46. Bölüm

GERÇEKLEŞMEYEN HAYALLER

Berfu
morzamiku


"Sarıldın sıkıca , biliyor musun ? Bir daha hiç kimse öyle sarılmadı bana . "
Sayfa 27
Kelebeğin Rüyası

Zeynep Hanım, Yıldırer’in odasına girdiğinde yüzünde hiçbir merhamet belirtisi yoktu. Ellerini sıkıca göğsünde kavuşturmuş, kaşlarını çatmıştı. Odanın içi soğuktu; sadece eski bir masa, dağınık bir yatak ve köşede kıvrılmış bir oğlan vardı. Yıldırer, başını ellerine dayamış, sessizce yerde oturuyordu. Yüzü solgundu, bakışları boşluğa dalmıştı. Annesinin gelişini fark etti ama başını kaldırmadı. Belki de kaldıracak gücü yoktu artık.

Zeynep Hanım, derin bir nefes aldı ve odanın ortasına doğru birkaç sert adım attı. Ayakkabılarının yere vuruşu, sessizliği delip geçen bir tokat gibiydi. Bir an Yıldırer’e baktı, sanki bir yabancıya bakar gibi; ne sevgi ne de merhamet vardı gözlerinde. Gözleri yalnızca öfkeyle parlıyordu.

“Bu ne hâl, ha? ! Bir köşe bulup oraya sığınmışsın, sanki acınası hâlinle bir şeyleri değiştirebileceksin!” dedi . Yıldırer, başını kaldırmadan aynı pozisyonda kaldı. Zeynep Hanım bu tepkisizlik karşısında daha da hiddetlendi.
Senin bu suskunluğunla beni yıldıracağını mı düşünüyorsun? Her şeyi mahvettin!
Yıldırer’in elleri biraz titredi. Sessizliği bozmamak için dişlerini sıkarak kendini tutmaya çalıştı, ama bu çabası Zeynep Hanım için yeni bir kıvılcımdı. Kadın, oğluna doğru eğildi ve soğuk bir sesle, “Bak bana!” diye emretti. Yıldırer’in başı hâlâ eğikti.

Zeynep Hanım bir an durdu ve nefesini kontrol etmeye çalıştı, ama öfkesine yenik düştü. Masanın üzerindeki kitapları hızla yere savurdu. “Konuşsana! . Kitapların yere çarpış sesi odayı doldurdu, ama Yıldırer yine de hareket etmedi. Yalnızca gözlerini sıkıca yumdu.

“Senin yüzünden oldu her şey. Benim bu hâle gelmem? Senin yüzünden. Sen, bu ailenin yüküsün, anladın mı? Bir yük!”

Bu son sözler Yıldırer’in ruhunda derin bir yara açtı. Birkaç saniye sessizlik oldu, ama bu sessizlik Zeynep Hanım’ın öfkesinden daha da ağırdı. Kadın, Yıldırer’in omzuna bir kez daha yaklaştı ve soğuk, tehditkâr bir şekilde, “Burada oturup beni deli etme. Kendini de bizi de kurtar, öl ..... ! Evdeki tüm huzuru kaçırıyorsun neden ölmedin ki karnımda ölmen için her şeyi yaptım ama sen bana tutundun beni mutsuz etmek için bu dünyaya gönderilmiş bir yüksün
Zeynep Hanım, Yıldırer’in sessiz ve tepkisiz duruşuna bakarken adeta deliye dönüyordu. . Zeynep Hanım birden hışımla Yıldırer’in yanına yürüdü. Gözleri öfkeyle dolu, nefesi hızlanmıştı.

“Beni dinlemeyecek misin?!” diye bağırdı. Ve hiç tereddüt etmeden elini kaldırıp Yıldırer’in yüzüne sert bir tokat indirdi. Tokadın şiddetiyle Yıldırer’in başı yana savruldu. Ama Zeynep Hanım bununla yetinmedi. "Konuş! Beni delirtme!" diye bağırarak omzundan tutup onu silkelemeye başladı.

Yıldırer’in hâlâ sessiz kalması, kadının öfkesini daha da büyüttü. “Sen insan mısın?! Sana bir şey söylüyorum! İnsan gibi cevap ver bana!” diye bağırarak bu kez diğer yanağına bir tokat daha attı. Yıldırer, yüzünde biriken acıyı belli etmemek için dişlerini sıkarken gözlerini hâlâ yere dikmişti. Ama bu sessizlik, Zeynep Hanım’ın sabrını tamamen bitirdi.

“Beni delirtmek mi istiyorsun?!" dedi, sesi çatallı bir şekilde yükselirken. Yıldırer’in kolundan sertçe çekerek onu ayağa kaldırdı ve omuzlarından tutup duvara doğru itti. " bir eliyle oğlunun yanağını tutup onu kendine bakmaya zorladı.

Ama Yıldırer, annenin gözlerine bakmayı reddetti. Bu tavır, Zeynep Hanım’ı iyice çileden çıkardı. “Kafana sok bu dediklerimi! Sen bu evin yüz karasısın!” diye bağırırken, bir tokat daha attı. Yıldırer başını yavaşça yana çevirdi, dudaklarının kenarından ince bir kan sızmaya başlamıştı.

Kadının nefesi kesilmiş gibiydi, öfkesi dinmek bilmiyordu. “Beni bitirdin! Hayatımı mahvettin! Senin yüzünden insanlar arkamdan konuşuyor Senin gibi bir evladım olduğu için utanıyorum! Herkes benim anneliğimi sorguluyor!" diye bağırırken, onu sert bir şekilde yere itti.!” diye bağırarak, bu kez eliyle sert bir şekilde Yıldırer’i itekledi. Yıldırer, sırtını duvara dayadı ve yere çöktü, ama yine de tek kelime etmedi.

“Sen... Sen benim yükümsün,
Yıldırer başını önüne eğdi, ama annesinin sert sözleri kalbinde derin yaralar açmıştı. Yıllardır süren tartışmaların sona ermesini, annesinin bir gün ona sevgi gösterebileceğini umuyordu. Ancak o umudu, annesinin her kelimesiyle biraz daha soluyordu.

“Beni deli etmeyi bırak! Sessiz sessiz durup beni sinirlendirme!” diye bağırdı Zeynep Hanım, sesinde nefretle harmanlanmış bir öfke vardı.

“An...” diyecek oldu Yıldırer, ama Zeynep Hanım onun sözünü yarıda kesti. “Bana anne deme! . “Hâlâ anlamıyor musun? Benim tek bir çocuğum var, o da Kardelen!”

Bu sözler, Yıldırer’in yüzüne atılmış bir tokattan farksızdı. Sessizce yerinden kalktı, gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı ama ağlamamak için dudaklarını ısırdı. Bir şey söylemek istiyordu, ama kelimeler boğazına düğümleniyordu.

Sonunda, hüzünlü bir sesle konuştu: “Haklısın. Ben senin oğlun değilim, anne. Ben sadece kardeşimin abisiyim.”

Zeynep Hanım, bu sözlerle daha da öfkelendi. “Sana sus dedim!” diyerek Yıldırer’in yanağına sert bir tokat attı. Yıldırer, tokadın acısını hissetti ama daha çok yüreği sızladı. Başını kaldırdı, gözlerindeki acıyla annesine baktı.

“Anne... .... Annesinin yüzünde en ufak bir şefkat belirtisi arıyordu. “Bir kere... Bir kere de beni sevsen. Her gün Kardelen’i seviyorsun. Bir gün... Bir saat de olsa beni sevsen.

Zeynep Hanım’ın yüzüne acımasız bir gülümseme yerleşti. O gülümseme, Yıldırer’in içindeki tüm umutları yerle bir etti. Soğuk, donuk bir sesle konuştu: “Asla. Duydun mu beni? Asla! Bir saat değil, bir saniye bile seni sevmem. Seni sevmek gibi bir duygum yok. Sana baktığımda sadece iğreniyorum! Sen benim huzurumu kaçıran bir vebasın, başka bir şey değil!”

Yıldırer olduğu yerde kaldı, annesinin acımasız sözleri kulaklarında çınlıyordu. İçindeki acı, gözyaşlarıyla dışarı taşmaya çalışsa da o bunu belli etmemek için dişlerini sıktı. .

Yıldırer, annesinin ardından baktı. O an, içindeki son umut kırıntıları da yok olmuştu. Artık bu evde bir yerinin olmadığını, sevilmeye değer görülmediğini tüm çıplaklığıyla kabullenmek zorundaydı. Dudaklarını sıkıca kapattı, gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Artık her şey bitmişti.
Yıldırer’in kalbi bir kez daha kırıldı. Sanki göğsüne görünmez bir yumruk yemiş gibiydi. Annesinin sözleri, kalbinde açılan derin bir yarayı büyütüyordu. Boğazında bir düğüm oluştu, nefes almak bile acı veriyordu. Sesi çatallaşarak konuştu:

“Anne... Beni sevmeyi hiç denemeyecek misin?”

“Hayır. Seni sevmek gibi bir isteğim, bir ihtiyacım yok,” dedi, sesi buz gibi bir netlikle. “Kızıma yaklaşma!
.

O adamın kanından olan biri, benim canıma, kanıma, kızıma dokunamaz!” zeynep hanım içinden sürekli aynı şeyi tekrar ediyordu .........
Annesinin gözlerine bir kez daha bakmak istese de, bakışları çoktan başka bir tarafa kaymıştı. Artık sevilmeye dair en ufak bir umudu bile kalmamış gibiydi.


Kardelen benim değerlim, Ondan uzak duracaksın! Kendini de sevdirmeye çalışma sakın!”

“Anne, o benim kardeşim. Ona zarar vermem..... Asla vermem,” dedi Yıldırer, annesinin gözlerine bakarak.

Zeynep Hanım, küçümseyerek omuz silkti. “Zaten ona zarar veremezsin. Küçük aklınla Kardelen’e yaklaşmaya çalışma! O benim, anladın mı?
Yıldırer’in gözlerinden süzülen yaşlar sessizce yanaklarına aktı. Küçük omuzları hafifçe titredi, . Kardelen’e verilen sevgiyi kıskanmıyordu; hayır, onu kıskanamazdı. Kardelen, sevgiye layık bir çocuktu. Ama yine de, bir kırıntı, minicik bir parça sevgi... Eğer annesi ona bir damla bile sevgi gösterse, Yıldırer için bu her şeye bedeldi.
her geçen gün annesinin sevgisine asla sahip olamayacağını daha derinden anlıyordu. Bir şeyleri eksikti, bir şeyleri yanlış yapıyordu belki de. Ama neydi bu eksik? Ne yapmış olabilirdi ki annesi onu bu kadar sevmiyor, bu kadar yok sayıyordu? Küçük kalbi bu sorularla parçalanıyordu.

En acısı, neden sevilmediğini bilmemekti. Bir nedeni olsaydı... Belki bir hata yapmış olsaydı... O hatayı düzeltmek için elinden geleni yapardı. Ama hiçbir sebep yoktu, hiçbir açıklama yoktu. Zeynep Hanım’ın gözlerinde hiçbir ışık, hiçbir şefkat yoktu. Yıldırer ne yaparsa yapsın, ne kadar çabalarsa çabalasın, annesinin sevgisini kazanamıyordu.

Sınıf arkadaşlarının annelerini düşündü. Onlar yaramazlık yapsalar bile anneleri onları bağırlarına basıyordu. Birkaç gün önce sınıf arkadaşlarından biri, tahtayı silmeyi unuttuğu için annesiyle tartışmış ama annesi birkaç dakika sonra ona sarılmıştı. Yıldırer bunu izlerken, içinde bir yer daha kırılmıştı. Çünkü onun annesi, bırakın yaramazlık yapmayı, doğru şeyler yaptığında bile onu fark etmiyordu. Okulda hep en iyi notları alıyordu. Kendini derslerine veriyor, bir başarı kazandığında annesinin yüzünde bir gülümseme görebilmek için elinden geleni yapıyordu. Ama hiçbir şey değişmiyordu. O çabalar, Zeynep Hanım’ın soğuk duvarlarını aşamıyordu.

“Annem neden beni görmüyor?” diye düşündü. Çocuk aklı bunun bir yanıtını bulamıyordu. Annesinin sevgisine ulaşamamak, ne yaparsa yapsın sevilmediğini bilmek, Yıldırer’i her geçen gün daha da içine kapatıyordu. Annesi için görünmez olmak, onun en büyük yarasıydı. Ve bu yara, her geçen gün daha da derinleşiyordu.
Bazen bilerek düşük not alıyordu. Sırf annesi kızsın, ona bağırırken bile olsa konuşsun diye. Ancak bu şekilde annesi onunla ilgileniyor gibiydi. O anlar bile Yıldırer’in içindeki sevgi kırıntısını besliyordu. Annesinin sesi, her ne kadar öfkeyle dolu olsa da, onun var olduğunu hatırlatıyordu. Ama o anlarda bile, annesi ona bir insan gibi bakmıyordu. Bir yük, bir hata, bir pişmanlık gibi bakıyordu.

Bu akşam eve gelme ,” dedi Zeynep Hanım, sert bir tonla. Sesi, ne sevgi ne de merhamet barındırıyordu. Bu, annesinin ona söylediği en ağır sözlerden biri gibiydi. “Git, dışarıda kal.”

Yıldırer’in dudakları titredi, gözleri dolmuştu. “Ama... Nerede kalacağım ben?” diye sordu, kelimeler boğazında düğümlenirken. Sesi, kırılgan bir çocuğun yardım çığlığı gibiydi.

Zeynep Hanım, gözlerini oğlundan kaçırdı. Onun acısını görmek bile istemez gibiydi. “Kömürlükte,” dedi, sanki bu sözleri söylemek bile umurunda değilmiş gibi. Ne bir şefkat, ne de bir tereddüt vardı sesinde.

“Orası soğuk,” dedi Yıldırer, neredeyse fısıldar gibi. Gözleri yerdeydi, cesaret edip annesine bakamıyordu.

“Oraya layıksın sen!” Zeynep Hanım birden bağırdı. Sesi, Yıldırer’in ruhunu delip geçen bir bıçak gibiydi. O sırada bir adım attı ve oğlunun kulağını sertçe çekerek, “Git!” dedi. Öfkesi büyüyor, kontrolsüz bir şekilde taşkınlık haline geliyordu. Ardından Yıldırer’i kapıya doğru itti. “Burası senin yerin değil!”. evin kapısını sertçe kapandı

Yıldırer bir an için donup kaldı.
kömürlüğe doğru yürümeye başladı. Her adımıyla yalnızlığı, her adımıyla sevgisizliği biraz daha kabul eder hale geliyordu. Annesinin sevgisinden umudunu kesmek, henüz çocuk yaşında taşıyamayacağı bir yük gibi omuzlarına biniyordu.

Kömürlüğe vardığında, kapıyı açıp içeri girdi. İçerisi, tahmin ettiğinden de soğuktu. Küçük bir köşeye oturdu, ellerini dizlerine sardı. Gözlerini kapattı ve bir anlığına, bir hayal kurmaya çalıştı. Bir gün, annesinin onu bağrına bastığını... Onu sevdiğini söylediğini... Ama hayali bile gerçek kadar acıydı. Çünkü ne yaparsa yapsın, bunun asla olmayacağını biliyordu
.-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kardelen, okuldan yeni gelmişti. Kapıdan içeri adım attığında, evdeki sessizlik hemen dikkatini çekti. Her zaman kalabalık, bazen gürültülü olan bu ev, şimdi sanki bir mezar kadar sessizdi. Çantasını yere bırakıp, ayakkabılarını çıkararak içeri adım attı. Ama bir şeyler garipti.

“Abi?” diye seslendi, ama sesinin yankısı bile yavaşça kayboldu. Hiç cevap alamadı.

. "Abiii?" diye bağırdı bu sefer. Yine cevap yoktu. İçindeki korku büyüdükçe büyüdü. Her köşe, her odada Yıldırer’in olabileceğini umarak hızla bakıyordu. Ebeveyn odasına koşturdu, hiç kimse. Mutfakta ses yoktu, salonun köşesindeki eski kanepeye bakmak zorunda kaldı, ama yine yalnızdı.

Ona bir şey olmalıydı. Bu sessizlik normal değildi. “Abi neredesin?” diye söylenirken, gözleri dolmaya başladı
Sonunda, annesinin olduğu odaya doğru gitmeye karar verdi. “Anne…” diye mırıldandı. Sesindeki titreme, kardelenin içindeki korkuyu hemen belli ediyordu. “Abim nerde?”

Zeynep Hanım, masada yemek yerken, hızla kafasını kaldırıp Kardelen’e baktı. Gözleri, soğuk ve boştu. Yavaşça çatalını masaya bıraktı. “Elini yıka,” dedi, sesindeki keskinlik Kardelen’i bir adım geri çekmeye yetti. “Yemek yiyeceğiz.”

Kardelen, bu soğuk ve kısa yanıtla bir adım daha geriye çekildi. Kalbi daha da hızlandı. Abisinin nerde olduğuna dair hiçbir açıklama yoktu.
Bir umutla pencereye yöneldi. Dışarıyı görmek istedi. Belki abisi dışarda, belki birazdan gelir diye düşündü. Hızla pencereye yaklaşıp ellerini cama koydu. Ancak tam o anda Zeynep Hanım hızla perdeyi çekip, pencereyi kapattı.

“Sakın pencereye bakma!” diye bağırdı Zeynep Hanım, sesi öfke dolu bir kasvetle Kardelen’in kalbine kazındı. Kardelen’in vücudu bir anda dondu, gözleri büyük bir korku içinde annesine döndü.

“Anne...” Kardelen, titreyen bir sesle devam etti. “Abim dışarda mı? ” Kardelen’in sesi titriyordu ama yine de bir umut vardı içinde.
Zeynep Hanım, Kardelen’e soğuk bir bakışla gözlerini dikip, sesini daha da tehditkâr bir hale getirdi. “Eğer susmazsan...., “Abin daha fazla dışarda kalır.”

Bir köşeye çekildi, ve usulca kendi kendine fısıldadı, “Bugün abimle çizgi film izleyecektik… Yılbaşı için özel bölüm vardı…

Zeynep Hanım, Kardelen’in bu masum sözlerine alaycı bir kahkaha attı. “Sus dedim sana!” diye bağırdı, sesi öylesine sertti ki Kardelen vücudundan bir titreme geçirdi.

Kardelen, bir adım daha geri çekildi. Gözleri hala yaşla doluydu, ama dudakları sıkı sıkıya kapalıydı. Bir küçük çocuk, annesinin karşısında yapabileceği tek şeyin susmak olduğunu bilerek sessizleşti. Yine de içinde bir çığlık vardı; abisinin sesini duymak istiyordu
Kardelen, yemek masasına oturduğunda, boğazındaki düğümü yutmaya çalışıyordu. Çorbasına bakarak kaşığını eline aldı, ama her şey yutkunması için çok ağırdı. Bir türlü yemeye başlayamadı. Gözleri, birikmiş yaşlarla dolmuştu. Gözyaşları, sessizce çorbanın içine düşüyordu, ama Kardelen bu durumu fark etmiyordu. Yalnızca masanın ortasında boş boş duruyor, içindeki acıyı tek bir bakışla bile annesinin içine işleyebileceğini umuyordu.

Masanın diğer ucunda Hakan Bey sessizdi, ama dikkatini tamamen telefona vermişti. Parmakları hızla bir mesaj yazıyor, ekranına odaklanmıştı. Yeni tanıştığı kadından gelen mesajı cevaplıyordu, ama Kardelen, gözlerini bir türlü ondan alamadı. Annesi, babasının ilgisizliğini görmeden önce buna alıştı. Fakat yine de içindeki boşluk büyüyordu.

Birden Zeynep Hanım’ın sesi yükseldi, öfkeli ve keskin: “Ye şu zıkkımı!”

Hakan Bey başını telefondan kaldırarak, eşine kısa bir bakış attı. “Zeynep, üzerine gitme,” dedi, ama sesi soğuk ve kayıtsızdı. Kardelen’in ruhu, annesinin ve babasının kayıtsızlıklarından daha da paramparça oluyordu.

Zeynep Hanım hızla dönüp, yüzündeki öfke ifadesini bir an daha belirginleştirdi. “Sen karışma, Hakan!” diye bağırdı.

Hakan Bey, bu sözlere hiç cevap vermedi. Sadece gözlerini kızına çevirdi. Kardelen, bu bakışta hiçbir teselli bulamadı. Ne bir sevgi, ne bir anlayış vardı; sadece karanlık bir yalnızlık.

Yavaşça, elleri titreyerek, dudaklarından zorla dökülen sözler şunlardı: “Anne… Yıldı...” Ama sesinin titremesi, neredeyse duyulmaz hale gelmişti. Kendi kendine bile ulaşamayacak kadar sessizdi. Annesi, sanki onu yok sayar gibi, Kardelen’in varlığını dahi umursamıyordu. Yıldırer’in adı, evde bir tabu gibiydi. Kimse onun hakkında konuşmaz, kimse onu hatırlamazdı.

Ama Kardelen bir an olsun vazgeçmedi. İçindeki cesaret kırıntısını topladı ve yeniden söyledi: “Anne, abim dışarıda üşür… Battaniye versem?”

Zeynep Hanım’ın sabrı tükenmişti. Hızla ayağa kalktı, Kardelen’i sert bir şekilde tutarak odasına doğru götürdü. Kapıyı çarpıp kapattı, kilidi çevirdi. Kardelen dışarıda, annesinin bu soğuk hareketine direnmeye çalıştı. “Anne, aç kapıyı!” diye bağırdı. Küçük bedeni, kapıya yaslanarak titriyor, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Ama Zeynep Hanım, o acıya kördü. Hiçbir şekilde bu çaresizliğe karşılık vermedi.

Saatler geçtikçe, Kardelen odasında tek başına, karanlıkta ağlamaya devam etti. Yatakta büzülerek, bir battaniyeye sarıldı, ama soğuk içindeki boşluğu bir türlü ısıtamıyordu. Annesinin sesini duyduğunda bir an irkildi.

“Kapının kilidini açtım. Mutfakta yemek var, ye. Beni rahatsız etme, uyuyacağım,” dedi Zeynep Hanım, soğuk ve katı bir tonla. Sesinde hiçbir duygu yoktu; sadece emir veriyordu. Ardından adımlarını uzaklaştırarak, Kardelen’i yalnız bıraktı.

Evde sessizlik hakim oldu. Saatler geçtikçe, Kardelen’in içindeki hüzün bir ok gibi saplanıyordu. Artık evde ses yoktu. Annesi ve babası uyumaktaydılar. Kardelen, odasında tek başına, dünyadan kopmuş gibi hissetti. Dışarıdaki karanlık, içine işliyor; yalnızlık, kalbine çökmüştü.
Kardelen, yavaşça kapıyı araladı. Evdeki sessizlik, içini daha da ürkütüyordu. Koridoru dikkatlice inceledi, ama annesini göremedi. Hızla mutfağa yöneldi
Tezgâhta duran elmaları montunun cebine koydu . Çekmeceden bir çakmak buldu ve onu da cebine attı.
Ellerindeki titremeyi durdurmaya çalışarak kapıyı açtı. Soğuk hava yüzüne çarptı; rüzgarın soğukluğu derisini yaktı, ama bu onu durdurmadı.

Bir süre sonra, kömürlük tarafına yaklaşırken, Kardelen bir figür fark etti. Çökmüş bir halde, kollarını dizlerine kavuşturmuş, Yıldırer’i gördü. Bir an için donakaldı, ama sonra kalbinin hızla çarptığını hissederek ona doğru koştu.

“Abi!” diye bağırdı, sesi titriyordu, ama abisinin orada olduğunu görmek onu cesaretlendirmişti.

Yıldırer başını kaldırdı, ama gözlerinde yorgunluk vardı. Sesindeki sertlik, Kardelen’in içinde bir acı bıraktı. “Git!” dedi, ama Kardelen durmadı, bir adım daha attı.

“Abi!”
Yıldırer, yüzündeki ifadeyi sabitlemeye çalışarak bir kez daha bağırdı. “Git, dedim!” Bu kez sesinde bir kırıklık vardı. Gözlerinde, sanki bir şeyler kırılıyordu.

Kardelen bir adım daha attı, gözlerinde korkusuz bir kararlılık vardı. “Hayır,” dedi. “Ben senin yanında kalacağım.”

Yıldırer bir adım geri çekildi, ama Kardelen, ona doğru bir adım daha attı. Bu yakınlık, Yıldırer’i sanki daha da içine çekiyordu.

“Git,” dedi, ama bu sefer sesi titriyordu. Gözleri, Kardelen’i itmek istemiyor gibiydi. Bir yanda ona uzak durması için bağırıyordu, ama içinde onu yanında istemeyen bir şey yoktu. Başını biraz eğerek, başka çaresi olmadığını düşündü.

“Gitmeyeceğim,” dedi Kardelen, fısıldar gibi. “Hiçbir yere gitmeyeceğim.”

Kardelen, abisinin yalnız kalmasına dayanamayarak yine ısrar etti. “Hadi, kovalamaca oynayalım,” diye gülümsemeye çalıştı ama sesi, bir çocuğun çaresizliğiyle titriyordu. Yıldırer, sessizce uzaklara bakıyordu
Ama Kardelen pes etmedi. İnadına, Yıldırer'in çevresinde koşturmaya başladı. Minik adımları karların üzerinde izler bırakıyor, neşeli sesi gecenin soğuk sessizliğini delip geçiyordu.

“Kırmızı balık, gööölde kıvrulaaaa yüzyoooor!” diye şarkısını söylüyor, bir yandan zıplıyor, bir yandan da abisinin dikkatini çekmeye çalışıyordu. Çocuksu inadının ardında, Yıldırer’i bu soğuk yalnızlıktan kurtarma çabası yatıyordu.

Yıldırer başını çevirip bakmadı bile. Gözleri karanlıkta bir noktaya sabitlenmişti. Soğuk bir sesle, “Evine git. Hasta olacaksın,” dedi.

Kardelen bir an duraksadı, ama sonra hemen karşılık verdi. “Bizim evimiz, abi,” dedi
Bu sözlerin hiçbir anlamı yokmuş gibi omuz silkti. Burası onun için artık bir ev değildi. Hatta hiçbir yer ev değildi. Bir an önce yatılı okula gitse, her şey daha kolay olurdu. Belki o zaman bu hislerden kurtulabilirdi.

Kardelen durdu, ne yapacağını bilemiyordu. Abisinin buz gibi bakışları, yüreğine işliyordu. Ama vazgeçmeyecekti. Küçük bir adım daha attı ve cebinden çıkardığı elmayı uzattı.

“Bak, meyve getirdim,” dedi, sesi kararlılıkla titriyordu. Gözleri umutla parlıyordu.

Yıldırer elmayı aldı, ama gözünü bile kırpmadan yere fırlattı. Kardelen bir an duraksadı, içindeki gözyaşlarını yutmaya çalıştı. Sonra hemen cebinden bir elma daha çıkardı. Küçük elleriyle abisine doğru uzattı.

Yıldırer, bu kez daha sert bir hareketle elmayı aldı ve yere attı. Karların üzerinde yuvarlanan elmayı izlerken Kardelen’in gözlerinde biriken yaşlar yanaklarına inmeden yutuldu. Bir tane daha vardı cebinde, onu çıkardı. Ellerinin titrediğini fark etti ama durmadı. Elmayı son kez abisine uzattı.
Yıldırer bu sefer elmayı aldı, ama yere atmadı. , Kardelen’in gözlerindeki acıyı görünce bir an durdu .
Kardelen, yavaşça fısıldadı. “Abi artık beni sevmiyor musun?”
Yıldırer’in gözleri karardı, yüzü ifadesizdi. “Sevmiyorum,” dedi soğuk bir sesle.
Kardelen bir an geri çekilir gibi oldu, ama bir umutla yeniden sordu. “Neden?”
Yıldırer, bu sorunun cevabını verirken bir an sustu. Kardelen’in gözlerinde masumiyet ve sevgi vardı. “Çünkü canın yanar,” dedi, sesi alçaldı. Gözlerini Kardelen’den kaçırdı.
Kardelen bir adım daha attı, ama Yıldırer elini kaldırarak durdurdu. “Git artık,” dedi, sesi titreyerek. Ama Kardelen gitmedi

Yıldırer hep bir adım uzakta duruyordu. Kardelen ona ulaşmaya çalıştıkça, sanki o daha da uzaklaşıyordu. Ama bu, Kardelen’i durdurmadı. Çocukça inadını bir silah gibi kuşanmıştı.

Yıldırer’in gözleri, bir an Kardelen’in kolundaki ince morluklara takıldı. Öfkesi bir anda kabardı. Bu, açıkça kendisi yüzünden olmuştu. Anlaşılan, yine annelerinden azar işitmiş ve hırpalanmıştı. Oysa annesi Kardelen’i seviyordu. Ama neden sevgisine karşı geliyordu ki? En azından o, sevilen biriydi.

“Acıyor mu?” diye sordu Yıldırer, sesi buz gibiydi. Ama gözleri sorunun cevabını çoktan biliyordu.

Kardelen, bakışlarını kaçırarak başını salladı. “Hayır,” dedi yalanı ele veren titrek bir sesle.

Yıldırer, dişlerini sıktı. Gözlerini devirmeden önce, fısıltıyla konuştu:
“Yalancı.”

Kardelen zoraki bir gülümsemeyle, “Acımıyor,” diye tekrarladı. Ama gözyaşlarını tutamıyordu. Yanaklarından süzülen yaşlar, kar taneleri gibi sessizce yere düşüyordu.

Aralarındaki sessizlik, soğuk kış rüzgârının uğultusuyla bölündü. Sonunda Yıldırer, buz gibi bir sesle, “Git,” dedi.

Kardelen hıçkırıklarını bastırmaya çalışarak, “Ama olmaz ki!” diye cevap verdi.

Yıldırer kaşlarını çattı, gözlerinde bir an için şaşkınlık belirdi. “Ne olmaz?”

“Sen buradaysan, ben uyuyamam ki!” dedi Kardelen, dudaklarını büzerek, çocukça bir isyanla.

Yıldırer, kızın inatçılığı karşısında iç çekti. Öfkesi bir nebze yatışmıştı, ama hâlâ sert görünmeye çalışıyordu. “Beni rahat bırakmayacaksın, değil mi küçük fare?” dedi.

Kardelen, bu sözleri bir zafer işareti gibi algıladı ve hemen yanına yaklaştı. “Seni hiç bırakmayacağım, abi!”

Yıldırer derin bir nefes aldı, gözlerini kapattı. Kardelen’in bakışlarındaki inat ve saf sevgi, içinde sakladığı buzları eritiyordu. Kollarını açtı. Kardelen tereddüt etmeden ona doğru koştu ve sımsıkı sarıldı.

Bir süre öylece kaldılar. Kardelen başını Yıldırer’in göğsüne yasladı ve sessizce mırıldandı:
“Yarın okulda saçımı çeken çocuğu dövecek misin?”

Yıldırer, dudaklarında istemsiz bir gülümseme yerleşti . “Küçük şeytan,” dedi alaycı bir sesle. “Şiddet yok.”

Kardelen dudaklarını büzerek itiraz etti. “Var! Döv, o çocuğu döv! Saçımı çekti!”

Yıldırer alaycı bir ifadeyle başını iki yana salladı. “Huysuzsun,” dedi, ama bu kez sesinde şefkat vardı. Kardelen’in karışmış saçlarını yüzünden çekti, bileğindeki tokayı alıp saçlarını toplamaya başladı.

“Ben senin koruman mıyım?” diye sordu

Kardelen kollarını çapraz yapıp ciddi bir şekilde kaşlarını çattı. “Evet! Hem koruman, hem kahramanım!”

Yıldırer bu sözler karşısında gülümsemeye çalıştı, ama uzun zamandır böyle hissetmiyordu. Hafif bir tebessümle yetindi. “Kahraman falan değilim,” dedi. “Ama saçını çeken o çocuk bir daha böyle bir şey yaparsa, bana söyle. Belki bir konuşurum onunla, tamam mı?”

Kardelen, büyük bir ciddiyetle başını salladı. “Tamam, ama sadece konuşmak yetmez. Biraz korkutabilirsin de!”

Yıldırer gözlerini devirerek gülümsedi. “Eğer birisi sana kötülük yaparsa, önce konuşmayı dene. Olmazsa… o zaman bana haber ver.”

Kardelen biraz hayal kırıklığıyla ama yine de kabul edercesine başını salladı. Başını yeniden Yıldırer’in göğsüne yasladı ve gözlerini kapattı.
-“Ama dövelim işte o çocuğu. Canımı sıkıyor ve derste beni öğretmene şikâyet ediyor.”

Yıldırer başını iki yana salladı. Ama sonunda yumuşak bir tonla, “Tamam, ona da tamam… Yeter ki sus,” dedi.

Kardelen sevinçle gülümsedi ve yeniden Yıldırer’in kollarına atladı. Soğuk geceyi delen rüzgâr, kömürlük duvarlarının arasından bile geçip yüzlerini yakıyordu. Ama Kardelen abisinin kollarında, dünyanın en sıcak yerindeymiş gibi hissediyordu. Yıldırer’in kokusu, onun için dünyanın en güvenli kalesiydi.
Yıldırer, kardeşine sıkıca sarılmış, derin bir nefes aldı. . Küçük kızın elleri buz gibiydi.

“Ellerin çok soğuk, Kardelen,” dedi Yıldırer, kardeşinin üşümüş parmaklarını kendi avuçlarının içinde tutarak. “Üşüteceksin. Zatürre olacaksın eve git artık.”

Kardelen, başını iki yana salladı, abisinin montunun içine daha çok gömüldü. “Ama abi, lütfen...” diye mırıldandı. Kollarını abisine daha sıkı sardı, sanki bir an bile bıraksaydı abisini yeniden kaybedecekmiş gibi.

Yıldırer, Kardelen’in saçlarını usulca okşarken derin bir nefes aldı. Kardeşine bakıp yorgun bir gülümsemeyle, “Annem seni seviyor, biliyorsun değil mi?” diye sordu.
Kardelen yüzünü buruşturdu, omuz silkerek, “Sevsin, bana ne. Ben seni seviyorum,” dedi, çocukça bir kararlılıkla.

Yıldırer bir an sessiz kaldı. Kardeşinin bu sözleri zihninde yankılanırken garip bir duygunun pençesine düştü. Annesinin sevgisine sahip olan Kardelen, bu sevgiyi sanki önemsiz bir şeymiş gibi bir kenara itiyordu. Oysa Yıldırer, annelerinin sevgisini bir kez olsun hissetmek için neler vermezdi... Belki de Kardelen’in sevgiye ihtiyacı yoktu, ama Yıldırer, annesinin ona bakarken gözlerinde bir kez olsun sıcaklık görmeyi öyle çok istiyordu ki.

Bir süre daha sessiz kaldıktan sonra, gözlerini yere dikerek konuştu. Sesi alçalmış, neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü. “Beni seversen... Sana zarar verir.

Kardelen, bu uyarının ciddiyetini anlamazmış gibi, başını kaldırıp abisine baktı. Gözlerindeki masumiyetle, “Bana ne ki?” diye karşılık verdi.

. Yıldırer, içinde biriken onca acıyı, kardeşine açıklayamayacağını biliyordu. Kardelen’in inadı, Yıldırer’i çaresiz bırakıyordu.
-.. Eğer beni sevmeyi bırakırsan, sana bakkaldan kaynana dili alırım!” .
“İstemem ki!” dedi Kardelen, dudaklarını şişirerek.

“İnatçı...” dedi Yıldırer, ama sesinde sitemden çok sevgi vardı.

Kardelen kıkırdadı. “Abi,” dedi hafif bir sesle.

“Söyle,” dedi Yıldırer, kardeşine bakarak.

“Abi,” diye yineledi Kardelen. Ama bu kez sesi biraz daha tereddütlüydü. “Evden kaçalım mı?”

Yıldırer’in gözleri bir an irkildi. “Hayır,” dedi kısa ve net bir şekilde.

Kardelen dudaklarını büzdü, başını hafif yana eğdi. “Ama neden ki? Pinokyo da evden kaçıyordu,” dedi sitemle.

Yıldırer kardeşine doğru eğildi, gözlerinin içine baktı. “Pinokyo’nun başına neler geldiğini okudun mu, Kardelen? Evden kaçmak yok. Senin bu aklın nelerle çalışıyor böyle?”

“Okudum,” dedi Kardelen. “Ama kaçarsak bir evimiz olur . Küçük bir evimiz. İkimiz kalırız.”

Yıldırer derin bir iç çekti. “Hangi parayla? Bizim hiç paramız yok ki,” dedi.

Kardelen bir an düşündü. Sonra büyük bir fikir bulmuş gibi gözlerini kocaman açtı. “Para cüzdanlarda olur. Eğer cüzdanımız olursa, paramız da olur!” diye atıldı.

Yıldırer, kardeşinin bu saçma ama tatlı mantığını duyunca istemsizce gülümsedi. “Bir işin olmadan para kazanılmaz, küçük fare,” dedi ve onun saçlarını yeniden okşadı.

Kardelen, yere eğilip bir taş aldı. Sonra o taşı bütün gücüyle uzağa fırlattı. “O zaman iş yaparız! Taş toplarız, onları satarız!”

Yıldırer, kardeşinin bu masum hayali karşısında yine güldü. Ama gözlerinde biriken hüzün, gülüşünü yarıda bıraktı. Gözlerini karanlık kömürlüğün köşelerine dikti, sessizce derin bir nefes aldı.


Yıldırer uzaklara dalmış, karanlık yılbaşı gecesinin sessizliğinde bir süre sustu. Ellerini sıkıca abisinin avuçlarına bastırdı, sanki o minik ellerle Yıldırer’in üzüntüsünü tutabilirmiş gibi.

Yıldırer iç çekerek dal parçasını elinde çevirdi, sonra yere doğru eğildi. “Ben büyüdüğümde...“Bir iş bulacağım.”

Kardelen başını kaldırıp abisine baktı, gözleri heyecanla dolmuştu. “Gerçekten mi? O zaman paramız olur mu?”

“Evet, hem de çok,” dedi Yıldırer. Sonra Kardelen’in üşüyen ellerini avuçlarının içine aldı. “Hatta seni de yanıma alırım. Birlikte yaşarız. Kendi evimiz olur. Ne dersin, ister misin?”

“İsterim! Çok isterim!” diye bağırdı Kardelen, o küçücük yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Ama birden durdu ve şüpheyle abisine baktı. “annemiz kızar mı?”

. Derin bir nefes aldı. “Annemize söylemeyiz. Bu bizim sırrımız olur. Tamam mı?”

Kardelen, ellerini ağzına götürüp sıkıca kapattı. Küçük bir çocuk için en ciddi yüz ifadesini takınarak, başını salladı. “Tamam, hiç kimseye söylemeyeceğim.”

Yıldırer, gülümseyerek elindeki dal parçasıyla karın üzerine eğildi. “Bak, bu bizim evimiz olacak,” dedi, dalı karın üzerinde gezdirerek küçük bir ev çizdi. “Bu da senin odan.”

“Benim odam mı? İçinde neler var?” diye sordu Kardelen, heyecanla abisinin çizdiği odaya eğilerek.

“Bir yatağın, bir oyuncak dolabın ve... bir televizyon. İster misin?”

“Televizyon da olsun, evet! Ama oyuncak dolabım kocaman olsun,” dedi Kardelen.

“Tamam,” dedi Yıldırer, oyuncak dolabını çizer gibi yaptı.

“Abi, senin odan neresi?” diye sordu Kardelen, küçük kaşlarını çatmıştı.

“Benim mi? Ne odası? Ben büyüğüm, odaya ihtiyacım yok.”

“Olmaz! Senin de odan olacak! Amaaan, hadi yap, lütfen!”

Yıldırer gülümsedi, dalı yeniden karların üzerinde gezdirip bir oda daha ekledi. “Tamam, bu oda benim. Ama küçük olsun.
“Bahçemiz de olsun!” diye bağırdı Kardelen, coşkuyla ellerini çırptı.

“Olsun,” dedi Yıldırer, bahçeyi çizerken.

“Bahçede bir de kedi olsun,” diye ekledi Yıldırer, bir an düşünerek. “Van kedisi alırız. Beyaz, mavi gözlü.”

Kardelen, ani bir tiksintiyle burnunu kırıştırdı. “Ama ben kedi sevmem ki! istemem.”

Yıldırer kaşlarını kaldırıp gülümseyerek kız kardeşine baktı. “Kedi sevilmez mi hiç? Kedimiz olacak, bu konuda tartışma yok.”

“Hayır! Kedi olmasın, istemem!” diye çıkıştı Kardelen.

Yıldırer, dal parçasını yere bırakıp Kardelen’in saçlarını okşadı. “Tamam, kediyi sonra düşünürüz,” dedi, ama göz kırparak ekledi: “Ama bahçede bir yer ayıracağım. Kedimiz için. Belki fikrini değiştirirsin.”

Kardelen, bir süre sessizce abisinin karların üzerindeki çizimlerine baktı. Küçük yüreği, o gece hayallerle dolmuştu.

Yıldırer, karların üzerine çizdiği evi incelerken Kardelen yanına çömeldi. Ufak parmağıyla evin üzerine dokundu, abisinin çizimindeki küçük detayları dikkatle izliyordu.

“Abi,” dedi birden, sesi ciddi bir tona bürünmüştü. “Bahçeye çiçek de ekelim. Hep beyaz olsun. Kar gibi.”

Yıldırer başını çevirip kardeşine baktı, bu isteğin ardındaki masumiyete gülümsedi. “Tamam,” dedi, karların üzerine dalıyla küçük yuvarlaklar çizdi. “Bunlar beyaz güller olsun. Kışın bile açarlar.”

“Ya o zaman bahçemiz hep güzel kokar,” dedi Kardelen, gözleri hayal ettiği manzarayla parlıyordu. Ama birden aklına başka bir şey geldi. “Abi, bahçemizde salıncak da olsun mu? Büyük bir tane. İkimiz de bineriz.”

Yıldırer, kardeşinin isteğini yerine getirmek ister gibi dalıyla bahçeye bir salıncak çizdi. “Bak, işte burada. İki kişilik. İstediğin kadar sallanırız.”

Kardelen gözlerini kocaman açarak Yıldırer’e sarıldı.
“Sen dünyanın en iyi abisisin! Ama bir şey daha istiyorum ...”

Yıldırer, kardeşinin heyecanını gördükçe hafifçe gülümsedi, ama aynı zamanda içini bir burukluk kapladı. “Söyle bakalım, başka ne istiyorsun?”

“Bahçemize bir de kuş yuvası koyalım! Hem serçeler hem de kumrular gelsin. Onları besleriz!”
l
Yıldırer, kardeşinin hayalini daha da büyütmek için başını salladı. “Tabii ki. Ağaçlara yuvalar koyarız. İsteyen tüm kuşlar bahçemize gelir.”

Kardelen, hayalini büyütmeye devam ederek yere iyice eğildi. "Peki ya gece olursa? Bahçemiz karanlık olur ki! Lamba koyalım mı, abi?"

Yıldırer, dalı alıp Kardelen’in istediği yere bir lamba çizer gibi yaptı. “

“Çok güzel oldu! Ama abi...” Kardelen duraksadı, yüzü aniden biraz ciddileşti. “Eğer biz böyle bir ev yaparsak, annemiz de gelir mi?”

Yıldırer, kardeşinin bu masum sorusuna nasıl yanıt vereceğini bilemedi. Derin bir nefes aldı, kar tanelerinin yüzüne düşmesini izlerken bir cevap aradı. “Eğer isterse gelir...
Ama biz ona söylemeyiz. Burası sadece bizim yerimiz.”

“Bir gün...” dedi Yıldırer, karların üzerinde çizilmiş evin üzerine bakarak. “Bir gün bu evi gerçekten yapacağız. Söz veriyorum.”

“Söz mü?” dedi Kardelen, parmaklarını abisinin avucuna uzatarak.

“Söz,” dedi Yıldırer, kardeşinin küçücük elini tutarak.

O an ikisi de biliyordu; belki o ev asla gerçekte yapılmayacaktı, belki de hayat hayallerinin peşinden koşmalarına izin vermeyecekti. Ama bu söz, bu karların üzerine çizilen ev, soğuk gecenin ortasında onların gerçek sığınağıydı.
hayallerle ısınabiliyorlarsa, ne kadar zor olursa olsun her şey daha dayanılabilir olacaktı. ..............................

Bölüm : 18.01.2025 18:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...