Peter Gundry - Lady of the Lake
Keyifli okumalar
Perla güç topladığını ve belki de eskiye döndüğünü göstermek için, ki bence bunu yalnızca kendisine kanıtlamaya çalışıyordu, törenin detaylarıyla ilgilenmek istemişti. Kendi aramızda yapacağımız bu küçük tören şahitlik edeceğim üçüncü tören olmanın yanı sıra, konuk olduğum ilk şifacılık töreniydi. Şu geçen aylar boyunca bu diyarın bilgilerine ve dekorlarına doymuştum. O kadar çok şey öğrenmiştim ki, öğrendiklerim aklımdan uçup gidecek diye korkmuştum. Öğrendiklerim arasında şifacılık töreni detayları bulunuyor olsa da, bilmek ve yaşamak arasında görmeye değer birçok farklılık olduğunu da öğrenmiştim. Yani bugün, bildiğim bir şeyi yaşayacaktım. Bunun tadı, yoğun bir kalabalıkla birlikte geçirilecek bir güne benziyordu. Aynı zamanda hem heyecan hem de endişe vericiydi.
Şampanya renk elbisenin daralan etek kısmını düzeltince yan duran aynadan topuzumun arka kısmına baktım ve bir sorun olmadığını görünce odanın çıkışına geçtim. Lara sanki taç giyme töreni düzenlenecekmiş gibi, bugünün ana konusu benmişim gibi, hazırlanmamda yardımcı olmak istemişti. Teklifine gülmüş, teşekkür etmiş ve reddetmiştim. Bugün oyuncak gibi süslenme sırası bende değil, yeni şifacımızda idi.
Kutlama büyük salonda gerçekleşecekti. Perla, taç giyme töreninde olduğu gibi, (sık sık buna referans yapacağım) bu tören için de kendince töreni temsil eden bir renk seçmişti. O gün nasıl ki her yer kırmızıya doymuştu, bugün de Kale'nin, özellikle de büyük salonun içi, yeşilin koyu bir tonuyla renklenmişti. Şifayı en iyi temsil eden bu renge beyazlara bürünmüş güzelim çiçekler eşlik ediyordu. Özünde evlilik çiçeği olarak bilinen bu altı yapraklı beyaz çiçek, Semtura Çiçeği, Perla'nın daha uygun bir çiçek bulamayışından ötürü bu törene eşlik edecekti. Çiçeği gören herkesin yüzünde tebessüm oluşuyor oluşuna bakılırsa, Perla en azından insanları memnun etme konusunda iyi bir iş çıkarmıştı.
Yemek masasının yeşil örtüsünün üstüne boylu boyunca konan bu çiçekler önlerine yerleştirilen altın şamdanlar ve şamdanlara konan altın rengi mumların yaydığı kokularla güzelce özdeşleşmişti. İlginçtir ki Semtura Çiçeği bir koku yaymıyordu. Perla'nın söylediğine göre evliliğin herkese has bir duygu barındırıyor oluşu bu çiçeğin herkese farklı bir koku yaymasına olanak tanıyormuş. Evliliği oluşturan sevginin benzersiz ve tarifsiz oluşundan ötürü bu evlilik çiçeğinin yaydığı koku da herkesçe benzersizmiş. Ayrıca söylenene göre bu çiçek yalnızca aşkı tadan kişilere kokusunu ulaştırıyormuş. Bu söylentiyi duyunca ister istemez gülmüştüm.
Masanın başında bir koruma gibi dikilen Aren'in yanına vardım. "Lütfen törende bir sorun çıkarma Aren."
Masaya yeni şamdanlar koyan Perla hızla Aren'e baktı. "Cidden Aren! Bak o kadar uğraşıyorum, bu tören bari sakin geçsin."
"Törenlerde sorun çıkartan kişi ben miyim sahiden?"
"Medora'dan haz etmiyorsun, üstüne öğrencisini de beğenmedin," dedim. "Bu tetikte olmam için yeterli."
"Sen de Medora'dan haz etmiyorsun," dedi Aren. "Hatta benden daha çok belli ediyorsun bunu."
Perla elindeki çiçeği Aren'e uzattı. "Bir koku alıyor musun Aren?"
Aren önüne uzatılan çiçeği eliyle itti. "Hayır, almıyorum Perla. Çek şunu."
"Almazsın tabii," dedi Perla. "Medora'ya laf yetiştirmekten henüz aşkı tadacak fırsatın olmadı."
Bu basit şakaya güldüğüm için Aren tarafından yargılandım. "Alisa'ya koklat asıl," dedi Aren. "Bu aralar ondan dah fazla aşkı tadan biri yok."
Perla ciddi ciddi çiçeği bana uzatınca, "Ben koku falan almıyorum," dedim. "Aren'e ne diye uyuyorsun?"
"Sahiden almıyor musun? Atlas'a bak sen! Demek ki aşkı yeterli değil. Bu işler çiçek yaratıp adını Lavon koymakla olmuyor tabii."
"Perla," diye uyardım. Neyse ki Perla dekorlarla uğraşma işine kısa sürede geri döndü.
O, içindeki buhrana rağmen bu tarz özel günlerde odasına çekilmek yerine aramıza katılıyor, gün bitinceye dek bizlerle muhabbet ediyor, sanki hiçbir sorun yokmuş gibi gülüp eğleniyor ama ne zaman hava kararıyor hemen odasına koşuyordu. Geceler onun için değerliydi; o zamanları kendisine ait olan yerde, bir başına geçirmek ruhuna iyi geliyordu. Kalabalıktan, gürültüden uzaklaşmak ve dinginliğin içinde acısını yaşamak, hatıraları zihninde canlandırmak ve ayağa kalkmasına yarayacak gücü oluşturmak adına kendisine yeni yeni sözler vermek için harcıyordu o kıymetli saatleri. Bu bir alışkanlık olmuştu. Perla'nın neye başvurduğunu pek iyi bildiğimiz için ona asla engel olmuyor, bu süreci istediği şekilde atlatmasına müsaade ediyorduk.
Gerek görevliler gerekse Perla büyük salonun içinde oradan oraya koşturuyor ve eksik bir şey var mı diye bakınıyordu. Perla'nın bu tören düzenleme merakı bizlerden ziyade çalışanların hoşuna gidiyordu. Bunun sebebi iş yoğunluğunun azalması değil, Perla'nın çalışırken, tüm o dekorları yerleştirirken yaydığı atmosferin tadının özlem duyulan zamanlara benziyor oluşuydu. O zamanlar ortamdaki basınç gevşiyor, istisnasız herkesin yüzü içtenlikle gülüyordu. Kutlama yapmak için bir araya geldiğimizde, tarifini yapamayacağım ama tadına baktığım hislerin en iyilerinden biri olduğuna inandığım bir his, o çok eskiye aitmiş gibi hissettiren anların en gözde parçasıymış gibi hissettiren bir his ortaya çıkıyordu. Görünüşe göre bu durum Kale'deki herkes için geçerliydi. Öyle ki bu anların hızla geçmesini dilemek yerine uygunsuz zamanda olmamızı göz ardı ederek bu anların tadını çıkarmaya çalışıyorduk.
Medora ve öğrencisinin Kale'ye ulaştığı haberi gelince teker teker herkes büyük salonda toplandı. Kimi salonun girişinin sağ kısmında, kimi sol kısmında hizalandı. Bir yanımda Atlas, bir yanımda Aren duruyordu.
Medora tören için farklı bir renk tercih etmeyi hiç gerekli görmemiş, ki çoğu kişi Medora ile aynı durumdaydı, yine siyahlara bürünmüştü. Dantelli siyah örtüsü giyindiği elbisesinin üstünü kapatıyordu. Elinde yine hiç bırakmadığı asası vardı. İnsanı ürperten gözleri bugün dinginlemiş bir okyanus gibiydi.
Medora'nın birkaç adım gerisinden gelen Merya, bugünün ana karakteri olmaya layık bir şekilde, yine dünkü gibi yeşil saten bir elbisenin içinde, bakışlarını saymazsak, bir melek gibi görünüyordu. Saçlarına yerleştirdiği tüllü şapkası gizlemek uğruna hiç çaba göstermediği bakışları için şemsiye görevi görüyordu. Hareketleri düne nazaran daha zarif ama bakışları yine aynıydı. Neydi bu bakışların nedeni? Ben buradayım, diyordu âdeta. Fakat kime kafa tutuyordu ki? Adı sanı duyulmamış bu kadın kime kendini kanıtlamaya çalışıyordu? Yüzündeki zafer gülümsemesi neyin nesiydi?
Medora büyük salona girince eğilebildiği kadar eğildi. Birkaç saniye sonra salona giren Merya da hocasına itaat etti ve bel hizasına kadar eğildi.
"Hoş geldiniz," dedi Valmir, samimiyetle. Kuşkusuz Medora'yı gördüğü için epey mesuttu.
Herkes bir bir hoş sözlerle konukları karşıladı. En nihayetinde Valmir Medora ve öğrencisini masaya davet etti. "Buyurun, masaya geçelim."
Herkes masanın önüne geçerken, "Geçmişten gelen bu geleneklerin değişme vakti geldiyse bile biz bir süre daha aynı şekilde devam edeceğiz," dedi Valmir. "Törene dair değiştirdiğimiz bir detay yok. Bildiğiniz usulde gerçekleşecek. Notta belirtmiştim zaten Medora."
"Geleneklerin doğumu yıllar bulur," dedi Medora. "Nitekim ölümleri de aynı şekilde. Bırakalım önce eski gelenekler nefes almayı kessin, ardından yenilerini doğururuz."
"Şu zamanda resmiyete gerek görmediğimiz için töreni kısa keseceğiz," dedi Valmir. "Fakat bu demek değildir ki kutlama da kısa sürecek."
"Siz en iyisini bilirsiniz Efendi Valmir."
Medora'nın Valmir ile konuşurken haylaz bir çocuğun çekindiği kişinin karşısında konuşur gibi konuşması gözümden asla kaçmıyordu. Medora'nınki korku değildi; Valmir'e büyük bir saygı besliyordu.
"Kimlerdensiniz evladım?" diye sordu Asel Hanım. O da Merya içeri girdiği anda itibaren gözlerini bu kadından alamamış ve çatık kaşlarla daha önce bir yerlerde bu kadını görmüş olup olmadığını hatırlamaya çalışmıştı.
"Ailem ben yalnızca birkaç aylık bir bebekken göçüp gitmiş," dedi Merya. "Ailemden geriye sadece ben kalmışım. Bilinen başka bir akrabam da yok."
"Şifacı olanların veya olmak isteyenlerin hepsinin ailesiyle bağının çoktan kopmuş olması ne tuhaf bir tesadüf," dedi Narya. "Vereceğimiz fedanın bir kıymeti kalmıyor."
Perla kardeşine baktı. Fakat bu sefer bakışları ikaz dolu değildi. Orada acıma, keder ve daha niceleri vardı. Perla hikâyenin ortasına varmışken kız kardeşinin beslediği hisleri görmeye ve duymaya başlamıştı. O yüzdendir ki bakışları artık daha anlamlı ve daha yumuşaktı.
"Belki de öncesinde verdiğimiz fedalardan ötürü şifacılık yoluna giriyoruzdur," dedi Medora. "Bu kimileri için bir baş etme yöntemidir."
"Doğru," dedi Valmir. "Kimileri, gelip geçmiş tüm o şifacıların birçokları kendi şifalarını başka kimseleri şifa etmekte bulduklarını söylemişlerdir."
"Yani şifa ederek şifalanıyorlar, öyle mi?" diye sordu Narya.
"Öyledir," dedi Henna Hanım. "Buna en büyük örnek Şifacı Basira'dır."
"Buyurun, oturun," dedi Asel Hanım. "Törene kısa bir muhabbetin ardından başlarız."
Atlas ile birlikte masanın baş köşesine konmuş iki sandalyeye oturduk. Normalde, beraber yemek yediğimiz anlarda, oturma düzeninin bizler için bir önemi olmasa da bugün resmiyetle olan bağını tam koparamamış bir tören gerçekleşiyordu. Sanımıza özel hazırlanan yerlere geçmemiz ve ona uygun davranmamız bekleniyordu.
"Şifacı Basira'nınki farklıydı," dedi Medora. "O, kendi çocuğunun başına gelenleri bir başkası veya bir başkasının çocuğu yaşamasın diye uğraştı. Onunki iyileşme değil, bir başkalarını kurtarma çabasıydı."
"Belki onun ilacı da oydu," dedi Valmir.
"Fakat söylenenlere göre girdiği yol ona iyi gelmemiş," dedi Perla. "O hastalığın tedavisini bulmuş ama bu sefer de kendisi hastalanmış. Başkalarını kurtarmak uğruna kendini heba etmiş."
"Şifacılık tam o dediğin şeydir," dedi Medora. "Başkaları için kendini heba etmektir. İnsan bunu bile bile girer o yola."
"Görünüşe göre sen vicdanını rahatlatmak için girmişsin," dedi Aren. Uyarımın bir kısmını aklında tutmuştu; gözleri nefret edercesine bakmıyordu fakat sözleri epey ima taşıyor, gözlerinin yansıtmadığı nefreti haykırıyordu. "Asli amacın birilerini iyileştirmek değil, vicdan azabından kaçınmakmış."
Valmir'in sert bakışlarına rağmen Medora güldü. "Ah, gençler! Doğru. Şifacılık benim kaçışımdı."
"Hepimiz bir şeylerden kaçarken başka şeylere sığınırız," dedi Leydi Demitre. "Yeryüzünde yeterince dolaşan herkes bir gün bunu yaşayacaktır."
"Siz yaşadınız mı peki?" diye sordu Merya. Başı Leydi'den tarafa dönmüştü.
"Elbette," dedi Leydi Demitre. "Görmüyor musunuz? Epey yaşlıyım ben."
Narya merakla Leydi'ye doğru eğildi. "Neye sığındınız peki?"
"Büyülü Orman'a."
"Ah," dedi Merya. "Ben de ruhlara sığındığınızı söyleyeceğinizi sanmıştım."
"Ruhlara sığınmadım," dedi Leydi Demitre. "Onların sığınağı oldum."
Merya Leydi Demitre'ye uzun uzun baktı. "Öyle mi?" Merya'nın Leydi Demitre'ye değen bakışları saftı; şüphesiz bu kadın Leydi Demitre'de birçoğumuzun gördüğü fedayı görmüş ve etkilenmişti.
Masada geçirdiğimiz dakikalar uzarken, "Bir aile üyen yoksa bile hocan ile bağlantını koparman gerekecek," dedi Fedor Bey. "Hocaların yeri de ebeveynlerin yerinden pek ayrı değildir."
"Hocam yapabileceği her şeyi yaptı, aktarabileceği her şeyi aktardı," dedi Merya. Hem sesi hem bakışları minnet doluydu. "Onun iyi olduğunu bilerek geride bırakacağım onu. Demem o ki, hazırım. Bunca zamandır bu anı bekliyordum."
"Bir şifacı adayımız olduğunu bilmiyorduk," dedi Valmir. "Sen hazırsın, ama bizler değiliz."
"Şu mevzu," dedi Asel Hanım. "Sebebini sormayacağım ama senden kendine bir lakap, bir takma ad bulmanı isteyeceğim. Diğer türlü adın tüm kıtaya yayılır."
"İsteğimi geri çevirmediğiniz için teşekkürler," dedi Merya. "Bana, hocamın seslendiği şekilde Mireya demenizi isterim."
Valmir ayaklandı. "O hâlde, hadi, Mireya'nın şifacılık törenine geçiş yapalım ve bu güzel gelişmeyi kutlayalım."
Törende kullanılması için şöminenin önüne konulan küçük masanın etrafına geçtik. Perla'nın seçtiği Semtura Çiçeği birkaç defne yaprağıyla birlikte bir mumun etrafına çember oluşturacak şekilde dizilmişti. Çiçeklerin yaprakları şöminenin üstüne konmuş geyik boynuzuna dolanıyordu. Çiçeklerin arasında kalan altın rengi mum Valmir tarafından yakıldı, böylece defne yaprağının kokusu salona yavaştan yayılmaya başladı. Medora elinden hiç bırakmadığı asasını Valmir'e uzattı; o an bu asanın Medora'ya ait olmadığını anladım; asa, şifacılığın bir temsiliyeti idi.
Valmir, eskimiş asanın ucunu yanan mumun üstünde beş saniye kadar tuttu. "Tanrıça Helrisa, şifa gücüyle yoğurulmuş ruhundan bir parçayı görevin boyunca sana akıtsın; o parçanın kudreti görevini yerine getirinceye kadar ruhunun bir parçası hâline gelsin."
Yeşil bir ışık asaya yayıldı, birkaç saniyenin ardından asa ışığı içine çekti. Valmir iki eliyle yatay şekilde tuttuğu asayı Merya'ya uzattı. "Görevini layıkıyla yerine getirebilmen için Tanrıça Helrisa seninle birlikte olsun kızım."
Merya saygıyla eğilip asayı eline aldı. Valmir masaya dayadığı asasını eline alıp havaya kaldırdı. "Bölgemizin yeni şifacısı kutlu olsun! Nice güzelliklerle birlikte geçirelim bu süreci."
Herkes Merya'yı tebrik edip yeniden yemek masasına geçti. Kutlama yemeğine başlamadan önce Atlas kadehini kaldırdı. "Tanrı Şifacı Mireya'yı kutsasın."
Kadehler teker teker havaya kalktı. Herkesin ağzından aynı cümle çıktı. "Tanrı Şifacı Mireya'yı kutsasın."
Fakat Valmir'in ağzından başka bir cümle çıktı. "Tanrıça Helrisa Şifacı Mireya'yı kutsasın."
Yerime oturmadan önce, "Kutlarım," dedim. "Göreviniz hayırlı olsun."
"Olacaktır elbet," dedi Valmir. "Medora'nın hocalığına güvenim tam. Gönül isterdi ki en az on öğrenci yetiştirmiş olsun."
"Gençler bizden daha iyi eğitmenlik yapacaktır," dedi Medora. Artık şifacı kimliğinden ayrılmış ve istediği şekilde normal bir insan olmuştu. "Birkaç yıla adlarımız unutulmaya başlanır."
"Daha neler!" dedi halam. "Katrina tarihinin en başarılı şifacısı oldunuz. Adınız mümkün değil unutulmaz."
"Doğru. Bu topraklar bir daha sen gibisini görmeyecektir. Seni bu şekilde uğurlamak hiç içime sinmiyor," dedi Efendi Ramon. "Uzunca yıllar benimle birlikte Katrin için uğraştın. Hükümdar olduğum o uzunca yıllarda desteğini ve yardımını en derinden hissettim. Senin sayende çözülmüş olan sorunları unutmak mümkün değil. Sana borçlu olduğumuzu hissediyorum. Bir dileğin varsa, yeri doldurulamaz hizmetine karşılık, hemen yerine getirelim."
"Ah, Efendi Ramon, asıl yeri doldurulamayacak olan şey sizin Katrin için verdiğiniz uğraşlar," dedi Medora. "Tanrı biliyor ya, bu topraklar siz Darenlere ve İlgarlara çok şey borçlu. Verdiğim hizmet konusunda sizleri tatmin edebildiysem mesut bir şekilde ayrılacağım buralardan."
"Permondura'ya gitmek istediğin herkesçe biliniyor," dedi Efendi Ramon. Ardından bana baktı. "Hükümdarımız yerine konuşamam; diretmesinin bir nedeni olduğunu biliyorum. Fakat bir büyüğü olarak sizi özgür bırakması nasihatini vereceğim ona."
Konunun ucu bana değince, "Onu Permondura'ya götürecek gemi hazır," dedim. "Erya ile görüşmeyi başardığımda yalnızca Permondura'ya değil, dilediği her yere gidebilir." Doğruca Medora'ya baktım. "Gemide emrinize amade birçok görevli var. Gemiye bindikten sonrası sizi ve arzularınızı ilgilendiriyor."
"Ben demiştim," dedi Henna Hanım. "Alisa kimsenin elini kolunu bağlamaya çalışmaz. Bakın kızımız her şeyi halletmiş. Sana da gün doğdu Medora. Erya'yı ikna etmenin bir yolunu bul ve hem kendini hem de Alisa'yı kurtar."
"Erya yakında size not yollar," dedi Medora. "Hiç beklemiyordum ama sanırım görüşme teklifinizi kabul edecek."
"Erya demişken aklıma Ezra geldi," dedi Valmir birden. Yanında taşıdığı şişeyi çıkarıp masaya koydu. "Medora bir de sen bak şu içeceğe. Ezra Alisa'ya içsin diye vermiş. Güya uyanacak ruhların gücünü arttıracak bir büyü varmış içinde."
Medora'dan evvel Mireya şişeyi eline aldı. "Onun sözüne inanmıyor musunuz?"
Valmir yorgunca güldü. "Burada az biraz zaman geçirince ondaki tuhaflıkları kolayca fark edersiniz."
Mireya giderek artan bir tedirginlikle kırmızı sıvıyı inceledi. "Büyüden ziyade büyülü bir şeyin parçası gibi. Fakat kötü kokmuyor. Yani... İçebilirsiniz. Bir sorun yaratmayacaktır."
"Efendiler bir sözün yalan olup olmadığını kolayca anlar," dedi Medora. "Eğer içine kuşku düşmediyse gönül rahatlığıyla içebilirsin."
"Düşmedi diyemem," dedim. "Onun isteklerinde beni tedirgin eden bazı noktalar var. İtiraf etmeliyim ki ona güveniyorum, yalnızca gerçeği olduğu gibi aktardığını düşünmüyorum."
Medora, bu içeceği bana veren kişinin öldüğünü sandığı oğlu olduğunu bilseydi ne tepki verirdi acaba? Akla hiçbir türlü gelmeyecek olan bu gerçek Kale'deki herkesin zihninde yatıyordu. O ise, gerçekten bihaber, tuhaf sıvıyı inceliyordu. "Mireya doğruyu görüyor. Bu, bir şeyin parçası. Zararsız görünüyor. Baksana şişe oynadıkça sıvı köpürüyor. Büyülü olsa böyle olmazdı. Efendi Valmir bir sorun görmediyse içmeni öneririm."
Ezra konusu kapandı, yeni konular açıldı; açılan onlarca konu kutlama yemeğine heyecan kattı. Odak çoğunlukla geçmişteydi. Ne zaman Fedor Bey akıl edip konuyu Mireya'ya getirdi, işte o zaman geçmişin uzantısından uzaklaşabildik.
"Ne zamandır eğitim alıyorsun?" diye sordu Fedor Bey. "Medora seni gizlemeyi iyi başarmış. Bugüne dek kimseden Medora'nın birisine eğitim verdiğine dair en ufak bir söz dahi işitmedim."
"Sanıyorum ki yirmi yılı geçti Efendim," dedi Mireya. "Temel eğitimi hocam Medora'dan aldım, yaklaşık beş yıl sürmüştü. Sonrasında Alsondro'ya yollandım ve on yıl kadar orada eğitim gördüm. Yeniden buraya döndüğümde hocam yeni bir eğitime tabi tuttu beni. Sonunda o eğitimi de bitirdim ve hocamın nezdinde hazır hâle geldim."
"Aman efendim, bakmayınız bana öyle," dedi Medora. "Elbette benim kadar eğitim almadı ama yirmi yıllık bir eğitime az veya yetersiz diyemeyiz."
"Az değil tabii," dedi Fedor Bey. "Lakin öğrencine ta küçüklükten itibaren sıkı bir eğitim vermişsindir diye düşünmüştüm. Anladığıma göre gençlik çağında bulmuş bu kız seni."
"Evet, yanıma geldiğinde genç bir kızdı."
"Seni eğitim vermeye nasıl ikna edebildi peki?" diye sordu Asel Hanım. "Hiç oralı değildin. Öğrenci yetiştirmek istemiyordun."
"Başka çaresi olmayan bu kızı elimle itelemek istemedim. Mireya'ya eğitim verdiğim için pişman değilim ama bu demek değildir ki başka başka kişilere de eğitim vereceğim. Benden bu kadar. Bu topraklar benden daha iyi eğitmenlerle dolu."
"Permondura şifacılık konusunda bizden üstün," dedi Efendi Ramon. "Oralarda öğrendiğin teknikleri gençlerle paylaşmalıydın."
"Mireya az da olsa benden bir şeyler kaptı," dedi Medora. "Kaldı ki Myra ailesi Permondura'ya taş çıkartır. Oldukça köklü bir aileden söz ediyoruz; onlardan öğrenilen tekniklerin daha kıymetli olduğunu savunuyorum."
"Myra ailesinden özel olarak bir eğitim gördün mü?" diye sordu Henna Hanım. "Senin gibi birinden bana hiç söz etmediler."
"Almadım," dedi Mireya. "Oradaki eğitmenler dışında kimseden özel bir eğitim görmedim."
"Myra ailesi eğitim veriyor mu ki?" diye sordu Narya. "Efendi Selina eğitim vermediklerini, yalnızca verilen eğitimi denetlediklerini söylemişti bana."
"Olur da bir istisna yaşandıysa diye merak ettim," dedi Henna Hanım. "Yoksa Myra ailesi eğitim vermeyi doğru bulmuyor."
Yemek masasında geçen uzun sürelerin sonunda Medora ayaklandı, onunla birlikte Mireya da ayağa kalktı.
"Bize artık müsaade," dedi Medora. "Yarın binayı tamamen Mireya'ya teslim ederim."
"Dur dur Medora," dedi Valmir. "Yeni şifacının bizimle birlikte burada konaklamasını uygun bulduk. Şifacı ne kadar yakınımızda olursa o kadar rahat ederiz. Umarım kendisi için de sıkıntı olmaz."
Duyduğu şey Mireya'yı bir hayli mutlu etti. "Benim için hiç sorun değil. Aksine sizlerle birlikte olmak bir şereftir."
"Sen şimdilik şifa evini terk etme Medora," dedi Fedor Bey. "Permondura'ya gideceğin güne kadar orada kal. Nerede olduğunu bilelim."
"Nasıl isterseniz," dedi Medora. "Zaten orası evim hâline gelmişti... Eşyalarını almak için benimle gelmeyecek misin Mireya?"
"Mireya'nın eşyalarını yarın birkaç görevli almaya gelir," dedi Fedor Bey. Sonra bizzat Mireya'ya seslendi. "Ama eğer çok istiyorsan özel eşyalarını hazır etmek için bugünlük hocanla gidebilirsin. Yarın seni almaları için görevli yollarız."
"Eşyalarımı benim hazır etmem daha uygun olur," dedi Mireya. "Müsaadenizle yarın buraya döneyim."
Son sözler edilince Medora ile öğrencisi Kale'yi terk etti. Onların gidişinin ardından kalktığımız yerlere yeniden oturduk.
"Galen İlgar ile konuştum," dedi Fedor Bey. "Ezra'nın sana anlattıklarını doğruluyor. Fakat o kişinin adı, Evan Varkal ismi bunca zaman gizli tutulmuş. Galen İlgar bile bilmiyormuş o çocuğun kim olduğunu."
"Ne düşünüyorsun Valmir?" diye sordu Atlas. "Alisa içeceği tüketmeli mi?"
Valmir'in derin düşünceleri ona rahat vermiyordu. "Ortada bir sorun yok gibi duruyor. Ezra son zamanlarda gözüme çok batıyor ama aynı zamanda yarar sağlamaya çalışıyor gibi... Uzun lafın kısası içeceği içmen taraftarıyım. Ha, sen içmek istemezsen ona bir şey diyemem."
"Madem sen bir sakınca görmüyorsun," dedim. "İçeceğim o hâlde."
Leydi kararımı onaylamadı. Bakışlarıyla ikaz etti beni. Fakat oralı olmadım. Ezra bile isteye bana zarar vermezdi.
Efendi Ramon boğazını temizledi. "Hazır hepimiz bir aradayken Ural mevzusunu da çözümleyelim."
Kimse konuşmaya hevesli değildi. Herkes biri söze atılsın diye bekledi. Açılan konunun şekil almasını göze alabilen biri bile yoktu aramızda.
"Bartal belli aralıklarla Ural'ı yeniden sorguya alacak," dedi Atlas. 'Savaş stratejileri hakkında alabildiğimiz kadar bilgi almaya çalışacağız."
"Eğer ilk sorgudaki sözleri doğruyu yansıtıyorsa Eli Ran'ın planı hakkında pek fazla bilgiye hâkim değil. Fakat güven kazanmak için yalan da söylüyor olabilir," dedi Kunter. "Sorgulama tekniğini değiştirecek misiniz?"
"Hayır," dedi Atlas, oldukça kararlı bir şekilde. "Sorgu aynı şekilde devam edecek. Yalnızca verilen bilgileri süzgeçten geçirmekle yetineceğiz."
Atlas'ın Ural'ı affetmeyeceği açıktı. Fakat buna rağmen, belki de geçmiş günlerin hatırına, onun işkence görmesini istemiyordu.
"Ural Eli Ran'ın yanındaki başlıca kişilerin yalnızca yönetimdeki kişilerden oluştuğunu söyledi. Dış topraklardan herhangi bir destekçileri yokmuş," dedim. "Nedense yanına fazladan insan alma gereği duymamış. Ayrıca destek amaçlı yanına gelen kişileri gözümüzün önünde sallandırdığını düşünecek olursak, ordusunda insan istemiyor olduğunu anlayabiliriz. Kitap yardımıyla yeni bir ırk mı yaratacak ki? Tıpkı ruhlar gibi bir oluşum meydana getirmeyi planlıyor olabilir mi?"
"Ben bölgenin girişindeki kişilerin de insan olduğunu düşünmüyorum," dedi Valmir. "Büyüyle koruma altına alınmış gibi bile değiller. Bambaşka bir şeyler. Ne olduğunu anlamak güç."
"Büyüler yardımıyla yeni, daha gelişmiş bir insan yaratmaya çalışıyor olabilir mi?" diye sordu Narya. "Belki ordusundaki kişiler ilk denemesinin sonucudur. Savaşta daha gelişmiş versiyonlarını üzerimize salacak olabilir. Sarayın bir kısmında buna benzer girişimler yapıyor olabilirler." Merakla bana baktı. "Sarayın alt katında tutsak edildiğinizde birçok farklı bitkinin ve görülmemiş aygıtların tutulduğu tuhaf bir oda görmüş müydünüz?"
"Nereden aklına geliyor böyle şeyler Narya?" diye sordu halam. "Meir'de böyle bir büyünün bulunması söz konusu mu?"
"Büyü açıkça bulunmuyor olabilir ama yazanlar neticesinde başarılı olacaklarını düşünüp bu yola başvurmak istemiş olabilirler," dedi Narya. "Büyü eğitimi alırken büyü tarihçesinden de söz edilir. Gelişmiş, kusursuz insan yaratma sevdası yüzyıllara dayanıyormuş. Başkalarının aklına gelen neden onların da aklına gelmesin ki?"
"Benit Kalesi'ne gittiğimiz zaman Alisa Kamran Lavidor'un bedenini görmüş ve böylece yaşananların konusu açılmıştı," dedi Perla. "O zaman Alisa'ya, Eli Ran ile Timun Almedal'in yolunun Kamran Lavidor'un yoluna çok benzediğinden söz etmiştim. Narya bir noktada haklı olabilir. Onlar, yepyeni bir yol yaratmaya çalışmaktan ziyade, yaratılmaya çalışılmış ama başarısız olunmuş yolları yaratma arzusuna kapılmış gibiler."
"Tanrı bizleri korusun," dedi Henna Hanım. "Eğer böyle bir yola girildiyse, diyarin hâlâ ayakta oluşuna şükretmek gerekir."
"Lena sen o saraydayken bir şeyler fark etmiş miydin?" diye sordu Aren. "Sarayın alt katlarına iner miydin?"
"Ben pek odamdan çıkmazdım ki oğlum," dedi Lena. "Fakat hatırlıyorum da bir ara sarayın alt katında tadilat yapılıyordu. Timun Bey sık sık kontrole iniyordu ama ben merak etmediğim için hiç inmemiştim. Ki zaten kendisi inmeme gerek olmadığını, milletin ayağına bağ olacağımı söyler dururdu. O tadilat bir göz boyama değildi, gerçekten de sarayın alt kısmındaki bir oda genişletilmişti. Fakat o odada ne olduğunu bilmiyorum."
"O sarayda benim ilgimi en çok çeken şey çalışan sayısının bir hayli az olmasıydı," dedim. "Saray âdeta ıssızdı. Bir de duvarlarda birçok Antropedos tablosu vardı."
"Timun Bey, Belen'in ölümünden sonra insanlara olan güvenini yitirdiğini söyleyip en gözde çalışanları hariç çalışanların hepsini işten çıkarmıştı," dedi halam. "O zamanlar hiç gözüme çarpmamıştı bu detay. Aksine fazla fazla hak vermiştim kendisine."
"Sebebi şimdi anlaşılıyor," dedi Valmir. "Bunu bir de Ezra'ya danışmak gerekir. Alisa sen o saraya tutsak edildiğinde onunla birlikte saraya ulaşmaya çalışmıştık. Yer yer sarayın belli kısımlarına erişmeyi başarmıştık. Bazı zamanlar, ben başka işlerle meşgul olduğumda, Ezra oluşturduğumuz sistemin başında yalnız kalmıştı. Belki, şimdiki bilgiler neticesinde, o zamanlar gördüğü manzaraların anlamını kavramayı başarır."
"İlginç bir şey görse bu zamana kadar söylerdi," dedim. "Şimdiye kadar hiç konusunu açmadı."
"Gördüklerimiz o zamanlar anlamsız geliyordu," dedi Valmir. "Birkaç odaya erişmiştik. Benim hatırladıklarım işe yarar bir bilgi içermiyor. Fakat Ezra'nın gördüğü şeyler benim gördüklerimden fazlaydı. Şimdi, anlamsız bulunan o manzaralar bir şey ifade ediyor olabilir."
"Kendisiyle konuşurum."
"Narya, aldığın kısa süreli eğitim birçok şey katmış sana," dedi Valmir. Yavaştan ayaklanmaya başladı. "Bizlerin aklına gelmeyen fikirleri kendi kendine ölçüp tartıyorsun. Aferin sana kızım."
Masadaki kalabalık dağılmaya başladı; gidenlerin çoğu günün ilerleyen saatlerinde oluşumuza aldırış etmeden işlerinin başına döndü. Kalanlar olarak asker birliklerinin önümüzdeki birkaç haftalık dağılımını yeniden gözden geçirmek için toplantı salonuna geçiş yapmayı uygun görmüştük. Perla yorgun olduğunu öne sürerek bizlere katılmak yerine odasına çekilmişti. Atlas, bize katılmaya pek meraklı Narya'yı elinin tersiyle geri çevirmiş ve Narya'ya Selina'nın gönderdiği kitaplara yoğunlaşıp eğitimini devam ettirmesini söylemişti. Narya istemeye istemeye ve nazlana nazlana odasına gitmişti. Fakat onun açtığı boşluğu Leydi Demitre doldurmak istemişti. Eğer uygun görürsek bize katılmak istediğini söylemiş ve kimseden itiraz almayınca bizimle birlikte toplantı salonuna gelmişti.
Odaya en son giren kişi Bartal'dı. Bugüne kadar özenle hazırladığımız haritalardan birini masanın üstüne koyup açtı.
"Düşman askerlerinden bihaber olduğumuz için depoladığımız cephanenin yetip yetmeyeceğini kestiremiyorum," dedi Kunter.
Leydi açılan haritaya göz attı. "Şu an teçhizat ve cephaneden daha önemli bir sorunumuz var. Düşman ordusuna nasıl hasar vereceğiz? Şu ana kadar gerçekleşen küçük çatışmalarda o taraftan kimse ne kılıçtan ne de oktan zarar gördü."
"Ural'ı bu konuda biraz sıkıştırmak lazım," dedim. "İllaki bir iki şey duymuştur. Askerlere yapılan büyüyü biliyorsa bu durumun önüne geçebiliriz."
Atlas'tan da onay alan Bartal, "Sorgu esnasında bu konunun üzerinde özellikle dururum," dedi. "Zaten bildiği her şeyi anlatma konusunda zorluk çıkaracak gibi durmuyor."
"Eğer içeceği hemen içeceksen, ruhlar uyanmadan önce bölgenin girişine, ordunun yanına ineceğim ve bundan sonraki süreci orada yöneteceğim," dedi Atlas. "Bartal gerekirse sen bir süre daha burada durur ve Ural'ı gözetirsin."
Leydi hemen söze atıldı. "Dediğim gibi yapacaksın, değil mi Alisa?"
"Bu konuyu sonra tartışalım Leydim," dedim. "Şimdi sırası değil."
Neyden bahsettiğimizi kimse anlamadığı için açıklama yapma gereği hissettim. "Leydi Demitre ruhları uyandıracak olan büyüde küçük bir değişiklik yapılmasını istiyor. Bildiği bir büyü varmış, onu kullanmamı rica etmişti."
"Neden?" diye sordu Atlas. "Hazır edilen büyüde tehlike oluşturacak bir durum mu söz konusu? Ayrıca ruhları uyandıracak olan bir başka büyü bildiğinizi bilmiyordum."
Leydi sıkıntı içinde sandalyeye oturdu. "Bir tehlike yok, yalnızca ileriyi de düşünüyorum. Büyü... Sannur bendeydi bir zamanlar. Kitabı karıştığımda bulmuştum bu büyüyü. Bildiğim büyünün yapılmasını istiyorum."
Atlas Leydi'nin sözlerine inanmadı, doğrusu odada bulunan kimse bu sözlere inanmadı. Fakat gerçeği bulmak için direten tek kişi Atlas'tı. "Sebebinizi paylaşmayacak mısınız? Durduk yere böyle bir karar aldığınızı hiç sanmıyorum."
"Alisa için böyle bir istekte bulunuyorum. Kale'deki herkes Ezra'ya olan güvenini yitirmiş durumda. Olur da gerçekten ondan bir zarar gelirse diye korkuyorum. Alisa'nın bedeninde gücün bir kısmının bulunması gerek."
"Yapmak istediğiniz büyü bu mu?" diye sordu Aren hiddetle. "Gücün bir kısmını Alisa'nın bedeninde bırakmaya mı çalışıyorsunuz sahiden?"
"Geleceğin ne getireceği belli olmaz. Ben yalnızca önlem alalım istiyorum."
"Kusura bakmayın ama ben böyle bir şeye müsaade edemem," dedi Aren. "Her şeyi geçtim, Ezra öğrenince ne olacak? Sırf bu yüzden bize karşı cephe alırsa ne olacak? Ayrıca Alisa'nın artık şu güç denilen illetten kurtulması gerek. Ruhların uyanmasını yalnızca bunun için onaylıyorum."
"Ben sizi anlıyorum," dedi Leydi Demitre.
Fakat Aren Leydi'nin daha fazla konuşmasına müsaade etmedi. "Anlıyorsanız itiraz etmeyip geride kalın. Bırakın olacak olan şey olsun ve şu durum sona ersin."
"Ya gelecekte Ezra Alisa'nın karşısında dikilirse, o zaman Alisa ne yapacak diye düşünmüyor musunuz?" diye sordu Leydi Demitre. "Ben onu düşünüyorum."
Fakat Aren oralı bile olmadı. "Biz de Alisa'yı düşündüğümüz için o parçalardaki güçlerin Alisa'nın bedeninden arınması gerektiğini savunuyoruz."
"Sen ne yapacaktın?" diye sordu Atlas, bana. "Leydi Demitre'nin bildiği büyüyü mü yapmak istiyorsun?"
Leydi'nin bana dargın düşeceğini bile bile, "Ben Ezra'nın önüme koyduğu büyüyü yapmak istiyorum," dedim. "Siz ne kadar onaylamasanız da, ben Ezra'nın bana zarar vereceğini düşünemiyorum."
Leydi'nin tüm bedeni çöktü. "Sana karşı çıkacak değilim Alisa. Fakat yolunu hiç onaylamadığımı bil."
"O sizin de koruyucunuzdu," dedim. "Bunca zaman onu bana savundunuz. Ruhların başına geçmemi en çok siz istediniz. Şimdi ne değişti merak ediyorum. Bu tavrınız beni korkutuyor."
"Gerçekleşme ihtimali yüksek olan şeyler de beni korkutuyor," dedi Leydi Demitre. "Sen ona güveniyorsan sorun yok demektir. Ben yalnızca gidişattan pek memnun değilim. Sen de diyorsun, Kale'deki herkesin Ezra'ya olan güveni azaldı. Sebebini hiç merak etmiyor musun? Herkes bir şeyler görüyor ve hissediyor. Yalnızca benim hissettiklerim daha fazla. O yüzden bir güvencen olsun istiyordum."
"Bana laf düşmez," dedi Bartal, "ama ruhların yardımıyla bir savaşı kazanmayı planlarken Efendi Ruh'un gücünden kendimize pay çıkarmaya çalışmamız aşağılıkça olur. Bize hiç yakışmaz."
"Kesinlikle," dedim. "Yardımcı olmaya çalıştıklarına kimse itiraz edemez. Yıllarca sırtınızı dayadığınız kişinin arkasından iş mi çevireceksiniz Leydim?"
"Onun bir şeyler gizlediğini sen de fark ettin."
"Ettim," dedim. "Fakat bu yeni bir şey değil. Ezra ta en başından beri birçok şeyi gizlemeyi tercih etti; ve bu durumu, bir şeyler gizlediğini saklamaya çalışmadı. Bir şeyler gizlediği konusunda dürüst oldu. En son Ezra'nın arkasından iş çevirmemi isteyen kişi Medora'ydı. O gün Ezra'ya karşı dürüst olduğumda, Medora'nın kim olduğunu öğrendim. Bunlar önemli değil mi?"
"Fakat hâlâ Medora ile Ezra'nın arasındaki çatışmanın sebebini bilmiyorsun," diye diretti Leydi Demitre. "Ezra önemsiz detayları paylaşıyor seninle. Yapbozun büyük parçalarını hep kendine saklıyor."
"Durumu kurcalamayan bendim."
"Çünkü," dedi Leydi Demitre, "gerçeği seninle paylaşmayacağını biliyordun."
Toplantı salonunda harcadığımız saatlerin sonuna yaklaşırken bölgenin girişine yeni bir ekibin yollanmasına ve hafta içinde yeni bir teçhizatın bölge girişine gönderilmesine karar kılındı. Atlas önümüzdeki günlerde bölge girişine ineceği için asıl erzak ve teçhizat depolarını o gün Atlas ile beraber bölge girişine inecek ekiple birlikte göndermeyi doğru bulduk. Henüz yeri göğü sarsan bir çatışma yaşanmadığı için kılıç, kalkan ve zırhlar zarar görmemişti. Fakat yine de elden geldiğince zırh ve kalkan üretimi yapmaya devam ediyorduk.
Öte yandan Antropedos büyülü ok üretmeye devam ediyor, belli aralıklarla depoladıkları okları buraya yolluyordu. Alsondro henüz silah yardımında bulunmamıştı ama gönderdiği ordu şu an için yeterli büyüklükteydi. Yine de savaş başlayınca ne olurdu kestiremiyordum. Bu noktada ruhların kendi eksikliklerini gidermeleri oldukça işimize yarıyordu. Neticede ortada fazladan kafa yormamız, eksik gediklerini düşünmemiz gereken bir birlik yoktu.
Herkes bir bir toplantı salonundan ayrıldı. Salondan en son Atlas ile ben çıktım. Beraber üst kata, odaların olduğu yere çıktık. Yatak odalarımızın olduğu koridorda, odamın tam önünde Ezra dikiliyordu. Ezra o günden bu yana gerekmedikçe pek Katrin'e uğramıyordu. Buraya geliş nedeni yalnızca Antropedos'taki durumu bana bildirmekti. Hatta bazı haftalar ortalık çok karışık değilse buraya gelmek yerine detaylı bir not yollayarak güncelleyordu beni.
Karşımızda eğildi. Cebinden kırmızı bir zarf çıkardı. "Size geliyor. Gönderen kişi Erya. Fakat nedense zarfı buraya değil, Antropedos'a yollamış. Zarfta bir büyü bulgusuna rastlamadığım için alıp buraya getirdim."
Zarfı aldım. "Sanırım görüşme teklifimi kabul etti."
Atlas, "Odama geçelim," dedi. "Erya'nın tıpkı Eli Ran ve Timun Almedal gibi fark edilmesi imkânsız büyüler yapıyor olma ihtimali hiç yok mu?"
Sorunun hedefi Ezra idi. Peşimizden odaya giren Ezra, "Elbette var," dedi. "Fakat onun böyle gizli saklı, çetrefilli bir yola başvuracağını sanmam. O, kendimi bildim bileli yolunu her daim gösterdi bana. Yolunu gizlemek yerine seçtiği yolla gösteriş yapmayı tercih eden birisi. Bu huyunu çok iyi bildiğim için gizli büyülerle bize oyun oynayacağına inanmıyorum."
Koltuğa oturur oturmaz zarfı büyük bir hızla ve hevesle açtım. Not, heyecanıma ters düşen bir kısalıktaydı.
- Yarın, ruhları uyandırmadan önce Marilya Ormanı'na, o büyük, yüce meşe ağacının önüne gel. Yalnız olmanı tercih ederim.
Kâğıdı Atlas'a uzattım. "Bak, gördün mü? Teklifimi kabul etmiş."
Atlas elbette bu habere sevinmemişti. Sanıyorum ki gün geçtikçe ruhlara bakış açısı değişiyordu. "Çok hoş! Bir de yalnız olmanı istiyor. Şu gizli saklı, herkesten uzak yapılan görüşmelerden fena sıkıldım. Ne malum sana zarar vermeye çalışmayacağı?"
"Vermez." Ezra'nın net, kendinden emin çıkan sesi bir efendiye muhtaç koruyucu ruhun sesinden ziyade Efendi Ruh'un baskın sesine aitti. "Vermeyi aklından bile geçirmez. Onun işi benimle, başka kimseyle değil."
Bu bir tehdit değildi. Alışılmış bir durumdan çıkarılmış belirgin bir sonuçtu. Sesi de tehditkâr değildi; belki bıkkın, belki usanmış ama pes etmeye niyetli olmayan birinin sesiydi. Şu an Ezra ne koruyucu ruh sıfatıyla ne de Efendi Ruh sanıyla dikiliyordu karşımda. Sanki bambaşka biriydi. Belki de ilk olduğu şeydi; Efendi Enda tarafından yaratıldığındaki gibiydi. Fakat görmüş geçirmiş olduğu belli olan duruşu ilk yaratılışından daha ötesini gösteriyordu. İsyan etmiyor, başkaldırmıyor, fakat itaat de etmiyordu; yalnızca ama yalnızca mücadele ediyordu. Belki isteksizce, belki yorgun bir hâlde, geriden gelen büyük bir şeyle mücadele ediyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
729 Okunma |
98 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |