Balkondan ayrıldım, ardından da odadan. Üst kata çıkan merdiveni geride bırakıp terasa çıktım. Atlas geldiğimi anlamış ama dönüp bakmamıştı. Dinmeyen öfkesine karşı çıkacak hakka sahip değildim. Fakat o öfkenin uzamasına müsaade edecek de değildim. Onun soğuk tavırlarını görmezden gelip yanına yaklaştım. Kollarını balkonun korkuluğuna dayamış gökyüzünü izliyordu. Yanına vardığımda kısa bir an dönüp bana baktı. Sonra yeniden gökyüzünü yakaladı bakışları. Belki öncesinde onun sessizliğine ayak uydurmam gerekirdi. Onun gibi gökyüzüne döndüm. Güneş doğalı çok olmuştu. Hava epey aydınlanmış, güneş bulutların önüne geçmişti. Biriken karlar ışığın gücünü arttırıyordu. Güneş uzunca aradan sonra ilk kez kendisine bir destekçi bulabilmişti.
Çok uzaklarda, karşı dağların tepelerinde kuşlar uçuyordu. O tepeler buradan daha fazla kara sahipti. Sivri uçlarından göğe doğru soğuk sis bulutları yükseliyordu. O taraflarda gök solgundu. Önüne ince bir tül geçirilmiş gibiydi. Yukarılara çıktıkça bulutların bedeni genişliyordu. O alana iyice yayılmışlardı ama onların bedeni de solgundu. Bir buluttan ziyade sise benziyorlardı. Güneş de fırsattan istifade alana hâkimiyet kurmuştu. Bulutların zayıf bedeninden yararlanmak isteyen güneşe engel olabilecek başka hiçbir şey yoktu gökte. O, kışa rağmen, gökyüzünün sahibiydi.
"Antropedos'a kar yağıyor," dedim. "Sanırım yıllardan beri ilk kez gerçekleşen bir olay bu. Tabii kar buradaki gibi yoğun değil."
"Tüm tarih boyunca ikinci kez gerçekleşen bir durum," dedi Atlas. "Daha önce yalnızca bir kere yağmıştı kar oraya. Şanslı veya şanssız olduğuna kendin karar ver."
"Eğer ben şanslıysam, bu durumda siz de şanslı oluyorsunuz, bu döneme denk geldiğiniz için." Atlas'ın konuşma konusundaki isteksizliği canımı sıktı. Kolumla dirseğine hafiften vurdum. "Neler öğrendiğime inanamayacaksın! Tavır almayı bırakırsan hepsini seninle paylaşacağım."
"Tavır aldığım yok," dedi Atlas. "Hoşuma gitsin veya gitmesin yürüdüğün yola karışmaya hakkım yok."
"Fikrini ne değiştirdi?"
"Fikrim değişmedi. Yolunu hâlâ onaylamıyorum. Fakat engel olamayacağımı fark ettim."
"Doğru, Ezra'nın kolu seninkinden daha uzun," dedim şakasına. "Tohum onun yuvası sonuçta. Tohum'u ondan saklayabileceğinizi düşünmeniz hataydı."
Atlas inadına bir son verdi, bana baktı. "Neler öğrendin? Ses tonuna bakılırsa öğrendiklerin seni epey heyecanlandırmış."
"Ah, nereden başlasam acaba? Umarım Ezra bunları sana aktardığım için bana darılmaz. Medora'nın bölgenin şifacısı olmadan önceki hayatını biliyor musun?"
"Maalesef kendisini, geçmişini öğrenmeye çalışmamı gerektirecek kadar sevmiyorum."
"O, ülkenin dışındaki biri tarafından kullanılıyor," dedim. Atlas'ın bir an için hafif dedikodu barındıran sözlerime karşı geleceğini düşünsem de ondan taraf sessizdi. Sessizliğinden güç alıp devam ettim. "O kişi aynı zamanda Veda Hanım'ın yanına gittiği kişiymiş. Geçtiğimiz günlerde Veda Hanım Kunter'e bir not yolladı. Şu anki durum için tamamen sizi, Lenorları suçluyor. Bunların hepsi üst üste gelince kafam karıştı açıkçası. O adamı tanıyor musun?"
"Kimden bahsettiğini biliyorum ama o kişiyi tanıdığım söylenemez. Yalnızca başkalarından duyduğum kadarıyla hayatının çok az bir kısmını biliyorum."
"Bana da anlatmaya ne dersin?" diye sordum. "Bugün bana bir not yolladı. Onunla görüşmemi istiyor."
Söylemek istediğim daha çok şey vardı ama ne kadarını dışarıya aktarma hakkım vardı hiç bilmiyordum. Bir noktada susmam ve bazı şeyleri saklamam gerekiyordu sanki. Ezra istese tüm geçmişi gözler önüne serebilirdi. Fakat geçmişteki bir anı yalnızca bana sunduğuna göre, o an herkesin zihnine ulaşmamalıydı. Geçmiş, ender rastlanan bir çiçek gibi, dağların zirvesinde bir başına kalmalıydı.
"Uzunca zamandır kendilerinden ses çıkmayan kişilerin ortaya çıkar çıkmaz senin peşine düşmelerine odaklanmak yerine, yine hiç ilgin olmayan kısımlara odaklanmayı başarmışsın, Alisa."
"O kişi Ezra'dan dolayı benimle iletişime geçti," dedim. "Ezra ile aralarında bir husumet varmış. Ezra'yı devirmek için beni kullanmak istemesi çok normal değil mi? Ne de olsa şu an Ezra benden güç alıyor."
"Koruyucun seni korumak yerine her şeyi yapıyor."
"Onu sevdiğini sanıyordum."
"Asli görevini ikinci plana atıp, kendi arzularına odaklandığından beri ondan hoşlanmamaya başladım," dedi Atlas. "Sanırım güç, ona yaramıyor ve yolundan sapmasına sebebiyet veriyor. Söylemek istediğin daha çok şey var gibi Alisa. Fakat söylemene engel olan şeyler de var."
"Öyle," dedim. "Durumlar yalnızca benimle alakalı değil. Bu da özgürce konuşmama engel oluyor."
"Bölgenin şifacısı şu anki durum için fayda sağlayan bir bilgi paylaştı mı?"
"Maalesef, hayır. Açıkçası ana konu şu anki durum bile değildi. Önümüzdeki savaşı yalnızca biz dert ediyoruz gibi görünüyor. Medora savaşı kazanacağımızı düşünüyor. Asıl sorun savaş bitince başlayacakmış. Ayrıca Ezra konusunda bir yeni dostun var. Medora savaş bitince Ezra'nın ve ruhların yanından ayrılmamı önerdi. Ezra'ya güvenmiyor. Anladığıma göre Ezra savaşı kolayca kazanmamızı sağlayacak üstün bir gücü elinde tutuyormuş. Ezra'nın derdi de önümüzde uzanan savaş değilmiş."
"Bunları koruyucun ile konuştun mu?"
"Nedendir bilinmez ben ona güveniyorum," dedim. "Ezra'nın bana karşı bir kötülük yapacağına dair bir inanç barınmıyor içimde. Bence o, bize gerçekten de yardım etmeye çalışıyor. Belki günün sonunda bundan bir çıkar sağlayacaktır, bilemem; ama öyleyse bile bu yolda bizimle ilerlemesi işimize gelmez mi? Sonuçta Efendi Diamour'un ruhundan bir parça koparıldığını biliyoruz, bir de üstüne Meir kayıp. Ezra'nın bizimle birlik olması, en azından savaş bitinceye kadar, bize yarar sağlar."
"O parçanın Ezra'da olmadığı ne malum?"
"Diamour'un melekleri parçanın bir insanda olduğunu söylemişti," dedim. "Bunca zaman o parçanın Timun Bey'de olduğunu düşündüm."
"Bir insanda olduğunu söyledilerse Ezra'da değildir," dedi Atlas. "Zira onun insan olmadığı metrelerce öteden kolayca anlaşılıyor."
"Ayrıca Timun Bey'in elinin her yere yetişiyor olma sebebi yalnızca Meir'in onda olmasına bağlanamaz. Efendi Diamour'un gücüne kesinlikle o sahip."
"Ondan haber alıyor musun?"
"Hayır," dedim. "Son gönderdiği notu okumadım bile. Onların tarafı bu aralar sessizliğe gömülmüş. Bu durum nereye kadar daha devam edecek? Ruhları hemen uyandırıp saldırıya geçsek ya?"
"Valmir beklememizi öğütlüyor," dedi Atlas. "Yakında bölgeyi terk edeceğiz. Eli Ran burada olduğu süre zarfında sarayın belli kısımlarına saraydaki korumaların etkisini azaltacak birtakım büyüler yapmış olmalı. Valmir sarayda farklı bir büyü bulgusuna rastlamadığını söylüyor ama senin bedenindeki büyü de fark edilememişti. Meir onlara güvenli bir yol sunuyor. Yarın Valmir ve bir orduyla beraber Roves bölgesine kontrole gideceğim. Orası daha korunaklı ise oraya doğru çekileceğiz. Ayrıca Roves Alsondro sınırına daha yakın. Yamin'in gönderdiği yardımlar elimize daha kolay ulaşır."
"Siz yokken benim burada kalmamı ister misin?"
"Neden olmasın," dedi Atlas. "Sarayı tamamen başıboş bırakmak tehlikeli olur. Zaten birkaç gün içinde dönmüş oluruz."
"Ezra dönmek isterse sonrasında Antropedos'a döner, ben diğerleriyle sarayda kalırım."
"Son olaylardan ötürü ona kızgın olsam da biz dönene kadar senin yanında kalması, güvenliğin açısından gerekli," dedi Atlas. "Çok gerekmedikçe yanından ayrılmasın. Antropedos korunaklı ve oradaki orduyla ilgilenen birileri hâlihazırda var zaten."
"Gitmesi gerekmezse gitmez zaten. Bazen onun emrimden çıkmaya hakkı olmadığını unutuyorsunuz. Son yaşananların tek sebebi benim o yolu seçmiş olmam. Boşuna Ezra'ya sinirlenme. O, üstüne düşen vazifeyi yerine getirmeye çalışıyor."
"Ezra'yı koruduğun kadar kendini de korumaya çalışsan keşke," dedi Atlas.
Sözlerini duymazdan geldim. "Henna Hanım seni merak ediyor. Ona kısa da olsa bir not yollamayı düşünmüyor musun? Aklı tamamen sende. Bir de yeniden hastalandı. Birkaç gündür pek odasından ayrılmıyor. Bedeninin ağrıdığını söylüyor. Yürümeye mecali yokmuş."
"Yolladığım notlara pek güveni yok. Onu kandırmaya çalıştığımı düşünüyor," dedi Atlas, sıkıntıyla. "Lena, onun yanında, değil mi?"
"Evet evet. Lena, bir an olsun Henna Hanım'ı yalnız bırakmıyor. Onlara imreniyorum, güzel bir dostlukları var."
"Aptalca yollara sapmazsan, güzel dostluklar kurabileceğin çokça zaman olacak önünde."
"Sağ ol," dedim, bastırarak. "Güzel sözlerin yolumu aydınlatıyor."
Uzak dağlardan uluma sesleri duyuldu. Minik kar taneleri yavaşça yere indi. Göğün hâline bakılacak olursa, kar yakında şiddetini arttıracaktı.
Hava giderek soğuyunca içeri geçtik. Atlas çalışma odasına yöneldi, bense büyük salona. Meraklı gözlerle koca camın sunduğu manzarayı izleyen Perla'nın yanına âdeta koşarcasına gittim. Benim yüzümde oluşan heyecan ve mutluluğun aynısı, karşımdaki yüzde de oluştu. Sıkıca sarıldık.
"Geldiğini duyunca hemen büyük salona indim," dedi Perla, heyecanla. "Buraya pek nadiren uğradığını göz önüne alırsak bir sorun var gibi görünüyor."
"Yok," dedim. "Ruhları uyandırma mevzusunu konuştuk Valmir ile. Bir de yarın Roves bölgesine gidecekmişler. Onlar dönene kadar sizinle birlikte burada kalacağım."
"Vakit geçireceğimiz bolca anımız olacak yani, harika! Keşke temelli dönsen buraya. Savaşın eşiğindeyiz, biliyorum ama yine de bazen canım sıkılıyor. Bir kız arkadaşa ihtiyaç duyar hâle geliyorum."
"Özellikle böyle bir zamanda başka insanlara ihtiyaç duymak çok normal," dedim. "Yüzümüzü gülümsetecek kişileri görmeye ihtiyacımız var. Sanırım ben senden daha şanslıyım. Antropedos bayağı kalabalık ve orada özgürce dışarı çıkabiliyorum."
"Doğru, sinir bozucu erkeklerle uğraşmana gerek kalmıyor." Sonra ciddi kalamayıp şen bir kahkaha attı. "Aren ve Atlas duymasın. Bu aralar pek alınganlar. Neyse ki yanımda Pamir var. O da olmasa bu ikisi hiç çekilmez. Kunter'i de sana kaptırdım ve tabii kız kardeşimi de... Narya'nın şimdiki hâlini düşününce, ikimizin de elinden kayıp gitti o. Fakat orada pek mutlu. Yolladığı notlardan kolayca anlaşılıyor. Bu da benim için yeterli."
"Orada yaşıtım olan tek kişi Kunter sanırım. Bırak da o bana kalsın. Dostluk ihtiyacımı gideren tek kişi o. Ayrıca Narya'nın durumu beni de mutlu ediyor. En son birkaç gün önce not yolladı. Eğitimin yeni aşamasına geçiyormuşlar. Heyecanı ve canlılığı bir kâğıt parçasından bile okunuyor. Keşke hep orada kalsa."
"Savaşın Alsondro topraklarına sıçramayacağının bir garantisi yok," dedi Perla. "Orada da güvende değil. Ayrıca sanırım geride kalmayacak. Bizimle birlikte savaşmak isteyecek. Zaten oraya gitme nedeni bu."
"Yine de umudunu kesme. Zaman yeni güzelliklerle uğrayabilir. Onu savaştan geride tutmanın bir yolu çıkabilir karşımıza."
Perla boynuma baktı, sonra da kendi boynuna. "Bazen ona karşı fazla..." Doğru kelimeyi bir türlü bulamadı. Uzunca süre sessiz kaldı, doğru kelimeyi aradı. "Ona karşı, korumacılık adı altında fazla kaba davrandığımı fark ediyorum. Umarım bana dargın değildir. Bu düşünce yüreğimi ağrıtıyor. Bu durumu böyle bir anda fark ettiğim için de kızıyorum kendime. Sanırım o, bunca zaman benden daha düşünceliydi. Fakat biz fark edememişiz. Ona haksızlık etmişim. Şimdi ise bunun konusunu açıp ondan özür dilemeye çekiniyorum."
"Perla, o senin kardeşin. En son onun yanına gidip, neyi var diye kontrol ettiğimizde, herkesin onu merak ettiğini, önemsediğini anlamış ve epey sevinmişti. Paylaşılmayan, zihinde ve yürekte kalan her düşünce ve histen ötürü pişmanlık duyacağız. Bunun farkındasın, değil mi? Paylaşmak istediğin bir şey varsa paylaş. Bak, kendin de diyorsun; o oldukça anlayışlı bir kız. Sandığın gibi bir sorun çıkmayacak, aksine var olan sorun ortadan kalkacak. Önümüzde savaş yatıyor. Ne olacağı, zamanın ne getireceği belli değil. Geç olmadan konuş onunla. Hem kendini hem de kardeşini, yüreğinizi yakan yangından kurtar."
Perla hafif çekinik, hafif kararsız bir şekilde baktı bana. "Ona da bir kolye hediye etsek ve kolye dostluğumuza onu da davet etsek, nasıl olur?"
Gülümsedim. "Narya'nın en sevdiği çiçek ne?"
Saatler sonra elimize ulaşan Birke Çiçeği'ni alıp sarayın mahzenine indik. Bir zamanlar koruyucu ruh yarattığım ve Perla'ya kolye tasarladığım oda taptaze bitki kokularıyla doluydu. Narya'nın, geçmiş günlerin birinde, eve dönüş büyümü yapmak için gerekli olan Birke Çiçeği'ni sevdiğini öğrenince Ezra'ya ihtiyaç duymuştum. O gün Ezra'nın fazla fazla saraya getirdiği çiçek şimdi işimize yaramıştı. Herkes farklı bir derdin peşine düşmüşken, benim çiçek istiyor oluşum elbette tuhaf ve gereksiz görünüyordu ama değildi. Neyse ki Ezra hiç garipsemeden gidip çiçeği getirmişti.
Dört yapraklı, pembe çiçeği masaya koydum. "Aklında bir fikir var mı?"
"Narya da tıpkı senin gibi parıltıyı pek sever," dedi Perla. "O yüzden çiçeğe ışık katmayı düşünüyorum."
"Çiçek yaratmak çok mu zor Perla?"
Perla bir yandan işine odaklanmış ve bir yandan da bana cevap vermeye başlamıştı. "Pek sayılmaz. Fakat çok detaylı bir tasarım oluşturmak istiyorsan, evet, biraz uğraşman gerekiyor." Manalı manalı baktı. "Balkonunu gördüm. Değerli dostum zahmet edip böyle bir sürpriz yapacağını söyleseydi, seve seve yardımcı olurdum. O çiçekte hiç emeğim yok ve bu durum canımı sıkıyor. Güzel bir çiçek doğrusu. Atlas'ın hakkını yemeyeyim, yaratıcı bir insandır. Vaktizamanında Henna Hanım için yaptığı çiçek de çok güzeldi."
"Onun için sormadım," dedim. "Narya için çiçek yaratabilirsin. Mesela bir şifa çiçeği. İkiniz de şifacısınız. Bu, ailenizi ve aranızdaki bağı yansıtmak için güzel bir tercih olabilir."
"Savaş bitsin, gerekirse çiçek tarlası ekerim. O günlerde tüm ilgimi Narya'ya vereceğim. Bugüne kadar ablalık görevimi biraz aksattım. Kendimi affettirmem gerek."
"Şifa bahçesi yapabiliriz," dedim. "Yanına da küçük bir bina ekleriz. Orada şifa büyüsü yapıp satmaya ne dersin Perla?"
Perla güldü. "Tarlanın yeri şifacının bahçesi olsa ya! Ne de olsa yakında orası kardeşime ait olacak. Onun ihtiyaç duyduğu şifa büyüleri için gerekli malzemeleri orada yetiştiririz. Büyüleri şişeye aktarır ve Narya'ya veririz. Tabii sen arada sırada bize eşlik edebilirsin. Yönetmen gereken koca bir şehir olacak. Ama olsun, bölgeler arasında seyehat etmek sorun olmayacağı için sık sık gelirsin. Hem gelmişken bir Narya'ya görünürsün."
Perla'nın kahkahası küçük odayı doldurdu. Perla birkaç büyü tozuyla çiçeğin boyutunu küçülttü. Sonra da çiçeğe parıltı ekleme işine koyuldu.
"O zamanlar sen de çiçeklerle pek ilgilenemeyebilirsin. Evli olacaksın. Karar verdiniz mi nerede yaşayacağınıza? Yönetimden ayrılacak mısınız?"
"Ah, bilemiyorum açıkçası. Pamir yönetimle bağını koparmak istiyor. Ona karşı çıkamıyorum. Çünkü belli etmese de yorulduğunu görebiliyor ve anlayabiliyorum. Sanırım yönetimden ayrılırız. Nerede yaşarız bilmiyorum. Ay, Antropedos'a gelsek ya! Ama Narya burada tek kalır. Bence Ezra ile konuş, Antropedos için de şifacıya gerek olduğunu söyle. Narya da gelsin orada şifacılık yapsın. Hepimiz orada yaşayalım! Ezra şehrine bizi kabul eder mi?"
"Neden etmesin ki? Ayrıca orası benim de şehrim. Bir arada yaşamamız ne güzel olur! Hem Lena da orada kalacak! Bana söyledi, buraya dönmek istemiyor."
Küçük odanın kapısı birden açıldı. Pamir kapıdan kafasını uzattı. "Ben de gelebilir miyim?"
"Gelsene Pamir, Narya'ya kolye yapıyoruz," dedim. "Bir de gelecekten söz ediyoruz. Yaşayacağınız yere karar vermeye çalışıyorduk."
Pamir kapıyı kapattı, sözlerime güldü. "Çok bir seçeneğimiz yok sanırım."
"Antropedos'a gidebiliriz," dedi Perla. "Ne dersin? Hem orada ruhlar da olacak. Yeni bir ırk, yeni bir ev ve yeni bir yaşam!"
"Sen seversin orayı," dedi Pamir. "Sıcağı seviyorsun. Orası eskisi gibi sıcak mı Alisa? Büyüklerimiz hep Antropedos'un bitmek bilmeyen sıcağından yakınırdı."
"Antropedos'a kar yağıyor," dedim sevinçle. "Sanırım şehir normal bir yaşantıya kucak açıyor. Birkaç yıla daha da güzelleşir. Bazı bölgeleri biraz kurak."
"Daha neler!" dedi Perla. "Antropedos ve kar, öyle mi? Bak, bu da, orada her mevsimi yaşayabileceğiz demek oluyor. Ne güzel!"
"Sıcağının bir ayarı olmadığı gibi soğuğunun da bir ayarı yoktur kesin," dedi Pamir. "Çok soğuk mu oralar?"
"Bilmem. Ben artık soğuğu pek hissedemiyorum."
"Ay, doğru ya!" dedi Perla. "Yemek de mi yemek istemiyorsun? Ya da uyumak, onu da mı istemiyorsun Alisa?"
"Pek ihtiyaç duymuyorum. Fakat ruhlar uyanınca bedenimdeki parça çıkmış olacak. O zaman eski hâlime geri dönmüş olurum."
"Başka neler değişti?" diye sordu Pamir, merakla. "Zihin okuyabiliyor musun? Ya da çok uzaktaki sesleri duyabiliyor musun?"
"Pamir!" dedi Perla ve güldü. "Nasıl zihin okusun? Ruhlar zihin mi okuyabiliyor?"
"Aslında Ezra benim düşüncelerimi okuyabiliyor, yani onunla ilgili olan kısımları."
"Ne? Ay, çok korkunç! Birisi, onun hakkındaki her düşüncemi bilse sorun üstüne sorun çıkardı."
"Herkes senin gibi yargılayıcı değil Perla," dedi Pamir, şakayla.
Bir süre onların tatlı atışmasını dinledim. Perla elindeki kolyeyi bize gösterdi. "Nasıl ama? Ah, bence çok güzel oldu! Küçüğüm buna bayılacak!"
Kolyeyi elime alıp detaylarına baktım. Pamir de hemen yanı başımda benimle birlikte kolyeyi inceledi. Pembe çiçeğin dört yaprağında uzanan kızıl damarlar parıl parıl parıldıyordu. Küçük kristalin içine konmuş minik çiçek boyundan aşkın bir güzelliğe sahipti.
Tatmin olduğumu belli eden sesler çıkardım. "Kesinlikle Narya bunu çok sevecek. Güzel bir de paket hazır edelim. Paketi ben hazırlarım Perla, sen kardeşine güzel bir not yaz."
Perla masanın çekmecesinden kâğıt kalem çıkartıp not yazmaya başladı. Pamir, iki kardeşin özel alanına saygı duymak istediği için benim yanıma yanaştı. Paket hazırlamama yardım etti. Küçük, pembe, ahşap kutunun içine, krem tonlarında bir kâğıt yerleştirdim. Sonra kolyeyi, erguvan rengindeki kadife kutuya koydum. Kadife kutuyu da ahşap kutuya koyunca Perla'nın not yazdığı kâğıdı vermesini bekledim. Notunu, beyaz bir zarfa koydu ve bana uzattı. Beyaz zarfı da kadife kutunun üstüne yerleştirince ahşap kutunun kapağını kapadım. Kutuyu Perla'ya uzattım.
Perla, hediyesini kardeşine yollamak için odasına çekildi. Ben de Pamir ile büyük salona geçtim. Büyük salonda kimse yoktu. Şöminenin karşısına oturduk.
"Alisa, annemden hiç haber aldın mı?"
"Hayır," dedim. "Asel Hanım, onu son gördüğümden bu yana hiç not yollamadı." İçi hiç rahat değildi. Onu bu şekilde, karalara bağlamış hâlde bırakmak içime sinmiyordu. "Sarayın dışını gözetliyoruz ama içinden haberimiz yok. Sarayın içine ulaşmanın bir yolu yok gibi. Timun Bey hem Meir'e hem de Efendi Diamour'un gücüne sahip. Onun yarattığı korumayı yıkmak bizi aşıyor."
"Efendi Diamour'un yanına nasıl ulaşmış olabilir, aklım almıyor," dedi Pamir. "Meir de oraya gitmenin bir yolu mu yazıyor ki?"
"Yüksek ihtimalle öyle. Sannur'u az biraz kurcalamıştım. Ama onda bu tarz bir büyüden söz edilmiyor. Onun dışında, şu durumda işimize yarayacak herhangi bir büyüden de söz edilmiyor."
"Söz etse ne olacak sanki? Gidip büyüyü yapacak mıyız? Bu, diyara daha fazla hasar vermekten başka bir şeye yaramaz."
"Ruhları uyandıracağız ama," dedim. "Onu unutuyorsun. O da hasar verecek diyara."
"Ruhları uyandırmazsak diyar diye bir yer kalmayacak. Savaşı kazanmamız ruhların elinde. Buna mecburuz."
Pamir'i böyle kederli görürken, Medora'nın savaşı hiç umursamaması gözümde giderek büyüdü. Şifreli konuşmak yerine yardımcı olsaydı, savaşı en az hasarla nasıl geride bırakacağımızı anlatsaydı, ne olurdu sanki?
"Biliyor musun?" dedim. "Bölgenin şifacısı savaşı hiç umursamıyor. Onun derdi, savaştan sonra yaşanacak olan şeylerle. Yardımcı olacak hiçbir şey söylemedi!"
"Savaştan sonra ne yaşanacak ki?"
"Bilmem," dedim. Sonra ağzıma engel olamadım tabii. "Ezra'ya güvenmiyor. Onun sözlerine bakılacak olursa ruhları uyandırmak asıl Ezra'nın istediği bir şeymiş."
Şüpheyle baktı. "Öyle mi peki? Yani sürekli senin yanında, az çok anlamışsındır bir şeyler."
"Açıkçası ben ona güveniyorum Pamir. Hadi diyelim başka bir amacı var, yine de yanımızda ve bizimle birlik oluyor; engel çıkarmıyor. Bunlar önemli değil mi?"
"Sonrasında elde edeceği şeye bağlı," dedi Pamir. "Büyük bir güç elde edecekse, bize katlanıyor oluşu çok da gözde büyütülecek bir şey değil." Sesini kıstı. "Efendi Diamour'un gücünü elde etmek istiyor olabilir mu?"
"Ezra mı?" dedim şaşkınca. Hiç aklıma gelmeyen seçenek, bu saatten sonra zihnimi hiç rahat bırakmayacaktı.
"Neden olmasın?" dedi Pamir. "Efendisi olmadığı zamanlar güçten düşmüştü. Kalıcı bir hasar aldıysa, o hasarı en aza indirgemek istiyor olabilir."
Ne diyeceğimi bilemedim. Olabilirdi. Bu ihtimal beni derin bir sessizliğe çekti. Perla salona gelene kadar hiç konuşmadık. Perla büyük bir sevinçle salona gelince ona ayak uydurduk.
"Ay, Narla hemen dönüş yapsa keşke! Beklemek, sabırsız bedenimin başarabileceği bir şey değil."
"Akşama doğru dönüş yapacaktır," dedim. "Eğitimi sona erip hediyesine kavuşunca, yerinde sessizce duramaz. Sevincini elbette seninle paylaşacaktır."
"Keşke tepkisini de görebilsem."
"Perla, oturacak mısın?"
Pamir'in isteği üzerine, Perla büyük salonda dört dönmek yerine geldi ve aramıza oturdu. Ayaklarını pat pat yere vuruyordu. Pamir bir elini Perla'nın dizine koydu ve Perla'ya sakinleşmesi gerektiğini hatırlattı.
"Ya bunun için çok geç kaldığımı söylerse, ne olacak?"
"Perla, kardeşini hepimizden iyi tanıyor olman lazım," dedim. "Sence Narya öyle bir söz söyler mi?"
"Hele de sana," diyerek arka çıktı bana, Pamir.
"Doğru. Ben onun biricik büyüğüyüm. Uzun süre dargın kalmaz bana."
Perla'nın kafasını dağıtmak için konuyu değiştirdim. "Düğün üzerine kafa yoruyor musunuz?"
"Bazen," dedi Pamir. "Gece geç saatlerde, işimiz bittiğinde ve kafa dinlemek istediğimizde, çok uzun sürmeyen konuşmalar yapıyoruz."
"Hemen düğün yapılmayacak zaten," dedi Perla. "Düşünecek bolca vaktimiz olacak. Savaş bitince plan yapmaya başlarız. Rahat kafayla, her detayla özenle ilgilenmek istiyorum."
"Sen seviyorsun böyle etkinlik işleri düzenlemeyi," dedim. "Taç giyeceğim zaman her detaya sen karar vermiştin. O zaman bile benden daha istekliydin."
"Ay, Alisa, o zamanki bıkkınlığın hâlâ aklımda." Sonra daha coşkulu bir sesle konuştu. "Yeni bir kutlama yapılmalı. Antropedos Hükümdarı oluşunu kutlamadık. Bu sefer daha güzel ve senin isteklerin doğrultusunda, samimi bir kutlama yapalım. Olmaz mı? O zamanki kutlamadan keyif almadığına yemin edebilirim."
"Keyif almasını gerektirecek hiçbir koşul yoktu," dedi Pamir. "Perla haklı, yeni bir kutlama yapılmalı. Ayrıca Katrin Hükümdarlığını ne yapacaksın?"
"Savaş bitince adımı bu sistemden temizleyeceğim. Valmir o zamanı beklememi söyledi; yoksa ben, çoktan bu sandan kurtulma taraftarıydım. Bir işe yaramıyorum sonuçta."
"Biz de yönetimden ayrılacağız sanırım," dedi Pamir. Sesi net çıkmamıştı. "Tabii savaş sona erince yönetim diye bir şey kalırsa."
"Eğer kalırsa, sisteme yeni isimlerin eklenmesi gerekecek," dedim. "Zira benim soyumun adı da oradan silinecek."
"Doğru," dedi Perla. "Lena buraya gelmek istemiyormuş Pamir. Antropedos'ta kalacakmış."
"En doğrusu. Burası ona yalnızca acı verecektir. Zaten yönetimden adı silinmişti. Kendisine haksızlık eden yönetime yeniden adını yazdırmasını beklemek hata olur. Dinlenmeyi hak ediyor."
"Lena'nın bizim üstümüzde emeği çok," dedi Perla. "Bazen ona minnetimizi yeterince gösteremediğimizi düşünüyorum. Ta çocukluğumuzdan itibaren yol gösterici oldu bizler için. Daha çok bir anne gibiydi. Bazı zamanlar onu, kendi annemden daha çok severken bulurdum kendimi. Bunu ona da itiraf ederdim ve o, beni ayıplardı. Bir annenin yerinin çok ayrı olduğundan, böyle kıyaslamaların annelere haksızlık olduğundan söz ederdi. Oysa o, anne bile değildi ama anneliğe çok kıymet verirdi. Onu, annemden daha çok sevdiğimi söylemem, onu mutlu etmez, aksine üzerdi. Birden kederlenirdi."
"Lena bana geçmişini anlattı," dedim. "Keşke sevdiği kişinin peşinden gidebilseymiş."
"Bunu biz de isterdik," dedi Pamir. "Fakat şimdiyi düşününce, eğer Lena o sarayı terk etseydi, Timun Bey Alisa'ya daha başka neler yapardı diye düşünüyorum."
Derin bir sessizlik konuğumuz oldu. Hepimizin aklına aynı şeyler gelmiş olmalıydı. Nitekim hepimiz Timun Bey'in çirkin kalemini anlamıştık.
"Perla," dedim sessizce. "Annenden bir haber alıyor musun? Asel Hanım'ı Antropedos'a davet ettiğimizde onu da davet etmiştik. Fakat kendisinden hiç ses çıkmadı. Başı dertte olabilir mi?"
"Değildir," dedi Perla. Yanlış anlamıyorsam, sesi nefret doluydu. "O, babamdan yana olduğu müddetçe güvende olur. Ve işe bak ki, o hep babamdan yana olur."
Gözlerimdeki kaygıyı, ya öyle değilse diye başlayan sorularımı gördü. Titrek bir nefes aldı. "O, kendi yolunu çizmez, Alisa. Güven bana. Bunları yalnızca öfkemden ötürü söylemiyorum. Yaklaşık otuz yıl süren yaşamımda onu yeterince tanıdım, acizliğine yeterince maruz kaldım. O, hâlinden pek memnun. Birinin gölgesi olarak yaşamakta sakınca görmüyor. O, babamın gücüyle besleniyor. Sana dönüş yapmıyor çünkü babam, sana dönüş yapmasını istemiyor. O, itaatkâr bir eşlikçi."
"Ya Aldo Bey, onu büyülerle zehirliyorsa? Bunu da değerlendiriyor musun?"
"Elbette. Babamın, annemin aklına girmeye çalışmasına gerek yok. Annem, her şartta, her durumda onu destekler. Bu, hep böyleymiş. Hep böyleydi. Hep böyle olmaya devam edecek."
"Akşam yemeğini birlikte yeriz, değil mi?" diye sordu Pamir. Perla'nın açılan konuya odaklanmasını istemediği belliydi.
"Tabii ki," dedim. "Uzun bir sürenin ardından yeniden birlikte yemek yiyelim."
Akşama doğru, Aren muhafızların yanından ayrılıp saraya dönünce, onun yanına, odasına gittim. Kapıyı bir kere tıkladım ve içeri girdim. Aren beni görünce samimiyetle gülümsedi. Yanına gidip ona sarıldım.
"Keşke bugün sarayda olsaydın. Pamir ve Perla ile akşama kadar muhabbet ettik. Sen de katılırdın bize."
"Duyduğuma göre birkaç gün burada kalacakmışsın. Sohbet etmek için bolca vaktimiz olacak."
Aren de, tıpkı benim gibi, dışarıya egemen olan soğuğu umursamadan odanın penceresini açtı. Akşam olduğu için hava daha bir soğuktu. Kararan gökte solukça, güçsüzce parlıyordu yıldızlar.
"Yeni gelişmeler kulağımıza geliyor," dedi Aren. "Ruhları uyandırmak gerçekten iyi bir fikir mi?"
"Çevremdeki tüm bilgili kişiler, büyükler bu yola girmemizi öneriyor. Onların sözünden çıkmam için bir gerekçe göremiyorum."
Aren hiç tatmin olmamıştı. Keskin ve kesin konuşmamı bekliyordu.
"Ne dememi bekliyorsun Aren?" diye sordum. "Bu diyarı hâlâ bilmiyorum. Bilenlerin lafına güvenmem gerekmez mi işte? Bunun sonucu ne olur, göremiyorum. Elbette bozulmalar yaşanacak ama bunu savaş sona erince düşünebiliriz."
"Doğruyu söylememi ister misin? Ruhları uyandırmayı doğru bulmuyorum. Tohum'un içindeki ruhların çoğu, bir zamanlar dünyada gezmiş ve sonrasında efendilerine dargın düşüp, kendi yuvaları olan tomurcuğa sığınmış ruhlardan oluşuyor. Ruhlar uyanınca ruhların kendi arasındaki çatışmasına maruz kalacağız. Belki bu yüzden savaşta yanımızda olmazlar bile."
"Benim sözümü dinlemezler mi?"
"Bedenindeki parça yok olacak Alisa," dedi Aren. "Artık bir efendi olmayacaksın. Ruhlar neden senin sözünü dinlesin? Kaldı ki kendi efendilerine karşı gelecekler. Efendi Ruh bu işi nasıl düzeltecek merak ediyorum doğrusu."
"Ezra, ruhlar uyanınca, benimle olan bağını koparmayacağını söyledi. O zaman geldiğinde de onun efendisi olmaya devam edeceğim. Bu, diğer ruhların önemseyeceği bir detay olmaz mı?"
"Sorun zaten Ezra'nın ta kendisi," dedi Aren. "Onun senin yanında olması, çoğu ruhu sana karşı kışkırtabilir. Ruhları tanımıyorum. Dolayısıyla verecekleri tepkileri de kestiremiyorum. Fakat nedense uyumsuz hareket edeceklerini düşünüyorum."
Onu kolundan tutup odanın dışına çekiştirdim. "Umudumu iyice sömürdün Aren. Hadi gel, beraber akşam yemeği yiyeceğiz. Bırak şimdi bu konuyu."
"Yemek yeme ihtiyacı hissediyor musun ki?"
"Pek değil ama bu sizinle bir arada olmama engel de değil."
Beraber büyük salona geçtik. Kısa süre sonra herkes büyük salonun sol kısmındaki yemek masasında toplandı. Bu ana Antropedos'takilerin de eşlik etmesini isterdim. Fakat şimdilik bununla yetinmek gerekiyordu.
Valmir baş köşelerden birine geçti. Pamir ve Perla, Valmir'in sağ çaprazında yan yana oturdu. Aren ise onların yanına geçti. Valmir'in sol çaprazında Atlas, Atlas'ın sol yanına ben, benim sol yanıma ise Ezra oturdu. Atlas, masadaki diğer baş köşeye oturmayı gerekli görmemişti. O yüzden diğer baş köşe boştu. Ezra ise normalde kabul etmeyeceği teklifi Valmir'den alınca mecburen kabul etmek zorunda kalmıştı.
Kış çoktan gelip çatmıştı ama masanın üstüne konan kahverengi vazoların içine konacak taze ve canlı bitkiler yine de bulunmuştu. Turuncu ve pembe ağırlıklı çiçeklerin donattığı masa dışarıdaki fırtınayı unutturuyordu. Uzun, beyaz mumların yaydığı ışığa, şömineden yükselen sarı ışıklar da eşlik ediyordu. Pencerenin önüne perdeler çekilmemişti. Bu yüzden ay ışığının verdiği zayıf destek de salona doluyordu. Loşça aydınlanan salonda şöminenin çıtırtısı, tabak çanağın sesiyle karışıyordu, bir de bizim seslerimizle, tabii.
Ana konumuz şu an için Narya'ya yapılan kolyeydi. Akşama doğru Narya'dan gelen not, Perla'nın içine sığdıramadığı heyecanından ötürü, yemekte bizlerle paylaşılmış ve konu üzerine yorumlar yapılmaya başlanmıştı.
"Büyümek belli bir yaşa özgü değildir," dedi Valmir. "Büyümek, farkına varmaktır."
"Bu bağlamda ben biraz geç büyümüş oluyorum," dedi Perla. "Fakat Narya'nın yolladığı not geç kalmışlığıma gölge düşürdü. Küçüğüm gerçekten de benden daha anlayışlı."
"Zor bir süreçten geçiyoruz," dedi Aren. "Bu süreç Narya'nın da bir şeyleri fark etmesine vesile olmuş. Ara sıra yolladığı kısa notlardan bile belli oluyor."
"Sanırım korkuyor," dedim. "Bu sürecin sonunda elinden alınabilecek şeylerin farkında. Bu farkındalığın yarattığı korku onun kişiliğini değiştirmeye yetmiş. Eskiyi bilmiyorum ama onu ilk gördüğümde de, asıl sorunun, onun kendisini itilmiş hissediyor olması olduğunu anlayabilmiştim."
"Biz büyükler devamlı yönetimle haşır neşir olduğumuz için, bunu gözünde büyütüyor ve o çemberin içine girmeyi istiyordu," dedi Perla. "Onu o çembere kabul etmeme nedenim başkaydı. O ise bunu farklı yorumladı. Şimdi asıl nedeni anlamaya başlıyor olmalı."
Savaşın getireceği yük, elimize konan, bize sunulan parçaların ne denli kıymetli, nasıl paha biçilemez olduğunu anlamamıza fırsat tanımıştı. Hepimiz yaşanacak yıkımın gölgeleri altında, güneşli günlerin hayalini canlandırıyor, şimdi sahip olduğumuz ve geçmişte sıradan olduğu gerekçesiyle dönüp yüzüne bakmadığımız ama gelecekte elimizden yitip gitme ihtimali olan parçaların peşine takılmıştık. Zaman, yine en büyük dersle uğramıştı bize.
"Narya ne zaman şifacılık eğitimleri almaya başlayacak?" diye sordu Bilge.
"Savaştan sonra," dedi Perla. "Alsondro sahipleri şu anlık bu eğitime müsaade etmeyeceğini bildirmiş. Tüm o detaylı şifa eğitimi savaş sona erince verilecek. Keşke sizler de burada eğitim vermeyi düşünseniz."
"Bizler?" dedi Valmir, sorarcasına. "Medora'dan söz ediyorsan, o çekip gitmeye meraklı. Kendi görevinden arınmak isteyen biri, başkalarına eğitim verir mi sanıyorsunuz?"
"Neden?" diye sordu Perla, büyük bir merakla. "Onun görevini hep çok sevdiğini düşünmüşümdür. Sanırım yanılmışım."
"Seviyordu," dedi Valmir. "Fakat öncelikleri değişmiş olmalı."
Perla'nın kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Yazık olmuş. İşinde oldukça iyiydi. Bu zamana kadar şifa edemediği kimse olmamıştı."
"Şimdi de Medora'ya mı üzüleceğiz?" diye sordu Aren. Nedense bölgenin şifacısını hiç mi hiç sevmiyordu. "Çekip gidecekmiş işte. Bırak gitsin. Bugüne kadar hiç başarısız olmadı çünkü hasta sayısı oldukça azdı. İnsanlar onun boş ve yorucu söylemlerini duymamak için artık ona başvurmamaya başlamıştı. İşi, şifacılıktı ama niyeyse kendisini öğüt vermek zorunda olan bir bilge sanıyordu."
"Belki de şifa, onun sözlerindeydi," dedi Valmir. "Ne düşünürseniz düşünün, o iyi bir şifacıydı. Bu bölge bir daha öylesini bulabilir mi, hiç bilmiyorum."
"Bilge Valmir lütfen küçüğümün sırasını bekle," dedi Perla. "Eminim o da Medora'yı aratmayacaktır."
Valmir arkasına yaslandı. "Narya yolun daha çok başında. Ama ona karşı da çok umut besliyorum. Şüphesiz bizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Her şeyden önemlisi öğrenmeye meraklı bir çocuk. Zaman, bu özelliğini alıp gitmezse, ondan da çok iyi bir şifacı olacaktır."
"Medora kimden eğitim almıştı?" diye sordum.
"Ülke dışından," dedi Ezra. "Permondura'daki şifacılardan eğitim almıştı."
"Doğru," dedi Valmir. "Ülke dışında eğitim alan tek şifacımız oydu. Permondura'daki şifacıların hakkını yemeyelim. Bu konuda oldukça başarılılar. Medora'da aldığı eğitimin hakkını verdi. Yapabileceği her şeyi yaptı."
"İşini bırakınca nereye gidecek?" diye sordu Perla. "Permondura'ya mı?"
"Geçmişteki söylentiler Medora'nın o ülkede bir bağlantısı olduğunu aktarırdı," dedi Pamir. "Çözemediği bir sorun olursa o ülkedeki kişilere, onu eğiten şifacılara başvururmuş."
"Başarısız olmaması bu yüzden yani," dedi Aren. "Kendisine yol gösteren, düşmesini engelleyen birileri varmış arkasında."
"Aren, karşında Medora'nın yolunu hiç beğenmeyen biri oturuyor ama sen, ondan daha çok karşı geliyorsun Medora'ya."
Aren, Valmir'in sözlerini umursamadı bile. Ezra'ya odaklandı. "Siz ruhların Medora'yı sevmeme nedeni ne? Yoksa zamanında o da mı size karşı durdu?"
"Ruhlar değil yalnızca ben hoşlanmıyorum," dedi Ezra. "Irkımı bağlamayan, kişisel bir sorun."
"Sana ne söyledi Alisa?" diye sordu Aren. "Dün, onun yanındaydın."
"Hiçbir şey," dedim. "Savaşı umursuyor gibi durmuyor. Fakat kazanacağımıza inanıyor."
"Çok şaşırtıcı," dedi Aren. Valmir ona uyarı dolu bakışlar attıysa da bir işe yaramadı.
"Böyle söylediğine göre güçlü bir dayanağı olmalı," dedi Atlas. "O dayanağın ne olduğunu seninle paylaştı mı?"
"Hayır," dedim. "Diyorum ya, işe yarar hiçbir şey söylemedi."
Aren bıkkınca nefes aldı. "Dayanağı, Permondura'daki şifacılar ve bilgeler ise, endişe etmeye başlayabiliriz."
"Timun Bey'in hem Efendi Diamour'un gücüne, hem de Meir'e sahip olması kötü bir tesadüf," dedi Pamir. "Efendi'nin yanına Meir sayesinde gidebilmiş olmalı. Peki ya Meir, ona nasıl sahip oldu?"
"Meir kayıptı," dedi Ezra. "Üç büyük büyü kitabı Qa'nın yanına gönderileceği esnada Meir kaybolmuştu. Diğer iki kitap gönderildi ama bir süre sonra Sannur biz ruhlara teslim edildi. Artık Meir tüm süre boyunca neredeyse, en sonunda Timun Bey'in eline geçmiş."
"O hengâmede kitaplar yeterince korunamamış," dedi Valmir. "Yazık olmuş. Oysa Meir, kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen bir kitap; büyü kitaplarının en kıymetlisi."
"Kitaplar onun öncesinde kimin tarafından korunuyordu?" diye sordum. "Okuduğuma göre kitaplar Katrin'deymiş. Fakat detay yazmıyordu."
"Doğru, Alisa," dedi Valmir. "Kitaplar Katrin'deydi. Katrin Hükümdarları tarafından korunuyordu. Tüm kargaşa yaşandıktan sonra Katrin Hükümdarı Efendi İlgar, kitapları Efendi Diamour'un yanına gönderdi. Geride kalan diğer büyü kitapları ise Alsondro'ya gönderildi. Katrin'deki büyü kitaplarının az olma nedeni buydu."
"Böylesi önemli kitaplar bir kişinin himayesine mi bırakıldı yani?"
"Alisa, önceden bu sistemde, yönetimde sadakat vardı," dedi Valmir. "O zamanki yönetimle sonrasını, hele de yedili sisteme geçildikten sonrasını kıyaslamak büyük hata olur."
"Kitaplar, Hükümdarlar tarafından gereğince ve adabınca korunuyordu," dedi Ezra. "Kargaşaya neden olan, yönetimin dışında kalan bir isimdi. Size anlatmıştım Efendim."
"Bunun da yaşanması gerekiyormuş," dedi Valmir. "Belki farkında değilizdir ama bu durum birçok yüceliğe ve güzelliğe sebep olmuş olabilir."
Yemek sona erince Valmir kendi odasına çekildi. Ezra ise sarayın etrafına dizilmiş muhafızların yanına gitmişti. Bizse aynı yerde kaldık. Yalnızca yemek masasından ayrılıp oturma alanına geçtik. Dışarıdaki fırtına şiddetini arttırmıştı. Resmen hiçbir yer gözle görülmüyordu. Her yer sis ve kara bulanmıştı. Beyazlara bürünen şehir gecenin bu saatlerinde ıssız ve kimsesiz görünüyordu. Sarayın etrafındaki aydınlatmalar bahçenin yalnızca yakın kısmını aydınlatıyor, geri kalan bölgeye gölge oluyordu.
Atlas, Pamir ve Perla şöminenin karşısında otururken, ben Aren ile beraber koca pencerenin önündeydim. Pencerenin camı buğulanmış, görüş açım daralmıştı.
"Bölgenin şifacısından bu denli nefret ettiğini bilmiyordum."
"İşini layıkıyla yaptığını düşünmüyorum," dedi Aren. "Bir bilge gibi konuştuğunu sanıyor ama insanları çıkmaza sokmaktan başka bir işe yaramıyor."
"Geçmişte onunla birlikte bir an mı yaşadın?"
"Annem kaybolduğunda şifacıya başvurmuştuk," dedi Aren. "Valmir'den daha önce yardımımıza koşabilirdi. Ne de olsa o, daha yakınımızdaydı. Yerini bildiğini söyleseydi, annemin kurtulacağına inanıyordum. Ki inancım hâlâ diri. Fakat o, yararsız sözlerin ötesine geçemedi. Valmir'e göre, şifacının sözlerini okuyamadığımız için biz suçluyuz. Valmir'e engin bir saygı duyuyorum ama bu konuda haksız olduğuna inanıyorum. Annemin kurtuluşu Medora'nın elindeydi. O ise bunu geri çevirdi."
"Peki gerçekten de yerini biliyor muydu?"
"Bildiğine eminim," dedi Aren. "Bilmiyorsa bile öğrenebilirdi. Onun eli sandığından daha uzun."
Neden sonra, "Kimse izleyici olmanın ötesine geçemiyor," dedi Aren. "Çoğu şeyi bu yüzden yitirdik. Kişisel bir mevzu, farkındayım ama ona bir türlü saygı duyamıyorum."
"Zorunda da değilsin."
Medora hakkında daha fazla konuşmak istemiyordum. Zira devam edersem dünkü konuşmayı baştan sona ona aktaracaktım.
Salonun loş ışığı titredi. Ezra salonun kapısında durdu. "Size bir not yollandı, Efendim."
Ezra'nın bakışları, notun Kunter'den geldiğini anlamama yetmişti. Yanına ilerledim. Zarfı aldım.
"Ben birazdan aranıza dönerim."
Hızla söylediğim sözlerin ardından Ezra ile birlikte odama çıktım. Odaya girince bekleme yapmadan zarfı açtım. Gerçek, tüm çıplaklığıyla karşımdaydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |