Vangelis - La petite fille de la mar
Keyifli okumalar.
Gökyüzünden salınan kar taneleri yalnızca yeryüzünü değil, aynı zamanda yüreklerimizi de eriyip gitmesi zor kalıntılarla kaplıyordu. Bazıları isyankârdı. Kendi topluluğundan ayrılıp öteki taraflara doğru, diğer kar tanelerinin yığıldığı noktalardan çok öteye savruluyor, ait oldukları yerle bağlantılarını koparmaya çalışıyordu. Fakat hayatta bazı imkânsızlıklar vardı. Bazen kendi parçandan ne kadar kopmaya çalışırsan çalış, yine de nihayette varacağın nokta kaçmaya çalıştığın yer olacaktı. Kar her bölgeye yayılmışken, nasıl olur da bir kar tanesi onlardan uzağa, onların hiç bulunmadığı bir noktaya ulaşmak isterdi? Bu mümkün olabilir miydi? Elbette hayır. Kar taneleri kar yığınlarının arasına karışmadan eriyemezdi. Hiç dokunulmamış bir nokta bulmayı başarabilenler de, günün birinde, üstlerine konan bir başka kar tanesiyle birlikte kaçışlarının imkânsız olduğunu anlayacaktı.
Havaya işlemiş soğukluk insanı diri tutuyordu. Hiç acıması olmayan rüzgâr yüzünden zaman zaman yüzüme düşen karların soğukluğunu hissedemiyordum. Gece saatlerinde yakalandığımız fırtına, kısa sürede aniden kesilince yarım kalan yolculuğumuza devam etmiş ve bu neticede güneşin doğmaya başladığı vakitlerde sarayın önüne ulaşmıştık. Etraf sessizdi. Bu, sabahın dingin sessizliği değil de, korkunun veya kaçışın yarattığı uğursuz bir sessizlik gibi gelmişti bana. Üşüyen bedenime yeni bir titreme yayılmıştı. Araçlardan inen muhafızlar da en az benim kadar şaşkındı ve bakışları, ne olduğunu anlayamadıklarını ele veriyordu. Ezra'nın yardımıyla araçtan inince Perla'ya inmesi için yardım ettim. Yerler çoktan buz tutmuştu.
Perla, üstüne attığı kalın şala sıkıca sarıldı. O, yolculuk esnasında hepimizden daha çok üşümüştü. Beyaz teni soğuk havanın darbeleri karşısında yer yer kızarmıştı. Sessizlikten ötürü hissettiğimiz tedirginlik araçlarla bahçeye girmemize mâni olmuştu. Araçları kapının önünde bırakıp sarayın koca demir kapısına yanaştık. Kapının müsaade ettiği kadarıyla bahçede kimsenin olmadığını görebiliyordum. Muhafızlardan birkaçı önlem amaçlı önden gidip ne olduğuna bakmaya karar verdi. Ezra bizi burada, saray kapısının önünde bırakmak istemediği için yanımızda kaldı. Saçlarım rüzgâr yüzünden asla yerinde durmuyordu. Kısılan ve acıyan gözlerimin izin verdiği kadar etrafa baktım. Göze çarpan yabancı hiçbir şey yoktu. Her zamanki boş, yavan sessizlikti bu.
Fakat birkaç dakikanın ardından saray kapısına geri dönen birkaç muhafızın yüzü bu sessizliğin gündelik bir sessizlik olmadığını anlamama yetti. Kapıya ulaşan üç muhafız gördükleri şeyi açıklama konusunda zorluk yaşadı. En sonunda biri konuşmaya cesaret etti. "Düşman, saraya ulaşmış."
Bu cümleler ne olduğunu anlamama yetmedi ama meydana gelen durumun büyüklüğünü anlamama yetti. Daha fazlasını duymaya gerek görmeden kapıdan geçtim. Araçtan ilk indiği andan itibaren yanımdan ayrılmayan Perla'nın birkaç adım geride, çok da hızlı olmayan adımlarla peşimden geldiğini duyabiliyordum. Ezra bana yetişti ve önüme geçip beni durdurdu. "Önce ne olduğunu ben göreyim Efendim."
Ezra'nın geniş bedeni bile bahçenin sol tarafına kurulmuş, kuru ağaçların gizlemeye çalıştığı düzeneğin yarattığı sarsıcı görüntüyü görmeme mâni olamadı. Birkaç muhafızın dikildiği noktayı fark ettiğimde Ezra'yı ittirip o tarafa doğru ilerledim. Bir idam düzeneğinin kurulduğu alanda, boynuna urgan ipinin geçirildiği, çoktan nefes almayı kesmiş, teninin rengi solmaya başlamış bedeni gördüğümde daha fazla ilerleyemedim. Hatta istemsizce birkaç adım geriye tökezledim. Korkuyla geri dönüp Perla'nın bunu görmesini engellemek istedim ama bunun için çok geçti; o, zaten her şeyi görmüştü bile.
Isınmak adına sıkıca tuttuğu şalı elleri arasından kaydı ve rüzgârın eline ulaştı. Bir süre havada süzülen şal, Perla'nın bedeniyle aynı anda yere düştü. Saraydan gelen tıkırtı ve gürültüler Perla'nın çığlığına karışırken zor bela Perla'nın yanına ulaştım. Dizlerimin üstüne çöktüm ve giderek küçülen bedene sarıldım. Fakat diyecek bir söz, onu rahatlatacak bir cümle bulamadım. Yaşa bulanan yüzümü hızla sildim. Fakat kollarımın arasında duran bedenin yüzüne, yüzünde biriken yaşlara müdahale etme hakkını kendimde göremedim. Sanki o yaşlar onun nefesiydi.
Perla'nın ağzından zorla çıkan ve çoğunlukla anlaşılmayan sözler sarayın bahçesinde acıklı bir senfoni gibi duyuldu. Perla'nın, ölünceye dek unutamayacağı görüntüyü daha fazla görmesini engellemek adına narin bedenin önüne doğru kaydım. Geride kalan yıkımı kendi bedenimle kapatmaya çalıştım ama uğraşlarım boşunaydı. Görüntü bir kez zihne kazınmıştı.
Saray kapısından gelen sesler üzerine saray kapısını açmaya çalışan Ezra'yı ve birkaç muhafızı fark ettim. Yolunda olmayan daha bir çok şeyin olduğunu anlayınca kime, neye öncelik vereceğimi bilemeyip biraz daha gözyaşı döktüm. Çığlıkları sona erince söyleyecek bir söz bulamayıp yalnızca ağlamakla yetinen Perla'nın üstüne kalın pelerinimi örttüm. Muhafızlardan birini çağırdım. "Perla'nın yanından ayrılmayın." Güçlükle ayağa kalktığımda hâlâ asılı duran bedene kaydı bakışlarım. "Ce-" Duraksadım. "Pamir'in bedenini oradan indirin."
Kapıya ulaşmak için basamakları çıktığım vakitlerde kapı Ezra'nın yaptığı bir büyü sonucunda açıldı. Saray çalışanlarının, Lara'nın ve Leydi Demitre'nin sağlam ama korku dolu, yorgun bedenleri gözlerimle buluştu. Gözleri kan çanağına dönmüş Lara'nın ağzı, köşede fark edilmeyi beklemek üzere saklanmış düzeneği görünce kapandı. Söyleyeceği şeyi yutmak zorunda kaldı. Basamakları çıkmayı bitirip kapının önüne yanaştım. Leydi Demitre, ne yapacağını bilemeyen bedenlerin arasından sıyrıldı ve kapıdan dışarı çıktı. Sonunda o da saklanan manzarayı gördü.
Lara birkaç adım atıp yanıma ulaştı, ellerimi tuttu. "Efendi Aren, o yok. Kayıp. Dün akşam bulunduğu merkez binadan ana bölüme dönmedi. Merkez binaya ve sarayın her yerine baktık ama o hiçbir yerde yok."
Ezra çöken omzuma dokundu. "Ruhları görevlendireceğim. Lütfen kimse saraydan ayrılmasın."
Ezra'nın aceleyle indiği basamaklardan bir muhafız yardımıyla çıkmaya çalışan Perla'nın yanına ulaştım ve elini tutup saraya girmesine yardımcı oldum. Sarayın ana holü kırık cam parçaları ve devrilmiş birkaç tabloyla kirlenmişti. Sessizce büyük salona girdiğimizde Lara hızla şöminenin başına geçti. Sönmeye yüz tutmuş şömineyi canlandırmaya çalıştı. Perla'yı şöminenin karşısına oturttum. Üstündeki ıslanmış pelerini çıkardım. Saray çalışanlarından biri Perla'ya yeni bir şal getirene kadar sessizce bekledik. Leydi Demitre Perla'nın diğer yanına oturdu. Bir anne edasıyla Perla'nın saçlarını okşadı. Perla'nın durgunlaşan yüzü yeniden kedere bulandı.
Lara dikkat çekmemeye ve ses çıkarmamaya çalışarak yanıma oturdu. Ellerimin arasına aldığım zayıf elleri ısıtmaya çalışırken Lara'ya dikkat verdim. "Neler oldu Lara?"
"Akşam saatlerinde anlam veremediğimiz bir şekilde sarayın tüm kapıları ve pencereleri kapandı. Ne yaptıysak bir türlü açamadık. O zaman bunun düşmanın işi olduğunu anladık. Birçok büyü yaptık ama onlar da fayda sağlamadı. O esnada hâlâ merkez binada bulunan Efendi Pamir ve Efendi Aren'i bulmak için merkez binaya geçtik ama orada kimse yoktu. Tüm sarayı aradık ama ne Efendi Pamir'den ne de Efendi Aren'den bir iz bulabildik. Bilge Valmir'e ve sizlere not yollamaya çalıştık ama yazdığımız notlar sarayın dışına çıkmayı başaramadı. Geçit de oluşturamadık. Sabaha kadar türlü türlü yollar denedik ama hep başarısız olduk."
Salona giren görevli kadın elindeki şalı Perla'nın omuzlarına bıraktı. Isınmayı ısrarla reddeden bedenden gelen hıçkırık sesleri derin mi derin ve de engin bir utanç uyandırıyordu bedenimde. Ben ellerini tutarak, Leydi Demitre omuzlarını sıvazlayarak rahatlatmaya çalıştı Perla'yı. Fakat o ne rahatladı, ne de sakinleşti. Elleri ise giderek soğumaya devam etti.
"Saray içinde kalan kişilerden birine bir şey oldu mu?"
"Olmadı," dedi Leydi Demitre. "Gece bunu anlayamadık ama meğerse biz sarayın içinde güvendeymişiz."
Leydi Demitre Perla'nın omzundan ellerini çekti. "Görevliler seni odana çıkarsın Perla. Mümkün değil, biliyorum ama biraz dinlenmeye çalış."
Perla'nın şiddetle itiraz edeceğini düşünsem de o beni yanılttı. Yavaşça yerinden kalktı. Onunla birlikte ben de hareketlendim.
"Ben, birazcık yalnız kalmak istiyorum Alisa."
Perla salondan çıkınca kalktığım yere yeniden oturdum. "Nasıl oldu tüm bunlar? Göğün o hâli bir aldatmaca mıydı? Saraydan çıkmamız için düşmanın kurduğu bir oyun muydu?"
"Timun Bey, elindeki o güce rağmen göğü o hâle sokmayı başarabilir mi ki?" diye sordu Lara.
Korkuyla konuştum. "Artık onun yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığına inanıyorum."
Salon hiç olmadığı kadar sessiz, çıplak ve yalındı. Ellerimi birbirine kenetledim. "Neden Pamir? Timun Bey neden onu hedef aldı?"
Leydi Demitre yerinden kalktı. "Hadi herkes işinin başına dönsün. İlgilenmemiz gereken bir cenaze var. Timun'un azıcık onuru varsa cenazeyi gerçekleştirmemize engel olacak yeni bir eylem yapmaz."
İstemeye istemeye ayağa kalktım. "Perla'nın yanına mı geçsem? Yalnız kalması pek doğru değil gibi. Desteğe ihtiyacı var."
"Lara, Perla'yla sen ilgilen. Alisa sen durumu diğerlerine bildirmeye ne dersin? Sanıyorum ki Ezra yalnızca Bilge Valmir ve Atlas'a not yollamıştır."
Lara, Leydi Demitre'nin isteği üzerine salondan ayrılınca, "Ben mi?" dedim şaşkınca. "Ne diyeceğim ben? Ben, bunu yazamam. Başkası yapsın. Görevlilerden birine söyleyelim."
"Mühim bir meseleyi görevlilerin bildirmesini mi istiyorsun?"
"O hâlde siz yazın Leydim," dedim. "Ben yazamam. Bunu benden istemeyin."
Leydi Demitre eliyle salonun çıkışını gösterdi. "Ah ah, savaş meydanında ne yapacaksınız merak ediyorum."
Hole çıktığımızda Lara'nın telaşla aşağı kata indiğini gördük. "Perla," dedi nefes nefese. "Efendi Perla odasında yok."
Aramızda en çok görüp geçirmiş olan Leydi dingin sesiyle telkinler yağdırdı. "Her yere baktınız mı? Hemen endişeye kapılmayın."
"Gitti," dedim belli belirsiz. "Pamir'in yanına mı gitti ki?"
Sarayın dış kapısına ilerledim. Koca kapıyı açtım ve bahçeye baktım. Dakikalar öncesinde kimsenin bulunmadığı bahçe şimdi insan kaynıyordu. Muhafızların arasında beliren bedeni görünce kapıdan çıktım. "Ezra, Perla'yı gördünüz mü? Pamir'in bedenini götürdüğünüz yerde olabilir mi?"
"Kimse saraydan ayrılmadı Efendim. Sarayın her yerine baktınız mı?"
Sıkıntıyla birkaç adım attım. "Odasından ayrılsa kapının önündeki görevliler görürdü."
Muhafızların bildirisi üzerine, Perla'nın, Pamir'in bedeninin muhafaza edildiği odada olmadığını öğrenince iyice telaş yaptım. Bahçede dönüp dururken aklıma gelen şeyle donakaldım. "Almedal Sarayı'na gitmiş olabilir mi?"
"Sanmıyorum Efendim," dedi Ezra. "O bölge fazlasıyla korunuyor. Timun Bey bu ihtimali görmezden gelmez."
"Fakat Aldo'nun konakladığı sarayın etrafında yeterince koruma yoktur," dedi Leydi Demitre. "Eğer kafamda oturttuğum şey doğruysa, Perla babasının yanına gitti. Timun Bey için artığından kurtulma vakti gelmiş bulunmakta."
"Ne demek o?" dedim. Leydi'nin gözleri yeterli cevabı veriyordu. Bugün, gitmeden evvel birkaç darbeyi daha bizlere doğru savurmayı aklına koymuştu. "Perla babasını mı öldürecek?"
"Tıpkı Timun'un planladığı ve istediği şekilde," dedi Leydi Demitre. Aklından geçenler ağzından çıkanlardan daha acımasızdı. Gözlerine çöken gölge o acımasız düşünceleri çıplak bir şekilde değil ama yeterli bir şekilde yansıttı. "Ezra Burin Sarayı'na git hemen. Bir felaket yaşanmadan evvel mâni ol."
Ezra'nın kolunu tuttum. "Ben de geleceğim."
"Alisa geçit oluşturamazsınız," dedi Leydi Demitre. "Timun'un gözü sizin üstünüzde. Bırak, Ezra Efendi Ruh olmanın getirdiği ayrıcalıklardan faydalansın."
Leydi Demitre konuşmaya devam ederken cebimdeki taşla geçidi oluşturdum. Ezra'dan önce davranıp geçide girdim. Hiç gelmediğim saray gözlerimin önündeydi işte. Terasındaki demir korkuluğuna şifa sembolü kazınan iki katlı sarayın dış cephesi kırık beyaz betonla kaplanmış, yer yer birçok noktasına desenler oyulmuştu. Tüm bölgeyi vuran kış sanki henüz buralara uğramamış gibiydi. Bahçedeki bitkiler kokularını özgürce yayacak kadar taze, o bitkilerin yetiştiği bölge yabani otlarla karışacak kadar güneşliydi. Geçitten çıkan Ezra'yı görsem de bir tartışmanın çıkmasına fırsat vermeyip sarayın bahçesine girdim. Koca bahçenin içinde birikmiş olan kalabalık iyi şeylerin habercisi değildi. Bahçedeki kalabalığa rağmen, sarayın giriş kapısına gitmeme kimse engel olmadı. Açık kapının içinden gelen yüksek seslerden birinin Perla'ya ait olması içimi hiç ama hiç rahatlatmadı. Bir gölge gibi arkamda beliren Ezra'nın varlığından güç alıp içeri girdim. Gelen sesler yalnızca Perla'ya aitti. Yalnızca o haykırıyor, yalnızca o isyan ediyordu. Ona karşılık veren başka bir ses yoktu.
Sesler bizi bir çalışma odasının önüne kadar götürdü. Açık kapıdan görünen üç beden vardı, fakat yalnızca ikisi hayattaydı. Aldo Bey'in kanlara bulanmış, delik deşik edilmiş bedeni öylece masanın yanında yatıyordu. Bedeninden akan kanlar, temiz kalması için üstün çaba sarf edilen zemine bir nehir misali akmıştı. Aldo Bey'in kanına bulanmış hançer, kanın sıcaklığı nedeniyle Perla'nın eline kolayca tutunmuştu. Perla'nın tüm öfkesini kustuğu kişi ise annesinden başkası değildi.
Verena Hanım, Perla'nın birebir benzediği bu kadın, Perla'nın acısını, öfkesini ve hayal kırıklığını kendi bedeninde taşımayı reddediyordu. O, bozulmuş bir sistem veya oyuncağa benziyordu. Ne bozulduğunun farkındaydı ne de bunca zaman ne için kullanıldığının. Öyle ki, bedeninden uzayan ipleri tutan ve o ipler yardımıyla kendisini hareket ettiren kişinin kaybı bile ona, insan olmayı hatırlatamamıştı. Gözleri bomboştu. Sanki bir zamanlar onu o yapan hisleri çocuklarına dağıtılmış ve böylece Verena Hanım'a hiçbir his kalmamış gibiydi. Şüphesiz kötücül hisleri çocuklarına değil, eşine aktarılmıştı.
Verena Hanım hayal kırıklığına uğrattığı, yalnız bıraktığı çocuklarının ağırlığını ruhunda da bedeninde de taşımayacaktı; gözlerinden haykıran şey buydu. Fakat tuhaftır ki eşinin kaybına yas tutacak gibi de değildi.
Perla ise annesinden çok uzakta, soğuk suların köpüre köpüre aktığı bir denizin ortasında kalmıştı. "Senin sessizliğinin, acizliğinin bizi getirdiği noktaya bak! Tüm o kırılmaya, yerle bir olmaya müsait inancına ne oldu anne? 'Baban ne bu diyara ne de ailesine zarar verecek şeyler yapar Perla.' 'Baban daima bizi düşünüyor Perla.' 'Bir erkeğin aldığı kararı sorgulama Perla.' Şimdi için, şu anki durum için de bir sözün, değersiz bir önerin var mı?"
Verena Hanım tepkisiz bir şekilde karşısındaki bedeni izliyor, Perla'nın yüzünden akıp geçen duyguları görüyor ama bir türlü etkilenmiyordu. Bakışları acımasız değildi; nitekim orada insana bulaşan hiçbir his kalmamıştı. Onun bu duygusuz, tepkisiz hâli Perla'nın yüreğinde biriken onlarca hissin ortaya çıkmasına ve arşa değin uzamasına neden oluyordu.
Adım atıp içeri girmeye cesaret edebildiğimde Perla'nın eline yapışıp kalmış kanlı hançeri Perla'nın elleri arasından aldım ve Ezra'ya uzattım. Daha fazla Verena Hanım'ın yüzüne bakmaya cesaretim ve gücüm yoktu. Zira ben yine aynı bendim. Dostum bildiğim kişinin suçladığı kişiye karşı sempati besleyemeyecek kadar peşin hükümlüydüm ve ömrümün sonuna dek hızla verilen bu yargıları yok edemeyecektim. Perla'yı odanın çıkışına doğru hafifçe çektim. "Perla, hadi Saray'a dönelim."
Ayakta kalmaya mecali kalmamış beden ellerimin arasında durmaksızın titriyordu. "Sakın ola Saray'ın yakınına yaklaşma. Hatta mümkünse sığındığın kişinin yanına, Almedal Sarayı'na doğru git. Zira ben Saray'a döndüğümde hain ilan edilmen için elimden gelen her şeyi yapacağım. Tabii bir şey yapmama gerek kalırsa."
Verena Hanım bir heykel gibiydi. Yalnızca bir an için gözleri nefes aldı. Fakat o gözlerden akan, ne olduğunu anlayamadığım hislerin benim için bir önemi yoktu. Hele de elimin altından kayıp gitmeye meyilli bir bedenin yanında, o bakışlar hiç anlam ifade etmiyordu benim için.
Başım öyle bir uğulduyordu ki, önce Perla'nın ellerinde kurumuş kalmış kanı temizlemem mi doğru olur yoksa buradan derhâl çekip gitmemiz mi doğru olur, karar veremedim. Daha fazla burada kalmanın ona yalnızca zarar vereceğini düşünebildiğim ilk an Perla'nın kanlı ellerini sıkıca tuttum. "Hadi, Saray'a dönelim."
Perla zorlukla bana uydu, güç bela yanımda yürüdü. Geride bıraktığımız manzaranın ağırlığıyla birlikte odadan çıktığımızda Ezra imdadıma yetişti. Perla'nın incinmeye müsait bedenini tuttu. "Saraydaki araçlardan birini alıp dönelim. Geçit oluşturmak tehlikeli olacaktır."
Endişeyle Perla'ya baktım. "Yolculuk yapabilecek durumda mısın?"
"Sorun değil," dedi Perla, kısıkça. Darmaduman olmuştu. Gözleri mümkünmüş gibi daha çok kızarmış, yeterince soğukluk bulaşmış olan bedeni de giderek daha çok soğumayı başarmıştı. "Akıp giden zamanın pek bir önemi kalmadı."
Bahçeye çıktığımızda Ezra, Perla'yı bana emanet etti, saray sahipleri ve çalışanları tarafından kullanılan araçlardan birini hazır etmeye başladı. Bahçeye birikmiş görevliler normal şartlarda bir tepki verecek olsalar bile şu an yalnızca korkuya kapılmış bir hâlde olanları seyretmekle kaldılar. Ezra aracı hazır edince Perla'nın içeri girmesine yardımcı oldum. Yanına geçip bedenini kollarım arasına aldım. Üstümdeki ıslanmış kıyafete temas etmenin ona yalnızca yeni bir soğukluk üflediğini bilsem de ellerimi onun üstünden çekemedim. Yapabileceğim tek şey buymuş gibi hissettim.
Araç hareketlendiğinde derin, titrek bir nefes aldım. Ağzım düğümlenmiş gibiydi. Bir şeyler söylemek istiyor ama ne söylemem gerektiğini bilemiyordum. Olur da sözlerimi onu incitirse diye korktum ve sustum. Kara kutu içinde bulunuyormuş gibi hissettiğim yolculuk bir türlü sona ermiyordu. Perla'nın ağlamamak adına kurduğu baskının kurbanı olan küçük hıçkırıkları, belki de, bunca zaman boyunca yüreğime yerleşmeyi başarmış olan hislerin en ağırını suluyordu.
Perla'nın yüzünde kurumaya terk edilmiş yaşları elimle sildim. "Biraz uyu Perla. Saray'a vardığımızda seni uyandırırım."
Sözlerim üzerine Perla gözlerini kapadı ama biliyorum ki uyumadı. Etrafa bakındım. İşe yarar bir şey göremeyince haraket etmeyi kestim. Bu öyle bir sessizlikti ki, sağır olmuş gibi hissetmek yerine, en ufak, en belirsiz seslere karışmış ağırlığı ve yorgunluğu duyuyor, neticede başıma korkunç bir ağrı saplanıyordu. Bir noktada nefesi düzene giren Perla'ya baktım. Uyumuştu. Bedenim azıcık rahatlasa da, yüreğimin dinmesi olanaksızdı.
Saray bahçesine girdiğimizde Perla hâlâ uyanmış değildi. Araç durduğunda Perla'yı uyandırmak yerine Ezra'nın yanıma gelmesini bekledim. Aracın benden taraftaki kapısı açılınca hafifçe başımı çevirdim. "Perla'yı uyandırmadan önce bana ıslak bir bez getirir misin?"
Birkaç dakika sonra Ezra elinde tuttuğu ıslak bezle kapıyı yeniden açtı. Elime aldığım bezi Perla'nın elleri üstünde bastırmadan gezdirdim. Kanların çoğunun temizlendiğine kanaat getirince bezi Ezra'ya uzattım.
"İsterseniz Efendi Perla'yı uyandırmayalım. Onu odasına ben taşırım."
"Uyandıracağımı söylemiştim," dedim. "Onu kandırmış olmak istemem."
Ezra'nın arkasından beliren kişi önce Perla'ya, ardından bana baktı. "Bırak uyusun. Görevlilerden biri onu odasına çıkarır."
Atlas'ın emri üzerine Perla'yı uyandırmak yerine, onu görevlilere teslim ettim. Ezra'nın yardımıyla araçtan indim. Bahçe şimdi hem muhafızlara hem de ruhlara sahipti. O kalabalığın ortasında, etrafta kimse yokmuş gibi hissettim. Zaman durmuş ve dünya, tüm yaşamlardan arınmış gibiydi. Atlas kollarını bedenime sardı. "İyi misin?"
Cevabı bilinen ama mecburiyetten sorulan bu soru zihnime örülü duvarlardan birine çarptı. Zor bela kafamı salladım. Kalabalığın arasından geçip saraya girdik. Ezra bizimle gelmek yerine bahçede kaldı. Hole girdiğimde büyük salondan gelen sesleri duydum.
"Perla," dedim ama gerisini getiremedim.
"Biliyorum," dedi Atlas. "Salona geç. Ben de birazdan geleceğim."
Büyük salona girdiğimde gördüğüm kalabalık beni rahatsız etti. Bir de herkesin bakışı bana dönünce rahatsızlığım katbekat arttı. Lena hızla ayağa kalktı ve yanıma gelip bana sarıldı. "İyi misin kızım?"
Cevap veremedim ama sarılışına karşılık verdim. Yeniden ağlamaya başlarsam duramam diye korktuğum için kendime olabildiğince engel olmaya çalıştım. "Hızlı gelmişsiniz. Geçit mi kullandınız?"
"Yok kızım. Atları sağlam büyülerle yapılmış otlarla besledik."
Koca pencerelerin sıra sıra dizildiği yerde duran Aren'i fark edince bugünün ilk rahat nefesini aldım. "Aren," dedim. Ona doğru yaklaştım. "Sen iyi misin?"
Aren ile sarılmamız sona erince, o yakın mesafede, yüzünün ne denli çöktüğünü ve gözlerine uğramış pişmanlığı fark ettim.
"Neler oldu?" diye sordum kısıkça.
"Anlam veremediğim şeyler," dedi Aren. "Dün, akşama yakın saatlerde babamdan aldığım not üzerine Pamir ile birlikte bizim saraya gittik. Oysa yanımdaki kişi Pamir değilmiş. Saraya vardığımızda gördüğüm şey, yanımdaki kişinin Pamir olmayışından daha beterdi. Edvin Bey öldürülmüş ve cesedi bizim sarayın önündeki ormanlık alana atılmış. Babam yolladığı notta bu haberi bize bildiriyormuş ama bana gelen not daha farklıydı. Bu duruma dair hiçbir detay yer almıyordu notta."
"Yine oyuna getirildik, öyle mi?" Bir müddet düşüncelere daldım. "Pamir neredeymiş? Senin yanında değilse, burada olması gerekmez miydi?"
"Sanırım onun gerçekliğinde daha farklı bir durum yaşandı. Bilemiyoruz. Şu anda, onun başına ne geldiğini bilenler, yalnızca, onu bu duruma getiren kişiler."
"Asel Hanım nerede?"
"Pamir ve Edvin Bey'in cesedinin yanında, bekleme odasında."
Yutkundum. "Perla, Aldo Bey'i öldürdü."
Aren bir şey diyemedi. Kalabalığın arasında giderek kayboluyormuş gibi hissettiğim için salondan çıktım. Sarayın en üst katına, terasa çıktım. Perla'nın yüzleşmesi gereken yeni bir kayıp vardı. Belki Asel Hanım'ın onu teselli edecek birkaç sözü vardır; tabii eğer kendisi yitik bir hâlde değilse. İçimde yaşanan karmaşayı, içime doluşan sıkıntıyı anlatabilmenin bir yolu yoktu. Fakat korktuğumu itiraf etmeliyim. Perla'nın bundan sonraki durumu, vereceği tepkiler ve dönüşeceği kişi, az buçuk gözümün önüne gelince yüreğim korkuyla titriyordu. Onu da kaybetmekten korkuyordum. Hayır, sözüne ettiğim şey ölmesi değildi. Sahip olduğu tüm sevinci ve dirayeti yitirmesinden korkuyordum.
Daha günler öncesinde, bizi bir yere götürmeyeceğini bildiğimiz hoş, huzurlu sohbetin umut olması için oluşturduğu ince dalın bu denli hızla ve çabucak kırılması hayatın bize kendini hatırlatma şekliydi. Hayat, gerçeğe dönün, diyordu. Tutunacak dal oluşturmamız bile onu rahatsız ediyordu. Oysa o dalların günün birinde kırılacağı, her hikâyenin sonunda ölümün olduğu gibi bariz bir gerçekti.
Terasa geçen Leydi Demitre yanıma kadar geldi. "Yarın erken saatlerde cenaze töreni gerçekleşecek. Normalde biz Katrin halkı cesetleri üç gün boyunca serin bekleme odalarında bekletiriz. Üç gün içinde ruhun bedenden tamamen ayrılacağına ve böylece ruhu tabutun içine hapsetmeyip özgür kılacağımıza inanırız. Fakat şimdi böyle bir zenginliğe sahip değiliz. Vaktimiz varken onları son yolculuklarına uğurlayalım."
"Yani inancınıza göre, onların ruhları da bedenleri gibi bir tabutun içinde kilitli kalacak."
"Evet, inancımıza göre öyle. Doğrusu hayatımı büyük ve sağlam olduğuna inandığım bir inançla birlikte yaşadım. İnancımın beni huzurlu kılacağına inandım. Şimdi inanç dolu geçen hayatımda, ilk kez, inandığım şeyin bir yalandan, bir kandırmacadan ibaret olmasına inanmak istiyorum. Umarım şu kısacık süreçte onların ruhu özgür kalmayı başarmıştır."
"Ya başaramazlarsa?"
Leydi dingin bir tebessümle baktı bana. "Büyük bir utancın ağına kapılacağız Alisa. Alışık olmadığımız şey değil. Yoksa sen alışık değil misin?"
"Alışığım," dedim. "Bu hayat bana utanmayı öğretti."
Leydi Demitre'nin terastan ayrılmasının üzerinden çok geçmeden ben de terastan çıktım. Perla hâlâ uyuyor olmalıydı. Kapıyı açıp onu uyandırmak istemiyordum. Alt kata indim. Atlas'ın çalışma odasının kapısı açıktı. Açık kapıdan içeri girdim. Atlas yalnızca küçük bir gaz lambasının aydınlattığı odada tek başına oturuyordu.
"Perla'nın yanına gidecektim ama onu uyandırmak istemedim."
Atlas yanındaki boş yeri gösterdi. "Gel Alisa."
Kapıyı kapatıp yanına geçtim. Birbirimize öfkeli olduğumuz zamanlarda oluşan huzursuz havadan daha huzursuz bir hava vardı. Nitekim zihinlerimiz çirkin ihtimaller ve yaşanan acı olaylarla doluydu.
"Roves bölgesine çekilecek miyiz?"
"Çekileceğiz," dedi Atlas. Önümüzdeki masanın üstünde duran kâğıdı önüme kaydırdı. "Eli Ran Saray'ı onlara bırakmamızı istiyor. Dağılmış bir orduyla onların karşısında dikilmeyeceğim."
Kâğıdı alıp okudum. Şartlar yerine getirilirse düşmancıl hareketlerini sürdürmeyeceklerini beyan ettikleri birkaç maddelik bir anlaşmaydı bu.
"Onların sözlerine inanıyor musun?"
"Hayır, ama bir süre sessiz ve durgun kalacaklarına inanıyorum. O süre bizim bir ordu hazır etmemiz için yeterli olacaktır."
"Ruhları uyandırmaktan mı söz ediyorsun?"
"Evet, Alisa. Ordudaki insan sayısı çok az. Alsondro ordusu bize desteğe gelse bile çok eksiğimiz var. Özellikle de onların elinde tuttuğuna inandığımız iki unsuru düşünürsek, gerideyiz, hem de çok gerideyiz."
"Zaten yapacağımız şey buydu: Ruhları uyandırmak."
"Git ve dinlen. Sabah cenaze töreni gerçekleşecek."
"Biliyorum, Leydi Demitre söz etti. Katrin halkının inancından da söz etti."
"Sanırım bu, bu diyara beslediğin hayranlığın azalması için yeterli bir gerekçe."
"Zorunda kalmak nedir öğrendim Atlas. Öğrenmekle kalmadım, bir de alıştım."
Ayağa kalktım. Benimle birlikte Atlas da ayağa kalktı. Kapının yanına vardım. "Perla'nın yanına geçeyim ben. Eğer uyanırsa yalnız hissetmesin kendisini." Odadan ayrılmadan önce Atlas'ın yanağına bir öpücük kondurdum. Onun gözlerinde gördüğüm gölgeler yüreğime vuruyordu. "Toparlayacağız bir şekilde. İnancını yitirme."
Perla'ya ayrılmış odanın kapısını yavaşça araladım. Onun uyuyor olduğunu görünce içeri girip kapıyı sessizce kapattım. Yatağın ucuna oturdum. Perla'nın sırtı bana dönüktü. Dizlerimi kendime doğru çektim.
Şu anda tek isteğim yarını atlatmaktı. Yarın, yüreğimin üstüne çökmüş bir karanlıktı. Sanki yarın bir geçse, bugün oluşmuş tüm yaralar da geçecekti. Öte yandan hava, giderek daha çok soğuyor, her zamankinden daha fazla hızla kararıyordu. Güneşin henüz yeni batmaya başladığı saatlerdeydik. Fakat göğün hâlinin geceden bir farkı yoktu âdeta. Topak hâline gelmiş karlar pencerelere doğru savruluyor, büyük bir hızla camlara çarpıyordu. Onların beyazlığı bile havayı aydınlatmaya yetmiyordu.
Perla hafifçe kımıldadı. Üstünde hâlâ yolculuktan kalan kıyafetleri vardı. Bölge bölge ıslak kalmış kıyafetin nemli kokusunu alabiliyordum. Saç dipleri ya uzun süre kara maruz kaldığı için ya da terden dolayı hafiften ıslaktı.
Yeni kıyafetler giymesi için onu uyandırmayı düşündüğüm anda Perla yüzünü bana döndü. Gözlerimiz, yeni bir utanca kapıldığımız için yeniden yabancılaşmıştı.
"Temizlenip yeni kıyafetler giymeye ne dersin? Böyle kalırsan hasta olacaksın."
Perla yerinde doğruldu. Sırtını yatak başlığına dayadı. Ben alnına düşmüş birkaç tutam saçı düzeltmeye çalışırken, o bakışlarını avuç içine çevirdi. İzler silinmişti ama yaşananlar hâlâ tazeydi. Eline baktıkça belki utancı arttı, belki de kızgınlığı. Sonra parmağına takılı yüzükte takılı kaldı bakışları. Durgunlaştı.
Perla'nın saçlarından ayrılan ellerimin yeni durağı onun omuzları oldu. Bedenine karışmış yorgunluğa rağmen, o da ellerini bedenime doladı. "Bekleyecek miyiz?"
"Neyi?" diye sordum.
"Cenaze için üç gün bekleyecek miyiz?"
"Hayır," dedim zorla. "Sabah cenaze töreni gerçekleşecek."
Anlayışla başını salladı. "Bence de daha fazla beklemeyelim. Bedeni daha fazla üşümesin."
Edvin Bey'in başına gelenlerden haberi yoktu. Acı haberi veren kişi olmak istemiyordum. Soğuk ellerini yeniden ellerimin arasına aldım ve ısıtmaya çalıştım. Cesaret toplamak için derin bir nefes aldım; ama nefesim de cesaretim gibi titrekti. "Düşman sanrılar aracılığıyla oyun oynamış. Pamir'in gerçek sanarak gördüğü sanrının ne olduğunu bilmiyoruz. Fakat sanrı gören tek kişi o değilmiş. Aren dün akşam babasından bir not almış. Neticede Pamir ile birlikte Morison Sarayı'na gitmek için yola çıkmışlar."
"Pamir Aren'in yanında mıymış?"
"O kişi Pamir değilmiş, Perla. Aren'in gördüğü bir sanrıymış." Bir müddet sustum. "Aren, babasının çağrısı üzerine ailesinin sarayına gittiğinde Edvin Bey de oradaymış. Alpay Bey, sarayın yakınlarında Edvin Bey'in cesedini bulup Aren'e haber yollamış. Fakat Aren'in eline ulaşan kâğıtta bu bilgi yer almıyormuş."
"Edvin Bey mi? O da mı..."
"Sanırım Eli Ran ve... Sanırım onlar Edvin Bey'in muhbirlik yaptığını anlamışlar."
Perla sırtını yatak başlığından ayırdı. "Asel Hanım nerede?"
"O burada," dedim çabucak. "O burada, güvende."
Odanın kapısı tıklatılmadan açıldı. Narya, yüzü gözü kızarmış bir hâlde, aceleyle içeriye girdi. Onun ardından odaya giren Lena kapıyı sakince kapattı. Daha büyüğünün yanına ulaşmadan gözyaşlarına bulanan Narya'nın ilk durağı Perla'nın kolları oldu. İki kardeş bir süre birbirlerine sarılmış bir hâlde gözyaşı döktü. Bedenleri sarsılan iki kişiye daha fazla bakamadım.
Lena iki kardeşin yanına geçti. "Narya yorma büyüğünü. Hadi ayrılın kızım."
İki kız güçlükle birbirinden ayrıldı. Lena Perla'nın ıslak saçlarına dokundu. "Hasta olacaksın Perla. Hadi kızım önce temizlen. Bu şekilde bir yere varamayız. Hadi, kalk bakayım."
Perla, Lena'nın yardımıyla banyoya geçti. Sırtı bana dönük olan Narya'nın sağ koluna uzandım. Dışarının tüm soğuğu bedenine yapışmıştı. "Üşümüşsün Narya. Gel, şömineyi yakalım."
Ayağa kalkmaya hazırlanırken Narya'nın bedenime tutunan elleri bana mâni oldu. Onu ısıtamayacağımı, bir nebze olsun üzüntüsünü dindiremeyeceğimi bile bile sarıldım ona. "Narya, ablanın senden güç alması gerekiyor. Biraz toparla kendini, lütfen. Ona dayanak olmalıyız. Biz de savrulursak, onu ayakta kim tutacak?"
Ellerimi yüzüne koyup gözyaşlarını sildim. "Hadi, şöminenin oraya gidelim. Önce seni ısıtalım, sonra ablanı."
Şömineyi yakmayı başarınca Narya'nın yanındaki boş yere oturdum. "Yeni giysi ister misin Narya? Üstün ıslak mı?"
"Hayır, sadece saraya girdiğim sıra birazcık ıslandım."
Pembe çiçeğin süslediği kolyeye baktım. Belki hiç sırası değildi ama, "Kolyen çok yakışmış," demekten kendimi alamadım.
"Teşekkür etme fırsatım olmamıştı. Güzel düşünceniz için teşekkürler. Kolyeyi gördüğümden beri yüzümden tebessüm eksik olmuyor."
"Ablanın fikriydi. Bana teşekkür etmene gerek yok. Lakin beğenmene sevindim."
Odanın kapısı tıklatıldı. Ardından içeriye Asel Hanım girdi. Ayağa kalkıp kendisini selamladım. Korkunç olaylar her patlak verdiğinde soluduğum havaya yabancılığın yaydığı bir koku yayılıyordu. O havayı solumak, daha fazla o kokuya maruz kalmak ve ortama, yakınımdaki kişilere yabancılaşmak istemiyordum. Bir iki adım öne çıkıp yeniden başımı eğdim. "Başınız sağ olsun Asel Hanım."
"Hepimizin başı sağ olsun, Alisa."
Narya hiç ses etmeden yerinden kalktı ve Asel Hanım'a sarıldı. Asel Hanım, kendi acısıyla boğuşmuyormuş gibi Narya'yı teselli etti, elinden tutup koltuğa oturttu. "Daha yolun başındayız. Nice kayıplar vereceğiz. Bu yola girerken bunu bilmiyor muydunuz evladım? Bu hâliniz ne?"
Sözlerine karşı Asel Hanım'ın yüzü ziyadesiyle çökmüş, kızarmış ve solmuştu. Mavi gözleri sönmüş bir yıldız gibiydi; çoktan dibe vurmuş ve parçalara ayrılmıştı.
Lena ve Perla banyodan çıktığında, Perla mümkün olabilecek en iyi hâldeydi. Toparlanmış demek doğru değildi ama en azından kesik nefesleri düzene girmişti. Banyodan çıkınca doğruca Asel Hanım'a sarıldı. "Cenaze töreni sabah gerçekleşecekmiş. Beklemeyecekmişiz."
Asel Hanım, Perla'yı da Narya'nın oturduğu koltuğa oturtunca, iki kız kardeşin arasına geçti. "Zamanımız yok. Cesetleri ya hemen gömeceğiz ya da hiçbir zaman gömemeyecek olma ihtimalimizi hiçe sayıp üç gün bekleyeceğiz. Seni bilmem Perla ama ben, günün birinde, oğlumu ve eşimi anabileceğim bir yer, bir mezar olsun isterim."
Ayakta kalan Lena yanıma oturdu. "Asel doğruyu söylüyor. Bundan sonra ne olur bilemiyoruz. Eli Ran bu bölgeyi terk etmemizi istiyor. Yoksa 'düşmancıl' diye nitelediği bu hareketlere devam edecekmiş. Yarın tören sona erince doğruca Roves'e gideceğiz. Görevliler önemli eşyaları toplamaya başladı."
Asel Hanım elbisesinin cebinden bir kutu çıkarıp Perla'ya uzattı. "Pamir'in yüzüğü. Bu sende kalsın. Ben başka bir eşyasını aldım."
Perla titreyen ellerle yüzük kutusunu aldı. Fakat açmaya cesaret edemedi. "Teşekkürler. Onu hatırlatacak çok fazla şey var ama bu benim için diğerlerinden ayrılıyor."
Narya aniden söze girdi. "Yarın, törenden sonra Alsondro'ya dönmek istemiyorum. Burada kalmak istiyorum."
"Eğitimine ne olacak ya kızım?"
"Lena," dedi Narya. Ses tonu dönmeyi hiç istemediğini belli ediyordu. "Ne eğitimi? Bu saatten sonra eğitim mi olacak ki?"
"Neden olmasın?" dedi Lena. "Şu anlık Alsondro'yu ilgilendiren bir durum yok."
"En fazla büyüğüne birkaç hususta yardımcı olmak amacıyla kalabilirsin," dedi Asel Hanım. "Ayak altında dolaşıp savaş konusunda milleti darlayacaksan Alsondro'ya dön ve eğitimine devam et."
"Yardımcı olurum işte," diye ısrar etti Narya. "Şu anki aşamaya gelene kadar birçok önemli büyü ve bilgi öğrendim. Hem büyüğümün yanında kalmak istiyorum."
"Yarın konuşalım bunları," dedi Lena. "Şimdinin konusu değil bu, kızım. Perla uyuyacaksan biz çıkalım kızım. Ne dersin?"
"Uyumayacağım Lena. Eğer yorgun değilseniz kalabilirsiniz."
Yaşanan sessizliği bozan kişi Lena oldu. "Efsaneler, geçmişte, kimliği belirsiz bir tanrının bir ölümlüye âşık olduğunu anlatır. Âşık olduğu kadın uğruna 'Tanrı' sıfatından arınmayı kabul etmiş ve yeryüzüne inmiş. Diğer Tanrılar karşı çıksa da kimse adamı fikrinden vazgeçirememiş. Gel zaman git zaman, uzunca süreler boyunca adam ile kadın birlikte vakit geçirmişler. Kadın insan kimliğinden uzaklaşmış, adam ise tanrı sıfatından. Günün birinde kadın amansız bir hastalığa yakalanmış. Adamın tek çaresi terk ettiği Tanrılara sığınmakmış. Yuvasına haber yollamış, sevdiği kadını iyileştirmeleri sonucunda ne isterlerse yapacağını söylemiş. Hatta eğer isterlerse onlara tapınmaya başlayacağını bildirmiş. Eski zamanların tanrısı, başka tanrıların kulu olmuş. Üç yıl boyunca, bir zamanlar ailesi olan Tanrılara tapınmış. Neticede kadın iyileşmiş. Fakat adam Tanrılara tapınmayı bırakınca kadın yeniden hastalanmış. Aynı döngü bir kez daha yaşanmış; adam ibadet etmiş, kadın kurtulmuş. Adam ibadet etmeyi kesince kadın yeniden hastalanmış. Adam yeniden Tanrılarla iletişime geçmiş. Bu korkunç döngünün sebebini sormuş. Tanrılardan biri ona, 'Uğruna savaşacak bir gayen olmadıkça ne ölümlü olmanın ne de tanrı olmanın bir anlamı var,' demiş. 'Uğruna savaşacak bir şey bulmuşken ise onu yitirmenin korkusuyla yaşamayan, o çaresizliği hissetmeyen insana ölümlü demenin bir anlamı yoktur. Yaşam beraberinde korkuyu getirir. Bize sunmadığın vefanın, ölümlü yaşamında korku olarak aksetmesi kaçınılmaz olmuştur. Vefasızlığını fedayla ödemen gerekir. Sevdiğin kadın, yalnızca, ölü ruhunun bulaştığı suyla yıkanırsa hastalığından kurtulur.' Bu sözleri işiten adam, sevdiği kadının canı için kendi canını feda etmiş. Yaşamın engin huzuru olarak gördüğü suların içine çekilmiş ve ölmeyi beklemiş. Söylenenlere göre, bugün bile, cesedi suyun derinliklerinde bulunuyormuş."
"Bu efsanenin ne anlatmak istediğini hiçbir zaman anlayamadım," dedi Narya. "Kimseyi bu denli sevmememiz gerektiği mi anlatılıyor?"
"Hayır," dedi Asel Hanım. "Kendi birliğini, topluluğunu terk eden herkesin, günün birinde nankörlüğü ile yüzleşeceği anlatılmak istenir."
"Ama adamın kötü bir niyeti yokmuş ki."
"Masum niyetler kötü sonuçlar doğurur Narya," dedi Lena. "Söylenenlere göre, suyun dibine çekilip ölümü beklediği anlarda, teraziyi ne denli yamulttuğunu ve arzusuna kapılıp yuvasına ne çok zarar verdiğini fark edebilmiş. Öyle ki onu almaya gelen Ölüm Tanrısı bir an için yapacağı şeyi yapmaktan vazgeçmiş. Adam, Ölüm Tanrısı tarafından affedilmiş; ama Baş Tanrı aldığı karardan vazgeçmemiş. Adamın canını bizzat kendisi almış. Hatta, yine söylenenlere göre, bu olaydan sonra Baş Tanrı ile Ölüm Tanrısı'nın arası açılmaya başlamış."
"Eroyah," dedi Perla. "Sana söz etmiştim Alisa. Baş Tanrı diye geçen kişi Eroyah."
Yanımda oturan Lena'ya birazcık yaklaştım ve onun bedenine sığındım. "O zaman, Tanrı kendi oğlunu mu öldürdü?"
"Evet," dedi Lena. "Kendi oğlunun canını almış. Ölen kişi ise bir zamanlar Yaşam Tanrısı idi. Bu olaydan sonra Yas Tanrısı olarak anılmaya başlandı."
"Meroyah ne yapmış ya?" diye sordum. "Eroyah'ın eşi olduğuna göre, Baş Tanrıça o olsa gerek."
"Doğru, Meroyah Baş Tanrıça'dır," dedi Asel Hanım. "Bu duruma karşı ses çıkarmamış. Annem hep Meroyah'ın ibadet edilmeyi hak etmeyen bir tanrıça olduğundan söz eder dururdu. Onun korkak ve bencil olduğunu düşünürdü."
"Siz ne düşünüyorsunuz Asel Hanım?"
"Alisa evladım, doğrusu zaman geçtikçe annemin pek haksız olmadığını gördüm. Fakat korkaklığının bencilliğinden daha büyük olduğunu düşünüyorum. İlk anlatılar onun çok düşünceli ve ilgili bir anne olduğunu söylerdi. Fakat zamanla içine sinmiş. Sanırım bunun sebebi Eroyah'ın sonu gelmeyen öfkesi. Meroyah, o öfkeden nasibini almamak için susmuş."
"Bu hikâye bana hiç yabancı gelmiyor," dedi Perla. "Öfkeli bir adam, adamın sözünden çıkmayan, korkak ve aciz bir kadın."
"Yani yine olan çocuklara olmuş," dedi Narya. "Tanrı bile olsalar böyle ebeveynlere sahip oldukları için onlara üzülüyorum."
"Olan hep çocuklara olur Narya kızım," dedi Asel Hanım. "Bir olaydan, hep, en çok, masum olanlar etkilenir."
"Peki adamın ne yapması gerekirdi?" diye sordum. "Sevgisini içine gömüp, tanrı sıfatına daha çok bağlanması mı gerekirdi?"
"Bunu yalnızca Tanrılar bilir," dedi Asel Hanım. "Aile bu kararın hangi noktasına öfkelendi diye düşünmek lazım. Aile üyelerinden birinin, kendilerini terk etmesine mi yoksa kendilerinden aşağı gördükleri birine âşık olmasına mı içerlediler?"
"Kadına ne olmuş peki? İyileşmiş mi?"
"Hayır," dedi Lena. "Sevdiğini yutan denizin suyuyla yıkanmayı reddetmiş. Bu yüzden adamın ölümünden kısa süre sonra kadın da ölmüş."
"Kadının cesedinin nerede olduğuna değinen hiçbir alıntı yok sanırım," dedi Perla. "Bugüne dek hiç duymadım."
"Kadının cesedine ne olduğu bilinmiyor," dedi Asel Hanım. "Hiçbir kaynakta kadının ölü bedenine ne olduğu yazmıyor. Tanrılar bizden daha önemli. Onlara ne olduğu daima bilinir, bizler ise onların gölgesi altında kayboluruz. Hiç dikkat çekmeyiz. Bazense hiç merak edilmeyiz."
Lena ayaklandı. "Hadi herkes odasına çekilsin. Dinlenebildiğiniz kadar dinlenin. Yarın uzun ve yorucu bir gün olacak."
"Ben büyüğümle kalacağım."
Perla yavaşça kırptığı gözleriyle sorun olmadığını belirtti. Asel Hanım ve Lena odanın çıkışına ilerlerken ben olduğum yerde kaldım. "Ben de sizinle kalayım."
Gece gökyüzünü ele geçirdiğinde iki kardeş çoktan uykuya dalmıştı. Bu gece her zamankinden daha sessizdi. Ay da daha solgundu. Ya da yalnızca bana öyle geliyordu. Belki her şey olağan akışında ilerliyordu ve ben bunu garipsediğim için, etrafı olmasını istediğim şekilde görüyordum. Uyuyamayacağımı zaten biliyordum ama yerimde sakince duramayacağımı anlayınca odadan çıkmaya karar verdim.
Üst kata çıkan merdivenden gelen sesler üzerine o tarafa doğru yöneldim. Basamakların orada Kunter ile karşılaştım.
"Uyuyamadın mı?"
"Bugüne özel değil," dedim. "Fakat uyuyabiliyor olsaydım da bugün uyuyamazdım. Neyse ki Perla uyudu."
"Bedeni yorgun düştü. Ayakta kalmasını beklemiyordum zaten." Üst kata çıkmaya başladı. "Madem uyumayacaksın, gel bize katıl."
Onun peşine takıldım. "Asel Hanım'dan haberiniz var mı? O uyuyabilmiş mi?"
"Asel Hanım'ın uyuyacağını sanmıyorum ama yanında Lena var. Gönlün rahat olsun."
Beraber terasa çıktık. Terasın üstü kapalıydı, üstüne bir de kullanıldığına hiç şahitlik etmediğim şömine harıl harıl yanıyordu. Terasa yerleştirilmiş oturma alanında Atlas ve Aren vardı. Başka da kimse yoktu. Oturma alanına geçmeden önce camlardan dışarı baktım. Ruhlar ve muhafızlar sarayın dört bir yanına dağılmıştı. Bu görüntü bile yüreğime su serpmeye yetmiyordu.
"Alisa uyuyamadın mı?" diye sordu Aren.
"Denemedim bile." Kunter'in yanındaki boş yere oturdum. "Belli ki siz de denememişsiniz."
"Perla ve Narya uyuyor mu?"
"Evet, uyudular. Sanırım Narya'yı görmek, biraz olsun, Perla'nın daha iyi hissetmesini sağladı. Bu arada Valmir nerede? Bugün onu hiç görmedim."
"Odasında," dedi Atlas. "Törene kadar oradan çıkmayı düşünmüyor."
"Neden? Yoksa kendisini mi suçluyor?"
"En az bizler kadar," dedi Kunter. "Fakat sanıyorum ki odasından çıkmama nedeni bu değil."
Valmir ile alakalı yeni bir soru sormaya gerek yoktu. Pişmanlık ateşiyle kavrulurken çözüm yolları aramaya çalışıyor olması, yeni bir tasarı yapmaya başlaması olasıydı. Bildiğim, tanıdığım Valmir'e tam olarak yakışan şey buydu.
"Sarayda önemli bir eşyanız varsa, sabah saraydan ayrılmadan önce yanınıza alın," dedi Atlas. "Bir daha buraya dönmemiz mümkün olmayacaktır."
"Uyandıkları zaman Perla ve Narya'ya söylerim." Bir es verdim. "Perla ne kadar belli etmemeye çalışsa da, Pamir ve Edvin Bey'in bedenlerinin bekletilmeden gömülecek olmasına karşı üzüntü duyuyor."
"Biz de aynı üzüntüyü yaşıyoruz ama vaktimiz yok Alisa," dedi Aren. "Üç gün boyunca beklersek, elimizdeki tek şansı da yitirebiliriz."
"Elimizde bir şans olduğu ne malum?"
"Cenaze törenine saldırı düzenleyecek kadar alçalacaklarını hiç sanmam," dedi Kunter. "Konuşmaya fırsatımız olmadı. Belli ki Ezra da söylemek için uygun bir an bulamamış. Antropedos karışmaya başladı. Arnald ailesinin hain olduğu, Edvin Bey'in Eli Ran ve Timun Bey'e karşı bir saldırı düzenlemeye çalışırken yakalanıp öldürülmek zorunda kalındığı haberi her yere yayılmış durumda. Haber birkaç belge ile birlikte yayılmış. Edvin Bey'i hain olarak göstermeye yetecek, içerisinde Eli Ran'ı devirmek için harekete geçtiğini belirten birtakım mektup ve belgeler var. Belgelerde, yönetimin tüm gücü kendi elinde toplamak amacıyla Eli Ran'ı devirmeye çalıştığına dair suçlamaların yapılmasına olanak sağlayan birkaç madde bulunuyor. Güya mektupların çoğu Pamir'e, Edvin Bey'in güncel durumunu yönetime bildirmesi amacıyla gönderilmiş. Antropedos'a sığınanlar arasında bu yalana inanıp ayaklananlar var. Uzun lafın kısası, düşman yeniden sempati kazanacağı bir durum yarattı ve cenazeye saldırı girişiminde bulunarak, bu şansın ellerinin arasından kaymasına müsaade etmeyecektir."
Terasın üstünü kapayan camların üstüne düşen karlar gökyüzüyle olan irtibatımı engelliyordu. Gökyüzüne dokunamıyordum ama oradan yayılan soğuğu hissedebiliyordum. Gece yıldızlarla beraber kayarken, zaman güneş gibi olduğu yerde asılı kalıyordu. Birtakım değişiklikler yaşanıyor ama sanki, zaman bir noktada takılı kalmış gibi hiç geçmiyordu. Ansızın çıkagelen olaylar, gecenin karanlığında, yerleşebilecekleri bir nokta buluyordu. Zaman, güneşin meydana çıkması gibi, kendini belli etmeye başlayınca, karanlığa karışan olaylar gökyüzüne bakıldığında belli olmuyordu. Fakat ne zaman güneş batıyor, karanlık doğuyorsa, işte o zaman karanlığa işlemiş acılar ay ışığı altında solukça beliriyordu.
Haber duyulunca Alpay Bey ve Fedor Bey saraya gelmek için haber yollamış ve Atlas bu iki kişiden gelen teklifi kabul etmek durumunda kalmış. Bu, Alpay Bey'den alınan ilk nottu. Hâliyle az çok bulunduğu tarafı belli eden, açık denebilecek bir hamleydi. Aynı zamanda yeni bir tehlikeyi doğurabilecek bir hamleydi.
Gün doğmaya yakın terastan ayrılıp odama geçtim. Kendimi törene hazır etmek için önce temizlendim, ardından dik yaka, üst kısmında dantel işlemleri olan, mat ipek, siyah elbiseyi giyip, saçlarımı çok sıkı olmayan bir şekilde topuz yaptım. Kıyafetimle aynı kumaştan yapılma düz örtüyü elime alıp odadan çıktım. Perla'nın odasına geçtiğimde iki kardeşin çoktan uyanmış olduğunu gördüm.
"Siz uyumadınız mı?"
"Ben mi?" dedim şaşkınca. "Uyumadım. Pek uykuya ihtiyaç duymuyorum."
Odadaki kıyafet dolabını açıp Perla'nın giymesi için benim giydiğim elbiseye benzer, törene uygun bir elbiseyi elime aldım. Perla ona uzattığım elbiseyi alıp giysi dolabının önündeki ahşap paravanın arkasına geçti. Bu esnada Narya hazırlanmak için odadan çıktı. Perla elbisesini giyerken, saçları için kullanacağım tokaları çıkarmak üzere aynalı masanın çekmecesini açtım. Gereken tokaları masanın üstüne çıkardım. Siyah ipek kumaşın üstüne geçirilmiş dantel işlemeli elbise içinde, yorgunluğu ve üzüntüsü bir aksesuar gibi takılı kalmıştı. Masanın önündeki berjeri oturması için çektim.
"Saçımı topuz yapmayacağım," dedi Perla. "Başım ağrıyor. Yüzümü de renklendirmeyeceğim."
Dolaptan siyah, dantelli bir örtü çıkarıp bana uzattı. Aldığım şalı sarı saçlarının üstüne ortalayıp, rüzgârdan ötürü uçuşmasın diye iki kenarına tokayla sabitledim. Sonra istemsizce yüzüne uzun uzun baktım. Göz altındaki morluklar, zarif yüzünün ince detaylarına gölge düşürmüştü. Perla hiç olmadığı kadar yorgun ve hüzünlüydü.
Uzun bakışımdan rahatsız olan Perla, "Kötü mü görünüyorum?" diye sordu.
"Hayır. Buna ihtimal veriyor musun? Güzelliğin herhangi bir şeyle bozulacak gibi değil."
Sonra kararsızca masadaki aynadan kendisine baktı. "Bu onu son kez uğurlayışım olacak. Biraz güzel mi görünsem?"
"Perla," dedim. "Zaten güzelsin. Fakat yüzünün solgunluğu seni rahatsız ediyorsa, elbette bir şeyler sürebiliriz."
"Vaktimiz var mı? Çabucak bir şeyler süreyim. Beni bu şekilde hatırlamasın."
Onu berjere oturttum. "O nasıl söz? Pamir zaten seni her hâlinle beğeniyor. Kaldı ki, güzelliğinden bir şey kaybetmiş değilsin. Yorma kendini."
İnce pudrayı yüzüne sürdüm. "Yüzünü renklendirmek istiyor musun?"
Masadaki pembe boyayı bana uzattı. "Evet, solgun görünüyorum."
Verdiği boyayla yüzüne sıcak bir renk kattım. Aynaya bakan Perla'nın bakışları, ne yaparsak yapalım onu tatmin edemeyeceğimizi gösteriyordu. Omzuna dokundum. "Perla, seni kandırdığımı mı düşünüyorsun?"
"Hayır, sen yalan söylemezsin. Bana söylemezsin, değil mi?"
"Söylemem. Bana inanmıyorsan bile, diğerlerinin seni gördüğünde söyleyeceği sözler fikrini değiştirmene yardımcı olabilir."
"Bugün herkes beni mutlu etmeye çalışacak. Elbette kimse çirkin göründüğümü söylemez."
"Perla," dedim. "Sevginin insanı güzelleştireceğine inanılır. Pamir gibi birinin sana ulaştırdığı sevgi, ne kadar zaman geçerse geçsin etkisini sürdürmeye devam edecek boyutta değil mi?"
Ayağa kalkmasına yardımcı oldum. "Dilediğin kadar ağlamakta, kedere bulunmakta haklısın ama güzelliğine dokunma. Üzüntü veya sevince kapılmış ol, fark etmez, sen her daim güzel görüneceksin. Kendini fazladan üzmeye çalışma."
Perla kendini hazır hissedince odadan çıktık ve Perla'nın Pamir'i son kez görmesi için, sarayın en alt katındaki bekleme odasının oraya gittik. Kapının önüne ulaştığımızda Perla'nın ellerini tuttum. "Lütfen orada kendini çok yıpratma. Vedanı et ve gel."
"Sen de mi benimle birlikte gelsen Alisa?"
"Lara, 'Vedalar kalabalığı sevmez,' demişti. Bence son anınızda yalnız kalmasınız. Ben buradayım. İhtiyacın olursa bana seslenirsin."
Onun için kapıyı açtım ve geçmesini bekledim. Dakikalarca Perla'nın vedasının son bulmasını bekledim. Perla, odaya girdiği hâlinden birazcık daha perişan bir hâlde odadan çıktı. Beraber üst kata çıktık. Görevliler büyük telaş içerisinde oradan oraya koşturuyordu.
"Söylemeyi unuttum," dedim. "Alacağın önemli bir eşya var mıydı? Bir daha saraya uğramayacağız."
"Yok. Almam gereken her şeyi aldım."
"Narya'nın önemli bir eşyası var mıdır?"
"Sanmıyorum," dedi Perla. "O, hepsini Alsondro'ya götürmüştür."
Saray yavaş yavaş boşalırken bahçeye çıktık. Gözüm Narya'ya çarpınca, Perla ile birlikte o tarafa doğru ilerledim. "Narya, alman gereken bir eşya varsa yanına al. Sonrasında saraya uğramayacağız."
"Önemli eşyalarımın tamamı Alsondro'da." Ablasına baktı. "Ben de sizin yolculuk edeceğiniz araca binmek istiyorum."
"Olur," dedi Perla. "Sen de bizimle gel."
Sıra sıra dizilmiş araçların etrafı bir an olsun boşalmıyordu. Kalabalığı seyretmek insanı yoruyordu. Bu kalabalığın sebebini bilmek ise daha çok yoruyordu.
Perla'nın üşümesini istemediğim için, Perla'nın koluna girip araçlardan birine doğru geçtim. "İçeride bekle sen. Zaten hâlsizsin. Boşuna ayakta durma." Peşimizden gelen Narya'ya döndüm. "Sen de şimdiden araca binmek ister misin?"
"Olur, büyüğümü yalnız bırakmayayım."
Aracın kapısının az önünde durmaya başladım. Eşyalarla dolu bavul ve kutuların taşınması, sanki uzunca zamanlar burada yaşamışım gibi, beni de kedere boğuyordu. Ortaya çıkan herkesin simsiyah giyindiğini görmek, bir daha asla yakalayamacağımı bildiğim bir hayali yitirmek gibi, derin bir acı ve keder uyandırıyordu.
Lena, Henna Hanım ve Asel Hanım beraber saraydan çıktı. Beni görünce uzaktan selam verdiler. Fakat Lena bununla yetinmeyip yanıma geldi. "Perla nerede kızım?"
Aracı gösterdim. "Narya ile birlikte içeride."
"Beraber mi yolculuk yapacaksınız?"
"Evet. Bir tane daha boş yerimiz var. Bizimle gelmek isteyen varsa, haberiniz olsun."
"Demitre bizimle gelecek," dedi Lena. "Böylece bizim araç dolmuş oluyor. İsterseniz Lara'yı yanınıza alın. O seni yalnız bırakmayı hiç istemiyor. Hem Lara'nın sizinle gelmesi sizin için de iyi olur."
"Olur, elbette. Görünce çağırırım."
Lena yanımdan ayrıldı ve kendilerine ayrılan araca geçti. Saraydan çıkan Aren buraya doğru geldi. "Hepiniz hazır mısınız?"
"Kızlar araçta," dedim. "Bir de Lara'yı yanımıza alacağız."
"Lara, Atlas'ın yanında. Birazdan çıkar dışarı." Aren, arkamdaki aracın kapısını açtı. Perla'nın iyi olup olmadığını kontrol etti, birkaç güzel söz sarf etti ve aracın kapısını kapattı.
Bir süre sonra Lara saraydan çıktı. Beni görmesi ve buraya gelmesi için elimi kaldırdım. Koşar adımlarla yanıma geldi. "Bir isteğiniz mi var Efendim?"
"Bizimle gelir misin Lara? Araçta boş yerimiz var."
"Elbette, seve seve." İyice yanıma yaklaştı, sesini alçalttı. "Efendi Perla iyi mi?"
"Olabildiğince. Hadi sen de geç araca, üşüme."
"Siz?"
"Birazdan geleceğim."
En nihayetinde görmeyi dilediğim kişiyi görünce harekete geçtim. "Ezra, seni arıyordum."
"Buyurun Efendim."
"Kunter Antropedos'ta olanları anlattı. Durum çok mu karışık?"
"Şu anlık ortalık çok karışmış değil. Ruhlar kontrol altına almaya çalışıyor. Sizi müsait göremediğim için durumu size bildirememiştim."
"Tören bitince direkt Antropedos'a geçemeyeceğim. Bir süre Perla'nın yanında kalacağım. Sen Antropedos'a geçince durumu gözet lütfen."
"Hiç endişeniz olmasın." Pek tatmin olmadığımı düşünmüş olmalı ki yeniden söze girdi. "Canınızı sıkmayın. Durum, halledilmeyecek kadar karışık değil."
"Baktınız olay giderek kızışıyor, sorun çıkartan kişileri tutuklayın. Ben, döndüğüm zaman bu hususla ilgileneceğim."
Başıyla onayladı beni. İçimin birazcık rahatlaması sonucu araca bindim. Tüm herkes hazır oluncaya kadar araçta oturduk. Sonra ise yavaş yavaş harekete geçti bütün araçlar. Yol boyunca gözlerimi Perla'dan ayırmayı başaramadım. Ara sıra dalgın bakışlarımı yakaladı ve her seferinde, çok geçmeden bakışlarını kaçırdı.
"Tören geleneklerimizi biliyor musunuz Efendim?"
"Ah, bilmiyorum. İlk kez şahit olacağım."
Perla yerinden doğruldu. "Mumlardan birini de sen yaksana Alisa."
"Ne mumu?" diye sordum.
"Mezar taşının üstüne yedi mum yakıp koyarız," dedi Lara. "Her mum bir şeyi temsil eder. Eğer yakılan mumlardan biri, dış bir etkene bağlı olarak sönerse, sönen mumun taşıdığı anlam ölen kişinin hayatında eksik kalmış demektir. Normalde mumu yakacak kişiler önceden belirlenir. Sanırım bu sefer belirlenmedi."
"Belli ya işte," dedi Narya. "Ailenin beslediği sevgiye ithaf eden mumu Asel Hanım, aşkı temsil eden mumu büyüğüm Perla, dostluğun mumunu..." Duraksadı. "Sahi onu kim yakacak?"
"Sanırım Kunter," dedi Perla. "O, yakmak isteyecektir."
"Diğerleri ne?" diye merakla sordum.
"Bir diğer mum onurla sürdürdüğü yaşamını temsil eder. Onu da sanırım Alpay Bey veya Ramon Bey yakar."
"Onlar gelmiş mi?" diye sordum.
"Evet, gelmişler," dedi Narya. "Başka bir mum da ölen kişinin verdiği hizmetlerden ötürü yakılır. Bu mumu Büyüğüm Atlas yakacaktır. Başka bir mumla tüm yaşamı kutsanır. O mumu Bilge yakar, değil mi?"
"Evet," dedi Perla. "Bilge Valmir yakacaktır o mumu."
"Son olarak, diğer yaşamı huzurla şekillensin diye bir mum yakılır," dedi Narya. "Böylece tören sona erir."
"O mumu sen yaksana Alisa."
"Ben mi? Ne haddime?"
"Ben istiyorum," dedi Perla.
"Onu Aren yaksın," dedim. "Siz birbirinizi daha uzun süredir tanıyorsunuz. Benim yakmam doğru olmaz."
"Aren, Edvin Bey'in mumlarından birini yakacaktır," dedi Perla. "Son mumu Narya ile birlikte yakın."
"Ay, ben de mi? Olur, çok isterim!"
Narya'nın yüksek çıkan sesi, yorgunluğumuzun izin verdiği müddetçe, hepimizi gülümsetti.
"Beraber yakalım mı?" diye sordu Narya. "Lütfen kabul edin. Yoksa benim tek başıma mum yakmama müsaade etmezler."
"Olur," dedim. "Yakalım."
Yolculuk sona erip mezarlığa vardığımızda araçlardan indik. Göz boyamak için yapılan kutlama töreninden bu yana, büyük bir kalabalığın bir araya geldiği ilk an buydu. Araçtan inen Perla'nın koluna girdim. Beraber mezarlığın demir kapısından geçtik. İçi boş iki mezarın yanına varınca durduk. Bir gözüm, daima, koluma tutunmuş Perla'nın üstündeydi. Birden kötüleşmesinden korkuyordum.
Tüm herkes alanda toplanınca muhafızların yardımıyla önce Edvin Bey'in, ardından Pamir'in tabutları getirildi ve boş mezarların içine kondu. Siyah renkli mat tabutlar hiçbir sembol veya yazıyla süslenmemişti. Yerlerine yerleştirilen tabutların üstü yavaşça toprakla kaplandı. Tabutların üstüne toprakların serpilmesiyle Perla'nın elleri kolumu daha sıkı tutmaya başlıyordu. Tam çaprazımızda, Lena'nın yardımıyla ayakta duran Asel Hanım'ın durumu Perla'nın durumundan farksız değildi. Sanki tabutların üstü toprakla kapandıkça bu iki kadının direnci de kapanıyordu.
Yavaştan şiddetini arttıran kar yağışı işimizi zorlaştırıyor, rüzgâr acımasızca yüzümüze vuruyordu. Hafif nemli toprak, giderek ıslanıyor ve belki de içinde sakladığı bedenleri çektiği suyla besliyordu. Rüzgâr, belli belirsiz duyulan haykırışları beraberinde götürüyordu. Onun acımasız sertliği bile Perla'nın yüzüne birikmiş yaşları kurutmaya yetmiyordu.
Tüm yüzler ara sıra Perla ve Asel Hanım'a çevriliyor, iki kadının durumu uzaktan uzağa dikkatli bakışlarla gözlemleniyordu.
Tabutlar artık üstlerini örten toprağın altında kaybolduğunda Valmir öne çıktı, Pamir'in mezarının yanında durdu. İlk kez siyah giyindiğine şahitlik ettiğim Valmir, bu sefer gerçekten ayakta durmakta zorlandığı için asasından yardım alıyordu. Lara, elinde tuttuğu altın işlemeli tepsiyle Valmir'in yanına yanaştı. Tepside yedi mum vardı. Valmir mumlardan birini eline aldı. "Ebediyete intikal eden Pamir'in ruhuna, ilk mumu, Semt'in Işığı'nı yakalım."
Aileden geriye kalan tek isim olan Asel Hanım, Bilge'nin elinde tuttuğu mumu aldı. Lara'nın uzattığı kibritle mumu yaktı ve oğlunun mezarının üstüne koydu.
"İkinci mumu, Vesura'nın Işığı'nı yakalım."
Perla kolumdan çıktı, Valmir'in uzattığı mumu kibritle yakıp diğer mumun yanına koydu. Ardından eski yerine, yanıma döndü.
"Üçüncü mumu, Arvesa'nın Işığı'nı yakalım."
Kısa bir an herkes duraksadı. Karar verilmemiş bir durumun oluşturduğu belirsiz anı Perla bozdu. Kafasıyla Kunter'e işaret etti. Perla'nın isteğinden güç alan Kunter üçüncü mumu Valmir'den alıp yaktı ve diğer mumların yanına koydu.
"Dördüncü mumu, Ruvena'nın Işığı'nı yakalım."
Aynı belirsizlik yeniden yaşandı. Bu sefer araya Asel Hanım girdi. Alpay Bey'den mumu yakmasını rica etti. Alpay Bey dördüncü mumu yaktı ve diğer mumların yanına koydu.
"Beşinci mumu, Vesienna'nın Işığı'nı yakalım."
Fedor Bey'in yanında dikilen Atlas Valmir'in uzattığı mumu aldı, yaktı ve diğer mumların yanına koydu.
"Altıncı mumu, Solaro'nun Işığı'nı yakalım." Valmir belli belirsiz tebessüm etti. "Yani, müsaadenizle ben yakayım." Elinde tuttuğu mumu yaktı ve diğer mumların yanına koydu.
"Yedinci mumu, Solira'nın Işığı'nı yakalım."
Perla başıyla kardeşine işaret etti, ardından istekle bana baktı. Leydi Demitre, mumu benim yakacağımı anlayınca Perla'nın yanına geldi ve onun narin bedenine destek olmak için yanında durdu. Narya ile birlikte Valmir'in yanına geçtik. Ben mumu elime aldım, Narya yaktı. Mumu, diğer mumların arasına koydum.
Aynı fasıl Edvin Bey'in ruhunu özgür kılmak için de gerçekleşti. İlk mum Asel Hanım'ın isteği üzerine Aren tarafından yakıldı, ikinci mum ise bizzat Asel Hanım tarafından. Üçüncü mumu Efendi Ramon yaktı. Dördüncü mumu, Asel Hanım'ın isteği üzerine, Galen İlgar yaktı. Beşinci mum Atlas'ın görevini devretmesi üzerine Fedor Bey tarafından, altıncı mum ise yine Valmir tarafından yakıldı. Yedinci ve son mumu ise Leydi Demitre yakmak istedi. Herkesin onayını alan istek hayata geçirildi. Son mumu Leydi Demitre yaktı.
Rüzgâra karşı direnen mumlar eriyene dek kimse yerinden kıpırdamadı. Mumlar eridi ama yine de kimse hareket etmedi. Ortamı hareketlendiren olay mezarlığa yeni bir kalabalığın girmesi oldu. Myra kardeşler, yanlarında küçük bir görevli birliğiyle yanımıza geldi, baş sağlığı dileklerini iletti. Bir süre yağan karın altında, mezarlıkta, insanlar birbirine iyi dileklerde bulundukları konuşmalar yaptı.
Sağ yanımda duran Perla'nın omzuna sağ elimi uzattım ve ona sarıldım. Bedeni giderek daha çok üşüyordu. "İstersen araca geçelim Perla. Yapacak bir şeyimiz kalmadı."
"Olur, geçelim."
Myra kardeşlerin yanından geçerken durmak zorunda kaldık. Kardeşler yeniden iyi dileklerini yolladı. Perla kısaca teşekkür edip yoluna devam etti. Fakat o esnada Narya söze girdi. "Eğer sizin de onayınızı alabilirsem, eğitime bir süre ara vereceğim Efendim. Burada, büyüğümün yanında kalmak istiyorum."
Kardeşinin konuşmasını duyan Perla yeniden durmak zorunda kaldı.
"Sorun değil Narya," dedi Yamin. "Bu şekilde eğitime devam etmen pek olası değildi zaten."
Söze girmenin gereksiz olduğunu düşünüp bizi bekleyen Perla'nın yanına ilerledim. Selina da peşimden geldi. "Sırası hiç değil, biliyorum ancak Antropedos'un durumu size bildirildi mi diye merak ediyorum."
"Bildirildi," dedim. "Kısa sürede duruma el atacağım. Endişeniz olmasın."
"Aynı anda iki şehrin karışması bizler açısından iyi olmaz. Eğer gözümüz Antropedos'ta kalmazsa, Katrin'e daha sağlam yardımlar sağlayabiliriz."
Nazikçe gülümsedim. "Teşekkürler Selina. Bir süre burada kalacağım. Fakat Ezra orayla ilgilenecek. Sorun büyümeden evvel çözüme kavuşacaktır."
"Şehrinizin başına daha yeni geçmişken böyle bir sorunla karşılaşmış olmanız kötü oldu. Olur da işler iyice kızışırsa bize bildirin Efendim. Yardımcı olmak isteriz."
"Doğrusu ruhlarla anlaşamadığınızı düşünüyordum."
"Sorunlar çözülmek için vardır, değil mi?" Odağını Perla'ya verdi. "Yeniden başınız sağ olsun. Dilerim ki Tanrılar, onların ruhunu kutsar ve korumaya alır."
"Teşekkürler Efendim," dedi Perla. "Güzelce karşılayamadık, kusura bakmayın. Fakat buraya gelmeniz büyük anlam ifade ediyor."
"Buraya güzelce karşılanmak için değil destek olmak için geldik," dedi Selina. "Dilerim ki sizin de ruhunuz yakın zamanda huzurla dolar."
Konuşma sona erince Perla ile birlikte araca geçtik. Yaklaşık yarım saat sonra herkes araçlara bindi. Böylece Roves bölgesine uzanan yolculuğumuz başladı. Perla'nın omzuma yaslanan başı yolculuk başlar başlamaz sarsılmaya başladı. Beklediğim çöküş başlamıştı. Perla'yı telkin etmeye çalıştığım anlarda Narya'nın dolan gözleriyle karşılaştı gözlerim. Sorun olmadığını bildirmek için tebessüm ettim. Perla'yı kendime doğru iyice çektim ve rahatlaması için omzunu okşadım.
Bazı noktalarda saptığımız yollar aracın dengesini sarstı. Rüzgâr fısıldamayı bırakıp ıslıklar çalmaya başladı. Sanıyorum ki kar da şiddetini daha fazla arttırdı. Araçlarsa giderek yavaşladı. Yol, uzundu ama Perla'nın ellerini ısıtmama fırsat tanımadı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |