-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
uzun zaman oldu birazcık umarım bu bölümü beğenirsiniz 😍😍
Aşkı hissetmekte aşkı anlamak iki farklı şey.
Bir Amerikan Evliliği
Tayari Jones
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Özlem, Mihri ve ben alışverişe çıkmıştık. Mihri’nin mutluluktan ışıldayan gözleri içimi ısıtıyordu. Küçük elleriyle yeni aldığı prenses elbisesini sımsıkı tutuyor, sanki bırakırsa uçup gidecekmiş gibi sarılıyordu. O kadar heyecanlıydı ki, durmadan dönüp duruyor, eteklerinin nasıl açıldığını görmekten büyük bir keyif alıyordu.
Gülerek ona baktım. "Beğendin mi, Mihrim?"
Mihri heyecanla başını salladı. "Evet! Çok güzel! Bak, bak nasıl uçuşuyor!" diyerek bir kez daha döndü.
Özlem kahkaha attı. "Ay küçük huysuz , sen tam bir prenses oldun!" dedi, ellerini çırparak.
-sensin huysuz ben bir prensesim çok güzeliiiiim
Özlem göz kırptı. "Kesinlikle! Ama eksik bir şey var."
Mihri kaşlarını çatıp düşündü. "Ne eksik?"
Özlem elini çenesine koydu. "Hmmm… Tabii ki sihirli değnek ve bir taç! Prenseslerin taçları olur!"
Mihri'nin gözleri kocaman açıldı. "O zaman taç da alalım!" dedi, heyecanla ellerini çırparak.
Gülerek başımı salladım. "Tabii ki, prensesler tacı olmadan olmaz."
Mihri mutluluktan yerinde duramazken, Özlem bana dönüp göz kırptı. "Sanırım bugün mutlu edebildik cadıyı Ben de gülerek başımı salladım. çok tatlı oldu. Mihri için taç ve değnek almıştık
Özlem ve ben ise kıyafetlere bakıyorduk. Raflardan, askılardan kıyafetleri çekip çıkarıyor, birbirimize gösteriyorduk bazen de ciddi ciddi inceliyorduk.
"Kardelen, şu eteği denesene!" dedi Özlem, eline beyaz, zarif bir etek alarak. Kumaşı yumuşaktı, Eteği alıp kabine girdim, üzerime giyerken aynada kendimi süzdüm. sanki üzerime dikilmiş gibiydi. Derin bir nefes alıp perdeyi açtım ve dışarı adım attım.
Özlem’in yüzü aydınlandı. "Bayıldım! Hemen alıyoruz!" dedi heyecanla.
İtiraz etmedim. Gerçekten güzel duruyordu ve Özlem’in bu coşkusu beni de neşelendirmişti. Beyaz eteği de aldım. Mihri için bir kazak seçtim
Özlem’le mağazaları gezerken lafa dalmıştık. O, bir ayakkabıya bakıyor, ben de elimde Mihri’nin prenses tacını inceliyordum. Tam Özlem’in bir şey anlatırken kahkahalarla konuyu dağıtmasına alışmıştım ki, çantamın içinden gelen bildirim sesiyle irkildim. Telefonumu çıkardım. Ekranda Korkut’un adı yazıyordu.
Birden içimde tuhaf bir heyecan yükseldi. Parmağımla mesajı açtım ve göz gezdirdim.
"Dualarınızın kabul olması dileğiyle, sevdiklerinizle birlikte nice kandillere…"
Kaşlarımı hafifçe çattım. Ne kandiliydi ki? . Yanlış mı attı acaba? Mesajı birkaç kez okudum, ama hâlâ tam olarak ne olduğunu anlayamamıştım.
Yanımdan bana bakmakta olan Özlem hemen fırsatı kaçırmadı. "Kardelen, ne oldu?"
Dudaklarımı ısırarak ekrana baktım. "Şey… Korkut bana kandil mesajı atmış."
Özlem kaşlarını kaldırdı. "Kandil mesajı mı?"
Başımı salladım. "Evet ama… . Herhalde yanlışlıkla olmuştur."
Özlem’in dudaklarının kenarı kıvrıldı, gözlerinde tehlikeli bir ışıltı vardı. Kendini gülmemek için zor tutuyordu.
"Ne oldu Özlem? İmalı bakışlar atıyorsun."
Özlem derin bir nefes aldı, ama sesindeki alaycı tonu saklayamadı. "Hımm… Acaba birileri konuşmak için bahane mi üretiyor?"
Göz devirdim. "Saçmalama Özlem. Korkut benimle konuşmak için neden bahane üretsin? Direkt konuşur, biliyorsun. O biraz… yani umursamaz gibi."
Özlem kollarını kavuşturup başını salladı. "Kardelenciğim, düşün istersen. Son zamanlardaki Korkut’u bir gözden geçir. Ayyy, yakında öpüşürsünüz de!"
"Özleeeeem!" diye çıkıştım, yanağımın kızardığını hissederek.
O ise çoktan kahkahalara boğulmuştu. "Ne var? Daha önce de öpüştünüz."
"O başkaydı!"
Özlem gözlerini devirdi. "Ne başkaydı, ne? Sen de günlerce evde salak salak dolanmadın mı? Adam nasıl öptüyse… Ve sen de onu öptün."
Derin bir nefes aldım. "Özlem…"
Ama o çoktan ellerini havaya kaldırmıştı. "Off, off, yeter! Sakın bana ‘Korkut’la da olmazdı’ triplerine girme. Adam çabalıyor gibi. Şu tavırları bırak artık!"
ben ise sözlerini duymamazlıktan geldim ve mihrinin elini tutup ona tiyatro gösterisi hakkında sorular sordum onun tatlı tatlı bir şeyler anlatmasını seviyordum
Özlem’in bakışlarını üzerimde hissediyordum. Beni izliyordu. Biliyordum. Eninde sonunda Korkut’la ilgili bir şey söyleyecekti.
Nitekim fazla dayanamadı. Hafifçe yana sokulup dirseğiyle beni dürttü. "Ee, ne yapacaksın?"
"Ne yapacağım derken?" dedim, bilerek anlamazlıktan gelerek.
Özlem kollarını göğsünde bağlayıp başını eğerek bana baktı. "Kandil mesajını diyorum Kardelen. Adamın ne yapmaya çalıştığını anlamadın mı hâla
Gözlerimi devirdim. "Özlem, abartıyorsun. Bence yanlışlıkla attı."
Özlem kaşlarını kaldırarak iç geçirdi. "Tabii, tabii… Bence de… Yani, adam durup dururken sana mesaj atar mı? Hiç olacak şey değil! Hele Korkut gibi biri, değil mi yani korkut ve kandil mesajı Çok mantıklı! Kesinlikle yanlışlıkla atmıştır ."
Dudaklarımı sıktım. "Özlem…"
O ise beni duymazdan gelip devam etti. "Peki, bir şey soracağım. Korkut sana hiç yanlışlıkla mesaj attı mı daha önce?"
Duraksadım. Düşündüm. Hayır, atmamıştı. Korkut öyle biri değildi. Ne yapacağını bilen, gereksiz hareketler yapmayan biriydi. Yanlışlıkla mesaj atması pek de mümkün görünmüyordu.
Özlem, yüzümdeki düşünceli ifadeyi görünce sırıttı. "Bak, bak… Beyninde ampuller yandı değil mi?"
Gözlerimi kıstım. "Belki de sadece… ne bileyim, işte, sevap kazanmak için attı "
Özlem kahkahayı patlattı. "Korkut ve sevap? Şaka yapıyorsun değil mi? O mesajı bilerek attı Kardelen, ve sen de bunu biliyorsun."
Kaşlarımı çattım ama içten içe ne demek istediğini anlamıştım.
İçimde yükselen huzursuz duyguyu bastırmaya çalışarak mesaj kutuma döndüm. "Sonunda mesajını cevapladım,"
"Senin de kandilin mübarek olsun."
Gönderdim.
Özlem, telefonuma eğilip mesajıma göz gezdirdi ve sonra bana ciddi misin? der gibi bakarak gözlerini kıstı.
"Ne var ya? yazdım işte," dedim omuz silkerek.
Özlem'in yüzü buruştu. ", mal mısın sen?" diye sitem etti. "Sohbet açsaydın ya! Ne bileyim, nasılsın, iyi misin falan deseydin. Adam resmen sana yazmak için bahane üretmiş!"
Tam ona cevap verecekken telefonum tekrar titredi.
"-Bu kadar mı
Kaşlarımı çattım.
-"Ne bu kadar mı korkut ?"
-"Kardelen... Beni çıldırtıyorsun."
Özlem telefonu elimden çekip mesajı okudu ve hızla gülmeye başladı.
"Ne olur çıldır Korkut," diye mırıldandım kendi kendime. Sonra parmaklarımı ekrana gezdirip hızlıca yazdım:
"Bana kandil mesajı atmışsın. Cidden hangi kandil olduğunu biliyor musun?"
Cevap anında geldi.
"Tabii ki biliyorum. Mevlüt Kandili."
Yüzümü buruşturdum.
"Berat Kandili, Korkut."
Birkaç saniye boyunca yazıyor işareti göründü. Sonra mesaj geldi.
-"Ne fark eder?"
Şaşkınlıkla ekrana bakakaldım.
- "Ne mi fark eder? Şaka mısın?"
Korkut’un mesajı devam etti:
-"Kardelen, hepsi aynı anlam işte seninle konuşulmuyor hani edepli kişilerden hoşlanıyordun kandilini kutladım
Özlem, mesajları okurken alışveriş merkezinin ortasında kahkahalarla gülmeye başladı. Etrafımızdaki birkaç kişi bize dönüp bakıyordu ama o umursamıyordu.
-"Korkut dini bilgileri gözlerimi yaşarttı! Cidden, sen ve kandil ne alaka? Bana yürümek için mi kandili kullanıyorsun? Çarpılacaksın!"
Telefonum tekrar titredi.
- "Haşa, ben tüm Müslüman âleminin kandilini kutladım. Seninle alakası yok."
Özlem bu kez kahkahalarla gülmekten eğildi. Ben ise dişlerimi sıkarak ekrana baktım.
Öfkeyle mesaj yazmaya başladım:
-"Korkut, benimle uğraşmayı kes!"
Ama o, tam tersine daha da eğleniyor gibiydi.
- "Kardelen, ...saf mısın kızım sen
-Sensin saf!" diye yazıp sohbetten çıktım.
Telefonumu çantama attım, kollarımı kavuşturdum ve gözlerimi devirdim. Özlem kahkahalarına son vermişti, yüzüme baktığında sinirimi fark etti.Telefonuma uzun uzun baktım. Sohbeti kapatmıştım ama parmaklarım hâlâ mesaj atmaya meyilliydi. İçimde garip bir huzursuzluk vardı. Korkut’a sinirlenmiştim, ama aynı zamanda… bilmiyorum, tuhaf bir his vardı içimde.
Özlem, koluma hafifçe vurdu. "Sakın bana ‘yazmayacağım’ deme. Çünkü yüzünün her hali ‘keşke biraz daha mesaj atsaydım’ diye bağırıyor."
Öfkeyle ona döndüm. "Öyle bir şey yok!"
"Var," dedi, gözlerini kısarak. "Ve biliyor musun? Korkut şu an eminim kahkaha atıyordur. Çünkü seni sinir etmekten resmen keyif alıyor."
İçimi çeken bir nefes aldım. Ellerim çantamda gezindi, sonra en sonunda pes ettim ve telefonu tekrar çıkardım. Açık konuşalım, Özlem haklıydı. Mesajlaşmayı kestim diye Korkut’un geri çekileceğini sanmıyordum.
Ve haklıydım. Yeni bir bildirim geldi.
-"Hemen sinirleniyorsun. "
Dişlerimi sıktım.
-"Sinirlenmemek elde değil seni öldürmemek için kendimi zor tutuyorum bende hoşgörü namına bir şey bırakmadın Korkut saniyeler içinde yanıt verdi.
- " biraz huysuz musun benden örnek alabilirsin hoşgörülü bir adamım
"Hoşgörü mü?" diye yazdım. "
-"Evet. Mesela az önce sohbeti terk ettin. Ama ben hoşgörülü bir adam olduğum için, senin bu ani sinir patlamalarını görmezden geliyorum."
Gözlerimi devirdim.
-"Beni sinir etmekten zevk alıyorsun."
-Bunu fark ettin mi? Aferin. Gerçekten ilerleme kaydediyoruz."
İçimden küfür etmemek için derin bir nefes aldım. Özlem, omzumun üzerinden mesajlara bakıyordu ve kıkırdıyordu.
Kendimi tutmaya çalıştım. Tutamadım.
-"Korkut, gerçekten çok dayanılmazsın
- "Biliyorum."
Gülümsediğimi fark edince hemen ifademi düzelttim. Özlem beni izliyordu. "O sırıtmayı gördüm," dedi fısıltıyla.
Hızlıca telefonumu kapattım. "Görmedin."
Ama içimde, farkında olmadan ısınan bir his vardı.
Tam o sırada Mihri'nin tiz sesi yankılandı:
"Kardeleeeeen! Çikolata alabilir miyim?"
Başımı hızla ona çevirdim. Küçük elleriyle çikolata uzanmaya çalışıyordu ama boyu yetişmiyordu. Gözleri parlak parlak bana bakıyordu.
Özlem gülerek, "Bence almazsan ağlar," diye fısıldadı.
Ben derin bir nefes alıp telefonu cebime koydum. "Mihri, daha önce tatlı yememiş miydin?"
Mihri alt dudağını sarkıttı. "Ama bu başka! Bunu hiç yemedim!"
Başımı iki yana salladım ama dayanamayıp çikolatayı aldım ve ona uzattım. "Tamam ama bu son!"
Mihri çikolatayı kapar kapmaz zafer kazanmış gibi zıpladı. "
Özlem kahkaha attı. "Seni kullanıyor farkında mısın?"
Mihrin kollarını beline kavuşturup Özlem'e döndü. "Ben küçük bir çocuğum. Kullanamam
Özlem şok olmuş gibi ağzını açtı, sonra eğilip Mihri’nin yanaklarını sıktı. "Sen ne şeytan bir çocuksun!"
Mihri kaçmaya çalışırken kıkırdadı. "Hadi gideliiim!"
Mihri çikolatayı açar açmaz büyük bir iştahla ısırdı. Dudaklarının kenarına bulaşan çikolatayı eliyle silmeye çalışırken kıkırdadı.
"Çok güzel! Kardelen, sen de ye!"
Gülümseyerek bir parça koparıp ağzıma attım. Mihri ile yan yana oturduk, o bir lokma aldı, ben bir lokma. Özlem ise yanımızda kahkahalarla bizi izliyordu.
Tam o anda aklıma bir fikir geldi. Telefonumu çıkardım, Mihri ile birlikte çikolatalı yüzlerimizle poz verdik ve bir selfie çektim. Fotoğrafta Mihri’nin dudak kenarlarında çikolata izleri vardı, benim de çikolatayı ısırırken çekilmiş komik bir ifadem.
Telefonum bir kez daha titredi. Korkut’tan gelen mesajı açtım.
Korkut: "çikolata dudaklarına bulaşmış sanki
Ben: . Belki birazcık
Korkut: "Temizlemek isterdim."
Yutkundum.
Ben: "Ne yapacaksın, gelip kontrol mü edeceksin çocuk muyum ben silerim şimdi ?"
Korkut: "Fena fikir sayılmaz. Ama gerek yok."
Ben: "Nedenmiş o?"
Korkut: "Çünkü eğer dudağında çikolata varsa, onu silmeni istemem. Kendim temizlemek isterim."
Nefesim kesildi. Ellerim istemsizce sıkıldı.
Ben: "Korkut, saçmalama."
Korkut: "Neden? Çikolata seviyorum. Ve en tatlı çikolatanın senin dudaklarında olduğunu düşünüyorum."
Gözlerimi kapattım. İçimdeki sıcaklık giderek büyüyordu.
Ben: "Sen gerçekten çikolatayı bahane edip beni delirtiyorsun, farkındasın değil mi?"
o sırada mihri ye baktım özlem elinden tutmuş mağazalardaki vitrinlere bakıyorlardı bende yavaş yavaş arkalarından yürüyordum
. Ekrana bakıyordum, ama ne yazacağımı bilmiyordum.
Birkaç saniye sonra bir mesaj daha geldi.
Korkut: "Şimdi orada olsaydım, önce yüzüne dikkatlice bakardım. Dudaklarının kenarında çikolata var mı diye. Eğer varsa…"
Telefonu sıkıca tuttum. Yazmaya devam etti.
Korkut: "Eğer varsa, Kardelen… Silmezdim."
Boğazım kurudu.
Ben: "Peki ne yapardın?"
Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra telefonum bir kez daha titredi.
Korkut: "Eğilip dudağının kenarına yaklaşırdım. Çok yavaş, çok dikkatlice. Önce nefesimi hissederdin teninde. Sonra…"
Yutkundum.
Korkut: "Sonra, dudaklarının kenarındaki o küçük çikolata lekesini… dilimle alırdım."
Elim ayağım buz kesti. Gözlerim ekrana sabitlendi.
Ben: "Korkut…"
Korkut: "Evet, Kardelen?"
Dudaklarımı araladım ama mesaj yazamadım. O an ne hissedeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Göğsümde çarpan kalbimi susturamıyordum.
Ve en kötüsü… O an Korkut’un gerçekten burada olup olmayacağını düşündüm. Eğer olsaydı… gerçekten bunu yapar mıydı?
Ve ben, gerçekten izin verir miydim?
Telefonu avuçlarımın içinde sıkı sıkı tuttum. Kalbim öylesine hızlı atıyordu ki, Korkut yanımda olsaydı bile bu sessizlikte duyabilirdi. Cevap vermek istiyordum ama ne yazacağımı bilmiyordum. Parmaklarım tuşların üzerinde titriyordu.
Birkaç saniye içinde ekranım bir kez daha aydınlandı.
Korkut: "Sessiz kaldın, Kardelen."
Yutkundum.
Ben: "Ne söylememi bekliyorsun, Korkut?"
Korkut: "Gerçekten , ne yapardın?"
Gözlerimi kapattım. İçimde bir şeyler çırpınıyordu. Eğer burada olsaydı… Eğer gerçekten yüzüme eğilip, dudaklarımdaki çikolatayı almak isteseydi…?
İçimde bastırmaya çalıştığım bir his, gitgide büyüyordu.
Ben: "Bilmiyorum."
Bir süre boyunca mesaj gelmedi. Sonra telefonum bir kez daha titredi.
Korkut: "Bence biliyorsun."
Derin bir nefes aldım. O an, içimdeki sessizliğin içinde boğulacakmış gibi hissettim. Bir şeylerin geri dönüşü yoktu artık. Bir şeyler, aramızda, kesinlikle değişiyordu konuyu değiştirdim yoksa utançtan çığlık atardım
- mihri seni özledi ve seni çok sevdiğini söylüyor şuan
-"O zaten beni seviyor senin kadar inatçı değil."
- Farkında olmadan içimde o garip sıcaklık büyüyordu. Korkut’un son mesajına cevap vermemiştim ama gözlerimi ekrandan alamıyordum. Kelimeleri zihnimde dönüp duruyordu.
Boğazım kurudu. Telefonu cebime koydum, derin bir nefes aldım ama içimdeki heyecanı bastıramıyordum. Bir süre daha mağazaları dolaştık ama düşüncelerim hep Korkut’un yazdıklarının etrafında dönüyordu. Özlem’in keskin bakışları üzerimdeydi.
“Ne oldu sana?” diye sordu, kaşlarını kaldırarak. “Bir anda kıpkırmızı oldun.”
Ona kaçamak bir bakış atıp başımı çevirdim. “Yok bir şey.”
Özlem kollarını göğsünde bağladı. “Hadi hadi… Korkut bir şey mi yazdı?”
Dudaklarımı ısırdım. Korkut’un çikolatayla ilgili yazdıklarını görmemişti ve ben de anlatamazdım. İlk kez böyle bir şey yaşıyordum. İçimde yükselen bu garip, tuhaf, yasaklı gibi hissettiren duyguyla ne yapacağımı bilemiyordum. Korkut’un bana olan tutkusu apaçık ortadaydı ve ben de bundan delicesine hoşlanıyordum.
İtiraf etmekten utanıyordum ama içimden geçenleri de engelleyemiyordum. Eğer cesaretim olsaydı, ona "Gel, dudaklarımdaki çikolatayı sen sil." yazardım. Bu düşünce bile vücudumu ateşe vermeye yetiyordu. Ben… ben edepsiz olmuştum. Ama sadece ona özeldi bu.
Normalde arkadaşlarım bana böyle şeyler anlatınca midem bulanır, gereksiz bulurdum. Ama şimdi? Şimdi hoşuma gitmişti.
Ah, Korkut… Beni rahat bırakmayacağını biliyordum. Ama asıl mesele, benim de bırakmasını istemememdi.
Özlem hâlâ beni süzüyordu. “Bir şeyler oluyor ama anlatmıyorsun.”
Başımı salladım. “Yok bir şey, Özlem.”
“Hiç inandırıcı değilsin.”
İç çektim, sonra gözlerimi kaçırarak fısıldadım: “Korkut… çok edepsiz işte.”
Özlem kahkaha attı. “Bu mu yani? Allah aşkına, Kardelen! Şu an flört gibimsi bir şey yaşamıyor musunuz zaten?”
“Yani… evet.” Cevabı verirken bile yüzüm yanıyordu. “Ama alışkın değilim.”
Özlem dudaklarını büzüp, gözlerini devirdi. “Sen daha buna alışana kadar adam seni yer bitirir.”
Gözlerimi kısarak ona baktım. “Özlem!”
Özlem yüzüme dikkatle baktı, sonra sinsi bir gülümsemeyle başını iki yana salladı.
“Sana nasıl baktığını fark etmiyor musun?”
Kaşlarımı çattım. “Nasıl baktığını derken?”
Özlem gözlerini devirdi, derin bir nefes aldı ve sabırsız bir edayla konuştu. “Ah Kardelen, ah… Gerçekten anlamıyorsun ya da anlamazdan geliyorsun. Adam sana öyle bir bakıyor ki… Cidden hissetmiyor musun?”
İçimde bir huzursuzluk kıpırdandı. Ne demek istediğini biliyordum ama duymak istemiyordum. Çünkü duyarsam, kabul etmem gerekecekti. Ve ben… bunu nasıl kabul edeceğimi bilmiyordum.
Boğazımı temizledim, sesi fazla çıkmayan bir tonla “Saçmalama Özlem.” dedim.
Özlem alaycı bir kahkaha attı. “Saçmalamıyorum! Korkut gözlerini üzerinden alamıyor! Ama öyle bir anlık da değil, uzun uzun, sessizce bakıyor. Sanki seni ezberlemeye çalışıyor gibi.”
Sözleri mideme bir yumruk gibi oturdu. İçimde bir şeyler hareketlendi, sıcaklık yanaklarıma yayıldı.
Özlem eğlenceli bir ses tonuyla devam etti. “Hani geçen hafta hastanedeyken, halsiz düşüp bayılmıştın ya…o zaman Korkut’un nasıl baktığını gördüm.”
Gözlerimi ona diktim ama bir şey söyleyemedim.
“nasıl biliyor musun?” diye devam etti Özlem, gözlerini kısarak. “Sanki o an başka kimse yokmuş gibi, sanki senin dünyanda kaybolmuş gibi. Bir saniyeliğine bile değil, uzun uzun… O kadar derin baktı ki, neredeyse seni dokunmadan seviyor gibiydi.”
Yutkundum. “Abartıyorsun.”
Özlem kahkahasını bastırmaya çalışırken elini omzuma koydu. “Ah Kardelen, keşke kendini dışarıdan görebilseydin. Ama neyse, sen fark edene kadar ben sana anlatmaya devam ederim. Çünkü belli ki Korkut’un nasıl baktığını fark etmeye henüz hazır değilsin.”
Hazır mıydım? Bilmiyordum. Ama içimde bir şeylerin hızla değiştiğini, geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimi hissediyordum.
Derin bir nefes aldım. Aklım karmakarışıktı. mihri durmadan oradan oraya koşuyordu özlemle ben ise ona ayak uyduruyorduk
Ben de onun peşinden ilerlerken Özlem birden koluma girdi. Hafifçe gülümseyerek başını bana doğru eğdi ve hiç beklemediğim bir şey söyledi:
"Yakında biz de senin çocuklarını böyle seveceğiz."
Bir anda durdum. "Ne?!"
Özlem masum bir ifadeyle omuz silkti. "Ne var canım? Ne bağırıyorsun? Konu açılmışken söylüyorum işte. Bence senin çocukların da tatlı olur."
Gözlerimi kıstım. "Özlem, saçmalama. Benim çocuklarım falan yok, olmayacak da. En azından şu an öyle bir şey düşünmüyorum."
Özlem dudaklarını büzerek başını iki yana salladı. "Öyle deme, Kardelen. Bence alıştır kendini. Bir düşün… Mesela senin bir kızın olsa..
Derin bir nefes aldım. "Özlem, konu buraya nasıl geldi?"
Özlem, sinsice sırıtarak ekledi. yakında diyorum ateş barut diyorum
Bir adım geri çekildim. "Özlem, yeter! Daha sevgili bile olmadığım bir adamla bana çocuk hayalleri kuruyorsun!"
Özlem kahkaha attı. "Ama her şeyin bir sırası var Kardelen. Önce sevgili olursunuz, sonra evlenirsiniz, sonra da…"
Ellerimi kaldırıp sinirle araya girdim. "Özlem! Lütfen artık sus!"
Özlem, umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Ben bir şey demedim ki? Sen niye bu kadar gerildin? Yoksa söylediklerimde bir gerçek payı mı var?"
Öfkeyle kollarımı göğsümde bağladım. "Korkut’la ben… Biz…"
Özlem kaşlarını kaldırarak sabırsızca bekledi. "Hadi, hadi, cümleni tamamla. ‘Biz sadece arkadaşız’ diyeceksen hiç zahmet etme."
Gözlerimi devirdim. "Özlem, gerçekten bazen çok sinir bozucusun."
Özlem kahkaha attı. "Sadece bazen mi?"
İçimden ona bir şey fırlatmak geldi ama mağazada olduğumuzu hatırlayınca derin bir nefes aldım.
Özlem yine gülümseyerek başını yana eğdi. “Kabul et artık Kardelen, Korkut senin için farklı. Ve senin de ona karşı bir şeyler hissettiğini biliyorum.”
İç geçirdim, gözlerimi kaçırdım ama sonunda itiraf ettim. “Hissediyorum… Tamam, hissediyorum! Oldu mu?”
Özlem kahkaha attı, el çırptı. “Ha şöyle! Güzel arkadaşım, artık bir şeyleri inkâr etmeyi bırak. Şimdi ne yapıyoruz?”
Kaşlarımı çattım. “Ne yapıyoruz derken?”
Özlem göz kırptı. “İç çamaşırı alışverişi.”
Şok içinde ona baktım. “Ne? Hayır Özlem!”
“Evet! Yani şimdi, adam seni biraz seksi görsün değil mi? Günah değil mi adama?” dedi, göz kırparak.
Derin bir nefes alıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Özlem, Korkut beni böyle de sever. Sen şey yapma.”
Özlem dudaklarını büzüp başını iki yana salladı. “Ah benim masum arkadaşım… Kardelen, bu iç çamaşırı olayını Korkut için yapmıyoruz. Kendin için yapıyoruz! bedenini keşfetmen için. Hiç ayna karşısına geçip kendine dikkatlice baktın mı?”
Duraksadım. “Yani… Böyle dikkatlice değil.”
. “İşte tam da bunun için buradayız! Kendini tanıma zamanı.”
Kelimeler boğazımda düğümlendi. Bu düşünce, içimde utançla karışık garip bir merak uyandırıyordu. Özlem’in gözlerindeki ışıltıyı görünce, ondan kaçamayacağımı anladım. Özlem kahkahalarla başka bir mağazaya yönelirken, ben hâlâ telefon ekranına bakıyordum.-
derin düşüncelerden özlemin sesi beni gerçek dünyaya getirdi
"Bence artık sürekli olumsuz düşünme. Korkut seni önemsiyor. Sen de dikenlerini biraz indir artık," dedi, gözlerini gözlerime dikerek.
Derin bir nefes aldım. "Ama Özlem, beni en savunmasız anımda sanki yerle bir edecek gibi hissediyorum."
Özlem sustu. Oyunbaz ifadesi kaybolmuştu. Yüzü ciddi bir hal aldı. Bana ne “Evet, haklısın” diyebildi ne de “Hayır, yanılıyorsun.” Çünkü o da emin değildi.
- Tam o anda, Mihri’nin ağlama sesi duyduk .Kalbim sıkıştı. Mihrin, kalabalığın içinde, sarışın bir kadının yanında duruyordu. Küçük yüzü korkuyla gerilmişti.
Tereddütsüz hızla yanına gittim. Kadın, kaşlarını çatmış, huzursuz bir ifadeyle bana döndü.
"Hanımefendi, çocuğunuza sahip çıkın! Bana ‘anne’ deyip duruyor!" dedi, sesi sabırsız ve biraz da sinirliydi.
Mihri’nin küçük parmakları elbisemin kenarına sımsıkı tutunmuştu. Ellerini tuttum ve onu kucağıma aldım. Kadına dönüp kısık sesle "kusura bakmayın," dedim.
-özlem ise sinirli bir ifade ile kadına baktı
- sakin olun isterseniz çocuk işte bu kadar büyük bir tepkiye gerek yoktu
- sarışın kadın umursamadı
- çocuğunuzu başıboş bırakıp milletin başına bela ediyorsunuz vaktim kıymetli benim sizinle konuşarak zaman kaybedemem
- bana bak benin senin varya...
özlemin durdurdum
Kadın, başını sallayıp uzaklaştı ama hâlâ yüzündeki o rahatsız olmuş ifadeyi silememişti.
- kardelen bıraksaydım o sarı saçlarını tek tek yolsaydım ya
- özlem sakin ol
Mihri’yi kollarımın arasına aldım, saçlarını okşadım. Sesi titriyordu. "Ne oldu, bir tanem? O senin annen değil ki," dedim
Mihrin başını öne eğdi, minik elleriyle elbisemin kumaşına sımsıkı tutundu. "Saçları aynıydı…güneş gibiydi " dedi fısıltıyla. "Ben de yanına gittim ama bana bağırdı
- mihrim ..........
Küçük bedeni hafifçe titriyordu. İçim burkuldu. Daha sıkı sarıldım ona. "Güzelim benim… Yanımdan ayrılma, tamam mı?"
- özlem ise sinirliydi
Mihrin, hıçkırığını bastırmaya çalışarak başını hafifçe salladı. Kollarımı omuzlarına doladım, saçlarını öptüm.
Özlem de dayanamadı, Mihri’yi kucakladı. Onun gözleri de dolmuş gibiydi. Ama Özlem işte, hemen toparlandı ve durumu hafifletmek için her zamanki gibi kendine özgü yöntemlerine başvurdu. Suratını komik şekillere sokuyor, komik sesler çıkarıyordu.
- oy minnnoşum benim sen neden ağlıyorsun gel bakalım
Mihri önce şaşkın şaşkın ona baktı, sonra istemsizce gülümsedi.
- sanırım ikisi arasında buzlar eriyor gibiydi
Alışverişimizi bitirdikten sonra karnımızın iyice acıktığını fark ettik. Özlem, yalvarırcasına yüzüme bakıp başka bir yere gitmemiz için diretse de, onu hiç umursamadan çorbacıya girmiştim. Şu an, Özlem ve Mihri ile birlikte bir çorbacıda oturuyor, kelle paça çorbası içiyorduk. Daha doğrusu, ben içiyordum; Özlem ise önündeki mercimek çorbasına tutunmuş, yüzünü ekşiterek beni izliyordu.
Mihri’nin bağışıklığını güçlendirmem gerekiyordu. Sürekli grip olup duruyordu, bu yüzden onu da alıştırmaya karar vermiştim. Kaşıktaki çorbayı üfleyerek ona uzattım. Küçük burnunu hafifçe kıvırarak kaşığa baktı, önce yüzünü buruşturdu, ama birkaç kaşıktan sonra alışmaya başladı. "Aferin sana, Mihri. Bak, çok sağlıklı bu," dedim gülümseyerek.
Özlem, kaşığını hafifçe masaya vurup gözlerini devirdi. "Kardelen, eve gittiğimizde direkt banyoya git!" dedi sert bir ifadeyle.
Gözlerimi kıstım, muzipçe gülümsedim. "Özlem, kelle paça içmek bir sanattır."
Özlem yüzünü ekşiterek derin bir nefes aldı. "Ya Allah aşkına çabuk iç de gidelim! Kokusu beni öldürüyor."
Gülerek başımı iki yana salladım. "Sevmiyorsun ama çok güzel yapıyorsun,
Özlem hafifçe iç çekti. Kaşığını çorbasına daldırıp gözlerini tabağına dikti. "O başka… Babam sağ olsun, günde üç öğün yerdi. Annemden öğrenmiştim."
Babasıyla ilgili konuşunca yüzündeki neşeli ifade yerini hafif bir mahzunluğa bıraktı. Özlem’in bu halini gördüğümde konuyu uzatmamaya karar verdim. Çorbama geri döndüm.
Mihrin ise hâlâ çorbasıyla oynuyordu. Kaşığını tabağının içinde gezdiriyor, bazen hafifçe karıştırıyor, bazen de kaşığını çorbaya batırıp kaldırıyordu.
"İç bakalım," dedim nazikçe.
Mihrin kaşığını bıraktı, yüzünü buruşturup hemen Özlem’in çorbasına baktı. "Ya hayır! Ben mercimek istiyorum," diye mızmızlandı.
Özlem hemen devreye girdi, ona gülümseyerek yanaştı. "Gel bakalım, bir tanem," diyerek yanına oturdu. Kaşığını Mihri’nin önüne uzattı. "hadi."
Mihrin önce kararsız bir şekilde baktı, sonra küçük bir kaşık alıp ağzına götürdü. Gözleri hafifçe büyüdü. "Güzel mi?" diye sordu Özlem, sabırsızca.
Mihrin başını hafifçe salladı. "Hıhı…" dedi kısık bir sesle.
Bunu duyunca gülerek garsona seslendim. bir tabak mercimek çorbası istedim
"Siz kaybedersiniz," dedim sitemkâr bir ifadeyle. "Şifa, şifa!"
Mihri ve Özlem aynı anda yüzlerini ekşiterek bana baktılar. Bir an için Özlem’in de küçük bir çocuk gibi surat astığını görünce kahkahayı patlattım. Mihrin de Özlem’in komik surat ifadesine bakarak gülmeye başladı.
Sonunda çorba içme savaşımız kazanan olmadan bitti ama en azından karnımız doymuş, keyfimiz yerine gelmişti. Çorbacıdan çıktığımızda, uzaktan tanıdık bir araba fark ettim. Halil İbrahim… Bu adam bizi mi takip ediyordu?
Kaşlarımı çatıp arabaya bakarken Özlem de gözlerini kısıp aynı yöne çevirdi. "Bu herifin burada ne işi var?" diye sordu sinirle. "Yine giymiş takım elbiseyi, yine kasıntı… Bunun bir hayatı yok mu? Neden peşimizde?"
Gözlerimi ondan ayırmadan omuz silktim. "Bilmiyorum. Sen neden bu kadar sinirlendin ki?"
Özlem, gözlerini devirdi. "Sinirlenmemek elde mi? Şu modası geçmiş bıyıklarıyla beni çıldırtıyor. Bilirsin, demode insanlara tahammülüm yok."
Kendi kendime güldüm. "Abartıyorsun Özlem. Ne var yani adam mı öldürdü takım elbise giymiş diye suç mu işlemiş?"
-"Suç işlemiş gibi değil, ama fazla ciddi! Yani bir insan biraz rahat olur, biraz cool olur. Neyse, ben telefonuma bakayım da şu görüntüden kurtulayım," dedi ve ekranına gömüldü.
Ben ise Mihri’yi Özlem’e emanet edip Halil İbrahim’in arabasına doğru yürüdüm. Camı tıklattım.
Cam yavaşça açıldı ve içeriden tanıdık bir ses geldi. "Buyur, Kardelen Hanım Abla?"
Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. "Bacım desen yeterli olur."
Halil İbrahim hafifçe başını eğdi. "Yok, saygıdan. Korkut Abim öyle tembihledi."
Gözlerimi devirerek derin bir nefes aldım. "Sen bana bacım de."
Başını hafifçe salladı ama sesi değişmedi. ". Bir şey mi oldu?"
Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Bizi mi takip ediyorsun?"
Halil İbrahim, gözlerini yolun ilerisine dikerek, her zamanki ciddi sesiyle cevap verdi. "Evet. Dikkatli olmakta fayda var. Sen ve şu küçük kız… korunmaya muhtaçsınız."
Dudaklarımı ısırarak, biraz alaycı bir tonda sordum. "Ha, ne alaka? Ben tek başıma her şeyi hallederim. Unuttun mu? Kaç tane adam öldürdüm?"
Halil İbrahim hafifçe gülümsedi ama gözleri ciddiyetini koruyordu. "Evet, ve en sonunda yakalandın."
Kaşlarımı çatıp ona ters ters baktım. "Yanımda küçük bir çocuk vardı."
Başını hafifçe eğdi. "Yine de güçsüz olduğun gerçeğini değiştirmez. Korkut Abi tembihledi, haberin olsun."
İçimden derin bir iç çektim. Korkut … Her şeyi kontrol etmeye ne kadar meraklıydı.
Derin bir nefes alıp dudaklarımı büzdüm.
- Halil İbrahim’e kaşlarımı çatıp sert bir bakış attım. "Korkut’a söyle, başkalarını üzerimize dikmesine gerek yok. Bizi o korusun. Bizim ona ihtiyacımız var, başkalarına değil."
Ama Halil İbrahim pek umursuyor gibi görünmüyordu. Gözlerinin odağı özlemdi Sinirle iç çektim. Özlem’e baktım; o ise Mihri ile kendi fotoğraflarını çekmekle meşguldü.
Tekrar Halil İbrahim’e döndüm. "Beni dinliyor musun, Halil İbrahim?"
Gözünü kaçırarak, "Evet, dinliyorum. Kulağım sende," diye mırıldandı.
Kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Gözün bende değil ama?"
Bu sefer doğrudan yüzüme bakarak cevap verdi. "Benim gözüm niye sende olsun bacım? Korkut Abime ihanet etmem."
Başımı iki yana salladım. "Ayy, Allah’ım kafayı sıyıracağım! Korkut’un beni koruması için ayarladığı adam, bildiğin kalas çıktı."
Halil İbrahim hafifçe gülümsedi ama bir şey söylemedi. Bu daha da sinirimi bozdu. "Allah aşkına, derdin ne? Açık açık konuş."
Omuz silkti. " senin aklın ermez."
. "Sen bu kafayla zor yaşarsın Halil İbrahim."
Ona laf soktum diye içten içe sevinirken, o gayet sakin bir ifadeyle cevap verdi. "yaşamak gereksiz zaten "
Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. "Biliyor musun? Şu an sinirlerimi daha fazla bozmadan Korkut’un yanına git. Yoksa elimden bir kaza çıkacak!"
Gülümsedi. Cidden gülümsedi! Ama hâlâ kıpırdamıyordu. , sizi takip etmem gerek. Ama varlığımı hissettirmem ."
Derin bir nefes alıp içimden ona söylenerek geri döndüm. Ne kadar sinir bozucu bir adamdı! Ama ne yazık ki haklıydı.
"Tamam," dedim pes ederek, "ama bizi rahatsız etme!"
Halil İbrahim başını sallayıp arkasına yaslandı. "Etmem."
Ama nedense, o arabanın hep bir yerlerde olacağını biliyordum.
-Arkamı dönüp gitmeye niyetlenmiştim, ama Halil İbrahim’in sesi bir anda arkamdan yankılandı.
"Özür nasıl dilenir, ?"
- kimden dileyeceksin
- özel bir konu
- sen daha çok özür dilersin
- söyle işte özür nasıl dilenir
Bütün vücudum gerildi. Gözlerimle yoldan başka hiçbir şey görmemeye çalışarak, sesimi soğukkanlı tutmaya çalıştım. "Halil İbrahim, ben gidiyorum sanırım kafan yerinde değil "
Bu adamın derdi neydi?
Özlem’in yanına gittiğimde, her zamankinden farklı olduğunu hemen anladım. O hep neşeli, enerjik ve hayat doluydu. Benim aksime, her şeyi hafife alan ve hayatı şakayla geçiren biriydi. Ama şimdi… Şimdi gözlerinin içinde dolaşan kara bulutları görebiliyordum. Dahası, Halil İbrahim’in olduğu tarafa bakmıyordu bile. Sanki o taraf, adeta bir yasak bölgeydi.
Kaşlarımı çatıp usulca sordum. “Özlem, iyi misin?”
Özlem başını hızla çevirdi, yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi. “İyiyim, Kardelen.” Ama sesi o kadar yapmacıktı ki…
“Emin misin?” diye üsteledim.
Özlem derin bir nefes aldı, yüzündeki gülümseme silinirken sesi de daha ciddi bir tona büründü. “Kardelen, neden soruyorsun?”
Öne doğru eğilip gözlerinin içine baktım. “Çünkü arkadaşımın iyi olmadığını görebiliyorum. Şu an kötü görünüyorsun ve bu pek senlik değil
Özlem bana kısa bir an baktı. Öyle bir bakıştı ki… Umutsuz, yorgun ve kırgın. “Benim yeni mi kötü olduğumu fark ettin?” dedi, sesi neredeyse fısıltı gibiydi.
“Anlamadım?”
Özlem acı bir gülümsemeyle başını salladı. “Allah aşkına Kardelen, sen ne zaman beni merak ettin ki?”
“Özlem, saçmalama.”
“Saçmalayan ben değilim, sensin.” Sesindeki alaycı tını, onun her zamanki şakacı Özlem olmadığını belli ediyordu.
İçimde büyüyen rahatsızlık hissiyle devam ettim. “Eğer bir şey varsa, anlat. Seni üzen her neyse, paylaşabilirsin.”
Özlem başını iki yana salladı, alaycı bir ifadeyle bana baktı. “Kardelen, anlatmamı gerektirecek bir sorun yok.”
Sonra, hiçbir şey demeden döndü ve arabasına bindi.
Öylece ardından bakakaldım. Neden böyleydi? Ne olmuştu? Gözlerimi kısıp Halil İbrahim’e çevirdim ama o, ifadesiz bir suratla arabasının yanında duruyordu. Onunla mı ilgiliydi bu hâl?
Bir anda, küçük bir el koluma dokundu. Mihri, merakla bana bakıyordu. “Kardelen , Özlem abla neden üzgün?”
İç çektim ve gülümsemeye çalıştım. “Bilmiyorum meleğim, ama öğreneceğiz. Olur mu?”
Mihri başını salladı. Sonra, arka koltuğa geçti. Özlem ise hiçbir şey söylemeden arabayı çalıştırdı. Evimize doğru yola çıkarken, gözüm hâlâ bizi takip eden Halil İbrahim’in arabasındaydı. İçimde garip bir his vardı.
- Halil İbrahim resmen sürekli arkamızdaydı ve durum özlemi rahatsız etmişti özlem kendi alanına müdahale edilmesinden nefret ederdi
Özlem’in hızlandığını fark edince telaşla uyardım. “Yavaş, Özlem!”
Halil İbrahim’in arabası iyice yaklaştığında, Özlem’in parmakları direksiyona sıkıca yapıştı. Gözleri, alev gibi bir öfkeyle parlıyordu. Derin bir nefes alıp, hızla gaz pedalına bastı. Araba birden ileri fırladı ve Halil İbrahim’in arabasını sollamaya başladı. Halil İbrahim’in arabası, Özlem’in aracını kovalıyor, fakat Özlem hızlanınca, Halil İbrahim’i geçmeyi başardı. Bir süre sonra, trafik ışıkları yavaşça kırmızıya dönmeye başladı.
Derken, Halil İbrahim yavaşça arabasının camını indirdi. Özlem, ona inat yapar gibi camı hızla açtı ve birbirlerine adeta meydan okuyan bakışlarla dikildiler.
Halil İbrahim başını hafif yana eğip, dudaklarına o tanıdık alaycı ifadeyi yerleştirdi. “Ehliyeti uzaktan eğitimle mi aldın sen?” diye sordu, sesi buz gibiydi.
Özlem gözlerini kıstı, dudakları küçümseyen bir ifadeyle yukarı kıvrıldı. “Gayet iyi araba kullanıyorum, teşekkür ederim.”
Halil İbrahim hafifçe başını salladı, yüzünde alaycı bir tebessümle. “Belli. Arabayı kullanmayı bilmiyorsan hiç trafiğe çıkma. Bilirsin, beceri işi.”
Özlem’in elinin direksiyonun üzerinde kasıldığını fark ettim. Öfkesi yavaş yavaş yükseliyordu ama belli etmiyordu. Bunun yerine, yüzüne sert bir ifade yerleştirdi. “Senin gibi cahil birinden fikir alacak değilim. Eminim bir lise diploman bile yoktur.”
Halil İbrahim bu söze sadece hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Hayatı teoride değil, pratikte yaşıyorum.”
Özlem, bu cevaba kahkaha attı ama kahkahasında neşe yerine ince bir küçümseme vardı. “Hayat üniversitesi mi ? Ne büyük kariyer doğrusu! Tebrik ederim, diplomasız hayatta kalmayı başarmışsın.”
Halil İbrahim’in yüzü anlık bir gölgeyle karardı ama kendini çabuk toparladı. Gözleri daha da sertleşti. “Her seferinde seviyesizliğini belli ediyorsun
Özlem’in kahkahası anında kesildi. Bakışları buz gibi oldu, dudakları hiddetle kıvrıldı. “Gerçekten mi? Aa, şu işe bak! Ben de aynı duygular içindeyim.”
Halil İbrahim başını hafifçe yana eğdi, sesi soğuk ama içinde tehdit doluydu. “Aynı duyguyu bile istemem seninle.”
Özlem’in elinin vitesin üzerinde titrediğini fark ettim. “Küstahsın.” sesi alaycıydı ama içinde ince bir öfke titremesi vardı.
Halil İbrahim hafifçe gülümsedi ama bu gülümseme düşmanca bir ifadeydi. “Sen de laf bilmez bir kadınsın.”
Özlem dişlerini sıkarak direksiyona daha da yaslandı. "Seninle yolum bir daha asla kesişmemek üzere Halil İbrahim in gözlerinde bir meydan okuma vardı. “O iş biraz zor.” dedi, ardından arabasını hızlandırıp yanımızdan geçti.
Ben ise arkada, olup biteni izlerken içimi garip bir his kapladı. Bu ikisi birbirlerinden nefret mi ediyordu, yoksa... başka bir şey mi?
Kırmızı ışık yeşile döndü ama Özlem hareket etmedi. Birkaç saniye boyunca arabayı sürmeyi unuturcasına Halil İbrahim’in gözlerine dikildi. O an neyin daha tehlikeli olduğunu düşündüm—
Özlem’in orta parmağını Halil İbrahim’e doğru kaldırdığını görünce gözlerim kocaman açıldı sonrasında yeşil ışığın yanmasıyla gaza bastı özlem
Bir an için yanlış gördüğümü düşündüm, ama hayır, gayet bilinçli bir şekilde yapmıştı. Yan koltukta oturan Mihri’nin de bu hareketi taklit etmeye çalıştığını fark edince, içimde tuhaf bir sıkıntı yükseldi. Hemen elimi kaldırıp onun minik eline hafifçe vurdum.
“Ayıp Mihri,” dedim, sesime sertlik ekleyerek. Ama Mihri’nin yüzünde Özlem’den aldığı cesaretle hafif bir meydan okuma vardı.
“Ama Özlem yaptı,” diye homurdandı.
Derin bir nefes aldım. “Yanlışlıkla yaptı o işareti,” dedim ama bu yalanı söylerken bile kendime inanmadım. Çünkü Özlem, yanlışlıkla yapmamıştı. Gayet bilerek ve isteyerek, öfkesiyle beraber yapıştırmıştı o hareketi.
Dudaklarımı sıkıp, Özlem’e döndüm. “Özlem, adama neden o işareti yaptın? Sana bir zararı yoktu. Bu yaptığın gerçekten ayıp,” dedim, hala şaşkınlığımı atamamıştım.
Özlem gözlerini devirip omuz silkti. “Ayıpsa bana ayıp. Ayrıca adam deme şuna,” diye söylendi. Gözleri, hala Halil İbrahim’in arabasının bulunduğu noktaya sabitlenmişti. İçinde büyüyen öfkeyi neredeyse hissedebiliyordum.
Kaşlarımı çatıp daha da dikkatli baktım. “Özlem, sen iyi değilsin. Kafayı mı sıyırdın?”
Özlem derin bir nefes aldı ve gözlerini kaçırdı. Sesindeki ton, her zamankinden farklıydı. “Kardelen, bu adamı bana savunacaksan bence sus,”
Özlem’in içinde fırtınalar kopuyordu, bu belliydi. Halil İbrahim’in ona ne yaptığını ya da yapmadığını bilmiyordum. Ama bir şeyler vardı ve Özlem’in bu kadar öfkeli olması, bana ipuçları veriyordu. Göz ucuyla Halil İbrahim’in arabasına baktım.
Özlem dişlerini sıktı, ellerini direksiyona sertçe vurdu ve gaza bastı.
Mihri’nin gözleri heyecanla parladı. “Özlem, hızlanıyor muyuz uçalımmmmmm mı ?” diye sordu sevinçle.
“Hayır, tatlım, hızlanmıyoruz,” dedim ama Özlem’in gözlerindeki parıltıyı görünce bir an tereddüt ettim. Kendi kendime “Umarım hızlanmıyoruzdur,” diye düşündüm.
Ama yanılmıştım. Özlem, sert bir şekilde vites değiştirdi, direksiyonu sıktı ve Halil İbrahim’in arabasına meydan okurcasına önüne geçti. Yeşil ışık yandığı an, Özlem gaza yüklendi. Halil İbrahim de karşılık vererek hızlandı.
Özlem gaza basıp ani bir manevrayla şerit değiştirdi. Halil İbrahim ise hızını kesmeden peşimize düştü.
"Ne yapıyorsun Özlem?!" diye bağırdım, ama o sadece sırıttı.
"Şu adamın bizi takip etmesine sinir oluyorum! Biraz uğraştıralım bakalım
Tam o anda Halil İbrahim hızlanıp arabasını bizimkinin yanına getirdi. Camı açıp, sesi trafikte yankılanan bir öfkeyle bağırdı: " ayağını gazdan çek!"
Özlem ona alaycı bir bakış attı, camı açmadan dudaklarını kıpırdattı: "Ne oldu, ? Hız sana göre değil mi?"
Halil İbrahim’in elini direksiyonun üzerinde sıktığını görebiliyordum. Sinirlenmişti. Ama gözlerindeki öfkenin altında başka bir şey daha vardı
Özlem ise inadına gülümseyerek gazı biraz daha kökledi.
Ama tam o anda Halil İbrahim hızla direksiyon kırıp önümüze geçti. Ani frenle durduk. Özlem şaşkınlıkla direksiyonu sıktı.
Kapılar hızla açıldı. Halil İbrahim bizim arabaya doğru geldi, gözleri alev alevdi.
Özlem tam bir şey söyleyecekti ki Halil İbrahim kapıyı açtı ve ona doğru eğildi.
"Halil İbrahim bir adım daha yaklaştı, yüzü Özlem’e tehlikeli derecede yakındı. "Yalnızken istersen cehennemin dibine kadar hız yap, umurumda bile olmaz! Ama içinde Kardelen hanım ve Mihri varken bu kadar düşüncesiz davranamazsın!
Özlem sustu. . Gözleri hâlâ Halil İbrahim’e meydan okuyordu ama o an, içindeki asıl duygunun öfke mi yoksa başka bir şey mi olduğunu ayırt etmek zordu.
Sonra başını yana eğdi, dudaklarının kenarında hafif bir kıpırtı oldu. Ama bu, bildiğim Özlem gülümsemelerinden değildi. İçinde hem meydan okuma hem de garip bir kırılganlık vardı.
"Arkadaşımı senden daha çok ben düşünürüm. Ayrıca takip etme bizi," dedi, sesi kararlı ama içinde ince bir huzursuzluk saklıydı.
Halil İbrahim gözlerini kısarak ona baktı. O sakin, her daim kendinden emin duruşuyla karşılık verdi. "Senin peşinde değilim," dedi, sesi alışıldık ciddiyetiyle yankılandı. "İnan, peşinden koşmam için aklımı kaçırmam lazım."
Özlem, başını hafifçe yana yatırarak alaycı bir tebessümle ona baktı. "Senin aklın yerinde mi?"
Halil İbrahim'in gözlerinde belirsiz bir gölge geçti. Bir adım daha yaklaştı ve soğuk bir ifadeyle konuştu. "Bana bak, çok bilmiş hareketlerden hoşlanmam. Korkut abinin hatırı için peşinizdeyim. Kendini dev aynasında görmekten vazgeç."
Özlem'in bakışları anında değişti. Yüzündeki alay kayboldu, yerini sert bir öfke aldı. Gözleri alev gibi yanıyordu, dudakları sinirle büzüldü.
"Sen hayatımda gördüğüm en narsist insansın!" diye hırladı.
Halil İbrahim hafifçe başını yana eğdi, dudaklarını oynattı ama ne dediği anlaşılmadı. Sadece yüzündeki o küçümseyici ifade daha da belirginleşti.
Özlem kaşlarını kaldırdı, gözlerini kıstı. "Şimdi kendi kendine mi konuşuyorsun?" dedi, sesi sertti.
Halil İbrahim, gözlerini devirdi. "Evet, konuşuyorum." diye cevap verdi. Sonra bir an durdu, ardından alaycı bir şekilde gülümsedi. "Hatta ne yapıyorum biliyor musun? Aynanın karşısına geçip konuşuyorum, çünkü malum, etrafımda o kadar düşük seviyede insanlar var ki… En azından aynadaki yansımam bir şey anlıyor."
Özlem'in yüzü bir an için dondu. Sonra dudakları sinirle gerildi. "Narsistsin!" diye tısladı.
Halil İbrahim omuz silkti, umursamaz bir şekilde. "Evet, aklına yaz. Ben narsistim." Gözlerini Özlem’in gözlerine dikti, meydan okur gibi. "Şimdi uza."
Özlem kollarını kavuşturdu, bir adım geri çekildi ama yüzündeki inatçı ifade hiç kaybolmadı. "Senin emrinle mi uzaklaşacağım? Şizo musun?"
Özlem’in yumrukları sıkıldı. Bu adamı boğmak istiyordu. .Halil İbrahim önce bana, sonra Mihri’ye baktı. Bakışları kısa ama üzerimde ağırlık bırakan cinstendi. Sonra yüzü ifadesiz bir hâl aldı ve Özlem’e doğru eğildi.
Başını onun kulağına yaklaştırdı. Sesini alçalttı ama cümleleri, Özlem’in bütün bedenini etkileyen bir yankı gibi vurdu ona.
Ne söylediğini duyamadım ama Özlem’in aniden suskunlaşmasından, bir şeylerin değiştiğini anlamıştım.
Özlem’in yüzü soldu, gözleri büyüdü. Dudakları hafifçe aralandı ama tek kelime etmedi. Öylece Halil İbrahim’e baktı.
Halil İbrahim geri çekildi. Birkaç saniye Özlem’e baktı, sonra derin bir nefes aldı, başını iki yana salladı ve arabasına doğru yürüdü.
Özlem’in parmakları direksiyonu sıkıyordu ama hareket etmiyordu. Motor çalışıyordu, Mihri arka koltukta sakince oturuyordu
Yavaşça, “Ne dedi sana?” diye sordum.
Özlem cevap vermedi. Sadece ileriye, boşluğa bakıyordu.
Ama onun yüzüne bakarken bir şeyi çok iyi anladım. Halil İbrahim’in tek bir cümlesiyle dengesini kaybettiğini görmek, beni de garip bir huzursuzluğa sürüklüyordu.
Özlem aniden gözlerini kırpıp toparlandı. Ağzını açacak gibi oldu ama sonra vazgeçti.
Gaz pedalına sertçe bastı ve araba hızla hareket etti. Ama bu sefer, içinde bir öfke değil, karmaşık bir sessizlik vardı.
Özlem’in içinde neler olduğunu bilmiyordum ama Halil İbrahim’in sözleri onu etkilemişti.
Ve bu, beni düşündüğümden daha fazla rahatsız etmişti.Sonunda, Özlem’in ağzından kelimeler döküldü. “Kardelen, konuşmazsak olur mu?” dedi. Sesi, bana bir bakıma çok yabancıydı. Özlem, adeta bir taş kesilmiş gibiydi. Bir insanın öfkesinin ve duygularının ne kadar derin olabileceğini o an anlamıştım. Her şey onun içinde birikiyordu ve bir şekilde, o an, Özlem’in gözlerinde aniden beliren parıltı, içinde çok daha fazlasını barındırıyordu. canını sıkan bir şeyler var, değil mi?” diye sordum, yavaşça, ama aynı zamanda oldukça dikkatli bir şekilde. O an, Özlem’in sessizliğine gömülmesi, içinde birikmiş duyguların işareti gibiydi.
Özlem, kafasını iyice çevirdi. Bir anlık bir sessizlik… Sonra, o sinirli bakışlarını bana yönelterek, sessizliğini korumaya devam etti. Gözleri adeta her şeyi anlatıyordu, ama sözleri dilinden dökülmüyordu.
Eve vardığımızda Mihri’nin ödevlerine yardım ettim. Küçük parmakları defterin üzerinde dolaşıyor, bazen kalemini dişlerinin arasına sıkıştırıp düşünüyordu. Ona sabırla rehberlik ederken Özlem de yanı başımızda oturmuştu. Bir süre sonra, Mihri’nin dikkati dağıldı ve ödevlerini bitirir bitirmez oyuncakları ile oyun oynamaya başladı
bende yerimden kalktım ve mutfağa gittim
Mutfakta kahveleri hazırlarken Özlem’in hâlâ sessizce oturduğunu fark ettim. Normalde konuşkan, enerjik ve her şeyi şakaya vuran biriydi ama bugün farklıydı. Gözlerinde dolaşan gölgeler, içindeki fırtınayı ele veriyordu. Mihri halının üzerine yayılmış, oyuncaklarıyla meşguldü. Onun neşesi, odadaki ağır havayı biraz olsun dağıtıyordu ama Özlem’in yüzündeki o gergin ifade gitmiyordu.
İki kahveyi tepsiyle alıp yanına oturdum. Daha ben bir şey söylemeden, Özlem derin bir nefes aldı ve bana sıkıca sarıldı. Kollarını öyle bir doladı ki sanki düşüyormuş da bana tutunuyormuş gibi. Ben de ona sarıldım, sırtını sıvazladım.
"Ne oldu, anlat," dedim yumuşak bir sesle.
Özlem başını omzuma yasladı. "Kardelen, konuşmazsak olmaz mı? Ben iyi değilim. Ruhum hasta gibi… Son günlerde her şey üst üste geliyor."
Ona Halil İbrahim’i sormayacaktım. Açıkça ondan nefret ediyordu ama nedenini bilmiyordum. Sormaya kalkarsam daha da sinirleneceğini hissediyordum. En iyisi, anlatmasını beklemekti.
"Canını sıkan durum ne, Özlem?" diye sordum nazikçe.
Derin bir nefes aldı, gözleri boşluğa dalmıştı. Sonra fısıltıyla ekledi: "Son zamanlarda iyi değilim, Kardelen…"
Gözleri benimkilere kilitlendi, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısıktı. "Beni bulmaz, değil mi?"
Kalbim sıkıştı. O üç kelimenin taşıdığı ağırlık, içimi ezdi.
"Hayır, Özlem. Asla bulamayacak. . Seni bulması imkânsız,"
Özlem nefesini tutuyormuş gibi bir an durdu. Sonra sesi titreyerek devam etti:
"Ama takip ediliyormuş gibi hissediyorum, Kardelen. Halil İbrahim denen adamın da bizi izlediğini görünce… Kafayı yemek üzereydim o pisliğin adamlarından biri gibi sanki ."
Elini tuttum, sıkıca kavradım. "Sakin ol. Seni asla bulamayacak. Bulsaydı bile, bir şey yapamazdı. Artık yalnız değilsin."
Özlem gözlerini sıkıca kapadı ve bana iyice sarıldı. "Kardelen, ben özür dilerim. Bugün sana kızdım ya…"
Başımı iki yana salladım. "Sana kızmam ki, Özlem. Kalbini biliyorum. Ama yalnız hissedersen, buradayım. Her zaman."
O sırada Mihri, kıkırdayarak yanımıza koştu. Küçük kollarını bize doladı ve neşeyle bağırdı:
"Sevgiii çemberiii!"
Özlem hafifçe güldü, ben de Mihri’yi kucakladım. Üçümüz birbirimize sarıldık. O an, Özlem’in içinde hâlâ fırtınalar koptuğunu biliyordum ama en azından biraz olsun güvende hissetmesini sağlayabilmiştik.
Kısa bir süre sonra Özlem sessizce odasına çekildi. Onun hüznü dağılmamıştı, sadece bir süreliğine saklanmıştı odama gidip duş alıp rahatlamaya ihtiyacım vardı
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Duşun altında uzun süre durdum. Sıcak su omuzlarımdan süzülüp giderken, zihnimde dolanıp duran düşünceleri de beraberinde götürmesini diledim.
Duştan çıkıp havluyla saçlarımı kuruladım. O sırada telefonum çalmaya başladı. Bunu tahmin etmeliydim. Çağdaş… bu adamın benimle derdi neydi
Elimde hâlâ havluyla ekrana baktım. Telefonun parlak ışığı, odanın hafif loşluğunda gözüme fazla keskin geliyordu. Parmağımı ekrana götürdüm ama açmadım. Tüm varlığımla bunu yapmamam gerektiğini hissediyordum.
Telefonu yatağa fırlattım. Ama hâlâ çalıyordu. Sakin ol. Nihayet sustu. Derin bir nefes aldım ama bu kez mesaj bildirimi sesi geldi.
"Kusura bakma, rahatsızlık veriyorum. Uzun zamandır sana ulaşmaya çalışıyorum. Bana bir kahve borcun vardı, hatırlıyor musun?"
Hatırlıyordum. En son kaçırılmadan önce, ayaküstü benden bir kahve sözü almıştı. Ama Korkut yoğun bakımdayken hiçbir şey yapacak gücüm olmamıştı. . Şimdi ise o kapının tekrar zorlanıyor oluşu canımı sıkıyordu.
Yeni bir mesaj daha düştü ekrana.
"Bir sorun mu var?"
Bu soru içimde bir sıkışma hissi yarattı. Ne cevap vermeliydim ki? Olanları anlatmaya ne enerjim vardı ne de isteğim. Birkaç saniye düşündüm, sonra kısa ve net bir yanıt yazdım:
"Merhaba. Bu aralar fazlasıyla meşgulüm, zamanım yok."
bu mesajdan sonra kesinlikle beni rahatsız etmezdi
Bir an rahatlamıştım ki hemen yeni bir mesaj geldi.
"Israr etmekten başka bir çare bırakmadın. Sadece bir kahve."
Bu cümledeki ısrar tonu, içimde rahatsız edici bir his uyandırdı. Geri adım atmıyordu. Derin bir nefes alıp daha kesin bir cevap vermeye karar verdim.
"Çağdaş hocam, lütfen ısrar etmeyin. Meşgulüm ve hastayım. Buluşmasak daha iyi olur."
Birkaç saniye boyunca ekran sessiz kaldı. Tam bittiğini düşündüğüm anda yeni bir mesaj geldi.
"Öncelikle bana ‘Çağdaş’ de. Ve sadece bir kahve."
Gözlerimi kapattım. Onun bu ısrarcılığı midemde bir düğüm oluşturuyordu. Ben istemiyordum. Ve istemediğim bir şeye sürüklenmek, nefesimi daraltıyordu.
"Üzgünüm ama istemiyorum."
Gönder tuşuna bastım. Birkaç saniye sonra telefonum tekrar çaldı. Bu kez arıyordu.
Öylece ekrana baktım. Açmalı mıydım? Açmamalı mıydım? Parmaklarım titreyerek ekrana uzandı. Sonunda aramayı yanıtladım.
"Kardelen, nasılsın?"
Ses tonu her zamanki gibi sakindi. Ama içinde bir şey vardı… Tanımlayamadığım, ama tüylerimi diken diken eden bir şey.
"İyiyim…" dedim, sesi fazla nötr tutmaya çalışarak. "Siz?"
"Siz değil, sen neden benimle konuşmadığını anlamıyorum "
Boğazım kurumuştu.
Telefonu daha sıkı kavradım. Sesimdeki mesafeyi korumaya çalışarak derin bir nefes aldım.
"Çağdaş hocam , siz Mihri’nin öğretmenisiniz. Benim için başka hiçbir şey ifade etmiyorsunuz."
Ardından gelen sessizlik,
Nitekim birkaç saniyelik sessizliğin ardından sesi tekrar geldi.
"Bunu gerçekten söylediğine inanıyor musun, Kardelen?"
İçim sıkıştı. Evet. Öyle olduğunu kendime tekrar tekrar söylemek istiyordum.
"Çağdaş, ben—"
"Bana böyle mesafeli davranma Sadece konuşmak istiyorum."
Kaşlarımı çattım. Sesimde biraz daha sertlik ekleyerek, "Ama ben istemiyorum." dedim.
Bir nefes aldı, belli ki sinirlerini kontrol altında tutmaya çalışıyordu.
"Neden, Kardelen erkek arkadaşın yok benimle buluşmaktan alıkoyan neden ne
Gözlerimi kapattım. vardı işte korkut o her hücremdeydi sanki ben neden bilmiyordum korkut gibi değildi korkut artık beynime ve kalbime hakimiyet kurduysa ondaydım kalben ve aklen ve şimdi bu ısrarcı adam ne ara bana bağlanmıştı bu adam nerden bu samimiyeti buluyordu
"Çağdaş, lütfen... Benim özel hayatımı sorgulamak sana düşmez.
"Bu kadar basit mi yani?"
Sesi bir anlığına hırçınlaştı ama hemen toparladı. "
"Çağdaş, seni engellemek istemiyorum ama eğer bu konuşma böyle devam ederse, yapacağım şey bu olacak."
Derin bir sessizlik. Sonunda, alçak bir kahkaha attı.
. Parmaklarım, istemsizce telefonun kenarını sıktı.
"Bu kadar mı korkuyorsun?"
Çağdaş’ın sesi hâlâ zihnimde yankılanıyordu. İçimde bir öfke mi vardı, rahatsızlık mı, yoksa sadece bıkmış mıydım? Tam olarak ne hissettiğimi bilmiyordum ama bir şey kesindi
"Benden neden rahatsızlık duyduğunu anlamıyorum. Bana bir sapıkmışım gibi davranıyorsun."
Gözlerimi kapattım. Hayır, ona böyle hissettirmeye çalışmamıştım. Ben sadece… sınır çizmiştim.
"Oysa sadece davranışın ve güzelliğin aklımda takılı kaldı. Dört aydır seni aramama rağmen tenezzül edip aramalarıma cevap vermiyorsun."
Ne anlama geliyordu? ilgim olduğunu mu düşündü? Onun aramalarına mecburen cevap mı vermeliydim? sanki söylediklerimi duymamazlıktan geliyordu.
"-Israr edersen hiç iyi şeyler olmaz," dedim, sesimdeki soğukluğu fark edebiliyordum.
"-Kardelen, beni yanlış anlıyorsun,"
kendi düşüncelerini zorla kabul ettirmeye çalışıyordu.
Telefonu üzerine kapattım, ekranda hâlâ adının yazılı olduğu son arama ekranına bir an bakarak.
Sadece Mihri’nin öğretmeniydi, hepsi buydu. Birkaç kez karşılaştık, birkaç kez konuşmuştuk, ama hepsi bu kadar.
Bir şeyler içmek için mutfağa gittim, içimdeki gerginliği dağıtmaya çalışarak. Mihri’nin sesi salondan geliyordu, Özlem’le oyun oynuyordu. Sesleri duyunca biraz rahatladım.
Çağdaş’ın söylediklerini düşünmek istemiyordum ama aklımın bir köşesine kazınmış gibiydi. Kendi kendime "Bitti, artık aramayacak."
Ama içimde kötü bir his vardı. Sanki bu iş burada kapanmamıştı. Anlamadığım neden 4 ay sonra ısrar etmesiydi ürküyordum resmen benden hoşlanması imkansız çünkü benden hoşlanmasını gerektirecek bir durum yoktu bu adamın sorunu neydi
🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿
"
Şu an tiyatro sahnesinin en yakın yerde ön koltukta oturuyordum. Mihri’yi izlemek için sabırsızlanıyordum. Erkenden gelmiştik çünkü prova yapacaklardı.
korkut ise daha sonra gelecekti yapması gereken işleri varmış tabiki de ne işi olduğunu bilmiyordum sürekli bir bilinmezlik vardı onunla ilgili
Öğrenciler heyecanla hazırlıklara devam ediyordu.
Veliler, çocuklarının performansını izlemek için erkenden gelmişti. Birkaçını tanıyordum, ama çoğu bana yabancıydı. Sahnenin etrafındaki sandalyelere yerleşen kalabalık, sabırsızca perdeyi bekliyordu.
Perdenin arkasında, küçük bir yüz belirdi. Mihri’nin gözleri, ışıklar altında pırıl pırıl parlıyordu. Merakla etrafına bakınıyor, sahnenin önündeki kalabalığı inceliyordu. Küçük elleri perde kenarına tutunmuştu, sanki biraz daha uzanabilirse her şeyi daha net görecekmiş gibi.
Onun bu hâlini izlerken içimde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı. Gözlerim onun gözlerine odaklandı ve o an… Göz göze geldik.
Bir anlık duraksadı. Tanıdık birini gördüğünü fark edince yüzü aydınlandı. Şaşkınlık yerini sevinçle parlayan bir ifadeye bıraktı. Küçücük ellerini heyecanla sallamaya başladı. Ben de gülümseyerek ona el salladım.
Sonra ellerimi havada birleştirip kalp işareti yaptım. Mihri, sahnenin kenarından başını salladı, gözleri neşe doluydu. O da küçük bir oyunla karşılık verdi—önce avuç içine bir öpücük kondurdu, sonra elini kalbine koydu.
İşte o an, içimde bir şeyler titredi. Kalbim, sıcacık bir hisle doldu. Onu alıp saklamak, korumak, hiç üzülmeyeceği, hep mutlu olacağı bir yere koymak istedim. Keşke… keşke annesi ve babası da burada olsaydı, bu anı onunla paylaşabilseydi.
Onun çocukluğunda beni değil, Belin’i hatırlaması gerektiğini düşündüm. Babasını...
Gözlerim dolmaya başladığında hemen toparlandım. Bugün, hüzünlenmeyeceğim bir gündü. Bugün, Mihri’nin sahneye çıkacağı, onun için özel bir gündü. Ve ben, burada, onu izlemek için vardım.
Derin bir nefes aldım. Saatime baktım. Gösterinin başlamasına hâlâ zaman vardı.
.Mihri sahneye çıkmadan önce aceleyle lavabo gittim Beyaz etek giymemin verdiği huzursuzluk içimde büyüdükçe büyüyordu. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. "Kardelen, sakin ol. Henüz bir haftan var. Kesinlikle abartıyorsun," dedim kendi kendime. Ama içimdeki endişe bir türlü geçmiyordu.
Lavaboda kontrol ettiğimde, korktuğum başıma gelmişti. *"Hayır ya, bu neden bugün oldu?"* dedim sessizce, panikle. Birkaç derin nefes aldıktan sonra, aklıma Özlem’i aramak geldi. Hızla telefonumu çıkarıp onu aradım.
Telefon açıldığında sesi her zamanki gibi neşeliydi. "Kardelenciğim, ne oldu?" dedi.
"Özlem, lütfen evde olduğunu söyle!" dedim heyecanla.
"Değilim, iş yerindeyim. Neden, ne oldu?" dedi.
"Regl oldum ve beyaz etek giyindim," dedim çaresiz bir sesle.
Özlem birkaç saniye sessiz kaldı, sonra gülerek, "Kardelen, sana sadece bir soru soracağım. *Neden?*" dedi alaycı bir şekilde.
"Ya Özlem, nereden bileyim? Daha bir hafta vardı. Hiçbir belirti de yoktu. Ne yapacağım şimdi?" dedim panikle.
nasıl bu kadar düşüncesiz olabiliyorsun, anlamıyorum. Şimdi bak, iş yerimle ev arası çok uzak. Oraya gelmem iki saat sürer. Bir çözüm bulmalısın," dedi ciddi bir sesle.
"Okul markete uzak. Arabam da yok. Ayrıca velilerden ped isteyemem. Çok utanırım!" dedim, sesi titreyerek.
Özlem derin bir nefes aldı. "Kardelen, delirtme beni. Altı üstü bir ped. Öğretmenler odasından birinden iste o zaman!" dedi.
"Kimseyle konuşmuyorum, kavga ettik hatırlamıyor musun " dedim sessizce.
"Bunu nasıl başarıyorsun, anlamıyorum. Sen nasıl yaşıyorsun Kardelen?" dedi, artık sabırsız bir sesle.
"Özlem, başlama yine," diye karşılık verdim sinirle.
Tam o sırada arka planda birinin Özlem’i çağırdığını duydum. "Kapatmam gerek üzgünüm yardımcı olamıyorum şuan
- önemli değil özlem telefonu kapattım
Lavabodan çıktım, aklımdan bin bir düşünce geçiyordu.
Kiminle konuşacağımı bilmiyordum. Öğretmenler odasında kimseyle doğru düzgün bir diyaloğum yoktu. Velilerden ped istemek mi? Hayır, bu çok tuhaf olurdu. İçimdeki utanç dalgası, çözüm bulmamı daha da zorlaştırıyordu.
Ama kimi arayacağım aslında çok netti. Derin bir nefes alıp telefonun tuşlarına bastım. Korkut’un sesini duyar duymaz direkt konuya girdim:
"Ped istiyorum."
Karşı tarafta bir sessizlik oldu. "Anlamadım," dedi sonunda.
"Duymadın mı? Tiyatroya gelirken bana ped getir!" dedim, sinirle.
"Kardelen asla almam!" diye çıkıştı.
"Ne oldu Korkut? Hani utanılacak bir şey değildi? Laf söylemek kolay tabii," dedim alaycı bir tonla.
"Kardelen, delirtme beni.
"Çok pardon Korkut hazretleri! Size zahmet mi oldu? Ama o pedi alacaksın,"
"Emir verme bana!" diye bağırdı. O sırada trafikte birine küfür ediyordu sanırım.
"Maganda mısın sen? Trafikte küfür ediyorsun,"
"İki dakika susamayacak mısın, Kardelen?"
"Hayır, konuşacağım. .
"İyi halt ediyorsun şu an," dedi pes etmiş bir ses tonuyla.
"Korkut, eğer ped almadan tiyatro salonuna gelirsen, asıl tiyatroyu o zaman görürsün," diye tehdit ettim.
"La havle! Tamam, alacağım. Yeter ki o çenen bir süre kapalı kalsın!"
“Adam ol işte,” .
Korkut, derin bir nefes alıp sesini yumuşatarak cevap verdi: “Kardelen, bu söylediklerini hassas dönemine veriyorum. Yoksa sana çoktan lafımı söylerdim.”
“Ah, teşekkür ederim, Korkut Bey!” dedim, alaycı bir şekilde gülerek. “Ama şu an zor durumdayım ve sen hâlâ egonu bir kenara koyup bir ped alamıyorsun. Alamazsan başka bir yardımsever erkek bulur, ondan isterim!” dedim inadına, ona daha da sinirlenmesi için.
Korkut’un sesi öfkeyle doldu. “Kardelen, sakın diyorum, sakın buna cüret etme! Başka erkek yok,” Ama ben, o öfkeyi tam anlamıyla hissetmişken, soğukkanlılıkla cevap verdim. “Beyaz etek giydim, çorap giymedim, sancıdan kıvranıyorum ve kendimi iğrenç hissediyorum. Anlıyor musun acaba?” dedim, sesim titreyerek ama içinde biriken öfkeyi de bastırmaya çalışarak.
Korkut daha da sinirlendi. “Çorapta giymedin, iyi halt ettin!” dedi, bir an duraksadı. “telefonu kapattı.
Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Lavabodan çıktım ve sakinleşmeye çalıştım. Hâlâ biraz gergindim ama Mihri’yi görmek beni biraz rahatlatmıştı. Minicik tacıyla çok tatlı görünüyordu, Korkut almış mıydı acaba sanırım mesajla taciz etmeliydim
Telefonu elime alıp mesaj attım:
— Hangi markayı aldın?
Üç noktanın belirip kaybolmasını izledim. Sonra bir anda telefon çaldı. Açmamla birlikte Korkut’un sinirden gerilmiş sesi kulaklarımı doldurdu:
"Kardelen, gözünü seveyim daha fazla zorlama!"
Kıkırdamamı bastırarak, masum bir ses tonuyla sordum:
"Ne var? Sadece sordum. Sonuçta yanlış bir şey almanı istemem. Kanatlı mı aldın bari?"
- o hangisi oluyor
"Yanındaki birine sor dedim umursamazca.
"Kime sorayım Kardelen? Şu an burada yaşlı bir adam ve bir kasiyer var. yaşlı ayakta zor duran adama mı sorayım?" diye fısıldadı sinirle.
Gözümün önüne Korkut'un, elinde ped kutusuyla şaşkın bir şekilde reyonda dikildiği an geldi ve kahkahamı tutamadım.
-Kasiyere sor işte. Ne var bunda?"
-Benim yerimde olsan sorar mıydın?" dedi korkut
-Kesinlikle sorardım."
-Yalancı."
Daha fazla dayanamayarak kahkahayı patlattım. Sinirim geçtiği gibi Korkut’la uğraşmanın verdiği keyif de zirveye ulaştı. Telefonun diğer ucunda dişlerini sıktığını hissedebiliyordum.
Derin bir iç çekti. " burada mor olanı var, mavi var, bir de pembe."
Gözlerimi devirdim. "Mor olanı al. O iyidir."
"İyi. Aldım. Mutlu musun?"
"Çok."
Telefonu kapattım ve içimde tarifsiz bir zafer duygusuyla geriye yaslandım. Korkut’un kasaya giderkenki halini düşünmek bile gülmeme yetiyordu. Kim derdi ki Korkut bir gün ped almak zorunda kalacak? Ve daha da önemlisi… Benim için alacak.
- o sırada son kez mihrinin yanına gittim son kez yanımda ezberlediği cümleleri söylüyordu
Telefonum yeniden çaldı, Korkut’tu. Hızla açtım.
“Neredesin?” diye sordu, sesi yine sertti.
“Mihrin’nin yanındayım,” dedim, biraz aceleyle.
“Kadınlar tuvaletine olduğun kısma gel. Seni orada bekliyorum,” dedi ve telefonu kapattı.
Kadınlar tuvaletine ulaştığımda, Korkut duvara yaslanmış, elinde bir poşet tutuyordu. Beni gördü, elindeki poşeti uzattı ve bir yandan da eteğime bakmaya başladı.
"Etek fazla kısa," dedi aniden.
"Değil," dedim kendimi savunarak.
"Kısa!" dedi ısrarla.
"Korkut, kısa olsa bile bu benim tercihim. Seviyorum bu eteği, sana ne?"
"Çorap da yok," diye ekledi.
"Evet, yok."
"Bacaklarını herkes gördü," dedi kaşlarını çatarak.
"Ve evet, gördüler. Korkut, gerçekten neden umursuyorsun?" dedim sinirle.
O tartışmayı daha fazla uzatmadım. pedi alıp lavaboya girdim. Kendimi toparlayıp işimi hallettim. Ellerimi yıkarken aynada kendime baktım. Artık daha iyiydim. Ama Korkut’un eteğim hakkında bu kadar konuşması... Of, bazen bu adamla gerçekten başa çıkmak zor!
Lavabodan çıkarken gözlerim yere bakıyordu. İçimde hâlâ az önce yaşananların utancı ve siniri vardı. Korkut, duvarın dibinde bekliyordu. Yanından hızla geçmek istedim ama elimi tuttu ve beni durdurdu.
“Böyle mi gideceksin?” diye sordu, yüzünde o bildik ciddi ve sorgulayıcı ifadeyle.
“Evet,” dedim omuz silkip, umursamaz görünmeye çalışarak.
“Bacakların...” dedi Korkut, gözlerini eteğime indirerek.
“Ne olmuş bacaklarıma? Gayet güzeller,” diye cevap verdim, hatta inadına bir tur dönerek onu daha da sinirlendirmeyi başardım. Ardından, biraz abartılı bir şekilde yürümeye başladım. “Baksana, manken gibi yürüyorum. Ah, şimdi podyumda olmak vardı, Korkut. Ama ne yaparsın, boyum kısa işte.”
Korkut alaycı bir gülümsemeyle, “İyi ki kısa. Allah’ın bir bildiği varmış,” dedi.
“Gıcıksın,” dedim, ona kaşlarımı çatarak. “Burada bacaklarımı öveceğine, ‘Allah’ın bildiği var’ diyorsun! Manken olabilirdim, Victoria’s Secret meleği olacak potansiyele sahibim. Düşünsene, podyumların en çok kazananı olurdum. Defileden defileye koşardım.”
Korkut, gözlerini devirerek, “Düşünmeyi reddediyorum,” dedi.
“Öyleyse yoksun!” dedim, kollarımı bağlayarak.
Korkut kaşlarını çattı. “Ne demek istiyorsun? Düşünmüyorum diye neden yok oluyorum?”
“Çünkü düşünmüyorsun ya, o yüzden varsayımsal olarak yoksun,” dedim ciddi bir şekilde.
Korkut derin bir nefes aldı ve başını hafifçe yana eğdi. “Senin beynin neden böyle garip çalışıyor, Kardelen? Küçükken köye gittin mi?”
“Evet, gittim,” dedim, ne demek istediğini anlamaya çalışarak.
“Ahıra girdin mi hayvanlara bakmak için?”
“Evet, tabii ki.”
“Peki, bir dana ya da inek kafana çifte atmış olabilir mi? Belki bir beyin sarsıntısı geçirmişsindir,” dedi, gözlerini kısarak.
“Korkut!” diye bağırdım, sinirlenerek. “Beni küçükken inek tepmedi, tamam mı? Gayet sağlıklı düşünüyorum.”
Korkut alaycı bir ifadeyle, “Garip düşünüyorsun,” dedi.
bana deli mi demek istiyorsun ” diye çıkıştım.
Korkut iç çekti ve konuyu değiştirmek için elindeki poşeti uzattı. “Uzatmayalım konuyu. Telefon konuşmamızda çorap giymediğini söylemiştin,” dedi, poşetten lacivertimsi bir çorap çıkardı Gözlerimi devirdim. “Bu çorabı giymem. Hem bu siyah değil, lacivert gibi duruyor. Beğenmedim,” dedim, burun kıvırarak.
- siyah renkte işte giyin
Kollarımı kavuşturup kaşlarımı çattım. “Giymeeeem,” diye uzattım sesi.
Korkut bir an sustu, sonra sessizce bir kahkaha attı. “Kardelen, bazen gerçekten çok çocukça davranıyorsun.”
Kollarımı iki yana açtım. “Bunu diyen de bana çocuk gibi çorap dayatıyor. Hadi, ikimiz de kabul edelim: İnatçı olan sensin ”
Korkut gözlerini devirip duvara yaslandı. “Tamam ama üşürsen bana gelip mızmızlanma.”
Gülümsedim. “Üşürsem beni ısıtırsın
“Korkut’un bakışları bir anda sertleşti. “ ısıtmam ayrıca fikrimi değiştirdim giyeceksin,” dedi, kısa ve net bir şekilde.
“
“Hayır, giymeyeceğim!” dedim, ama sözümü bitirmeden Korkut kolumdan tuttuğu gibi beni lavaboya doğru sürükledi. Kapıyı arkamızdan sertçe kapatırken, kendimi bir anda lavabonun köşesine sıkışmış halde buldum. Aynanın soğuk yüzü arkamdaydı, önümde ise Korkut’un karanlık ve öfke dolu gözleri.
“Delirdin mi sen? Ne yapıyorsun?!” diye bağırdım, ama onun umurunda bile değildi. Kollarını iki yana açıp beni iyice sıkıştırdı. Kaçacak yerim kalmamıştı.
“Evet, delirdim,” dedi, nefesi yüzüme değecek kadar yakındı. “Şimdi bu çorabı giyeceksin.”
Beni hiç beklemediğim bir şekilde kavradı ve lavabonun üzerine oturttu. Şimdi, tam anlamıyla Korkut’un kolları arasında, sıkışmıştım. Elleri, kollarımı sıkıca tutuyordu. Her hareketimde beni daha da sabitliyor, kaçmaya çalışmamın imkânsız olduğunu hissettiriyordu.
“Bırak beni!” diye bağırdım, ayaklarımla ona tekme atmaya çalışarak. Ancak yanlış bir noktaya tekme atmış olmalıydım, çünkü Korkut bir an irkilip, kaşlarını çatarak geri çekildi.
beni tekmelemeyi bırak , Kardelen!” diye bağırdı.
“Neden bana bunu yapıyorsun? Bırak artık! Eteğim gayet şık tamam mı? , bacaklarımla ne alıp veremediğin var senin?!”
Korkut’un yüzündeki öfke yerini daha derin bir ifadeye bıraktı. Gözleri bacaklarımdan bana doğru kayarken, sesi daha da kararlı çıktı. “Asıl sen anlamıyorsun,” dedi. Ellerinin sıcaklığı, bacaklarıma temas ediyordu şimdi. Bu durum beni bir yandan öfkelendirirken, bir yandan da içimde garip bir his uyandırıyordu.
Onun nefesi boynuma kadar ulaşıyor, kalbim ise gittikçe hızlanıyordu. Kontrolü kaybediyordum. Gözlerim kocaman açılmış, ne düşüneceğimi şaşırmış halde ona bakıyordum. Ellerinin tehlikeli bir noktaya ulaşmasına ramak kalmışken, “Dur... dur!” diyebildim yalnızca.
Korkut, ellerini yavaşça çekti, ama hâlâ bana çok yakındı. Fazla ileri gitmişti ve sinirlerim iyice gerilmişti.
“Bırak beni! Sen dağda mı büyüdün? Hiç mi insan görmedin?!” diye çırpındım, ama Korkut yalnızca gülümsedi.
“Evet, dağda büyüdüm,” dedi soğukkanlı bir şekilde. “Ve şimdi bu güzel bacaklarına şu çorapları giydireceğim.”
“Hayııır!” diye bağırdım, ama o çoktan topuklu ayakkabılarımı çıkarmış ve çorabı eline almıştı. Ellerinin ayaklarıma temas etmesi, beni iyice alt üst etmişti. Ne kadar çırpınırsam çırpınayım, elleri hâlâ beni sabit bir şekilde tutuyordu.
Son bir çareyle yandaki musluğu açtım ve Korkut’un üzerine bir avuç su sıçrattım. Yüzüne damlayan su, onu şaşırtmak yerine daha da sinirlendirmişti.
“Şu an medeniyetsiz gibi davranıyorsun, Korkut!” dedim, soluğum kesilmiş bir halde. “Kibar bir beyefendi olmaya ne dersin?”
Korkut yüzünde hafif bir gülümsemeyle, “Sana güller vaat etmedim, Kardelen. Ben buyum. Senin tabirinle... medeniyetsiz,” dedi, sesini alçaltarak.
“Varya... şu an orantısız güç kullanıyorsun!” diye söylendim, ama sözlerim etkisizdi.
“Kardelen, konuyu dağıtma,” dedi, lacivert külotlu çorapları ayaklarıma geçirmek için eğilmişti.
“Korkut!” dedim, artık kontrolümü tamamen kaybetmiş halde. “Ben sana karışıyor muyum? Gömleğinin düğmeleri açık mı kapalı mı, hiç umursuyor muyum? Sana karışmıyorum, sen de bana karışma!”
Korkut, bir an başını kaldırarak gözlerimin içine baktı. “Karışabilirsin,” dedi, alaycı bir ifadeyle.
“Karışmayacağım!” diye bağırdım. “Ve sen de bana karışamazsın!”
Ama Korkut pes etmemişti. Çorapları ayaklarıma geçirmeye kararlı bir şekilde uğraşıyor, benim ise onun sinir bozucu inadı karşısında elim kolum bağlanıyordu.
Tam o sırada lavabonun kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeri giren kişi, Mihri’nin okulundaki öğretmeni Gülnur Hoca’ydı yaşını rağmen hala dimdikti otuz yıldır aynı okulda çalışması garipti öğrencisinin çocuğunu okutuyordu .. Gözleri dehşetle büyümüş, yüzünde karışık bir ifade vardı. Bizi hızlıca süzdü, ardından başını iki yana sallayarak konuşmaya başladı.
“Artık utanma diye bir şey kalmamış. Yazık…”
Şaşkınlıkla yerimde donakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. “Gülnur Hocam, bir saniye, açıklayabilirim…” dedim, ellerimi kaldırarak.
“Neyi açıklayacaksınız, Kardelen Hanım? Tuvalet köşelerinde yaptığınız ahlaksızlıkları mı?” diye sertçe çıkıştı.
işte kavga etmememin sebebi buydu öğretmenler odasına dedikodu yeri yapmıştı bu kadın
Korkut’un vücudu bir anda gerildi, omuzları dikleşti. O kadar sinirlenmişti ki, yumruklarını sıkarak bir adım öne çıktı. “Sen kime ahlaksız diyorsun?! Sesini kıs!”
Korkut’un kolunu çimdikledim, ama o hiç geri adım atmaya yanaşmıyordu.
“Terbiyesiz! Cahil!” diye ekledi, öfkeyle Gülnur Hoca.
“Cahil olan senin tavrın!” diye kükredi Korkut. “Kimseyi tanımadan, durumu anlamadan yargılama hakkını sana kim veriyor?!”
“Korkut, lütfen sus!” diye fısıldadım, ama artık çok geçti. Gülnur Hoca’nın yüzündeki ifade, daha da sertleşmişti.
Gülnur Hoca, bana bakıp küçümseyerek gözlerini devirdi. “Ahlaksızlıklarınızı meşrulaştırmaya çalışmayın lütfen. Bu ortamda çocuklar var!”
Korkut tamamen kendini kaybetmiş gibiydi. “Lan öğretmen falan dinlemem! İnsanı çileden çıkarma!”
Gülnur Hoca, dudaklarını büzerek, “Avukatımla iletişime geçeceğim. Bu hakaretlerin hesabını vereceksin, kimse beni tehdit edemez!” dedi. Alaycı bir bakış attı, ardından kapıyı sertçe çarparak dışarı çıktı.
Yavaşça ona döndüm, “Korkut... Bu şekilde olmaz, durumu daha da kötüleştirdin saygı duymalısın o bir öğretmen ,” Korkut, bana dönüp derin bir nefes aldı. “Seninle böyle konuşmasına izin veremezdim, Kardelen. Kimse seni bu şekilde aşağılayamaz!” dedi, sesinde hâlâ öfkenin izleri vardı.
Ne diyeceğimi bilemedim. Haklıydı belki, ama bu durum işleri daha karmaşık bir hale sokmuştu.
korkutun elindeki lacivert külotlu çorabı aldım . Hızla bir refleksle çorabı kafasına geçirdim. Korkut şaşkın bir şekilde bana bakarken, lacivert çorap onun başında çok gülünç bir şekilde duruyordu.Korkut bir an için donakaldı, sonra çorabı kafasından çekip çıkararak lavabodaki çöp kutusuna fırlattı çorap duvara çarpıp çöp kutuna girdi gözlerime kilitlendi bana bakışıları beni iyice çilden çıkardı
“Rezil oldum! Senin yüzünden!” dedim, gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Kim bilir kadın benim hakkımda ne düşünecekti?
Korkut, sanki hiçbir şey olmamış gibi, “. Biz ne yaptığımızı biliyoruz,” dedi sakin bir şekilde.
“Korkut, cidden kafan mı güzel? Rezil oldum! Kadın, burada önüme eğilip çorap giydirdiğin için başka bir şey zannetti! Sen ciddi misin?!”
“Zannetsin, ne var bunda?” dedi, omuz silkerek.
“Sen iyi değilsin!” dedim hırsla. “Ben bu okulda çalışıyorum! İnsanlar benim hakkımda ne düşünecek? Tuvalet köşelerinde adamlarla—”
Sözümü tamamlayamadan Korkut bağırdı, sesi tüm lavaboyu doldurdu:
“Kardelen! Beni sinirlendirme! Ben herhangi bir adam mıyım?!”
Sustum. Devamını getiremedim.
Boğazıma bir şey düğümlendi. Sesim çıksa da anlatamazdım, çünkü Korkut anlamazdı. O, hesap vermezdi. İnsanların ne düşündüğünü de pek umursamazdı. Ama ben… Fazlasıyla umursuyordum. Beni tanımıyor muydu? Biliyordu, herkesin ağzına sakız olmayı istemediğimi biliyordu. Ama yine de böyle tepki veriyordu.
O an neye daha çok sinirlendiğimi bilmiyordum. Korkut’a mı, kendime mi, yoksa içimde düğüm düğüm olup boğazıma oturan hislere mi?
Yerde duran topuklu ayakkabımı almak için eğildi. Elimi hızla uzatıp onu durdurdum. "Gerek yok, kendim giyerim." Sesim sertti ama içimde kopan fırtınaları saklayamıyordum.
Ayakkabılarımı giyerken nefesimi kontrol etmeye çalıştım. Ağlamamak için dudaklarımı sıktım, ama ellerimin titremesini engelleyemedim.
Korkut sessizce izliyordu.
"Ağlayacak mısın?" diye sordu, sesi düşündüğümden daha yumuşaktı.
Başımı kaldırmadan, dişlerimin arasından fısıldadım: "Sen neden beni ağlatacak şeyler yapıyorsun?"
Sustu. Gözlerimin içine bakınca, ne yaptığını fark ettiğini hissettim. Yüzündeki sertlik yerini kısa bir tereddüde bıraktı. Gururundan taviz vermezdi, biliyordum. Ama beni incittiğini anlamıştı.
Korkut’un gözleri hep sertti, hep kararlı. Ama şu an, orada bir şey daha vardı.
Suçluluk.
İşte bu, beni daha da sinirlendiriyordu .“Ben sadece…” dedi.
Öfkem büyüdü. “Sen sadece ne, Korkut? Resmen beni zorla istemediğim şeylere zorluyorsun! Bu normal değil!”
Kaşları çatıldı. Yüzündeki o kontrolcü ifade geri döndü. "Seni düşündüm, hastasın ve üşürsün diye o siyah çorabı aldım."
Acı bir kahkaha attım. "Emin misin? Çünkü bacaklarımı insanlar gördü diye sinirli görünüyordun! Resmen içindeki canavar serbest kalmış gibiydi! Ben bu tavırlarından rahatsızım, tamam mı?"
Arkamı dönüp lavabodan çıkmak üzereydim ki bileğimi tuttu. Beni kendine çekti. Kalbim, istemsizce hızlandı. Gözlerimin içine baktığında soluğum kesildi. O kadar yakındık ki…
"Kardelen, sadece seni düşündüm. Hasta olmanı istemedim ama… sonrasında bacaklarını görünce…"
Bir an duraksadı. Kaçamak bir bakış attı ama ben çoktan anlamıştım.
Dudaklarımı sıktım. "Ee, görünce ne oldu?"
Sesi birden yükseldi. "Kıskandım! Bugün çok güzelsin! Her gün farklı bir güzelliğin var ama bugün… başkasın . Ve ben… seni kıskandım!"
Güzel olduğum için mi beni istemediğim bir şeye zorladı
Korkut’un yüzü gölgelenmişti, bakışları hem sert hem de içten içe dalgalıydı. Sanki içindeki fırtınayla boğuşuyordu ama bunu belli etmemek için kendini sıkıyordu. Göğsü hafifçe inip kalkıyordu, derin nefesler alıyordu ama hiçbir şey söylemiyordu.
Ben ise ona meydan okur gibi gözlerimin içine bakmasını bekliyordum. Kalbim deli gibi çarpıyordu, ama sinirden mi, yoksa onun şu her şeyi sarsan sessizliğinden mi, bilmiyordum.
"Korkut, ben yanlış bir şey yapmadım." Sesim titredi, ama söylemek istediklerimi geri çekmedim. "İlk defa… ilk defa güzel olmak istedim. Ama o bile seni sinirlendirmiş! Yapma bunu! Ben… ben kontrolsüz hâllerine dayanamıyorum. Mutlu olduğumu görünce beni üzmek istiyorsun!"
Korkut kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu. "Asla. Senin her zaman gülümsemeni istiyorum
Acıyla güldüm. "Hayır, yalan söylüyorsun!" Ellerimi iki yana açtım, sanki her şey ortadaymış gibi. "Zaten benimle ilgilenmen bile başlı başına bir hata değil mi?"
Korkut’un çenesi gerildi. "Ne hatası?"
Gözlerimi kaçırdım. "Korkut, hata işte! Eğer normal biri olsaydın yani yalnız olmasaydın benden daha iyi seçeneklerin olacaktı , benimle ilgilenmezdin."
Bir adım attı, o kadar yaklaştı ki nefesi yüzümdeydi. Gözlerimin içine baktı, sesi düşüktü ama tok bir tını taşıyordu. "Saçmalıyorsun. Seninle ilgileniyorum çünkü yalnız olduğum için değil. Yalnızlığı seviyorum. Hayatımın her aşamasında birine ihtiyaç duymadım ama şimdi sen…"
Boğazım kurudu, ellerim yumruk oldu. "Evet, ben! Açıkla!"
Gözlerini kapattı, ardından tekrar açtığında gözlerindeki koyu gri gölgeler beni içine çekti. "Bir açıklaması yok ki." Derin bir nefes aldı. "Sensin işte."
Beni altüst eden tek kelime.
"…Yalnızlığımı unutturan."
O an içimde bir şeyler sarsıldı. Ama sinirim geçmemişti, çünkü cevabı yetmiyordu. Bana yetmiyordu.
"Yalnızlığım seni rahatsız ettiğini bilmiyordum." dedi Korkut, sesi önceki sert tonundan biraz daha yumuşaktı.
Başımı iki yana salladım. "Rahatsız değilim…" Gözlerimi ona diktim. "Sadece… bulunduğumuz koşullar yüzünden bana ilgi duyuyorsun, eminim. Hayatımız altüst olmasaydı, bana bakmazdın bile."
Korkut gözlerini benden kaçırmadı. Sadece uzun uzun baktı. Öyle bir baktı ki içimi delip geçti. Sonra başını hafifçe yana eğdi, düşündü. Ve ardından beklediğimden çok daha sert bir sesle cevap verdi.
"Yanılıyorsun."
Bedenim gerildi, kaşlarımı çattım. "Abim hayatta olsaydı ve ben karşınıza çıksaydım… o zaman bana ilgi duyar mıydın?"
Birkaç saniye sessizlik oldu. O sessizlikte kalbimin çırpınışlarını duydum.
"Dürüst olacağım." dedi Korkut.
Boğazımdan bir şeyler düğümlendi, ama kendimi topladım. "Ol, Korkut."
Bir adım geri çekildi, gözleri beni tartar gibiydi. Sonra, kelimeleri soğukkanlı bir netlikle döküldü dudaklarından.
"Sana gözümün ucuyla bile bakmazdım."
O an içimde bir şeyler çatırdadı.
Ama cümlesi bitmemişti.
"Dediğin gibi, Yıldırer’in kardeşisin. Ben de iş ve özel hayatı birbirine karıştırmazdım." dedi, sesi kararlıydı. Sonra gözlerini hafifçe kıstı, . Ama eninde sonunda Yine kalbime görünürdün. Zor olurdu, ama o zaman da görünürdün. İzinsizce. Tıpkı şimdiki gibi ama asla sana hissettirmezdim duygularımı bu konuda çok katı kurallarım vardı kendi adıma eski korkut sana bakmazdı ama yine de bana görünürdün dokunmazdım .. bakmazdım ama yine de karşımda olurdun seni istemsizce severdim seni sevmek, görmek bir refleks gibi nefes almak gibi sen bana varlığını her zaman gösteriyorsun o zamanda yine büyük ihtimalle senin inadınla ya da benim sınırlarımla mücadele ederdik birlikte olmak için kendimizle savaşıyoruz farkındayım senin içinde neler yaşadığını biliyorum
Söylediği her kelime içimi sarsıyordu. Nefesim düzensizleşti.
"Bazen, acı verecek kadar dürüst olmandan nefret ediyorum." diye fısıldadım. "
Korkut’un nefesi hızlandı. Gözlerini benden kaçırmadı. Ama hiçbir şey söylemedi. Çünkü o, beni mutlu edecek yalanları söyleyemezdi
Ve belki de en acısı buydu. Beni hâlâ bileğimden tutuyordu. Parmaklarının sıcaklığı tenime işliyordu ama canımı yakmıyordu. Gözleri bana kilitlenmişti. Derin, koyu ve içinde bastırılmış bir şeyler barındıran o gözler… İlk kez bu kadar savunmasız görünüyordu.
Yutkundum. “Bırak.”
Ama bırakmadı. Bunun yerine daha nazik bir şekilde ellerini gevşetti ve bileğimi okşar gibi bir hareket yaptı. O an, gözlerim doldu. Bana böyle yumuşak dokunduğunda ne yapacağımı bilmiyordum.
"Seni düşündüm basit bir kıskançlık gibi duygularımı sana gösterdim sinirlendim ama seni düşünüyorum , Kardelen." dedi, sesi önceki öfkeli tonundan tamamen farklıydı.
Başımı kaldırıp ona baktım. O ise gözlerini benden kaçırmadan devam etti.
Beni böyle etkilemen hoşuma gitmiyor sürekli seni anlamaya çalışırken kayboluyorum ."
Nefesim kesildi. "Seni etkilemek gibi bir amacım yoktu."
Kaşlarını çattı, gözleri hâlâ benden ayrılmıyordu. "Biliyorum. İşte bu yüzden daha da sinirlendim."
Bir adım geri çekildim. O da refleks olarak ellerini indirdi ama gözlerini kaçırmadı.
"Ben seni kontrol etmek istemiyorum." diye devam etti. "Gerçekten istemiyorum. Ama bana ne oluyor anlamıyorum kendime hâkim olamıyorum. yani ben böyle değildim insanların ne giydiklerine dikkat etmezdim ama seninle ilgili her şeye dikkat ediyorum
Kalbim güm güm atmaya başladı. "Korkut, ben… senin bu hâllerinle baş edemiyorum."
O an, yüzüme öyle bir baktı ki, tüm dünyam durdu.
"Biliyorum." dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. "Ve… özür dilerim."
Şaşkınlıkla ona baktım. Korkut, özür dilemezdi. . Ama şu an… bir adım geri atıyordu.
Sonra bir şey yaptı. Beni şaşırtan, kalbimi darmadağın eden bir şey.
Elini kaldırıp yüzüme dokundu. Çok nazikçe, çok dikkatlice… Sanki kırılacakmışım gibi.
"Gözlerimi kapattım. Bu sözler içimi titretmişti. Ama artık gitmeliydim.
Yavaşça geri çekildim. Onun sıcaklığından, onun gözlerinden… ve belki de hissettiklerimden kaçmaya çalışarak.
Ama biliyordum. Bu iş burada bitmemişti. Korkut özür dilemişti ama içindeki fırtına hâlâ dinmemişti. Ve ben, o fırtınanın nereye sürükleneceğimi bilmiyordum.
Bir adım geri çekildim. Gitmem gerekiyordu. Ama biliyordum ki, bu konuşma burada bitmemişti. Bu, sadece başlangıçtı.Korkut derin bir nefes aldı, sesi biraz daha sakinleşmişti.
“Fazla ileri gittim, değil mi?” dedi, yüzünde pişman bir ifade vardı.
Şimdi mi fark ediyordu? Şimdi mi bu kadar kontrolcü olduğunu anlıyordu?
Korkut’un bana karşı böyle baskın, sınırları aşan tavırları olduğunu daha önce fark etmemiştim. Ya da fark etmek istememiştim. Ama şimdi, bu kadar açıkça hissedince… içimi tarif edilemez bir korku kaplıyordu. Beni kontrol edemezdi.
On sekiz yıl boyunca annemin kontrolü altında büyümüştüm. Ne giyeceğim, nasıl oturacağım, ne söyleyeceğim… Hep bir kural vardı, hep bir sınır. Ve şimdi, kendi hayatımı kurmaya çalışırken, bir başkasının gelip sınırlarımı ihlal etmesi beni derin bir nefes alıp kabuğuma çekilmeye itiyordu.
Kendimi bildim bileli kontrol edilmekten yorulmuştum. Ve Korkut’un, her şeyi bu kadar sahiplenerek beni kısıtlamaya çalışması beni öfkelendiriyordu.
Öfkeyle ona döndüm işaret parmağımı ona doğrultum
“Korkut, var ya… Sana laf anlatılmaz! Sana küfür edesim geliyor!”
Bunu söylediğimde yüzümdeki ifadeyi gören herkes sinirli olduğumu anlayabilirdi ama o… O sadece durdu. Hiç tepki vermedi. Sakin bir şekilde, başını hafifçe yana eğerek bana baktı ve dudakları arasından fısıldar gibi bir ses çıktı:
“Et. Hak ettim.”
Korkut’un umursamaz tavrı, içimdeki öfkeyi körüklemekten başka bir işe yaramıyordu. O kadar rahattı ki, sinirim iki katına çıktı. Yumruklarımı sıktım, sonra hızla göğsüne bir yumruk attım.
Canını acıtmak için değil… Sadece içimde olan n öfkeyi bir yere yönlendirmek için.
Ama o kıpırdamadı bile.
Bu beni daha da delirtti. “Senin yüzünden rezil oldum!” diye bağırdım ve bir kez daha yumruğumu göğsüne indirdim.
Korkut’un gözleri yüzümdeydi. Ne bir adım geri attı, ne de elimden tuttu. Sadece izliyordu.
“Konuşsana be adam! Bana karşılık ver!”
O anda kaşları hafifçe çatıldı. Beklediğim gibi bağırmadı, alay etmedi, hatta gülmedi bile. Sesi, alışık olmadığım bir yumuşaklıkla çıktı:
“Sakin ol, Kardelen.”
Bu sefer yumruk atmadım. Ama içim hâlâ öfke ve başka bir şeyle, adını koyamadığım bir hisle doluydu.
Korkut derin bir nefes aldı, sonra yavaşça başını eğdi. Çenesini saçlarıma dayadı. “Hırçınsın.” diye mırıldandı. “Ama seni böyle seviyorum.”
Kalbim, sanki ona attığım yumruklar şimdi beni vuruyormuş gibi sert bir şekilde çarptı.“Saçlarını neden topladın ki?”
Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Ne?!"
"Yani… her zaman açık bırakırsın. Şimdi neden topladın?" dedi, sesi düşündüğünden daha fazla çıkmış gibiydi.
Şimdiden saçlarıma mı takmıştı? İçimdeki sinirle kollarımı göğsümde bağladım.
“Evet, ne olmuş?” dedim sertçe.
Gözlerini kaçırmadan bana baktı. Sesi biraz daha kısıktı bu sefer.
"Ya sana aşık olursa bir adam?"
Gözlerimi kırpıştırdım. Ne demek istiyordu? Bir adım geri çekildim.
“Olsun. Belki ben de o adama âşık olurum.Belki beni üzmez.” dedim inadına.
Gözlerinde bir gölge geçti. Kaşlarını çattı. Elleri yumruk oldu ama bir şey söylemedi. Sadece uzun uzun baktı.
Sonra, sesi boğuk ve derinden geldi:
“Ben seni üzdüm, değil mi?”
Gözlerimi kaçırdım. Gözlerim dolmasın diye çenemi sıktım.
“Çok üzdün hem de…”
Korkut başını hafif yana eğdi, gözlerini gözlerime dikti. Yüzündeki sert hatlar, dudaklarının kenarına yayılan belli belirsiz bir tebessümle yumuşuyordu. O an içimdeki öfkeyi de, kırgınlığı da unutturacak bir şeyler vardı bakışlarında ama inatla direnmeye devam ettim.
"Çok mu acıttım kalbini?" diye sordu, sesi her zamankinden daha yumuşak çıkmıştı.
Çenem titredi, gözlerimi kaçırdım. "Hıhı." dedim, neredeyse fısıltıyla.
O an, tam bir şey söyleyecekken, elini kaldırdı ve beklenmedik bir şekilde başparmağıyla yanağıma hafifçe dokundu. İçimdeki duvarlar aniden sarsıldı.
"Öpeyim mi, geçer?"
Gözlerimi hızla ona çevirdim. Şaka mı yapıyordu? Yoksa ciddiydi de ben mi yanlış anlıyordum?
İçimdeki karmaşayla dudaklarımı araladım. "Sen benimle dalga geçiyorsun!" diye çıkıştım.
Ama Korkut geri çekilmedi. Aksine, başını hafif eğerek yüzüme biraz daha yaklaştı.
"Geçmesini ister misin?"
Nefesim düzensizleşti. Gözlerinin içine bakamıyordum. O kadar samimi, o kadar dürüst sormuştu ki, içinde dalga geçme ihtimali bile yoktu. Ama bu, durumu daha da kötü yapıyordu.
Geri çekilmeliydim. Bu kadar yakın olmamalıydık.
Ama kıpırdayamadım.
Tam bir şey söyleyecekken, Korkut derin bir nefes aldı ve hafifçe başını geriye çekti.
"Korkut’un gözleri, bir an için bana o kadar derin bakıyordu ki, sanki dünyadaki tüm hislerini gözlerimle paylaşıyor gibiydi. O kadar gerçekti ki söyledikleri, içimde bir boşluk oluştu. Bir yandan ona karşı öfkem ve kırgınlığım sürüyordu, ama bir yandan da söylediklerine bir anlam vermeye çalışıyordum.
. "Dalga geçmiyorum, Kardelen. Sadece... seni kırmak istemedim. gözyaşlarını yok etmek istiyorum.
Bir anda her şey dondu. O kadar netti ki, bu cümlesi içimi ısıttı. Ama sonra devam etti:
"Az önce olanlar… kıskandım. İşte güzelsin. Merhametlisin. Şaşkın şaşkın etrafa bakarken... çok sevimlisin. Başka bir adam... duraksamıştı. Yani bilirsin işte, birinin seni sevebilme ihtimalini kıskandım. Ve bu kadar güzel olduğun bir gün, bu ihtimal sanki artmış gibi. Onlar seni sevseler de, sen hiç kimseyi sevme, olur mu? Eğer sevdiğin zaman… o zaman benim mutluluğa dair bir umudum kalmayacak ama sana her yaklaştığımda seni kaybediyorum seni üzerek sevmeye çalışıyorum sevme şeklim sana uygun değil ama yin de seni yanlış bir şekilde olsa da seviyorum
Sözleri bir yanda beni sarstı, diğer yanda kafamı karıştırdı. Ne demek istiyordu? Kendini bile ifade etmekte zorlanıyordu ama hala söylediklerinin etkisi altındaydım.
Derin bir nefes aldı, biraz belirsiz ve boğuk bir şekilde devam etti:
"Sakın gülme halime ama…"
"Devam etme, şuan sırası değil," dedim, ona doğru sertçe bakarak.
"Kardelen…"
Benim cevabım da o kadar kesindi ki, aramızdaki duvarı yükselten bir şey vardı.
"Korkut,.
Sustum. Bir şey demek istedim, ama kelimeler bir türlü dilimden çıkmadı. Beni anlamasını beklemiyordum, ama o söyledikleriyle içimi yerle bir etmişti. Her şey o kadar karmaşıktı ki…
"Sen sevmeyi bilmiyorsun, ben böyle bir sevgi istemiyorum," dedim, içimdeki fırtınayı bastırmaya çalışarak.
"Öğret o zaman," dedi Korkut, gözlerinde bir ısrar vardı.
-"Korkut, ben de bilmiyorum, inan. Ama sevgiyi ben abimden gördüm, başkada kimseden görmedim. Şimdi de beni seven ikinci insanısın. Ama yapma bunu... İkimiz de sevmeyi öğrenmeden, birbirimizi kırmadan sevmenin yolunu öğrenmeliyiz. Yoksa, sevgimizde birbirimizi öldüreceğiz."
Kelimelerim boğazımda düğümlenmişti, ama devam ettim:
-"Adını koyma isteğimi anlamalısın," . "Zaten adını koydum ben, hem de seni gördüğüm ilk anda. Ama öğrenmeliyiz, birbirimizi kırmadan, yormadan... Sevmenin yolunu birlikte öğrenmeliyiz."
Bir süre sessiz kaldık. Aramızdaki mesafe o kadar büyüktü ki, ne kadar çabalarım, o kadar boş gibiydi.
-"Şu an birbirimize merhem olmak yerine, acıyı derinleştiriyoruz. Senin önemsiz gördüğün detaylar, benim için kırmızı kalemle çizilmiş sınırlar. O çizgiler, sana ait duvarlar. Anlatmadığın her şey, aramızdaki duvarları daha da güçlendiriyor."
Gözlerim dolmuştu, ama yine de sustum. İçimde bir boşluk vardı, ama bir yandan da bir şeyler anlamalarını bekliyordum.
"Bilmiyorum, Korkut," dedim, son bir çabayla. "İnan, bilmiyorum. Ama belki de birbirimizi anlayabilmek için önce bu duvarları yıkmalıyız.... birlikte olabilmek için..."
…"Ben seninle nasıl baş edeceğim? Nasıl davranacağım? O kadar hassassın ki… Kardelenim."
Şok içinde ona baktım. Beklemediğim bu sözler yüzümü kızarttı. İstemeden de olsa gülümsedim .Ben sanırım korkuta kızamıyordum şuan kullandığı aitlik ekini bile benimsemiştim bana hep böyle hitap etsin istiyordum
Ve tabii ki bunu fark etti.
"Gülümsedin."
"hayır ." dedim,
Ciddi bir şekilde kavga ettikten sonra bana iltifat ediyordu ve ben onu öpmemek için kendimi zor tutuyordum. Ama bu kadar kolay affetmemeliydim. Sürünmeliydi hala şu külotlu çorap meselesine takıntılıydım kendimi toparladım korkuta sinirli bir bakış attım
bir şey demeden lavabodan çıktım . İçimde öfke, utanç ve çaresizlik birbirine karışmış, beni adeta boğuyordu.
Gösterinin yapılacağı salona geçip yerime oturdum. Yanımdaki boş koltuk Korkut için ayrılmıştı ama onun yanımda olmasını istemiyordum. Sinirim hâlâ geçmiş değildi. Çantamı kaldırdım ve boş koltuğa bıraktım. Kim oturursa otursun, ama Korkut değil!
Birkaç dakika sonra, başka bir veli gelip oturdu. Kibarca selam verdi, ben de başımla karşılık verdim. Tam bir nefes almış, her şeyi kafamdan silmeye çalışıyordum ki…
korkut beş dakika sonra salona geldi ve direkt yanımdaki adama baktı bir şey dememden arkama oturdu
Korkut’un beni izlediğini hissettim.
Başımı çevirdiğimde gözleri benim üzerimdeydi. Ama öylece bakmıyordu. Yanımdaki adamı gördüğünde . Yüzü anında karardı. Kaşları çatıldı, çenesi kasıldı. Siniri o kadar barizdi ki sanki birkaç adım atıp adamı yerinden kaldıracakmış gibi görünüyordu. Ama bir şey demedi. Sadece bana uzun, baskın bir bakış attı ve ardından arkamdaki boş koltuğa geçti.
Ama hiçbir şey söylemedi.
Her zaman olduğu gibi… Sessiz ama baskın.
Ve ben, onun ne yapacağını bilmediğim için daha da tedirgindim.
Tiyatro başlamadan önce, arkamdan gelen o sinir bozucu bakışlarını hissediyordum. Nefesi enseme değiyordu resmen.
“Korkut, sırnaşma,” dedim fısıldayarak, ama o aldırmadı.
“Özür dilerim,”
“Yap yap, özür dile, oldu canım,” diye tersledim.
“Canın mıyım yani?” dedi, dudaklarının kenarında alaycı bir gülümseme.
Ona döndüm, gözlerimle adeta ateş püskürüyordum. “Korkut, sinirimi bozma benim!” dedim dişlerimi sıkarak.
Ama yapacağını yine yaptı.
Ellerini saçlarıma uzattı, parmak uçlarımla oynamaya başladı. Önce hafifçe çekiştirdi, sonra parmaklarını doladı. Bir yılan gibi sinsice, sabırla, dikkatlice… Sanki her hareketiyle beni sınamak istiyordu.
Nefesimi tuttum, gözlerimi kapattım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ama yapamadım. İçimde bir yerler fokurduyordu.
Aniden arkamı döndüm, dişlerimi sıkarak fısıltıyla bağırdım:
“Korkut! Saçlarımı rahat bırak!”
Ama o umursamadı.
Gözleri ışıkta parladı. Yüzünde o tanıdık, sinir bozucu sırıtış vardı. Dudaklarının kenarı kıvrılmıştı, sanki bu hâlimden keyif alıyormuş gibi.
Tam o sırada, karşımda bir çift öfkeli gözle burun buruna geldim.
Gülnur Hoca.
Kadının yüzündeki ifade, açıkça tiksinti doluydu. Korkut’a nefretle bakıyordu.
Yutkundum.
Gözleri bir an bana da kaydı. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama içimde kötü bir his vardı. Sanki bir şey söylemesini bekliyordum. Ama o sadece bakıyordu.
Şimdi ne yapacaktım?
Öğretmenim, "Korkut saçımı çekiyor!" diye bağırmak istedim. Ama boğazımdan tek kelime çıkmadı.
Bunun yerine, buruk bir gülümsemeyle başımı eğdim.
Eğer Yıldırer burada olsaydı…
Korkut büyük ihtimalle şu an yere serilmiş olurdu.
Yıldırer saçlarıma dokunulmasından nefret ederdi. Çocukluğumdan beri birinin bana böyle dokunmasına asla izin vermezdi. Korkut’un şu an yaptığı her şey, içimde bir boşluk açıyordu. Boğazıma düğümlenen o tanıdık acıyı hissettim.
Sanırım her şeyden bir acı çıkarmak benim ata sporumdu. düşüncelerimden korkutun kulağıma fısıldadığı cümler çıkarmıştı
“Neden topladın ki saçını? Güzel yüzünün her detayını görecekler,”
“Korkut, sen hakikaten kafayı bulmuşsun!” dedim, önüme dönüp sahneye odaklanmaya çalışarak.
Ama bu sefer sınırları aşmıştı. Resmen saçlarımı kokluyordu. “Bu yaptığın saçmalık, rezil oluyoruz, kes şunu,” dedim, ama hâlâ saçlarımla oynuyordu.
“Korkut,” diye tekrar fısıldadım, sesim sinirden titriyordu. “Gerçekten utanma diye bir şey kalmamış sende!”
Arkamdan saçlarımdaki tokayı çekmişti, şimdi saçlarım önüme düşüyordu. şuan bağıracaktım saçlarım için onaca uğraş vermiştim
“Ver şu tokayı,” dedim, gözlerim ona takılı kalmıştı.
“Kaybettim,” diye cevap verdi, ama ben buna kanmadım.
“Ver, Korkut. Bileğine takmışsın
İlk defa saçımı güzel topladım, o da sayende mahvoldu!” dedim,
-yüzünün her detayını kimseye göstermeye niyetim yok.”
Korkut bir an için durdu ama gözlerinde hâlâ o garip karışım vardı; hem eğlence hem de bir şeyleri zorla kabul ettirme isteği.
“Gidip saçımı kazıyacağım, Korkut,” dedim, ona meydan okurcasına bakarak.
Gözlerimi kısıp iyice yaklaştım. Beni caydırmaya mı çalışıyordu, yoksa içten içe bu meydan okumadan keyif mi alıyordu, anlayamıyordum.
Kollarını kavuşturup bana doğru eğildi, yüzünde o ukala gülümsemesiyle:
“Uyumlu davranmaya ne dersin? Örneğin, ‘Korkut’un bir bildiği vardır’ desen, sorgulamasan…”
Gözlerimi devirdim. “Olur paşam! Başka bir emrin var mı? Allaha şükür, beyin nöronlarım yerinde. Kimsenin boyunduruğu altına giremem.”
Korkut gülümsemeye devam etti. Beni delirtecekti, bundan emindim.
O sırada öğretmenlerden biri, Gülnur Hoca, anons yaparak dikkatleri üzerine çekti.
“Evet, sayın veliler, lütfen ayakta kimse kalmasın, yerlerinize oturun.”
Ama Korkut… Hâlâ aynı hareketleri yapmaya devam ediyordu.
Bazı velilerin bakışlarını üzerimizde hissediyordum. Konuşmalar azalmış, etrafı hafif bir uğultu sarmıştı. Ama bu uğultunun içinde yanımdaki velinin sesi net bir şekilde duyuldu:
“Sevgilinizin yanına geçmek ister misiniz? Daha rahat edersiniz. Sizden ayrı kalmak istemiyor anlaşılan.”
Bir an için beynim durdu.
“Sevgilim mi?”
Tam, “Sevgilim değil!” diye düzeltecekken, Korkut’un sesi duyuldu.
“Sevgilim…”
Şok içinde başımı ona çevirdim. Yanımdaki veli de şaşkınlıkla bir bana, bir ona baktı.
Korkut’un gözleri karşımda ışıldıyordu, yüzünde hafif bir alay vardı ama bakışlarında bir ciddiyet de seziliyordu.
“Beni affet,” dedi, derin bir iç çekerek.
Şimdi şok olma sırası velideydi. Adam, ikimize karşı bir mahkeme hâkimi gibi bakıyordu ama ben sinirden alev alacak gibiydim.
“Sevgilimişşş!” diye tekrarladım, dişlerimi sıkarak.
Korkut, yüzünde kocaman bir sırıtışla başını salladı. “Sevgilim, lütfen sakin olur musun?”
“Korkut, sen—” diye çıkışacaktım ki, yanımdaki veli Korkut’un sözlerine karşılık verdi:
“Biraz gergin görünüyor kız arkadaşınız.”
Korkut içini çekip başını salladı, “Öyledir benim sevgilim. Fazla nazlıdır, biraz da gergin.”
Gözlerimi kıstım. “Gergin değilim ben!”
Adam, “Emin misiniz?” der gibi kaşlarını kaldırdı.
Ama Korkut durmuyordu. “Bakmayın siz onun ‘değilim’ dediğine. Eve gidince başlar dırdır etmeye.”
Yanımdaki adam hafifçe gülümsedi, sonra nazikçe önerisini sundu:
“İsterseniz sevgilinizin yanına geçin. Benim de eşim birazdan gelir, oturma düzenimiz daha iyi olur.”
Korkut fırsatı kaçırır mı? Hemen onayladı:
“Çok güzel olur kardeşim! Teşekkür ederim.”
Ona öyle bir bakış attım ki, gözlerimden lazer çıkarmaya az kalmıştı. Ama istemeden de olsa arkaya geçip Korkut’un yanına oturdum.
Daha ben yerleşemeden, gözleri üzerime dikildi. O tanıdık, rahat tavrı… Dizini hafifçe sallıyor, başını yana eğmiş, beni inceliyordu.
“Ne oldu, Korkut? Bakıyorum keyfin yerinde.”
Gözlerini kıstı. “Öyle mi görünüyorum?”
Dişlerimi sıkarak başımı çevirdim. “Senin var ya…”
Ama cümlem yarım kaldı.
Çünkü sesi, adeta beni içine çekmek için yaratılmış gibiydi. Düşük, kısık, sanki doğrudan tenime değen bir fısıltı gibi:
“Kardelen, susan güzel olur… Şu an dudakların tam öpülmelik duruyor ”
Bütün vücudum irkildi.
Yutkundum ama boğazımdan bir kelime bile çıkmadı.
Gözleri yarı kapalıydı, koltuğa yaslanmıştı, o kadar rahattı ki… Beni bu hâle soktuğunu biliyor ve bundan keyif alıyordu.
Öfkemi toparlamaya çalıştım ama dilimden dökülen kelimeler titrek çıktı:
“Pis… sapık… edepsiz… numaracı pislik!”
Ama Korkut, tek bir tepki vermedi.
Sadece gözlerini kapadı, başını geriye yasladı.
Ve beni dinlediğinden bile şüpheliydim.
Tam o sırada Gülnur Hoca tekrar konuşmaya başladı.
Tiyatro nihayet başladı ve ben derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Ama Korkut’un o varlığı, saçlarımı karıştırmaya devam eden elleri ve arkamdaki sinsi sessizliği beni çıldırtmaya yetiyordu.
Oyun ilerledikçe heyecanım gittikçe artıyordu. Çocuklar sahneye birer birer çıkıyor, rollerini en sevimli şekilde oynuyordu. Sıra Mihri’ye geldiğinde, kalbim hızla atmaya başladı. Telefonumu hemen açtım. Bu anı mutlaka kaydetmeliydim. Yanımda oturan Korkut da Mihri’ye bakıyordu, gözlerinde hüzünle karışık bir gurur vardı.
Mihri mikrofonu eline aldı.
Sahne ışıkları küçük bedenine odaklanmış, yüzündeki her ifadeyi daha da belirgin hâle getirmişti. Arkasındaki dekor, yanındaki çocuklar, salondaki uğultu... Hepsi bir anda kaybolmuş gibiydi.
Salondaki herkes pür dikkat ona bakıyordu. Ama Mihri...
Kıpırdamıyordu.
Küçük parmakları mikrofonun etrafında sıkıca kenetlenmişti. Koca gözleri, yüzlerce insanın bakışlarıyla karşı karşıya gelince kocaman olmuştu. Önce dudaklarını araladı, sanki bir şey söyleyecekmiş gibi... Ama sonra birden kapadı.
Hiçbir şey söyleyemedi.
Ön sırada oturduğum sandalyede istemsizce öne eğildim. "Hadi Mihri... Konuş," diye fısıldadım, ama sesim o büyük salonun içinde kayboldu.
Mihri, gözlerini seyircilerin arasından kaçırıp yere dikti. Küçük omuzları hafifçe titredi. Sonra tekrar başını kaldırdı. Dudakları titriyordu.
"Şey...
Ama sonra nefesi yarıda kesildi. Ve…
Sessizlik.
Salondaki uğultu artmaya başladı. Arka sıralardan bazı veliler birbirlerine bir şeyler fısıldıyor, Mihri’nin yanında duran çocuklar ona dönüp bekleyerek bakıyordu.
Yüreğim sıkıştı. Telefonumu elimde sıkıca tuttum, kaydı durdurmayı bile düşünemedim.
Mihri’nin yüzüne yayılan korkuyu gördüğüm an boğazıma bir şey düğümlendi.
Gözleri, seyircilerden kaçmaya çalışıyordu. Korkmuştu. Çok korkmuştu.
Velilerden birkaç kişi homurdanmaya başladı. “Ne oldu şimdi?” gibi fısıldaşmalar kulağıma geliyordu. Mihri, repliğini hatırlamaya çalışıyor gibiydi, ama kelimeler ağzından çıkmıyordu.
Kekeleyerek, “Ben… ben…” dedi ve durakladı. . “Çiçekler… şey…” diye mırıldandı ama söyledikleri anlamsızdı. Daha fazla dayanamayacakmış gibi görünüyordu. Kızarmış yüzünde yaşların belirdiğini fark ettim. Alt dudağı titriyordu.
Yanımda Korkut’un nefesi değişti. Ellerini saçlarının arasına geçirdi, sonra dirseklerini dizlerine koyup başını biraz daha öne eğdi.
bir an yerinde doğrulacak gibi oldu. Elleri yumruk olmuştu. “Ne oluyor ?” diye kısık bir sesle sordu bana, ama ben de ne diyeceğimi bilemedim.
Mihri en sonunda mikrofonu bırakıp sahnenin arka kısmına doğru hızlıca yürüdü. Gözyaşlarının süzüldüğünü gördüğümde içimde bir şeyler koptu. Korkut’la ikimiz de yerimizde taş kesilmiş gibiydik.
Gülnur Hoca sahneye çıkıp mikrofonu eline aldı ve durumu toparlamaya çalıştı:
“Çocuklarımız gerçekten çok güzel bir iş çıkardılar. Hepimiz onların emeklerine ve cesaretine alkış tutmalıyız!” dedi gülümseyerek.
Salon bir anda alkışlarla doldu ama benim aklım sahne arkasındaki Mihri’deydi. Hemen ayağa kalktım ve Korkut’a döndüm. “Mihri’yi görmemiz lazım,” dedim telaşla.
Korkut’un gözlerinde derin bir endişe vardı, ama ses tonu sakin kalmaya çalışıyordu. “Hadi yanına gidelim,” . Başımı salladım ve hızla ayağa kalktık. Mihrin’in sahneden kaçışı o kadar ani olmuştu ki, ne yapacağımızı bir an kestiremedik. Kalabalıkta bize çevrilen bakışlara aldırmadan sahne arkasına doğru ilerledik.
Önce kostüm odasına baktık. Kapıyı açtığımda içeride birkaç çocuk kostümlerini çıkarmakla meşguldü. Mihri orada yoktu. Korkut, etrafı hızlıca tarayıp kapıyı kapattı. “Nerede olabilir ki?” diye mırıldandım. Endişem giderek artıyordu.
“Sakin ol,” dedi Korkut
Ayrılalım. Daha hızlı buluruz.”
“Tamam,” diye fısıldadım ve Korkut’un önerisini kabul ettim.
Ben kadınlar tuvaletine yöneldim. Kapıyı açıp içeriyi kontrol ettim. Tuvalet boştu. Mihri’nin buraya saklanmış olabileceğini düşündüğümden her kabine tek tek baktım, ama orada da yoktu. Koridorun sonundaki boş sınıflara baktım. Kapıları hafif aralık olan odaları tek tek kontrol ettim. İçlerinde ne bir insan ne de Mihri’ye ait bir iz vardı.
“Mihri!” diye seslendim, ama bir yanıt alamadım.
Mihri’nin arkadaşlarının yanına gitmeyi düşündüm. Küçük bir grup hâlinde bir araya toplanmışlardı. Yavaşça yaklaşıp sordum, “Mihri’yi gördünüz mü? Az önce buradan geçti mi?”
Çocuklardan biri başını iki yana salladı. “Hayır, sahneden indiğinden beri görmedik,” dedi.
Endişe artık içimi kemiriyordu. Nerede olabilirdi? Koridorlarda hızla yürüyüp başka boş odalara baktım. İçimde bir yerlerde Mihri korkmuş olduğunu hissediyordum. O küçük bedenin nereye saklanmış olabileceğini anlamaya çalışırken, aklım bir an dondu.
Korkut’u düşünerek cebimdeki telefonumu çıkardım. Ona ulaşmayı planlarken bir anda gelen derin bir sesle irkildim:
“Kardelen!”
Döndüğümde Korkut’un hızla bana doğru geldiğini gördüm. buldun mu?” diye sordu, nefes nefese kalmıştı.
“Hayır,” dedim ve başımı salladım. “Tuvaletlere, boş sınıflara, her yere baktım. Arkadaşlarına bile sordum ama hiçbir şey yok. Peki ya sen? Sen bir şey bulabildin mi?”
Korkut bir an durakladı, gözlerini yere dikti. "Hayır, ben de bulamadım," dedi alçak bir sesle. Ama sonra bir şey düşünmüş gibi kaşlarını çattı, bir anlığına derin bir sessizlik vardı. Sonra, hızla bana bakarak, "Dışarı bakalım, belki dışarı çıkmıştır," dedi. Başımı saldım ve hemen binadan çıktık.
Etrafıma bakındım, gözlerim kalabalığın arasında tanıdık bir siluet arıyordu. Kalbim hızlanmıştı. Sanki vücudum bir alarm durumuna geçmişti ama mantıklı düşünmek yerine içimdeki korkuya teslim olmaya başlıyordum.
“Kaşla göz arasında nereye kaybolur bu çocuk?” diye mırıldandım, sesim öfkeli ve endişeliydi.
Yanımda duran Korkut, benden farklı olarak daha sakindi. Bakışlarını dikkatlice etrafa gezdirirken elini bileğime koydu. Parmakları sıcak ve güçlüydü ama bu beni rahatlatmadı.
“Sakin ol,” dedi alçak bir sesle. “Bulacağız, merak etme.”
Ama ben sakin olamıyordum.
Önce oyun alanına koştum. Salıncakların, kaydırakların arkasına baktım. Mihri’nin en sevdiği köşelerden birinde saklanmış olabileceği ihtimalini düşündüm ama hiçbir yerde değildi. Korkut hemen otoparka yöneldi. Arabaların arasına baktı, hatta eğilip altlarını bile kontrol etti. Ama hiçbir iz yoktu.
Yüreğim ağzıma geldi.
“Mihri! Mihri!” diye seslendim, ama nafile. Kalabalığın uğultusuna karışan sesim ona ulaşmıyordu bile.
Korkut yanıma geldi, yüzü ciddileşmişti. “Kardelen, panik yapma. Önce mantıklı düşünelim. Her ihtimali değerlendirmeliyiz.”
Ama ben onu duymuyordum bile.
Gözlerim dolmuştu. Boğazım düğümleniyordu. “Nasıl panik yapmamayım?” diye patladım. “Altı yaşındaki bir çocuk gözümüzün önünden kayboldu! Sen nasıl bu kadar sakin olabiliyorsun?”
Korkut derin bir nefes aldı, dudaklarını ince bir çizgiye dönüştürdü. “Sakin olmalıyız ki Mihri’yi daha hızlı bulabilelim.”
Ama ben artık mantık çerçevesinde düşünemiyordum.
“Allâh’ım, sabır ver bana…” diye fısıldadım kendi kendime.
Aradan neredeyse bir saat geçmişti. Artık sadece biz değil, okulun müdürü bile devreye girmişti. Gülnur Hoca da panikle bize katılmıştı. Hepimiz dört bir yana dağılıp bakınıyorduk ama hiçbir sonuç yoktu.
Müdür ve Gülnur Hoca, kamera kayıtlarını tekrar incelemek için okula geri döndü.
Ben ise hâlâ yerimde duramıyordum. Ellerim titriyordu. Korkut bir şeyler söylüyordu ama söylediklerinin tek kelimesini bile algılayamıyordum.
Korkut ellerini omuzlarıma koyup gözlerimin içine baktı. “derin bir nefes al. Panik yaparsan sağlıklı düşünemezsin.”
Ama nefes almak bile zordu. Boğazıma bir yumru oturmuş gibiydi. Ellerimi yüzüme kapattım. “Onu kaybettik… Mihri yok…” diye hıçkırarak tekrarladım.
Korkut hiçbir şey söylemeden beni kendine çekti. Kollarını sımsıkı sarıp başımı göğsüne yasladı. Kalp atışlarını duyuyordum. Sakin, düzenli. Sanki ona sarılırsam ben de sakinleşecektim. Ama nasıl? Mihri kayıptı. Onun başına kötü bir şey gelirse, bunu nasıl affederdim kendime?
“Korkut, lütfen…” diye fısıldadım. Sesim titriyordu. “Ona bir şey olmasın. Bulalım onu.”
Korkut elini saçlarımda gezdirerek “ bir şey olmayacak, Kardelen. Mihri’yi bulacağız.” dedi. Ama sesi her zamanki gibi emin değildi. O bile korkuyordu, farkındaydım.
“Neden sahnede ağladı ki?” diye inledim. “Neden mutsuz olduğunu fark etmedim? Nasıl fark etmedim? Benim yanımdayken üzülüyordu ama ben bunu görmedim bile…”
Korkut çenemi hafifçe kaldırıp gözlerime baktı. “Kendine yüklenme. Sadece sen değil, ben de son zamanlarda onunla pek ilgilenemedim. Bu işte benim de payım var.”
“Ama…” dedim, sesi titrek çıkan bir kelimeyle.
Korkut başını iki yana salladı. “Hiçbiri önemli değil şu an. Önemli olan Mihri’yi bulmak. Sen burada kal. Ben okul çevresine tekrar bakacağım.”
Başımı salladım ama içimdeki korku hiç azalmıyordu.
Ama toparlanamıyordum. “Ona bir şey olursa ben—”
Sözlerim bir anda kesildi. Çünkü Korkut aniden eğilip başparmağıyla çenemi tuttu. Yüzümü kaldırdı, gözleriminkilerle buluştu.
“Bana bak,” dedi alçak ama kesin bir sesle. “Kendini bu kadar hırpalama. Mihri’nin sana ihtiyacı var. Eğer sen bu haldeysen, ona nasıl yardım edeceksin?”
Gözlerim yaşlarla dolmuştu ama bakışlarından kaçamadım. Beni hipnotize eder gibi gözlerimin içine bakıyordu.
Bir an duraksadı, yüzümü inceler gibi baktı. Sonra başparmağını yanaklarıma gezdirerek gözyaşlarımı sildi. Derin bir nefes aldı ve beklenmedik bir şey yaptı.
Yüzünü biraz daha yaklaştırdı, elleri hâlâ çenemdeydi. Önce alnıma değdi dudakları. Hafif, sıcak bir dokunuş. Ama asıl beklenmedik olan, birkaç saniye sonra dudağımın kenarına bir öpücük kondurmasıydı dudaklarını geri çekmedi
- . Beynim, ne yapacağını şaşırmış hâlde, komut bekleyen bir sistem gibi kilitlenmişti.
"Sakinleş. Mihri bizden kaçmaz, bizden uzaklaşmaz. Şu an bulunmak istiyor, eminim. Mihri benim canım, ona zarar gelmesine izin vermem."
sesinin tonundaki güven verici ama bir yandan da titrek gelen tını... Her şey, her şey dikkatimi dağıtıyordu.
Yutkundum. "Ben..."
Cümleyi tamamlayamadım. Korkut'un gözleri üzerimdeydi ve o, ne halde olduğumu benden daha iyi biliyordu. Derin bir nefes alıp başını iki yana salladı, ardından parmaklarını çeneme kaydırdı ve hafifçe tuttu.
"Şimdi sakinleş," dedi alçak bir sesle. "Ve burda bekle. Mihri’yi bulmama yardım et."
İtiraz etmek istedim ama nefesim kesilmişti. Ellerim yumruk oldu, kalbim hızlı atıyordu. Beynimi toplamaya çalıştım.
Şimdi zamanı değildi.
Bu hisleri, bu düşünceleri, bu karmaşayı kenara bırakmalıydım.
Mihri’yi bulmalıydık aradan bir saat geçmişti ama Mihri yoktu içim rahat etmemiştim müdür odasına gidip tekrar baktım kameralara ama görünmüyordu nefes almak için okul bahçesine çıktım gözlerim istemsizce mihri yi arıyordu titriyordum aptal .gibi ... çocuğa sahip çıkamadım bahçede öylesine bakınıyordum burda olsaydı hissederdim neden ağladı ben neden onun mutsuzluğunu hissetmedim neden onu zorladım benim suçumdu tekrar ağlama krizine girecekken Korkut’un sesini duymamla başımı hızla kaldırdım, telefonla konuşuyordu ve bana doğru yürüyordu
“Tamam abi, okulun önündeyiz.”
Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Gözleri benimkilere kilitlenince, içimde bir şeyler çözülmeye başladı.
“Kaçağı bulduk.”
O an başka hiçbir şeyi umursamadım. Sadece yerimden fırlayıp ona sarıldım. Kollarımı boynuna doladım, sıkı sıkı.
“Boğdun beni.” diye mırıldandı ama sesi ciddiyetten uzaktı.
“Sus. Önce sana sarılacağım, sonra boğarım seni.” dedim, gözlerim kapalı hâlde.
Korkut bir an durdu, sonra hafifçe tebessüm etti. Bunu hissettim. Omzumun üzerinde nefesiyle beraber yayılan sıcaklık, göğsünün hafifçe yükselip alçalışı…
Ama şu an önemli olan tek şey, Mihri’nin bulunduğuydu.
Tam o sırada okulun bekçisi, kucağında Mihri ile bize doğru yürüyordu. Onu görünce hem şaşırdım hem de panikledim. Hemen koşup Mihr’yi kucakladım. Mihri? İyi misin?” diye sorarken, bekçi bir adım geri çekildi.
Bekçi, hafif bir tebessümle, “Çıkış kapısında tek başına gördüm, okuldan kaçıyordu,” dedi.
Korkut hemen devreye girip teşekkür etti. “Eyvallah abi, sağ olasın,” dedi. Bekçi omuz silkip, “Önemli değil, çocuk işte,” diye cevap verdi ve başını sallayarak uzaklaştı.
Mihri’yi hemen yakındaki bir banka oturttum, yanına geçip minik omuzlarına sarıldım. Ama o, elleriyle yüzünü kapatmış, hıçkırıklara boğulmuştu. Küçücük bedeni sarsılıyordu.
“Ne oldu, bir tanem? Hadi, anlat bakalım. Her şey yolunda, korkma,” dedim, sesimi yumuşatarak.
Mihrin, gözyaşları arasından titrek bir sesle konuşmaya çalıştı. “Ama ben... ama... çok rezil oldum!”
“. “Kimse böyle bir şey düşünmedi, Herkes sadece senin ne kadar tatlı olduğunu düşündü.”
o sırada gülnur hoca ve müdüre mesaj attım mihri için
Mihrin, başını yavaşça kaldırıp Korkut’a baktı. Gözleri hâlâ yaşlarla doluydu. “Ama yanlış söyledim...” dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar küçüktü.
Korkut, diz çöküp onunla göz hizasına geldi ve samimi bir ifadeyle konuşmaya başladı. “Yanlış söylemek kötü bir şey değil,” dedi, sesinde neşeli bir tonla. “Ben senin yaşındayken neler yaptığımı bir bilsen...”
Mihrin, hıçkırıklarını durdurmaya çalışırken Korkut’a şüpheyle baktı. “Neler yaptın ki?” diye sordu, burnunu çekerek.
Korkut, gizemli bir ifadeyle başını eğip ona doğru biraz daha yaklaştı. “Sana bir sır vereyim mi?” dedi. Mihrin başını salladı, gözlerindeki yaşlar yerini meraka bırakıyordu.
“Ben senin yaşındayken, sınıfta altıma yaptım,” .
Mihri’nin ağlaması bir anda kesildi ve gözleri kocaman açıldı. “Dayı, gerçekten mi? Çişini mi tutamadın?” dedi, şaşkınlıkla ama aynı zamanda gülmeye başlayarak.
Korkut, sanki çok ciddi bir mesele anlatıyormuş gibi başını salladı. “Evet, gerçekten. Hem de herkes benimle dalga geçti,” dedi, hafif bir gülümsemeyle. “Ama bak, şimdi kimse hatırlamıyor. Hatta ben bile unutmuşum neredeyse.”
Mihrin, kahkahasını tutamayıp kıkırdamaya başladı.
Ama hemen ardından yüzü yine biraz ciddileşti. “Ama benimle dalga geçecekler...” dedi, sesi küçücük bir fısıltıya döndü.
Korkut, omuz silkip rahatça güldü. “Geçsinler. Sen de onlarla dalga geç. Ne olacak ki? Biraz eğlenirsiniz, sonra unutur gidersiniz,” dedi.
Mihrin bir an duraksadı, yüzündeki düşünceli ifade yerini tatlı bir gülümsemeye bıraktı. “Ama... yine de çok utandım,” dedi.
Korkut, başını iki yana sallayıp ellerini beline koydu. “Ama yok, küçük hanım,” dedi, sahte bir ciddiyetle. “Sen güçlü bir kızsın. Hadi, unut gitsin artık.
O an gülmemek için kendimi zor tuttum, başımı başka tarafa çevirdim.
“Ne oldu, Kardelen Hanım?” dedi Korkut, alaycı bir ifadeyle. “Beğenemedin mi hikâyemi?”
“Yok canım,” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Her çocuğun başına gelir ama... seni sidikli olarak hayal etmek bambaşka bir şey!”
Mihri bu sözlerime kıkırdamaya başladı. Korkut da onun kıkırdamasına bakarak gülümsedi, ama o sırada Mihrin, ellerini saçlarıma doladı ve aniden durgunlaştı. “Annem...” dedi, sesi bir anda hüzünle doldu. “Annemle olmak istiyorum. Onu çok özledim.”
Korkut’la göz göze geldik. İkimiz de ne diyeceğimizi bilemeden bir an sessiz kaldık. Sonra Korkut, Mihri’yi kucağına aldı ve onu sıkıca sardı. “Tamam, küçük hanım,” “Hadi bakalım, anneye gidiyoruz.”
Mihri’nin yüzünde bir şaşkınlık belirdi, ama hemen ardından minik elleriyle Korkut’un yanaklarını sevip öptü. “Teşekkür ederim, dayı,” dedi, içten bir gülümsemeyle.
Korkut Mihri’yi kucağında tutarken, ben de yanlarında yürüyerek sessizce yola koyulduk. Arabada sessizlik hâkimdi, sadece Mihri’nin şirin bir şekilde sayı sayışı duyuluyordu annesine yanına gitmek için sayıyordu Küçük parmaklarını tek tek kaldırarak, “Bir, iki, üç... yüz iki!” diye neşeyle bağırdı. Sonra aniden bana dönüp, “Kardelen, yüz iki’den sonra hangi sayı geliyor? Unuttum!” diye sordu.
Gülümseyerek, “Yüz üç, Mihrim,” dedim.
Korkut, gözlerini yoldan ayırmadan hafifçe başını iki yana salladı ama bir şey demedi.
Sonunda kliniğe vardık. Mihrin ve ben arabadan indik, ama Korkut yerinden kıpırdamadı. Ona doğru döndüm ve şaşkınlıkla sordum, “Korkut, sen gelmeyecek misin
“Hayır,” dedi kısa ve net bir şekilde. Sesi, daha fazla konuşmaya kapalı bir tondaydı.
Şaşkınlığımı içime bastırarak Mihri ile birlikte kliniğe girdim. Doktorlarla görüştüğümde aldığım haberler beni şoke etti. Belin’in durumu, düşündüğümden çok daha kötüydü. İlaçlarını almayı reddediyor, kendini banyoya kilitleyerek kimseyle konuşmuyordu. Bu da tedavi sürecini imkânsız hâle getiriyordu.
Mihri’nin gözlerinin endişeyle dolu olduğunu görünce ona doğru eğildim. “Canım, sen burada güzelce otur, tamam mı? Ben annemle konuşup hemen döneceğim,” dedim. Mihri başını sallayarak bir koltuğa oturdu ve sessizce beklemeye başladı.
Hızla Belin’in odasına yöneldim. Kapıyı açtım ve banyoya doğru ilerledim. İçeriden hiçbir ses gelmiyordu. “Belin, kapıyı aç. Lütfen benimle konuş,” dedim.
Ama içeriden gelen cevap, kalbimi bir kez daha burktu. “Git buradan!” diye bağırdı
Kapının önünde durup derin bir nefes aldım. “Belin, lütfen beni dinle. Bunu birlikte aşabiliriz. Mihri seni bekliyor, seni görmek istiyor. Onun için güçlü olmalısın,”
Ama içeriden bir yanıt gelmedi. Sadece derin bir sessizlik. Bu sessizlik, en az bir çığlık kadar acı vericiydi. Kapının önünde bir an ne yapacağımı bilemeden bekledim.
"Kapıyı aç, Belin!" dedim, sinirle.
"Sana git dedim!" Bu kez sesi daha yüksek ve sarsıcıydı. Çığlıkla irkilmiştim.
Artık sabrım tükenmişti. Kendimi tutamayıp sesimi yükselttim. "Sen bencil bir insansın! Kızının sana ihtiyacı var ama sen iyileşmeyi reddediyorsun! Acıların arkasına saklanmayı bırak!"
İçeriden yankılanan sesi, öfke ve keder doluydu. "Acılarımdan sana ne!" diye haykırdı.
Derin bir nefes aldım, ama içimdeki öfke ve çaresizlik boğazımı düğümlemişti. Gözlerim kapıya dikiliydi, kelimelerim dökülmeden duramıyordum. "Belin, kızın sana ihtiyacı var, hâlâ mı anlamıyorsun?" dedim, sesim titriyordu. "Mihri’nin babası yok ama annesi var. Ama sen, onun gözünün içine bakması gerekirken kendini bu hâle sokuyorsun! Kendine bir zindan yaratmışsın. Lütfen yapma!"
“Git buradan!” diye bağırdı tekrar. İçeriden gelen sesi kulaklarımda yankılanıyordu, ama ben orada durup ona yardım etmeden çekip gidemezdim.
Tam o sırada arkamdan gelen sert bir ses beni irkiltti. "Ne oluyor burada?" dedi Korkut, sesinde hem sinir hem de endişe vardı. Gözleri kapıya dikilmiş, dudakları ince bir çizgi hâline gelmişti.
"Belin kendini banyoya kilitledi,
Korkut, yüzündeki kararlılıkla kapıya yöneldi ve sinirle seslendi, "Aç şu kapıyı, Belin! Duyuyor musun beni?"
İçeriden yine hiçbir cevap gelmedi.
Korkut, sabrını tamamen kaybetmişti. Kapıya daha da yaklaşıp yumruğunu sertçe kapıya indirdi. “Belin! Aç şu kapıyı! Sesi tüm koridorda yankılanıyordu.
Kapı yine sessizliğini koruyordu. O an Korkut kapıyı omzuyla zorlamaya başladı. Çabalarının sonuçsuz kaldığını görünce daha da öfkelendi. Gözlerindeki gerginlik o kadar barizdi ki yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Kapıya her yüklendiğinde dişlerini sıktığını ve ellerinin titrediğini fark ettim sanki gücü yok gibiydi
Bir an göz göze geldik. . Ellerindeki titreme sadece sinirden değil, içindeki tükenmişlikten de kaynaklanıyordu. resmen korkutun tüm gücü elinden alınmış gibiydi ....... son gücüyle kapıya tekme attı
Kapı büyük bir gürültüyle açıldı. İçeri girdiğimde gördüğüm manzara nefesimi kesti. Belin, banyonun ortasında yere uzanmış, gözlerini tavana dikmiş bir şekilde yatıyordu. Solgun yüzü, bir hayalet kadar cansız görünüyordu. O an, içimdeki tüm öfke yerini korkuya ve paniğe bıraktı.
Hızla yere çömeldim, ellerim titreyerek onu yerden kaldırdım. "Bırak beni!" diye bağırdı, bana engel olmaya çalıştı ama sesi güçsüzdü. Beni itmeye çalıştı
Gözlerine baktım; korku ve çaresizlikle doluydu. Ama o bakışlar beni durdurmaya yetmezdi. Bir adım daha attım, onu daha sıkı tuttum. “Belin, yapma!” dedim, sesim titriyordu. “Kendini böyle bırakma! Mihri’nin sana ihtiyacı var. Kendine gel!”
Belin’in gözleri doldu, dudakları titredi ve sessizce ağlamaya başladı. Başını eğmiş, yere bakıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, ağzından tek kelime bile çıkmıyordu. Arkama döndüğümde Korkut’un bizi izlediğini gördüm. Yüzü asıktı, ama bir şey söylemiyordu. Belin ise onu tamamen görmezden geliyordu, sanki varlığını bile hissetmiyordu.
Daha fazla dayanamadım. “Yeter!” diye bağırdım, kelimeler boğazımdan titreyerek çıkıyordu. “Abim seni asla affetmeyecek, biliyor musun?
Aptal mısın kendine gel
Bunu nasıl yapabiliyorsun? Kızın sana muhtaç! Gözlerinin içine bakıyor ama sen burada, bu hâlde, kendini harap ediyorsun!”
Belin başını hâlâ eğmişti, ama ben durmadım. . “Gece, yanımda yatarken ‘anne’ diye sayıkladığını biliyor musun? Koynumda uyuyor ama bana annne diye sayıklıyor , Belin! Günlüğünde sana özel sayfalar ayırıyor! Okulda çocuklar annelerinin hazırladığı yemekleri i yerken, o sadece oturup onları izliyor. Ama sen… Sen ne yapıyorsun? Hiçbir şey! Hiçbir şey yapmıyorsun! Kendini bitiriyorsun! Bu mu annelik? Bu mu senin kızına olan sevgin?”
susmaya niyetim yoktu. İçimde birikmiş ne varsa, hepsini haykırıyordum. “Yıldırer seni bu hâlde görse, yüzüne tükürürdü! Evet, Belin, yüzüne tükürürdü! Aptal kadın, neden mücadele etmiyorsun? Mihri senin kızın! Sana ihtiyacı var! Yıldırer yaşasaydı, o asla bu şekilde pes etmezdi! Kızınız için ayağa kalkar, yeniden mücadele ederdi!”
Belin titreyerek ellerini yüzüne kapattı, hıçkırıkları artık kontrolsüz bir şekilde yükseliyordu. Ama umurumda değildi. Onun tekrar ayağa kalkması gerekiyordu. Ve bunu sağlamak için ne kadar acımasız olmam gerekiyorsa, o kadar olacaktım.
Sesim gittikçe yükseldi, . "Sana acı bir gerçek söyleyeyim mi, Belin? Tam tersi olsaydı, yani sen ölseydin, Yıldırer hayatta olsaydı, Mihri için hayata dönerdi! Bunu ihanet olarak görmezdi! Kızı için güçlü olurdu! Benim abimin sevdiği kadın güçsüz olamaz, anladın mı? Kendine gel! Yıllar geçti, Yıldırer’in kemikleri mezarda çürüdü, ama senin duyguların hala çürümüyor ...
Belin’in elleri koluma yapıştı, tırnakları tenime battı. Ama o an hiçbir şey hissetmedim, öfkem her şeyin önüne geçmişti. "Anlamıyorsun sen!" diye bağırdı, sesi titrek ve öfkeliydi. "Sen benim acımı asla anlayamazsın! Sen kimsin ki? Yıldırer’in sır gibi sakladığı kardeşi! sen abini , gerçekten seviyor muydun?
. Onun kafayı sıyırdığı her hâlinden belliydi, ama yine de pes etmeyecektim.
"Sen sevdiğin adamı kaybettin ? Ben de abimi kaybettim! Ama hayatıma devam ettim. Acı mı? Tabii ki acı! İçimde hala o günkü gibi bir yara var. her gece yastığa başımı koyduğumda ‘keşke’lerle boğuşuyorum. O anları kafamda tekrar yaşıyorum, sonra hayalimde değiştiriyorum keşkelerimi ne kadar pişmanlığım varsa zihnimde abimle konuşuyorum . Çünkü elimden başka bir şey gelmiyor!
Belin sustu. Gözlerinden yaşlar süzülüyor, ama dudakları sıkılıyordu. Gözlerindeki hiddet yerini derin bir çaresizliğe bıraktı. Derin bir nefes alıp ona yaklaştım. ," . "O kız, her gün seni soruyor. Seni bekliyor. Eğer şimdi toparlanmazsan, hem onu hem de kendini kaybedeceksin. Ama hâlâ zamanın var, Belin. Kendine bir şans ver. Mihri için, Yıldırer için, ama en önemlisi kendin için." Senin acın mı daha önemli, Belin? Yıldırer’in acısı kızınızdan daha mı değerli?!"
. Belin’in dudakları aralandı, ama bir şey söylemedi. Gözleri bir an Korkut’a, sonra yeniden bana döndü ikimize bakışları tuhaftı
Sesim titredi . "Mihri’yi yalnız bıraktın, Belin! İyileşmek için mücadele etmiyorsun! Mihri seni görmek için dört gözle bekliyor, hala 'anne, anne' diyor! Ne olacak? Mihri şimdi ilkokula gidiyor, sonra ortaokula... Sonra mı? Sen burada, deliler arasında, çürüyüp gideceksin! Hayatının sonuna kadar mutsuz yaşayacak, sonra öleceksin! Ama bitmeyecek, biliyor musun? Mezara konulacaksın ! Şimdi Yıldırer’in yanında gömülmek istersin, değil mi? ne kadar acınası elinde bir hayat ve sen o hayatı değersizleştiriyorsun öldükten sonra kızına ne olacak? Ona ne olacak, Belin? Kimsesiz kalacak! Seni asla affetmeyecek! Onun hayatını mahvedeceksin!"
. "Mihri çok kötü durumda, haberin var mı? Yaşıtlarına göre fazlasıyla geride! Bir anne olarak, bir insan olarak ona ne yaptın, Belin? Hiçbir şey! Sen köşene çekildin, onu yalnız bıraktın. Kızın daha da geriye gidiyor! Mihri’nin kalbi, ruhu yalnız ve kırık! Onun yalnızlığına çare olacak tek kişi sensin! Bir anne olarak bunu neden görmüyorsun? Ona nasıl kıyıyorsun, Belin? Ben Mihri’ye bakınca içim parçalanıyor. O kadar hassas ki... Gözlerinden bir damla yaş düşse, ben kahroluyorum! Sen nasıl bu kadar uzak durabiliyorsun ona? Senin çabalaman gerek,
. Kollarını yüzüne kapadı, gözyaşları süzülüyordu ama susmuyordum. "Mihri büyüdüğünde acılarının hesabını kimden soracak, Belin? O acıları asla silemeyecek! Sen Mihri’nin hayatına gölge bırakıyorsun! Kendi yaralarını kızına miras bırakıyorsun! Mihri’nin hayallerini öldürüyorsun! kalbindeki sevdiği annesini öldürüyorsun Yapma! Lütfen yapma!"
Belin başını ellerinin arasına aldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. Onun bu hâli beni hem üzüyor hem de sinirlendiriyordu.
Belin hıçkırıklar arasında konuştu, sesi titriyordu. "Dayanamıyorum, Kardelen... Bana ne oluyor bilmiyorum. Onu her unutmaya çalıştığımda, daha çok hatırlıyorum. Sanki her an yanımdaymış gibi. Ben... Ben onu ölsem bile unutamayacağım."
Elimle omuzlarından tuttum, bedenini hafifçe sarstım. Gözlerine bakarak bağırdım, sesim hem öfke hem çaresizlikle doluydu. "Öl o zaman, Belin! Tamam mı? Öl! Ama Mihri’yi, kızını annesiz bırakacaksan, bunu bilerek yap! Sakın bana acılarını bahane etme! Acı hepimizin içinde var nSeninle acılarımı yarıştırmayacağım, elimden geldiğince Mihri’ye destek olmaya çalışmam senin yerini doldurmaz! O sana ihtiyaç duyuyor!
Korkut, sessizce kenarda duruyordu. Hareket etmiyor, sadece donuk bakışlarla bizi izliyordu. Belin ise onu tamamen yok sayıyordu. Gözleri hâlâ kapalıydı, içinde sakladığı acıyı kabullenmek yerine reddediyordu. Ama ben, onu o bataklıktan çekip çıkarmaya kararlıydım.
, "Şu an Mihri burada seni görmek istiyor, ama sen ilaçlarını almayı bile reddedecek kadar kafayı yedin!" dedim, sesim biraz daha alçalmıştı ama öfkem içimde kaynıyordu. "Mihri’nin ne suçu var? Onu annesiz bırakmak zorunda mısın? Bana mı güveniyorsun, yoksa Korkut’a mı? ‘Nasıl olsa onlar bakar’ mı diyorsun? Hayır! Bakamayız! Ben iki ay sonra gidiyorum ve Mihri yalnız kalacak! Daha kötüsü, belki de yetiştirme yurdunda kalacak!"
Bu sözlerimden sonra Korkut'un bakışları bana döndü. Gözlerindeki rahatsızlık dalgasını hissettim, ama göz temasını ondan kaçırdım. Şu an ona bakmaya hazır değildim. Kafamı Belin’e çevirdim
"Toparlan, Belin. Kızına sahip çık! Beni delirtme, tamam mı? Yoksa... yemin ederim Mihri’nin velayetini alırım! Duymuyor musun? Kızını bir daha asla göremezsin! Alır, giderim ve ardıma bile bakmam.
Bu sözler, içimi sızlatsa da başka çarem yoktu. Belin’i sarsmalıydım. Ona gerçek bir motivasyon sağlamalıydım, yoksa bu çöküşünden asla kurtulamayacaktı.
Birden gözleri doldu. Sesi titreyerek konuştu. "Kardelen, kızımı seviyorum. Yemin ederim, o olmasa ben daha kötü bir durumda olurdum. Onun sayesinde hayata tutunuyorum... ama olmuyor. Kardelen, kızım bile beni iyileştiremiyor,"
Eğildim, ellerini ellerimin arasına aldım ve ona sıkıca baktım. "Bir an önce iyileş. Çünkü ben her zaman burada olmayacağım. Kızına sahip çıkacaksın. Yeniden hayata döneceksin. Ve en önemlisi, yitirdiğin öz saygını tekrar kazanacaksın. Tamam mı, Belin?"
. Belin, uzun bir süre gözlerime bakarak hiçbir şey söylemedi. .
Belin hareketsiz bir şekilde bana bakıyordu. Gözleri kıpkırmızı, yüzü yorgundu. Kol ve bacaklarında neredeyse hiçbir canlılık yoktu. Karşımda yalnızca cansız bir beden vardı; ruhu ölmüş bir kadındı. Ama ben bu kadını diriltecektim.
Yavaşça koluna girdim ve onu yerden kaldırdım. Tam o sırada Korkut yanımıza doğru bir adım attı. Belin birden irkilip geriye çekildi. Yüzü hüzünle kaplanmıştı; Korkut ise sanki bir şey söylemek istiyor ama kendini zor tutuyordu. Canı yanıyordu; ellerine baktığımda titrediğini fark ettim. Artık anlamıştım, Korkut’un acısı ona böyle yansıtıyordu . Ona kısa bir bakış attım; ne kadar güçlü durmaya çalışsa da içindeki acıyı bastıramıyordu. Ama Belin, Korkut’a o kadar sert ve nefret dolu bakıyordu ki aralarındaki kopmuş bağları hissetmemek mümkün değildi
Desteğimle Belin’i yatağa oturttum. Gözleri hâlâ buğuluydu, ama ben sabırlı olmalıydım.
“Çıksın buradan, Kardelen,” dedi Belin, aniden. . gözleri direkt Korkut’a yönelmişti. Gözleri onun üzerinde, nefretle doluydu. “Onu burada istemiyorum.
-Git buradan,
Korkut’un yüzü gerildi. Belin’in bu sözleri onu derinden yaralamış gibiydi, ama bunu belli etmemek için tüm gücünü topluyordu. Dudaklarını sıktı, ama hiçbir şey söylemedi. Bakışlarını Belin’den ayırmadan, gözlerinde sönmek bilmeyen bir acıyla orada dikildi. Onun bu hâlini görmek beni bile rahatsız etmişti, .
“Belin, yeter,” diye araya girdim, sesi daha da yükseltmesine engel olmak için. “Kendine zarar veriyorsun, böyle yapma!”
Ama Belin dinlemedi, elleri yumruk olmuştu, gözyaşları süzülürken aynı anda bağırmaya devam ediyordu. "burada dikilip acımı mı seyrediyorsun? Git buradan! Git, seni görmek istemiyorum!"
Korkut bir adım geri çekildi. Gözleriyle Belin’e baktı, ama o bakıştaki kırgınlık, hayal kırıklığı ve acı tarif edilemezdi. Hiçbir şey söylemeden yüzünü çevirdi ve odadan çıkarken kapıyı sertçe kapattı.
- Kafayı yiyecektim Belin korkuta neden kötü davranıyordu üstelik mihri ile bu kadar yakından ilgilenirken yaptığı saçmaydı Belinin
Tarağı elime aldım ve Belin’in dağınık saçlarını nazikçe taramaya başladım. Saç telleri yumuşaktı ama bakımsızlıktan karışmıştı. Sabırla her düğümü açtım, saçlarındaki lastik tokayı çıkarıp yerine düzgün bir şekilde topladım. Ardından elini tuttum, yavaşça lavaboya yönlendirdim. “Şimdi elini yüzünü yıka,”
Belin lavaboya eğildi ama hareketleri donuktu, sanki bir robot gibi davranıyordu. İçimde yükselen öfkeyi bastırarak, “Mihri birazdan gelecek ve sen ona gülümseyeceksin,” dedim. Ama o sadece başını eğip, sessizce salladı. Bu beni çileden çıkarıyordu. Kontrolümü kaybetmemek için derin bir nefes aldım.
“Duydun mu beni?” diye sordum, bu kez sesim daha sertti.
Belin irkildi, gözleri korkuyla üzerime çevrildi. Onu böyle korkutmak istemezdim, ama başka türlü ona ulaşamayacağımı hissediyordum. Sessizce baktı bir süre, sonra dudakları titreyerek, “Sana sarılabilir miyim, Uzun zamandır kimseye sarılmadım ” dedi.
. Belki ona mesafeli durmam gerekiyordu, hazır benden korkuyorken... Ama dayanamadım. O kadar mahzun, o kadar çaresiz görünüyordu ki reddetmek mümkün değildi. Hızla yanına yaklaştım ve onu sıkıca sardım. Uzun bir süre öylece kaldık, sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştı.
“Belin, söz ver bana,” dedim, sesim çatallı ama kararlıydı. “Unutacaksın. Abimi unutacaksın.”
Başını kaldırıp bana baktı, gözleri kırılmış bir aynanın parçaları gibiydi. “Ben yapamam, Kardelen... Yıldırer’i unutamam.”
“Elbette yapabilirsin,” dedim, sesimde bir inat vardı. “O zaman unutmuş gibi yap. Bir oyun oynuyoruz gibi düşün. Yıldırer’i hatırlamak sana yasak. Bunu Mihri için yap.”
Sözlerimle birlikte Belin’in omuzları çöktü, başını göğsüme yasladı ve hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. sarı saçlarını okşarken birkaç teli elime geldi. Garip bir şekilde gülümsedim; Mihri’nin saçları da tıpkı annesininkiler gibiydi yumuşak ve ince ...
- O an Belin, gerçekten bir çocuk gibiydi. Savunmasız, kaybolmuş ve birine sığınmaya muhtaç bir hâlde... Belin’in toparlanması için ona zaman vermem gerektiğini hissettim. Sessizce odadan çıktım. Mihri’yi yanına getirmeliydim
🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿
Koridora çıktığımda Korkut’u fark ettim. Koridorun sonundaki duvara sırtını yaslamış, başını eğmişti. Kafasını duvara dayamış, gözleri kızarmıştı. O hâli içime bir sızı bıraktı. Ağlıyor muydu? Yavaşça yanına yaklaştım ve onun gibi başımı duvara yasladım. Ellerinin titrediğini fark edince elimi yavaşça üzerine koydum.
“Ağla,” dedim usulca, “söz, kimseye söylemem. Eğer utanacaksan, unutmuş gibi yaparım.”
Korkut başını hafifçe bana çevirdi. Gözünden tek bir damla yaş süzüldü. Ne bir hıçkırık ne bir iç çekiş… Sadece ağır, tuzlu bir gözyaşı.
Bu, insanın içine işleyen bir sessizlikti.
O, duygularını sessizce yaşıyordu. Benim tam tersimdi. Ben ağladığımda, tüm dünya duysun isterdim. Gözyaşlarımı saklamaz, acımı içime atmazdım. Ama Korkut… O kendini tutuyordu.
Sonra yavaşça sırtını duvara yasladı ve dizlerini bükerek çöktü. İçimde bir şey kırıldı o an. Ne yapacağımı bilemeden yanında durdum.Ben ilk defa bu halde görüyordum hep o beni teselli ediyordu şimdi sıra bendeydi bende onu teselli edece güç vardı çünkü o gücü bana korkut vermişti
Usulca, “İstersen bana sarılabilirsin,”
Bir an tereddüt etti, sonra başını göğsüme yasladı.
duraksadı ağlamıyordu ama ben ağlamasını istiyordum
"Ben buradayım, Korkut. Hiçbir yere gitmiyorum."
Sesim titremişti ama içimde bir an bile tereddüt yoktu. Onun ağırlığını, omuzlarındaki yükü hissediyordum. Gözyaşları içimi yakıyordu ama ona yük olmak istemedim. Onun için güçlü olmalıydım.
Korkut bir süre daha sessiz kaldı, sanki kelimeleri boğazına takılmıştı. Sonunda kısık bir sesle, "Bilmiyorum, Kardelen," dedi. "Bilmiyorum nasıl olacağını… Birine böyle yaslanmayı hiç öğrenmedim."
Parmaklarımı saçlarının arasına geçirdim, başını usulca okşadım. "Öğren o zaman," dedim fısıltıyla. "Çünkü artık yalnız değilsin."
Korkut derin bir nefes aldı, ama bu kez o nefesin içinde biraz daha az acı vardı. Hâlâ kırgındı, hâlâ yorgundu ama en azından yanında biri olduğunu biliyordu.
Ve ben de biliyordum.
"Sana kızgınım şu an, Korkut," dedim.
Başını hafifçe kaldırdı. Gözlerindeki o karanlık gölgeler kaybolmamıştı. "Neden?" diye sordu, sesi boğuktu.
"Yanımda hiç ağlamıyorsun."
Korkut gözlerini kaçırdı. "Kardelen…" dedi, ama sesinde itiraz etmekten çok, bir tür kabulleniş vardı.
"Hadi, ağla," diye fısıldadım. "Bak, ağlamak bazen iyidir. Tabii yanında seni teselli edecek biri varsa."
Kısa bir sessizlik oldu. Sonra gözlerini bana dikti. "Beni sen mi teselli edeceksin?"
"Ben seni hissetmek istiyorum, Korkut. Acını anlamak istiyorum."
Başını iki yana salladı. "Olmaz, Kardelen."
"Olur. Neden olmasın?" Elimi kaldırıp hafifçe yanağına dokundum. "Sen benim gözyaşlarımı sildin. Şimdi benden gözyaşlarını saklama.
Bir an tereddüt etti. Yutkundu. Sanki içinde bir şeyleri bastırmaya çalışıyordu ama artık gücü kalmamıştı. "Yanında ağlayacak kadar güçlü değilim," dedi kısık bir sesle.
Ona daha da yaklaştım, kollarımı etrafına doladım ve sımsıkı sarıldım. Eli hafifçe sırtıma düştü ama beni itmedi. Başını göğsüme yasladı. Nefesi tenimi yakıyordu.
Sonra, gözyaşlarını hissettim. Sessizce, sakince, derinlerden gelen bir sızı gibi… Ellerim titriyordu ama yine de saçlarına uzandım, usulca dokundum, okşadım. Bir çocuğu sakinleştirir gibi, bir fırtınayı dindirir gibi.
Ama içimde bir isyan vardı. "Neden ağlıyorsun?" diye haykırmak istedim. "Ben güçlü değilim!"
"Ağlama… Sen ağlama, Korkut. Sen de ağlarsan… ben iyice güçsüz olacağım."
Ama o ağlamaya devam etti. Sessiz, kırgın ve yorgun… Göğsümdeki soluk alıp verişi düzensizdi. Kalbinin ritmi benimkine karışıyordu.
Ve ben, onun acısını avuçlarımda tutarken, onunla birlikte ilk kez bu kadar çaresiz hissediyordum .Göğsümde soluk alıp verişini hissediyordum. Ağır, düzensiz nefesleri, kalbime dokunuyordu. Derin bir nefes aldım ve yavaşça konuştum:
O an, Korkut'un gözlerindeki hüzün, içimdeki tüm sert duvarları yıkmıştı. Onun üzgün olduğunu görmek, benim için daha büyük bir darbe gibiydi. O kadar güçlü görünüyordu ki, bazen sanki hiçbir şey onu yıkamaz sanıyordum. Ama bu kadar kırılganlık... Bu kadar derin bir acı.
Korkut’un nefesi tenime işlerken, onun içindeki fırtınayı hissedebiliyordum. Bunca zaman, duvarlarının ardına saklanmıştı. Sertti, suskundu, ama şimdi ilk kez o duvarlarda bir çatlak açılmıştı. Bunu hissediyordum.
Elimi saçlarının arasından çektim Gözleri kızarmıştı ama hâlâ o tanıdık inat vardı içinde. Sanki kendine hâlâ izin vermek istemiyordu, hâlâ güçlü görünmeye çalışıyordu.
"Korkut," dedim usulca. "Benden saklama. Artık saklama."
Gözlerini kaçırdı. Yutkundu ama kelimeler boğazına düğümlenmişti.
"Ne kadar saklamaya çalışsan da, ben biliyorum," diye fısıldadım. "İçin paramparça. Acıyorsun. Ama sen hep sustun, hep tek başına taşımaya çalıştın."
"Alışkınım," dedi, sesi yorgun.
"Artık olma," dedim kararlı bir sesle. "Bundan sonra yalnız değilsin. Yalnız olmak zorunda değilsin."
Korkut derin bir nefes aldı. Ellerini dizlerinin üzerine koydu, parmaklarını sıktı. O kadar gergindi ki, bütün bedeninden gerilim yayılıyordu.
"Kolay değil, Kardelen," dedi nihayet.
"Biliyorum," diye fısıldadım. "Ama yanındayım."
Başını yavaşça kaldırdı. Gözleri gözlerime kilitlendi. İçinde yılların yorgunluğu vardı. Anlatamadığı, anlatmaya cesaret edemediği ne varsa, hepsi gözlerinin içinde duruyordu.
Sonra, ansızın, sesi çatallandı. "Ya bir gün gidersen?"
Öyle bir soruydu ki, içimi bıçak gibi kesti. O an anladım… Onu asıl korkutan şey acısı değildi. Onu asıl korkutan, birine yaslanmayı öğrenip sonra o kişiyi kaybetmekti.
"Gitmem," dedim tereddütsüz.
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
-Yüzüne hafifçe gülümsedim. cevabını biliyorsun korkut gitmeme diyorsam gitmem
İlk defa, o sert maskesinin altında, bir anlığına bile olsa, o çocuk gibi kırılgan adamın varlığını gördüm. Yavaşça, hiç acele etmeden, ellerini kaldırdı ve parmak uçlarını avuçlarımın üzerine koydu.
Korkut gözlerini kapattığında, bir an için tüm dünya sessizleşti. Odada sadece nefes alışverişlerimiz vardı; onun derin, düzensiz solukları ve benim göğsümde çarpan telaşlı kalbim.
Parmaklarını avuçlarımın üzerinde hissediyordum. İlk defa, hiç tereddüt etmeden dokunuyordu bana. Sanki o an, içinde inşa ettiği duvarlardan birini daha yıkmaya karar vermişti. Ama yine de korkuyordu, bunu hissediyordum.
Sessizliği bozarak fısıldadım, "Güven bana, Korkut."
Gözlerini araladı, bakışları yüzümde gezindi. Yorgun ve dalgındı. "Bazen çok fazla inançlı konuşuyorsun " dedi boğuk bir sesle.
"Çünkü inanıyorum," dedim. "Senin gibi biri, bu kadar çok şeyi tek başına taşımamalı."
Korkut hafifçe başını salladı ama inanıp inanmadığını söylemedi. Bunun bir günde olmayacağını biliyordum. Belki de yılların alışkanlığını bir gecede değiştiremezdim. Ama en azından ilk adımı atmıştı, en azından şu an burada, yanımda kalmayı seçmişti.
Derin bir nefes aldı, sonra gözlerini tekrar kapattı. Başını yavaşça omzuma yasladı.
Ve ben de sustum.
Konuşmaya gerek yoktu. Bazen kelimeler, sessizliğin yanında fazla yetersiz kalıyordu. Ellerimi yavaşça sırtında gezdirdim, hafifçe saçlarını okşadım. Varlığımı hissetsin istedim. Burada olduğumu, hiçbir yere gitmeyeceğimi bilsin istedim.
Uzun süre öylece kaldık. Korkut’un nefesi yavaşlamıştı, elleri artık gergin değildi. İlk kez, bir anlığına da olsa, kendini bırakmıştı.
Ama içimde tuhaf bir korku vardı.
Korkut’un bana yaslanıyor olması, onun duygularını açıyor olması, beni düşündüğünden daha fazla etkiliyordu. Onun acısını paylaşmak istemiştim ama şimdi fark ediyordum ki, o acı benim içime de acıtıyordu
Gözlerimi kapattım.
Bunu kaldırabilecek miydim?
Korkut’un yükü, benim taşıyabileceğimden fazla mıydı?
Bilmiyordum. Ama tek bildiğim şey, şu an onu bırakmayacağımdı.
“Korkut, sen iyi bir adamsın. Senin gibi birini daha önce tanımadım. Düşüncelisin, beni üzen her şeyden nefret ediyorsun, beni güldürmek için saçmalıyorsun… Mihri desen, ona canını verirsin, o da seni dünyalar kadar seviyor. Her şey yoluna girecek, ne olur ağlama.” dediğimde, Korkut başını hafifçe kaldırdı ve gözlerindeki kanlı kırmızı izleri fark ettim.
“Bazen varlığımı bu dünyadan silmek istiyorum . Etrafımdakilere acı vermekten başka ne yapıyorum ki? Ben, varlık sebebim… Hayat gibi... Şu ana kadar Mihri için katlanıyordum. Ben olmazsam o ne yapar? Kardelen, sen onu yalnız bırakma, olur mu?” dediğinde, tüm vücudumda ürperdim.
“Korkut, böyle konuşman beni çıldırtıyor
“Eğer intihar düşüncen varsa, seni affetmem, haberin olsun. Ecelin geldiğinde ölürsün. Saçma sapan konuşma. Ölmekmiş… Tabi, arkadan bırakacağın biri yok değil mi?” dedim, sesim sertleşerek.
“Var mı Kardelen?” diye sordu, gözlerindeki karanlık daha da derinleşmişti.
“Var tabi. Sen bana dememiştin mi? Adını koy, şey... Tam koyamıyorum ama, bir şeyler yaparsın sen koyarım yani Zor biriyim ama işte… Eğer ölürsen, var ya… Sana küserim. Seni affetmem. Şu pis, kirli araban var ya, gidip onu hurdacıya satarım, iki mandal bir leğen alırım. Haberini al, Korkut.”
Korkut hafifçe gülümsedi, ama hala o karanlık yüzü kaybolmamıştı. “Arabam adına üzüldüm. İki leğen bir mandaldan fazlası eder ” dedi, biraz da alaycı bir şekilde.
“Bence senin arabayı satarım. Çok çirkin ve tabi içi toz dolu,” diye ekledim, biraz da sinirli.
“Zamanım olmuyor, Kardelen,” dedi, ama bu sefer biraz daha sakinleşmişti.
“Seninle anlaşalım mı? Ben senin arabayı temizlerim, sen de ölüm düşüncelerini kafandan at,” “Sence adil bir anlaşma olmuş mu?” diye gülümsedi, ama sesinde hala o kırgınlık vardı.
“Ya hadi be! Ama şey…ettin Bir de koynumda seni teselli ediyorum ! Rolleri değiştirdik resmen, eril enerjim tavan yaptı!”
“Senin bir çatlak olduğunu söyledim mi?” diye sordu, alaycı bir şekilde.
“Hayır, güzel ve tatlı olduğumu söyledin, e tabi mükemmelim,
“Sesin masal gibi geliyor,” dedi, bir anda ciddi bir şekilde.
O an göz göze geldik. Az önceki saçma konuşmaları bir kenara bırakıp, bu sessizlikte birbirimizi gerçekten hissettik.
.“Belin iyileşecek,
Bir an durakladı, gözlerimin içine baktı.
“Gerçekten inanıyor musun?”
Gülümsedim, “Evet, inanıyorum. Sen inanmıyor musun?”
Korkut gözlerini kaçırmadı. Sanki bir şeyleri tartıyormuş gibi yüzümü inceledi. Sonra, ilk kez dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu.
Kafasını yavaşça iki yana salladı. “İnanmıyorum,”
“İnan,” diye ısrar ettim. “O iyileşecek. Sadece biraz zaman alacak.”
Bir süre sessizlik oldu. Sonra derin bir nefes aldı. “Ablamı özlüyorum,” dedi. “Eskiden hayatımız o kadar mükemmeldi ki... Şimdi bu mutsuzluğa dayanamıyorum ben ablamı özlüyorum ablam gözümün önünde yavaş yavaş ölüyor bense onu izliyorum
. “Belki,” dedim, “eskisinden de mutlu olacaksınız. Ben inanıyorum. Sen de inan, hayat sonsuza kadar mutsuz gitmez elbet bir gün Belin de hatasını anlayacak iyileşecek çabalayacak tek korkum kızına geç kalması onu annesizliğe itmesi bu kadar .
Korkut başını tekrar duvara yasladı. Gözleri boşluğa bakıyordu, ama yüzüne dikkatlice baktığımda, sadece boş bir bakış olmadığını fark ettim. İçinde bir ağırlık vardı. Kelimelerle anlatamadığı, belki de kendine bile itiraf edemediği bir ağırlık.
“Ben inancımı kaybettim,” dedi kısık bir sesle. Sanki bunu dile getirmek bile ona yük oluyordu.
Birkaç saniye bekledi, sonra hafifçe yutkunup devam etmeye niyetlendi.
“Sadece…”
Ama sustu.
O an içimde derin bir merak ve tuhaf bir endişe belirdi. Onu böyle görmek… Korkut gibi güçlü bir adamın gözlerindeki yenilgiyi fark etmek… bu, içimi acıtıyordu.
“Sadece?” diye üsteledim.
Omuzlarını silkti. “Boş ver,” dedi, gözlerindeki yaşı hızla silerek. Sanki birinin onu bu hâlde görmesi ayıpmış gibi, sanki gözyaşı dökmek bir zayıflıkmış gibi.
“Sana ağlama diyorum ama kendim ağlıyorum,” diye devam etti, hafif bir gülüşle. Ama o gülüş, sadece dudaklarında beliren bir gölgeydi. Gözleri hâlâ aynı hüzünle bakıyordu. “Bu… utanç verici.”
Kaşlarımı çattım, hiç düşünmeden cevap verdim.
“Utanç verici falan değil.”
Kafasını iki yana salladı. “Öyle. Senin yanında ağladım. Erkekler ağlamamalı.....özeliklede sevdiklerinin yanında ”
İç çektim. Bu klişe cümleyi duymaktan bıkmıştım. Korkut’un bile böyle düşünmesi canımı sıkıyordu.
“Ağlar işte, Korkut,” dedim sertçe. “Ayrıca, yanımda ağlaman…”
Devam etmeye cesaret edemedim mi, yoksa gerçekten ne söyleyeceğimi mi bilemedim emin olamadım.
Ama Korkut gözlerini bana dikmiş, sabırsızca bekliyordu.
“Bitir cümleni, sümüklü böcek.”
Beni nasıl kızdıracağını çok iyi biliyordu. Bir an dişlerimi sıktım ama sonra pes ettim. Omuzlarımı düşürerek içimdeki düşünceleri itiraf ettim.
“Yani… iyi hissettirdi.”
Korkut’un kaşları hafifçe çatıldı, sanki ne demek istediğimi anlamaya çalışıyormuş gibi.
“Senin yanında ağlayınca hem utanıyorum ama hem de… şey işte, artık birbirimizin en kötü hallerini gördük. Bundan sonra daha çok ağlayabilirim yanında.”
Bir an sessizlik oldu. Korkut bana baktı. Uzun, dikkatli bir bakıştı bu. Sanki kafasında bir şeyleri tartıyordu. Sonra dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi.
“Doğruyu söyle,” dedi, başını hafifçe yana eğerek. “Sen bir madde mi kullanıyorsun?”
O kadar ciddi bir ifadeyle sormuştu ki, birkaç saniye anlamadım. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım.
“Ne alaka be?!” dedim sonunda. “Ben örnek bir dünya vatandaşıyım!”
Korkut başını iki yana salladı, gülümsemesini gizlemeye çalışıyordu ama başarısız oldu.
“Emin misin?” diye üsteledi.
Kollarımı göğsümde kavuşturdum, yüzüme ciddi bir ifade yerleştirdim.
“Hem de Yeşilaycıyım!”
. "Peşin söyleyeyim, Yeşilay Hanım," dedi Korkut, alaycı bir gülüşle. "Dediğin gibi olsun. Artık utanmazsın ama eskiden de utanmıyordun zaten. Gömleğime hönkürerek sümüğünü siliyorsun, alıştım."
"Yazık," dedim, kaşlarımı çatarak. "Emek kıymet bile vermiyorsun sana olmayan psikolojik eğitimle destek oluyorum, senin yaptığın şeye bak. Ama kıyametimi , anlayacaksın. Ben bu kadına neler çektirdim dersin sonra."
"Yine başladık…" diye mırıldandı Korkut, başını sallayarak.
"Ayy, bir de 'başladı' diyor. Korkut, anla artık, benden kurutuluşun yok
çocuk gibisin,"
"Bir de beni beğenmiyorsun.""Her halimle kabul eden birini inşallah bulurum. Bulurum değil mi, Korkut? Bazen yalnız olunca canım sıkılıyor, yaşım da geçti, evlensem diyorum. Sence mantıklı mı?"
"Yok, seni vermem ben," dedi Korkut sert bir şekilde.
"senden izin almam ," dedim, gözlerimi kısarak. "Ayrıca ne olacak, ben kocam senle aynı evde mi yaşayacağız."
"Ben kocanı öldürürüm, ikimiz yaşarız nasıl fikir?"
- delisin yaşım geçti benim be acele etmeliyim
-
Korkut, bana bakarken hafifçe kaşlarını çatarak gülümsedi. "Küçüksün, bir beş yıl bekle," dedi, alaycı bir tonda.
"Beş yıl mı?" diye sordum, sinirle. "Benim biyolojik saatim geliyor, bebek yapmam lazım." Söylediklerim belki de saçma ama o an öyle hissetmiştim.
Korkut gözlerini devirdi ve ardından derin bir nefes aldı. "Koca meraklısı mısın, sen?" dedi, ama sözlerinde bir yumuşama yoktu. Sinirli bir şekilde bana baktı.
"Ay, ne alakası var?" dedim, ağzımda biriken öfkeyi kontrol edemeyerek. "İçimden gelen üreme dürtüsü var benim. Bunu sen de anlayamazsın."
"Benim de öldürme dürtüm var," dedi Korkut, gözlerimi korkutarak. "O yüzden otur oturduğun yerde. Kocam diyor bir de." Sözleri öylesine sertti ki, adeta içimdeki bütün cesareti söndürdü. Gözlerimden kaçmak zorunda kaldım.
"Ne var ," dedim, dudaklarımı bükerken. "Kocama kocam diyeceğim, ne yapabilirim ki?"
Korkut, gözlerindeki karanlıkla bana baktı. "Aklından sil, . Üzülürsün," dedi, kararlı bir şekilde. Sesinde bir tehdit vardı ama aynı zamanda bir tür kaygı da seziyordum.
"Yapma, Korkut," dedim, derin bir nefes alarak. "Eninde sonunda ikimiz de farklı yönlere gideceğiz." Bir an duraksadım, gözlerimdeki boşluğu fark ettim. Bunu söyledim ama bir yandan da içimde buna inanmamak için savaş veriyordum.
"Kardelen…" diye seslendi Korkut, hafifçe omuzlarını düşürerek. Benim içimdeki bu korku ve belirsizliği hissettiği bir andı.
"Hayır, beni kendine alıştırma," dedim, gözlerimi ondan kaçırarak. "Biliyorum şu an ne kadar… olabiliriz diyor olabilirsin ama inanmıyorsun değil mi?"
Korkut birkaç saniye sessiz kaldı, sonra "Anı yaşasak olmaz mı?" dedi. Sesindeki yumuşama beni şaşırttı.
"Olmaz," dedim, gözlerime inanamayan bir şekilde. "Ben sana alışamam, Korkut. Sen beni bırakırsan, ben toparlanamam. Sen güçlüsün ama ben değilim. Şu an bile tedirginim, biliyor musun?"
"Neden?" diye sordu, sesi biraz yumuşamıştı ama gözlerindeki sertlik hala yerindeydi.
"Belin iyileşecek ve Mihrin onun yanında olacak. Ben ne yapacağım?" diye sordum, içimdeki kaygıyı dile getirerek. "
Korkut, birkaç saniye sessiz kaldı ve sonra derin bir nefes aldı. "Kardelen, ben…" dedi ama kelimeler boğazında sıkıştı.
"Kalamazsın," dedim, gözlerimi kısarak. "Sonsuza kadar yanımda kalamazsın. Ne yaparsan yap, bir gün gideceksin, evet ya da hayır de ?"
"Belki," dedi Korkut, o an gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalışarak. Cevabı belirsizdi, ama hissettiklerim çok kesindi.
"İşte mesele bu, Korkut," dedim, biraz yorgun bir şekilde. Gözlerimdeki kararsızlık, ikimizin de bu ilişkinin geleceğini sorguladığımızın bir kanıtıydı.
Bir an birbirimize bakamadık, gözlerimizdeki hüzün ve korku arasındaki ince çizgide durduk. Uzun bir sessizlik oldu, her şeyin bir sona erip ermediğini düşündük.
Ellerimi avuçlarının içine aldı. Avuçlarının sıcaklığı şaşırtıcı bir şekilde huzur veriyordu. Öylece tuttu, sanki başka bir şey söylemeye gerek yokmuş gibi.
Birden gülümsedi. Hem yorgun hem de buruk bir gülümsemeydi bu.
“Ne oldu, Korkut?” diye sordum, yüzüne merakla bakarak.
“Ablama... Söylediklerin, benim cesaret edip de söyleyemediğim her şeydi .Sanki o cümleleri ben kurmuşum gibi hissettim. Ama kuramadım
-. “Korkut, ben...” dedim, ama ne diyeceğimi bilemedim.
-Mihri’yi ondan almayacağını biliyorum. Seni tanıyorum, Kardelen,”
Korkut’un elini sıkıca tuttum. “Ben elimden geleni yapacağım. Belin’i tekrar hayata döndüreceğiz. Sonra Mihri’yle birlikte mutlu bir şekilde yaşayacaklar. Ve evet, belki eksik bir mutluluk olacak ama yarım mutluluk da iyidir, değil mi?”
gözlerinde bir hüzün vardı. “Peki ya sen
“Ben mi?” dedim, şaşkınlıkla.
“Yani...” diye devam etti, gözlerini bana dikerek, “Belin ve Mihri için bir son var aklında. Peki ya kendin için? Kendi sonunu da yazdın mı?”
Bir an duraksadım. Söylemek istediklerim boğazıma düğümlendi ama sonunda derin bir nefes alıp itiraf ettim: “Sana bir sır vereceğim ama gülmeyeceksin, tamam mı?”
gülmem ,” dedi, kaşlarını kaldırarak merakla bana bakıyordu.
“Bir son yok kafamda,” dedim usulca. “Tuhaf ama, bir sonum var mı bilmiyorum. Sanki... Belin ve Mihri tamamlanırsa benim de bir sonum olacakmış gibi hissediyorum. Onlar mutlu olunca ben yok olacakmışım gibi... Tüm bu olanlar... bilmiyorum, biraz tuhaf.”
Korkut sessizce yüzüme baktı, gözlerinde ı, adını koyamadığım bir duygu. Bir süre sustuktan sonra, Keşke seninle daha önceden karşılaşsaydık.”
..” . “Her şey farklı olurdu, değil mi?”
Korkut burukça gülümsedi. “Bilmem,” dedi, omuz silkerek. “Hayat bizi hep teğet geçmiş.”
Ben de buruk bir ifadeyle karşılık verdim. “Sen hep bir adım ilerideydin, ben ise geride. Teknik olarak karşılaşmamız mümkün değildi zaten.”
Başını hafifçe yana eğip düşündü. “Doğru zamanı tutturmamışız,”
“ haklısın Belki de doğru zaman değildi,” diye mırıldandım. “Karşılaşmamız için vakti gelmemişti. Ama şimdi vakti geldiği için hayatınıza dâhil oldum. Belki...” Bir an duraksadım, ardından hafifçe gülümsedim. “Vakit dolduğunda giderim.”
Korkut yüzüme uzun uzun baktı. Bakışları hem anlamaya çalışır gibiydi, hem de bir şeyleri kabullenmeye çalışır gibi. “Gitmek...” dedi, cümlenin geri kalanını getiremedi. “Sende de gitmek isteği var, değil mi?”
“Evet,” . “Gitmek istiyorum.”
O da gözlerini kaçırdı. “Ben de gitmek istiyorum.”
Burukça gülümsedim. Yüzüme bir hüzün yayıldı
-ikimiz de aynı anda gidemeyiz ki
Korkut başını yana eğip hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi. “O zaman,” , “taş, kâğıt, makas yaparız. Kaybeden kalır .”
. “Sana güvenmem, Korkut,” dedim, gözlerimi kısarak. “Hile yaparsın sen. Hem taş kâğıt makas, senin gibi biri için fazla masum değil mi?”
Korkut’un gözlerinde hınzır bir ışık belirdi. “Masum oyunları kazanmayı severim,” dedi, gülümseyerek.
Ben de lafı yapıştırmadan edemedim: “Oynamaya gerek yok o zaman, kazanan zaten sensin. Hile yapacağın kesin.”
Korkut alaycı bir bakışla başını salladı. “Yakalandım. Evet, hile yaparım.”
ben de hile yaparım Korkut. adil değilsin, çünkü ” dedim, meydan okur gibi.
- “O zaman teknik olarak oyun adil bir hale gelir. İkimiz de hile yapınca dürüstçe oynamış oluruz.”
Aramızda asırlar gibi gelen bir sessizlik oldu. İkimiz de konuşmuyorduk,
“Teşekkürler,” dedi, gözlerini bana dikerek.
Kaşlarımı kaldırdım. “Ne için?” diye sordum, şaşkınlıkla.
“Bana tekrar umudu hatırlattığın için,” dedi, hafifçe gülümseyerek.
Omuz silktim, ama içim sıcacık olmuştu. “Önemli değil. Ben her zaman sana umudu hatırlatırım,” dedim, biraz şakayla karışık bir şekilde.
Korkut bir an duraksadı, derin bir nefes aldı ve yavaşça ayağa kalktı. Gözlerini bir an olsun benden ayırmadan elini uzattı.
Elimi uzattım ve onun ellerine tutundum. Ayağa kalkarken elini bırakmadım. O da bırakmadı. Tam o sırada Korkut birden sert bir şekilde küfür etti. .
“Ne oldu?” diye sordum, şaşkınlıkla ona bakarak.
“Hastasın sen!” diye “Benimle birlikte yere oturdun! Akıllı biri olduğunu sanıyordum.” Sözlerinde sert bir ton vardı ama gözlerinden belli olan bir endişe de vardı.
Omuz silktim, biraz alaycı bir tavırla. “Bir şey olmaz. Ben gayet iyiyim.”
“Bir şey olmaz mı?!” diye çıkıştı Korkut, kaşlarını çatıp beni baştan aşağı süzerek. Sesi sert ama bir o kadar da endişeliydi. “Kısacık eteği giymişsin. Hem hasta olacaksın hem de... neyin peşindesin, Kardelen?”
Gözlerimi devirdim, artık iyice sinirlenmiştim. “Sürekli neden eteğe takılıyorsun? Allah’ım ya!” dedim, sesimi yükselterek.
Korkut ellerini saçlarına götürdü, bir an başını eğdi, ardından derin bir nefes aldı. “Etek yüzünden değil bu!” dedi, sesi hafifçe çatlamıştı. “Soğuk zeminde oturuyorsun. Üşütürsün, hasta olursun diye söylüyorum. Kafamdan başka şeyler geçmiyor, tamam mı?”
Ona alaycı bir bakış attım, gözlerimi kısarak. “Gerçekten mi? Etek değil yani? Ama nedense sürekli eteğe laf ediyorsun.”
Korkut başını kaldırdı, yüzüme dik dik baktı. . “Evet, etek. İnce ve kısa. İnce şeyler giymemelisin bence. Tabi fikri hürriyetin var ama... Sen giyme. Diğer herkes giyebilir, ama sen. Giyme işte.”
Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım, ardından sinirimi gizleyemeyerek bir adım geri çekildim. “İnce giymek hoşuma gidiyor, ne olmuş?” diye karşılık verdim, sesime inadımı katarak.
Korkut ellerini beline koydu, yüzü hâlâ sinirden kasılmıştı. “Anlamıyorsun, değil mi? Ama sen illa ki inat edeceksin!”
Gözlerimi ona diktim. Ortada sadece bir gerginlik yoktu, başka bir şey vardı, ama adını koyamıyordum. İçimdeki öfkeyle birlikte garip bir sıcaklık yükseldi. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra omuz silktim, hafif bir gülümsemeyle, “Merak etme, Korkut. Ben hasta olmam. Ama sen biraz daha böyle sinirlenirsen, kesin tansiyonun çıkacak,” dedim, hafifçe dalga geçerek.
Bu sözüm üzerine Korkut bir an durdu, gözlerini kısıp yüzüme baktı. Gözlerinde anlık bir parıltı geçti, ama yüzündeki gerginlik hâlâ kaybolmamıştı. “Tansiyonum zaten çıkıyor,” “Sana ve şu lanet eteğe bakınca, merak etme...”
Tam o anda, yavaşça yürürken karnımda bir sancı hissettim. Bir anda durakladım,
Korkut hemen fark etti, kaşlarını daha da çatarak yanıma yaklaştı. “Ne oldu? Neden durdun?
“Hiçbir şey... Biraz sancım var, o kadar,” dedim, ellerimi hafifçe karnıma götürerek. Ama gözlerim ona bakmamaya çalışıyordu.
“Hiçbir şey mi?” dedi Korkut, sesi iyice sertleşmişti. “Kardelen, şu inatçılığın beni delirtecek.
Derin bir nefes aldım, başımı çevirdim ve ona baktım. “Korkut, gerçekten bir şeyim yok.
Korkut bir an sustu. Ama yüzündeki o kararlı ifadeden, konuyu kapatmaya niyeti olmadığını anlamıştım. Bakışları üzerimdeydi; beni çözmeye çalışıyordu sanki. “İnatçı kadın,” diye mırıldandı kendi kendine, hafifçe başını sallayarak. Sonra elini uzattı, sert ama bir o kadar da güven veren bir hareketle.
Sözlerinin büyüsü içinde kaybolmuş gibiydim. "Sana yardım edeceğim. İster kabul et, ister etme." dedi, ama gözlerindeki kararlılık, bana başka bir seçenek bırakmıyordu.
Ellerini sımsıkı tutup kendine doğru çekti. O an, kollarının arasında dünya bir anlığına durdu. Tüm hislerim, kalbim, her şey karıştı. "Korkut..." diye fısıldadım, ama kelimelerim kayboldu. O kadar yakındık ki, içimdeki sancı bir anda daha da derinleşti. Göğsüne iyice yaslanırken, sancımın yavaşça arttığını hissettim. Sanki her bir kasım sıkışıyor, karın bölgemde keskin bir ağrı yükseliyordu. O an, tatlı yemek istemek gibi garip bir arzuyla sarmalandım, belki de bu sancıyı hafifletirdi. Çay da içmek istiyordum...
"Korkut..." diye tekrar söyledim, sesimdeki titreme hala gitmemişti.
"Ne oldu? İyi misin? Neden ağlayacak gibi görünüyorsun?" dedi, sesi endişeliydi.
Bir süre gözlerimin içine bakmakla kalmadı, sanki beni anlamak için her bir ifademi inceledi. Kendimi çok savunmasız hissediyordum.
"Şey, burada tatlı var mı?" dedim, ağrımın şiddetini hafifletmek için bir şeyler arayarak. Yalnızca tatlı, belki biraz çay, bir şeyler…
"Sanmam tatlı yoktur ," dedi, ama hüsranla karışık bir ifade yüzünde belirdi.
"Yakın bir yer var buraya. Oraya gitmek ister misin?"
Bir an kararsız kaldım, ama sonra aklıma Mihri geldi.
"Ama Mihri ne olacak?" diye sordum, kafamın içinde her şey karışmıştı.
"Belin ile zaman geçirir. Hem doktorlar da burada. Bir şey olursa beni ararlar. Ne dersin?"
Gözlerime baktığında, geri adım atmam imkânsızdı. İçimdeki tüm çelişkiler ve kararsızlıklar bir anda kayboldu.
"Tamam." dedim, fazla düşünmeden, kabul ettim. Bunu kabullenmek, belki de içimdeki sancıyı unutmanın tek yoluydu. Birlikte gideceğimiz yer, bana huzur verecek gibiydi.
. Mihri yi annesine bırakıp kliniğin yakınında bir kafeye geçtik. Mihri biraz annesiyle vakit geçirmesi hem onun için iyi olacaktı belik Belin bazı şeyleri net görürdü
🌿v🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿
Kafeye girdiğimizde tatlı vitrinine gözüm takıldı. Birbirinden güzel görünen tatlılar önümde sıralanmıştı. Hangisini seçeceğime karar vermek zor oldu, ama sonunda eklerde karar kıldım. Yanına bir çay eklemeyi de ihmal etmedim.
Korkut ise sadece çay aldı. Bu adamın hayatında tatlıya bile yer yoktu sanki. İçimden güldüm, ama sesimi çıkarmadım. Onun karşısına oturup tatlımın tadını çıkarmaya başladım. İlk lokmamda yüzümde beliren mutluluğu gizlemek mümkün değildi. Tüm sıkıntılarımı unutmuş gibiydim.
“Hmm, istersen bir bak. Çok lezzetli,” dedim, elime bir ekler alıp Korkut’a doğru uzatarak.
“İstemem,” dedi kısa ve net. Onun bu tavırlarını artık ezberlemiştim. Ama pes etmek bana göre değildi.
“Ama gerçekten çok güzel,” diye ısrar ettim,
“Hayır,” diye tekrarladı.
Gözlerimi devirdim ve hızlı bir hareketle elimdeki ekleri onun dudaklarına dokundurdum. Şaşkınca geri çekilmek isterken durakladı. Dudaklarında kalan çikolata izi beni gülümsetirken, onun gözlerinde anlık bir şaşkınlık belirdi.
“Artık yemek zorundasın,” Çünkü dudaklarına değdi.”
Korkut’un kaşları hafifçe kalktı. “Sen başıma bela mısın?” diye mırıldandı.
“Of, Korkut, hadi ama. Ye işte!” dedim, iyice üste çıkarak. Sonra ona meydan okuyan bir bakış attım. “
-sen ye kardelen Yoksa dudaklarımdan iğreniyor musun
“Saçmalama, korkut sadece senin de yemini istiyorum ”
Tam bir şey söyleyecekti ki, fırsat vermeden elimdeki ekleri hızla ağzına soktum. Yüz ifadesi görülmeye değerdi; önce şaşkın, sonra teslim olmuş bir haldeydi.
“Nasıl? Güzel mi?” dedim, kahkahayı zor bastırarak.
“Güzel,” diye mırıldandı sonunda, ama sanki zorla söyletmişim gibi.
“Güzelll,” dedim onun tonunu taklit ederek.
“Ben öyle konuşmuyorum, Kardelen,” diye karşılık verdi, ama yüzündeki gülümsemeyi gizleyemiyordu.
“Ah, öyle mi? Peki ya şu: ‘Kardelen, o eteği giyme. Kardelen, dalga geçme. Kardelen, bu olmaz, şu olmaz.’” Onun tarzını taklit etmeye çalışırken sesimi bir oktav daha kalınlaştırmıştım.
Korkut kollarını göğsünde bağlayarak kaşlarını çattı. “Senin içinde bayağı birikmişlik varmış.”
Gözlerimi devirdim. “Şu an regl olan sensin bence.”
Kaşları biraz daha çatıldı. “Cidden bazen tahammül sınırlarımı zorluyorsun.”
Umursamadan önümdeki tatlıya uzandım. Korkut’un suratı sertleşse de izlemeye devam etti. Çatalımı tatlının içine daldırıp büyük bir lokma aldım. Ağzım çikolatayla doluyken konuşmaya devam ettim.
“Hiç de bile.”
Korkut, yüzünde belli belirsiz bir ifadeyle beni süzüyordu. Ben tam çikolata sosuna bulanmış parmaklarımı ağzıma götürmüşken aniden yüzünü buruşturdu. “Kardelen, sen nasıl bir insansın?”
Duraksadım. “Ne var? Tatlı yiyorum.”
“Tatlı mı yiyorsun? Resmen kendini batırıyorsun. Çikolata eline bulaşmış, kıyafetine bile damlatmışsın. Bir anlık refleksle başımı önüme eğdim ve göğüs kısmıma yayılan çikolata lekesini gördüm. İçimden bir küfür ettim.
“Of, daha yeni almıştım!” diye söylendim.
Korkut başını iki yana sallayarak masadan bir peçete kaptı. Birkaç defa lekeyi silmeye çalıştı ama çikolata sadece daha da yayıldı. Beni inceleyip derin bir nefes aldı. “Çocuk musun?”
O an gözlerimin yandığını fark ettim. Aptalca bir şey için ağlamazdım, değil mi? Ama boğazıma oturan yumruyu da inkâr edemiyordum. Kendi kıyafetime, sonra Korkut’a baktım. “Ben çocuk muyum?” diye fısıldadım.
Korkut’un yüzü ciddileşti ama onun söyleyeceği bir şey duymaya tahammülüm yoktu.
Birden gözyaşlarım aktı. Hızla sildim ama durmadılar. “Ben… ben çocuk değilim! Tamam mı?!”
Korkut kaşlarını kaldırdı. “Sen ciddi ciddi ağlıyorsun.”
Hıçkırığımı bastırmaya çalışarak başımı çevirdim. “Yok, sahte ağlıyorum. Ben numaracıyım, değil mi?”
Korkut derin bir nefes alıp ellerini saçlarına geçirdi. “Değilsin de…”
“Kıyafetim mahvoldu ya! Bu benim en sevdiğimdi!”
Korkut ellerini iki yana açtı. “Seni nasıl teselli edeceğim ki ben? Ota boka her şeye ağlıyorsun.”
Bu laf içime oturdu. Birkaç saniye boyunca sessiz kaldım. Sonra sandalyemi geri ittirdim. “Sadece hassas bir dönemdeyim, tamam mı? Teselli etme zaten. Boş ver kalkalım boşver
Ayağa kalkıp gitmeye yeltendiğimde Korkut elimi tuttu. Sert ama çekingen bir şekilde. Gözlerim hâlâ yaşlıydı. Ona baktım.
“Hemen alınıp gidiyorsun neden benimle kavga etmiyorsun.”
“Kavga etmek istemiyorum. Bugün değil. Sonra pişman olacağımız sözler söylüyoruz. Gerek var mı?”
Korkut derin bir nefes aldı, hâlâ elimi tutuyordu. “Kardelen, ne istiyorsun? Bana isteklerini direkt söyle. Anlamadığım için kırılıyorsun.”
Bir süre sessiz kaldım. İstediğim şey içimde yankılanıyordu ama onu sesli söylemekten korkuyordum. Dudaklarımı ısırdım. “Hiçbir şey istemiyorum. Sadece… şey…”
Korkut başını yana eğdi, gözleri sabırsızdı. “Ne? Söyle, yapalım. Ağlama.”
Ellerimizin arasındaki sıcaklık iyice arttı. Parmaklarımı oynattım ama Korkut elimi bırakmadı. Gözlerim onunkilerle buluştu.
Sertti. Sabırsızdı. Ama bırakmıyordu.
Bir an durdu, derin bir nefes aldı ve gözlerini benden kaçırmadan garsona seslendi. "Bir sütlü Türk kahvesi."
Garson başını sallayıp uzaklaşırken ben şaşkınlıkla Korkut’a döndüm.
"Sütlü mü söyledin?"
Korkut, bıkkın bir ifadeyle arkasına yaslandı. "O kadar ay birlikte yaşadık, Kardelen. Mihri’inn sütleri çabuk bitince mecburen küçük bir araştırma yaptım."
İç çekerek başımı iki yana salladım. "
Ya Korkut, üff… Bununla bile dalga geçiyorsun
"Hayır. Tam tersi, bence zevk sahibisin. Zaten Türk kahvesini sütlü içen kişi doğru insandır."
Kaşlarımı kaldırdım. "İroni mi yapıyorsun?"
Korkut’un gözlerinde belli belirsiz bir kıvılcım parladı. "Sence, Kardelen? Ama ne yalan söyleyeyim, Türk kahvesi böyle bir zulüm görmemiştir."
Gülmemek için dudağımı ısırdım. "Ama tek başına içilmiyor ki. Ağzımda garip, acı bir tat bırakıyor."
Korkut başını iki yana salladı. "Bence sen içmeyi bilmiyorsun. Bir gün vaktimiz olursa Türk kahvesini seveceğin bir yere götüreceğim
Kollarımı göğsümde kavuşturup düşünüyormuş gibi yaptım. "Bilmiyorum, meşgulüm biraz. Takvimime bakmam lazım."
Korkut kaşlarını kaldırdı, yüzünde hafif bir gülümsemeyle. "Kardelen, işleri zora sokmak konusunda gerçekten ustasın."
Omuz silktim. "Madem ısrar ettin, kabul ediyorum."
O sırada garson, kahveyi masaya bıraktı. Kahvenin sıcak buharı yüzüme vurdu. Korkut, bardağa uzanırken gözleri bana kaydı. "Sanırım anlaşmaya başlıyoruz. Kıyamet kopacak."
Başımı yana eğerek hafifçe gülümsedim. "Biz anlaşıyoruz zaten. Sadece iletişim dilimiz biraz farklı."
Bir yudum aldım. Ağzıma yayılan yumuşak, hafif acı tat hoşuma gitmişti. İstemeden de olsa yüzüme bir gülümseme yayıldı.
Bunu fark eden Korkut, kahvesinden bir yudum alırken alayla başını yana eğdi. "Gülümsemen için sadece basit bir kahve mi gerekiyordu?"
Gözlerimi devirdim. "Sen anlamazsın. Çok seviyorum."
Korkut kaşlarını kaldırdı. "Başka neyi seviyorsun?"
Bir an duraksadım. Kahve bardağımı elimde çevirdim. "Basit şeyler işte.
Sessizlik masaya çöktü. Derin bir nefes aldım. "Çok mu sıkıcıyım, Korkut ? Susuyorsun."
Gözlerimi ona diktim. "Korkut başını yana eğdi, gözlerinde her zamanki o belirsiz ifade vardı. "Genel yapım bu. Pek fazla... insan sevmem."
İçimi garip bir his kapladı. Kaşlarımı çattım. "Ben de insanım. Beni de sevmiyor musun o zaman?"
Bana uzun uzun baktı. Gözlerinde derin bir şey vardı ama ne olduğunu çözemedim.
"Kardelen, öyle olmadığını biliyorsun."
Yutkundum. "Ama duymaya ihtiyacım var demek ki."
Korkut derin bir nefes aldı, gözleri masadaki fincana kaydı. Dudaklarını araladı ama konuşmadı.
İçimden bir şeyler fısıldıyordu. Bir şeyler olacaktı.
Ve o anda Korkut, başını hafifçe yana eğip usulca gülümsedi. "Pençelerin hazır yine."
Gözlerimi kıstım. "Ne?"
Ama yanıt vermedi.
Ve biz, birbirimize laf atarak saatlerce orada kaldık .Korkut’un bu kadar eğlenceli biri olabileceğini düşünmezdim. Bazen sert, bazen mesafeli ama şimdi… şimdi kelimenin tam anlamıyla komikti. Kahkahalarımın arasında bir an durup ona baktım.
"Nasıl yani? Belin seni gerçekten zehirledi mi?"
Korkut kaşlarını kaldırıp hafifçe güldü. "Hayır, sadece bahçedeki çiçeklerin köklerini yedirmişti bana. Tabi çocuk aklımla çok lezzetli gelmişti."
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Sonra ne oldu?"
Korkut geriye yaslanıp iç çekti. "Sonra… uykum geldi. Tabi annem şüphelendi. Normalde yerinde duramayan bir çocuktum ama o gün ilk kez gündüz vakti uyumak isteyince annem kuşkulandı. Hastaneye zor yetiştirdiler beni. Tansiyonum çıkmış, burnumdan kan geliyordu ve bitki köklerinin etkisiyle halüsinasyon görüyordum. En son babamı ‘Cennet Mahallesi'ndeki Pembe' zannetmişim."
Şaşkınlıktan kahkaham patladı. "Şaka yapıyorsun!"
Korkut başını iki yana salladı. "Gerçek. Babama ‘Gözlerinde pembe çiçekler açmış’ demişim. Hastane yatağının altında tavuk yumurtası arıyormuşum. ‘Yavrularım nerede?’ diye bağırıyormuşum."
Kendimi tutamayıp güldüm. "Peki, Belin ne yaptı?"
Korkut’un yüzü biraz asıldı ama anlatmaya devam etti. "Hastaneden çıktıktan sonra o bana baktı. Kendini kötü hissediyordu, yaptığı şeyin sonucunu gördüğü için pişmandı. Ne istersem yapıyordu. Bir dediğimi iki etmezdi."
İçimde garip bir sıcaklık hissettim. Hafifçe gülümsedim. "Ne güzel bir ailen varmış."
Korkut'un bakışları bir an için uzaklaştı, geçmişe kaydı. "Öyleydi…" diye mırıldandı. "O zamanlar kıyametini bilmiyordum , ama şimdi… tekrar annemle, babamla, Belin'le olmak isterdim. Annemin bana sarılması, babamın bana sinirli bakıp içten içe sevmesi, ablamın beni dövüp sonra pişman olup babama sığınması… onları çok özlüyorum."
Birkaç saniye sessizlik oldu. İçimde ince bir sızı hissettim. Kendi çocukluğumu düşündüm. Korkut’un anlattıklarının aksine, benim anlatacak hiçbir şeyim yok gibiydi.
"Hep ben anlattım çocukluğumu. Sen de anlatsana."
Gözlerimi kaçırdım. "Ben mi, Korkut?"
"Evet, sen."
Boğazım düğümlendi. "Hatırlanmaya değer bir anım yok. Abim gittikten sonra çocukluğum da bitti gibi."
Korkut kaşlarını çattı. "Hiç mi anın yok, Kardelen? Çocukluk olması gerekmez."
Gözlerimi kapattım, eski bir anıyı çekip çıkarmaya çalışır gibi. Sonra hafifçe gülümsedim. "Tamam, anlatıyorum…şey anı gibi değil daha önce bu Ankara’ya geldim biliyor musun Yıllar önce abime her şeyi anlatmak için. Ama askeriye kapısında öylece durdum. Cesaret edemedim. Geri döndüm."
Korkut başını eğdi. "Seni durduran neydi?"
Derin bir nefes aldım. "İçimden bir ses ‘Zamanı değil’ diyordu. Ve ben de öylece geri döndüm. Sonrasında da söyleme isteğim yavaş yavaş azaldı. Ve en acısı ne biliyor musun, Korkak bir kadın olup çıktım."
Sessizlik. Sadece Korkut’un nefesi duyuluyordu.
-Annene mihri yi söylemedin mi hâlâ?" diye sordu.
Gözlerimi kaçırdım. "Korkut… bilse, sence sever mi?"
Korkut, başını hafifçe yana eğdi. "Bilemem. Belki de pişmandır."
Yutkundum. "Korkut, benim annem abime hiç ağlamadı. Hiç! Ben onun Mihri'nin varlığını bilmesini istemiyorum. Biliyor musun, Mihri'nin benimle bir bağı da olmasını istemiyorum. Büyüdüğünde beni hatırlamasını bile istemiyorum."
Korkut’un yüzü anında ciddileşti. "Kardelen, kes şunu."
Başımı iki yana salladım.
Korkut gözlerini kıstı. "Beni anlamıyorsun, Kardelen. Seni unutmaz. Unutturmam. Zaten unutması imkânsız olacak çünkü onu göreceksin. Sakın kaçayım deme."
İçimde bir şeyler düğümlendi. "Ama—"
"Aması yok." Korkut’un sesi tok ve netti. "Belin iyileşince onunla görüşmek isterdin değil mi? Mihri de öyle. Bu senin en doğal hakkın. Kendini bundan mahrum edemezsin."
Gözlerimi sıkıca kapattım. "Büyüdüğünde Yıldırer ve benim hakkımda gerçekleri öğrenirse? Benden nefret etmez mi?"
Korkut bir an durdu, sonra yavaşça konuştu. "Kardelen, senden nefret etmez. Ama onu bırakırsan… işte o zaman nefret eder."
-
"Bugün çok üzüldü fısıldadım.
Korkut gülümsedi, ama içinde buruk bir ifade vardı. "Ama şu an gülüyor. Gerisi önemli değil ki."
ikimizi de sessizdik
Sonunda Korkut yerinden kalktı. "Ben Mihri’yi alıp geliyorum. Sen de bir bardak daha çay iç. Başımla onayladım gidişini izledim
O gittikten sonra derin bir nefes aldım. Bir bardak bitki çayı sipariş ettim. Şu an bana gerçekten iyi gelmişti. Pencereden dışarıya bakarken, istemsizce gülümsedim. Sokağın telaşı içinde, kendi karmaşamı bir an için unuttum
.-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.24k Okunma |
3.56k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |