38. Bölüm

38. Bölüm

Mera
mera01

Yağmur edasıyla yeryüzüne düşen damlalar yere tutunan karların arasına sıvıştı, karların narin bedenlerini ele geçirip yeryüzünün tümünü kızıla boyadı. Yavaşça başlayan yayılım karları kolayca aştıktan sonra hızla devam etti. Tüm her şey gözlerimizin önünde önlenemez bir şekilde gerçekleşti. Aniden ortaya çıkan kızıllık neyin nesiydi, bilinmez ama koruma kalkanına zarar vermemişti. Mavi kalkan hâlâ aynıydı. Öte yandan gökteki yarık ve hüzmeye de bir şey olmamıştı; onlarda da bir değişiklik yoktu. Yere inen kırmızı damlalar mahirdi; rotadan hiç şaşmıyorlardı. Sonra hızla bir araya geliyor ve kara karşı âdeta cenk ediyorlardı. Erimeye müsait bedenler kolayca yeniliyordu elbette. Böylece kızıllık yeryüzünün yeni sahibi oluyordu.

Ezra'nın uyarısı sonucu saraya girmiş ama bu manzaradan sakınamamıştık. Bahçe ve bahçede yer alan her şey yavaşça kırmızıya bulanıyordu. Bundan da ötesi, bize bahçedeki vahim manzarayı sunan pencereler kırmızı izlerle doluydu. Sanki tüm bunlar bir katliamın parçaları ve izleriydi. Katliamdan geriye kalan kalıntılar yeryüzüne savruluyor gibiydi. Kırmızı lekeler ağaçların gövdelerine değin yerleşmişti. Ağaçların çıplak bedenleri kendi gövdelerini savunamaz olmuştu.

Bizden daha az telaşa kapılan Aren, Atlas veya Valmir'den bir not gelmesini beklememiş ve Katrin'de gözlemlediğimiz durumun aynısını orada da yaşanmış mı diye kontrol etmek için Alsondro'ya bir not yollamıştı. Bu sırada Ezra Antropedos'takiler ile iletişime geçmişti. Henüz Myra ailesinden bir ses yoktu. Fakat Ezra'nın iletişime geçtiği ruhlar Antropedos'un da kızıla boyandığını bildirmişti. Büyük ihtimalle Alsondro'da da durum aynıydı.

Ezra beni burada bırakmak istemediği için Antropedos'a gitmemişti ama ruhlara onlarca emir bildiren bir not yollamıştı. Lider ruhlardan Yura'ya ise buraya gelip Leydi Demitre'yi kontrol etmesini emretmişti.

Dakikalar sonra Valmir'den bir not ulaşmıştı elimize. Buna neyin sebep olduğu bilinmiyordu ve kolay kolay açığa çıkacak gibi durmuyordu. Bu yüzden Valmir yalnızca korumaları güçlendirmeyi önermişti ve bir de ne olursa olsun saraydan dışarı adım atmamamızı. Aren ve Pamir, Valmir'in notunu aldıktan sonra muhafızları görevlendirmek ve korumaları gözlemleyip boyutlarını arttırmak için sarayın yan tarafındaki merkez binaya geçiş yaptı.

Valmir'in notu elimize ulaştıktan sonra Myra ailesinden, hatta bizzat Yamin'den bir not ulaştı elimize. Aynı durum Alsondro'da da yaşanmış ve bu yüzden kardeşler durumu değerlendirmek ve yürünecek yola karar vermek için Yamin'in bölgesinde bir araya gelmiş. Akşama doğru aldıkları karar sonuçlanacakmış ve bizim de aynı yola girmemiz için aldıkları kararı bize bildireceklermiş.

Perla sıkıntıyla büyük salonda dolanmaya başladı. Gerginlik yayan adımları ona huzuru vermeyecekti. En sonki durağı benim yanım oldu. "Daha önce buna benzer bir şey gördüğümü veya duyduğumu hatırlamıyorum."

Neden sonra Perla, "Bahçeye çıkmamızda bir sakınca yoktur herhâlde," dedi. "Bahçedeki kalıntılardan bir örnek alıp incelemeliyim. Belki ne olduğunu anlayabiliriz."

Ezra, Perla'nın da saraydan çıkmasına sıcak bakmıyordu. Perla'nın istediği şekilde örnekleri toplamak için bahçeye kendisi çıktı. Çok geçmeden saraya döndü ve topladığı örnekleri Perla'ya verdi. Perla, örnekleri aldı, inceleme ve araştırma yapmak için mahzene ineceğini söyledi.

Yanıma ulaşan Ezra elindeki top hâline getirilmiş ve üzerine nokta nokta kırmızı lekeler bulaşmış kâğıdı bana uzattı. "Medora tarafından size gönderilmiş."

Büzüşmüş kâğıdı alıp açtım.

- Doğruca Marilya Ormanı'na git. Hemen!

Medora

 

Kâğıdı Ezra'ya uzattım. "Bu durumda oraya gidebilir miyim? Geçit oluşturmak durumun tehlikesini arttırır mı?"

"Gitmek isterseniz sizi korurum."

"Orada beni neyin beklediğini tahmin bile edemiyorum," dedim. "Acaba bu durumun Orman ile bir bağlantısı olabilir mi? Yani Erya'nın gücü böyle bir şey yapmaya yeter mi?"

"Erya'nın biriktirdiği güç yıllara, yüzyıllara dayanıyor. Kökenli ve korunaklı bir güçten söz ediyoruz. Demem o ki, yetebilir ama neden böyle bir şey yapsın ki?"

"Savaşı şimdiden başlatıyor olamaz mı?"

Ezra soruma cevap vermedi. "Sizi ısrarla Orman'a çağırdığına göre paylaşmak istediği bir şey var demektir. Onun size zarar vermesi için onun ayağına gitmenize gerek yok. Onun eli istediği yere uzanabiliyor. Yani sanırım orada güvende olacaksınız. Gitmek isterseniz Orman'a kadar sizinle geleceğim."

Kararsızlık içinde kaldım. "Diğerlerine ne diyeceğiz?"

"Antropedos'ta bir sorun oluştuğunu ve gidip kontrol etmemiz gerektiğini söyleyin."

Ezra'yı orada bıraktım ve mahzenin bulunduğu kata indim. Mahzenin demir kapısını tıklatıp açtım. "Perla, sen araştırmanı sürdürürken ben Ezra ile Antropedos'a gidip geleceğim. Bir sorun meydana gelmiş. Kontrol edip hemen döneceğiz."

Perla ilgilendiği kana bulanmış camı masaya bıraktı. "Ne olmuş?"

"Ben de tam detaylıca bilmiyorum. Dönünce anlatırım."

"Neyse ki yanında Ezra var," dedi Perla. "Yoksa mümkün değil bu saraydan çıkamazdın."

Kapıyı kapattım ve üst kata çıktım. Ezra, büyük salona geçidi oluşturmuştu. Geçitten geçtim. Servi ağaçlarının kanat açtığı ormanda kuzgunlar uçuşuyordu. Ormanın derinliklerine doğru sızan, kırmızı izlerle kirli bir görüntüye dönüşmüş patikada yürümeye başladık. Karlar henüz yeryüzüne sıkıca tutunmayı başaramamıştı ama bir araya gelip eriyen karlar yerde sık sık göletler oluşturmuş ve patikayı çamura çevirmişti. Kırmızı izler gerek çamura dönen torpakta, gerekse gölete dönmüş su birikintilerinde yer edinmişti. Ormanın derinlerine doğru meşe ve çam ağaçları beliriyordu. Yerlerde kozalaklar, sivri dikenler ve kurumuş dallar kol geziniyordu. Elbette hepsi asıl görüntülerinden uzaklaşıp kırmızı izlerle kirlenmişti.

Orman, bölgenin geri kalan kısımlarına nazaran bayağı soğuktu. Esen rüzgârın hiç acıması yoktu. Rüzgârın her savruluşunda yerde biriken karların üst tabakası havalanıyor ve birikintiler doğrudan yüzümüze çarpıyordu.

"Orman'daki en uzun ağaçtan söz ediyordu Erya," dedim. "O nerede?"

"Orman'ın orta kısımlarında. Sizi ağacın yakınlarına kadar götüreceğim."

"Orman'ın içine geçit oluşturmak yasak mı?"

"Orman'ın korunmaya ihtiyacı var," dedi Ezra. "Geçit oluşturmamaya özen gösterilmeli. Hersenk Kulesi'nin etrafına geçit oluşturmama nedenimiz de bu. Bu iki yer, Antropedos'un kalbi."

Gökyüzüne başımı çevirmek istemiyordum. Kan rengine dönmüş alan yalnızca ve yalnızca sıkıntı veriyordu bana. Kuzgunlar ise kara bedenlerini uzun zamanın ardından özgür bırakmış gibi gökte kanat çırpıyordu. Sayıca o kadar çoklardı ki, kanat sesleri bir senfoni gibi duyuluyor ve koca ormanın içinde yankı yaparak dolaşıyordu. Belki de göğün hâline ağıt yakıyorlardı.

"Kuzgunlar huzursuz gibi," dedim. "Sebebi gök mü?"

"Gök veya Erya," dedi Ezra. "Kendilerini tehdit altında hissediyor olmalılar."

Patikanın sağa ve sola doğru ayrıldığı noktaya geldiğimizde Ezra durdu. "Sizi burada bekleyeceğim. Patikanın sağına dönüp biraz daha ilerleyince uzun ağacı göreceksiniz."

Tedirgince sağ tarafa uzayan yola yöneldim. Patikayı kaplayan karlar pürüzsüzdü; üzerine hiç ayak basılmamıştı ama göğün hoyratça fırlattığı kırmızılıktan elbette korunamamıştı. Eteğimin ucu çamur ve kırmızı izlerle kaplanmıştı. Kuzgunların bedeni göğü kapatıyordu. Birkaç noktada kızıllık, kırmızı ışığını yayacak bir delik buluyor ve yeryüzüne ışığını savuruyordu. Dönüp geriye baktığımda Ezra'yı göremeyecek kadar ilerlemiştim ama hâlâ uzun ağacı göremiyordum. Çok sonra gökteki diğer bedenleri fark ettim. Kuzgunların arasına sızmış, buradan bakılınca bile bedenlerinin en az yirmi beş santim olduğu anlaşılan onlarca kırmızı kuş gökte ses çıkarmadan uçuyordu. Önüme döndüğümde uzun ağacı görebildim. Erya'nın sözüne ettiği ağaç bir meşe ağacıydı. Boyunun bu kadar uzayabilmesi bir büyüye bağlı olmalıydı.

Ağacın önüne vardığımda etraf sessizdi; kimsecikler yoktu. İleriye doğru biraz daha adım atmaya başladım. O esnada gökteki kanatlılar ciyaklamaya ve ardından ağaçlara konmaya başladı. Kuzgunlar sağ taraftaki ağaçlara, daha önce görmediğim diğer kuşlar ise sol taraftaki ağaçlara yerleşti. Kırmızı kuşlar sayıca fazlaydı ama bedenlerine yerleşmiş güven başka yerlerden geliyor gibiydi. İki tür birbirine gözdağı vermeye çalışıyor gibi birbirine dikti gözlerini. Garip sessizliğin yarattığı korku kalbimi hızlandırdı. Arkamı döndüm. Meşe ağacının önünde Medora duruyordu. Hızla yanına gittim.

"Bana oyun mu oynuyorsun sen?" diye sordum. "Seni göreyim diye mi beni buraya çağırdın?"

"Erya burada," dedi Medora. Elinde yine o eski, tuhaf asası vardı. Başına örttüğü, yere kadar uzanan dantelli örtüsü hep lekelenmişti. "Sana gerçek bedenini gösterecek değildi ya!"

"Ne istiyorsun?"

Göğe baktı. "Buna bir son verebilirsin. Teklifimi düşündün mü?"

"Buna Erya mı sebep oldu? Ayrıca teklifini reddetmiştim. Permondura'ya falan gitmeyeceğim. Erya'nın kim olduğunu öğrendim. Onun beni korumak gibi bir niyeti yok."

"Öyle mi?" diye sordu Medora. Sonra dalga geçer gibi güldü. "Ah, aptal kız! Pekâlâ öyleyse, Erya bunu duyduğuna hiç sevinmeyecek."

"Senin kim olduğunu da öğrendim," dedim öfkeyle. "Kim bilir Tanrı'nın değer verdiği hangi canı kurban ettin de tüm bunlar başına geldi?"

Medora siyah gözlerini bana dikti. "Tanrılar bazen gaddar ve acımasız olabiliyor, özellikle de tapındıkların. Zaten, hep, insanın en çok güvendiklerine dikkat etmesi gerektiği söylenir."

Yalnızca tanrıların bildiği bir sebepten ötürü bu kadına karşı, karşı konulmaz bir öfke, başı ve sonu belli olmayan bir hoşnutsuzluk besliyordum. Öyle ki bu hisler giderek beni bile rahatsız etmeyi başarmıştı. Fakat bu durum ona karşı durmaktan geri alamazdı beni. "Şu anda bulunduğun yer gerçekten seni rahatsız etmiyor mu? Bir tanrıyı kızdırdın ve gidip seni koruması için birine sığındın. Yaptığın şeyle yüzleşemiyorsun bile. Ayrıca bu sefer uyarma sırası bende; Erya seni oynatıyor. Ve sen, bunca zaman boyunca yanlış yola girdiği ve doğruyu göremediği için insanları aşağılayan sen, bir aciz tarafından oynatılıyor ve bunu göremiyorsun. Yoksa görüyor musun Medora? Bu işten bir çıkarın mı var? Sanıldığı gibi günahlarından arınmadın mı? Hâlâ bir günahkâr mısın?"

Medora asasının ucuyla çamura bir şeyler çizmeye başladı. "Bakıyorum da bir şeyler öğrenmişsin. Aferin sana! Yok yere yaratılmadın Alisa; tıpkı diğer insanlar gibi senin de bir görevin var. Doğru tarafta durduğundan emin misin? Verdiğim Ruberya'yı kullanmamışsın. Yazık! Bir de gidip onu, onu arayan kişiye vermişsin. Daha çok yazık!"

Asasının ucunu bana doğrulttu. "Erya beni oynatıyor, tıpkı Efendi Ruh'un seni oynattığı gibi."

Asasının ucunu yere çizdiği şeklin kenarına vurdu. Çamurlar etrafa sıçradı. "Gel, bak."

Yanına yaklaştım ve yere çizdiği şekle baktım. Sivri uçları yere dönük yarım ay ve ayın iç kısmında bir alevin parladığı bir semboldü bu. Medora yeniden asasını yere vurdu. "Bu şekli her gördüğünde Erya'nın sana yardım teklifi gönderdiğini bil. Yakın zamanda ondan gelecek olan bir yardıma muhtaç olacaksın."

"Bunun için mi çağırdın?"

"Bunun için mi dediğin şey yakında seni ölümden kurtaracak olan şey," dedi Medora, aksi aksi. "Tabii eğer yaşamayı seçersen."

Kırmızı kuşlardan biri haraket etme cesareti gösterdi ve Medora'nın yanına geçti. Tam da tahmin ettiğim gibi büyük bir kuştu; kanat kısmındaki tüyleri parlaktı, aynı parlaklık uzun gagasında da vardı. Başının üstünde saç misali yedi tüy dikiliydi.

"Erouzer," dedi Medora. "Erya'nın dostları. Onlardan korkma." Asasıyla kuzgunları gösterdi. "Asıl korkman ve sakınman gerekenler onlar. Erouzerler sana yol göstermek için karşına çıkarılacak."

"Sizden gelecek olan yardıma ihtiyacım yok," dedim. "Sahibin ne zaman gerçek bedenini göstermeye cesaret ederse, sözleriniz o zaman kıymete binecek. Onun haricinde sözleriniz ve siz benim nezdimde güvenilmez olarak kalacaksınız."

"Alisa," dedi Medora. "Git ve Efendi Ruh'a verdiğin Ruberya'yı al. Ruberya'yı kullandıktan sonra yürüyeceğin yol konusunda inat edebilirsin."

"Neyin ne olduğunu neden sen açıklamıyorsun?"

"Ne zamandır buradasın?" diye sordu Medora. "Aylar geçti Alisa, sen buraya geldin geleli aylar geçti; ama sen hâlâ nasıl bir diyarda olduğunu anlayamadın. Bir şeyleri yalnızca ima ettiğime göre, yalnızca ima etme hakkım var demektir. Bunu göremiyor musun?"

Ters ters baktı bana. "Lanetlenmek ne demek bilmez misin? Sana gerekli çağrıyı ve uyarıyı yaptım." Göğe baktı. "Tohum'un sana aktardığı güç, başka yaşamların anahtarını eline teslim ediyor. Görmek ve kullanmak senin tercihin. Efendi Ruh neyse, sen de O'sun. Bedenine işleyen güç onun gücünden farksız."

"Kim lanetledi seni? Erya mı? Yoksa kaçtığın Tanrı mı?"

"Erya, bana yalnızca bir yaşam hediye etti," dedi Medora. "Beni lanetleyen kişi kaçtığım Tanrı'dan başkası değil. Her neyse..."

Yerdeki şekle yeniden baktım. "Bedenimdeki gücü nasıl kullanabilirim? Ezra kadar güçlü olduğumu söylüyorsun ama ben o gücü hissedemiyorum."

"Sien Qa Sarayı'nda, vârislerden Kunter'in Efendi Atlas ile balkonda yaptığı konuşmayı nasıl duyduğunu sanıyorsun? Gücün keşfedilmeyi bekliyor. Kontrol etmeyi öğrendiğinde Efendi Ruh'un yapabildiği her şeyi yapabiliyor olduğunu fark edeceksin."

"Savaşı kazanabiliriz yani."

"Aptal kız," dedi Medora, bana tahammül edemiyormuş gibi. "Savaşı zaten kazanacaksınız."

"Nasıl? Gücümü nasıl kullanacağım?"

"O gücü kullanmak için önce o gücün doğmasına sebep olan şeyi öğrenmen gerekir," dedi Medora. Yanında kıpırtısız duran kuşun başını okşadı. "Sebebi öğrendiğinde bana hak vereceksin... Erya sana yardım etme konusunda ısrarcı ve oldukça ciddi. Onun sözlerini dinle. Amacı senin gözünü açmak."

"Hadi diyelim öyle. Bunu neden yapıyor ki? Neden bana yardım etmek istiyor?"

Medora meşe ağacının önüne geçti. "Efendi Ruh'un amacına ulaşmasını engellemek için. Düşmanının dostuyla ortaklık kurmaya çalışıyor. Efendi Ruh'un sana ihtiyacı var. Erya, seni ondan esirgemek istiyor."

"Tüm bunları söylediğin için Erya sana kızmasın?"

"Bunları sana söylememi o istedi," dedi Medora. "İşbirliği teklifinde bulunuyor. Kabul edersen her şeyi sana açıklayacak. Zira başka türlü gerçeği öğrenemeyeceksin. Efendi Ruh, kendi yaşamını süsleyen detayları senden mahrum edecek. Üstüne, bunu öğrenmek için attığın her adımı engellemeye çalışacak."

"Kısacası diyorsun ki, bu senaryoda Ezra kötü adam."

"Hayır, öyle bir şey demiyorum," dedi Medora. "Hayat gridir Alisa. Beyazlar ve siyahlar yalnızca griyi oluşturmak için vardır. Suçlu veya masum diye bir şey yoktur. Herkes birinin kahramanı ve bir başkasının şeytanıdır. Birinin suçlu olduğuna kimin bakış açısına göre karar vereceğiz? Bir ölümlü olarak, yalnızca tanrıların yakıştıracağı sıfatlardan uzak durman gerekir."

Kızıl gök giderek koyulaşıyor ve etrafa saçılmış her türlü oluşumun üstünlüğünü baskılamak ve tek gerçek otorite olabilmek için, süzülen havayı içine çekiyordu. Gökten çıkan ve bedenime baskı yapan, beni yere doğru iteleyen güç, karşı konulması güç bir basınç yaratıyordu. Medora ile aynı basıncı hissetmiyorduk; onun göğü nefes doluydu. Doğru tarafta olduğuna inanıyor, doğru şeyi yaptığına güveniyor ve bu yüzden hiç çekinmeden, sorgulamadan ve endişeye düşmeden temiz havaya kolayca erişiyor, o havanın yarattığı rahatlığı uzun uzun soluyordu.

Medora ansızın çekip gidecek gibi duruyordu. Kırmızı kuş da tetikteydi. O gitmeye yeltenmeden yeniden söze girdim. "Erya'nın hedeflerinden ve sana direttiği düşüncelerden bağımsız olarak verebileceğin bir tavsiye yok mu? Sen, yalnızca onun sözlerinden mi ibaretsin?"

Güldü. "Tüm samimiyetimle Erya'ya boyun eğmeni temenni ediyorum. Diğer çıkış yolları kapalı."

"Bu kadar mı?"

Medora meşe ağacının arkasına doğru yol aldı. Kırmızı kuş kanıtlandı ve yavaşça onu takip etti. Ağaç dallarına konmuş kuşlar da kanatlandı ve hepsi Medora'nın arkasından süzüldü. Böylece göğe yerleşmiş olan kırmızılık azaldı. Kuzgunların tetikte olan bedenleri gevşedi. Sonra kırmızı kuşların sesleri duyuldu uzaktan. Şehre yayılmış dostlarını yanlarına çağırıyor olmalılardı.

Meşe ağacının önünde amaçsızca dikilmeye devam ettiğim vakitlerde, gökte birikmiş olan sular yeryüzüne inmeye başladı. Göğün rengi açılmaya ve gök, kirinden arınmaya başladı. Yerdeki kırmızılıktan bir kalıntı kalmasın diye sert ve güçlü bir rüzgâr esti. Çizmem iyice yumuşayan çamura bata bata Ezra'nın yanına vardım. Ondan bir şey gizlemek mümkün değildi. Medora benimle doğruyu paylaştıysa, Ezra'nın beni bildiği gibi benim de Ezra'yı bilebilmem mümkün demekti. Onun zihnine erişmem, kalbinden geçen her hisse yetişmem mümkündü. Ama nasıl? Bunu da mı yürekten istemek lazımdı?

Hiçbir şey demeden yanından geçtim ve Marilya'nın çıkışına doğru ilerledim. Elimde, olabildiğince az kayıp vererek savaşı kazanmamızı sağlayacak bir güç barınıyordu. Fakat ben o güce erişmeyi, o gücü hayata geçirmeyi hiç bilemiyordum. Sinirle adım atmayı kestim ve Ezra'ya döndüm. "Bari savaşı kazanmamız için ne yapmam gerektiğini söyle. Savaştan sonra, mutlak gücünle sonsuza dek efendi ihtiyacı hissetmeden yaşar gidersin."

"Ruhları uyandıracak olmamız bizlere savaşı kazanmamız için fırsat tanıyacak," dedi Ezra. "Daha başka bir şey yapmanıza gerek yok."

Yeni gizemler doğuyordu. Bu durum beni ilk zamanlara doğru alıp götürüyordu. Yine koca bir bilinmezlik, yine koca bir bilememezlik...

"Ruhları Erya'yı alt etmek için uyandırmak istiyorsun," dedim. "Artık beni kandırma. Eğer savaşın sonunda büyük bir kayıp verirsek, senin bana yaptığını ben de sana yaparım Ezra; seni muhtaç olduğun şeyden mahrum bırakırım. O gün geldiğinde bedenimde sana karşı koyacak güç bulunmayacak olsa da, bir yolunu bulur ve seni muhtaç bırakırım."

Gök açılıyor, etraf aydınlanıyordu. Marilya'nın çıkışına ulaşınca durdum. Ezra geçidi oluşturdu.

"Sana verdiğim Ruberya'yı istiyorum," dedim. "Senin bana bir şey açıklayacağın yok."

"Ruberya'yı size veremem."

"Ne yazıyor o taşta Ezra? Neyi öğrenmemi istemiyorsun?"

Bir cevap alamayacağımı bile bile dile getirdiğim sorunun bir cevaba kavuşmasını beklemeden geçide girdim. Sien Qa Sarayı'nın bahçesine açılan geçit Ezra'nın bahçeye varması sonucu kapandı. Karların üstüne yapışmış kuru kırmızı lekeler azar azar siliniyor, etraf temizleniyordu. Arınma gökte de devam ediyordu. Bahçedeki muhafızlar yerlerine geçmiş, yarım bıraktıkları görevi sürdürmeye başlamıştı. Göğüslerine takılı, çapraz iki kılıcın geçirildiği altın arma Valmir'in aktardığı korumalar neticesinde parlaktı. Kılıçların ucu bir yıldız gibi parlıyor, bir mum gibi göğüs çevresini hafiften aydınlatıyordu. İki parçadan oluşan kahverengi üniformaları altında nefes alıyordu muhafızların bedenleri.

Saray'a girip odama geçtim. Çamura bulanan çizmelerimden ve elbisemden kurtulup yerine yenilerini giydim. Saçımı, vakit kaybetmemek adına özensizce topuz yaptım. Gidip Perla bir şey bulabilmiş mi diye baksam iyi olacaktı. Burada kalıp olanları düşünmek beni yalnızca daha çok öfkelendirecekti. İki kat aşağı inmek için odamdan ayrıldım. Odamın kapısını açar açmaz karşıma Ezra çıktı. Elindeki kâğıdı uzattı. Zarfın arka tarafında Leydi Demitre'nin adı yazıyordu.

"Bana gönderilen notlar önce senin elinden mi geçiyor?"

"Katrin'de olduğumuz için yaşanıyor bu durum," dedi Ezra. "Kendi şehrimize döndüğümüz vakitlerde düzelecektir."

Zarfı açtım. İkiye katlanmış not kâğıdını düzelttim.

- Uygunsuz bir anda uygunsuz bir teklif yapacağım ve senden yanıma gelmeni isteyeceğim Alisa. Konuşmak istediğim şeyler var.

Demitre

 


"Leydi Demitre beni yanına çağırıyor. Açıkçası gitmek istiyorum. Valmir art arda iki kere saraydan çıktığıma sinirlenecek ama benim de Leydi Demitre ile konuşmak istediklerim var."

Ezra isteğime karşı çıkmadı. Saray'ı terk etmeden önce Perla'nın yanına uğradım. Perla mahzenden henüz ayrılmamıştı. Yıllardır kullanıldığı belli olan masanın başında, önüne çektiği yuvarlak camın üstünde hareket eden kırmızı izleri gözlerini kırpmadan izliyordu. Kırmızı izler kimi zaman uzuyor, kimi zaman tek bir nokta hâline geliyor, kimi zaman camın her köşesine yayılıyordu.

"Böylesine daha önce hiç rastlamadım," dedi Perla. Başarısızlığı omuzlarını çökertmişti. "Sanki izler bu diyara ait değil gibi. Sanki yeni, bambaşka bir oluşuma ait gibiler."

Gördüğüm şeylerin Perla'nın gördüklerinden daha basit, şekilsiz ve anlamsız olacağını bilmeme rağmen izlere dikkatle baktım. "Kim bilir, belki de öyledir. Yepyeni bir oluşumun izlerini inceliyor olabilirsin. Hemen gardını düşürme. Valmir dönünce onunla birlikte yeniden incelersiniz."

Perla yuvarlak cam kabı öteye doğru itti. "Yine de başka incelemeler yapmaya devam edeceğim. Valmir'e bağımlı hâle gelmeyelim. Günün birinde onu yitirebiliriz. Siz ne yaptınız? Sorun neymiş?"

Zihnimdeki labirentte dolaşan kıvrak yılanlar sert bir duvara tosladı. Göz bebeğime yerleşen hisler bir yalanı doğuracağımı karşı tarafa aktardı. Perla dürüst bir cevap vermeyeceğimi anladı. Ben de doğruyu biraz süsleyip paylaştım onunla. "Sorunun ne olduğunu ben de bilmiyorum. Fakat bir şeyler yerli yerinde değil. Bunu başka zaman konuşalım... Leydi Demitre beni çağırıyor. Onun çağrısını reddetmek istemiyorum."

"Büyülü Orman'a gitmen böyle bir anda ne kadar doğru?"

"Hiç doğru değil," dedim, dürüstçe. "Fakat Leydi Demitre ile son konuşmam tamamlanması gereken bir durumu içeriyordu. Zaman tükenmeden evvel yarım kalanı tamamlamak istiyorum."

Perla tüm ilgisini bana yöneltti. "Bilmediğim bir şeyler dönüyor. Engel olmaya çalışmayacağım. Fakat eğer istersen, ihtiyaç duyarsan ben hep buradayım."

Minnetle gülümsedim. "Yakında her şeyi seninle paylaşacağım. Yalnızca neyin ne olduğunu öğrenmem lazım; kimseye yarım yamalak bilgi vermek istemem."

Perla uzanıp elimi tuttu. "Ben beklerim. Sen yolunu bulmaya çalış. Hem belki sen dönene kadar ben de işe yarar bir şeyler bulabilirim."

Elimi elinden ayırmadan önce minnetimi yeniden gösterebilmek için elini hafifçe sıktım. Sonra sessizce ayrıldım odadan. Ezra'nın başında beklediği geçide girdim. Tünelin içine doğru yürümeye başladım. Tünelde hiçbir görevli yoktu; içi boşaltılmış tünel duvarlardan yayılan soğukluğa ve boş kanallarına rağmen ıssız görünmeyi başaramıyordu. Duvarlara kazınmış resimler hafiften parlamaya ve yolu ışıklandırmaya başlamıştı. Bir gölge gibi peşimden gelen Ezra'yı umursamadan duvarlara yaklaştım ve şekillere yakından bakındım. Oyulmuş şekillerin üstünde elimi gezdirdim. Leydi'nin gençliği kurnaz bir arzunun yaktığı bir yola sapmış ve o yol onu bugüne dek getirmişti. Ona aynı anda hem hayranlık duyuyor ve imreniyor, hem de onu yargılıyor ve yolunu onaylamıyordum.

Şekillerden anladığım kadarıyla Orman'ı için yarattığı ilk bitki, şelalenin dibindeki koca Helris Ağacı'ydı. Şifa dağıtan ağaç onun amacını gözler önüne seriyordu. Onun daha farklı planları, daha farklı istekleri, daha farklı hayalleri vardı ama ona sorsak şimdi bulunduğu konum en iyisiydi. Fedası gözüne batmıyordu. Peki ama neden? Yitirdiği şeyler, ruhların ve yarattığı bitki topluluğunun gerisinde kalmıştı. Hayatını bilmediği bir alana feda etmiş ve o yolun ortasında gücünden olmuştu. Fakat Leydi Demitre'nin yitirdiği tek şey gücü değildi; gençliğini diri tutan arzularını da kaybetmişti.

Elimin altında kayan soğuk duvar geçmişin ruhunu taşıyordu. Duvara her temasımda Leydi'nin gençliği bana gülüyordu. Onun geçmişini duvara değen elim sayesinde hissedebiliyordum. Tam da anlattığı gibi bilinmezin ve ulaşılmazın peşine düşmüş, elindekiyle yetinmeyen, yüreği dolu bir kadındı o. Şimdi hiç olmadığı kadar yakın hissediyordum onu kendime. Sanki beni anlayacaktı; derdimi anlatmama gerek olmadan bilecekti beni dara düşüren gölgeyi.

Onun yuvasına açılan kola girdiğimde adımlarım cansızdı. Ezra kolun girişinde kalmayı tercih etmişti. İyi yapmıştı çünkü Leydi Demitre ile yalnız olmak istiyordum. Nihayetinde onu görebildiğimde kendimi gülümsemek için zorladım.

O ise kendisini hiç zorlamadan içtenlikle gülümsedi. "Gel, Alisa. Gelmeyeceksin diye korkmuştum."

Onun yanına geçip oturdum. "Buraya gelişim tamamen bencillikten. Sizinle konuşmaya ihtiyacım var."

Leydi Demitre elini omzuma koydu. "Ne güzel bir bencillik bu, seni bana getirdi! Ah, doğrusu benim de seninle konuşmaya ihtiyacım vardı. Burada düşünmek için bolca zamanım oluyor. Bu rahatlık, bu tuhaf özgürlük beni düşüncelerle hapsediyor."

"Burada yalnız kaldığınız için özgürlük sizi rahatsız ediyor. Oysa nihayetsizliğe açılan dünyaya ayak bassanız, bu kadar keder ve sıkıntıyla dolmazsınız."

"Ruhlar bile beni bu kadar istemiyor Alisa," dedi Leydi Demitre. "Peki sen neden hiç tanımadığın bir kadını yanında istiyorsun?"

"Tanıdık olduğu için." Düşüncelerimi kafamda toparladım. "Diğer yaşamımda nasıldım bilmiyorum ama şu an bencillik kimliğim hâline gelmiş bulunmakta. Bana yardım etmenizi istiyorum. Burası, yüreğimde açan hisler bana çok yabancı; hâlâ alışamadım. Her şeyi yoluna sokmak ve hayatıma hiçbir eksiklik hissetmeden devam etmek istiyorum. Fakat bunu nasıl yapacağımı, arzu ettiğim şeyi bana hangi yolun sunacağını bilmiyorum."

Leydi'nin omzuma dokunan eli elime kaydı. "Kaybolmuşluk, zaman zaman ağına takıldığımız, birçok farklı şekle bürünebilen, bazense insana sona kadar yapışan lanetli bir histir. Kayboldun Alisa ve şimdi bulunmak istiyorsun. Aynı yerde hareketsiz durmayı ve birinin gelip seni oradan almasını diliyorsun. Arzu ettiğin gibi o kişi ben olabilirim. Neden olmayayım ki? Sana bu yükü emanet eden kişi benim... Sorun ne? Derdini anlat ki bir çözüm üretebileyim."

"Ezra sizden bir şeyler gizler miydi?"

"Sorun Ezra ile ilgili mi? Ah, bunu hiç akıl etmemiştim. Ezra benden hiçbir şey gizlemezdi. Efendi Enda'yı hapsettiği bedeni bile ben bir şeyler fark etmeden önce benimle paylaşmıştı."

Yutkundum. "O zaman ben kötü bir efendi miyim?"

"Ezra senden bir şeyler mi gizliyor? O zaman şöyle diyeyim; belki Ezra benden de bir şeyler gizlemiştir ama ben, bunu fark edemeyecek kadar körleşmişimdir."

"Siz... bu güç bedeninizdeyken güçlerinizin farkında mıydınız?"

Leydi Demitre güldü. "Ah, elbette! Ben Ezra'dan daha güçlüydüm çünkü onun efendisi bendim. Efendiler, efendilik ettiği kişilerden daha güçlü olmalıdır, değil mi? Doğrusu Alisa şimdi bilemiyorum. Belki de daha güçlü değildim; belki o zamanlar yalnızca kendimi kandırıyordum. Bilemiyorum."

Benim konuşmama fırsat vermedi. "Ama sen ondan daha güçlüsün. Ondan daha güçlü değilsen bile efendileri arasında en güçlü olanı sensin. Tohum'dan bedenine nüfuz eden gücün boyutunu tahmin edemezsin. Elinde, diğer efendilerden daha fazla parça ve hâliyle daha fazla güç var Alisa."

"Bunu nasıl kullanmam gerektiğini bilmiyorum."

"Kimse bilemez," dedi Leydi Demitre. "Bu, öğrenilecek bir şey değil Alisa. O güçler, yaşam gibi. Öğrenemezsin, sadece farkına varır ve anlarsın."

Sonra kendi kendini düzeltti. "Anladığını sanarsın."

Beyaz tenini süsleyen kırışıklıklar ona yaş değil bilgelik katıyordu. Zarif bir yüzü ve anlam dolu bakışları vardı. Yalnızca gri gözlerine bakmanız onun hayatı ne kadar sevdiğini anlamanıza yeterdi. Ayrıca o gözler hep sıcaktı. Etrafındaki hiçbir noktaya, zihnine düşen hiçbir hatıraya soğuk soğuk bakmıyordu; kin, onun bedenine tutunamamıştı.

"Ezra bir şeyler gizliyor," dedim çaresizce. "Savaş yaklaşıyor ve elimde güç olmasına rağmen, ya hiçbir şey yapamazsam, diye korkuyorum."

"Elindeki güçle savaşı durdurmak mı istiyorsun?"

"Mümkünse neden olmasın? Durduramayacaksam da alınacak hasarı en aza indirgemek istiyorum."

Leydi yeniden güldü. "Alisa, günün sonunda sen de herkes gibi bir insansın. Yapacağın, yapabileceğin şeyler kısıtlı. Eğer Tanrılar elinden, hayatından bir şey çalmak isterse çalar; engel olamazsın."

Leydi Demitre ellerime bağlanmış ellerini çekme gereği duymuyordu. "Şimdi beni dinle. Benim de bir sorunum var. İşe bak ki Alisa, derdimin beni yönlendirdiği yol seni epey mutlu edecek ve senin derdini yok edecek."

Önüne düşen kıvırcık parçayı geriye itti. Bakışları kısa anlığına bir noktaya takıldı. Sonra silkelendi, kendine geldi. "Yaşamak istediğime karar verdim. Orman'ı bırakacağım. Beni şehrine kabul eder misin?"

Sakınca ona baktım. Duymayı beklemediğim sözler yüreğimin rengini açtı. "Sahiden mi? Bizimle mi yaşayacaksınız? Ne zaman? Şimdi mi gidelim?"

"Sen ne zaman gidersen, ben de o zaman gelirim. Buraya veda etmek tahminimden daha zorlu olacak, biliyorum. Fakat yüreğimde açan bir his var ki Alisa, bana yaşamamı söylüyor. Uçsuz bucaksız bir istek bu; oldukça saf ve ebediyen silinmeyi başaramayacak."

"Bu habere ne kadar sevindiğimi anlatamam!" dedim kıvanç dolu bir sesle. "Ögrenmemde sakınca yoksa, buna neyin sebep olduğunu bilmek isterim. Zira burayı terk etmeme konusunda epey ısrarcıydınız. Öyle ki ölümü bile göze almıştınız."

"Tarif edemem. Fakat tüm samimiyetim ve dürüstlüğümle daha önce böyle bir hissin ağına kapılmadığımı söylemek isterim. Yabancı olduğum bir his bana fısıldadı; tanıdık olmayan bir sesi vardı ve yüreğimi ele geçirdi. Bunu nasıl anlatacağımı hiç bilemiyorum Alisa. Ufuklardan bir ses işittim. Bunca zaman varlığını hissetmediğim bir istek yüreğimden taştı. Sanki hiç yaşamamışım gibi hissettim; ama bu doğru değil. Yaşadım; yaşamın her zerresini hissederek, hayatın biçimini değiştirme çabasına girmeden, içimden geldiğince yaşadım. Hayatın tadına baktım ama sanki bakmamışım gibi hissettim."

"Belki aldığınız tat hoşunuza gitmemiştir," dedim. "Şimdi bunu telafi etmek istiyor olabilirsiniz."

Leydi Demitre dolu gözlerini bana çevirdi. "Bir şeyler hissediyorum. Ne olduğunu asla bilemem, o yücelik bende yok. Fakat o his gelip beni yakalamadan evvel yaşamın tadına bir kez daha bakmak istiyorum."

Leydi'nin duygu dolu bakışları, ne olduğunu anlayamayan ve bundan ötürü korku duyan gözleri bedenime bir darbe vurdu. Onu anlamak istedim. "Bir rüya mı gördünüz? Onun etkisi mi bunlar?"

"Rüyaydı, ama sandığın gibi bir rüya değildi," dedi Leydi Demitre. "Hissettiklerim hiç olmadığı kadar gerçekti. Gözüm açılmış gibi hissettim. Biliyorum, Ezra hâlâ beni duyuyor. Fakat yine de onunla geçirdiğim zamanların bedenime, yüreğime ve benliğime bıraktığı hasarları şimdi şimdi fark etmeye başladığımı itiraf etmeliyim. Bunu neden şimdi hissediyorum bilmiyorum Alisa, ama ruhumun çürüdüğünü hissedebiliyorum. Sanki göklerdeki bir güç ruhumu kendisine doğru çekiyor."

Korkarak ona baktım. "Öleceğinizi mi hissediyorsunuz?"

Hafifçe yumduğu gözleriyle onayladı beni. Bu esnada birkaç damla yaş gözünden yanağına doğru süzüldü.

"Bu yüzden mi yaşamak istiyorsunuz?" diye sordum. "Süreniz bitmeden evvel dışarıyı, size yuva olmuş diyarı görmek ve toprağın üstünde son bir kez dolaşmak için mi benimle gelmek istiyorsunuz?"

"Evet," dedi Leydi Demitre. "Son kez soluyabildiğim kadar temiz havayı solumak, hissedebildiğim kadar rüzgârı hissetmek istiyorum." Duraksadı. "Gitmeden önce Orman'da beş dakika dolaşabilir miyiz?"

Kıyametin şimdi kopacağını bilsem, yine de Leydi'ye hayır diyemezdim. Yerimden kalktım ve ona elimi uzattım. Onun için güçlü durmaya ve görünmeye çalıştım. "Ezra burada. Eminim eski efendisini son bir kez korumak isteyecektir. O etrafı gözetlerken, biz de biraz dışarıda dolaşabiliriz."

Leydi Demitre elimi tutup yerinden kalktı. Hapsedildiği yeri geride bırakmadan önce etrafa göz gezdirdi. Biliyordum işte; son, neye ait olursa olsun acı verirdi. Sanki burada çok güzel vakit geçirmiş gibi yuvarlak alanın her köşesine gözünü değdirdi. Kendince geçmişine veda etti. Nereye gitmesi gerektiğini bilmiyormuş gibi gözüküyordu. Onun önüne geçtim ve yolu gösterdim. Ana hatta çıktığımızda Ezra ile karşılaştık. Ezra, konuşmayı duydu veya duymadı, eski efendisini karşısında, eski zamanlardaki hâliyle görünce, gözlerine bir sis bulutu yerleşti; o da kendince geçmişi andı.

Tünelden çıkıp Orman'a geçtiğimizde Ezra geride kaldı, biz Leydi Demitre ile Orman'ın içlerine doğru ilerledik. Leydi'nin bakışları asla yerinde durmuyordu. Sanki burayı kendisi yaratmamış gibi merakla bakınıyordu ağaçlık alana. Gençliğinin canlı ateşi gözlerinin önünde parlıyordu. Adımları narindi; hiçbir bitkiyi, kurumuş, ölmüş veya solmuş olsa da, incitmek istemiyordu. Gözleri ışıyordu. Beyaz elbisesinin içinde, bir kuğu gibi süzüldü ve heyecanını gidermek için oradan oraya yürüdü durdu.

Kıvancı yüzüne huzur yaymıştı. En sonunda merakını giderdiğini hissedince yanıma geldi. "Neredeyse eski zamanlardaki gibi. Bazı şeyler değişmiş tabii. Yine de burada yatan yaşamı hissedebiliyorum."

"Buraya siz yaşam verdiniz. Sizin buraya nefes üflediğiniz gibi burası da size nefes üfleyebilseydi keşke. Gücünüz yalnızca tomurcuğa bağlı olmasaydı."

"Bu konuda bir pişmanlığım yok benim," dedi Leydi Demitre. "O güç beni yordu ve tüketti ama başka şartlarda hiç deneyimleyemeyeceğim şeyler de yaşattı. Ruhların bana sunduğu yaşama haksızlık etmek istemem. O zamanlar mesuttum; bunu görmezden gelemem... Sen pişmanlık mı yaşıyorsun Alisa?"

"Ruhlara efendilik ettiğim için mi? Tabii ki hayır. Yalnızca bu sorumlulukla nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum. Hissettiğim, belki de kendi kendime yarattığım baskı beni hiç istemediğim yollara sokuyor. Şikayet ettiğim nokta bu."

Leydi Demitre gökteki yarığa ve hüzmeye baktı. "Umarım istediğin ışığı sana tutabilirim. Yine de tek dayanağın ben olmayayım Alisa. Köreldim ve paslandım. Zamanın birinde kendi yolunu kendin çizebilmen gerekecek... Oradaki yarık..."

Gökteki yarık enlemesine on beş santim kadar açılmıştı. Orası göğün geri kalan kısmından daha aydınlıktı ama bünyesi altında bulunan alana gölge düşürüyordu.

"Sanki yeni bir Tanrı doğuyor gibi," dedi Leydi Demitre. "Lanetin veya yapılan kötücül büyülerin bir emaresi olmaktan ziyade, bir Tanrı'nın doğum izi gibi."

"Buna Timun Bey'in sebep olduğunu düşünüyorduk. Yanılıyor muyuz?"

"Bir insanın yarattığı oluşuma benzemiyor. Aslına bakarsan yeryüzünde olup biten hiçbir şeyin etkisine benzemiyor. Bu, göklerdekilerin sebep olduğu bir oluşum gibi."

Leydi itiraz ediyordu ama o, bir bilgenin narin ve yüce düşüncelerine sahipti. Ortaya attığı fikir bizim hiçbir şekilde göremediğimiz bir tabloya işaret ediyordu. Leydi'nin sözleri yüzünden bir süre yarığa baktım. Orada yatan yaşamı görmeye çalıştım ama ben yalnızca bir insandım. Ne yarıktaki yaşamı ne de başka bir azameti görebildim.

Leydi ile Ezra'nın yanına doğru yürüdük. Ezra, Leydi Demitre'yi karşısında gördüğünden beri durgundu. Ne olduysa hisleri köpürerek akmaya başlamış, durulmayan hisleri onu yormuştu. Hazır edilen geçitten önce ben, ardımdan Leydi ve en sonunda ise Ezra geçti. Sien Qa Sarayı'na açılan kapının önüne vardığımızda, Leydi Demitre etrafa bakınarak oyalandığı için hemen sarayın içine giremedik. Ona vakit tanıdık ve merakını, özlemini gidermesini bekledik. Bahçeye dizili muhafızlar Leydi'yi görmeyi beklemiyordu elbette. Çoğunun odağı hazırlıksız yakalandıkları manzaranın üstündeydi.

En nihayetinde içeri girdiğimizde Leydi gelip koluma dokundu. "Bilge buralarda mı?"

"Valmir, Atlas ile birlikte Roves bölgesine gitti. Eğer orası daha korunaklı ise oraya çekileceğiz."

"Ah, demek öyle. Tabii, burada bulunduğu süre boyunca, Eli Ran buraya kolayca erişebileceklerini sağlayan büyüler yapmış ve her köşeye nesneler yerleştirmiş olmalı."

Büyük salona geçtik. Şöminenin karşısındaki koltuğa oturmuş, önüne çektiği birkaç kitabı kurcalayan Perla bizi, daha doğrusu Leydi Demitre'yi görünce şaşkınlık içerisinde hızla ayağa kalktı. Şaşkınlığını üzerinden atabilmeyi başarınca saygıyla eğildi. "Sizi burada görmeyi beklemiyordum..." Leydi Demitre'ye uygun bir hitap bulamadığı için cümlesini eksik bıraktı.

Leydi Demitre, Perla'nın selamına aynı şekilde karşılık verdi. "Güç bulabildiğim ilk an şu saygı meselesini sizlerle konuşacağım. O zamana dek birbirimize bir yabancı gibi muamele etmemizi görmezden gelmeye çalışacağım."

Olduğu yerde donakalan Perla konuşmak için kendini zorladı. "Yabancılıktan değil... saygıdan. İnsan en çok sevdiğine saygı göstermelidir."

Leydi Demitre güldü. Koltuğun ucuna bir yabancı gibi, ait hissetmeyerek oturdu. "Sözlerimi hâlâ hatırlıyorsun."

Ortamdaki yabancı havayı dağıtmak için Leydi Demitre'nin yanına oturdum ve yanıma oturması için Perla'nın elbisenin ucunu çekiştirdim. Ezra salonun arka tarafındaki pencerelerin önüne doğru gitti.

"İsterseniz Valmir'e not yollayalım."

"Gerek yok Alisa. Bilge'yi işinden edip, rahatsız etmeyelim. Döndükleri vakit konuşurum onunla."

Perla ne yapacağını bilemeyip koltuğa yaydığı kitapları topladı ve dağınıklığı giderdi. Sonra yeniden yanıma oturdu. "Aç mısınız?"

"Ah, hayır, Perla. Fakat siz açsanız, çekinmeyin lütfen. Beni yok sayın."

Perla gergince baktı bana. "Zaten Alisa da yemek yemiyor. Akşamı bekleyelim."

Leydi ayağa kalktı ve salonda dolaşmaya, dolapların çekmesini açıp etrafı kurcalamaya başladı.

"Aren ve Pamir nerede?" diye sordum.

"Hâlâ merkez binadalar," dedi Perla. "Gittiklerinden beri hiç uğramadılar buraya. Myra ailesinden de not gelmedi gitti. Ben de çözemedim işi. Siz gelmeden yaklaşık on beş dakika önce bırakmıştım araştırma yapmayı. Hiçbir şey bulamadım Alisa. Anlamadım gitti. Valmir gelince sonucu ona göstereceğim."

Leydi bize döndü. "Neyi anlamadın Perla?"

"Bugün gökte tuhaf şeyler oldu. Âdeta kan yağdı yeryüzüne. Birkaç kalıntıya inceleme yapıp ne olduğunu öğrenmek istedim ama nafile. Gökten sızan kırmızı sıvının neye ait olduğunu bulamadım."

Leydi, Ezra'ya baktı. Acaba Erya meselesini biliyor muydu? İsyankâr ruhtan haberdar olsaydı, beni uyarmaz mıydı?

"Galen İlgar Antropedos'a geldi, ruhların başında duruyor," dedim. "Sizi gördüğüne çok sevinecek."

"Ah, Efendi Galen, demek orada. Aslında hiç şaşırmaya gerek yok. İlgarlar böyledir. Olaya el atmayı severler." Leydi, Ezra'nın yanına ilerledi. "Efendi Galen çok değişmiş mi, Ezra?"

"Pek sayılmaz," dedi Ezra. "Onu en son gördüğünüz hâlinden daha kötü veya daha iyi değil. Hâlâ o zamanlardaki gibi sayılır. Yalnızca artık daha çok beyazı var."

"İlgar ailesinin geri kalanı hâlâ Alsondro'da mı?"

"Evet Efen-" Ezra duraksadı. "Evet, oradalar. Yalnızca Efendi Galen Antropedos'a geldi."

Leydi yavaşça başını salladı. "Alisa, Alsondro'da bulunduğun anlardan birinde onlardan birini gördün mü?"

"İlgar ailesini tanımıyorum," dedim. "Fakat sarayda hiç yabancı kişi gördüğümü hatırlamıyorum. Yalnızca Myra ailesi ve görevliler vardı."

"Sürgün kararı çıkarıldığında, Alsondro'da tutukluyken de mi yoktu kimse? Kardeşlerin ağzından onlara dair bir şeyler duymadın mı?"

"Hayır," dedim. "Kardeşler İlgar ailesinden hiç söz etmemişti." O zamanları hatırlayınca, detayların arasında yoğruldum. "Oradaki tüneller neyin nesiydi? Katrina'da baştan sona tünel mi var?"

"Hayır," dedi Leydi Demitre. "Katrin'in ve Alsondro'nun bir kısmında bulunuyor tüneller. Başka sebeplerden ötürü yapılmışlardı. Antropedos'taki tünellerin özünde yer altı şehri olduğunu biliyorsun zaten."

"Niye yapılmıştı ki?" diye sordum. O bölgeyi hatırlamak germişti beni. "Alsondro'daki tünelde birçok demir kapı vardı. Sanki zindan gibilerdi. Zincirli kilide vurulmuştu hepsi."

"Doğru, zindan diyebiliriz," dedi Leydi Demitre. "Uyumsuz olduğu anlaşılan kişiler oraya hizaya getirilmek adına gönderiliyordu."

Sarayın koridorlarında sesler yankılandı. Ardından seslerin sahibi büyük salona girdi. Aren söze girmek için ağzını açtı ama Leydi Demitre'yi görünce konuşamadı. Pamir'in, koluna uyarı amaçlı dokunması sonucunda kendine geldi ve iki erkek, Leydi'nin karşısında eğildi.

Aren elinde tuttuğu beyaz kâğıdı masaya bıraktı. "Valmir, yarına dönemeyeceklerini söylüyor. Şehrin o kısmında şiddetli bir kar fırtınası çıkmış. Gelmeleri uzun sürecekmiş. Bu süre zarfında saraydan ayrılmamamız konusunda bizleri sıkıca uyarıyor."

Bölüm : 09.05.2025 19:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...