu. Parmaklarım telefonun ekranında hızla ilerlerken, bir yandan da sinirden tüylerim diken diken oluyordu. Ama bir şey vardı; Korkut'la bu tartışmalar beni tuhaf bir şekilde rahatlatıyordu.
Sakinleşmek ister misin
Gözlerimi kıstım, sinirim daha da arttı. Parmaklarımın ekranı delip geçmesini beklercesine hızlıca yazdım:
“Nasıl sakinleşebilirim ki? Beni sinirlendirecek şeyler yapıyorsun!”
Cevap beklerken, telefonum bir titreşimle öttü. Neredeyse hemen bırakacaktım telefonu, ama o an ekranımda bir bildirim belirdi.
Bir çalma listesi bağlantısı. Korkut’tan gelen bir mesaj.
Senin için hazırladım. Umarım müzik zevklerimiz benzerdir.” yazmıştı.
Bir an duraksadım. O an bir his vardı, içimdeki merak canlandı. Ama kafam karışıktı. Bir yandan sinirli, bir yandan da bu garip ilgiye karşı kayıtsız kalamıyordum. Hemen cevap verdim:
Ortak bir noktamız olamaz bizim.”
Bekledim. Cevap geldi:
Belki de, ama dinlemeden bilemezsin.”
Gözlerim kısıldı. O yine bildiği yoldan gitmişti. Sinirlerim biraz daha gerilmişti ama bir yandan da bu yanıtı hoş bulmuştum. Ancak hâlâ o çalma listesine şüpheyle bakıyordum.
“Saçma. Bence sen böyle şeylere zaman harcayacak adam değilsin.” diye yazdım.
Telefonumdan gelen sessizlik... Sesli yanıt almayı beklerken, birkaç dakika geçti. Cevap gelmedi. Bir süre sonra, bağlantının silindiğini fark ettim.
Haklısın.” diye yazmıştı.

O an bir garip hisse kapıldım, kalbini kırmıştım. Özlem haklıydı, bazen yabanilik ediyordum. Ama ben acıtarak sevmeyi öğrenmiştim. Şimdi, bana bu kadar düşünceli yaklaşması... İyi ki yanımda değildi, yoksa kesin dudağına yapışırdım. Ben kudurmuş olabilirdim, değil mi?
O sırada Mihri yanıma geldi, tabletten çizgi dizisini gösterdi. Ama ben, aklım Korkut’ta takılı kaldı.
"Bak güzelim, ben bir arkadaşımla konuşacağım, sonra izleriz olur mu?"
"Banane."
"Mihrim, hadi ama, sonra yanına gelirim, birlikte izleriz."
"Tamam, bekliyorum ama gelmezsen küsüp ağlarım."
"Söz bir tanem."
Ama şu an gerçekten merak ediyordum, o müzik listesinde neler vardı? Hem de nasıl bir listeydi bu? Fakat o silmişti, deli gibi merak ediyordum.
Hızla yazdım:
"Korkut, şey... şaka yaptım."
Ekranda ‘Görüldü’ yazısını gördüm. Bir süre düşünmeden ekrandan gözlerimi alamadım. Hemen bir üzgün emoji gönderdim.
"Ah, olmamıştı!" , hemen üzgün köpek emojisini kullandım.
Ama yine, ‘Görüldü’ yazısı belirdi.
"Yavru kedi emojisine kimse hayır diyemezdi." bu sefer onu gönderip bir umut bekledim.
Ama yine, ‘Görüldü’...
"Korkut, hadi ama, deli gibi merak ediyorum!" diye yazdım, içimdeki merak bir türlü dinmiyordu.
Yine cevap gelmedi. O kadar merak içindeydim ki, hemen bir ses kaydı göndermeye karar verdim.
Korkut, özür dilerim. Sen iyi bir adamsın, ben de aksi bir kadınım.
Bir süre sonra cevap geldi:
“Bu ses kaydını silmeyeceğim. Bazen sana hatırlatmakta fayda var.”
Bunun üzerine, küçük bir gülümseme yüzümde belirdi. Hızla yazdım:
Fırsatçısın.”
Ve bağlantıyı tekrar gönderdi.
Ekranda yeni bağlantıyı görünce içimdeki merak tekrar alevlendi. Hızla tıkladım. Ancak bağlantıyı açar açmaz başlığını gördüğümde nefesim kesildi. Şaşkınlıkla, ekrana bakarak derin bir nefes aldım.
“Ağlayan sümüklü böcekler için dinlenecek şarkılar ”
“KORKUT, BU NE?!”

Sadece dinle, seni sakinleştirmesi için hazırladım her gece senin için yeni şarkı ekleyeceğim
artık çevrimdışıydı.


Bir süre telefonu elimde tuttum. kulaklığımı taktım
Şarkılar yavaş yavaş akmaya başladı. İlk melodiler duyulduğunda içimde istemsiz bir huzur yayıldı. Şarkılar... o kadar güzeldi ki. . Sanki biri gelip başımı okşuyormuş gibi hissettirdi. mutfağa gidip bir kahve hazırladım bazen haksızlık edip dağ sığırcığı diyordum ama tatlı bir sığırcıktı
Telefonu elimde tutarak listeyi dinlemeye devam ettim.
Pencereden dışarı baktım. Şehrin ışıkları, uzaktaki binaların siluetleri, sokak lambalarının yansıması… Hepsi birbiriyle karışıyordu. Ama ben buradan uzakta bir yerdeydim artık.
Bilinçsizce, Korkut’la olan anılarım gözümün önüne gelmeye başladı. İlk tanıştığımız an. Onu kaybetme korkusu... yanımda olması acımı dinlemesi her şey zihnimdeydi ölünceye kadar unutamayacağım kadar anılar vardı kalbimde
Nefesim düzensizleşmişti. Elimi boynuma götürdüm, hafifçe ovdum.
Sonra şarkı değişti.
Ve o şarkı çalmaya başladı
Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi…
Gözlerimi kapattım.
Bir akşamüstü, Korkut’la yan yana durduğumuz bir anı hayal ettim. Uçsuz bucaksız bir sahildeydik. Ayaklarımız denize yakın, ama suya değmeyecek kadar uzakta. Güneş, ufukta yavaşça batıyordu. Rüzgâr saçlarımı savuruyordu ama ben sadece ona bakıyordum.
Ama bu yalnızca bir hayaldi. Gerçek olan, şu an odamda, yalnız başıma oturduğumdu.
Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken…
Gözlerim doldu. Şarkı devam ederken, bir damla yaş süzüldü yanaklarımdan.
Sana söyleyemediğim onca şey varken, şimdi burada yalnız başıma seni düşünüyorum,
Bir orman, bir gece kar altındayken
Çocuksu, uçarı koşmak seninle
Elini avcumda bulup yitirmek, yitirmek
Sığınmak ellerine, sığınmak bir gece vakti
Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken
Bir kenti böylece bırakıp gitmek
İçinde bin kaygı, binbir soruyla
Bitmemiş bir şarkı, dudağında bir yarım ezgi
Sığınmak şarkılara, sığınmak bir ömür boyu
Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi
Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken…
Gözyaşımı silmedim
Belki de bazen insan, bir şarkının içinde kaybolmaya izin vermeliydi
Dudaklarım istemsizce kıvrıldı. Ve… gülmeye başladım. Önce hafifçe, sonra bastıramadığım, gözyaşlarımın arasına karışan garip bir kahkaha yükseldi odamda.
Bir elimle gözlerimi silerken diğer elimle telefonumu göğsüme yasladım. İçimde tuhaf bir sıcaklık vardı. Ne tam anlamıyla mutluluk ne de üzüntüydü. Sadece... tarifsiz bir şeydi.
Korkut.
beni güldürebiliyordu tam zamanında, tam olması gerektiği gibi hayatıma dokunabiliyordu.
Derin bir nefes aldım ve başımı koltuğa yasladım.
Ağlamam durmuştu. Ama içimde başka bir fırtına kopuyordu.Geriye, bomboş bir sessizlik kaldı. Ama benim içimdeki gürültü susmamıştı. Kafamın içinde yankılanan tek bir düşünceyle boğuşuyordum: Telefondaki kişi kimdi?.... kıskançlık bedenimi ele geçirmişti
Tam bu soruya takılmışken, telefonum çalmaya başladı. Ekrana baktığımda, arayanın Çağdaş olduğunu gördüm.
O an, aylar önce verdiğim kahve sözü aklıma geldi. O gün… Korkut yoğun bakımdaydı. Ben ise tamamen kendimden kopmuştum. O günden sonra Çağdaş’ın varlığını neredeyse unutmuştum.
Telefon üç kez daha çaldı. Ama açmadım.
Şu an kimseyle konuşacak hâlde değildim.
Zihnim hâlâ Korkut’ta takılı kalmıştı. Ona çok sert davranmıştım.
Belki de kıskanmıştım.
Ama elimde değildi.Kendi kendime mırıldandım: "Aferin, Kardelen. Çok güzel. Resmen adamı kendinden soğuttun.
Başımı ellerimin arasına alıp oturdum. Gözlerim doluyordu. O an kendime kızgındım.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bölüm : 30.01.2025 20:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...