"Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen 💖. Sizin desteğiniz benim için gerçekten çok değerli. Şimdiden tüm kalbimle teşekkür ederim 🌟🙏"
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Ağladım ..ağladım ... Ve ben bu sırrı çocuk kalbimle hep taşıdım yıllarca kimseyle paylaşmadım ."
Sayfa 110
Kelebeğin Rüyası -
Gözlerimi açtığımda hastane odasındaydım. Oofff, en son hatırladığım Mihri için su getirmekti. Küçüğümün gözlerinin önünde bayıldım mı? Allahım, o ağlamıştır... Kolumdaki serum yüzünden kalkamıyordum.
Odanın kapısı açıldı
Korkut’un kucağında ağlamaktan gözleri kızarmış olan Mihri vardı. Korkut, Mihri’yi yatağımın kenarına oturttu. Mihri hemen bana sarıldı. Ben de onun saçlarını okşadım; şu an konuşacak durumda değildim. Korkut, başımın yanında dikilmişti. O kadar halsizdim ki hayatım boyunca uyuya kalmak istiyordum.
“Bana ne olmuştu?” Vücudum adeta çökmüştü; kollarımı bile kaldıramıyordum. Yatağın ucunda oturmuş, nefesimi toparlamaya çalışıyordum. Göğsümde bir ağırlık, içimde tuhaf bir boşluk vardı. Kafamı kaldırmaya cesaretim yoktu.
Ama Korkut… Karşımda durmuş, sessizce beni izliyordu. Bakışları sanki tüm savunmalarımı delip geçiyordu. Göz göze geldiğimiz an, içimde bir şeyler koptu. Gözlerimden istemsizce yaşlar süzüldü..... Ağlamak istemiyordum. Zayıf görünmekten nefret ediyordum .... sessizce korkutun yüzüne bakarak ağlyordum ne kadar uğraşsam da gözyaşlarımı durduramıyordum.
Tam o sırada Mihrin’in ince sesi, bir kurtarıcı gibi odayı doldurdu. “Hala!” dedi neşeyle. Minik kollarıyla bana sarılmıştı. “Hala, üzülme. Geçti işte!”
Hala… Bu küçücük kelime içimde öyle derin bir şey uyandırdı ki… Mihri bana ilk kez “hala” dediğini fark ettiğimde gözyaşlarım bir anlığına durdu. Kalbimde bir sıcaklık hissettim.
Sonra, Mihrin yanağıma minik bir öpücük kondurdu. Gülerek, “Hadi, dayı, sen de öp! Hala daha çabuk iyileşir!” dedi. Masum bir çocuk inancıyla her şeyin bir öpücükle düzeleceğine inanıyordu.
Korkut’la göz göze geldiğimizde kalbim sıkıştı. O an o kadar savunmasızdım ki... “Umarım yapmaz,” diye düşündüm. “Bu kadar yakınlığa hazır değilim.” Zaten öpmezdi. Öyle değil mi?
Ama Korkut’un gözlerinde kararlı bir ifade vardı. Mihrin’in masum isteğine karşı koymamış gibiydi. Yavaşça yanıma yaklaştı.
Elini kaldırdı ve parmaklarıyla yanaklarımdan süzülen yaşları nazikçe sildi. Dokunuşu öylesine hafifti ki, bir an nefesim kesildi. Mihrin, gülerek ve neşeyle “
yavaş öp, tamam mı dayı ?” dediğinde Korkut başını eğdi.
Sonra… Hiç beklemediğim bir şekilde, alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu. Gözlerimi kapattım. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Korkut’un şefkatinde bir güven, bir sıcaklık vardı.
Korkut, başını geri çektiğinde parmakları saçlarımın arasında hafifçe gezindi. Bir şeyler söylemek ister gibiydi, ama konuşmadı. O sırada Mihrin sevinçle, “Bak, dedim sana! Şimdi hemen iyileşecek!” diye bağırdı.
Şoktan küçük bir inleme gibi bir ses çıktı benden. Ne yaptığımı ya da hissettiğimi bilemeden, kaşlarımı çatarak fısıldadım:
“Fırsatçı...”
Korkut, sesimi duymuş olmalıydı. Kaşlarını kaldırıp hafifçe başını yana eğdi, yüzünde o kendine özgü alaycı ifade belirmişti. “Ne dedin?” diye sordu
Hızla toparlanmaya çalışarak kısık bir sesle mırıldandım: “Hiçbir şey...”
Ama Korkut’un dudaklarında beliren o gülümsemeyi görmemek imkânsızdı. Resmen eğleniyordu. Söylediğim şeyi duymamış gibi davranıyordu ama bu durumdan fazlasıyla memnun olduğu ortadaydı.
Tam toparlanmaya çalışıyordum ki, bir adım daha yaklaştı. “Yüzün neden böyle kıpkırmızı oldu?” diye sordu, sesine o sinir bozucu alaycı tonu katarak. Gözleri, tüm dikkatiyle yüzümdeydi. “Ateşin mi var yoksa?”
Kalbim hızla atmaya başladı.
yanıyorum fuat abi diye koşasım vardı
“Saçmalama,” diye mırıldandım. Sesim çıkarken bile ne kadar gergin olduğumu fark ettim. Korkut, bu tepkimden daha da keyiflenmiş gibi hafifçe güldü.
“Ben saçmalamıyorum,” dedi. Gözlerini hafifçe kısıp eğlendiği açıkça belli olan bir tavırla ekledi: “Ama sen biraz panik olmuş gibisin
“Git başımdan, diyerek zayıf bir itirazda bulundum. ; çünkü ne kadar öfkeli olmaya çalışsam da, kalbim hâlâ biraz önceki öpücüğün etkisindeydi.
- belli ki iyileşiyorsun. Zaten bana laf yetiştirebildiğine göre, durum fena değil.”
Ona cevap vermemek için dişlerimi sıktım. Bu tavırları karşısında tamamen savunmasız kalıyordum ve bundan nefret ediyordum.
Tam bir şey söyleyecek gibi oldu ki, Mihrin neşeli sesi araya girdi. “Dayı, hala kızdı mı sana?”
Korkut, Mihrin’in sesine dönerek alaycı tavrını bir anda yumuşattı.
- biraz kızıdırdım mavişim
““Hala, dayımı affet, tamam mı?”
Bunun üzerine derin bir nefes aldım. Mihrin’in tatlı sesi, o içten sevgisi ve sıcak sarılışı… Bu çocuksu masumiyete direnmek mümkün değildi
Korkut da konuştu o anda. . Bana bakarak hafifçe gülümsedi, ama bu kez alaycı bir ifade yoktu yüzünde. “Mihri’yi kırma bence,”
Gözlerimi devirdim, ama bir şey söylemek içimden gelmedi. Mihrime kıyamazdım.
Ama Mihrin o kadar kolay bırakmadı. Başını yukarı kaldırıp bana büyük bir ciddiyetle sordu: “Hala, dayımı çok seviyorsun, değil mi?”
O anda tüm kanım çekildi. Kalbim bir an duracak gibi oldu
Kelimeler boğazımda düğümlendi. Mihrin’in masumiyetle sorduğu bu soruya verilecek basit bir cevap yoktu. İçimde bir şeyler sıkışıyor, nefes almakta bile zorlanıyordum. Gözlerim, istemsizce Korkut’a kaydı. O bakışlar… Sanki bir cevap bekliyordu
Mihrin ise sabırsızlıkla bekliyordu. Küçücük elleri belime sıkıca sarılmış, o saf ama bir o kadar da ısrarcı gözleriyle yüzüme bakıyordu. “Hala, dayımı seviyor musun?” dedi, bu sefer daha net ve doğrudan bir şekilde.
Derin bir nefes aldım, kendimi toparlamaya çalıştım ama bu soruya verebileceğim hiçbir şey yoktu. Daha fazla kaçamazdım. “Mihri,” dedim sonunda, sesi fazla yükseltmemeye çalışarak. “Senin küçük yaramaz kedi
Mihrin dudağını bükerek başını eğdi. Küçük omuzları hafifçe düşmüştü. “Ama ben dayımla halam birbirini çok seviyor olsun istiyorum,” dedi hüzünle, sesi artık eskisi kadar neşeli değildi.
Korkut hafifçe omuz silkti. “Neyse, sanırım bir cevap almak için acele etmeye gerek yok,”
Konuşmuyorduk ama gözleri o kadar şefkatle bakıyordu ki, ağlamak geldi içimden. Göz temasını kestim.
Sonrasında aklıma gelen şeyle merakım artmıştı; Özlem neredeydi? Korkut’un bayıldığımdan nasıl haberim olmuştu?
"Sesimi kısıktı
“Özlem... nerede Korkut?”
"Uyuya kaldı. Halil İbrahim, onu refakatçilerin kaldığı odaya taşıdı."
“Ben kaç saattir buradayım?”
Korkut, kolundaki saate kısa bir bakış attı. “Beş saat.”
Başımı onaylayarak hafifçe geriye yaslandım. Şu an daha fazla uyumak istiyordum, ama beş saat kulağıma pek de yeterli gelmemişti. Yorgunluk, vücudumun her zerresine işlemiş gibiydi.
“Mihrim, sen neden uyumadın? Bak gözlerin kıpkırmızı olmuş,” dedim, sesimde hafif bir kaygı vardı
Mihrin huysuzca göğsüme doğru sokuldu,
“Söyle bakalım, kedicik, saklanma,” dedim, hafifçe gülümseyerek.
O ise başını hafifçe kaldırıp, yaramaz bir ifadeyle “Miyavvv,” diye cevap verdi. Korkut’la göz göze geldik ve ikimiz de gülümsemekten kendimizi alamadık.
Korkut, Mihrin’in saçlarını nazikçe okşarken, bir yandan da yorgun göz kapaklarıyla mücadele eden mihriye baktı. “senin uyanmanı bekledi sensiz uyuyamazmış ,”
Gözlerimi Mihri’ye çevirdim, gülümsemeden edemedim. “Öyle mi, huysuz kedi?”
Mihrin başını hafifçe salladı, sonra kollarını iki yana açarak, “Ben seni çok seviyorum,” dedi. Küçük elleriyle boynuma doğru uzandı,
Tam o sırada kapı açıldı ve doktor, yanında iki asistanıyla birlikte içeri girdi. Elindeki dosyayı açarken yüzüne ciddi bir ifade yerleşti.
“Geçmiş olsun, Kardelen Hanım,” dedi sakin ama ölçülü bir tonla. Ardından yatağın yanına yaklaştı ve profesyonel bir şekilde sorularını sıralamaya başladı.
“Düzenli olarak kullandığınız bir ilaç var mı? Herhangi bir kronik hastalığınız ya da devam eden bir tedavi süreciniz?”
“Hayır, yok...” diye mırıldandım, sesim zayıf çıkıyordu.
Doktor başını hafifçe sallayıp notlar aldı. “Peki, son günlerde beslenme düzeniniz nasıldı? Gıda alımınızda bir eksiklik oldu mu?”
“Şey... iştahsızdım,” dedim biraz utanarak. “Genelde çay ve kahveyle günü geçiştiriyordum.”
Doktor bu yanıt karşısında kaşlarını hafifçe çattı. “Anladım. Ayrıca, herhangi bir psikolojik stres ya da duygusal bir travma yaşadınız mı son zamanlarda?”
Bir an sustum, sonra fısıldayarak yanıtladım: “Evet... yani, evet.”
Doktor, derin bir nefes alarak dosyasına birkaç not daha ekledi. Ardından yüzüme ciddi bir ifadeyle bakarak konuşmaya başladı.
“Kan tahlil sonuçlarınızı inceledim. Maalesef sonuçlar oldukça kötü. Hemoglobin seviyeniz referans aralığının çok altında; anemi sınırını geçmiş durumdasınız. Beyaz kan hücrelerinizde de bir düşüş var, bu bağışıklık sisteminizin baskılandığını gösteriyor. İlk etapta ciddi bir durumdan, hatta lösemiden şüphelendik. Ancak detaylı inceleme sonucunda bunu eledik,” dedi. Bu sözler içimde kısa bir rahatlama yarattı, ancak doktor devam etti.
“Düzensiz beslenme, kronik stres ve uzun süreli uykusuzluk, vücudunuzun bu hale gelmesinin temel nedenleri. Bayılmanızın sebebi de büyük ihtimalle hipoglisemi – yani kan şekeri düşüşü – ve düşük kan basıncı. Şu an için size bir serum tedavisi uyguluyoruz, ardından B12, demir ve D vitamini takviyelerine başlayacağız. Aynı zamanda, protein ve demir açısından zengin bir diyet uygulamanız gerekiyor. Eğer bu durum devam ederse organ fonksiyonlarınızda ciddi sorunlar yaşayabilirsiniz.”
Başımı sallayarak onayladım, ancak konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Doktorun söylediklerini duyuyor, ancak tam olarak işlemekte zorlanıyordum.
Doktor kapıya yönelmişti ki, Korkut ciddi bir ifadeyle araya girdi. “Kan değerlerine uygun bir beslenme programı oluşturabilir misiniz?”
Doktor, Korkut’a dönüp hafifçe başını salladı. “Tabii. Ancak diyetisyen desteğinden önce birkaç temel noktaya odaklanmalısınız . Öncelikle, kırmızı et, balık ve yumurta gibi protein kaynaklarını artırmalısınız. Demir eksikliğine yönelik yeşil yapraklı sebzeler tabi bunun için diyetisyene yönlendirebiliriz
Korkut, bir an doktorun söylediklerini dikkatle dinledikten sonra hafifçe başını salladı. “
Doktor son kez bana dönüp göz ucuyla kontrol ettikten sonra, “Serumunuz bitince hemşireler size haber verecek. Ama bu sadece başlangıç. Uyarılarımı dikkate almanız çok önemli,” dedi ve odadan çıktı.
Korkut, doktorun ardından bir süre sessiz kaldı. Gözlerini yüzüme dikmiş, adeta beni suçlayan bir ifadeyle bakıyordu.
“Çay ve kahveyle günü geçiştirmek mi?” dedi sonunda, sesi soğuk ve sertti.
Başımı çevirdim, cevap vermedim. Tek yapabildiğim, üzerimdeki örtüyü biraz daha yukarı çekip saklanmaya çalışmaktı.
“Sen kendini öldürmeye mi çalışıyorsun,?”
Sonra bir adım geri çekildi, derin bir nefes alarak konuştu. “Kardelen, sana söyleyecek çok şeyim var, ama seni daha fazla zorlamak istemiyorum,” dedi, gözlerini benden kaçırarak. Ardından yeniden yüzüme baktı, bu kez gözlerinde kararlılık vardı. “Fakat artık kontrolü elime almanın zamanı geldi.”
“Ne diyorsun, Korkut? Anlamıyorum,”
Korkut, yüzüne bir gölge gibi inen ifadesiyle başını hafifçe eğdi. Gözlerime bakarken, parmaklarıyla saçlarımı nazikçe geriye itti.
“Yakında anlayacaksın,” dedi yavaşça. Gözlerinde saklı olan o derin anlam, kafamı karıştırıyordu.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yorgun ve tükenmiş hissediyordum. kollarında taşınmak, beni daha da huzursuz ediyordu. Her adımda itiraz etmeye çalışıyordum. “Yürüyebiliyorum, Korkut! Gerçekten yardımına ihtiyacım yok. Bırak beni!” Sesim biraz daha sert çıkmış olabilirdi, ama bu umurunda bile değildi.
Korkut başını hafifçe eğerek yüzüme baktı, dudaklarında kendinden emin bir gülümseme belirdi. “ karşı çıkacak hâlin yok,” dedi, sesinde neredeyse alaycı bir sıcaklık vardı. “Seni taşımak zor değil. O kadar hafifsin ki, bir kuş gibisin.”
Bu tavrı beni çileden çıkarıyordu. Kaşlarımı çattım ve kollarından kurtulmaya çalıştım. “İndir beni hemen!” Ellerimle omzuna bastırarak kendimi yere indirmeye çalıştım, ama nafile. Korkut bir an durdu ve yüzünde tüm ciddiyetiyle bana baktı. Gözlerindeki keskin bakış içime işledi.
“Ben burada olduğum sürece, yerle hiçbir ilişiğin olmayacak, anladın mı?”
. Ona kızgın bir bakış attım, gözlerimdeki öfkeyi saklamaya gerek bile duymadan. “Kendini ne sanıyorsun?” dedim, dişlerimin arasından çıkan sözler soğuk bir meydan okuma gibiydi.
Korkut, beni rahatsız edecek şekilde umursamaz bir tavırla omuz silkti. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “Kahramanın
Bir an için ne söylediğine inanamadım. “Kahraman mı?” diye tekrarladım, sesim alaycı bir öfkeyle yükseldi. “Beni indir, Korkut! Bırak beni! Sana ihtiyacım yok!”
Çırpınarak kollarından kurtulmaya çalıştım, ama Korkut kımıldamadı bile. Gözleri yüzüme dikilmişti, o kendinden emin bakışı beni daha da çileden çıkarıyordu.
Korkut derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. “Kardelen,” dedi, sabrını zorladığımı belli eden bir tonla, “hayatını kolaylaştırmaya çalışıyorum. Ama illa inat edeceksen…” Cümlesini bitirmedi, sadece beni biraz daha sıkıca kavradı ve yürümeye devam etti.
Bu sırada, Özlem’in kucağındaki Mihri ile bize bakıyordu. Özlem, bir şeyler fısıldayınca Mihri kıkırdadı. Allahım kim bilir özlem ne diyordu biraz tanıyorsam akşam fena dalga geçecekti benimle bana imalı imalı bakyordu ben bir şey yapamıyordum korkut beni sıkıca tutmuş sanki kaçmamı engelliyordu
“Korkut, beni bırakmazsan bağırırım,” dedim tehditkâr bir sesle.
“Korkut durdu, yüzünde o umursamaz ve bir o kadar kendinden emin gülümsemesi belirdi. “Bağırmak mı istiyorsun?” dedi, sesi derin ve kışkırtıcıydı. “Hadi, bağır.
.
- Öfkeyle dişlerimi sıktım, ona meydan okuyan bir bakış fırlattım. “İndir beni!” diye tısladım, ama sözlerim onun umurunda bile değildi.
- Korkut, gözlerimdeki öfkeyi görünce rahatça gülümsedi
"Senin memelerin mi küçülmüş?" dedi, alaycı bir şekilde. "Kilo alsan iyi olur, eski halin oldukça... daha iyiydi ve kışkırtıcı tabi
Yüzüm bir anda kızarmaya başladı, damarlarımda dolaşan öfke bir anda tarifsiz bir utanca dönüştü. “Sen… sen… ” diye kekeliyordum
Korkut, keyifle gülümsedi ve omuzlarını silkerek, "İşte böyle," dedi, rahatça. “Sessizlik ne kadar güzelmiş, değil mi?”
Korkut’un yüzünde beliren o alaycı gülümsemeyi görünce, sinirlerim iyice gerildi.
Onun bu tavrı beni deliye döndürüyor, ama bir yandan da bu kadar rahat olmasına sinirlenmekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Yüzümü başka tarafa çevirdim çaktırmadan . Göğüslerime bakıp, “Gerçekten küçülmüş müydü?” diye içimden geçiriyordum, ama Korkut’un gözleri, bana alayla baktı
---- fark etmişti ..şuan kollarından çıkıp duvar kenarında bir yere oturup utanç içinde ağlamak isitiyordum ...
Allahım, en utandığım anlarımda bu adam neden her zaman orada oluyor? Neden her şeyimi bu kadar rahat bir şekilde fark ediyor
“Korkut,” dedim gözlerimi kısmış, kaşlarımı çatmış bir halde. “Sen edep lafını duydun mu acaba?
Korkut hafifçe başını yana eğdi, yüzünde tamamen sahte bir ciddiyet belirdi. “Elbette duydum. Ben edepli bir adamım,” dedi, sesi oldukça sakin ama yine de rahatsız edecek kadar kendinden emin bir tondaydı.
Kaşlarımı daha da çatarak, meydan okurcasına devam ettim.Edep kelimesinin kökenini biliyor musun? , hazır böyle kendini övmüşken, belki de bir şey öğrenirim senden.”
Korkut, hafifçe gülümsedi, omuzlarını silkerek umursamaz bir tavırla cevap verdi. “Filolog değilim, Kardelen. İlgi alanım dışında ama bana öğretebilirsin akılı bir öğrenciyim hemen öğrenirim
Korkut’un alaylı bakışlarına inat, kaşlarımı çatarak devam ettim. “Belli,” dedim küçümseyici bir ifadeyle. “Kelimelerle aran o kadar kötü ki iki güzel kelam edemiyorsun insanların karşısında.”
Korkut, sakin bir gülümsemeyle başını hafifçe yana eğdi, gözlerinde alışık olduğum o hafif alaycı ifade belirmişti. “Belki de güzel kelamlarımı yalnızca hak eden biri için saklıyorumdur,” dedi, sesindeki gizem beni daha da sinirlendiriyordu.
Kimin için saklıyordu ki?! Allah’ım, sabır ver… İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışırken, boynundaki ellerimi istemsizce biraz sıkılaştırdım. Aklımdan hızla geçen “Acaba boğsam mıydım?” düşüncesiyle birlikte, gözlerimi kısarak ona baktım, dudaklarımı büzdüm.
kimmiş adı neymiş o kişinin korkutu parçalayacaktım içimden tanımadığım bir kadın çıktı kuyruğu dik tutmak gerekliydi
“Kimmiş o hak eden kişi ?” Kaçamak cevaplarla kurtulmasına izin vermeyecektim.
Korkut derin bir iç çekti. Bir anlığına bakışları uzaklara kaydı, sanki zihninde bir yerlere gidip geliyordu. “Bir kadın,” dedi kısaca
Kaşlarımı kaldırıp, daha fazlasını beklediğimi belli ettim. gözlerini bana çevirdi.
“Güzel, güçlü, ama bir o kadar da hasas kalpli bir kadın, Bir bakışıyla içindeki derdi kederi anlayacak kadar anlayışlı , ama bir kelimesiyle seni mahvedecek kadar gaddar
Demek güçlüydü o kadın tebrikler elendin kardelen ben güçlü değildim ağlak biriydim
Boğazımda bir şey düğümlendi, ama Korkut devam etti. “Güldüğünde dünyayı unutturuyor, ama gözlerinden akan bir damla yaşla insanı paramparça edebiliyor. Onu seyrederken bir yanın huzur buluyor, diğer yanınsa nefes almakta zorlanıyor.
Kalbim hızlanmıştı, ama öfke mi, kıskançlık mı, yoksa başka bir duygu mu olduğunu çözemedim.
“Adını söyle,” dedim, sesim sert çıkmıştı.
Korkut hafifçe gülümsedi, ama bu gülüşün ardında bir şey vardı. “Söylesem ne değişir?” dedi.
. İçimde bir yangın çıkmıştı ama o, beni alevlerin içinde bırakmış gibiydi. Kendi kendime telkinler veriyordum: Kıskanma, Kardelen. Kıskançlık kötü bir duygudur, yapma. Ama içimdeki huzursuzluğu bastıramıyordum. Evet, olabilir, sonuçta adamın özel hayatıydı. Kimseye hesap vermek zorunda değildi. Ama…
Ama yine de düşünceler zihnimi kemiriyordu. Ya gerçekten başka bir kadına güzel sözler saklıyorsa? Bu ihtimal içimi sıkıştırıyor, sinirlerimi geriyordu. Telkinlerim işe yaramamıştı.
Korkut beni öpüp başka bir kadına güzel sözler saklıyordu pislik .. düşüncesiz
Bir an duraksadım. Hesap mı sorsam?Ama sonra o ihtimal beni ürküttü. Ya bana, “Seni ilgilendirmez,” derse? O zaman ne yapardım? O zaman hesap sorduğumla kalırdım. Daha kötü olan neydi Kendimi ona yapışmış bir kadın gibi hissetmek. Onun da beni öyle gördüğünü düşünmek.
Birden aklıma kriz geçirdiği sabahta bana söyledikleri geldi. Zihnimde o kelimeler canlandığında ürperdim.
O anda, derin bir nefes alarak gözlerimi sımsıkı kapattım. Bu kadarını kaldırabilecek durumda değildim. Annemden sonra gelen duygusal darbe zaten yıkıcı olmuştu. Şimdi bir yenisini kaldıracak bir psikolojide değildim.
-“Sen bir kadına güzel sözlerini saklıyorsun, öyle mi? İnanmıyorum. Sen konuşmasan daha iyi, bence.”
Korkut, dudaklarında hafif bir tebessümle bakışlarını tekrar bana çevirdi. Bu kez sesi daha ciddi bir tona bürünmüştü. “Konuşurum,” dedi yavaşça. “Beni tanımıyorsun, Kardelen. Sözlerim belki bir kalbi sevindirir. .”
Bir an bocaladım, ama hemen toparlandım. Onun ciddiyetine karşı inadımı bırakmaya hiç niyetim yoktu. Gözlerimi devirdim, alaycı bir ifadeyle, “O nasıl söz ki kalbi hemen sevindirirsin? Mesela benim kalbim öyle kolay kolay sevinenlerden değil,” dedim. “Ben daha çok davranışlara bakarım. Sözler... Sözler sadece kandırır. Kalp kolay kandırılır, ama davranışlar zihni kandıramaz. En azından artık bunu öğrendim.”
Korkut bir an sessiz kaldı. Sanki ne söyleyeceğini tartıyordu. Sonra, yüzüme doğru hafifçe eğildi, bakışları öyle yoğundu ki gözlerimi kaçırmak istedim. Ama yapmadım. Sıkıca ona meydan okumaya devam ettim.
“Senin kalbinin sevinip sevinmeyeceğini bilemem, Kardelen,” dedi. Sesi alçaktı ama içime işleyen bir derinliği vardı. “Ama bazı sözler ... Kalbe iyi gelir.”
Boynuna doladığım ellerimi biraz daha sıktım, yüzüne biraz daha yaklaşıp gözlerinin içine baktım. Sesim kısık ve alaycı bir tondaydı. “Hadi, Korkut. Söyle bakalım, o sözlerin kalbime ne kadar iyi gelecek? Çakma şair Sultan Sülüman.”
Korkut, bu kez gerçekten gülümsedi. Ama bu, alaycı ya da rahatsız bir gülüş değildi; meydan okumayı kabul etmiş birinin kendinden emin tavrıydı. Kaşlarını hafifçe kaldırıp sesini daha derin bir tona bürüdü.
"Sanırım sen de benim Hürrem’imsin. Ama... cadı olan versiyonu."
Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum, dudaklarımda hafif bir tebessüm belirdi. “Bilmem,” dedim, bakışlarımı ona sabitleyerek. “Söyleyeceğin şiire bağlı. Eğer etkileneceksem... belki cadılığı bırakır, Hürrem olurum.”.
“Sen,” dedi, sesi kararlı ama bir o kadar yumuşak, “tıpkı kış ortasında bahar getiren bir çiçek gibisin. Ama zahmetli bir çiçeksin. Sürekli kalbini, ruhunu sulamam gereken bir çiçek. Aksi takdirde ruhun dünyaya küsebiliyor. Zahmetlisin, Kardelen… ama bir o kadar da vazgeçilmezsin.”
-“Merak etme. Zahmete katlanmak zorunda değilsin,” dedim soğuk bir şekilde,
Korkut, alaycı bir ifadeyle başını hafifçe yana eğdi, dudaklarının kenarına yayılan o bildik gülümsemesiyle. “Zahmeti ben çekiyorum. Seni ilgilendiren bir durum yok,” dedi sakince.
Kaşlarımı çattım, gözlerimi devirerek karşılık verdim. “Sözlerinle beni etkileyeceğini düşünüyorsan, yanılıyorsun,” dedim soğukkanlılıkla. “Zaten o sözler sana ait değil bir kere.”
Korkut, beni daha da delirtmek istercesine, sanki hiçbir şey olmamış gibi hafifçe gülümsedi. “Yakaladın beni .
“Tabii ki yakalanırsın!” diye çıkıştım hemen. “Bence sen biraz daha çalışmalısın. Yoksa o sözlerini sakladığın kadın senden kaçar.”
“Öyle mi dersin?” dedi, kaşlarını hafifçe kaldırarak. “Beğenmez mi?”
İçimdeki kıskançlık öyle aniden ve yoğun bir şekilde patladı ki kontrol edemedim. İç sesim çığlık atıyordu: Allah’ım, resmen ben kucağındayken başka bir kadından bahsediyor!
Kendimi toparlamaya çalışarak, alaycı bir tonla cevap verdim: “Beğenmez. Bence sen hiç konuşma. Sessiz kalman daha etkili olur.”
Korkut, sesime gizlemeye çalıştığım hiddeti anlamış olmalı ki, kaşlarını hafifçe kaldırdı ama bu kez alaycı bir tepki vermedi. Yalnızca, “Diyorsun…” dedi, sesi derin ve sakin bir şekilde yankılandı.
“Diyorum,” dedim sert bir ifadeyle.
Özlem’in sesi, aramızdaki tansiyonu bir anda dağıttı. Siz ne konuşuyorsunuz? Alçak sesle konuşmayın, duyamıyorum
Korkut, başını hafifçe çevirip Özlem’e baktı ve ona özgü o sakin maskesini taktı.
“Arkadaşın fazla inatçı,” dedi Korkut, bakışlarını tekrar bana çevirerek,
“İnatçı değil bence. Kardelen, kime nasıl davranacağını gayet iyi biliyordur,”
Korkut, dudaklarını hafifçe bükerek başını salladı. “Ben de diyorum, neden kardelen inaçı böyle? Körle yatan şaşı kalkarmış,”
Özlem, kaşlarını çatarak baktı . “Kör ben mi oluyorum şimdi?” diye sordu, Korkut’a bakışlarını dikerek.
Korkut, soğukkanlı bir ifadeyle gözlerini Özlem’e çevirdi. “Evet,” dedi net bir şekilde.
Özlem, gözlerini kısmış, Korkut’u iyice süzüyordu. “Bana bak, arkadaşımın neler çektiğini unutmadım. Belki benim minnoş kalpli, saf arkadaşım unutmuş olabilir ama ben unutmadım! Hareketlerine dikkat et, gözüm üzerinde ” dedi, sesi tehditkâr bir tona bürünmüştü.
Korkut, kaşlarını çatmış bir şekilde Özlem’e bakıyordu. Yüzündeki gerginlik, sesine de yansımıştı. “Bu çene ile zor hayatta kalırsın,” dedi, alaycı gibi görünse de aslında oldukça sinirliydi.
Özlem, gözlerini devirdi.
Tam bu sırada Mihrin, Özlem’in kucağında hareketlenmeye başladı. Küçük ellerini Özlem’in saçlarına atarak sıkıca çekti. Özlem irkilip hafifçe bağırdı. “Ne yapıyorsun, cadı?!” dedi, bir yandan da Mihrin’in saçlarını bırakmasını sağlamaya çalışıyordu.
Ama Mihrin durmak bilmiyordu. Bir yandan Özlem’in kucağından inmeye çabalıyor, bir yandan da küçük tırnaklarını Özlem’in eline geçiriyordu. “Dayıma bağırmasın!” diye bağırdı Mihrin, yüzü sinirden kızarmıştı.
Özlem dişlerini sıkarak Mihrin’e baktı, ama kızgınlığı uzun sürmedi. Küçük kızın kararlı tavrı karşısında içten bir gülümseme belirdi. “Yemedik dayını,” dedi ve ardından Mihrin’in yanağına hızlı bir öpücük kondurdu.
Korkut ise ciddi bir şekilde izliyordu. Gözlerinde Mihrin’e duyduğu hayranlık okunuyordu. Küçük bir tebessümle başını hafifçe eğdi, sanki Mihri ye “Aferin” der gibi takdir ediyordu.
Özlem, Korkut’un bu tavrını fark edince kaşlarını çattı ve düşmanca bir bakışla ona döndü. “ alaycı bir tonla, Mihri ye dönerek. dayına çekmişsin.”
Korkut’un yüz ifadesi aniden ciddileşti. Kaşlarını daha da çatarak Özlem’e baktı. “Fazla olmaya başladın,, sesi soğuk ve otoriterdi.
Tam ortam daha da gerilecekken, dayanamayıp araya girdim. “Korkut, sen benim arkadaşıma ne diyorsun? Susar mısın lütfen?” dedim, gözlerimi ona dikerek.
Ama Özlem pes etmeyecekti. “Bırak konuşsun, Kardelen. Gerçek yüzünü görelim,” diye Korkut’a meydan okurcasına gülümsedi.
Korkut, Özlem’e kısa bir süre baktı, ardından yüzünde hafif bir gerginlikle konuştu. “Beni sinirlendirmek için güzel taktik, ama işe yaramayacak. Şimdi sus,” dedi, sesinde kendine hakim olmaya çalışan bir ton vardı. bana doğru işaret etti. “Malum, kucağımda hasta taşıyorum.”
Bu sözlerine daha fazla dayanamadım. “Ben hasta değilim, korktum ,” dedim, sesimi yükselterek.
Korkut gözlerini bana çevirdi ve kaşlarını daha da çatarak, sanki konuyu kapatmak istermiş gibi net bir şekilde cevap verdi: “Öylesin. Sus. Nokta. Bitti.” -
özlem söylenmeye devam ediyordu
. …Göz göze gelmemeye çalışsam da, bakışlarının üzerimdeki ağırlığını hissediyordum. Parmakları belime daha sıkı bir şekilde dolandı,
Hastaneden çıkar çıkmaz, Korkut’un kollarının bana bir sınır çizdiğini ve onun bu sınırın dışına çıkmama asla izin vermeyeceğini anlamıştım. Kapının önünde Halil İbrahim bizi bekliyordu. Ağır adımlarla yanımıza geldi, her zamanki sakin tavrıyla başını hafifçe eğdi.
“Geçmiş olsun,” dedi kısık ama net bir sesle. “Güney Bey de geçmiş olsun dileklerini ilettiler. Bir şeye ihtiyacınız olursa haber verin.”
Yorgun bir sesle, “Sağ ol, gerek yok,” . Ama sözüm bitmeden Korkut araya girdi, , “Ben buradayım , kimseye ihtiyacımız yok,”
Halil İbrahim, bu sözü başıyla onayladıktan sonra Korkut’a döndü. “Abi, söylediğin bölgeye bakmaya gideceğim,” dedi. Ama sonra… bir anlığına Özlem’e baktı. Gözlerimin önünde o kadar kısa sürede gelişti ki bunu hayal mi ettim, yoksa gerçekten mi oldu emin olamadım. Özlem ise hemen Mihri’yle ilgileniyormuş gibi yaparak gözlerini kaçırdı. Kaşlarımı çattım. Bu kısa bakışma sanki benden bir şeyler gizliyormuş gibi bir his uyandırdı. Gözden kaçırdığım bir şeyler vardı, buna emindim.
“Tamam. Ben de iki saate gelirim,” dedi Korkut, Halil İbrahim’e.
Halil İbrahim arabasına atlayıp uzaklaşırken ben hâlâ o anı düşünüyordum. Özlem’in garip tavırları ve Halil İbrahim’in ona bakışı kafama takılmıştı. Olan biteni tam anlayamıyordum ama bir şeyler döndüğü kesindi. .
, Korkut beni kendi arabasına doğru taşırken, Özlem yanımızda yürüyordu.
Mihri hemen arka koltuğa yerleşmiş, neşeyle şarkılar mırıldanıyordu.
özlem bana dönüp hafifçe gülümsedi.
“İşe gitmem lazım,” dedi, “Akşam geldiğimde sana kendi ellerimle çorba yapacağım
“Zehirlenmek istemiyorum,” dedim, gülerek.
Özlem , “Alınıyorum ama,” diye yanıtladı, gözlerinde şirin bir sitem vardı. Ardından bana her zaman yaptığı gibi kendime dikkat etmemle ilgili uzun nasihatlerine başladı.
. Başımı sallayarak dinledim, . Özlem arabasına atlayıp hızla uzaklaştı.mihrinin yanına arka koltuğa geçtim. Yol boyunca sessizdik, sadece Korkut arada bir dikiz aynasından beni kontrol ediyordu. Onun gözlerindeki anlamı çözmeye çalışırken, ne söyleyeceğimi bilemedim.
Eve varmıştık ve apartman girmemizle birlikte, Mihri'nin uykusu gelmişti e yorgun adımlarla yürüdü. “Gel bakalım, güzelim,” dedim, ona başını okşayarak, “Birlikte uyuyalım.”
Mihri’yi yanıma alarak odaya geçtik. Yavaşça yatağa doğru yürüyüp uzandı, gözleri kapanmak üzereydi. O kadar saf ve masum görünüyordu ki, içimde onu koruma isteği bir kat daha arttı. arkamı dönünce
, Korkut’un kapının eşiğinde sessizce bizi izliyordu
Beni hastanede yalnız bırakmamış, sürekli yanımda olmuştu. Ancak ne desem bilemiyordum; ona karşı söylediğim onca söze rağmen beni yalnız bırakmadı . Yutkunarak ona döndüm, gözlerim yerdeydi.
… şey… hastanede bana refakat ettiğin için teşekkür ederim,” dedim, sesim neredeyse fısıldar gibiydi. “Gerçekten daha fazla kalmana gerek yoktu.”
O, tebessümle başını iki yana salladı. “Teşekkürün sende kalsın,” dedi. Sonra ifadesi ciddileşti ve gözlerini doğrudan üzerine dikti. “Söylesene, , neden kendine böyle eziyet ediyorsun? Neden kendini bu kadar ihmal ediyorsun?
Neden yemek yemiyorsun? Neyin acısını, cezasını çekiyorsun? Kendine zarar vermek, içini soğutmayacak ya da acını hafifletmeyecek,
Sustum, hiçbir şey söyleyemedim. Cevaplar boğazımda düğümlenmiş, nefes almak bile zorlaşmıştı. Sadece durup öylece baktım.
Kendimi çaresiz hissediyordum. Tüm gerçek acılarımı içime atıyordum. Çünkü anlatmaya çalışsam bile kimse anlamazdı. Kimse içimdeki yangını, derinlerde taşıdığım o boşluğu göremiyordu. Belki de görmeyi istemiyorlardı.
Herkesin kendine göre acısı vardı, biliyordum. Ve belki de benim acım onların gözünde basit bir şeydi. Önemsizdi. Ama içimde kopan fırtınalar, ruhumu parçalayan sessiz çığlıklar... Bunlar yalnızca bana aitti ve kimse bunları taşıyamazdı.
O yüzden susuyordum. Anlatmayı denemek bile anlamsız geliyordu. Ne söylesem eksik kalacaktı, ne yapsam anlaşılmayacaktı
Korkut gözlerini üzerime dikti. “Sen sürekli Mihri’yi düşünüyorsun Ama konu kendin olunca, kendine karşı inanılmaz acımasız davranıyorsun.”
savunmasız bir fısıltı döküldü dudaklarımdan: “Korkut, benim ne önemim var?” . “Ben toparlanırım birkaç güne. Her zaman böyle olmadı mı?”
Korkut’un bakışları daha da sertleşti, yüzündeki ifade neredeyse öfkeyle karışmış bir hayal kırıklığıydı. “Doktoru duymadın mı?” dedi, sesi yükselmeden ama ağırlığını hissettirerek. “Kan değerlerin intihar derecesinde kötü. Ne toparlanması? Kendine ne kadar zarar verdiğinin farkında bile değilsin.”
Sözleri bir tokat gibi yüzüme çarptı. Bir an sustum, ama içimdeki öfke yükselmeye başlamıştı. “Korkut, üzerime geliyorsun,” Korkut, derin bir nefes aldı, bakışları bir an yumuşar gibi oldu ama sözleri aynı keskinlikle devam etti: “Ben üzerine gelmiyorum, Kardelen. Ben seni gerçeğe döndürmeye çalışıyorum. Sen fedakârlıkla kendini feda etmeyi karıştırıyorsun.”
. -
Korkut’a cevap verecekken, kapı ziline çalmıştı
"Kim ?" diye sordum, merakla.
"İlaç içmen gerekiyor. Yemek siparişi ettim," dedi, sakin bir şekilde.
Kapıyı açıp siparişi aldıktan sonra poşeti sehpanın üzerine bıraktı ve kararlı adımlarla yanıma doğru geldi. Yüzünde o tanıdık, biraz otoriter ama bir o kadar da yumuşak gülümsemesi vardı.
“Şimdi, bu sipariş ettiğim tüm yemekleri yiyorsun,” dedi sakin ama kesin bir ifadeyle.
Kaşlarımı kaldırarak poşetin içindeki yemeklere baktım. Dürüm, çorba, ayran… Liste uzayıp gidiyordu. “Korkut, bu çok fazla. Ben bunu nasıl bitireyim?” dedim, hafif bir serzenişle.
Ancak o, hiçbir şey söylemeden beni kucağına aldı. “Ne yapıyorsun?” diye sordum, şaşkınlıkla. Ellerim refleksle boynuna sarılmıştı.
“En baştan yapmam gerekeni yapıyorum
koltukta oturdu ve ben hâlâ onun kucağındaydım. Bu duruma alışamadığım belliydi, ama yorgunluk bedenime hâkim olmuştu. Gözlerim ağırlaşırken doktorun söylediklerini hatırladım. Kan değerlerimin düşük olduğunu ve bu yüzden halsiz hissettiğimi belirtmişti, ama yorgunluğum fizikselden çok daha fazlaydı sanki.
“Korkut, uyusam sonra yerim. Hadi, git sen,” dedim, gözlerimi kapamaya çalışarak
Korkut, bir an duraksadı, gözlerini yüzümde gezdirerek. Sonra derin bir nefes alıp konuştu: “Yemek yemeyi nasıl unutursun? Senin canın kıymetsiz mi? Kendine böyle davranmana tahammül edemiyorum.”
. Gözlerine baktım, o gözlerde bir şey vardı. Bir öfke… belki de bir endişe.
“Ben iyi olursam ne olacak, Korkut?” dedim, daha fazla kaçamak yapamayacağını bilerek.
Bana doğru eğildi, yüzünde daha sert bir ifade belirdi. “Sen aç değil misin? Hâlâ bana laf yetiştiriyorsun. Bak, bitirmen için süre tutacağım.
Ayranı ambalajını yırtarak açtı ve bana uzattı. “Başla,” dedi, kararlı bir sesle. Bir elinde dürüm, diğer elinde ayran vardı. O kadar ciddi bir ifadeyle hareket ediyordu ki istemsizce gülesim geldi.
“Bana yedirmeye çalışırken gerçekten komik görünüyorsun , farkındasın değil mi?” dedim, gülmemi tutmaya çalışarak.
Korkut kaşlarını hafifçe kaldırıp yüzüme baktı. “Komik falan değilim. Ayrıca, sen üç günde anca yersin.
“Ben ellerimi kullanabiliyorum, biliyorsun değil mi?” dedim, dürümü ondan almak için hamle yaparak.
Ama o, dürümü biraz geri çekip gözlerini kısmıştı. “Biliyorum,” dedi, dudağının kenarında o sinir bozucu gülümsemeyle. “Ama sana bırakınca iş uzuyor. Yavaş yavaş çiğnemen, yemek boyunca oyalanman... sabır taşı olsa çatlar.”
-“Ne sabırsızmışsın,korkut
O an, her ne kadar itiraf etmeye yanaşmasam da, onun bu kadar ilgili oluşu içimi bir şekilde ısıtmıştı. Ama tabii ki bunu söylemedim. Bunun yerine, dürümden bir ısırık aldım ve gözlerimi devirdim. “Memnun musun şimdi?” dedim ağzım doluyken.
“Şimdilik,” dedi, göz kırparak. “Ama bakalım ikinci dürüm için aynı performansı gösterebilecek misin?”
Elimdeki dürümden küçük bir ısırık alırken gözlerimi kapadım ve içimden geçirdim: Bu adam beni gerçekten deli edecek. Ama sanırım buna çoktan alıştım.
Birkaç lokma daha yedikten sonra artık dayanamadım. “Korkut, dur! Durdur, boğulacağım! Yeter, şiştim,” dedim, neredeyse isyan edercesine. Ama onun umurunda değildi. Gayet sakin bir şekilde, kaşlarını kaldırarak, “İki lokma aldın sadece,” diye karşılık verdi.
umursamaz bir tavırla omuzumu silktim
, “Keşke bir kullanım kılavuzun olsaydı Seni anlamak gerçekten zor dedi bana sinirle bakarak dürümü tekrar uzatı
İçimden bir şeyler söylenerek dürümden bir lokma daha aldım. Onunla tartışmak faydasızdı; ne dersem diyeyim, her zaman haklı çıkmayı başarıyordu. Ama dürüm biterken Korkut’un yüzündeki memnuniyet dolu ifadeyi görmek, hem sinirlerimi bozuyor hem de garip bir şekilde hoşuma gidiyordu.
Peçeteyle ağzımı silerken, saçlarım önüme düştü. Korkut, bir an sessizce izledi ve ardından saçlarımı geriye doğru attı. Korkut, sehpada duran lastik tokayı aldı ve saçlarımı nazikçe topladı. Parmaklarının saçlarımın arasında dolaştığını hissederken, ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum, şaşkınlığımı saklamaya gerek duymadan. Ama yüzündeki odaklanmış ifade beni susturdu.
“Saçların yüzünü kapatıyor,” dedi sakin bir şekilde, tokayı bağlayıp bir adım geri çekilirken. Bakışlarını yüzüme dikti, o yoğun bakışıyla sanki ruhumu görüyordu. “Şimdi yüzünü daha net görebilirim,” diye ekledi.
Bir an sessizce ona baktım. Neden bu kadar önemsediğini anlamıyordum, ya da anlamak istemiyordum belki de. “Bu senin için önemli mi?” diye sordum,
Korkut, gözlerini hiç kaçırmadan cevap verdi: “Her detayın önemli,” dedi. Sesi yumuşak ama bir o kadar da kesin bir ton taşıyordu. “Saçlarının yüzünü kapatmasını istemiyorum
Kalbim hızlanmıştı. Onun bu kadar sıradan bir hareketine bile bu kadar anlam yüklemesi beni şaşırtıyordu. Ama daha çok, bu kadar yoğun bir şekilde görülmek… Bu, beni tedirgin ediyordu.
Ellerinin yanaklarıma değdiğinde, vücudumun alev aldığını hissettim. Yüzüm küçülmüş gibiydi. Annemin sözleri aklıma geldi: “Yüzüne bakılmayacak kadın.” Ama şu an, karşımda her ayrıntımı izleyen bir adam vardı
Korkut’un yüzüne baktım; hâlâ yüzünde morluklar vardı. İçimde bir acı hissettim. Ellerim istemsizce Korkut’un yüzüne gitti; parmaklarımla o morlukları okşadım, sanki onların geçmesi için elimden geleni yapabilirmişim gibi.
“Ne zaman geçecek bu morluklar?” dedim, huysuzca.
“Geçer, yüzümdeki ellerimi nazikçe tutarak.
“Geçemez, Korkut,” diye mırıldandım. “Elleri kırılsın, o adam yüzünden …” cümlemi tamamlayamadım.
Korkut, hafif bir gülümsemeyle bana baktı, gözlerinde bir soru, bir merak vardı. “Bana kıyamıyor musun? Ölürsem mutlu olursun sanıyordum,”
Bir an duraksadım, söylediklerini anlamaya çalışırken içimde garip bir boşluk hissettim. Gözlerimi ondan kaçırarak, hafifçe kafamı salladım. "Belki de kıyamıyorum .Sana bir şey olursa, kiminle tartışırım ben? Kime bardak, tabak, çatal fırlatırım?" “Ya da kime tokat atarım? Eksikliğin bende her an hissedilebilir
.Korkut bu lafıma gülümsemişti ............ben de ona gülümsedim,
Annemle kavga ettiğimde, tartışmazdı. Onun yöntemi daha sessizdi ama çok daha derin bir şekilde can yakardı. Birkaç kelime, bir bakış veya keskin bir sessizlik… Hepsi birer hançer gibi ruhuma saplanırdı. Annem, değişken bir ruh hali içinde yaşardı. Sanki her an başka bir kişiye dönüşüyordu.
Belki de Korkut’la kavga edebiliyor olmamın sebebi, onun bana bu alanı tanımasıydı. O, beni susturmak yerine, duygularımı dışa vurabileceğim bir ortam yaratıyordu. Ama ya bu sadece yüzeyde görünen kısmıydı? Belki de bilinçaltımda, içimde birikmiş olan o zehirli öfkeyi ve kırgınlığı Korkut’a yönlendiriyordum.
Annem gibi olmak istemiyordum. Annem, kendisine yapılan haksızlıkları, içindeki kırgınlıkları, öfkesini doğrudan ifade edemezdi. O duygularını bastırır, sonra en yakınındaki insanlara yansıtırdı. Belki farkında bile olmadan, ben de aynı şeyi yapıyordum. İçimde biriken, dışarı çıkamayan o öfkeyi Korkut’a yönlendirmem bundandı belki.
Ama bu farkındalık, içimi daha çok acıtıyordu. Annem gibi oluyordum. En çok nefret ettiğim kadına dönüşüyordum. .
Korkut, gözlerimin içine derin bir şekilde bakarken, yüzünde hafif bir alaycı gülümseme belirdi. “Hem severim, hem de döverim diyorsun,”
Bir an duraksadım, sonra dudaklarımda ince bir gülümseme belirdi. "Bilmem," dedim, sesim hafif bir alayla karışmıştı. "Kendini bana teslim eden sensin şu an. Bundan rahatsız mısın?"
Nefesinin sıcaklığını cildimde hissettim, sanki her adımında havadaki gerilim daha da artıyordu. Sesi, baştan çıkarıcı bir melodi gibi kulaklarımda yankılandı. “Asla pişman değilim,”
“Hımm, öyle mi?” dedim, alaylı bir şekilde. “Peki, sonra çıldırırsan, sinirlensen ya da sabrın tükenirse ne olacak?”
Korkut, gözlerime kilitlenmiş bir şekilde, o kadar derin bakıyordu ki, adeta içimi okuyormuş gibi hissediyordum. “Asla çıldırmam, denerim,“İçimde sadece sana olan teslimiyetim var.”
Sözleri, içimde bir kıpırtı uyandırdı. Yanımda, vücudumda farklı bir sıcaklık oluştu. “Yanlış kişiye teslim oluyorsun, ama sen...” dedim, kendimi kontrol etmeye çalışarak, ama cümlem yarıda kaldı.
Korkut, yüzümdeki ifadeyi fark etti “Çok geç artık,” sana karşı koyamayacağım teslimiyet içindeyim
Bu adam, benim tanıdığım Korkut olamazdı. Böyle bir şefkate alışkın değildim
Eğer bana bu şekilde güzel bakıyorsa, ondan nasıl uzak durabilirdim? Şefkatine alışırsam, kesinlikle onu bırakmazdım. Gözlerinin bana vaadettiği her şey, ulaşılmaz gibi görünüyordu. Bunu nasıl başarıyordu, bilmiyorum ama onunla olmak, her seferinde iyi geliyordu. Hatta kavga ettiğimiz zamanlarda bile kendimi iyi hissediyordum.
"Rahat mısın?" dedi Korkut, derin bakışları benimkilerin içine işleyerek. Gözlerinin derinliklerinde bir şeyler arıyordu; belki de içimdeki karmaşayı anlamaya çalışıyordu.
"Ney?" dedim,
"Kucağımda," diye yanıtladı, gülümsemesi alaycı ama bir o kadar da sıcak bir ifadeyle. şuanki pozisyonumuzu kas ediyordu
Aniden kalkmaya çalıştım ama başım döndüğünde Korkut beni nazikçe tuttu. "Kardelen, neden hemen tedirgin oluyorsun?" dedi, sesi yumuşak ve merak doluydu. "Kucağımda rahat olup olmadığını sordum. kafanda neler kurdun?"
Beni koltuğa nazikçe oturtmuştu,
. "Ben... başka şeyler düşünmüştüm ah salak kafam . neyseki içimden söylenmiştim
Onun ardından ilaçlarımı ve bir bardak suyu getirdi. İlaçlarımı içtim ve gözlerimi kapattım
“İyi misin?” diye sordu, sesi endişeliydi. Gözlerinde beni saran bir sıcaklık buldum; sanki orada, yalnızca ikimiz için var olan bir ateş yanıyordu.
Başımı salladım, “Şimdi seni üzen cadıyı anlat bakalım,” dedim, merakla.
“Pes etmeyeceksin değil mi, Korkut?”
“Konun sensen asla pes etmem,” “Keçilerin efendisi.”
.
.Derin bir nefes aldım; içimden geçeni anlatmak istiyordum, ama cesaret edemiyordum .
Korkut, gözlerime derin bir şekilde bakarak, "Üzgünsün, hadi anlat, ne oldu sana?"
Benim içimde ise fırtınalar kopuyordu. "Ağlama, ağlama," diye fısıldadım kendi kendime. Sözde güçlüydüm, büyümüştüm, ama gözyaşlarım bunu anlamamakta ısrar ediyordu. "Hadi, biraz tut kendini, Korkut gittiğinde ağlarsın," dedim. Ama ne fayda... Gözlerime laf anlatmaya çalışırken, aslında kendimi kandırıyordum.
Kelime arıyordum, kendimi sakinleştirecek bir şeyler... Bir iç çekiş, bir sessizlik. Ve sonra tekrar yalvarır gibi mırıldandım: "Hadi, tut lütfen. Rezil etme beni burada... Kimse bilmiyor, kimse anlamıyor. Gözlerim, yapma bunu. ne yapsın, derdime çare mi bulamaz ki
İgözlerimde ısrarla birikmeye çalışan o yaşları durdurmaya yetmiyordu. Ama hâlâ direniyordum. "Bak, yalnız kaldığında daha güzel ağlarsın," dedim. "Kimse sana karışmaz. Gözlerim, özgürce akar o zaman. Şimdi değil... Şimdi olmaz..."
Ama içimdeki bu yük... Bu acı... O kadar ağırdı ki... Sanki gözlerim, özgürlüğünü ilan etmeye kararlıydı.Ama gözlerim, bana ihanet etti. Bir anlık zayıflıkla, gözyaşlarım birer birer süzüldü. Kendimi tutmak için ne kadar uğraşsam da, içimdeki acıyı baskılamak mümkün olmamıştı.
Birden, tüm duvarlarım çöktü ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Nefesim kesik kesikti, her nefeste içimdeki acıyı daha fazla hissediyordum. Her gözyaşı, sanki yıllardır biriktirdiğim tüm duyguları dışarıya atıyordu.
- Korkut, bir şey demedi , elleriyle beni sararak yavaşça kendine çekti. Başımı omzuna yasladım
"Şşş, ne oldu, anlat," diye fısıldadı,
Ağlamaya devam ediyordum, gözyaşlarım yanaklarımı yakarken Korkut elleriyle saçlarımı okşadı ve beni daha sıkı sardı
"Çirkindin zaten, şimdi daha da çirkin oldun. Sürekli ağlıyorsun, evde peçete bile kalmadı sümüklü."
Başımı onun omzundan kaldırıp yüzüne baktım, gözyaşlarımla dolmuş gözlerimde şaşkınlık ve öfke vardı. “Gerçekten mi? Beni böyle mi teselli ediyorsun?” diye çıkıştım, ama sesimde acıdan çok yorgunluk vardı.
“Tesellin o kadar kötü ki, şu an daha çok ağlamak istiyorum,” dedim, hıçkırıklarım arasında bir yandan gülmeye çalışırken.
.korkut durdu beni keninden uzaklaştırdı otruduğu yerden kalktı önümde durdu . Yavaşça eğildi, ellerimi tuttu
Hadi, inadını sevdiğim, konuş."
. Ama ellerim sıkıca yumruk olmuştu. Parmaklarım titriyordu, vücudum bir gerilim içinde donmuş gibiydi. Sanki başka bir dünyadaydım, kendi içime hapsolmuş bir mahkum gibi.
"Aç şu elini," dedi, sesinde bastırmaya çalıştığı bir endişe vardı. "Tırnakların tenine zarar veriyor."
Ellerime bakmaya cesaret edemedim. Sanki o eller artık benim değildi, benim kontrolümde olmayan bir varlık gibi titriyorlardı. Ağırca nefes alıyordum, ama o nefes bile beni rahatlatmıyordu. Korkut, ellerimi açmaya çalışıyordu, ama ben direniyordum. Gözlerim bir noktaya kilitlenmiş, dudaklarımda titrek bir inat vardı. Ellerim hâlâ yumruktu.
Korkut bir an durdu. Sanki ne yapması gerektiğini düşünüyormuş gibi derin bir nefes aldı. Sonra elimi yavaşça kaldırdı ve dikkatlice öptü. Dudaklarının sıcaklığı, dokunuşundaki o naziklik... Anlık bir şoktu benim için. Ama içimdeki karanlık, o nazik dokunuşun ışığını hâlâ bastırıyordu.
“Hadi,” dedi, sesi daha yumuşak ama bir o kadar da kararlıydı. “Aç ellerini, Kardelen. Canını acıtma. Eğer birine zarar vereceksen, benim parmaklarımı sık. Ama kendine bunu yapma.”
Ama yapamıyordum. Sanki tırnaklarımı etime daha da bastırarak o acıyı hissetmek istiyordum. O acıya tutunmak, beni bu felç olmuş ruh halinden çıkaracakmış gibi.
Sonra bir anda nefesim kesildi. Havanın ciğerlerime ulaşamadığını hissettim. Boğuluyormuş gibi bir panik dalgası sardı beni. "Nefes alamıyorum sesim neredeyse bir fısıltıya dönüşmüştü. "Nefes... yok.......Korkut nefes yok "
Gözlerim bulanıklaşmıştı, her şey etrafımda silikleşiyor, uzaklaşıyordu. Bedenim kontrolümden çıkmış gibi titriyordu, ellerimse bir türlü gevşemiyordu. Sanki nefes almak bile başlı başına bir mücadeleydi.
Korkut bir süre sessiz kaldı, sanki ne yapacağını tartıyormuş gibiydi. "Şimdi, beraber nefes alıyoruz."
Ellerini, hâlâ yumruk olmuş ellerimin üzerine koydu. Gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmadı. "Birlikte," dedi tekrar, fısıldar gibi. "Şimdi derin bir nefes al."
Bir an için ona direnir gibi hissettim, Başımı hafifçe sallayarak, onun söylediklerini yapmaya başladım. Derin bir nefes aldım, ama vücudum hâlâ gergindi. O bunu fark etti. "Derin nefes al, Kardelen," diye tekrarladı. Sesi o kadar nazikti ki, bir çocuk gibi onun yönlendirmesine boyun eğdim.
"Şimdi bırak," dediğinde, içimde bir rahatlama dalgası hissettim. İlk başta küçük bir dalga gibiydi, ama sonra büyüdü, kaslarımı gevşeterek titrememi hafifletmeye başladı.
o an yalnız olmadığımı hissettirdi. Sanki o karanlıkta beni bulmuş, elimden tutup çekip çıkarmıştı.
“İşte böyle,” dedi yumuşakça, dudaklarında hafif bir gülümseme. “Zor değildi, değil mi?”
Başımı hafifçe salladım, gözlerim hala yaşlarla doluydu, ama bu kez farklıydı. Korkut'un yanında, ilk kez biraz olsun sakinleştiğimi hissettim.. Birkaç kez daha birlikte nefes alıp verdik, adeta bir bütün olmuş gibi, nefeslerimiz uyum içinde ritmik bir şekilde ilerliyordu.
Korkut, ellerimi tekrar nazikçe tuttu. Yumruk halindeki ellerim, sanki bütün dünyaya kapatılmış gibiydi. Yavaşça eğildi ve parmaklarımı açmaya çalıştı.
"Hadi, aç," dedi,
. Ellerim titriyordu, parmaklarım sanki kendi kendine kilitlenmişti. .
Yavaşça direncim kırıldı, yumruğum ağır ağır açıldı. O anda avuçlarımı okşayan hafif bir sıcaklık hissettim. Korkut ellerimi nazikçe dudaklarına götürdü. O öpüş... O anda dünya sessizleşti. Her şey durdu. Sadece onun elleri ve dudaklarının sıcaklığı vardı.
Sonra, parmak uçlarıma doğru eğildi. Usulca öptü her birini, Ellerim hala titriyordu. Ama Korkut’un avuçlarının içinde, o titreme başka bir şeye dönüştü. Ellerim hâlâ savunmasız, ama artık ... bir teslimiyetle titriyordu.
O, sessizce ellerimi sıkıca tuttu. Gözlerime bakmadan, dudaklarında hâlâ o sabırlı çizgi, diğer eliyle yüzümdeki yaşları silmeye çalıştı. Ama gözyaşlarım sanki onu inatla yenmek ister gibi daha da hızlandı, daha çok aktı. Her sildiğinde, yeni bir damla yanaklarımı ıslattı.
O yine durmadı. Yavaşça ellerimi okşamaya devam etti, İçimdeki sert duvarlar birer birer çatlamaya başladı.
.. Onun yanında, sadece yorgunluğum ve yalnızlığım vardı. O kadar derin bir yalnızlık ki bu, dışarıdaki seslerden değil, içimdeki o boşluktan geliyordu.
İlk kez, yalnızlık bana acı vermiyordu .
"O beni anlıyor," diye düşündüm, İlk kez birinin yanında, yalnızlıkla karşılaşmıyordum,
"Seninle bir oyun oynayalım mı?"
"Ne oyunu? Oyun oynayacak durumda değilim, Korkut. Görmüyor musun?" dedim, gözlerim hâlâ dolu doluyken.
“Dürüstlük oyunu,” dedi sakin ama kararlı bir şekilde. “Sen bana seni ağlatan kişiyi anlatacaksın, ben de istediğin bir zamanda, istediğin soruyu dürüstçe cevaplayacağım.”
Şaşkınca ona baktım. “Ama benim sana şuan soracak bir sorum yok ki,” dedim.Şuan aklıma ona soracığım bir soru gelmiyordu yanımdaydı ve yeterli geliyordu .....
“Belki zamanla olur,” dedi “Kabul mü?” diye sordu.
Bir süre sessizce onu süzdüm, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Çekimser bir şekilde bakarken Korkut derin bir nefes aldı.
“Hadi, anlat. Burada konuştuklarımız asla bir daha konuşulmayacak. Her şey burada kalacak,” dedi.
Salonun kapısına baktım, Mihri derin bir uykuya dalmıştı. Konuştuklarımızı duyması imkânsızdı. İçimde bir cesaret belirdi. “Kabul, oyun arkadaşım,” dedim hafif bir gülümsemeyle.
Korkut derin bir nefes verdi. “Sevdim bu tabiri,” dedi gözleriyle gülerek. “Sanırım sana karşılıksız bir şey yaptıramayacağım.”artık
.
"Bana tokat atan kişi... annemdi," dedim, sesim titreyerek. Dudaklarımın arasından çıkan her kelime, göğsümde yeni bir yara açıyordu. "Biraz tartıştık. Sonrasında kendini kontrol edemedi. Zor zamanlar geçiriyor… Tokat attı bana. İşte, normal bir durum."
Gözlerimi yere indirdim, ama bu hareket acımı gizlemeye yetmedi. Göğsümdeki o ağır yük beni ezip geçiyordu. "Sadece... sadece artık yetişkin bir insanım ve bu tokadı hazmedemedim. Abartılacak bir şey yok sonuçta," dedim, dudaklarım titreyerek. "Çocukluğumuzda... ben ve abim... fiziksel şiddeti fazlasıyla yaşadık. Ama ben... ben şanslı olanım. Abime göre daha az maruz kaldım. Belki de bu yüzden... bu yüzden hâlâ bu durumu normalleştirmem gerektiğini düşünüyorum."
Bir an sessizlik oldu. . "Bilmiyorum..." dedim, sesim kısık ve kırılgandı. "Etkilenmemem gerek. Normalleştirmem lazım. Ama..."
Boğazım düğümlendi, kelimelerim çıkmak istemedi
Ama vardı işte," dedim, gözlerimden kaçan birkaç damla yaşla birlikte. "Beni tokat atmadan da sevebilirdi. Sevmeliydi. Her şeyi kabullenmek zorunda olmak istemiyorum. Anneme ait hissetmek istemiyorum. Ve… ve annem gibi olmak da istemiyorum.
Korkut, gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmadı. Yüzündeki ifade... şefkat ve öfkenin ince bir çizgide buluştuğu o bakış... içimdeki duvarları daha da çatırdattı.
"Normal mi bu durum?" saklamaya çalıtığı öfkesi vardı .
. "Benim normalim işte," dedim, çaresiz bir teslimiyetle.
Ama o, geri adım atmadı. Ellerini nazikçe çeneme koydu, başımı kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. "Ürkek ceylan..." dedi, sesi hem yumuşak hem de kararlıydı. "Ruhun yaralanmış. Ve bu yaraları içinden söküp atmanın tek yolu konuşmak."
Bir an durdu, sanki kelimeleri seçmek ister gibi. "Anlat," dedi sonunda. "Hadi, devam et. Bütün o zehri dök. İçinde seni yavaş yavaş öldüren, o derin acıyı saklama. Anlat ki, o seni değil, sen onu tüket."
içimde sakladığım her şeyin dışarı çıkmak için çırpındığını hissettim.
"Abim, annem, ben, babam... Biz bir aile değildik, kelimeler ağızımdan dökülürken içimde bir yerlerin yeniden kanadığını hissettim. "Sadece bir ev vardı. Dört duvar... soğuk, beton bir yapı. Ama içinde aileye dair hiçbir şey yoktu."
Sesim çatallandı, duraksadım. Ama Korkut’un bakışları beni konuşmaya zorluyordu. Gözlerimin içine sabitlenmiş, sabırla bekliyordu. Derin bir nefes aldım, devam ettim.
"Biz hiç beraber vakit geçirmiyorduk," dedim, boğazımda biriken o keskin acıyı zorla yutarak. "Hep yalnızdık. Herkes kendi dünyasına hapsolmuştu. Annem zaten hep öfkeliydi, babam sessizdi... Ama öyle bir sessizlik ki, umursamaz bir sessizlik. Bir şey diyecek gibi olurdu, ama hiç demedi. O sessizlik beni hep daha da yalnızlaştırdı."
Gözlerim uzaklara daldı, anılar bir bir zihnimde belirdi. "Abim... O her şeyi daha ağır yaşıyordu. Şiddet, travmalar, bir çocuğun yaşamaması gereken ne varsa, hepsini... Zamanla daha az konuşmaya başladı. Artık sadece benimle konuşuyordu, o da bir şey istediğinde. Acıktığında... Bana, ‘Anneme söyler misin, açım. Sen söylersen kızmaz,’ derdi. Annem ona hep sinirlenirdi, ama ben söylersem bazen yemek verirdi. Belki de... Kendimi aç bırakıp cezalandırma alışkanlığım o günlerden kalmıştır. Bilmiyorum. O açtı, ben tok..."
Derin bir nefes aldım, ama bu nefes bile içimdeki ağırlığı hafifletmeye yetmiyordu. "Onun yükünü görebiliyordum, ama bir çocuktum. Ne yapabilirdim ki? Kendimi bile koruyamazken onu nasıl koruyabilirdim?"
Başımı önüme eğdim, sesim daha da alçaldı. "O evde sıcaklık yoktu, Korkut. Ne bir kahkaha, ne bir sevgi sözcüğü... Sadece mutsuzluk vardı. İnsanlar gün boyu işten koşarak evlerine gitmek ister ya, benim ayaklarım geri gidiyordu. Her gün aynı mutsuzluk. Akşam olunca kafamı yastığa koyduğumda hep kendime 'Yarın daha iyi olacak,' diyordum. Ama hiçbir şey daha iyi olmadı. Hep daha kötü oldu."
Gözlerimi Korkut’unkilere dikerek, içimde biriken son kelimeleri söyledim: "O ev, benim ruhumu öldürdü. Hayatımdaki en kötü duyguları, en büyük yaraları dışarıda, sokakta öğrenmedim. Hep o evde öğrendim. İnsanların en güvenli sığınağı olması gereken yer, benim için bir huzursuzluktu " -
Gözlerimden yaşlar süzülürken fısıldadım: "Biz bir aile değildik, Korkut. Sadece aynı evde yaşayan dört yalnız insandık."
abim bir tecavüz sonucu dünyaya geldi Gözlerim, odadaki boşluğa odaklandı. Korkut’un bakışlarını hissettim, ama bakamadım çünkü hazır değildim
“Annem abimi kabullenmedi,” . “Annem çok ağır bir şey yaşadı. Bir kadının yaşamaması gereken bir durumdu ama öfkesini yanlış yere yönlendirdi. Abimi kabullenmedi. Tüm acılarının sebebi abimdi.”
Gözlerim buğulandı, ama bir şekilde durmaya çalıştım. “Evde iki aile vardı ,abim, bir de annem. İkisi de beni sevdiğini söylüyordu, ama ikisinin sevgisi farklıydı. İkisinin arasında kaldım. Abim gerçekten seviyordu, ama annem... Annem sırf abim acı çeksin beni acımasızca çok sevdi
. Korkut’a bakarken, bir an için tüm duvarlarımı yıktım. “Nankör olduğumu söylüyor annem ama ben nankör değilim. Gerçek sevgiyi ayırt edebiliyorum.”
- devam et hadi ellerimi avuçlarınnın arasında sanki ısıtıyordu
"Biliyor musun," Kış aylarını hiç sevmem. Bu ay geldiğinde daha da kötüleşiyorum."
Korkut, sessizce bana baktı. Gözlerindeki merak karışık bir sabır vardı, ama kendini tutmaya çalıştığı her hâlinden belliydi. Hafifçe başını yana eğip, "Neden?" diye sordu.
Derin bir nefes aldım. Kelimeler dökülmeden önce boğazımda düğümlendi, ama o bekliyordu. Gözlerimi kısıp, istemeden geçmişe doğru bir yolculuğa çıktım.
biz küçükken .... derin nefes aldım
"Abim dışarıda kalırdı. Üşür, hasta olurdu. Ama karşı çıkamazdı anneme. Nasıl çıksın ki? Gidecek bir yeri mi vardı?"
Sözlerimle birlikte gözlerimin önüne o soğuk kış geceleri geldi. "Bir keresinde... Yılbaşıydı," . "O kadar mutluydum ki... Yeni yılı hevesle bekliyordum. Öğleden sonra yarım gün tatildi ,okuldan koşa koşa eve geldim. Sanıyordum ki, bu akşam hep birlikte oturup meyve yiyecek, saçma sapan bir yılbaşı programı izleyeceğiz, herkes gibi."
Duraksadım, boğazımda bir yumruyla. "Ama eve döndüğümde... annem yine sinirlenmişti. Yine bir şey bulmuştu. Abimi dövdü ve sonra onu kömürlüğün olduğu kısma kilitledi."
"Biz apartmanda yaşamıyorduk, evimiz müstakildi. Kömürlük soğuktu, karanlıktı... Annemin öfkesi yüzünden abim orada kilitliydi. Biz ise sıcacık evdeydik, üçümüz. Ama abim o soğuk kömürlükteydi."
Gözlerim dolmuştu, ama ağlamıyordum. O anılar zihnimde yeniden canlanıyordu, sanki o günleri tekrar yaşıyordum. Gözlerim bir noktada donup kalmıştı. "Kömürlüğün olduğu tarafa bakmam bile yasaktı," dedim, sesi titreyen bir çocuk gibi. "Annem ne zaman pencereye yaklaşsam hemen perdeyi çekip, 'Bakma oraya!' diye kızardı. Sanki oraya bakmam suçtu. Beni sustururdu. Ama..."
Bir an duraksadım, kelimeler boğazıma düğümlendi. "Yine de abim şanslıydı, biliyor musun? Çünkü kömürlükte kalmak, diğer cezalara göre çok daha iyiydi. En azından vücudu zarar görmezdi. . Bu bile bir lütuf gibiydi bizim için..."
Hafif bir gülümsemeyle devam ettim, o gülümsemenin ardında derin bir acı saklıydı. "Abim de seviyordu kömürlüğü. Bize göre orası onun güvenli alanıydı. Saçma tabii, ama işte... çocukça bir şekilde kendimizi avutuyorduk. Kendimizi avutmak dışında başka çaremiz yoktu."
. Gözlerimde biriken yaşları saklamak için başımı çevirdim, ama içimdeki o derin boşluk her
Sözlerim boğazımda düğümlenirken, içimdeki öfke ve acı aynı anda büyüyordu. "Bir şey yapamıyordum. Abimi savunmaya çalıştığımda cezası daha uzun sürüyordu. Daha fazla orada kalıyordu. Bir noktadan sonra... onu savunmaya bile korktum. Çünkü annem bizden itaat bekliyordu. Sanki ondan başka çaremiz yokmuş gibi... Bunu bize o kadar hissettirdi ki, gerçekten öyle sandık."
Korkut, sessizce beni dinliyordu. Gözlerimdeki acıyı fark edebiliyordu, eminim. Ama duramıyordum, anlatmaya devam ettim.
"Annem... annem bizi hep kendine bağımlı kıldı. Sanki o bizim tek dayanağımız, tek kurtarıcımızmış gibi... Ve bunu o kadar tekrar etti ki, biz de inandık. O bizi yaratmıştı, o canımızı yakabilirdi. Bu normaldi. Onun söyledikleri doğruydu. . Bir süre sonra... hem abim, hem ben... bu durumu normalleştirdik. büyüdük, ama büyüdüğümüzde annemin diğer annelerden farklı olduğunu fark ettiğimizde... çoktan bitmiştik. . geriye bizden hiç bir şey kalmadı
.Derin bir nefes aldım, gözlerimi kısa bir an kapattım. " ama ben inatçıyım biliyorsun illaki o yılbaşı kutlanacaktı gece herkes uyuduktan sonra sessizce kalktım. Dolaptan ne bulduysam... elma, mandalina, hepsini bir poşete doldurdum.anneme inat hepsini abimle birlikte yiyecektik plan buydu
Gizlice dışarı çıktım."
. Ellerim titremeye devam ederken, gözlerim bir noktada donmuştu.
“Abimi kömürlükte öylece oturmuştu,” “Üşüyordu. Sessizce yanına oturdum, öyle sessizdim ki, varlığımı fark etmedi bile. Ama elimdeki poşeti açıp, mandalinayı soyup zorla ona verdim. Elimden alıp yere fırlattı. Yine bir tane daha soydum, onu da yemedi. Onu da attı. Sonra, ilk kez o gün abimin gözlerinde çaresizliği gördüm.
. “Büyüdüğümde, bu evden gideceğim, ama söz, seni de alacağım yanıma O zaman beraber yılbaşı kutlayacağız,” demişti abim..
“Tabii, sabaha kadar abimin yanında kaldım. Önce inatçılık edip beni yanından kovdu, ‘Git buradan, üşürsün,’ dedi. Ama sonra pes etti. Ellerini omzuma koydu ve sessizce oturdu. O yılbaşına beraber girdik.”
Derin bir nefes aldım, boğazımdaki düğümü zorla yutarken. “O gece... Bir çocuk aklıyla, evden çakmak da çalmıştım. Kömürlükte abim ısınsın diye. Ama çakmağı kullanmamıştı. ‘Akılsız ’ diyerek beni azarladı, ‘Bizi yakacaksın demişti . Ama gözlerindeki o bakışı unutamıyorum. .”
Gözlerimde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. “O yılbaşı... O kadar güzeldi ki. Bana çocukluğumda en mutlu olduğun an deseler, düşünmeden o geceyi söylerdim.”
“Sonrasında... İkimiz de hastalandık. Yatak döşek günlerce hasta yattık. . Ama her anına değerdi
Korkut’un yüzüne baktım. Ama o sadece sessizce dinliyordu. Ben ise anlatmanın verdiği hafiflikle, özgürleşiyordum.
.
Korkut’un yüzünde bir hareketlenme oldu. Hafifçe gülümsedi, ama o gülüşte garip bir tanıdıklık vardı. "Lacivert bir çakmak mıydı?" diye sordu, yüzünde belli belirsiz bir ifade.
Şaşkınlıkla ona baktım. "Evet... Sen... Sen nereden biliyorsun?" dedim, kaşlarımı çatarak.
Korkut hafifçe başını salladı. Gözlerini kaçırmadan, alçak bir sesle konuşmaya başladı. "O çakmağı... Sigara içmek için Yıldırer’den izinsiz almıştım. Sonra kaybettim. Yıldırer deliye döndü. Askeriyede her yeri arattı. Bulana kadar bana huzur vermedi. Bir de..." Hafifçe gülümsedi, ama o gülüş acıyla karışıktı. "Biraz dayak da yedim."
burukça gülümsedim
Bir an ikimiz de sustuk. O lacivert çakmak, geçmişimizin kesiştiği noktadaydı
Korkut, sessizliğini bozmadan beni izlemeye devam etti, ama gözlerinde bir şeyler değişti, daha derin bir anlayış vardı. Ben, ağzımdan dökülen her kelimede, bir o kadar da içimdeki acıyı dışarıya atıyordum.
“Abim gerçekleri bilmiyordu, tecavüz sonucu dünayaya geldiğini. “Ben söylemedim, çünkü abimin ruhu o kadar yara almıştı ki, daha fazla darbe gelmesin istedim. Eğer abim öğrenmiş olsaydı, tüm suçu kendinde görecekti.o acıyla yaşamazdı zaten. İçine kapanıktı, ruhu yaralıydı, daha ne kadar dayanabilirdi?”. varsın beni kötü bilsin ama yeterki mutlu olsun o kadar mutlu olsun ki paramparça ailemizi hatırlamasın istedim belki akılsızcaydı ama onu daha fazla mutsuz edecek bir şey istemedim
"Annem bu durumu kullanmayı çok iyi biliyordu kelimeler boğazımda düğümlenirken. "Abimi benden uzaklaştırmak için sürekli vesveseler uydururdu. Onunla arama bir duvar örmek için elinden geleni yaptı. Her şeyde bir bahane bulur, abimi üzmek için kendine yeni yollar yaratırdı. Ben ise... Abimi o dokunuşlardan kurtarmak için savaştım. Ama... ama o hiçbir zaman bunu bilmedi yada bilmesini istemedim zaeten askerlik zor bir meslek birde annemle uğraşmasın aklı bende kalmasın umursamasın istedim
nefes almakta zorlandım. Gözlerimi Korkut’tan kaçırdım. "Kendimi ondan uzaklaştırdım... Ona annemiz gibi davrandım. Aptallık ettim! Sadece... sadece abimin daha fazla acı çekmesini istemedim. Onun yükünü hafifletmek istedim ama... olmadı. Bana kızgındı. ondan uzaklaştığım için... Bana kırgındı, biliyorum
Duraksadım, gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. "Ama ben onu asla...., asla sevmeyi bırakmadım. Keşke..." dedim, içimdeki pişmanlık öyle büyüktü ki kelimelerim tükendi. "Keşke ona bir kere bile olsa sevdiğimi söyleyebilseydim. Ama mümkün , değil mi? Artık çok geç."
Göğsümdeki o ağır acı tüm bedenimi ezmişti. Gözlerim doldu, başımı hafifçe salladım. "O, bu dünyadan erken gitti. Çünkü o çok iyi bir insandı, Korkut. Allah iyi insanları erken alırmış yanına daha fazla acı çekmesinler diye."
Derin bir nefes aldım, ama içimdeki acıyı dindiremiyordum. "Bazen Mihri'ye bakıyorum, içim yanıyor. Babasını fotoğraflardan tanıyor Onunla bir anısı yok. Dünyanın en iyi babası olabilecek adamla tek bir hatırası bile yok. Belin e ne kadar teşekkür etsem az abimi sevmiş ailemizi yapamdığını o yapmış sen ona arkadaş olmuşsun ....mutluymuş kötü anılarını unutmuş annemi ...babamı ve ....be.... beni de unutmuş o kadar mutluyum ki unutmuş işte
Kelimelerim hıçkırıklarla kesiliyordu. "Bazen Mihrin’in yanında duruyorum ya... acaba abimin ruhu rahatsız oluyor mudur diye düşünüyorum. Ya da beni suçluyor mudur? Ben..." Sözlerim güçlükle çıkıyordu dudaklarımdan, ama içimdeki yükü bir nebze olsun dışarı dökmek istiyordum. Gözlerimden süzülen yaşlar, yanaklarımı yakıyordu. "Bilmiyorum. Ama ne yaparsam yapayım, içimdeki o eksiklik, o pişmanlık asla geçmiyor. Sürekli rüyamda bana küskün bakıyor. Öyle bir bakış ki, ruhumu parçalıyor. Nefes alamıyorum, Korkut. Gece uyurken, kendi tükürüğümde boğuluyorum.
Bir anda sessizlik oldu. Derin, ağır bir sessizlik. Gözlerimi yere indirmiştim, ama Korkut’un üzerimdeki bakışlarını hissedebiliyordum. Sonra, o sessizliği bozan, o beklenmedik kelime geldi: "İğrenç."
Başımı hızla kaldırdım, şaşkınlık ve kırgınlıkla ona baktım. "Ne iğrenç, Korkut?"
Yüzünde hafif alaycı bir ifade vardı. Dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı. "Tükürüğünde boğuluyorsun, sümüklü böcek
O an, sinir ve şaşkınlık karışımı bir duygu sardı beni. "Sırf beni daha fazla sinirlendirmek için mi söylüyorsun bunu?" dedim, kaşlarımı çatarak. Ama gözlerine baktığımda bir şey fark ettim.
ı. Gözlerinin kenarları kırmızıydı. Hafifçe kanlanmış gözleri, üzldüğünün en büyük kanıtıydı
aslında beni ağlamaktan alıkoymak için kendince bir yol bulmaya çalıştığını anladım
- Biliyordun değil mi
çünkü şaşırmamıştı
- biliyordum seninle karşılaştıktan sonra merak etmiştim .abin senden hiç bahsetmedi bende kendi yöntemlerimle araştırdım gözlerini benden kaçırdı
abim beni yok etmişti zihninde susmuştum o da benimle susmuştu bu suskunluk hali ne kadar sürdü bilmiyorum ama korkutun sesi ile tekrar gözlerine baktım
kalbindeki acıyı iyileştiremeyeceğimi biliyorum ama elimden geldiğince, yaranın kabuk tutmasını sağlarım. İzi kalacak, ama kanamayacak."
Ağlamak yerine, derin bir nefes aldım.korkut Gözlerimdeki son yaşları sildikten sonra, bana dikkatle bakıyordu, yüzümdeki her değişimi izliyordu o kadar yakınlaştı ki, kalbim bir an için atmayı unuttu. Kendimi tamamen kaybedebilirdim, bu yakınlık beni çok fazla etkiliyordu.
"Konuyu değiştirmek istiyorum, Korkut," dedim
Korkut bir an duraksadı, sonra alaycı bir tonla cevap verdi: "Değiştir bakalım
."Şey... konuyu bulmaya çalışıyorum şu an,"
"Bul bakalım, seni bekliyorum," yüzünde bu durumdan zevk alıyormuş gibi bir ifade vardı
"Senin annen nasıl bir kadındı, yani o da seni döver miydi ?"
Annesinden bahsedince, Korkut’un yüzü samimi bir gülümsemeyle aydınlandı. Gözleri, geçmişteki hatıralara dalmış gibi görünüyordu; bir an için sanki orada, o anı yeniden yaşıyordu.
Koltukta iyice mayışmıştım, gözlerim yarı kapalıydı. Korkut, hafifçe eğilip diğer koltuğun üzerindeki battaniyeyi üzerime örttü. Sıcaklık yayıldı vücuduma; içimde bir huzur belirdi.
“Ablama ve bana her zaman iyi davranırdı,” . “Bazen şımarık olacağımızdan tedirgin olurdu ama yine de sevgisini fazlasıyla hissettirirdi.”
Korkut derin bir nefes aldı, yüzünde geçmişin izlerini taşıyan bir hüzün vardı. Gözlerini gözlerime dikerek yavaşça konuşmaya başladı. “Senin annemle çok benzer yönlerin var,”
“Gerçekten mi?” diye sordum,
"Evet," dedi Korkut, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi ama gözleri hala ciddiydi. “Konu bir çocuk olduğunda, onun gözleri başka bir şeyi görmezdi. Sen de öylesin. O da senin gibi her şeyi içine atardı, kimsenin kalbini kırmamak için.”
Buruk bir şekilde gülümsedim, sözleri o kadar güzeldi ki kendimi bu övgüye layık görmüyordum. "Annenle beni kıyaslama bence,Hayal kırıklığına uğrarsın."
Korkut başını yavaşça iki yana salladı. “. Annemin şefkati gibisin,” , sesindeki sıcaklık ruhuma işliyordu.
Sözleri içimde bir yerlere dokunmuştu, ama aynı zamanda derin bir rahatsızlık hissettim. Böyle bir övgüyü hak etmediğimi düşünüyordum. Kafamı öne eğip bir an düşündüm. Kelimeler dilimin ucunda dolandı, sonra başımı kaldırıp ona baktım. “Biraz daha anneni anlatır mısın? Tabii… canını acıtmayacaksa,” dedim, sesim neredeyse bir fısıltı kadar yavaş çıkmıştı.
Korkut’un yüzü bir an için gölgelerle kaplandı, sanki uzak bir anıya dalmış gibiydi. Derin bir nefes aldı, bakışları uzaklara kaydı. “Annem…” . “Annem, çok güçlü bir kadındı. Hayat ona bunu öğretti belki de... Zorluklarla nasıl başa çıkacağını, sessiz kalmayı, ama aynı zamanda sevdiklerini nasıl koruyacağını bilirdi. Ellerini saçımda hissettiğimde, her şeyin daha iyi olacağına inanırdım. O kadar güçlü hissederdim ki…”
Gözleri bir an parladı, ardından derin bir hüzünle doldu. “Ablam ve bana sınırsız bir sevgi verirdi. Kendi acılarını hiç belli etmezdi.
Söyledikleri içime işliyordu. Göğsümde bir ağırlık hissettim, bir yanım onun acısını paylaşmak isterken diğer yanım ne diyeceğimi bilemiyordu. “Onu özlüyorsun, değil mi?”
Korkut başını salladı, gözlerini bir an bile benden ayırmadı. “Evet,” dedi, dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. “Her gün özlüyorum. Ama artık özlemim biraz azaldı.”
Kaşlarımı çattım, sözlerinin devamını bekliyordum. “Çünkü, “bir kadında annemin şefkatini görüyorum artık ”
.
"Inatçıydı ama merak etme, senin kimse tahtından edemez, . “Beni o kadar güzel severdi ki, annemin sevgi dili çok başkaydı. Gülümsememi görmek için gözümden acıyı alırdı beni güldüren her şeyi çok severdi sanki onlara ruh veriirdi . Onun kalbi bizim evimizdi.”
Korkut’un annesini anlatırken, kendi annemi hatırlatıyordu ama bir eksiklik hissi belirmeye başladı. "Benim annemin kalbi yoktu," “Ben evsiz miydim yani?”
Hafiften mayışmıştım, odada sessizlik hâkimdi. Kendi düşüncelerimin ağırlığı altında eziliyordum. Derin bir nefes alarak, titreyen bir sesle konuşmaya başladım. “Kendimi çok tükenmiş hissediyorum,”
. “Her şey eksik kalıyor. Mihri için çok üzgünüm...”
sert bir ifadeyle bana baktı . “Bu senin suçun,”
İnanamayarak ona baktım. “Suçlu ben mi oluyorum?” diye sordum, sesim yükselmeye başlıyordu. “İnanılmaz. Destek oldun bana; şu an burada bu şekilde olmamın sebebi sensin!”
Korkut bir adım daha attı, gözlerindeki sinir belirginleşmişti. “Her şeyi tek başına yapmaya kalkarken kendini tükettin, Kardelen. Şimdi kolunu bile kıpırdatamıyorsun. Kendine bunu yapan sensin,” dedi.
Bana sinirle bakıyordu, yüzündeki ifadeyi çözmek zordu; öfke, endişe ve belki de hayal kırıklığı bir aradaydı. Ama bu durumun sebebini ikimiz de biliyorduk.
gözlerimi ona dikerek karşılık verdim, sesim titriyordu ama bu kez öfkeyle. “Bence konuyu kapatalım, Korkut. Neden böyle olduğumu ikimiz de gayet iyi biliyoruz,” dedim, sözlerim bir meydan okuma gibiydi.
, sanki başka bir şey söylemekten kendini alıkoyuyormuş gibi.
saatine baktı
“Benim gitmem gerek,” dedi Korkut, gözlerindeki duygusuz ifadeyle.
Başımı salladım
“Bir ihtiyacın olursa ara beni. Özlem’i akşam arayacağım; yemek yemediğini öğrenirsem…” dedi ama sözünü tamamlamasına izin vermedim.
“Korkut, ben çocuk muyum? Tamam, yiyeceğim. Git artık, kış kış kış!” dedim,
“Kardelen, ben tavuk muyum?” .
“Hayır, sen tavuk değilsin. Sen bir civcivsin sürekli peşimde dolaştığına göre, Korkut,” dedim, gülümsemeye çalışarak .
Korkut, bana umutsuz bir vakaymış gibi baktı.
- “İyileştiğinde tartışmamıza devam edeceğiz. Bu mesele burada kapanmadı hesap defterine yazdım.”
“O defteri yanında tut, hatta bir defter daha al. Ben durmayacağım çünkü…”
“Göreceğiz, Kardelen,” dedi
İçimde bir ürperti hissettim sonrasında vücüdumda bir ağırlaşma hisstim yorgundum
Korkut, hiç tereddüt etmeden beni tekrar kucağına aldı. İtiraz etmek istedim, ama içimde bir yer, buna direnmeyi çoktan bırakmıştı. Onun kollarında olmanın verdiği güven hissi, beni teslim olmaya zorluyordu. Çünkü kokusunu daha yakından alabiliyordum. O koku… beni garip bir şekilde sakinleştiriyordu. Çaktırmadan, bu anı sonsuza kadar hatırlamak istercesine kokusunu içime çektim. Ben iflah olmazdım.
Beni yatak odasına götürdü ve Mihrin’in yanına usulca uzandırdı. Bir süre Mihrin’in saçlarını okşadı. Parmaklarının hareketlerini izlerken, o kadar doğal davrandığını fark ettim ki, içimde istemsiz bir sıcaklık oluştu....acaba baba olsa.. düşüncelerimin kaydığı yönü fark edince hemen zihnimden o görüntüleri sildim imkansız hayaller kuramazdım
Bu görüntüye daha fazla dayanamayarak gözlerimi kapadım.
Ama bu huzur fazla uzun sürmedi. Halil İbrahim’in aramasıyla Korkut, aceleyle çıkmak zorunda kaldı. gitmeden önce , bana bir süre sessizce baktı. Bakışlarında çok şey vardı; belki bir veda, belki bir açıklama… ama kelimelerle dile getirilmemişti. Yalnızca gözleri konuşuyordu. Sanki benim ne söylemek istediğimi, ne hissettiğimi biliyormuş gibi.
Sonunda dayanamadım, sessizliği ben bozdum. “Korkut… yapma,”
Bir an durdu, kaşlarını kaldırarak bana döndü. “Neyi yapmamamı istiyorsun?”
Derin bir nefes aldım, içimdeki düğümü çözmeye çalışarak. “Kafamı karıştırma, bakışlarımı ondan kaçırmadan. “Uğraşma benimle, Korkut. Ben senin gibi değilim… güçlü değilim. Bana umut verme, çünkü sonra o umudu benden alırsan, ben ne yapacağımı bilemem.”
Kelimeler ağzımdan döküldüğünde, gözlerim yaşlarla dolmaya başlamıştı. Ama Korkut, söylediklerime aldırmadan bir adım daha attı. Yatağın kenarına yaklaştı, yavaşça eğildi ve gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu. “Kafanı karıştırmıyorum, Kardelen. Gayet netim aslında,”
Yutkundum, dudaklarım titreyerek yanıt verdim. “Korkut… bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. . Her şey o kadar bulanık ki… olanları adlandıramıyorum.”
Sözümü kesti, . "Kardelen, adını sen koyacaksın Sana açık olduğumu düşünüyorum."
Söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Sadece bakıştık. Onun bakışlarında, benim söylemeye cesaret edemediğim her şey vardı. Ve sonra, hiçbir şey söylemeden geri çekildi, kapıyı ardında sessizce kapatarak çıktı. Ama o bakışlar… zihnimde uzun süre kalacaktı.
Garip bir şekilde hafiflemiş hissediyordum. Özlem’den başka kimseye anlatmamıştım. Kimseye güvenmemiştim, kimse beni dinleyecek ya da anlayacak gibi gelmemişti. Ama Korkut… o sadece dinlememişti ....anlamıştı.
Başımı yastığa koyduğumda yüzümde bir gülümseme belirdi. Anlaşılmak… Ve hissettiğin acının bir başkası tarafından görülmesi, kabul edilmesi… Bu, çok güzel bir histi.
Gözlerim yavaşça kapanırken içimde bir huzur vardı. İlk defa, çok uzun zamandan sonra, her şeyin yoluna girebileceğine dair bir umut belirmişti.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
80.29k Okunma |
3.57k Oy |
0 Takip |
56 Bölümlü Kitap |