51. Bölüm

ACI VERMEK

Berfu
morzamiku

 

 

 

 

Belin ve Yıldırer

 

İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek.İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek,onu yaşatmak,ona fırsat vermek.

 

Sayfa 204

 

Görünmez KentlerItalo Calvino

 

-------------------------------------------------------------------------
Belin derin bir nefes aldı, gözlerini kapatarak kendine gelmeye çalıştı. Kardelen haklıydı, güçlü olmalıydı, ama zihni sürekli geçmişin hayaletlerine takılıp kalıyordu. bir anne olarak yetersizlik hissi ağır bir yük gibi göğsüne oturmuştu. Dudakları istemsizce titriyordu. Birazdan Mihri’yi görecekti. Bu düşünce bile karnına bir sancı gibi oturuyordu. Onu annesiz bıraktığı için büyük bir utanç duyuyordu. Kendi elleriyle kızını yalnızlığa mahkûm etmişti. , Yıldırer’in sesini zihninde duyuyordu: "Seni asla affetmeyeceğim Nasıl bu kadar kendini kaybetmişti? Nasıl bu hale gelmişti?

 

O sırada kapı hafifçe aralandı ve küçük bir beden içeriye adım attı. Mihri... Çekingen adımlarla ilerliyordu. Sanki bir yabancının yanına gidiyor gibiydi. Oysa o, onun kızıydı. Ama bu mesafe, bu tedirginlik... Kalbini kırıyordu. Mihri gözlerini yere dikmiş, bir elini elbisesinin eteğinde buruşturuyordu. Belin, kendi kalbinin attığını duyabiliyordu. Boğazına düğümlenen kelimeleri zorlukla iterek konuştu:

 

"Anne..." dedi Mihri, sesi ince ve çekingen.

 

"Kızım," dedi Belin, sesi çatallaşmıştı. Dizlerinin üzerine çökerek kollarını açtı. Mihri tereddütle yaklaştı ve sonunda annesine sıkıca sarıldı. O an zaman durmuştu. Belin, kızının küçücük bedenini göğsüne bastırırken gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

 

"Beni bıraktın," dedi Mihri, sarılmayı bırakmadan. Sesi ince bir sitemle doluydu.

 

"Hayır, bırakmadım seni," dedi Belin, ama kendi sesi bile inandırıcı değildi.

 

"Yalan söylüyorsun. Hem babam hem de sen beni bıraktınız,"
"Canımın içi... Öyle olur mu hiç? Seni bırakmadım. Asla bırakmam," dedi Belin, sesi çatallaştı. Ama Mihri, başını annesinin göğsünden kaldırarak gözlerinin içine baktı.
seninle neden kalmıyorum," dedi, dudaklarını bükerek.

 

Belin derin bir nefes aldı, gözyaşlarını silmeye çalıştı. "Burası sana uygun bir yer değil, güzelim," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı.

 

Mihri küçük kollarını göğsünde kavuşturdu. "O zaman ben gelemiyorsam, sen gel, anne," dedi ısrarla.

 

Bu sözler Belin’in içinde bir şeyleri harekete geçirmişti. Kararını o an verdi. Güçlü olacaktı. İyileşecekti. Kızı için her şeyi yapacaktı.

 

"Tamam," dedi Belin, kızının yüzüne bakarak. "Sana söz veriyorum, geleceğim. İyileşeceğim. Çok çabuk iyileşeceğim. Sonra birlikte istediğin her yere gideriz, olur mu?"

 

Mihri annesinin gözlerine baktı, sanki yalan söylüyor mu diye kontrol eder gibi. Ama annesinin sesindeki kararlılık onu biraz yumuşatmıştı. "Yalan mı?" diye sordu, şüpheyle.

 

"Hayır, yalan değil. Söz veriyorum," dedi Belin, küçük kızın alnına bir öpücük kondurarak.

 

Tam o sırada doktor içeri girdi. "Belin Hanım, ilaç saati," dedi, şaşkın bir ifadeyle. Belin başını hafifçe salladı. Doktor, Belin’in ilk defa ilaçlarını kendi isteğiyle kabul ettiğini fark etmişti. Şaşkınlıkla bir an durdu, sonra şırıngayı hazırladı.

 

Belin kolunu uzatırken Mihrin, doktorun ne yaptığını anlamaya çalışıyordu. Doktor iğneyi yaptıktan sonra küçük kıza dönüp hafifçe gülümsedi. "Annesine çok benziyor," diye düşündü içinden. Mihri o kadar şirindi ki, onu izlemek bile keyif veriyordu. Anne ve kızı yalnız bırakmaya karar vererek odadan çıktı.

 

Belin ilaç sayesinde biraz rahatlamıştı. Gözlerini kızına dikti. "Kızım, neden bana bu kadar uzak duruyorsun? Annen kokunu unuttu. Gelmeyecek misin yanıma?"

 

Mihri tereddütle bir adım attı. Sonra yavaş ama emin bir şekilde annesine yaklaştı. Belin, kızını kollarına aldı, küçük ellerini tuttu ve saçlarını kokladı. Yüzündeki her detayı öptü. "Sen olmazsan ben ne yaparım, yavrum?" dedi, sesi titriyordu.

 

"Anne! Yanağım tükürük oldu!" diye bağırdı Mihri

 

"Aa! Annenden iğreniyor musun yoksa?" diye takıldı Belin, gözlerinde bir gülümsemeyle.

 

"Hayır! Ben de seni öpeceğim!" dedi Mihri, annesinin yüzüne minik öpücükler kondururken.

 

Belin bir kahkaha attı. "Benden başka kimseyi böyle öpme, kıskanırım."

 

"Anne, Kardelen’i de böyle öpüyorum," dedi Mihri, masum bir ifadeyle.

 

"Öyle mi? Kardelen’i seviyor musun?" diye sordu Belin, kızını biraz daha sıkı kucaklayarak.

 

"Çok seviyorum. Dayım da onu çok seviyor. Hatta kucağında taşıyor," dedi Mihri neşeyle.

 

Belin’in yüzündeki ifade dondu. "Dayın çok mu seviyor Kardelen’i?" diye sordu, alttan alta bir şeyleri anlamaya çalışarak.

 

Mihri kafasını salladı. "Evet, Özlem bana dedi ki..."

 

"Özlem kim, kızım?" diye sordu Belin, dikkatle.

 

"Kardelen’in arkadaşı. Saçları cadı gibi," dedi Mihri, gülerek.

 

"Eee? Ne dedi Özlem sana?" diye üsteledi Belin, artık nefesini tutuyordu.

 

"Özlem dedi ki, dayım abayı yakmış. O ne demek, anne?"

 

İçinde bir volkan kaynamaya başladı. "Korkut! O ne yapıyor? Şimdi de Kardelen mi? Yapamaz! O kıza bunu yapamaz!" diye düşündü. Ama sakin kalmalıydı. Kızının yanında öfkesini belli edemezdi.

 

"Anne, bana kızdın mı?" diye sordu Mihrin, annesinin yüzündeki ifadeyi fark ederek.

 

"Hayır, meleğim. Sana asla kızmam," dedi Belin, yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirerek.
"Dayın Kardelen’i hiç öptü mü?" diye sordu, sesini olabildiğince sakin tutarak.
amacı ilişkilerinin boyutunu öğrenmekti gerekirse korkut la konuşacaktı bu ilişkinin oluru yoktu gözünde

 

"Hıhı, öptü. Böyle," dedi Mihri, annesinin alnını öptü ve saçlarını geriye attı. "Sonra da böyle yaptı,"

 

Belin, Mihri’nin söylediklerini duyduğunda donup kaldı.
"Anne, dayım ile Kardelen evlensin mi? Bebekleri olsun," dedi Mihrin, annesinin gözlerinin içine bakarak.

 

Belin’in kaşları istemsizce çatıldı. "Kızım, ne bebeği?" diye sordu, sesini olabildiğince sakin tutmaya çalışarak.

 

arkadaş istiyorum," dedi Mihri, yüzünde saf bir gülümsemeyle.
"İnşallah düşündüğüm şey olmuyordur,"* diye geçirdi içinden. Korkut’un böyle bir şeye kalkışmış olma ihtimali bile onu çileden çıkarmıştı.

 

"Anne, lütfen! Sen söyle, arkadaşım olsun

 

Belin, kızının yalnızlığından mı üzülmeliydi, yoksa aptal kardeşinin en son âşık olması gereken kişiye ilgi duymasından mı? Kafasında sorular birbirini kovalıyordu. Yıllar önce Korkut’u, çevresindeki uygun arkadaşlarıyla tanıştırmak için çabalamıştı ama kardeşi hiçbirini istememişti. Şimdi ise kendisinden yedi yaş küçük biriyle ilgileniyor olması... Üstelik bu kişi, Yıldırer’in kız kardeşiydi!. Kardelen’i seviyordu, çünkü Belin’in en zor zamanlarında onun yavrusuna bakmış, annelik yapmıştı. Belin, Kardelen’in kalbinin kırılmasına kıyamazdı. Bu ilişkiye engel olmalıydı. Eğer kardelen geçmişi öğrenirse .....ah korkut kıza nasıl yaklaşırsın senin sevmeye hakkın var mı ki

 


"Anne, anne! Ne olur arkadaş yapsınlar bana
"Meleğim, sus bakalım," dedi Belin, kızının saçlarını okşayarak. "Onlar sana arkadaş yapmazlar."

 

"Neden ki?" Kardelen anne olacak. Dayım da baba olacak, benim arkadaşım olacak beni arkadaşım yok ki okuldakileri sevmiyorum ona kendi elbiselerimi ve oyuncaklarımı vereceğim birlikte oyun oynayacağız dayımda bizi istediğimiz yere götür
"Kes şunu, Mihri," diye bağırdı istemsizce. Sesi bir an için sert çıkmıştı.

 

Mihri’nin dudakları titremeye başladı, gözleri dolmuştu. "Ama anne..." diye mırıldandı, kırılmıştı.

 

Belin, pişmanlıkla doldu. Kendine lanetler etmeye başladı.
"Özür dilerim, meleğim," dedi Belin, hemen Mihri’nin küçücük ellerini avuçlarının içine alarak. "Beni affet, güzel kızım. Seni üzmek istemedim."

 

Mihri, titreyen sesiyle, "Anne, bana kızdın," dedi. Gözyaşlarını inatla silmeye çalışıyordu, dudakları büzülmüştü.

 

"Hayır, meleğim. Sana kızmadım," dedi Belin, yüreği sıkışarak. "Bir daha asla böyle yapmam. Söz veriyorum. Beni affeder misin, güzel kızım?"

 

Mihri yüzü biraz yumuşadı. Ufak bir gülümseme belirdi. "Affettim, güzel anneciğim," .

 

"Anne, kucak istiyorum," diye ekledi, kollarını kocaman açarak.

 

Belin, gözleri dolarak onu sıkıca kucakladı. Mihrin, annesinin göğsüne yaslandı, başını onun kalp atışlarını duyabileceği kadar yaklaştırdı. Küçük elleriyle annesinin boynundaki kolyeyi kavrayarak oynadı.

 

"Anne, bu kolye çok güzel," dedi, hayranlıkla.

 

"Bu babanın , biliyor musun?" dedi Belin, hafif bir hüzünle.

 

"Anne, o zaman benim olsun," diye yanıtladı Mihrin, saf bir mutlulukla. "Babam bana hediye hiç hediye vermedi çünkü beni sevmiyordu, değil mi?"

 

Belin, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Hayır, güzelim. Baban seni çok severdi ama o zaman sen küçücük bir nohut tanesiydin. seni bilmiyordu ki Henüz seni kucağına alamadan gitti."

 

"Nohut mu?" dedi Mihri , şaşkın bir şekilde bakarak.
Belin, kızının şaşkın ifadesine bakıp istemsizce gülümsedi. "Evet, sen minik nohutsun

 

"Anne, nohut değilim! Ben bir insanım!" diye itiraz etti
Belin gülümseyerek, "Hayır, sen benim küçük nohutumsun," dedi ve bir anda kızının karnını gıdıklamaya başladı.

 

"Anne, dur! Yapma!" diye kıkırdadı Mihri, kendini kurtarmaya çalışırken. Ama Belin, bu fırsatı kaçırmadı ve kızının karnını öperek, "Aaa, bakayım senin göbeğin mi var? Yoksa benim tombul nohudum kilo mu aldı? Ne yiyorsun sen evde, bakalım?" diye takıldı.

 

Mihrin, gülmekten nefes nefese, "Anne, yeter artık!" dedi. Ama Belin devam etti, "Söyle bakayım, küçük nohutum, ne yiyorsun da böyle tatlı oluyorsun?"

 

Mihri sonunda derin bir nefes alıp cevapladı, "Kardelen bana sebze çorbası yapıyor ve brokoli yediriyor. İğrenç!" diye burun kıvırdı.

 

"Sebze çorbası mı? Brokoli mi?" diye şaşırdı Belin, bir yandan kahkahasını gizlemeye çalışarak. "Demek Kardelen sana sebze çorbası yapıyor mihri asla yemezdi
kardelene gidip sarılmamak için kendini zor tuttu. İçindeki minnettarlık büyüdü, ama aynı zamanda suçluluk duygusu da onu daha çok sarstı.

 

sevgiyle baktı kızına , içinden derin bir nefes alarak, "Meleğim, senin için iyileşeceğim," dedi usulca. "Sana layık bir anne olacağım, söz veriyorum."

 


Mihri, annesinin yüzündeki ciddiyeti fark ettiği an, kollarını boynuna doladı. Küçük elleri, Belin’in omzunda sımsıkı kenetlendi. Belin, kızını kucaklayarak gözlerini kapadı. Yorgundu, hem ruhen hem bedenen... ama küçük kızı için dimdik ayakta durmaya çalışıyordu.
Tam o sırada kapı açıldı. İçeri giren Korkut’tu. Onu görünce Belin’in omuzları hafifçe düştü, derin bir nefes aldı. Bu nefes, içinde biriken öfkeyi mi bastırıyordu yoksa bir teslimiyet miydi, belli değildi. Yine de Mihri’ye dönerek sakin bir sesle konuştu:
“Güzelim…”
Ama Mihri, dayısının geldiğini anladığında yüzü buruştu. Küçük bir çocuk bile bu vedaların ne anlama geldiğini öğreniyordu zamanla. Daha sıkı sarıldı annesine, gözleri dolmuştu.
“Anne, ben burada kalacağım. Gitmek istemiyorum!”
Belin’in yüzündeki sakin maske çatırdadı, ama yine de yumuşak bir sesle kızını teselli etmeye çalıştı:
“Meleğim, ama konuşmuştuk. Dayın seni eve götürecek. Ben de biraz dinleneceğim, tamam mı?”
Korkut, Belin’in sesindeki titremeyi fark etti. Bir şeyler söylemek ister gibiydi ama sustu. Onun yerine harekete geçti. Sessizce Mihri’yi Belin’in kucağından aldı.
“Hayır, anne ” diye ağlamaya başladı Mihri, küçük elleri dayısının gömleğini tutarken.
Korkut, kızın saçlarını okşayarak yumuşak bir sesle konuştu. Ama bu kelimeler, Korkut için ne kadar kolay görünse de boğazında düğümlenmiş gibiydi:
“Boncuğum, sakin ol. Annen yakında gelecek, söz veriyorum. Böyle yapma, tamam mı?”
Mihri, gözyaşları arasında Korkut’a yalvardı:
“Dayı, ne olur on dakika daha kalayım annemin yanında…”
Bu küçük çocuğun gözyaşlarına direnmek mümkün değildi. Korkut, gözlerini kısarak ablasına kısa bir bakış attı, ardından Mihri’yi tekrar yere bıraktı.
“Tamam, meleğim . Hadi, bir süre daha annenle kal,” dedi usulca.
Mihri, hemen koşarak annesine sarıldı. Belin, onu kollarıyla sardı ama bu seferki kucaklaması daha sarsıntılıydı. Ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu.
Korkut, sandalyeye oturmuş, sessizce onları izliyordu. Bakışları ablasının üzerindeydi, ama Belin, göz teması kurmamakta ısrarlıydı. Aralarındaki sessizlikte öfke, görünmez bir duvar gibi duruyordu...
“Anne, şarkı söyle bana,” dedi Mihrin yorgun bir sesle, gözlerini annesinin yüzüne dikerek. Belin bir an duraksadı. Dudakları titriyordu ama kızının isteğini geri çeviremezdi. Derin bir nefes alarak mırıldanmaya başladı:
Dağlar ardında bir orman varmış
Dağlar ardında bir orman varmış…”
. Korkut, Belin’in sesindeki hüzne kulak kabarttı.
“Orda bütün hayvanlar,
Mutlu yaşarmış,
Orda bütün hayvanlar,
Mutlu yaşarmış…”
Mihrin, şarkıya eşlik eder gibi dudaklarını kıpırdatıyordu ama sesi duyulmuyordu. Göz kapakları ağırlaşmıştı, minicik bedeni yorgun düşmüştü. Belin, kızının başını okşarken şarkıya devam etti:
“Bir insan gelmiş,
Çok da zalimmiş,
Bir insan gelmiş,
Çok da zalimmiş…”
. Belin’in sesi çatallaşmıştı ama yine de devam etti:
“Vurmuş bir bir onları,
Kesmiş ormanı,
Vurmuş bir bir onları,
Kesmiş ormanı…”
Mihri’nin başı annesinin dizine yaslanırken derin bir nefes aldı. Göz kapakları kapanmaya başlamıştı. Korkut, kolundaki saate baktı Belin, son dizeleri fısıltıyla bitirdi:
“Yağmur yağmamış,
Güneş doğmamış,

O zalimin sonunu gören olmamış...”
Mihri’nin nefesi yavaşlamış, uykuya teslim olmuştu . Korkut, ablasının gözlerine bakmak istedi ama Belin, başını çevirdi. Yine suskunluk kazandı. . Sessizce ilerleyip, ablasının kucağından onu aldı. Mihrin, rüyaya dalmak üzereyken, Korkut’un kollarında güvenli bir huzura bırakmıştı kendini.
Tam odadan çıkacakken Belin’in soğuk, sesi ile durdu
“Sana son sözüm, Korkut. Kardelen’e yaklaşma.”
Korkut’un adımları durdu. Kalbi bir an tekledi sanki. Arkasını dönmedi, cevap da vermedi. Ama bu sessizlik Belin’i daha da öfkelendirdi.
“Demek doğru,” diye fısıldadı Belin, sesi zehirli bir alayla doluydu. “Ona her şeyi anlattın mı?”
Korkut derin bir nefes aldı, kendini zor tutuyordu. “Kes şunu, Belin,.” dedi, sesi alçak ama tehditkârdı.
Belin, öyle bir kahkaha attı .
“Anlatmadın değil mi? Ama ben anlatacağım!” dedi Belin, gözlerini kısarak. “O kıza her şeyi söyleyeceğim. Kim olduğunu, ne yaptığını… Beni mahvettiğin gibi onu da mahvedeceksin!”
Korkut’un yüzündeki karanlık gölge daha da derinleşti. “Sesini kes dedim sana!” diye tekrar etti, dişlerini sıkarak. Ama Belin, onun bu sert duruşunu alaya alıyordu.
“Kesmiyorum!” diye bağırdı Belin. “Ne oldu, ha? Tedirginsin. Çünkü ne kadar iğrenç bir insan olduğunu öğrenecek ve senden ölümüne nefret edecek! Tıpkı benim gibi Yıldırer asla ihanet etmedi o vatanı için canını verirdi o hain değildi ama sen inandığın doğrulardan vazgeçmedin mahvettin aptalca inadın yüzünden ben sevdiğim adamı kaybettim biliyor musun yıldırer i artık rüyamda göremiyorum özlemek için artık fotoğraflarına bakmıyorum en acısı da ne biliyor musun ben onun sesini unutmaya başladım korkut ben onu unutuyorum
- Belin yapma şartlar ...
Belin sözünü kesti
- şartlar ,kurallar senin bu kurallarını yüzünden her şey berbat oldu sevdiğim adam kızımızı varlığını hissetmeden ...şehit oldu şimdi bana pişmanlığını gösterme her şey senin suçun sen nefretimi hak ediyorsun sadece ben mi senden nefret ediyorum timdeki silah arkadaşların da senden nefret ediyor çünkü her şey senin suçun Alparslan bile senden nefret ediyor ama yine de yanında çünkü yalnız kalma diye sırf kendine zarar verme diye yanında Alparslan sana inanmıyor korkut
- kalbini kırmak istemiyorum kapa şu çeneni bilmediğin konular hakkında konuşma
Kalbimi kırmak istemiyorsun, öyle mi? Sen benim kalbimi çoktan öldürdün, Korkut! Ama sana bir şey söyleyeyim… Kardelen senden ölümüne nefret edecek. Sen de o nefretle bir ömür boyu yaşayacaksın. Benim gibi… Her anını mutsuzlukla geçireceksin!”
Belin’in sözleri, Korkut’un içinde ince bir sızı gibi yayıldı. Tüm duyguları, tıpkı bir kuruyan yaprak gibi çatırdayıp yok oldu. kalbindeki yeşeren duygular sanki sonbaharda kalmış gibiydi Belin haklıydı belki de ama yine de kalbindeki duyguları hükmedemiyordu artık her şey hükümsüzdü çünkü kalbi artık ona emrediyor gibiydi
“ “Hastasın. Kendine gel.
Belin’in dudaklarından acı bir gülümseme süzüldü. “Sessizliğin, suçluluğunu kanıtlıyor. Sen de biliyorsun gitmeliydin .... ama sen buna yapamayacak kadar zayıfsın
Korkut bir adım geriledi. Gözleri Mihri’ye kaydı. Küçük kız, bu odada olmaması gereken şeylere şahit olmuş gibi kollarını dayısının omzuna sıkıca sarıyordu.
“Bu konuyu konuşmayacağız. Mihri burada,”
Ama Belin pes etmeyecekti. Korkut bunu biliyordu. Mihri ise gözlerini yavaşça araladı seslerden dolayı uyanmıştı
Mihri , gözyaşlarına boğulmuştu. Küçük sesi titriyordu:
“Dayı, anneme kızma! Ne olur…”
Korkut hemen sakinleşmeye çalıştı. “Tamam, boncuğum, sakin ol. Kimse kimseye kızmıyor. Konuşuyoruz sadece,” dedi, onun saçlarını okşayarak.
Ama Belin’in elleri titriyordu. Yüzü solgun, gözleri kızarmıştı. Korkut, Mihri’yi sandalyeye oturtarak yüzünü ona döndü.
“Mihrim, güzelim, dışarıda biraz bekler misin?”

 

“Hayır, anneme bir şey olacak!” diye bağırdı Mihri, yerinden kıpırdamadan.
“Söz veriyorum, annen iyi olacak. Merak etme. Şimdi çık ve beni dışarıda bekle, tamam mı?”
“Hayır! Anneme kızacaksın!”
“Kızmayacağım, Mihri. Anneni seviyorum. sadece konuşacağım, tamam mı?”
Mihri şüpheli gözlerle ona baktı, ama Korkut eğilip Mihri’nin gözlerine bir öpücük kondurdu. “Annene asla zarar vermem, bana inan.”
Sonra kapıya yöneldi ve arkasına dönüp, “Şimdi kapının önüne geç ve 500’e kadar say beni bekle
Mihri sonunda başını salladı ve kapıya doğru ilerledi.

Mihrin nihayet odadan çıkarken, Belin’in titremeleri daha da belirginleşmişti. Yatağın kenarındaki elleri istemsizce hareket ediyor, dudakları ise sessizce titriyordu. Korkut, ablasının bu hâlini izlerken yutkunmakta zorlandı. Derin bir nefes aldı ve yavaşça ona doğru yaklaştı.
Belin, yaklaşan adımları hissedince irkildi. Gözleri, korkuyla kardeşine kilitlendi. Çaresizce geri çekilmeye çalıştı ama bedeninin güçsüzlüğü, onu yerinden kıpırdatamadı. Korkut, ellerini uzatıp onun soğuk, titreyen ellerini tuttu. Parmakları, Belin’in ince bileklerini kavrarken, gözlerinde hem suçluluk hem de acı vardı.
Yatağın başucundaki düğmeye basarken Belin’in çatlak sesi duyuldu:
“Kardelen… senden iğrenecek...”
Korkut bir an duraksadı. Yüzündeki ifade, bu sözlerin ağırlığıyla daha da karardı. Gözlerini Belin’in yüzünden ayırmadan, sert ama çatallı bir sesle karşılık verdi:
“Kes lan! Kes şu sesini! Görmüyor musun, acı çekiyorum duraksadı korkut sadece tek bir şey çıktı dudaklarından

 

ölüyorum abla
Belin’in bedeni bu sözlerle daha da sarsıldı. Ancak ağlamaktan kurumuş gözlerinden tek bir damla yaş bile akmıyordu. Nefesi kesik kesikti, ama yine de konuştu:
“Halimi görüyor musun? Şu hâlime bak! Beni neye dönüştürdüğünü görüyor musun, Korkut? Benden bir hayat çaldın. Kendine bir hayat kurarken, benimkini mahvettin. Kızım senin yanında büyüyor, benim yanımda değil! Ve ben… buradayım. Daha kötü ne olabilir ki?”
Korkut’un kalbi bu sözlerle bir kez daha kırıldı. Derin bir nefes aldı ve alçak bir sesle konuştu:
“Abla…”

 

Belin, gözlerini sıkıca kapattı. Derin bir nefes aldı ama içindeki yangın hiç hafiflemedi. Göğsüne oturan ağırlık, yıllardır taşıdığı acının ta kendisiydi. Parmakları istemsizce yumruk oldu, tırnakları avuçlarına geçti. Sonra gözlerini açtı.
Korkut’un gözlerinin içine baktı.
"Her şeyi anlat, Korkut." Sesi titriyordu ama kararlıydı. "Yıllardır sustun. Sadece senin anlatmanı bekledim. Hadi, anlat! Şimdi tam zamanı!"
Korkut derin bir nefes aldı ama göğsü tam dolmadı, sanki aldığı nefesin bile yükü fazlaydı. Başını hafifçe eğdi, dudaklarını araladı ama kelimeler çıkmadı. Sonunda, yorgun bir şekilde konuştu:
"Anlatacak ne kaldı ki, Belin?" dedi, sesi neredeyse bir fısıltıydı. "Onu sana getiremedikten sonra… hiçbir şeyin önemi yok."
Belin’in yüzü aniden sertleşti. Kaşları çatıldı, dudaklarını sıkıca kapattı.
"Korkut," dedi, sesi daha da derinden geldi, içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordu. "Senden nefret etmek zor biliyor musun?"
Korkut gözlerini Belin’e kaldırdı. Acıyı, pişmanlığı, kendine duyduğu öfkeyi açıkça görebiliyordu. O an, Belin’in kalbini nasıl bir enkaza çevirdiğini bir kez daha anladı. Ama… o bunu çoktan biliyordu.
Başını hafifçe salladı, gözleri yeniden yere düştü. "Biliyorum," dedi. "Sana öyle bir acı verdim ki… benden nefret ederken bile yine sen acı çekiyorsun."
Belin, içinde yükselen duygularla başa çıkamıyordu artık. Elleri titremeye başlamıştı, nefesi düzensizleşmişti.
"Sen... nasıl..." Sözcükleri toparlayamıyordu. Öfkesiyle pişmanlığı birbirine karışıyordu.
Korkut derin bir nefes aldı, ama o nefes boğazına düğümlendi. Dudakları titredi. Yutkundu.
Sonunda, neredeyse duyulamayacak bir fısıltıyla konuştu:
"Abla… ben… ben aşık oldum."
Belin’in gözleri kısıldı, yüzündeki ifade anında değişti. Şaşkınlık, hayal kırıklığı, öfke… Hepsi bir anda gelip geçti. Gözlerinin içinde bir yerlerde donup kalan acı, bu sözlerle daha da derinleşti.
- Belin’in içindeki öfke, korku ve çaresizlik bir araya gelmişti. Korkut’un söyledikleri, yıllardır beklediği cevapla birlikte, sanki bir yıkım gibi üzerini kapladı. Gözleri dolmuştu, ama hala direniyordu. Korkut’un söyledikleri, en çok ona acı veren şeydi. Şimdi… ona aşık olmanın ne kadar yanlış olduğunu anlatmak istiyordu.
"Aşık olduğun kişi yanlış," dedi Belin, sesindeki titremenin farkında bile olmadan. "Aşık olamazsın! En azından onun hayatını mahvetme!"
Korkut, Belin’in gözlerindeki acıyı gördü. Sözleri kalbine saplandı ama bir an bile geri adım atmadı. "Abla… gözleri çok güzel," dedi, fısıldar gibi, ama hiç de kayıtsız değildi.

 

- yanlış Korkut gözlerine bakma

 

- Abla onun yanında zaman hızlı geçiyor

 

- Belin tekrarladı kelimelerini

 

- yanlış korkut onun yanında tek bir saniye geçirmemen gerekiyor ondan mahrum kalmalısın

 

- istemiyorum ondan mahrum kalmak istemiyorum ilk defa bencil olmak istiyorum eğer bir gün gidersem onu da götüreceğim

 

- Belin alayla baktı

 

-İkimizde biliyoruz yapamayacağını çünkü seni seçmeyecek

 

- Anlamıyorsun Belin
Belin’in yüzü asıldı. "Ona zarar vereceksin , Korkut." Sesi çıkmakta zorlansa da, her kelime bir hançer gibi saplanıyordu. "Kalbini geri dönülemez derecede acıtırsın."
Korkut, Belin’in her sözünü içindeki fırtına ile birlikte içti. Ama bu kez gözlerini ondan kaçırmadı. Dudakları titrerken, ama bir o kadar da kararlı, her kelimesinde duyduğu acıyı belirginleştirerek, gözlerini Belin’in içine işledi:
"Acıtmam … çünkü onun kalbine geri dönülemez derecede aşığım."
Ve artık her şeyin çok geç olduğunu biliyordu. Belin bu sözleri duyar duymaz güldü. Acı dolu, boğuk bir kahkaha. Gülüşü, gözyaşlarına karışırken sesi hırıltılı bir şekilde yükseldi:
“Aşık mı oldun? Kardelen senden nefret edecek, Korkut. Nefret etmesine ne kadar zaman kaldı, farkında mısın?”
Korkut’un nefesi daralmıştı. Başını kaldırıp tekrar Belin’e baktı:
“Abla, beni dinle…”
Ama Belin, Korkut’un sözünü kesti.
“İnkar etme, Korkut. Kardelen senden nefret edecek. Nefret etmesini sadece erteliyorsun. Ama biliyorsun ki, bu kaçınılmaz.”
Korkut’un gözleri doldu. Yutkunmaya çalıştı, ama boğazına düğümlenen kelimeler sadece daha büyük bir yük gibi hissettirdi. Sesindeki hüzün belirginleşti:
“Özür dilerim, Belin… Keşke… keşke o gün ben ölseydim. Her gece bunu düşünüyorum. Eğer o gün ben yaşamasaydım, her şey daha farklı olurdu. Belki sen, belki herkes daha mutlu olurdu…”
Belin bir an için sessiz kaldı. Gözleri Korkut’un gözlerine kilitlenmişti. Sanki söylemek istediklerini tartmak istiyor gibiydi. Ama sonunda kelimeler, ince bir sızıyla döküldü dudaklarından:
“Korkut… lütfen… bir daha gelme. Seni gördüğümde her şey tekrar canlanıyor. Geçmiş… o karanlık anlar… her şey. Midem bulanıyor. Senin yüzünden iyileşemiyorum. Beni rahat bırak! Eğer Mihri’nin annesiz kalmasını istemiyorsan, lütfen, bu kez gerçekten git. Yoksa senin varlığın beni tamamen yok edecek.”
Korkut başını öne eğdi. Ellerini ablasının ellerinden çekti ve yavaşça geri adım attı. Gözleri dolmuştu, ama ağlamadı. Sadece derin bir nefes aldı ve alçak bir sesle konuştu:
“Tamam. İstediğin olacak. Birkaç ay içinde temelli gideceğim. Seni bu değersiz varlığımdan kurtaracağım. Ama ne olur… iyileş, abla. Mihri seni bekliyor. Onun güçlü bir anneye ihtiyacı var.”
Belin’in Gözleri doldu ama sessiz kaldı. Korkut’un yüzüne baktı, ama kelimeler boğazında düğümlendi.
Tam o sırada Belin’in nefesi sıklaştı. Bedeni bir kez daha titremeye başladı. Korkut, paniğe kapılmış bir hâlde doktorlara seslendi. Doktorlar odaya girdiğinde, Korkut kenara çekildi. Belin, o an gözlerini kapatmadan önce Korkut’a baktı. Acı dolu bir sesle sadece bir kelime fısıldadı:
“Git…”

 


Korkut, derin bir nefes aldı ve konuşmaya çalışırken sesi titriyordu. Gözlerini yere indirdi, elleri hâlâ Belin’in zayıf ve soğuk ellerini tutuyordu.
“İyi ki benim ablamsın, Belin… Seni çok seviyorum. İyileştiğinde, Mihrin için çok iyi bir anne olacağını biliyorum. O büyüdüğünde… beni unutursa… en azından hatırlat olur mu ?”
Her kelimesinde tarifsiz bir pişmanlık, çaresizlik ve sevgi hissediliyordu. Belin, Korkut’un bu sözleriyle bir anlığına durdu. Nefesi hızlanıyordu, gözleri boşluğa dalmıştı. Ancak o sessizlik fazla uzun sürmedi. Bedeni, sanki içine sığmayan acılardan kurtulmaya çalışıyormuş gibi titremeye başladı.
Belin’in sesi titriyor, öfke ile acı arasında gidip geliyordu. Yüzündeki kırgınlık her kelimesine yansıyordu.
“Ka… Kardelen’den de uzak duracaksın,” dedi, gözlerini Korkut’unkilerden kaçırarak.
Korkut derin bir nefes aldı. Sanki içinde biriken tüm yükü hafifletmek ister gibi omuzlarını düşürdü. Sesi alçak ve itiraf doluydu.
“Kısa bir mutluluk istiyorum, merak etme, onunla asla olmayacağımı biliyorum. Bu mümkün değil, ama… Mihri ve Kardelen’in yanında, sadece bir süre, bir an için de olsa kalmak istiyorum. Sonra, senin istediğin gibi giderim. Korkut gider, Belin mutlu olur .... ve bende kardeleni unuturum elbet
Belin sadece baktı.
Dudakları kıpırdadı ama hiçbir kelime çıkmadı. Kalbi sıkışıyordu, ama öfkesi yerini yavaş yavaş başka bir duyguya bırakıyordu. Yavaşça başını eğdi, nefesi hızlanmıştı.
Krizin eşiğindeydi; gözleri karardı, ellerini istemsizce sıkıyordu. Tüm acılarını, tüm pişmanlıklarını bir kenara bırakmak istediği bir an yaşadı. İçinde bastırdığı bir his, onu yıllar öncesine götürdü. Ona baktığında, karşısında geçmişin izlerini taşıyan küçük erkek kardeşini görüyordu. O masum, her şeyden habersiz Korkut’u. Ama bir yandan da, bugünkü Korkut vardı… tüm yanlışları, hataları ve pişmanlıklarıyla.
Elleri titrerken, kendini toparlamaya çalıştı. Ama bu sefer başaramadı. Gözlerini sıkıca yumdu, ve bir an için, her şeyi unutarak Korkut’a sarılmayı düşündü. Ama yapamadı. Çünkü her ne kadar içindeki sevgi ona yol gösterse de, geçmişin acıları bir duvar gibi aralarında duruyordu.
Korkut, onun bu hâlini sessizce izliyordu. Belin’in nefes alışlarının sıklaştığını fark etti. Bir adım daha atacak cesareti yoktu; çünkü onun yanında durmanın Belin’e daha fazla acı verdiğini biliyordu. Yine de, içinde beliren bir umut kırıntısıyla bir kez daha konuştu:
“İyileşeceksin, abla. Biliyorum… Hem Mihri’ hem de kendin için. Ama ben… senden sadece biraz zaman istiyorum. Sonra her şey istediğin gibi olacak.”
Belin, gözlerinden süzülen yaşları durduramıyordu. Ama Korkut’un yüzüne bir kez daha bakınca, her şeyden önce onun hâlâ kardeşi olduğunu hissetti.

 

Kriz kapıdaydı; bunu hem Korkut hem de Belin hissediyordu. . Korkut’un gözleri, Belin’in yüzüne odaklandı. Onun çatılmış kaşlarını, ellerini istemsizce sıkıp açışını izlerken, kalbinde ağır bir baskı hissetti. Parmakları farkında olmadan yumruk olmuştu. Kalbinde bir ağrı, boğazında bir düğüm vardı.
Belin, gözlerini karşıdaki boş duvara dikmiş, dalgınca bir şeyler mırıldanıyordu.
“Annem… nasıl? Hâlâ… hâlâ ayrı eve çıktığım için babamla tartışıyorlar mı?”
Bu soru Korkut’un göğsüne bir hançer gibi saplandı.
Onlar öldü, abla, sen acından her şeyi unuttun diyemedi . Dili lal olmuştu.
Belin, Korkut’un yüzündeki ifadeyi fark etti. Gözleri dolmuştu, çenesi titriyordu; Bu hali Belin’in yüreğinde bir korku uyandırdı. “Korkut? Bir şey mi oldu?” diye sordu.
Korkut başını kaldırdı ama Belin’e bakamıyordu. Göz göze gelmek, bir duvarın ardında sakladığı gerçeği anında ele verecekti. Ona yalan söyleyemezdi, bu kardeşine ihanet olurdu. Ama gerçeği söylemek... Bu, Korkut için imkânsızdı. Dilinin ucuna gelen kelimeler, bir zehir gibi ruhunu yakıyordu. Onları söylemek, dünyayı tamamen yerle bir etmek gibiydi.
“Onlar iyi…” dedi sonunda. Sesi kısılmış, içindeki yankıyı boğmaya çalışıyordu. “Tartışmıyorlar artık. Hatta… artık annemiz pek konuşmuyor babamda annemizi hiç yanından ayrılmıyor ”
Belin’in kaşları çatıldı, yüzüne düşen merak ifadesi Korkut’un yüreğine hançer gibi saplandı. Gözlerini kaçırdı, bir adım geriye çekildi. Söyleyemediklerini içinden tekrarlıyordu:
Çünkü annemiz sonsuza dek sustu. Babam da... O da onun yanından ayrılmıyor artık. Mezarları yan yana. Artık ebediyen birlikteler ...
Belin, Korkut’un gözlerindeki ıstırabı gördü. Kaçamak bakışlarından, titreyen ellerinden her şeyin yolunda olmadığını anlamıştı. Dudaklarını araladı, bir şey sormak istedi ama kelimeler boğazında düğümlendi. Korkut’un söyleyemediği hakikatin ağırlığına rağmen gülümsedi. Önce dudakları kıpırdadı, sonra omuzları sarsıldı. İncecik bir kahkaha gibi başlayan ses, bir anda hıçkırıklara dönüştü. Gözlerinden yaşlar akarken bir yandan nedensizce gülüyor, bir yandan da kontrolsüz bir şekilde ağlıyordu.
“Belin…” dedi Korkut, elini uzatıp ona dokunmak istedi ama yapamadı. Sözleri tükenmişti, sadece kardeşinin gözyaşlarını izleyebiliyordu.

 

O sırada kapı aniden açıldı ve doktorlar odaya girdiler. Korkut, Belin’in ellerini yavaşça bırakarak kenara çekildi. Derin bir nefes alarak odanın diğer köşesine gitti. Doktorlar, Belin’in durumunu kontrol etmeye başladıklarında, Belin’in öfkesi bir kez daha patladı.
“Beni kontrol altına mı aldırıyorsun, Korkut?!” diye bağırmaya çalıştı. Ancak sesi, titreyen bir fısıltıya dönüştü. Sözleri güçsüz ve boğuktu, ama içinde biriken öfke her kelimeden taşarak yayılıyordu.
Doktorlar sakinleştirici iğneyi yapmak için hazırlanırken Belin, her kelimesine biraz daha acı katarak küfürler savurmaya başladı. Ama sesindeki güçsüzlük, onun gerçek hâlini ele veriyordu. Çaresizlik… acı… ve tükenmişlik.
Korkut, duvara yaslanmış bir şekilde onu izliyordu. Elleri yumruk olmuş, gözleri dolmuştu. Ama bir adım bile atmadı. Çünkü biliyordu; ne yaparsa yapsın, ablasının bu acısını azaltamayacaktı. İçindeki boşluk daha da büyürken, sessizce kendi kendine fısıldadı:
“Belin… keşke… keşke her şey farklı olabilseydi.”

 

.Korkut, gözlerini sıkıca kapattı. Mihri’nin dışarıda beklediğini hatırlayınca, hızla toparlanarak odadan çıktı.
“Dayı, anneme ne oldu? Neden uyudu ki?” diye sordu Mihri korkuyla dolu gözlerle ona bakarak.
Korkut diz çöküp Mihri’yi kucağına aldı. e, “Güzelim, annen yorgundu. Biraz dinlenmesi gerekiyor. Merak etme, iyileşecek,” dedi. Ama yüzündeki sertlik hâlâ tam geçmemişti. Öfkesini içinde tutmaya çalışıyordu. Mihri kucağındayken kendini zor sakinleştiriyordu. Bir an önce klinikten çıkmak, bu boğucu yerden kurtulmak istiyordu.

 

🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿

 

Kardelen
Şu an arabada ölüm sessizliği hâkimdi. Korkut, o her zamanki gibi suskun ve dalgındı, ama bu kez sessizliği farklıydı . Sanki içinde fırtınalar kopuyor, ama ben o fırtınalara ulaşamıyordum. Kafedeki o adam gitmiş, yerine başka bir yabancı gelmişti.
“İyi misin?” diye sordum. Sesim, istemeden de olsa hafifçe titremişti.
“Değilim,” dedi, bakışlarını yoldan hiç ayırmadan.
“İyi olman için ne yapabilirim? Belki bir şeyler yaparsam, daha iyi hissedersin…” dedim. Yardım etmek istiyordum; bugün klinikteki tükenmiş hâlini görmüştüm ve o hali beni perişan etmişti. Ama ona nasıl yardım edebileceğimi bilmiyordum.
Korkut hafifçe güldü, ama bu bir tebessüm değildi; içinde acı saklayan, kırık dökük bir sesti. “Bir ölüyü diriltmen kadar imkânsız, iyi olmam,” dedi.
Konuşmaya devam etmemi istemediği belliydi, ama bu sessizlik de bir tür ceza gibiydi. Yutkundum. “Ne oldu?” diye sormak istedim, ama kelimeler dilimin ucunda düğümlendi.
Belin... Belin’le mi ilgiliydi bu hâli? Mihrin kucağımda kıpırdanarak derin bir nefes aldı ve uyumaya devam etti. Bir an cesaretimi topladım. “Belin’le alakalı bir durum mu?” diye sordum. “Eğer istersen, onu daha iyi bir kliniğe yatırabiliriz. Daha fazla destek alabilir.”
Korkut’un yüzündeki ifade bir an bile değişmedi. Sesi soğuk, keskin ve duygusuzdu. “Daha iyisi yok,” dedi. “En iyi yer burası.”
O sırada arabayla kırmızı ışığı fark etmeden geçti. Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu, nefesim sıkıştı. Gözlerimi korkuyla ona çevirdim.
“Korkut, iyi misin? Neden durmadın?” dedim panikle.
Ama cevap vermedi. Gözleri yola bakıyordu, ama belli ki aklı çok başka bir yerdeydi. Sanki orada, yanımda değildi; başka bir gerçeklikte, başka bir acının pençesindeydi. Sonunda eve vardığımızda, durduk. Ama ikimiz de hareket etmiyorduk.
“Bir süre yokum buralarda,” dedi aniden. “Mihri sana emanet.”
İçim burkuldu. “Bir süre derken ne kadar?” diye sordum.
“İki-üç hafta,” omuz silkerek. “İşlerim var.” dedi
Ne işleri? Nereye gidecekti?
“Ne işi?” diye sordum, sesimdeki endişeyi bastıramayarak.
“Senin bilmen gerekmeyen bir iş,” dedi alaycı bir gülümsemeyle.
Sinirlenmiştim. “Tamam, anladık,” dedim, kucağımdaki Mihri’yi sıkıca kavrayarak. “Sen ve şu anlaşılmaz işlerin.”
Arabadan ineceğim sırada bir an duraksadım. İçimde bir şey beni tutuyordu, söylemek istediğim sözlerin ağırlığı dilimin ucunda asılıydı. Sonunda dayanamadım ve ona döndüm.
“Dikkat et, olur mu? Ve… çabuk gel. Mihri seni özler,”
Korkut’un bakışları hâlâ önümdeki boş yola kilitlenmişti. Cevap vermedi. Gözlerini benden kaçırıyordu, ama ben onun gözlerime bakmasını istiyordum. Çünkü o bana baktığında, içimdeki yalnızlık bir anlığına siliniyor, kalbimdeki boşluk doluyor gibi hissediyordum.
Derin bir nefes alıp Mihri’yi kucağıma aldım ve apartmana doğru yürüdüm. Arkama dönüp bakmaya cesaretim yoktu; çünkü onun hâlâ orada olduğunu hareketsiz bir şekilde beni izlediğini görmek istemiyordum.
Kapıyı anahtarla açıp içeri girdim. Mihri’yi odasına götürdüm ve yavaşça yatağına yatırdım. Bugün çok ağlamıştı; gözleri hâlâ kızarıktı, yüzündeki o masum ifade ise sanki daha da hüzünlüydü. Eğildim ve saçlarını nazikçe okşadım.
“Senin ağlamaman gerekiyor, yavru kuş,” diye fısıldadım. Her zaman gözlerin ıslak olmak zorunda değil, tamam mı?”
Tam o sırada kapı çaldı. Özlem olmalıydı
. Derin bir nefes alarak kapıya yöneldim ve açtım.
Ama karşımdaki kişi Özlem değildi. Karşımda Korkut vardı.
Bir an afalladım. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. Sadece yüzüne baktım; o da bana. Gözlerinde o aynı donukluk vardı,
Sonra, aniden, bir kelime bile etmeden bana sarıldı.
Bu beklenmedik hareket karşısında kalakaldım. Kolları güçlüydü ama aynı zamanda öyle bir çaresizlikle sarılmıştı ki, sanki hayatta tutunacak başka hiçbir şeyi kalmamış gibi hissettiriyordu. Bir şeyler söylemek istedim, ama dudaklarım titredi. Onun kalp atışlarını hissederken, sessizlik her şeyi anlatıyordu.
Sımsıkı sarıldı. Sessizdi,
. Ellerim istemsizce titredi; ona karşılık veremedim. Kollarımı kaldırmak istedim, ama yapamadım. Çünkü bu sarılma beni mutlu etmemişti. Hayır, aksine, bu bir tür veda sarılmasıydı. Kalbimdeki kelebekleri ağlatan bir sarılma...
Hiçbir şey söylemedi. . Sadece sessizliği dinledim.
Sonunda geri çekildi. Gözleri yine benimkilerden kaçıyordu. Onun bu hali beni paramparça ediyordu.
“Ben de Mihri’yi çok özleyeceğim,”
Bir şey söylememe izin vermeden, arkasını döndü ve uzaklaştı.
Kapıyı kapattım. Kalbim, nedenini bile bilmediğim bir acıyla sızlıyordu. Gözlerim doldu, yanaklarımdan yaşlar süzülmeye başladı. Ağlamak istiyordum, ama bunun bile tam bir anlamı yok gibiydi.
Çok yalnızdım. Korkut buradayken acılarımı unutuyordum, sanki onun varlığı her şeyi daha dayanılır kılıyordu. Ama o gittiğinde… her şey geri geliyordu. Acılarım, kayıplarım, yalnızlığım.
Ona bağlanmıştım. Gözyaşlarımın başka bir açıklaması yoktu.
Ben çoktan bir şeylerin adını koymuştum. Ama korkuyordum. Çünkü bir kez daha kaybetmekten, bir kez daha paramparça olmaktan deli gibi korkuyordum. İçimde bir fırtına kopuyordu. Belki de asıl korkum, sevmenin sorumluluğuydu. Çünkü birini seversem, yanlış severim, onu incitirim diye endişeleniyordum.
Abimden sonra birine sevgiyle bağlanmak bana hep karmaşık gelmişti. Sevgi bana uzak, hatta tehlikeli bir şey gibi görünüyordu. Ama Korkut… O abim değildi. O başka biriydi. Sevdiğim adamdı. Delicesine sevdiğim adamdı.
. Onu sevmek güzeldi, ama aynı zamanda beni tüketiyordu. Kendi duygularımın altında eziliyordum. Çünkü bu sevgiyi nasıl taşıyacağımı bilmiyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Tek dileğim, bu duyguların bir enkazın altında kalmamasıydı. Umuyordum ki, bizi paramparça etmeyecek kadar güçlü bir bağ kurabilirdik. Ama ya olmazsa? Ya bu sevgi de elimden kayıp giderse? Ama ne olursa olsun, onu sevdiğim gerçeğini değiştiremezdim. Seviyordum. onu delicesine seviyordum. odama gidip yatağa uzandım mihrinin saçlarını okşarken Yatakta sırt üstü uzanmış, telefonumu göğsümde tutuyordum. Korkut’un bana gönderdiği listeden bir şarkı açtım. O gün, o an, neden bilmiyorum ama bu şarkılar bağımlılık yapmıştı.
Kulaklıkları taktım, gözlerimi tavana diktim.
"Bir şafaktan bir şafağa
Bir akşamdan bir akşama
'Merhaba' demeden daha
Bu gitmeler gitmek değil
…"
İçimde, adını koyamadığım bir şeyler kıpırdandı. . Kalbimin atışlarını hissettim.
Kulağımı yastığa yasladım, gözlerimi kapattım. Şarkının içime dolmasına izin verdim.
"Eğil salkım, söğüt eğil
Bu benimki sevda değil
Eğil yağmur, rüzgâr eğil
Bu benimki sevda değil…"
Sanki ses, zihnimde yankılanıyor, kalbimi acıtıyordu.

Korkut'un sesi zihnimde belirdi. Hoşuma gitmişti. Fazlasıyla.
Ama kaçamadığım bir şey vardı.
Korkut’un sesi.
Şarkının içinde bile vardı sanki.
Gözlerimi açtım. Odanın tavanına baktım, gri tonları O anda, sanki Korkut burada olsaydı, "Kardelen, yine düşünüyorsun," derdi.
Ve ben inkâr ederdim.
Ama o inanmazdı.
Şarkı devam ediyordu.
"Bu benimki sevda değil…"
Öyle miydi gerçekten?

 

🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿🌿
Sabahın soğuğu iliklerine kadar işliyordu. Eğitim kampının toprak kokusu rutubetle karışmış, her nefeste ciğerleri yakıyordu. Gökyüzü hâlâ gri, güneş ise dağların ardında bir gölge gibi saklanıyordu. Korkut’un nefesi hızlanmıştı. Yumruklarını sıkarak karşısında duran adama bakıyordu.

 

Yıldırer, dimdik bir duruşla, soğukkanlılıkla Korkut’u süzüyordu. Askeri üniforması omuzlarına tam oturmuştu, yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Ciddiyeti bir duvar gibi hissediliyordu. Korkut onun karşısında hep biraz tedirgin olurdu, ama bu tedirginlik içten içe onu daha da hırslandırıyordu.

 

"Haydi, Korkut," dedi Yıldırer. Sesi kararlı ve sakin, ama bir o kadar da buyurgandı. "Ayağını yanlış koyuyorsun. Dengeyi kaybedersen düşmanına bir saniyede yenilirsin."

 

Korkut, yüzündeki inatçı ifadeyi koruyarak ayağını düzeltti. “Dengemi kontrol edebilirim,” dedi, alttan almayı reddedercesine.

 

Yıldırer kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Kontrol edebiliyorsan göster bakalım.
Korkut, hızla ileri atıldı. Yumruğunu sıkıca savurdu, ancak Yıldırer, yılların verdiği tecrübeyle bu saldırıyı kolayca savuşturdu. Bir hareketle Korkut’un yere serdi. Korkut, sırtını yere vururken dişlerini sıkıp içinden küfretti.

 

"Ne dedim sana?" dedi Yıldırer, ona doğru eğilip elini uzatarak. "Ayağını sağlam yere koymazsan dengede kalmazsın
Korkut, Yıldırer’in elini tutup kalkarken dişlerini sıkarak gülümsedi. “Biraz insaf etsen diyorum. Öldürmeye mi çalışıyorsun?”

 

Yıldırer, hafifçe alaycı bir şekilde başını iki yana salladı. “Düşman karşında insaflı olmayacak, Korkut. Hayatta kalmak istiyorsan, canının acımasına alışacaksın. Daha sert ol. Şimdi bir daha dene.”

 

Korkut derin bir nefes aldı, yumruklarını sıktı ve bu sefer daha dikkatli bir şekilde Yıldırer’in etrafında döndü. Hızını ve hareketlerini kontrol etmeye çalışarak bir açığını bulmaya uğraşıyordu. Ama Yıldırer, karşısında bir duvar gibiydi. Ne bir tereddüt ne de bir açık bırakıyordu.

 

Bir an, Korkut’un yumruğu hızla hedefe ulaşıyor gibi göründü, ama Yıldırer son anda hafifçe geri adım atarak darbeden kaçındı.
"Fena değil," dedi, başını hafifçe sallayarak. "Ama yine de yeterince hızlı değilsin. Sadece kas değil, akıl da kullanman gerek. Rakibini okumayı öğren."

 

Korkut, alnından akan teri koluyla silerken homurdandı. "Bir gün seni yere sereceğim, göreceksin."

 

Yıldırer, bu sözlere kısa bir kahkaha attı. “O günü sabırsızlıkla bekliyorum. Ama o güne kadar her düştüğünde neden düştüğünü öğrenmeye çalış.
Yıldırer, bir adım geri çekilip Korkut’u baştan aşağı süzdü. “Şimdi dinlen. Çünkü bu işin asıl zor kısmı daha başlamadı.”

 

Antrenmanın ardından ikisi de yere çökmüş, yorgun bir halde nefeslerini toparlamaya çalışıyordu. Yıldırer’in yüzü her zamanki gibi ciddi ve ifadesizdi, ama Korkut, onun da yorgunluktan tükenmek üzere olduğunu anlayabiliyordu.
Korkut kaşlarını çattı, Yıldırer’in ne kadar takıntılı biri olduğunu biliyordu ama bu kez durum farklıydı. Ellerini dizlerine koyup doğruldu. “Operasyonda yaptığın şeyi delilikti Yıldırer. Kuara’nın kardeşini vurdun.”

 

Yıldırer bu sözler üzerine sessiz kaldı. Gözleri bir an Korkut’unkilerle buluştu, ama yüzünden bir duygu okunamıyordu. Yavaşça yerden doğrulup ayağa kalktı. Üzerindeki tozu silkerken, sakin ama keskin bir sesle konuştu. “Evet. Ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım. Şimdi bana ahlak dersi vermeye mi geldin?”

 

Korkut, dişlerini sıkarak ona yaklaştı. “Yıldırer, o adam bir mafya liderinin kardeşiydi. Kuara’nın başımıza bela olacağını biliyorsun. İntikam alacaktır ”

 

Yıldırer, Korkut’un bu sözlerine aldırış etmiyormuş gibi omuz silkti.
Korkut, bu umursamaz tavır karşısında delirecek gibi oldu. “Kuara gibi adamlar hiçbir şeyi unutmaz! O adamın adı sadece Bulgar mafyasında değil, Avrupa’da bile korkuyla anılıyor. Seni takıntı haline getirirse, sadece senin değil, hepimizin başı derde girer.”

 

Yıldırer, Korkut’un bu çıkışına alaycı bir şekilde gülümsedi. “O adamı öldürmek benim işimdi, Korkut. Onun yaşamasına izin verseydim, bu işte masum kimse kalmazdı. Gözlerimin önünde çocukları öldürdüler. sen benden ne yapmamı bekliyordun düşünsene o çocuklarda biri bizim çocuklarımız olabilirdi aileleri kayıp çocukları ararken o şerefsiz organlarını alıp zenginlere satıyordu daha çocuklar üzerinde yaptıklarını sayayım mı fazla mı ileri gittim sence
. “Haklı olabilirsin. Ama kontrolsüz öfke seni bir gün yanlış zamanda yanlış kişiye karşı savunmasız bırakır.”

 

Yıldırer, Korkut’a doğru bir adım attı ve gözlerinin içine baktı. “Korkut, bana ders vermeye çalışıyorsun ama anlamıyorsun. Bizim gibi adamların yeri ya savaş meydanıdır ya da mezar. Ve ben, mezara gitmeden önce ne yapmam gerekiyorsa yaparım.”

 

Korkut, derin bir nefes alıp elini saçlarının arasından geçirdi. “Senin için endişeleniyorum, Yıldırer.

 

Belki haklısın, Korkut. Ama o gün gelene kadar beni durdurabilecek birini tanımıyorum. Sen de dahil.”
yorgun bedenlerini dik tutmaya çalışarak operasyon odasına doğru ilerlediler. Koridorlar sessizdi, sadece askeri botların yankılanan sesleri duyuluyordu. Operasyon odası, üssün en korunaklı bölgesindeydi. Kapılarına yerleştirilen kart okuyucular, biyometrik tarayıcılar ve kameralar her zaman kontrol ediliyordu

 

Yıldırer kapıyı itip içeri girdiğinde, . Odadaki herkes ciddiyetle monitörlere bakıyor, haritaları inceliyor ve raporları değerlendiriyordu. Ortada geniş bir masa vardı; masa üzerinde Balkanlar'ın, özellikle Bulgaristan sınırının ayrıntılı bir haritası seriliyordu. Haritanın üzerinde çeşitli kırmızı işaretler ve koordinatlar yer alıyordu.

 

Korkut, Yıldırer’in hemen ardından odaya girdi. Başlarında, gözleri keskin ve bakışları ağır olan komutanları Haluk albay vardı.
""Oturun başlayalım. Size vereceğim bilgiler oldukça hassas."

 

Yıldırer ve Korkut sandalyelere otururken, odanın diğer ucundaki ekrandan bir görüntü açıldı. Görüntüde bir liman vardı. Lojistik konteynerler, kamyonlar ve çalışanlar… Ama dikkat çeken nokta, limanın güvenlik kameralarında tespit edilen bir isimdi. Kuara.

 

Albay haluk , pointer kalemle ekrandaki bir adamı işaret etti. “Bu adamı tanıyorsunuz. Kuara. Bulgaristan’da, özellikle çocuk kaçakçılığı ve yasa dışı organ ticaretinde başı çeken bir mafya lideri. Kardeşiyle ilgili son operasyonumuzda ağır bir darbe yedi ve şu anda çıldırmış durumda. Hem size hem de birliğimize yönelik bir tehdit oluşturuyor.”

 

Korkut, yerinde hafifçe kıpırdandı. “Kardeşini kaybettiği için intikam peşinde olacak. Yıldırer’in adını çoktan kara listeye almıştır.”

 

Yıldırer, Albayın gösterdiği görüntüye odaklanmıştı. Kuara’nın limanda bir grup adamla konuştuğunu görüyordu. Suratında küçümseyici bir ifade belirdi. “Tehdit oluşturması önemli değil. Eğer ortaya çıkarsa, işini bitiririz. Daha önce yaptık, yine yaparız.”

 

Haluk Albay , Yıldırer’in bu tepkisine hafifçe kaşlarını kaldırarak cevap verdi. “Bu sefer işimiz o kadar kolay olmayabilir, Yıldırer. Kuara, Avrupa’daki diğer mafyalarla ittifak kurmaya başladı. Özellikle çocukları hedef alması onu daha tehlikeli kılıyor. Onu durdurmazsak, bu kirli işlerde kullanacağı masum insanların sayısı katlanarak artacak.”

 

Korkut masanın üzerinden eğilip haritaya baktı. “Plan nedir, Albay?”

 

Haluk , masanın etrafındakilere bir bakış attı ve ardından konuşmaya başladı. “Yıldırer, bu operasyonda sınır dışı bir göreve gidiyorsun. Bulgaristan’da, Kuara’nın liman operasyonunu sabote edeceksin. Ancak bu kez yalnız çalışmayacaksın. Sadece hedefi ortadan kaldırmak değil, aynı zamanda elimizdeki tüm bilgileri toplamak da görevlerin arasında.”

 

Yıldırer’in yüzü ciddileşti. “Yalnız çalışmaya alışkınım

 

Haluk albay , sert bir ifadeyle Yıldırer’e döndü. “Bu bir seçenek değil, Yıldırer. Bu görev çok daha büyük bir organizasyonu çökertmek için. Ekibin senin arkanda olacak, ama yine de lider sensin.”

 

Odada bulunan diğer askerler sessizce emirleri dinliyordu. Duvarlardaki ekranlarda limanın çeşitli açıdan çekilmiş fotoğrafları, araç hareketleri ve potansiyel hedefler gözüküyordu. Harita üzerindeki kırmızı noktalar, Kuara’nın adamlarının bulunduğu bölgeleri işaret ediyordu.

 

Korkut, bu noktada sessiz kalamadı. “dikkatli olmalısın. Kuara, bir avcı gibi çalışır. Seni hedef alacağına eminim.”

 

Yıldırer, Korkut’un bu sözlerini umursamaz bir gülümsemeyle karşıladı. “Beni avlamaya çalışırsa, kendi mezarını kazmış olur.”

 

Haluk albay , bu sözlerin ardından konuşmaya devam etti. “Bu operasyonda temel öncelik hedefi ortadan kaldırmak değil, bilgileri toplamak Ancak işler ters giderse, Kuara’yı yok etmek için gerekli önlemleri alacaksınız.”

 

Operasyon odasında bir süre daha sessizlik hakim oldu. Ardından Haluk Albay , toplantıyı bitirircesine cümlelerini tamamladı. “Hazırlıklarınızı yapın. Yarın gece, operasyon başlıyor.”

 

Yıldırer, kısa bir süre duraksadı. Korkut’un sözleri üzerinde düşünüyormuş gibi bir hali vardı, ama yüzü yine ifadesizdi. “Merak etme, Korkut. Kuara’nın oyununa düşen ben olmayacağım. Ama düşecek biri varsa, o kesinlikle o olacak.”

 


Korkut, dosyayı hızla gözden geçirirken bir yandan da Yıldırer’in tepkilerini izliyordu. Yıldırer, sakin ama keskin bir şekilde belgeleri inceliyordu. “Kuara’nın nerede olduğu kesin mi?” diye sordu.

 

Albay haluk başını salladı. “Evet. Şu anda sınırın Bulgaristan tarafındaki bir çiftlik evinde saklanıyor. Uydu görüntüleriyle onaylandı. Ancak çevresi ağır silahlarla korunuyor. İçeride ise çocukları rehin tutuyor olabilir. Bu yüzden operasyon hassasiyet gerektiriyor.”

 

Korkut kaşlarını çattı, haritaya daha dikkatlice bakmaya başladı. “Peki, içerideki rehineler... Onlara zarar gelmeden bu işi halletmek mümkün mü?”

 

Yıldırer, haritayı incelerken bir elini çenesine götürdü. “Bu, bizim hareket kabiliyetimize ve hızımıza bağlı. Ancak Kuara, köşeye sıkıştığını hissederse herkesi tehlikeye atar. O yüzden öncelikle onun dikkatini dağıtacak bir ekip gerek.”

 

Alparslan , Yıldırer’in sözlerini onaylayarak başını salladı. “Bu nedenle, Yıldırer, öncü ekip sana bağlı olacak. Sınırdan sızma operasyonunu sen yöneteceksin. Korkut, sen ise yedek birliği koordine edeceksin. Herhangi bir hata durumunda, ikinci bir planla durumu kontrol altına alacaksınız.”

 

Korkut, alnındaki teri silerek Yıldırer’e döndü. “Kuara’nın geçmişteki bağlantıları hâlâ güçlü. Adamlarının çoğu profesyonel. Dikkatli olmalısın, Yıldırer. Özellikle onun intikam duygusu... Yıldırer, bu adamın kardeşini öldürdün. Kuara bunu unutmuş olamaz

 

Yıldırer, Korkut’a dönerek kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Biliyorum, Korkut. Ama kişisel meseleleri bu operasyona karıştırmam. Kuara, işlediği suçların bedelini ödeyecek.
Korkut biraz daha yaklaşıp sesini alçaltarak, “Yine de dikkatli ol. Sınır ötesi bir operasyon. İstihbarat kesin değil. Hedefin etrafında bir şey ters giderse...” dedi, cümlesini yarıda keserek derin bir nefes aldı.

 

Yıldırer, Korkut’un gözlerinin içine baktı. Bakışları sertti ama bir o kadar da güven vericiydi. “Korkut, biz bu işi daha önce de yaptık.
O sırada, operasyona katılacak ekibin liderleri odaya girdi. Birkaç asker ve taktik uzmanı masanın çevresinde yerlerini aldı. Albay Haluk ,Alparslan, Yıldırer ve Korkut’un düşüncelerini alarak stratejiyi son kez gözden geçirdi.

 

Haluk Abay , kalkıp masanın başına geçti. Gözleri tüm ekibi taradı. “Dinleyin,” . “Bu operasyon, sadece bir mafya liderini yakalamak değil. Rehinelerin hayatı tehlikede ve bu, bizim için bir onur meselesi. Sınır ötesi bir görev yapacağız ve hata yapma şansımız yok. Herkes görevine odaklanacak ve belirlenen plana uyacak. Anlaşıldı mı?”

 

Anlaşıldı komutanım diye hep bir ağzından konuştular , .

 

Son hazırlıklar tamamlandığında, Yıldırer ve Korkut birbirlerine bir an sessizce baktılar. İkisinin de yüzünde aynı ciddiyet ve kararlılık vardı. “Hazır mısın?” diye sordu Korkut.

 

Yıldırer hafif bir gülümsemeyle, “Ben her zaman hazırım.
Operasyon başlamak üzereydi. Zaman daralıyordu. Yıldırer, belindeki silahı kontrol ederken, Korkut elindeki telsizi sıkıca kavradı. Görev başlamıştı
İkisi de sessizce yürüyüp odadan çıktılar. Hava artık tamamen kararmıştı. Yıldırer’in aklı operasyonda, Korkut’un aklı ise hem dostunda hem de gelecekte karşılaşacakları tehditteydi. Şafak sökmeden önce çok fazla hazırlık yapılacaktı ve her şey bir ölüm kalım meselesiydi

 

 

 

Bölüm : 21.02.2025 20:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...