37. Bölüm

37. Bölüm

Mera
mera01

Veda Hanım'ın hiç söz etmeden, habersizce Katrin'i, tüm sevdiklerini ve belki de en önemlisi, ailesini terk edip Permondura'ya sığınma sebebi elimin tuttuğu kâğıtta yazıyordu. Kunter'in, öğrenmemek için otuz bir yıllık hayatımın büyük bir kısmını feda ettiğim, dediği gerçek benim elime dek ulaşmıştı. Sanırsam gerçekten de hayatın bir sınırı vardı ve yaşam, o sınır içerisinde devam ediyordu. Yoksa bu iki kadın neredeyse aynı gerekçelerden ötürü, aynı kişiye, aynı şekilde, aynı bağımlılık ve aynı inançla neden sığınsındı ki? Hayatın bizler için çizdiği ve özenle tasarladığı yaşam yabancı kişileri karşımıza birer tanıdık olarak çıkarıyordu. Şüphesiz bu bağlamda, Veda Hanım'ın en iyi tanıdığı kişi Medora idi. Zira ona bakınca kendini görüyor olmalıydı.

Veda Hanım, yönetimde söz sahibi bir eşe sahip olmayı kötü bir şekilde deneyimlemişti. Kendisini kıymetli ve saygın kılacak şeye sahip olamıyordu. Kendi sözlerine göre, bedeni lanetlenmişti. O laneti ise ancak ve ancak bir Tanrı kaldırabilirdi. İnancı bu yöndeydi. Tanrı ile anlaşma yapmış ve bedenindeki lanetin kaldırılmasını sağlamıştı. Fakat her şeyin bir bedeli vardır. Sözüne ettiği Tanrı, Veda Hanım'a iki seçenek sunmuş: Veda Hanım, bir çocuğa sahip olacaktı ama ya doğum esnasında ölecekti ya da çocuğunu doğurduktan sonra, benimsediği toprağı ve sahip olmak için direttiği aileyi gerisinde bırakacak ve başka, yabancı bir toprağa göçecekti. Seçimini kendisi şu şekilde açıklıyordu: Ben ölümden kaçacak kadar korkak, ailesine sırt çevirecek kadar aciz bir insandım.

Bir tanrının muhtaç bir insanı böylesine korkunç bir seçime zorlaması nereden bakarsam bakayım asla anlayamayacağım ve her daim kanımı donduracak cinsten bir kötülüktü. Arkasında yatan gerekçeyi göremiyordum ama görseydim bile kalbimin atışını sıklaştıran bu acımasızlık hiçbir şekilde benim nezdimde kabul görmezdi. Bu istek, benim gibi sıradan bir insanın bile yapmaktan kaçınacağı bir şerri bünyesinde barındırıyordu.

Veda Hanım aldığı karar neticesinde, Kunter'i doğurduktan sonra gizlice, sessiz sedasız Katrin'i terk etmiş ve en yakındaki ülkeye sığınmıştı. Söylediğine göre, o ülkede kendisini bekleyen biri vardı: Erya. Erya; Veda Hanım'a, günün birinde kendisinin de Tanrı ile anlaşma yaptığını ve kıymet verdiği bir şeyini Tanrı'ya kurban ettiğini söylemiş. Tanrı ile konuşup bir feda gerçekleştiren bedenler birbirini hissedermiş. Erya, Veda Hanım'a böyle demiş. Bir fedanın kurbanı olan bedenler, orada, kendi ailelerini kuruyor ve yaşantılarını o şekilde sürdürüyormuş. Erya'nın Veda Hanım'ın karşısına çıkma sebebi buymuş: Ailenin yeni bireyini hissetmiş ve onu karşılamak istemiş.

Yaşamın tadına baktıkça Erya'nın sözlerinde ne denli haklı olduğunu gördüm, yazıyordu Veda Hanım'ın notunda. Zaman geçtikçe Veda Hanım da diğer kayıp bedenleri hissetmeye başlamış. Bir zamanlar muhtaç hâlde olan biri olarak, şimdi, o zamanlarki kendisi gibi muhtaç olan kişileri karşılıyor ve ailesini genişletiyormuş. Veda Hanım'ın Permondura'daki yaşantısı böyleymiş.

Notu okudukça yüreğim ağırlaşmıştı. Kunter'e çok ama çok büyük bir kötülük etmiştim. Fakat Kunter'in bizzat kendisinin yazdığı ve bana yolladığı notta hiçbir suçlama veya iğneleme yoktu. Öğrenmek istemediği gerçeği öğrenmişti. Sonucu sarsıcı olacaktı. Kötü bir zamanda kötü bir gerçeğe sahip olmuştu ama o, bunun için beni suçlamamıştı bile.

Notu kaç defa okudum sayamadım. Hem Veda Hanım'ın Kunter'e yolladığı notu, hem de Kunter'in benim için yazdığı notu defalarca ama defalarca kez okudum. Omuzlarım çöktü. Veda Hanım'ın seçtiği yolu okumak yüreğimi zorlamıştı. Bunca zaman o seçilen yolun ağırlığını taşıyan Kunter'in ne hissettiğini tahmin etmek zordu. Fakat yalpalamış olması olasıydı. Kunter'in de kendi notunda yazdığı gibi; benim yaşamım babamın seçimiyle, Kunter'in yaşamı ise annesinin seçimiyle kirlenmişti. Bu noktada Veda Hanım'ın Medora'ya karşı beslediği anlayışı, biz de Kunter ile birbirimize karşı besleyecektik.

Notları katladım ve odadaki kilitli dolabıma koydum. Dakikalardır başımda bekleyen Ezra sessizdi. Yazanları okumamıştı. Fakat yüreğime uğrayan hisleri okuyabilmişti. Artık Erya'nın amacını öğrenmiştim. Kendi küçük kolonisini oluşturmaktı amacı. Kimdi, neden Tanrı ile anlaşma yapmıştı, neyi feda etmişti, bilinmez ama günün sonunda o da Permondura'da nefes bulmuştu. Permondura böyle bir yer miydi yani? Kendi topluluğunu bulamamış, kaybolmuş kimselerin oluşturduğu bir ülke miydi? Peki orada Erya'yı kim karşılamıştı? Onu kim aileye davet etmişti?

"Erya ile ne yaşadın Ezra?"

"Bu olaydan bağımsız şeyler," dedi Ezra. "O zamanlar Erya'nın böyle bir gayesi yoktu. Kendi ailesi vardı. Yeni bir topluluğa ihtiyaç duymuyordu. Bu, sonradan gelişmiş bir durum."

"Veda Hanım'la da bir sorunun var mı?"

"Hayır," dedi Ezra. "Adını elbette duydum, hatta yaşantısını pek iyi bilirim ama onunla kişisel olarak hiçbir şey yaşamadım. O, beni tanımaz bile." Ezra beni üstünkörü süzdü. "Erya'nın amacını öğrenebildiniz mi?"

"Söylenene göre kendisi de çaresizmiş. Oysa ben, onu çaresiz insanları hedef alan ve bundan çıkar sağlayan biri sanmıştım. Veda Hanım'ın sözleri doğruysa, bu harekatı Erya'nın başlatmadığını anlıyoruz. Doğrusu kafam eskisinden daha çok karıştı. Fakat düşündüğüm gibi bir şey yokmuş; onu anladım. Peki Erya ne diye Medora'yı âdeta bir hizmetkâr hâline getirdi? Aynısını Veda Hanım'a yapmamış. Demek ki Medora ile daha farklı bir bağlantısı var."

"Medora, onun adını ve şöhretini duymuştu," dedi Ezra. "Medora'nın kendisi Erya'ya sığındı. Veda Hanım ise tercih ettiği yolda Erya ile karşılaştı. İkisi apayrı bir durum."

"Erya'yı herkes tanır mı?"

"Herkes değil," dedi Ezra. "Yalnızca tanıması gereken kişiler tanır. Fakat adını duyan çoktur."

"Bir büyücü mü?" diye sordum, büyük bir merakla. "Uzun süredir hayatta ve birilerini kuklası gibi kullanıyor. Büyücü değilse bile büyülerle içli dışlı biri olduğu kesin." Bir an duraksadım. "Meir'e ne olduğunu biliyor mudur? Şu an Timun Bey'de olduğunu biliyoruz tabii. Fakat benim merak ettiğim, Erya'nın, Meir'in Timun Bey'in eline nasıl geçtiğini biliyor olup olmadığı. Bizler için Valmir ne anlama geliyorsa, Permondura halkı için de Erya mı aynı anlama geliyor? Yüce bir bilge mi?"

"Ne bir bilge, ne de bir büyücü." Kısa süreli bir ikircik yaşadı. "Yakın çevrenizde bulunan birisiyle aynı kimliğe sahip."

"Yakın çevrem insanlar ve ruhlardan oluşuyor," dedim. "Yoksa Leydi Demitre gibi biri mi?"

Ezra beni empati yapmaya davet etti. "Leydi Demitre Erya'nın oynadığı oyuna benzer bir oyun oynar mıydı?"

"Bana kalırsa oynamaz," dedim. "Sen daha iyi bilirsin Ezra. O, senin efendindi. Fakat Leydi Demitre'yi az biraz tanıdıysam böyle kötücül bir yola sapmamış olduğunu söyleyebilirim. Başka kim kalıyor ki? Yakın çevre diyorsun, böyle demesen Eli Ran'ın adını anacağım veya Timun Bey'in adını. Fakat onlar yakınımda değil. Geriye kim kalıyor? Kimse."

Pek inanamayarak yeni bir fikir ortaya attım. "O da mı senin gibi bir ruh? Uzun yaşamının sırrı bu mu?"

Ezra derince soludu. "İsyankâr bir ruh. Hatta isyan eden ilk ruh. Bundan da önemlisi yaratılan ilk ruh."

Bir an durup Ezra'nın söylediği şeyi gözden geçirdim. Sözlerini sindirmem zaman alacaktı. Bir an için yeni bir yalanın ağına yeniden takıldığımı hissettim. "Yaratılan ilk ruh mu? Senin gibi bir ruh, öyle mi? Fakat hani yaratılan ilk ruh sendin?"

"Öyle olduğunu düşünüyorduk," dedi Ezra. "Efendim Enda yaşamının sonlarına vardığında aniden Erya ortaya çıktı. Bir başkası, bölge keşfedilmeden çok önce oralara gitmiş ve ilk ruhu, Erya'yı yaratmış. Fakat Erya yaratıldığında karşısında efendisini görememiş. Bu yüzden uzunca yıllar yeryüzünde tek başına dolaşmış. Varlığımızı hissedip yanımıza geldiğinde beni Efendi Ruh olarak görünce öfkelendi; bu sanı kendisinin hakkettiğini düşünüyor. Efendi Ruh olamayacağını anlayınca yanımızdan ayrılmış ve kendine yeni bir yol yaratmıştı. O, gücünü benim gibi bir ruh topluluğundan alamıyor zira ruhların hiçbiri onu Efendi olarak tanımıyor."

Hayal kırıklığı çok yabancı olmayan bir şekle bürünüp karşıma çıktı. Ne kadar süre daha bir şeyler benden gizlenecekti? Ne zamana kadar bir şeylerin gerisinde kalmaya devam edecektim? Ruhuma işleyen hüsranı göremeyeceğim, varlığını pek hissedemeyeceğim bir bölgeye doğru yolladım. "Öyle mi? Neden baştan söylemedin? O, sizden bağımsız nasıl bu kadar güce sahip olabiliyor? Ya da nasıl yenileniyor? Gücünü ve tazeliğini korumak için Tines Nehri'ne girmesi gerekiyor. Onu şehrinize kabul ediyor musunuz ki?"

"Etmiyoruz, ama Antropedos'taki Marilya Ormanı ona ait. Zaman zaman oraya geliyor ama nehire giremiyor," dedi Ezra. "Büyüler yardımıyla kendisine yeni bir yol kurdu. Gücünü çaresiz insanlardan alıyor. Sonrasında ise o kişiyi daha çok sömürmek isterse, onu hizmetkâr olarak görevlendiriyor."

Hayal kırıklığı şüphe yaratıyordu. Şu anda olan şey de tam olarak buydu. "Sen niye bu yolu seçmedin? Büyülerle diyara zarar vermemek için mi?"

"Evet," dedi Ezra. "Efendim Enda yürümem gereken yolu çizmişti. O yolda, Erya'nın yürüdüğü yolun detayları ve manzarası yer almıyor."

"Niye onun peşindesin peki?"

"Bizler birbirinden bağımsız yaşamaya uygun canlılar değiliz," dedi Ezra. "Antropedos'un tamamen iyileşmesi ve ruhların toparlanması için tüm ruhlara ihtiyacımız var, yıllar önce kendi topluluğunu terk edip giden Erya'ya da."

"Birbirinizden nefret ediyorsunuz," dedim, hayretle. "Nasıl bir araya geleceksiniz ki? Sana ve diğer ruhlara meydan okuyor. Olayı şu an anladım, bak. O broş bir gözdağı idi. Ruhları uyandırmayı bu yüzden istiyorsun. O ise sana boyun eğmiyor. Medora'nın sözüne ettiği savaşın ne olduğunu, ne hakkında olduğunu şimdi görebiliyorum. Medora, ruhların savaşından korkuyor. Erya gerçekten de bir savaş başlatır mı?"

"Öyle görünüyor. Geri adım atacak gibi durmuyor. Bu yüzyıllar boyunca süren bir çekişme. O da inatçı, ben de. Kimse pes etmeyecek. Birimizin devrilmesi lazım, ki düzen yeniden şekillensin."

"Peki onun ordusu kimlerden oluşuyor Ezra?" diye sordum. "Kapana kıstırdığı çaresiz insanlardan mı?"

"Daha fazlasından."

"Ne yani, orta yol bulunamazsa Medora, Veda Hanım ve onlar gibi binlercesi bize karşı mı savaşacak?"

"Öyle görünüyor Efendim."

"Çok saçma!" dedim hiddetle. Aklıma gelen tek fikir Valmir'den yardım dilenmekti. "Neden bu durumu Valmir'e bildirmiyoruz? Belli ki onun hiçbir şeyden haberi yok."

"Bilge ile konuşmak isterseniz, buyurun. Fakat bu ruhların meselesi. Bilge'nin dâhil olmak isteyeceğini sanmam."

"Bu, yalnızca ruhların meselesi değil; işin içinde bir sürü insan da olacak. Her şeyi geçtim, Valmir Medora'yı takdir ediyor. Sırf bu yüzden bile işin içine girmek isteyecektir." Azıcık soluklandım. "Sen sorun etmeyeceksen Valmir'e durumu bildireceğim."

"Dilediğinizi yapmakta özgürsünüz Efendim."

Ezra bu olayı, bu büyün bilgiyi benden gizlediği icin ona öfkeliydim ama bu öfkenin beraberinde nereden çıktığını anlamadığım bir anlayış vardı. Ona kızamıyordum. Sanki her daim onu anlamak, onu onaylamak ve ondan tarafta olmak zorundaymış gibi hissediyordum. Anlayışım ve ona duyduğum güven onun gizlediği yollara atılmış çöpleri temizlemeyi başarıyordu.

"Benimle gelmek ister misin? Yoksa konuşmanın gerisinde mi kalmak istersin? Eğer sorun olmayacaksa gel ve Valmir'e durumu birlikte açıklayalım."

Ezra itiraz etmeyince Valmir'in odasının önüne geldik. Koyu kahve kapıyı tıklattım ve Valmir'den bir ses duymayı bekledim. Onun gür sesini duyunca kapıyı araladım. "Valmir müsait misin?"

"Gel, Alisa."

Önce ben girdim odaya, sonra Ezra. Valmir Ezra'yı görmeyi beklemiyor olmalıydı ki, Ezra'nın da odaya girdiğini görünce şaşırdı. "Neler oluyor? Söyleyin bakalım."

Bilge'nin odası o kadar çok eşyayla doluydu ki, insanın gözü bu karmaşıklık karşısında yoruluyordu. Koca ahşap bir masanın üstünde eskimiş kitaplar, cam şişeler, şifa amaçlı kullanılan bitkiler, renkli taşlar vardı. Karşı duvarda boylu boyunca uzanan kitaplık dopdoluydu. İçindeki kitaplar kalın ve oldukça eskiydi. Duvarlarda da hem taze hem kurumuş bitkiler ve renkli taşlar vardı. Bitkilerin kokusu odaya yayılmıştı. Masanın üstüne bıraktığı asasının ucu mavi bir ışık yayıyordu. Asadan yayılan ışığın aydınlattığı duvarda ince, kadifemsi, üstünde ginkgo biloba ağacının resmedildiği bir halı asılıydı.

Masanın önünde duran sandalyenin birine oturdum. "Erya ismini duymuş muydun?"

Valmir karşıma oturdu. "Sorguya mı çekiliyorum? Neler olduğunu anlat Alisa."

"İsyan eden bir ruh, hatta yaratılan ilk ruh ama Efendi Ruh'un gücü onda değil, Ezra'da," dedim. "Geçtiğimiz günlerde Antropedos'a bir kutu yolladı. Eythura sembolünde bir broş yollamış bana."

Valmir Ezra'ya baktı. "Ruhları uyandırma büyüsü yapılınca hizaya gelecektir. Bugüne dek nasıl ayakta kalmış anlamadım doğrusu."

"Gelmeyecek," dedi Ezra. "Kendisine yeni bir yol çizdi. İnsanları kullanıyor ve güç topluyor."

Valmir yorgun bir nefesi bizlerle buluşturdu. "Demek kendisi isyan eden bir ruh, öyle mi? Sizden kopup Permondura'ya kadar nasıl gitti? Hadi gitti diyelim nasıl yeni bir yol çizdi?" Valmir şüphelerini gidermek için kendi zihninde bir gezintiye çıktı. "Yoksa Meir onda mıydı?"

"Bilmiyorum," dedi Ezra. "Sannur'u veya Aktis'i almış olma ihtimali yok. İki kitap en başından beri düzgünce korunuyordu. Bir zamanlar Meir'e ulaşmış olmalı; ama öyleyse, kitabı neden burada bıraktığını anlayamıyorum. Yanında götürmesi gerekmez miydi?"

"Dikkat çekmeyeceği bir yol oluşturmuş," dedi Valmir. "Kitabı bırakması bu yüzden. İsyan etme sebebi ne? Neyi beğenmiyor? Neden yanınızdan ayrıldı?"

"Liderlerini," dedi Ezra. "Yani beni. Liderin değişmesi adına bir teklif sunmuştu ama teklifi, Efendim Enda tarafından reddedilmişti. Yaratılan ilk ruh olduğu için Efendi Ruh'un kendisi olması gerektiğini savunuyor."

"Ta o zamanlar!" dedi hayretle Valmir. "O zamandan beri isyankâr mı? Efendin onu hizaya getirecek bir yol bulamadı mı?"

"Efendim Enda yaşamının sonlarına varmak üzereydi. Bu konunun üstünde çok duramamıştı. Erya ortaya çıktıktan kısa süre sonra Efendim Enda göçmüştü."

"Kendisiyle iletişime geçmek isterim," dedi Valmir. "Adını çok duydum. Fakat tam olarak kim olduğunu, ne olduğunu hiç bilemedim. Demek bir ruhmuş. Konuşmak ve onu telkin etmek isterim. Yolu Alisa'yı tehdit etmeye kadar vardıysa, çok yanlış yerlerde dolaşıyor olmalı."

"O sembol bir tehdit miydi?" diye sordum. "Yani bir tehdit, karşı çıkma olduğunu anlamıştım ama bana Ezra'yı tehdit ediyormuş gibi gelmişti."

"Sana gönderdiğine göre doğrudan sana sesleniyor Alisa. Kendi sonunu kendin getireceksin diyor," dedi Valmir. "Ezra'nın yanında yer almaya devam edersen, kendi sonunu getireceğini ima ediyor. Savaş başlatmak istiyor. Demek ki yeterince güç toplamış."

"Medora," dedim. "Ona olanları biliyor musun?"

"Ne olmuş Medora'ya? Permondura'ya mı gidecek?"

"Geçmişten söz ediyorum Valmir," dedim. "Günün birinde Erya ile anlaşma yapmış. O, Erya'ya bağlı."

Valmir yeniden Ezra'ya baktı. Artık öğrendikleri onu da yormaya başlamıştı. "Medora gibi birisinin bile aklını çelebildiğine göre, oluşturduğu yol ona bir hayli güç getiriyor olmalı. Epey şaşırdım doğrusu. Onun gibi birinin ne olduğunu fark edememiş olmak da benim eksikliğimdir."

"Veda Hanım da onun yanındaymış," dedim. "Topladığı kişileri bize karşı kışkırtacak olsa bile, Medora ve Veda Hanım onun yanında yer alır mı? Sizlere karşı gelir mi?"

"Medora'nın başka seçeneği yok," dedi Ezra. "Onların hikâyesini biliyorum. Medora'nın tek sığınağı, Erya'nın yanı."

"Medora'nın sığınmaya ihtiyacı mı varmış?"

"Medora geçmişte bir tanrıya kim olduğu bilinmeyen bir çocuğu kurban etmiş," dedim. "Adını andığı Tanrı öfkelenmiş ve Medora'nın peşine askerlerini takmış. Medora, bir zamanlar tapındığı Tanrı'dan kaçıyor."

Valmir'in gri gözleri büyüdü. "Tüm bunları nereden biliyorsun Alisa?"

Bir an için Ezra'ya baktım. Açıklamamın sorun olmayacağını belli edecek şekilde tebessüm etti. Ondan güç aldım. "Ezra, bana Medora'nın Ruberya'sını verdi. Orada gördüm. Erya yardım teklifi göndermiş. Tüm bu olaydan Erya'nın nasıl haberi olmuş, orasını bilmiyorum, Medora'yı bir tanrıdan korumayı nasıl başardığını bilmediğim gibi."

Valmir sessizleşti. Gözlerine bir gölge indi. Geleceği şimdi daha rahat bir şekilde görebiliyordu. Gördüğü şey onu hiç tatmin etmiyordu.

"Medora'nın tüm içtenliğiyle tapındığı tek bir tanrı vardı," dedi Valmir. "Ölüm Tanrısı, namıdiğer Mourah. O mu Medora'nın peşine düşmüş? Mourah'nın tek gerçek tapınanı Medora idi. Mourah, tek tapınanını öldürmesi için Medora'nın peşine adam mı takmış?"

"Kurban ettiği kişinin tanrı ile bir bağlantısı olmalı," dedim. "Hiçbir tanrı yok yere kendisine tapan bir kişinin peşine düşmez. Medora'nın öldürdüğü kişi, Ölüm Tanrısı'nın ilgilendiği biri olmalı."

"Medora bunlardan hiç söz etmemişti bana," dedi Valmir. "Geçmişi unutmaya çalışıyor olmalı. Ne acı! Oysa en iyi onun bilmesi gerekirdi, geçmişten kaçışın olmadığını."

Çaresizce sordum. "Ne yapacağız Valmir?"

"Erya ile iletişime geçeceğim. Bir başıma. Beni yalnız görürse içindeki öfkesi coşmaz. Ne de olsa benim Ezra ile bir bağlantım yok. Amacını ve niyetini öğreneceğim. Eğer ikna edebilirsem onu buraya getireceğim. Sorun yüz yüze çözülmeli."

"Gelmeyecektir," dedi Ezra. "Benim onu ziyaret etmemi bekliyor."

"Efendi Ruh," dedi Valmir. "Erya'yı amacından saptırma ihtimalim düşük. Fakat ortada sen varsın. Sonuç ne olursa olsun bizden habersiz haraket etme. Daha da önemlisi Erya'yı kışkırtma. Yapıcı olan tarafın sen olmasını istiyorum. Üstüne düşen görevi yerine getir ve Erya'nın da senin bir parçan olduğunu unutma. Daha fazla kızgın ruh görmek istemem."

"Nasıl istersen Bilge," dedi Ezra. "Onu ikna etmen bizler için büyük fayda sağlayacak. Fakat içimde hiç inanç yok. Erya uzun zamandır isyankâr. Gelenekselleştirdiği düşünce yapısından kurtulması oldukça zor."

Valmir derin derin soludu. "İşler iyice kızışıyor. Erya'yı sakinleştirmenin bir yolunu bulamazsak, önümüzdeki savaş bizlerin kurtuluşu olamayacak."

Sonrasında Ezra, Erya hakkındaki gerekli bilgileri bir araya getirip Valmir'e sunmak için odadan ayrıldı. Valmir'in yüzündeki kırışıklıklar ilk zamankinden daha fazlaydı. Yalnızca birkaç ay içinde bu denli yıpranmış olması içler acısıydı. Doğrusu ona üzülüyordum, tıpkı çevremde biriken, zarar görmüş tüm o insanlara üzüldüğüm gibi.

"Alisa sen de pek dikkatli ol," dedi Valmir. "Erya, sırf Ezra'ya karşı beslediği nefretten ötürü sana zarar vermek isteyecektir. Gönderdiği sembolün tek açıklaması bu. Seni de ortadan kaldırmak istiyor. Ki böylece Ezra güçten düşecek ve Erya'nın onu yenmesi kolaylaşacak."

Valmir masadaki açık kitaplardan birini önüne çekti. "Belki de artık temelli buraya dönme vaktin gelmiştir. Erya kolayca Antropedos'a erişebilir. Pekâlâ buraya da erişebilir ama buna gerek görmeyecektir. Aradığı kişi, devirmek istediği kişi Antropedos'ta olacak. Bir süre Ezra'dan ayrı mı yaşasan Alisa? Ne dersin?"

"Sen en doğrusunu bilirsin Valmir," dedim. "Zaten siz Roves'ten dönünceye kadar buradayım. Sonrasını da sizler dönünce belirleriz."

Başını salladı. "Öyle yapalım. Aman, pek dikkatli ol! Bizler yokken saray dışına çıkma."

Valmir'e her şeyi tüm berraklığıyla anlatmak istiyordum. Fakat uygun zamanda değildik. Onlar Roves'ten dönünce konuşabilirdik. Şimdi derdi başından aşkındı. Bedenine ve zihnine yeni sorumluluklar eklemek doğru olmazdı.

"Almedal Sarayı hareketsiz mi?"

"Göze batacak kadar uzun zamandır öyle," dedi Valmir. "Tanrı bilir, ne planlıyorlar? Bizi bekleyen şey gün geçtikçe, zaman ilerledikçe daha çok gözümü korkutuyor. Sen beni aldırma, Alisa. Umudun ve inancın seni terk etmesin."

Duvardaki halıya odaklandım. Ağacın sarı dalları genişçe uzanıyordu. Dallarına tutunmuş yapraklar bir mum gibi yanıyordu. Sanki cennetten bir görüntüydü. "Senin için özel bir anlamı var mı?"

Valmir baktığım yere çevirdi kafasını. "Bilgelik Tanrısı Litaryel'i temsil eden bir ağaç. Yolumu aydınlatması için böyle küçük dokunuşlara ihtiyaç duyuyorum. Hayat, semboller ve anlamlar olmadan bir hiçlikten farksız değil. Biz ölümlü ruhların umudumuzu tazeleyecek birkaç sembole ihtiyacı var."

"Senin umudunu tazeleyen şey bu ağaç, öyle mi?"

"Öyle Alisa. Bana yolumu hatırlatıyor. Nereden geldiğimi ve nereye gideceğimi hatırlatıyor. Senin yok mudur anlam yüklediğin bir sembolün?"

"Ben, diğer hayatımda fazladan umuda ihtiyaç duyacak bir durumda olup olmadığımı hatırlamıyorum. Böyle bir anlama gereksinim duymuşsam bile o sembol zihnimden silinip gitti. Şimdi hiç olmadığı kadar duyuyorum ama... Sanırım benim umudumu tazeleyen şey, Lerink. Fedamdan sonra bu çiçek hiç olmadığı kadar anlamla doldu."

"Bak, gördün mü?" diye sordu Valmir. "Tanrı ve zamanla yarışmaya kalkma Alisa. Günün sonunda haraket alanının kısıtlı olduğunu bil. Bizlerin bazı küçük ve basit şeylere anlam yüklemesi gerekiyor. Seninki bir çiçek, benimki bir ağaç. Hayatın ruhunu bu sembollere aktarıyoruz."

"Bu kadar inançlı bir insan olduğunu bilmezdim."

"Herkesin tercih ettiği yol ayrı," dedi Valmir. "Hayatımı eğitime adadığımda, yolumun diğer insanlarla ayrı düştüğünü anlamıştım. Her yol bizi farklı bir kişiliğe itiyor. Benim girdiğim yol, inançsız yürünebilecek bir yol değil. Işığa ihtiyacım var, ki birilerine ışık tutabileyim."

"Çok farklı yollarda yürüyoruz ama ruhların başına geçtiğimden beri hislerim seninkilerden farksız değil. Sorumluluk insanı yoruyor ve kör ediyor. Bunları önceden söyleseydin seni anlamayabilirdim. Ama şimdi... Şimdi yollarımız kesişiyor gibi geliyor. Benim de akla ve ışığa ihtiyacım var."

"Benim yolumu aydınlatan ışığın sana da ışık tutması için dua edeceğim Alisa," dedi Valmir. "Lakin eminim ki, Lerink yolunu ışıksız koymayacaktır. O çiçeğin asli anlamını öğrendin mi?"

"Lara söyledi," dedim. "Hayat şaşırtıcı. Görünüşüne aldandığım çiçeğin bana ışık olacağını nereden bilebilirdim ki? O çiçek, huzurun bir temsili hâline geldi. Orayı hatırlamıyorum ama yüreğimde oluşan boşluğun çiçeklerle dolmasını istiyorum. Çünkü biliyorum ki, o boşluğu yaratan hayat, çiçekler kadar renkli ve canlıydı."

Valmir'in bakışları yumuşadı. "Bu hayat bana küçücük de olsa bir şey katabildiyse, senin diğer hayatının ışıklarla süslü olduğunu kolayca söyleyebilirim."

Ona minnetle gülümsedim. Valmir zaman zaman sinirlerimi bozuyor ve beni bazı durumlarda biçare hissettirip yoluma anlam veremediğim semboller koyuyor olsa da ona büyük bir saygı duyuyordum. Onun tek amacı, hayat gayesini zara görmemiş bir biçimde yerine getirmek ve o gayenin meyvesinden yıllarca faydalanılmasını sağlamaktı.

Odanın kapısı tıklatıldı ve birkaç saniye geçince açıldı. Atlas içeri girdi. Beni burada görmeyi beklemiyordu. "Yola çıkmadan önce son bir kez konuşalım diye gelmiştim."

"Gel, Atlas."

Atlas yanıma oturdu. "Önemli bir şey mi konuşuyordunuz?"

"Hayatın kendisinden konuşuyorduk," dedi Valmir. "Pekâlâ önemli şeyler. Umut kapanı yaptığımız sembollerden söz ediyorduk." Halıyı işaret etti. "Konuyu açan sembolün kendisi burada."

"Senin de bir sembolün var mı Atlas?" diye sordum. "Valmir ginkgo biloba ağacının ona ışık tuttuğundan söz etti."

Atlas'tan önce Valmir söze girdi. "Elbette var. Herkesin bir sembolü vardır. Denizatı, nice zamandır Atlas'ın yaşamına anlam katan bir hayvandır."

Bunu beklemiyordum. Nedense Atlas sembollere anlam yükleyen birine benzemiyordu. "Sana ait herhangi bir alanda denizatı gördüğümü hatırlamıyorum."

"Göz önünde bulundurmayı sevmiyorum," dedi Atlas. "Sanki özel olan şeyler saklı kalmalıymış gibi hissediyorum."

"Peki, neden denizatı?"

"Birçok nedeni var," dedi Atlas. Duvarda asılı halıya baktı. "Valmir ile aynı sebeplerden birini paylaşıyoruz. Fakat bunun haricinde kimi bana özel, kimi herkesçe bilinen birçok sebebi var."

"Yolculukta anlatacağım şeyler olacak," dedi Valmir. "Ezra ve Alisa bunca zamandır bilmediğim bir bilgiyi benimle paylaştı. Senin de öğrenmen ve ona göre hareket etmen uygun gelir."

"Yolculukta uyumayı planlamıyordum zaten," dedi Atlas. "Alisa'nın bilgileri bizimkileri geçiyor. Bu diyar ve gerçek yaşantın sana hediyelerle birlikte geldi."

"Buna ne kadar hediye diyebiliriz ki?" diye sordum. "Ayrıca oraya geçitle gitmeyecek misiniz?"

"Yok yok, Alisa," dedi Valmir. "Timun ve Eli Ran'ın eli Katrin şehrinin herbir noktasına değin uzanıyor. At arabalarıyla yolculuk edeceğiz. O yüzden gidip gelmemiz uzun sürecek."

"Siz dönene kadar buradayım. Umarım bir sorun yaşanmadan gidip gelirsiniz."

"Kimden haber geldi?" diye sordu Atlas. Sorunun hedefi bendim.

"Birinden haber mi geldi?"

"Ezra sana zarf verdi," dedi Atlas. "Birinden not geldiğini düşündüm."

"O mesele," dedim, ne diyeceğimi bilemeyerek. "Yolculukta Valmir anlatacak işte." Konuyu kapama ihtiyacı hissettim. Zira Kunter'i yapması için zorlandığım şeyden ötürü utanç duyuyordum. "Leydi Demitre'nin yanına hiç uğruyor musunuz?"

"Hayır, kimseyle görüşmek istemiyor," dedi Valmir. "Zihni henüz boşalmamış. Ayrıca konuşacak bir şey olmadığını belirtiyor. Bize de saygı duymak düşüyor. Siz irtibat hâlinde misiniz?"

"En son ruhlarla ilgili bir konuda yardıma ihtiyacım olmuş ve bana akıl vermesi için ona not yollamıştım. Onun dışında bir iletişimimiz olmadı." Kısa bir sessizlik oldu. "Leydi Demitre, Timun Bey'in harekete geçmek istediği zamanın bu zamanlar olmadığını söylemişti. Onun söylemine göre, Timun Bey planından bağımsız haraket etmiş."

Valmir ve Atlas göz göze geldi. Derin sessizlik uzayıp gitti. Neden sonra Atlas belki cesaret, belki de güç için gözlerini yumdu. Gözlerini açtığında bana döndü. "Buna ben sebep oldum. Yıllar evvel yasaklı bir büyü yaptım."

"Yaptık," diye düzeltti Valmir.

Şaşkınlıkla iki adama baktım. Ne Valmir'den ne de Atlas'tan böyle bir şey bekliyordum. Hatta Atlas'tan hiç beklemiyordum. Annesine olanlardan sonra büyüye sırt çevirdiğini sanıyordum.

"İkinci kez hükümdar olmam için bir büyü yapıldı," dedi Atlas. "Böylece amacımıza ulaşacak ve Eli Ran'ı devirecektik."

"Timun Bey bunu fark edemedi mi?"

"Masum bir büyü değildi o," dedi Valmir. "Ayrıca Timun'un odağı siz iki kızda ve kendi sarayının içindeydi. Bunu şimdi görebiliyoruz. Onun asıl korkusu Lena'ymış. Büyük ihtimalle Lena'nın her şeyi anlamasından ve eyleme geçmesinden korkuyordu. Aldığı önlemler bile yüreğini dindirememiş. Doğrusu Lena'yı neden öldürmedi diye sorguluyorum. Timun'un yolu, engel gördüğü şeyleri temizlemekten geçiyor. Lena'yı neden geride bırakmış, anlayamıyorum."

"Çok dikkat çekerdi," dedi Atlas. "Önce Belen Hanım, sonra Lena. Zaten kızıyla yaşadığı sorunlar yeterince ana konu oluyordu. Yönetimde bile sık sık konusu açılıyordu. Lena'nın ortadan kalkması Timun Bey'in yarattığı sahte mağduriyeti ortadan kaldırırdı."

Timun Bey'in adı anıldıkça sislerle kaplı bir gecede ıssız sokakların ortasında bir başıma yürüyormuş gibi hissediyordum. Onun adı tüm diyarlara nam salmış en korkunç canavarların varlığından bile daha ürkütücüydü.

"Alisa ile itirazdan sonra mı arası açıldı?"

"Bize görünen o şekildeydi," dedi Valmir. "İtiraz herkesi Alisa'dan uzaklaştırmıştı. Onun öncesinde ise baba-kız atışmaları yaşıyorlardı elbette. Fakat kim bir ebeveynin çocuğuyla olan ilişkisinin kusursuz olmasını bekler ki?"

"Timun Bey hiç göze çarpmıyordu yani."

"Onun yerine Aldo Bey çarpıyordu," dedi Atlas. "Sanırım bu onların planının bir parçasıydı. Timun Bey'i gizlemek için Aldo Bey'i kullandılar. Aldo Bey'in kişiliği, yarattığı sorunların farklı bir sebebi olduğunu anlamamıza engel olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Onun en baştan beri huzursuzluk yaratan bir havası vardı. Kimse yeni yarattığı sorunlardaki gizli nedeni göremedi."

"Hadi artık beni yalnız bırakın," dedi Valmir, konunun ağırlığı onu da huzursuz etmişti. "Atlas, konuşmamız gerekenleri sabah yolda konuşuruz. Medora'ya yeni bir not yollayacağım. Çözüm sürecini hızlandırsın. Döndüğümüzde, elimizde tercih edebileceğimiz farklı bir yol bulunuyor olsun."

Atlas ile beraber Valmir'in odasından ayrıldık. Uzun koridorda yavaş adımlarla ilerledik. Bana ait olan odanın önüne geldiğimizde ikimiz de durduk.

"Dinlensen iyi olur," dedim. "Uzun bir yolculuk sizi bekliyor."

"Konuşmak istediğim şeyler olmasına rağmen dediğini yapacağım. Bu aralar hissettiğim yorgunluk haddinden fazla."

İyi geceler dileklerinde bulunup odalarımıza geçtik. Uykum yoktu. Fakat aşağı inip diğerlerini uykusundan etmek istemiyordum. Sırf ben uyumak istemiyorum diye uyumayı reddedecek kişiler vardı. O yüzden sessizce yatağıma geçtim. Ezra görünürde yoktu. Gök koyu, dipsiz bir karanlığa çekilmişti. Güneş, en az üç saat içinde doğacak gibi değildi. Bu süreci uyuyarak geçirmek istiyordum. Diğer türlü zaman gereğinden daha yavaş ilerliyordu. Fakat bedenimde uykuya dair hiçbir iz yoktu. Bir ara Valmir'den beni uyutacak bir içecek yapmasını rica etmeliydim.

Özellikle öğrendiğim şeylerden sonra bilincim kapanmayı reddediyordu. Fakat ben artık düşünmek istemiyordum. Yalnızca uyumak, gerçek dünyadan uzaklaşmak ve yorgunluğun acısından kurtulmak istiyordum.

Yatakta zorla geçirdiğim dakikalar sonucunda uykuya dalabilmiştim. Uyandığımda güneş doğmaya başlamıştı bile. Yumuşak bir turunculuk vardı gökte. Yerler dünden daha fazla karla kaplıydı ve gök, yeni kar tanelerini yeryüzüne doğru indiriyordu. Kar taneleri büyük büyük ve topçuk gibiydi. Balkondaki çiçekler artık beyaza karşı koyamıyordu. Yapraklarının arasına karlar birikmişti. Birçok noktada ise kar birikintileri donmuştu. Balkonun kapısını açmaya cesaret edemedim. Açık balkona doluşan karlar şüphesiz buz tutmuş olmalıydı.

Hazırlanıp odadan çıktım. Ezra kapının yanında yoktu. Sarayın içinden sesler geliyordu. Saray çalışanları çoktan uyanmış ve iş başına geçmişti. Alt kata indim ve büyük salona geçtim. Perla hariç herkes buradaydı.

"Alisa, biz yokken Lara'nın buraya, senin yanına gelmesini ister misin? Geç saatlerde ondan bir not aldım. Senin yanına dönmek istiyor," dedi Valmir.

"İyi olabilir," dedim. "Ezra'nın Antropedos'a dönmek zorunda olduğu anlarda Lara'nın burada olması işimize gelir."

"O hâlde birkaç saat sonra kendisini buraya getiririm," dedi Ezra. "Hem zaten orduyu kontrol amaçlı Antropedos'a gitmem gerekecekti."

Sarayın koridorlarında dolaşan görevliler yolculuk için gereken malzemeleri araçlara götürüyordu. Ufak bir oyalanmanın ardından Atlas ve Valmir görevlilerle birlikte sarayın çıkışına geçti. Tabii bizler de onların arkasından ilerledik. Hazırlanan üç araçtan ikisine eşyalar yerleştiriliyordu.

Yanımda duran Pamir'e, "Perla hâlâ uyuyor mu?" diye sordum.

"Evet, uyandırmak istemedim. Umarım onlara veda edemediği için bana kızmaz."

"Doğru olanı yapmışsın. Bırak hâlâ uyuyabiliyorken iyice uyusun."

Atlas ve Valmir bize veda ettikten sonra onlar için özel olarak hazırlanan araca bindiler. Tüm herkes hazır olunca yola koyuldular. Önden, arkadan ve her iki yandan beş atlı gidiyordu. Dörtlü grubun sardığı alanda ise Valmir ve Atlas'ın bulunduğu araç ilerliyordu. Sonra bu düzeneğe sahip yeni bir grup yola çıktı. O düzeneğin ortasında ise iki araç arka arkaya ilerliyordu. Tüm yolcular gözden kaybolunca saraya geçtik.

Öğle vakitlerinde Ezra Lara'yı buraya, Katrin'e getirdi. Bölgeyi çevreleyen mavi kalkan birkaç santim daha kalınlaşmış, rengi de biraz koyulmuştu. Kalkan içine emdiği ışığı dışarı aktarmıyordu; bölgede bir tuhaflık söz konusu değildi, tabii balkondan gördüğüm kadarıyla. Fakat soğuğun yarattığı donma giderek büyüyordu. Yerler, kuytu köşelerde birikmiş sular ve çatılardan akan sular donmuştu. Güneşin gücü artık kısıtlıydı; buzları eritemiyordu.

Sarayın en üst katında yer alan terası kaplayan cam sürgüler birbirine doğru çekilmiş ve teras soğuğa karşı koruma altına alınmıştı. Kırmızı çiçek desenli, koyu yeşil tonlarındaki tekli koltuklara oturmuş zaman öldürüyorduk. Sınırsız gücün yarattığı öz güvenle beslenen düşman atak yapmıyor, bu durumda da bizlerin hareket alanı kısıtlanıyordu. Valmir'in öğüdü artık geçerliliğini yitirecek kadar eskimeye başlamıştı. Beklemek bizi uçuruma doğru sürüklüyordu. Boşa giden zaman düşmana daha büyük bir güç kaynağı oluşturuyordu. Fakat ruhları uyandırmadıkça hamle yapmanın manası yoktu. Köşeye sıkışmış olacaktık. Bu da demek oluyordu ki, ruhlar en yakın zamanda tomurcuğa ve diğer yuvaları olan su birikintisine veda etmeli ve gerçek anlamda yaşama dönmeliydi.

Yalnızca dakikalar öncesinde bu bekleyişin yarattığı sessizliğin onu da huzursuz ettiğini söyleyen Perla, elindeki deri kaplı deftere şifa ve büyülerle alakalı elde ettiği güncel bilgileri not alıyordu. Sarı saçları her zamanki uzunluktaydı; omuzlarının hemen altında bitiyordu. Ne birazcık daha uzamasına ne de birazcık daha kısalmasına izin veriyordu.

Lara, yeniden yanıma geldiği için mutluydu. Sarayı ve Antropedos'u çok sevdiğinden ama asıl amacının benim yanımda bulunmak olduğundan yeniden bahsetmiş ve bu sebeple, orada benden bağımsız bulunmasının onu rahatsız ettiğinden yakınmıştı. Sien Qa Sarayı onun için önem arz ediyordu. Savaş bitince yeniden buraya dönmek ve yarım kalan görevini devam ettirmek isteyecekti.

"Roves yeterince güvenli mi?" diye sordu Lara.

"Orası, Katrin'in geri kalan bölgelerinden ayrılarak koruma anlamında köklü bir tarihe sahip olan tek yer," dedi Perla. "Geçmiş zamanda yapılmış ve toprağına işlenmiş korumalar orayı buradan daha güvenli kılıyor. Yine de düşman o bölgeye özel bir büyü yapmış olabilir. Valmir'in bunu test etmesi lazım. Olumsuz bir sonuç bulamazsa oraya yerleşmeye başlamalıyız."

"Oraya eksiksiz yerleşince ruhları uyandırma vaktimiz gelmiş olacak," dedim. "Daha fazla ertelemenin bir anlamı yok. Savaş, düşmanın ayarladığı vakitte başlamak zorunda değil."

"Timun Bey'in ilerlediği yol bir hayli ilginç," dedi Lara. "Atak yapmak için neyi bekliyor? Elinde sonsuz ve sınırsız bir güç var."

"Ufak bir hatası geri dönüşü olmayan bir noktaya çıkaracak onu," dedi Perla. "O yüzden yıllar önce büyük özenle tasarladığı planına uygun davranmalı. Belki ilk hamleyi biz yaparsak planıyla çakışan ve planına ters düşen bir durum açığa çıkabilir."

Perla elindeki defteri küçük, yuvarlak masaya koydu. "Onunla konuştunuz mu Alisa?"

"Timun Bey ile mi?" diye sordum. "Beni yanına davet etmişti ama ben reddettim. Yolladığı notlar ne olduğunu anlamama yetmemişti. Fakat ondan gelen son notu kabul etmedim. Yine de aksi bir durum olduğunu sanmam. Yarı tehditle, yarı yalanla donattığı bir başka nottu işte."

"Peki ya Eli Ran, ondan not aldın mı?"

"Evet," dedim. "Almıştım. Bana bir teklif sunmuş ve sonrası için bir haftalık süre tanımıştı."

"Savaşın başlamak zorunda olmadığını öne sürerek Efendi Alisa'nın zihnini bulandırmaya çalıştılar," dedi Lara. "Fakat bunun koca bir yalan olduğunu anlamak çok zor değil. Şimdiyse onlara göre üstlerindeki sorumluluk kalkmış oldu. Savaşın tüm yükü sizin üstünüzde Efendim. Savaş başladı çünkü siz teklifi reddettiniz. Onların aklı böyle çalışıyor. Timun Bey yeni bir mağduriyet yaratmaya çalışıyor."

Karşımdaki sürgülü cama bir nesne çarptı. Lara beden önce ayağa kalktı ve güvercinin getirdiği notu aldı. Zarfın üstüne baktı ve zarfı bana uzattı. "Sizlere gelmiş Efendim."

Zarfı aldım. Not, Medora'dandı.

- Erya'nın notunu görmezden gelme ve Marilya Ormanı'na, Erya'nın tarif ettiği yere git.

Medora

 

Notu zarfın içine koydum. Işığa ihtiyacım vardı. Dara düşmüştüm. Gizli şeyler o kadar çoktu ki, onları gizli tutmaya devam mı etmeliydim yoksa açığa mı vurmalıydım? Valmir dönünce ona her şeyi baştan sona, eksiksiz bir şekilde anlatmam en doğrusu olacaktı. O, bana ışık tutabilirdi ya da ışık olabilirdi.

"Ne diyor?"

Perla'ya yalan söylemek istemiyordum. Fakat gerçeği şu anda ona aktarmam da pek doğru olmayacaktı.

"Yakında açıklarım," dedim. "Medora tuhaf bir durumun içine soktu beni. Önce Valmir ile konuşup kafa karışıklığımı gidermeliyim."

"Medora çok fazla şey biliyor," dedi Perla. "Bunu görebiliyorum. Belki bölgenin şifacısı olmak böyle bir şeydir. Beraberinde sonsuz bilgiyi de getiriyordur."

"Onun durumu şifacı olmasıyla ilgili değil," dedim. "Hakikate başka yolla erişiyor. Bilgiyi aldığı farklı bir kaynak var."

"Bölgenin şifacısı hakkında çok şey duydum," dedi Lara. "Bazıları Şifacı Medora'nın özünde bu topraklara ait olmadığını söyler; bir yabancı olduğunu iddia ederler. Onun başka bir diyardan geldiğini öne sürüp ona güvenmeyen onlarca insan vardır."

"Benim bildiğim kadarıyla Medora burada, Katrin'de doğmuş," dedim. "Söylentiler bölgenin adını da bildiriyor mu?"

"Çoğunluk Şifacı Medora'nın Permondura'ya ait olduğunu söyler," dedi Lara. "Oralarda doğmuş ama sonrasında buraya gelmiş. Fakat bölgenin adını hiç söylemezler yalnızca Permondura der geçerler."

"Halk bizden daha çok şey biliyor gibi," dedi Perla. "Bazen söylentilere kulak asmak gerekir."

"İnsanlar özellikle de kendilerinden üstün ve büyük gördükleri kişiler için hikâyeler uydurmayı sever," dedi Lara. "Şifacı Medora'nın iyileştirme gücü benzeri görülmemiş bir yetenek. İnsanımız bunu farklı bir noktaya bağlama ihtiyacı hissediyor."

"Medora hiç mi başarısız olmadı?"

"Hayır," dedi Perla. "Bölgenin eski şifacıları zaman zaman çaresiz vakalarla karşı karşıya gelmiş ama Medora hiç başarısız olmamış. Bugüne kadar altından kalkamadığı bir iş olmamış. Bu da insanda hayret uyandırıyor."

"Lara," dedim. "Söylentilerde bu durum hakkında da bir şeyler geçiyor mu?"

"Şifacı Medora'nın gücünün başka bir kaynağı olduğu söylenir," dedi Lara. "Her söylentide farklı bir şey geçer. Kimi Şifacı Medora'nın özünde bir büyücü olduğunu söyler; kimi tüm bu iyileştirmeleri Şifacı Medora adına bir başkasının yaptığını söyler; kimi ise Şifacı Medora'nın insan olmadığını söyler. Ve nice başka söylentiler de vardır elbette. Fakat en yaygınları bunlardır."

Perla güldü. "Bahse varım, Medora tüm bu söylentilerden haberdar ve bu durumdan oldukça rahatsız. O, konuşulmayı ve odak noktası olmayı hiç sevmez."

"Medora'nın yeteneğini takdir etmek için bir şey yapıldı mı?"

"Elbette Efendim," dedi Lara. "Geçmişten günümüze bölgenin yöneticileri Şifacı Medora'ya birçok hediye sundu. Hatta çok eskilerde, Myra ailesinin üyeleri de Şifacı Medora'ya takdir adına hediyeler göndermiş."

"Eski hükümdarlardan biri Medora'ya, şehrin bir bölgesini vermeyi doğru bulmuş," dedi Perla. "Geniş bir şifa merkezini de içinde bulunduran, tamamen şifa bölgesi olarak kullanılacak olan bölgeyi Medora istememiş. Burada, Sien Qa'da kalmak istemiş."

Şifacı, Katrin Hükümdarlarını kolayca gözetlemek ve olanlardan haberdar olup, Erya'ya onlar hakkında bilgi aktarmak için burada kalmak istemiş olmalı. Fakat Erya'nın asıl hedefi Ezra'ymış. Onun adına Antropedos'u kim gözetliyordu? Erya diğer ruhlardan, Antropedos'tan ve Ezra'dan nasıl haberdar oluyordu?

"Medora bölgesini hiç terk etmiyor mu? Ara sıra diğer şehirlere gitmiyor mu?"

"Hayır, Medora hep yerinde kalır," dedi Perla. "Alsondro'dan birçok insan buraya tedavi olmak için gelmiş. Medora bölgeyi terk etmiyor, ne olursa olsun. Gerekirse Myra ailesinin şifaya ihtiyacı olsun, önemsiz. Medora yalnızca ayağına gelen insanı tedavi ediyor. Diğer şifacıların özellikle Alsondro'ya gittiği bilinir; ama Medora hiç gitmemiş."

Perla aklına gelen şeyle duraksadı. "Şimdi ise gitmeyi istiyor, hem de Permondura'ya."

"Demek ki Şifacı Medora'nın Permondura ile bir bağlantısı var," dedi Lara. "Geri kalan zamanını orada harcamak istiyor. Belki sevdiği kişiler oradadır."

"Medora'nın ailesi yok diye biliyorum."

"Doğru," dedi Perla. "Hiçbir aile üyesi hayatta değil. Bu yüzden bölgenin şifacısı olabilmek için ailesiyle olan bağını koparacağına dair yemin ederken hiç tereddüt yaşamamış."

"Belki eski bir dostu oradadır," dedi Lara.

"Açıkçası sebebin bu denli basit bir şey olduğunu sanmıyorum," dedim. "Yakın zamanda kokusu çıkacaktır."

Birkaç saatin ardından içeri geçeceğimiz anda gökyüzünde bir gölge gezindi. Bölge aniden karardı. Terasın içine dolan karanlık, yüzlerimizin üstüne bir örtü misali indi. Lara hızla yerinden kalktı ve terası aydınlatmak için bir mum yaktı. Yavaşça yerimden kalktım ve camın önüne gittim. Her yer kapkaranlıktı. Perla yanıma geldi ve kolumu tuttu. "İçeri girelim Alisa."

Lara mumla da yetinmedi ve bir gaz lambası bulup geleceğini söyledi. O terası terk ederken terasa Ezra girdi. Yanıma gelen Ezra'ya döndüm. "Neler oluyor?"

"Bilmiyorum Efendim," dedi. "Timun Bey ve Eli Ran'ın bir işi olabilir."

Birkaç dakika sonra Lara'nın getirdiği gaz lambası sayesinde teras aydınlandı. Gök ise hâlâ aynı karanlığa sahipti. Sonra hayaletimsi koyu beden gökten yavaş yavaş çekilmeye başladı. Gök eski hâline dönüyordu. Fakat bu bir yanılgıydı. Koyu beden ilerledikçe onun açtığı alanda kana benzer bir kırmızılıktır meydana geliyordu. Yavaşça kırmızıya bulanan hava tüm uğursuzluğunu yeryüzüne bir ışık misali vuruyordu.

Ezra bedenimi geri çekti. "İçeri geçin Efendim."

Geriye doğru birkaç adım attım ama bakışlarımı gökyüzünden ayıramıyordum. Koyu bedenin boş bıraktığı alana yayılan kırmızılık, görünüşüne yakışır bir şekilde, bir kan gibi bulutların üstüne akmaya başladı. Beyaz bedenlerin üstüne dökülen kırmızılığın yeni hedefi yeryüzüydü. Bulutları kirletip geçen izler, hafiften kıvrıla kıvrıla yeryüzüne doğru inmeye ve yeryüzünde birleşmeye başladı. Yeryüzünde buluşan kırmızı damlalar bir kan gölü oluşturdu. Kara karışan damlalar tüm bölgeyi, belki de tüm şehri veya tüm kıtayı kana buladı.

Bölüm : 02.05.2025 18:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...