43. Bölüm

43. Bölüm

Mera
mera01

Brad Derrick - Alas, the Dragon Shall Break dinleyerek okumanızı tavsiye ederim.

Keyifli okumalar.

 

"Erya'nın üstünde söz hakkım yok," dedi Medora. Teklifim onu memnun etmemişti. Çattığı kaşları bunu anlamam için yeterliydi. "Buraya gelmek isterse gelir, onu kimse hiçbir şeye zorlayamaz."

"Onunla görüşmek istediğimi ilet ona," dedim, ısrarla. "Buraya gelsin. Eğer Kale ona güvenli gelmiyorsa, şu şartlar altında onunla dışarıda, ülke sınırları içinde bir yerde görüşmeye razıyım."

Atlas huzursuzca yerinde kıpırdandı fakat neyse ki söze karışmadı. Bilge'nin gözleri ise Medora ile benim aramda mekik dokuyordu.

"Permondura Hükümdarı'nın onu öylece bu topraklara göndereceğini sanmam," dedi Medora. "Eğer Erya'yı istiyorsan, benimle değil Hükümdar ile iletişime geç."

"Onunla görüşeceğimi bildirip beni yanına çağıran kişi sendin," dedim. "Katrin Hükümdarı olarak değil, kandırdığın biri olarak Erya'yı buraya çağırmanı istiyorum. İsteğim yerine gelmezse hükümdar kimliğimi giyinmesini iyi bilirim."

Valmir, "Alisa," diye uyardı. Sözlerim Medora'dan önce onu rahatsız etmişti. "Nereden çıktı bu? Bu isteğinden habersizdim."

"Ben de birçok şeyden habersizim Valmir," dedim sitemle. "Madem ilk zamanlara dönüyoruz, ben de yeniden kendi bildiğimi okumaya başlarım." Medora'ya döndüm. "Erya'yı çağır buraya. Aksi takdirde Permondura'ya gitme girişimin seni suçlu olarak nitelemeye yeter."

Medora masanın üzerine uzanmış asasını gösterdi. "Bunu bırakmayı düşünüyordum ama bir süre daha yanımda kalması doğru olacak." Asayı eline aldı. "Erya'ya isteğini bildiririm. Sonrası siz ikinizi ilgilendirir."

O, çıkış kapısına geçerken, "Bu sefer kendi yerine başkasını yollamasın," dedim. "Bizzat kendisi gelsin."

Medora odadan çıkınca Valmir ayağa kalktı. "Nedir bu? Ne zaman huzura kavuşacağız? Şu saatlerde kavga kıyamet koparmanın lüzumu ve gerekçesi nedir?"

"Erya'nın sana gönderdiği ve senin kendine sakladığın notlar," dedim. "Günün birinde benim yaptığımı yapar ve bildiğiniz, öğrendiğiniz şeyleri diğerleriyle paylaşırsanız huzur buraya uğrayabilir elbet."

"Bilge," dedim hemen ardından, "neden biz iki hükümdarı biraz baş başa bırakmıyorsun? Nasıl ki senin tek başına kafa yorman gereken şeyler var, bizlerin de üzerine düşünmesi gereken konular var."

"Yanıma ilk geldiğin gün sahip olduğun tavra sahipsin."

"Ne tesadüf ki sen de öylesin," dedim. "Şimdi... müsaadenle."

Valmir hayhay dercesine başını salladı ve odadan çıktı. Onun gidişi odanın içine yeni bir huzursuzluğu doldurdu.

"Üzüntün öfkeye dönüşüyor," dedi Atlas.

"Herkes bir şeyler saklıyor!" dedim. "Hem de herkes!"

"Sen de."

"Size bildiğim, duyduğum her şeyi anlatsam, siz de bana bildiğiniz her şeyi anlatacak mısınız ki? Boşuna cevap verme Atlas, zira ben cevabı pekâlâ biliyorum. Tahmin edersin ki sabrımın bir sınırı var. Bu karmaşa, bilmeceye benzer karmaşıklık tahammülümü tüketiyor."

"Peki Valmir'i ne diye kovdun? Neyi tartışacağız?"

"Hiçbir şeyi. Dâhil edilmemek nasıl bir hismiş anlasın istiyorum."

"Emin ol Valmir bunu hepimizden daha iyi biliyordur."

"Elbette bilir, ne de olsa yüce bir bilge kendisi!"

"Biraz işlerden elini ayağını çek," dedi Atlas. "Ne zaman kafan boşalırsa, işe o zaman dönersin."

"Senin de çözümün bu mu? Beni uzaklaştırmak mı?"

Atlas masaya koyduğu kâğıtları bir araya getirip toparladı. "Evet, ama bunu bir şeyleri anlayasın diye yapmıyorum. Tükenmeden önce soluklan istiyorum."

"Mümkün mü sanki?"

Beraber odadan çıktık. Büyük salona geçtiğimizde camların açık bıraktığı alandan şehri görmeye çalıştım. Görebildiğim tek şey fezaya dek uzayan ağaçların arasında belli belirsiz sallanan, yıkılması an meselesi olan birliklerdi. Düşman bölgeye girmek için üstün çaba sarf etmiyor, ağır ilerleyen hareketlerle sanki bizi oyalamaya çalışıyordu. Nedendir bilinmez acelesi yoktu. Tam da Atlas'ın dediği gibi ilk bizim saldırmamızı bekliyor olmalıydı. Böylece mağdur görüntüsüyle başlattığı oyununu imajını zedelemeden devam ettirebilecekti.

Bir yarıştaymış gibi atan kalbimin sesi kalbimdeki odacıklarda esen bir rüzgârdı; uğultulu, şiddetli ve istikrarlıydı. Ne kalbimin bulunduğu alan ne de bedenimin bulunduğu alan gürültüden arınıp temizleniyordu. Gürültü devam ediyor ve gürültünün baskın olduğu alanlar titreşiyordu.

Değişiyordum. Hepimiz değişiyorduk. Fakat bendeki bu değişim, hislerimin arsızca uzaması beni öylesine rahatsız ediyor, öylesine bitap düşürüyordu ki bazı zamanlar kendimden tiksinir oluyordum. Büründüğüm kişilik beni rahatsız etmeye yetiyor, kendimden giderek soğuyordum. Amaçlarım, isteklerim ve eylemlerim birbiriyle çelişir hâle gelmişti. Uzunca yıllar hunharca kullanılmış bir eşya gibi hissediyordum kendimi. Artık işlevimi yitirmiş ve paslanmıştım.

"Dünden bugüne ne değişti?"

Atlas'ın sorusu daldığım sulardan çıkardı beni. Umursamaz olmak şöyle dursun, ardı arkası kesilmeyen düşüncelerim sağ olsun, umarsızlığın yonttuğu, vahim bir durumda olan koca bir ağaçtım. Darbeler şeklimi değiştiriyor, görüntüm benden bağımsız bir kimliğe bürünüyordu.

"Dedim ya artık tahammül edemiyorum." Cam kenarından ayrıldım. "Sanırım Ezra'nın verdiği içeceği içip ruhları uyandıracağım. Ne olacaksa olsun artık. Hem daha kötü ne olabilir ki?"

"Yolun başında değiliz ama henüz sonuna da varmadık," dedi Atlas. "Başımıza gelecekler liste liste sıralanabilir. Şimdiden yelkenleri suya düşürürsen, sonrasında hâlimiz ne olur?"

"Ortada doğru düzgün bir şey yok. Canımı sıkan şeylerden birisi de bu. Sanki bir hayaletle savaşıyoruz."

"Düşmanın atağa geçmesi en önce bizim zararımıza olur. Hâlâ vaktimiz varken hazırlık yapmalı ve önlem almalıyız."

"Bizden ziyade bölgenin girişindeki askerler işe yarıyor," dedim. "Düşmanın atağa geçmesini bir bakıma bu yüzden istiyorum."

Atlas bir şey diyemeden Perla girdi içeriye. Uzaktan uzağa selam verip koltuğa yerleşti. Konuşmamızı duyduysa bile araya girmeye gerek görmedi.

"Perla," dedim. "Boşuna yayılma oraya. Odama geçelim."

Salondan çıktığım gibi Perla yanıma ulaştı. "Neler oluyor? Yeni bir sorun mu var?"

"Medora yeni şifacıyı kendisi seçmek istiyor, sonrasında da Permondura'ya gidecekmiş."

Perla koluma girdi ve odaya girinceye kadar ağzını açmadı. Ne zaman odaya girdik o zaman konuşmaya başladı. "Kötü bir fikir olabilir ama şu Erya mevzusunda Veda Hanım'dan yardım alsak ya?"

Yatağın ucuna oturunca Veda Hanım'dan gelen notları ve böyle bir istekte bulunsak vereceği tepkiyi düşündüm. "Onu hiç tanımıyorum."

"Ben de," dedi Perla. Yanıma oturdu. "Fakat denemekten zarar gelmez. Bildiğim tek şey onun Lenor ailesinden hoşlanmadığı. Atlas değil ama sen onunla iletişime geçsen iyi olabilir. Gönlüm Kunter veya Ramon Bey'in iletişime geçmesi yönünde ama sanıyorum ki, bu çok acımasızca olur."

"O acımasızlığı bir kere yaptım. Kunter'i bir daha aynı durumun içine sürüklemek istemem. Yaptığım şeyden ötürü hâlâ azap duyuyorum."

"Kunter sorun etmiyor," dedi Perla. "O, doğruları söylemekten kaçınmaz. Rahatsız olsaydı şimdiye kadar birçok kez bunu söylerdi. Fakat onu yeniden aynı duruma itmeyi ben de doğru bulmuyorum. Bence sen not yolla."

"Ne diyeceğim ki? Beni tanımıyor bile."

"Erya dolayısıyla seni tanıyor olabilir."

"Medora'dan onu buraya yollamasını istedim. Eğer Erya buraya gelirse, Medora Permondura'ya gidecek."

Duydukları Perla'yı memnun etmedi. "Onun buraya geleceğini sanmam. Ayrıca Medora Permondura'ya giderse ortalık daha çok karışmaz mı?"

"Asıl onu engellemeye çalışırsak ortalık karışacaktır," dedim. "Erya, adamını yanına almadan rahat etmez. Medora'yı yanına almak uğruna yeni sorunlar yaratır diye düşünüyorum."

"Ezra'nın sözü ona nasıl geçmiyor, hiç anlamıyorum! Sonuçta Ezra onun da efendisi."

"Sanırım bu bizim Eli Ran'a biat etmeyi reddetmemize benziyor."

Perla'nın omuzları çöktü. "Artık geleceği net bir biçimde göremiyorum. Her şey bulanık."

"Perla," dedim. "Ruhları uyandıracağım. Birkaç güne, bilemedin birkaç haftaya. Sonrasında olacaklara hiç mi hiç hazır hissetmiyorum."

"Savaş başlıyor desene. Düşmanın bize göstereceği gücü merak ediyorum doğrusu. Bizi orada ne bekliyor olacak Alisa?"

Cevap vermek için hızla atılmak sorulan sorunun ağırlığına saygısızlık olurdu. Bizi savaş meydanında ne bekliyordu? Günün sonunda bizler için güneş yeniden doğacak mıydı? Yoksa yolun sonu daima karanlık mıydı?

İstemsizce ağzımdan, "Sen de orada olacak mısın?" sorusu çıktı.

"Ben mi?" dedi Perla, hayretler içinde. "O nasıl soru? Elbette savaşacağım, beraber savaşacağız."

Başlattığım yanlışın uzamasına izin verdim. "Bedenin bir savaşa dâhil olamayacak kadar zayıf görünüyor."

Bakışları bana döndüğünde ve orada birçok yargı gördüğümde, cevap vermesini beklemeden, "Güç anlamında diyorum," diye devam ettim. "Bedenin güçsüz görünüyor."

Kendini tebessüm etmeye zorladı. "Güç, bedende değil, ruhtadır, Alisa."

"Belki de öyledir Perla, ama senin ruhun da çok güçsüz görünüyor."

Perla omuzlarını dikleştirdi. Aldığı nefeslerin yüreğine battığına adım kadar emindim. "Sanki hayata dair her şeyi tüketmişim gibi geliyor. Hayatın tüm neşesini, acısını tüketmiş ve geride hayattan bana dair hiçbir şey bırakmamışım gibi. Aynı şekilde hayat; tüm neşemi, acımı, sevgimi, direncimi tüketmiş ve geride benden bana dair hiçbir şey kalmamış gibi... Ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi? Bu beden Perla değil gibi. O kişiyi geride, sıcak bir anın içinde bırakmışım gibi. Yine de bu hâlimle, bildiğiniz Perla'dan oldukça uzak olan hâlimle savaşacağım ve günün sonunda o Perla'ya ulaşmayı umut edeceğim. Belki o gün geldiğinde, geride kalan Perla bıraktığım hâliyle beni bekliyor olur."

"Emin ol bekliyor olacak," dedim. "Tıpkı bizim onu beklediğimiz gibi."

Perla'nın gözleri durulmayı bekleyen bir okyanustu. "Pamir'i terk ettiğimiz bölgede bırakmış olmak... Bu düşünce beni o kadar yoruyor ki... Keşke zaman zaman onların yanına uğrayabilsek."

"Orayı yeniden alacağız. Hiçbir endişen olmasın." Omzunu sıktım. "Kendini göstermek için oraya gitmene gerek yok Perla. Pamir, sen nerede olursan ol, her daim duyacaktır seni. Mezarlar bir noktada temsil, biliyorsun."

"Elbette biliyorum. Bilmiyor olsaydım bile şu süreçte bunu anlayacaktım. Fakat insan yine de oraya gitmek ve o hiçbir şey ifade etmeyen toprağa dokunmak istiyor. Sanki o zaman acım dinecekmiş, az da olsa hafifleyecekmiş gibi geliyor."

"Bir gün birlikte gideceğiz," dedim. "O zamana dek senden yalnızca sabırlı olmanı istiyorum. Nasıl ki sen evime döneceğim konusunda bana söz vermiştin, şimdi de ben sana, o mezarlığa yeniden gideceğin, birlikte gideceğimiz konusunda söz veriyorum. Öyle ya da böyle seni oraya götüreceğim."

Parmağındaki yüzüğü kavradı. "Söz tutma konusunda bana benzeme lütfen. Ben pek tutamıyorum."

"Bana verdiğin sözü tuttun," dedim. "Beni sağ salim evime kavuşturdun. O yüzden söz tutma konusunda özellikle sana benzemeye çalışacağım Perla."

Perla'nın tebessüm etmeye zorladığı dudağı, gözlerinin boynumdaki kolyeye kaymasıyla birlikte düz bir çizgi hâline geldi. "Eskiden bu kolyeye baktığımda kolyeyi sana hediye ettiğim an geliyordu aklıma. Şimdi ise yalnızca Pamir geliyor. Dostluğumuza ihanet ediyormuş gibi hissediyorum."

"Şimdi bu kolyeye bakınca benim de aklıma başkaları geliyor," dedim. "Bu bir ihanetse, ihanet eden tek kişi sen değilsin. Anlamsız sebeplerden ötürü canını sıkma."

Ayağa kalktım. "Sien Qa'yı alacağız, atılan iftiraları silip yitirdiğimiz kişilerin isimlerini temizleyeceğiz ve ardından mezarlığa gidip hasret gidereceğiz. Bak, geleceğimiz bu işte. Bulanık olan, belirsiz olan tek bir detay görüyor musun?"

Perla'nın sessizliğine karşılık olarak, "Ben de öyle düşünmüştüm," dedim.

Gece, gökyüzünde yolculuğa çıktı; azimle uzayan yolculuk gecenin göğü terk etmesiyle son buldu. Güneş yeniden doğdu, böylece açmaya başlayan tomurcukların solgun ama kararlı duruşları ağaç dallarında bir bayrak gibi sallandı. Fakat ara ara coşan rüzgâr bazı bayrakları yere serdi. Bu görüntü beni hiç mi hiç şaşırtmadı. Fırtınaya doymuş kışın öylece gelip geçmeyeceğini öğrenmek gerekirdi. Atlatılan kışın kalıntıları bazen sert bir rüzgâr olarak, bazen dolu olarak, bazense yumuşak bir şekilde başlayıp şiddetini arttıran bir yağmur olarak karşımıza çıkacak ve bizi karşılayan baharın meyvelerini devirmeye çalışacaktı.

Başkule'den çıktığımda taşlı yolun üzerinde koşar adımlarla ilerledim. Gece olunca gün içerisindeki hâllerimin pişmanlığını yaşıyor ve kendimden utanç duyuyordum. Yeni gün doğmuş ama ben, gece başlayan utancımdan kurtulamamıştım. O yüzden hızlı adımlarıma ters düşen bir ağırlık vardı üstümde; başım dik değil, eğikti.

Kale'nin demir parmaklı kapısı ığıl ığıl açıldı. Güneş ışığı tam bu noktaya düşüyordu işte. Gözlerim güneşe dayanamayıp aniden kısılmış, eğik başım iyice aşağı düşmüştü. Muhafızların ikisi çoktan önüme geçmişti. Ellerimi yüzüme siper edip taş köprüye çıktım. Hem önümden hem arkamdan ilerleyen muhafızların bedenleri bana gölge oluşturmuştu. Köprüyü rahat rahat geçtim. Cebimden büyü taşını çıkarttığım zaman köprüden geçen Aren'i gördüm. Sabırla yanıma gelmesini bekledim.

O bana yeterince yaklaşınca, "Sana haber verilmedi sanırım," dedim. "Medora'nın yanına gidiyorum. Yeni şifacıyı açıklayacak. Bir de özel olarak benimle konuşmak istiyormuş."

"Biliyorum biliyorum. Ben de seninle geliyorum."

"Neden?"

"Medora Erya'nın bölgeyi koruyacağını söylemiş olsa da, oraya yalnız gitmeni doğru bulmadım."

Üzerinde durmayıp taşla geçidi oluşturdum. Aren'in tavırları da zamanın ilerlemesi sonucunda büyük ölçüde değişikliğe uğruyordu. Artık beni hiç olmadığı kadar düşünüyor ve tam da bu nedenden dolayı, hiç olmadığı kadar hayatıma dâhil oluyor, kendisini beni korumakla yükümlü hissediyordu. Bunu, ağzından çıkan sözlerden ve çoğu zaman fazla büyüttüğünü düşündüğüm fikirlerinin etki ettiği davranışlarından kolayca görebiliyor ama ona karşı bir söz söylemeye gerek görmüyordum. Kendi göğünde tüten kaygıyla bu şekilde baş edebiliyorsa, ona karışmamalıydım.

Önce ben, sonra Aren girdi geçide. Zihnimden silinmeye yüz tutmuş bina hatıralarımı tazeledi. Kargaların asla azalmadığı bahçeden sessizce geçtikten sonra kapıyı çaldım. "Burayı hiç sevmiyorum."

Geçen bir dakikanın ardından kapı Medora tarafından açıldı. Şifacı, Aren'i gördüğüne sevinmek şöyle dursun, memnuniyetsizliğini çekinmeden gösterdi. "Yalnız gelmeni tercih ederdim."

Aren Medora'yı umursamayıp içeri girdi. "Ben de yıllar önce işini bırakmanı tercih ederdim."

Bu iki huysuz insanın arasında kalmamak için içeri girip konuyu değiştirdim. "Yeni şifacımız nerede?"

"Bakıyorum da pek meraklısın yeni bir şifacıya!" Salına salına masasına geçti. "Oturmaz mısınız?"

Onun karşısına geçip oturduğumuzda gözlerim çok da geniş olmayan odayı turluyordu. Odada yeni biri yoktu ya da daha öncesinde görmediğim yeni bir eşya da yoktu.

"Erya ile iletişime geçtim. Seni buraya ona duyduğum güven sayesinde çağırdım. Görüşme bitinceye ve siz Kale'ye dönünceye dek bizi gözetecek. Ayrıca seninle görüşmeyi kabul etti. Fakat görüşme Marilya Ormanı'nda yapılacak. Geçen sefer geldiğin yeri hatırlıyor musun? O koca meşe ağacını... İşte yeniden oraya gitmen gerekecek."

"Neden orman? Ne diye yanımıza gelmiyor ki? Ya da hiç olmadı burada görüşebiliriz."

"Kendisi böyle istiyor," dedi Medora. "Böyle bir konuda ona itiraz edecek değilim."

Aren hamurdandı. "Sanki başka bir konuda itiraz ediyorsun!"

"Öyle olsun," dedim çaresizce. "Ne zaman görüşeceğiz?"

"Kendisi sana not yollayacak."

"Şu sözleri de not ile bildirebilirdi," dedi Aren. "Tuhaf bir iletişim şekliniz var."

Aren'e kalsa akşama kadar Medora'ya laf yetiştirebilirdi ve bunu yaparken hiç yorulmazdı. Onun bu görüşmeye yanımda gelmesi pek de doğru bir karar değildi.

"E," dedim uzatarak. "Yeni şifacımız nerede Medora?"

Medora eliyle sol tarafındaki kitaplığın arasına sıkışmış, üzerine sarmaşıklar uzanmış ahşap kapıyı gösterdi. Kapı açıldı, kapının üstündeki yeşil bitkiler hafifçe kıpraştı ve bir kadın bedeni sarmaşığın arasından çıkageldi. En fazla kırklarının başında olan, soylu görünüşlü, üstten bakışlı fakat tam olarak kibirli diyemeyeceğim bir edayla içeri giren bu kadın bakışlarına ters bir kibarlıkla hareket ediyordu. Yeşil saten eteğinin kuyruğu bileklerine dek iniyor, eteğiyle uyumlu çiçek desenli korsesinin boyun kısmına eklenmiş inciler gözlerine yerleşmeyi başarmış arzu kadar parlamayı başaramıyordu. Eteğiyle uyumlu, çiçek şekline sokulmuş bir kumaşı boynuna sarmıştı ve o sarkıntılara kulağındaki inci küpeler eşlik ediyordu. Topuz yaptığı siyah saçlarındaki birkaç tutam çoktan kendi bildiklerini okumuş ve sürüden ayrılmıştı. İki küçük çiçek eklentili, tüllü, küçük koyu yeşil şapkası yüz detaylarını gizleyememişti. Keskin siyah gözleri ve sivri çenesiyle âdeta meydan okuyordu.

Kadın karşımıza, Medora'nın yanına geçip bize selam verdi. Gözleri alev alev, koyu bir arzunun ateşiyle yanıyordu. Fakat ağzını açıp tek kelime etmedi. Onun yerine Medora konuştu. Zaten şu günlerde Medora sürekli olarak başka birilerinin yerine konuşmuyor muydu?

"Merya," dedi Medora, sesi gurur doluydu. "Öğrencim olur kendisi. Burada verdiğim eğitimi tamamlayınca Alsondro'ya gitmiş ve geri kalan eğitimini de orada almıştı. Artık şifacı olmaya hazır. Yerimi ona teslim etmek istiyorum."

Hem Aren'in hem de benim bakışlarım şüphe doluydu. Aren'in tepkisine bakılacak olursa o da bu kadını tanımıyordu.

"Bir öğrencin olduğunu bilmiyordum," dedim. "Herkes eğitim vermeyi reddettiğini söyler dururdu."

"Yalnızca bir tane öğrencim var. O da Merya'dan başkası değil."

Şüpheyle kadına baktım. "Alsondro'da aldığınız eğitimin belgesi var mı?"

Medora masanın çekmesini açıp kırmızı kurdeleli, rulo hâline gelmiş bir kâğıdı uzattı bana. "Buyurun. Diploması burada."

Rulo kâğıdı alıp hızla göz gezdirdim. "Şimdilik bir şey diyemeyeceğim. Önce Bilge'nin incelemesi ve bir karara ulaşmasını bekleyeceğim."

"Doğru, artık şifacıyı seçecek sağlam bir sistem yok," dedi Medora. "Bilge'ye sırtınızı dayamanızı anlıyorum. Fakat bana kalırsa acele etsin. Yarın bu işi devretmek istiyorum."

"Yarın Merya şifacı seçilse bile bu topraklardan çıkamayacaksın," dedim. "Önce Erya ile konuşacağım. Ancak o zaman Permondura'ya gidebilirsin."

"Katrin Hükümdarı olarak görevinizi benimsediğinizi görmek tuhaf geliyor," dedi Medora. "Dediğiniz gibi olsun. Birkaç gün daha bekleyebilirim."

Ayağa kalktım. Aren hâlâ oturduğu yerde Merya'yı inceliyordu. Merya ne bana ne de Aren'e güven vermeyi başarmıştı. Bu kadından yükselen tuhaf, açıklaması zor bir koku vardı.

"Akşama doğru Bilge buraya bir not yollar," dedim. "Neyin ne olduğunu öğrenirsiniz."

Merya'ya baktım. "Soyadın nedir? Diplomada yazmıyor."

"Yazmaz tabii," dedi Medora. O da ayaklanmıştı. "Şifacı olunca ailenle olan bağın kopar. Belgeler bunun hazırlığını yapmak içindir; eğitim alan kişilerin soyadı belgelere işlenmez."

"Yine de Myra kardeşler ile iletişime geçip rapor isteyeceğim," dedim. "Elime verdiğiniz her belgeye inanmamı beklemeyin."

Yeniden Merya'ya baktım. "Özgün belge bu mu? Bir yedeği var mı sizlerde?"

"Elindeki, belgenin özgünü," dedi Medora. "Merak etmeyin, elimizde bir kopyası var elbette."

Aren ile birlikte kuşkular içinde ahşap kapının oraya gittik. Kapının kulpunu sıkıca tutan Medora," Bir isteğim daha olacaktı," dedi.

Aren ağzını açıp itiraz edecek gibi oldu ama onun konuşmasına fırsat vermeyip, "Nedir?" diye sordum.

"Öğrencimin adı duyulmasın," dedi Medora. İşte şimdi gerçekten bir istekte bulunuyordu. Sesi çekingen, bakışları hiç olmadığı kadar yumuşaktı. "Kale'nin dışından kimsenin haberi olmasın." Gözlerimin içine içine baktı. "Hem de kimsenin. Yalnızca Kale'de yaşayanlar bilsin. Dışarıya bilgi gitmesini istemiyoruz."

"Hayırdır?" dedim şaşkınca. "Neden böyle bir istekte bulunuyorsunuz?"

"Yeni şifacının kimliğinin gizli kalması gerekiyor," dedi Medora. "Anlayış göstermenizi bekliyorum. Büyük bir istek değil sonuçta."

"Böyle kendini dizginleyerek konuşmayı biliyordun madem," dedi Aren, "bugüne kadar niye bu yeteneğini bizlere göstermedin?"

Aren Medora'dan önce davranıp kapıyı açtı. "İsteğin, bu zamana kadarki tavırların göz önünde bulundurularak değerlendirilecek."

İşte o an Merya söze girmeyi kendine hak gördü. "Bu Efendi Medora'nın değil, benim isteğim. Bunu göz önünde bulundurup değerlendiriniz, lütfen."

Aren bir şey demeden dışarı çıktı. "İyi günler," dedim. "Bilge size haber yollar."

Merya benden önce davranıp bahçeye çıktı. Eteğinin cebinden büyü taşı çıkarıp geçit oluşturdu. "İyi günler Efendim."

Aren, onun yanına vardığımda kolumu tutup geçide girdi. Muhafızların çember oluşturduğu alana vardığımızda rahatça nefes aldım. "Neydi bu?"

"Bu yeni kadını gözüm hiç tutmadi," dedi Aren. "Ne de olsa Medora'nın öğrencisiymiş. Bu, ona güvenmemek için oldukça yeterli bir durum."

"Bana da bir tuhaf geldi. Medora'nın öğrencisi olduğunu biliyor muydunuz? Yoksa herkesten gizlemiş mi?"

"Haberim yoktu. Demek ki gizlemiş. Bunun altından hiç hoşumuza gitmeyecek bir durum çıkacak gibi."

Savrulan rüzgâr bize belli belirsiz değip geçiyordu. Kale'nin etrafı yine sis, orman yine sepsessizdi. Taş köprüyü geçerken yeni bir geçidin oluştuğunu duyduk ve adım atmayı kesip arkamıza döndük. Birkaç dakika önce bizim kullandığımız geçidin bulunduğu alanda şimdi yeni bir geçit oluşmuştu. Muhafızlar önümüze siper oldu. Aren beni arkasına doğru çekti.

Normal şartlar altında bu bölgeye dışarıdan geçit oluşturulamıyordu; Valmir bunun için özel bir koruma büyüsü yapmıştı.

"Medora mı acaba?" diye sordum.

Köprünün başındaki muhafızlar geçidin etrafını sardı, Kale'nin girişinden birkaç muhafız çıkıp geldi ve yanımıza ulaştı. Ortam aniden gerilmişti.

Mavi geçidin içinden çıkan Ural'ı gördüğümde, az kalsın elimdeki belge rüzgârla birlikte köprüden süzülüp ormana doğru uçacaktı. Belgeyi yitirmemek için kâğıdı sıkıca tuttum. Yaşadığım şaşkınlığı üstümden atmayı başarınca birkaç adım öne çıktım. Muhafızların kapadığı alanda Ural ellerini havaya kaldırmış teslim oluyordu. Zayıflamış bedeni bu teslimiyeti gözüme masum gösterse de arka planda neler döndüğünü bilmiyor oluşum yüreğimi taşa çevirmeye yetiyor, gözümün önüne Ural'ın bölgesine yaptığı ihanet geliyordu. Yüzü bana dönük muhafızların bir emir beklediğini fark edince çaresizce Aren'e sığındım.

Aren'in yüzü kasılmıştı. "Hükümdar sensin. Ne yapılacağına sen karar ver." Sözü biter bitmez arkasına döndü ve Kale'ye doğru ilerledi.

"Bilge'den yeni bir kelepçeye büyü basmasını isteyin," dedim. "Başkule'deki zindana değil, garnizondaki hücrelerden birine atın."

Sözüm biter bitmez Aren'i yakalamak için koşa koşa köprüyü geçtim. O esnada demir kapıdan çıkan Bartal ile karşılaştım. Bartal, tam adıyla Bartal Somar, ordudaki askerlerden biriydi. Roves Kalesi'ne çekildiğimizde güncel birliklerde birtakım değişiklikler yapılmış ve rütbe ile seviyeler yeniden belirlenip kral için uygun bir savaşçı seçilmişti. Eski düzenek devam ederken, yani yedili sistem henüz hasar almamışken, sistemin başındaki din adamı hükümdarın yardımcı ve danışman seçmesine müsaade etmez ve kralın her daim gelip kendisine danışmasını emredermiş. O yüzdendir ki uzun zamandır Katrin Hükümdarlarının özel danışmanları veya yardımcıları yokmuş. Buraya geldiğimizde Eli Ran'ın sıkıca tutunduğu bu sistemi en baştan kurmak zorunda kalmış ve kral için bir sağ kol seçmiştik. Bartal aldığı keskin ve uzun eğitimler neticesinde, Valmir'in Kralın Kılıcı dediği ünvanı hak etmiş ve Atlas'ın danışmanlığını yapmaya başlamıştı.

Henüz onlu yaşlarında kraliyet gözetimi altında savaş ve dövüş eğitimi alırken talihsiz bir kaza geçirmiş ve büyülü bir hançerin gözüne değmesi sonucu sağ gözünü yaralamış ve gözünün üstünde oluşan yaranın izi bir hatıra olarak bedenine kazınmıştı. Büyülü bir hançerin yanlışlıkla gözüne değmesi sonucu sağ gözünün koyu kahvesi griye çalan buz mavisine dönüşmüştü. Sağ gözünün üstüne düşen izi kapatmak, saklamak veya gizlemek adına hiçbir şey yapmıyor, hatta konuştuğumuz anlarda gözünün bu hâlini oldukça beğendiğini sıkça belirtiyordu. Henüz kırk yaşına yeni basmıştı fakat kahve saçlarına çoktan birçok beyaz tutam yerleşmişti. Saçının bu kahve ve griye çalan hâli, iki gözüyle ölesiye uyuşuyor ve tam da Bartal'ın dediği gibi, kendisine has bir tarzın doğmasına vesile oluyordu. Bir savaşçı olarak görüntüsü, o uzun boyu ve kalıplı bedeni görmeye alışkın olduğum bir şeydi ama huyu, şakacı tavrı, düşmeyen modu buralarda, hele de askerlerin arasında görmeye pek alışkın olduğum bir görüntü değildi.

Nedense onu Kunter'e benzetiyordum. Bu benzetme yüzünden onun bu şen şakrak hâlini iyice yadırgıyordum. Bu düşüncemden hem Kunter'in hem de Bartal'ın haberi vardı. Kunter dürüst itirafım karşısında gülmekle yetinmişti; Bartal ise kendisine yakışır bir biçimde Kunter'in soğuk tavırlarını şakayla karışık eleştirmiş, hiçbir zaman onun gibi soğuk tutum sergileyemeceğini ve bu tutumun bir yetenek olduğunu söylemişti.

"Gözün Ural'ın üstünde olsun," dedim. "Şimdilik garnizondaki hücrelerden birine yerleştirin. Sonrasında ne olacağını diğerleriyle tartışırız."

Yanımdan sıyrılıp geçen Bartal'ın boşluğunu yeni görevliler dolduruyordu. Muhafızlardan biri Bilge'ye mühürlettiği kelepçeyi Kale'nin dışına götürdü. Sonrasında ne olduğunu göremedim zira arkamı dönüp bakmadım. Yalnızca ilerledim. Başkule'ye girdiğimde sesler çoktan birbirine karışmaya başlamış, Kale'nin içini bir gürültü kirliliği doldurmuş gidiyordu. Üst kata çıkan merdivenin başında Valmir dikiliyordu. Bakışları dalgındı. Onun da bedeni gerilmişti; olan şeye pek ihtimal veremediği belliydi.

"Alisa," dedi Valmir. "Durum nedir?"

"Bilmiyorum. Garnizondaki hücreye yerleştirilecek. Sonrasında ifadesi alınır ve neyin ne olduğunu öğrenmiş oluruz."

Beni uzaktan uzağa süzdü. "İnanıyor musun?"

"Neye, Bilge?"

"Onun canıgönülden teslim olduğuna."

"Doğrusu bir oyun gibi geliyor. Fakat görebildiğim kadarıyla hâli kötüydü."

"Öyle mi?" diye sordu Valmir, hayretle. "Bir karışıklık yaşanmış olmasın! Yoksa düşman birliğinde fikir ayrılıkları mı yaşanmaya başlıyor?"

Atlas birkaç muhafız eşliğinde merdivenden iniyordu.

"Öyle olması işimize gelir ama pek sanmıyorum," dedim. "İfadesi alınana dek bir yargıya varamayacağım."

Atlas, Valmir'in yanında durdu. "Bir yargıya mı varılması gerekiyor? Ne hususta?"

"Ural'dan söz ediyoruz," dedim. "Bilge, bir oyun olup olmadığını sorguluyor."

Bilge asasına dayanmayı kesti, birkaç adım öne geçti. "Sen ne düşünüyorsun Atlas?"

"Bir hainden masumiyet beklenmemesi gerektiğini."

Neden sonra, "Sorguya ben de katılacağım," dedi Atlas. "Sen de gelmek ister misin?"

Gayriihtiyari Valmir'in bir şey demesini bekledim. Fakat o, sen bilirsin, der gibi bakıyordu. Elimdeki kâğıdı Valmir'e verdim. "Medora'nın seçtiği şifacının eğitim belgesi. Bir incelesen iyi olur."

Ardından Atlas'ın peşine takıldım. "Kim sorgulayacak onu?"

"Bartal."

Bu tarz hususlarda Bartal'ın Atlas veya diğerlerinden bir farkı kalmıyordu. İhanet, pek çoğumuzda olduğu gibi, onun da ağzında kötü bir tat bırakıyordu. Sorgu sırasında oluşacak gergin ortamı daha şimdiden hissediyordum.

Kale'nin girişindeki küçük avluda yer alan garnizona girdik. Görevlilerin söylediğine göre Bartal çoktan Ural'ı sorgu odasına koymuş, başında dikiliyordu. Küçük, işlevsiz birçok hücreyle dolu dar koridorun giriş kısmında sorgu odası olarak kullanılan küçük bir oda vardı. Odanın içi bir masa ve sandalyeden başka bir şeye sahip değildi. Tabii şimdi o odanın içi görmeye hiç alışık olmadığımız bir bedenle dolmuştu.

Ural'ı tanımıyordum. Doğrusu ses tonunu bile unutmuştum. Fakat çevremdeki kişilerin acısını, üzüntüsünü, en derinden hissettikleri hayal kırıklığını unutacak değildim. Yine de yüreğim çok ileri gitmeyi kaldıramazdı. Sanıyorum ki bu durum Atlas'ı germeye yetecek kadar belirgin bir vaziyetteydi.

Burada Eli Ran veya Timun Almedal olsaydı ne hissederdim diye düşündüm. O gün ne hissedeceksem şimdi de beni sevenler için aynısını hissetmeliydim. Acımak yok, dedim. Araya girip Atlas'ı ve diğerlerini kendine kırdıracak bir söz etme. Sevdiğin kişilerin hislerine saygı duy diye hatırlattım kendime; zira bende, içimde, herkese karşı gösterilmek için can atan bir acıma duygusu vardı. Fakat şu an sırası değildi.

Demir masanın etrafına konmuş üç sandalyeden birine oturtulmuş adamın sönüp gittiği, dirayetini yitirdiği feri sönmüş gözlerinden belliydi. Üzerine giydiği ince kumaşlı, tiril tiril beyaz gömleği ona birkaç beden büyüktü. Alnına düşmüş kahve tutamlar belki de rollenmeye çalıştığı zavallı görüntü için ona olanak sağlıyordu. Fakat asıl vuruşu, dizginlemek uğruna birbirine kavuşturduğu titreyen elleri yapıyordu. Yüzü masaya eğikti, kimseyle göz teması kurmuyordu; belki orada parlayan kurnaz ışığı görmemizi engellemek için, belki de gerçekten utanç duyduğu için bakmıyordu kimseye.

Atlas, Ural'ın tam karşısındaki sandalyeye oturunca Atlas'ın yanındaki boş sandalyeye oturdum.

Bartal ayakta, Atlas'ın sol omzunun gerisinde dikiliyordu. "Adını ve geldiğin aileyi söyle."

"Ural," dedi Ural, eğdiği başını kaldırma cesareti gösteremeden. "Ural Kors. Güvenlik ve savunmayı kapsayan altıncı bölümün sorumluluğunu üstlenen Kors ailesinin tek vârisiyim."

"Teslim olmaya ne zaman ve neden karar verdin?"

Cevap hemen gelmedi. "Siz Sien Qa topraklarını terk ettiğinizde karar verdim. Edvin Bey ile Pamir'in öldürüldüğü gece... Bana kimsenin zarar görmeyeceği sözü verilmişti. Kandırıldığımı fark edince teslim olma kararı aldım."

"Neden bugün teslim oldun? Edvin Bey ve Pamir Bey'in ölümünün üzerinden aylar geçti. Kandırıldığını fark ettiğin ilk anda neden teslim olmadın?"

"Onların yanından ayrılmak için plan yapmam gerekiyordu. Fark ederlerse teslim olmama müsaade etmezlerdi."

"İlk ihanetin ne zaman gerçekleşti? Ne zamandır kraliyetin arkasından iş çeviriyorsun?"

"Ailem bu yola dâhil olduğundan beri," dedi Ural. "Sanırım yaklaşık on yıldır. Belki daha fazla."

Bartal bastırarak, "İlk ihanetin ne zaman gerçekleşti?" diye sordu, yeniden.

Ural titrek bir nefes aldı. "Eğer ihanetten sayılırsa, gençliğimizde konuştuğumuz basit şeyleri Eli Ran ile paylaştım. Fakat ilk büyük eylemi soruyorsanız... Ramon Bey Katrin Hükümdarı iken, Eli Ran'ın olmadığı bir toplantı gerçekleştirmişti ve ben de toplantı salonunda bulduğum kâğıtlardan birini Eli Ran'a teslim etmiştim."

"O zamanlar yaşın kaçtı?"

"Bilmiyorum. Belki on beş, en fazla on yedidir."

Atlas hiç kırpmadığı gözleriyle Ural'ı izliyordu. Benim gözüm ise bu iki adamın üstünde durmaksızın dolaşıyordu.

"Seni ihanete sürükleyen durum neydi? Neden Eli Ran ile işbirliği yaptın?"

"Babam için... Küçük yaştan itibaren beni kraliyetin sapkın amaçları olduğuna inandırarak yetiştirmişti."

"Ailen de mi bu işin içinde?"

"Evet," dedi Ural, zorla. "Hem babam hem annem Eli Ran için çalışıyor."

"Eli Ran'ın yanında başka kimler var?"

"Burada olmayan herkes..."

"Edvin ve Pamir Bey'i siz mi öldürdünüz?"

"Eli Ran'ın emriydi. Eli Ran Edvin Bey'in Almedal Sarayı'na ne amaçla geldiğini biliyordu çünkü Eli Ran'ı destekleyen herkes en az on yıldır onun yanında kendisine hizmet ediyordu. Eli Ran Edvin Bey'e yem attı. Yemin atılabileceği en uygun kişi kendisiydi. Fakat öldürüleceğini bilmiyordum. Ben... yalnızca gözetim altında tutulacak sanıyordum."

"Edvin Bey'i kim öldürdü?"

"Eli Ran'ın kendisi."

"Pamir Bey neden öldürüldü? Ayrıca kim tarafından öldürüldü?"

Ural yeni bir nefese ihtiyaç duydu. "Sebep benimle paylaşılmadı. Eli Ran'ın görevlendirdiği birkaç adam tarafından öldürülmüş. Bildiklerim bu kadar."

"Olay nasıl yaşandı?"

"Bu olayın detayları benimle paylaşılmadı. Onlara olan güvenimi kaybettiğimi düşünmesinler diye olayı çok fazla deşmedim."

Bartal kısaca Atlas'a bakıp sorularına devam etti. "Krallığa ne zaman saldırmayı düşünüyorlar? Planları neler?"

"Buradan hamle bekliyorlar. Kraliyet onlara saldırmadan büyük bir hamle yapmayacaklar."

"Planları neler?" diye sorusunu yeniledi Bartal.

"Eli Ran'ın belirlediği kişilerle özel toplantılar yapılıyor. Planların detayları orada konuşuluyor. Benim o toplantılara katılmam yasak."

"Neden?" Soruyu soran Bartal değil, Atlas'tı.

Duyduğu ses Ural'ın utancını iyiden iyiye arttırdı. "Oraya genç isimleri almıyorlar."

"Kimleri alıyorlar?" Soruyu soran kişi yine Atlas'tı.

"Eli Ran'a uzunca süre hizmet etmiş oldukça güvenilir kişileri alıyorlar."

"On yıl yeterince uzun bir süre değil mi?"

Atlas'a, yapma, dercesine baktım ama Atlas'ın odağına girmeyi başaramadım.

"Onlar için değil."

Bartal Atlas'tan izin alıp sorularına devam etti. "Aldo Bey sizden miydi?"

"Evet, Eli Ran'a hizmet ediyordu."

"Ne zamandan beri?"

"Ben Eli Ran'ın yanına gittiğimde, Aldo Bey çoktan ona hizmet etmeye başlamıştı bile. Sanırım yaklaşık yirmi, belki otuz yıldır."

"Eli Ran Aldo Bey'in ortadan kalkmasını mı istiyordu?"

"Evet."

"Neden?"

"Aldo Bey yönetim koltuğuna oturmak istiyordu. Kendi amacı doğrultusunda kraliyete ihanet etmiş ve böylece, kendi planını hayata geçirebilmek için Eli Ran'a hizmet vermeye başlamıştı. Bu fark edilince Eli Ran Aldo Bey'in öldürülmesini emretti. Fakat Timun Almedal buna karşı çıktı. Aldo Bey'i başka bir ismin ortadan kaldıracağını, Eli Ran'ın boşuna zahmet etmemesi gerektiğini söyledi."

"Eli Ran'ın ordusunda kaç kişi var? Söylendiği gibi Meir'e sahipler mi?"

"Ortada doğru düzgün bir ordu yok. Orduyu Meir'de yazan bir büyüyle yaratacaklarmış. Meir onlarda ama ben hiç görmedim."

"Efendi Diamour'un ruhundan bir parça koparıldığı ve o parçanın sizde olduğu söyleniyor. Bu doğru mu?"

Ural duraksadı. Yüzüne düşen tutamlar dolayısıyla tam göremesem de kaşları çatılmışa benziyordu. "Timun Almedal'ın elinde Meir'den başka bir güç olduğu söyleniyor ama ne olduğunu bilmiyorum. Benimle paylaşılmadı."

"Dış topraklardan işbirlikçiniz var mı?"

"Yok. Eli Ran kendi çizdiği yolda belirlediği kişilerle ilerliyor."

"Paylaşmak istediğin başka bir şey var mı?"

Ural sessiz kaldı. Gözü, bileklerine geçirilmiş kelepçedeydi. Atlas yerinden kalktı ve odadan çıktı.

Ural bana baksın diye koluna dokundum. "Medora Eli Ran'ın destekçisi mi?"

Ural ilk kez başını kaldırdı ve bana baktı. Fakat cevap vermedi.

"Bölgenin şifacısı," dedim. "O da mı Eli Ran'a destek veriyor?"

Ural kendine gelip, "Hayır," dedi. "O Eli Ran'dan tarafta değil."

Sandalyeden kalktım; aklıma gelen soru yüreğimi tırmalıyordu. "Ezra," dedim. "Yani Efendi Ruh o saraya hiç geldi mi?"

Ural'ın gözlerine hiçbir his yerleşememişti. "Bilmem."

Yerimden bir türlü haraket edemiyordum. Çekip gitmemi engelleyen onlarca soru doluşuyordu zihnime. "Erya diye birini duydun mu? Eli Ran'a destek veren kişiler arasında böyle bir isim var mıydı?"

Ural'ın bakışları bomboştu. "Duymadım."

"Peki Merya diye birini-"

"Alisa," dedi Ural. "Eli Ran'ın yanında yalnızca yönetimden isimler var."

Sandalyemi geriye çekip masadan ayrıldım. Bartal hemen arkama geçti. Kapının önüne geldiğimizde yeniden durdum. Kalbimdeki basıncı görmezden gelmeye çalıştım. "Timun Almedal ne zamandır Eli Ran'ın yanında?"

"Sen doğduğundan beri."

Yüzümü Ural'a döndüm. Sesim titremesin diye derin bir nefes aldım. "Belen Hanım'ı onlar mı öldürmüş?"

Ural beni Timun Almedal'ın yanına götürdüğünde, onun ihanetini hissettiğim o an, birbirimizin gözlerine baktığımız o uzun saniyelerin bir benzeri yeniden yaşandı; o saniyelerin ağırlığı yüreğime ilmek ilmek işlendi. Fakat şimdi onun gözleri duygusuz değildi. Benim bakışlarımdaki duyguların yoğunluğu ise asla azalmamıştı.

"Bilmiyorum," dedi Ural. "Keşke bilebilseydim, daha önce hareket ederdim."

Sorgu odasından Bartal ile birlikte çıktık. Biz çıkınca odanın önünde bekleyen iki muhafız Ural'ı hücreye götürmek üzere odaya girdi. Avluya çıktığımızda göğün karardığını gördüm.

İçime binlerce sıkıntı birikmişti. Bana kalırsa Ural oyun falan oynamıyordu ama buna benim dışımda birinin inanacağını sanmıyordum. Her şeyden evvel bir dostun ihanetini hissedenlerin karşısında gerçek düşüncelerimi dile getirecek vurdumduymazlık bende yoktu. Şimdilik susacak ve gelişmeleri takip edecektim. Sorgu burada sona ermemişti. Ural'dan alacağımız daha bir sürü yanıt vardı. O, bildiklerini bizimle paylaşmaya hevesliydi; fiziksel bir baskıya maruz kalmadan soruları cevaplayacaktı. Asıl sorun şuydu: Verdiği yanıtlarda ne kadar dürüst olacaktı?

Başkule'ye girince doğrudan büyük salona çıktım. Herkes burada toplanmıştı bile. Yemek masasının etrafına üşüşen kalabalık çoktan birbirleriyle tartışmaya başlamıştı. Sesler yüksek değildi, zira ağızlarından çıkan sözler birbirlerine itiraf edemedikleri üzüntü ve öfkeyi taşıyordu.

"Hadi şimdilik rafa kaldıralım bu konuyu," dedi Valmir. Ural konusu açık kaldığı müddetçe ortamın giderek huzursuzluğun eşliğinde gerileceğini biliyordu. "Daha nice bilgiler öğreneceğiz."

Valmir'in konuyu kapatma çabasına yardımcı olabilecek şey bendeydi. "Belgeyi inceledin mi Valmir?"

Herkes yavaştan masaya yerleşirken, "Evet, bir göz attım," dedi Valmir. "Medora'nın birine eğitim verdiğini bilirdim ama bu kişinin adını duymuş değildim. Belge sahte değil. Yamin Myra ile notlaştım. Merya'nın o topraklarda aldığı eğitimi ve elimdeki belgenin gerçekliğini onaylıyor. Kaldı ki ben Medora'nın bizi kandırmaya çalıştığını hiç düşünmem."

"Medora öğrencisinin adının duyulmasını istemiyor," dedim. "Yalnızca Kale'nin içindeki kişilerin bilmesini doğru buluyormuş. Onun dışında kimsenin haberi olmasın diye özellikle rica etti."

"Şu öğrenciyi gözüm hiç tutmadı," dedi Aren. "Üstüne Medora bu sözleri edince kadından iyice kuşkulandım."

"Kabul edin veya etmeyin, öyle görünsün veya görünmesin, Medora bizden," dedi Valmir. "Böyle uyarı yaptığına göre bir bildiği var demektir. O hâlde dikkat edin, kadının adı Kale'nin dışına kadar çıkmasın."

"Kimlerdenmiş?" diye sordu Henna Hanım.

"Bilmem," dedim. "Belgede soyadı bile yazmıyor."

"Kim olduğunu yarın bizlere açıklar," dedi Valmir. "Siz iki hükümdarın bir itirazı yoksa yarın Merya'nın şifacılığını küçük bir törenle kabul edelim."

Atlas bana baktı. "Valmir bir sakınca görmüyorsa, benim için de bir sorun yoktur," dedim.

"O hâlde senin dediğin gibi olsun Valmir," dedi Atlas. "Medora'ya bildir yarın öğrencisiyle birlikte öğle saatlerinde buraya gelsinler. Tören yapılsın ve Merya işine başlasın."

"Madem ismi duyulmasın isteniyor," dedi halam, "bir takma ad falan bulalım canım. Böyle olur mu? Biz kullandıkça herkes duyacak."

"Yarın kendisiyle konuşuruz," dedi Valmir. "Bir de yeni şifacının, içinde bulunduğumuz durum sona erinceye kadar, bu kalede bizimle birlikte yaşamasını önereceğim. Siz ne dersiniz?"

Herkes birbirine baktı. Valmir'in isteğinden rahatsız olan tek kişi Aren'di.

"Kendisi de uygun görürse, olur elbette," dedi Atlas. "Şifacının elimizin altında bulunması büyük kolaylık sağlar. Ayrıca Sien Qa düşmanın elindeyken şifacının, arkasında sağlam bir adam bulunmayan bir şifacının orada kalması tehlikeli olur."

"Medora'ya ne olacak peki?" diye sordu Perla.

"Gidecekmiş," dedi Valmir. Sonra bana baktı. "Tabii hükümdarımız müsaade ederse."

Fedor Bey güldü. "Kızımız daha yeni görev başına geçti Bilge Valmir. Şimdiden hükümdarın aldığı kararları beğenmemezlik ediyorsan, vay hâlimize!"

Ural'ın, aile bellediği kişilerden uzakta, sessiz ve soğuk bir odada yalnız başına geçirdiği dakikalarda, bizlerin geçirdiği dakikalar, hatta saniyeler o küçük, kutu gibi odanın asla sahip olamayacağı türde bir doluluk ve anlayışla geçti. Ural, yemek masasındaki kişilerden birinin aklına uğradı mı, bilmem ama benim aklımdan hiç çıkamadı. Fakat insanları ve düşüncelerini anlamak sanıldığı kadar zor değildi. Hemen yanımda oturan Atlas'ın kıpırtısız duran bedeni, dalıp giden ve masadaki yüzlere değmemek için kaçırdığı bakışları aklının o karanlık odada kaldığını gösteriyordu.

Fedor Bey oğlunun durumunu benden önce çözmüştü. Öyle ki, bir an bakışları Henna Hanım'a dönmüştü. Kim bilir, belki de o an, Fedor Bey, oğlunun durumunu göremeyen eşi için ilk kez sevinmişti.

Bölüm : 13.06.2025 19:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...