İhtimaller arasında kaymak ve ihtimallerden birinde bir çukur oluşturmayı istemek zamanın sonsuzluğuna, sonsuz varlığına bir armağan değil, bir karşı koymaydı. Sonunun nereye varacağı hiç belli olmayan sergüzeştim, bana benliğimden uzaklaşmayı ve kendime yeni bir benlik kazandırmayı mecbur kılmıştı. Sanki zihnim kötülüğe, kötülük değilse bile geçmişin emaresi hâline gelmiş bir lanete sarılı eller tarafından kontrol ediliyordu. Zihnime uğrayan her fikir benim yarattığım, benim yaratabileceğim düşüncelerden o kadar uzaktaydı ki... İradem, o ellerin sahibi tarafından, hiç acıma duygusu hissedilmeden kırılmıştı sanki. Zihnime uğrayan düşünceler öylesine kötücül, öylesine uzak ve yabancıydı bana.
Yavaş yavaş deliriyordum sanki. Zihnim fokur fokur kaynıyor, zihnimin içindeki bana ait her bir şey yavaşça eriyordu. Zihnime üşüşen düşünceler aynadaki yansımama bakamaz hâle getirmişti beni. Artık utancım babamla kısıtlı değildi; zihnimin yarattığı arzular bana yeni bir utanç kaynağı doğurmuştu.
Yapamıyorsan yapmak zorunda değilsin, diyerek kendimi rahatlatmaya çalıştım ve aynanın karşısında verdiğim gözlerime erişme çabamı sonlandırdım. Gözlerime değil ama üstüme şöyle bir baktım. Farbalalı siyah elbisem yapacağım teklifin sınırsızlığına güzel bir eşlikçiydi. Banyodan çıktım ve günler öncesinde masanın çekmecesine koyduğum hançeri aldım, belimdeki kına yerleştirdim. Yavaş adımlarla Lena'ya ait odaya doğru gittim. Koridorun sonunda yan yana duran iki kapıdan sol taraftaki kapıyı zorla tıkladım. İçeriden gelen kibar sesi duyunca kapıyı araladım ve bedenimi içeri soktum. Bu ana başka kimsenin şahit olmasını istemediğim için kapıyı hızla örttüm.
Lena, yatağının ucunda, ellerini çenesine dayamış bir vaziyette oturuyordu. Hiç salık bırakmadığı saçları yine topluydu. Minik çiçek desenli, yeşil kadife elbisesi içinde güzeldi güzel olmasına ama pek mutlu olduğu söylenemezdi.
"Bir şey mi oldu kızım?"
Yatağın ucunda durdum. "Seninle bir konu hakkında konuşmam gerekiyor."
Elleriyle yanındaki boşluğa dokundu. "Gel, otur bakalım."
"Oturmayacağım Lena." Sözlerime devam etmeden önce biraz bekledim. "Yürüyeceğim yollar başkaları tarafından bana gösteriliyor ama ben o yollara adım atmaya çekiniyorum âdeta. Enikonu düşündüm ve bir karar kıldım."
Lena'nın meraklı bakışları üstümden bir an olsun ayrılmıyordu. Onun beklentisine ihanet edecektim. Zira sözlerim onu pek memnun etmeyecek ve hatta benden yeniden uzaklaşmasına neden olacaktı. Belki de yanılıyordum. Bu teklif, onunla aramızı bir daha açılması mümkün olmayacak derecede yakınlaştıracak, ikimizi birbirine bağlı hâle getirecek güce sahip olabilirdi. Fakat sırf cesaret edemeyeceğim, taşıyamayacağım diye tüm yükü ona bırakmak acımasızlıktı. Onca insan arasından ona bu acımasız teklifi yapacak olmam, çoktan unuttuğum hayattaki hâlimin kendisine karşı hayal kırıklığı besleyeceği bir eylemdi. Fakat onun da artık anlaması gerekiyordu ki ben, daha doğrusu biz, sandığı kişi olmaktan çok uzaktaydık.
Bu, hep böyle miydi? Kişi, artık çok da iyi bir insan olmadığını kabullenmesine rağmen, acımasız bir karar alırken ikilem, korkunç bir ikircik yaşamaya mahkûm muydu? Olduğunu sandığı kişiliğinin gölgesi vicdanını bir an olsun rahat bırakmaz mıydı? Eksik kişilikli birine bürünmek ve ona uygun bir şekilde davranmak sanıldığı kadar kolay ve basit değil miydi? Kişi, eksildiğini kabullenince yeni benliğine, yeni kimliğine neden kolayca adapte olamazdı ki? Neden eski kimliği bir ruh katili gibi onun peşinden gelmek zorundaydı?
"İyi de kızım, alınan kararı uygulamak da karar almak kadar çetrefilli ve dayanılmaz derecede sancılıdır. Bunun için kendini suçlamıyorsun ya?"
"Suçluyorum aslında," dedim dürüstçe. "Böyle yaparak kolaya kaçıyorum sanki. Kararlar başkaları tarafından belirleniyor, yol başkaları tarafından çiziliyor ama ben o kararı uygulamaktan, o yola girmekten aciz kalıyorum. Bu durumda kendimi suçlamam gerekmez mi zaten?"
"Niye gereksin kızım? Bedenine bırakılan güce rağmen eskiden sahip olduğun duyguları yitirmemiş olman büyük bir erdem. Tüm yaşantın boyunca yalnızca eksikleri, uyumsuzlukları görmenin ne büyük bir haksızlık olduğundan aylar öncesinde, daha ilk karşılaşmamızda söz etmiştim sana. Sözlerimin zihninde bir kalıcılığı yok sanırım."
"Unutmadım sözlerini," dedim. "Tohum'un parçaları bedenimdeki yerini bulduğundan bu yana hislerimi ve düşüncelerimi hizaya getirmek beni zorlamaya başladı. Sanki ben, bildiğim kişi değilim artık. Yerime bambaşka biri geldi, zihnime bir yabancı yerleşti sanki."
Lena ayağa kalktı, karşıma geçti. "Tohum'un böyle etkilerinin olduğu bilinir. Endişe etmeye gerek yok. Yakın zamanda kontrolü yeniden ele alacaksındır. Yalnızca bedenindeki güce alışman gerekiyor kızım."
"Ben alışana kadar çok şey değişecek."
"Olsun," dedi Lena. "Bunun seninle bir ilgisi yok. Bir şeyler hep değişir. Doğa bu şekilde işliyor. Zaman bizler gibi sabit değil kızım; onun etkisi büyük ve hareket hızı yüksek. Gelip geçerken elbette bir şeyleri değiştirecek."
Ona arkamı döndüm. Bundan sonrasında ağzımdan çıkacak sözleri onun gözlerine bakarken söylemem imkânsızdı. Elim kındaki hançere gitti. Yavaşça yerinden ayırdım hançeri ve halama uzattım. "Babamı öldür, hala."
Mavi gözlerde barınan hislere tanıklık edemedim. Elim bir süre havada asılı kaldı. Zamanın ağır ilerleyen dakikaları odanın içinde muazzam bir gürültü yaratıyordu. Şu dakikada zaman, ağır işlediği gibi koca bir ağırlığı da beraberinde getiriyordu. O ağırlığı omuzlarımda hissettim. Elimdeki yük hafiflemeseydi omzumdaki yükün ağırlığı beni devirecekti. Halamın yavaştan soğumaya başlayan eli, elime hafif bir dokunuş bırakıp, hançeri tuttu. Hançer, hiç tanımadığım halamın kanıyla beslenmiş hançer, elimden ayrıldı.
Omzumda bir el hissettim. Elin sahibi beni kendisine doğru döndürdü. İlk anına tanıklık edemediğim gözlerde, lekelenmeye çalışan soyunun getirdiği mağrur bir ifade vardı. Halam, soyunun bu kiri yaratan kişiden ibaret olmadığını benden daha iyi biliyordu. "Yanlış bir şey yapıyormuşsun, beni utandırıyormuşsun gibi sırt çevirme bana. Bizim artık bizden başka kimsemiz yok kızım."
Elindeki hançere iç çekercesine baktı. "Adin, bir kardeşten daha fazlasıydı. Bazı zamanlar asıl büyüğün o olduğunu düşünürdüm. Düzen farklı bir şekilde işleseydi ve bugün bu teklifi ona yapıyor olsaydın, verdiğim tepkiden farklısını vermesi düşünülemezdi. Müsaadenle kızım, bu teklifi önce kardeşim için kabul edeceğim."
"Kimin için kabul ettiğin önemsiz," dedim. "Ne de olsa bunu yapmanı yalnızca kendim için istemiyorum. O adam yüzünden silinen, tehlikede olan onlarca isim var."
Elimi tutup beni yatağa çekti. "Ah, Alisa, gerçeği öğrenmek yüreğimi hiç mi hiç rahatlatmadı. Her senaryo birbirinden daha acımasız. Kardeşimi öldüren kişi olmadığıma sevinemiyorum bile. Bunu bize yapan kişinin abim olması salt sevincimi baltalıyor."
"Sonuç itibariyle yitirilen birisi var," dedim. "Buna kimin sebep olduğu bir noktada önemsiz. Hissettiğin üzüntü de bu noktadan doğuyor olmalı." Duraksadım. "Ben artık geçmişe odaklanmak, yitirilenler üzerine ağıt yakmak istemiyorum hala. Yalnızca bu duruma bir son vermek istiyorum. Gerekirse acımı her şey son bulunca yaşarım."
"Tüm her şey seni epey yordu, değil mi kızım? Daha fazla düşünmek istemiyorsun. Düşünecek yeni şeylerin oluşmasını engellemek istiyorsun. İstediğini yapmakta özgürsün. Geçmiş seni huzursuz ediyorsa konusunu açmayız. Artık odaklanman gereken bir görevin var."
Onun yüzüne baktıkça içim gidiyordu, aldığım kararı sorgulamaya başlıyordum. "Görevim günün birinde seninle ilgilenmemin önüne geçebilir. Onun için Ezra'dan özel olarak senin isteklerinle ilgilenmesini rica edeceğim. Bir ihtiyacın olursa, orada ben yoksam bile isteğini Ezra'ya bildir, hala."
O, sözlerimin asıl nedenini anlamadı bile. Masum sözlerim onun yüzünde bir tebessüm oluşturdu. "Elbette kızım. Benden istediğin şeye gelecek olursak, fırsat yakaladığım ilk anda bunu gerçekleştireceğimi bil. O konuda şüphen olmasın."
Halama sıkıca sarıldım. Uzun, ince parmaklar sırtıma ulaştı, burada olduğunu belirtmek istercesine omzumu sıvazladı. Birkaç dakika sonra anca ayrılabildik birbirimizden. Minik, hafif bir öpücüğü yanağıma kondurdu. "Aklın nerelerde hiç bilmem Alisa ama etrafındaki denizin hırçın dalgaları gözüne yansıyor. Yanlış bir fikre kapılıp bizi o dalgaların arasında boğma."
Tebessüm etmek için kendimi zorladım. "Merak etme, etrafımda benim için yol çizen insanlar oldukça yanlış bir fikre kapılmam pek olası değil."
Onu odada bırakıp odadan ayrıldım. Elim kapının altın kulpunu tutuyorken, zihnim aldığım kararın kalın ipini tutmaya çalışıyordu.
Uzun koridorun ucundaki merdivenlere doğru ilerlerken bir odanın kapısı açıldı. Dönüp baktığımda Kunter'i gördüm. Adım atmayı kesip onu bekledim. Yanıma ulaşınca hafifçe kafasını eğip selam verdi. Selamına aynı şekilde karşılık verdim.
"Hasta görünüyorsun."
"Değilim," dedim. "Bu aralar biraz yorgunum."
"Ölüm fikri yoruyordur."
Sözleri beni dumura uğrattı. "Bu da nereden çıktı?"
Merdivenlerin korkuluğuna bedenini yasladı. "Dün Atlas bir not yollayıp senin ne yapmayı planladığını bildirdi bana. Seni durduracak gücün bende olduğuna inanmıyor ama senin yanında ben bulunduğum için yardım isteyeceği başka kimsenin olmadığını düşünüyor."
"Atlas'ın sözlerini görmezden gel ve bu işin gerisinde dur Kunter. Rica ediyorum."
Koridorun diğer ucundaki odanın kapısı açıldı, Lena odadan çıktı. Kapının açık kaldığı kısacık sürede odanın içinden koridorun zeminine doğru bir Lerink Çiçeği yuvarlandı. Lena'nın odasından içeri dolan rüzgâr Lerink Çiçeği'ni ayağımın dibine kadar getirdi.
"Ah, bu aralar rüzgâr tüm çiçekleri havada uçuruyor," dedi Lena. "Lerink bu topraklarda yetişmiyor diye biliyordum. Yoksa Narya gitmeden evvel bahçeye bu çiçekten mi ekti?"
Lena bu yana doğru gelirken, Kunter soğuk bakışlarını bana değdirdi. "Belli ki Atlas bu konuda benden yardım isteyerek büyük bir hata yapıyor. Seni fikrinden vazgeçirecek uygun kişi ben değilim. Fakat Lena bu iş için oldukça uygun birine benziyor."
"Ne bu?" diye sordum. "Bir tehdit mi?"
"Değil. Fakat kararından bu denli eminsen herkese açıklamak için neyi bekliyorsun diye merak etmiyor da değilim."
Kunter saygısızlık olmasın diye Lena yanımıza gelene dek bekledi, Lena yanımıza ulaşınca selam verip merdivenleri inmeye başladı. Lena bana soru sorarcasına bakıp Kunter'in peşine takıldı. Ayağımın ucundaki çiçeği alıp merdivenlere geçtim. Kunter'le yeniden göz göze gelmek istemediğimden basamakları gereğinden yavaş indim. Neyse ki o, merdivenlerden inince doğruca sarayın çıkışına ilerledi.
Lena salona doğru geçince ben de aşağı kata inmeye başladım. Karşıma çıkan uzun koridoru aşıp, bir zamanlar kuzgunun beni sürüklediği odaya geçtim. Koyu gri tomurcuk küçük odanın bir kenarında beni bekliyordu işte. Tohum'un yanında ise siyahlara bürünmüş Ezra duruyordu.
Ezra elindeki eldiveni bana uzattı. "Bedeninizde Solur'dan bir parça taşıdığınız için Tohum'un gücü size zarar vermeyecektir ama yine de riske atmayalım Efendim."
Elimdeki çiçeği kenardaki masaya koydum. Altın işlemeli siyah eldiveni elime geçirdim. "Atlas durumu Kunter'e bildirmiş. O nedenle Tohum'un burada bulunması biraz riskli. Onu saklayabileceğimiz daha uygun ve güvenli bir yer yok mu? Yer altına götürebiliriz mesela."
Elimdeki eldivenin varlığına güvenip koca tomurcuğa dokundum. Dış katmanı şerit şerit oyulmuştu. Dokunduğunuzda şeritlerin oluşturduğu pürüzler elinize batıyordu. Bedeninden koparılan parçalar tomurcuğun yüzeyinde dört delik oluşturmuştu. Onun dışında normal, sıradan bir tomurcuktu işte, tabii bedeninin büyüklüğünü saymazsak. Yaklaşık elli santimlik bir boyu var gibi görünüyordu.
Tohum'a dokunduğumda hissettiğim tek şey onun somut varlığı değildi. Sanki içinde barındırdığı, kendine sakladığı tüm ruhların seslerini ve nefeslerini duyabiliyordum; kimi haykırıyor, kimi huzurla soluyor, kimi yardım dileniyordu. Bazısı öfkeli, bazısı muhtaç, bazısı üzgün, bazısı kederli, bazısı isyankâr, bazısı sessizdi.
"Dokunduğumda hissettiğim şeyler gerçekten de ruhların sesleri ve hisleri mi? Yoksa bu bir illüzyon mu?"
"Hissettikleriniz gerçek Efendim," dedi Ezra. "Bedeninizdeki parça, tomurcuktaki ruhlara doğru çekiliyor ve bu durum ruhları hissetmenize neden oluyor."
"Çoğunun yaydığı hisler pek hoş değil," dedim. "Fakat yine de Tohum'a dokunduğumda birazcık da olsa huzurlu ve tamamlanmış hissediyorum. Eksikliğim birden yok oluyor sanki. Geride kalan her şey önemsiz bir detaya dönüşüveriyor."
"Tohum'un eksik tüm parçaları üstünüzde. Siz ona dokundukça, Tohum tamamlanmış hissediyor ve tabii siz de öyle."
Elimi tomurcuktan çektim ve elimdeki eldiveni çıkardım. "Bendeki parçaları Tohum'a aktarabilir miyiz?"
Ezra'nın gözünde bir parça parladı. "Elbette, aktarabiliriz. Fakat yapacağımız büyü belli. Gücü Tohum'a aktarmak bu durumda faydasız bir eylem olacaktır."
"Ne bileyim, Tohum'un kelimenin tam anlamıyla tamamlanmış olması işimize yaramaz mı? Tüm parçalarına kavuşması ve böylece ilk zamanlardaki gücüne erişmesi daha farklı bir durumun doğmasına neden olmaz mı?"
"Tohum'un parçaları birleşince, görüntüsü dışında değişecek olan tek şey, Tohum'un bir bütün hâline gelmiş olması olacak. Bir de günün birinde ruhlar yeniden dağılırsa güçlü bir dayanakları olmuş olacak. Fakat zaten biz Tohum'daki tüm gücü dışa akıtacağız."
"Büyü yapıldıktan sonra Tohum yok mu olacak?"
"Evet," dedi Ezra. "Gördüğünüz gibi sizde olan parçaların yerlerinde koca boşluklar var. Tüm gücü dışa aktardığımızda Tohum tüm parçalarını yitirmiş olacak ve tamamen silinip gidecek."
"Bu, siz ruhlar için sorun oluşturmaz mı?"
"Daha önce yaşamadığımız bir durum hakkında konuşmam mantıksız olacaktır. Belki ruhların ölmesi sonucu Tohum yeniden oluşmaya başlar. Bu, kimsenin cevabını bilemeyeceği bir soru."
Eldiveni ona uzattım. "Leydi Demitre'nin hatırası sende kalmaya devam etsin. Evet, şimdi asıl sorunumuza geri dönebiliriz. Büyünün yapılma vakti gelinceye dek Tohum nerede saklanacak?"
"Yer altı en güvenli seçenek gibi duruyor Efendim."
"Ezra burası senin şehrin. Bu noktada sana uyacağım. En güvenli yerin orası olduğunu düşünüyorsan Tohum'u yer altına götürelim. Fakat unutma ki, orada hem Sannur hem de Tohum bulunuyor olacak."
"Oranın güvenli olduğunu düşünmüyor olsaydım Sannur'u orada saklamaya çalışmazdım Efendim."
Şüphe kalıntıları gözüme yerleşmişti. "Lara hâlâ orada, biliyorsun. Benim ona güvenim tam, fakat sen ne düşünürsün bilemem. Eğer ona güvenmiyorsan Lara buraya, saraya gelsin ve burada kalsın. Zaten bu saatten sonra yer altında çok vakit geçireceğimi sanmıyorum. O da benim yanımda bulunmak isteyecektir."
"Eğer sizin güveniniz tam ise benim de güvenim tamdır," dedi Ezra. "Ayrıca Tohum'u çıplak elle tutmak imkânsız. Eldiven de bende kalacağına göre, hiçbir sorun yok demektir."
"Eldiven bunca zaman Leydi Demitre'de miydi?"
"Evet, Tohum ile beraber eldiven de ondaydı. Eğer eldivenin bir yedeği yoksa Tohum'un yeniden ellerimizden kayması konusunda endişelenmemize gerek yok."
"Eğer Tohum'u ele geçirmeyi akıllarına koydularsa, Valmir eldiven benzeri bir nesne yapmanın peşine düşmüştür bile. Onların sakince yerlerinde oturacağına dair en ufak inanç kırıntısı bile yok içimde."
"İçiniz rahat değilse birkaç ruhu Bilge Valmir ile Efendi Atlas'ı gözetlemesi için görevlendirebilirim," dedi Ezra kararsızlık içinde. "Bana kalırsa durumu enikonu konuşmanızı öneririm. Birbirinizin arkasından iş çevirmeye çalışarak bir yere varamayacaksınız."
"Konuşmak bizi bir noktaya ulaştırmayacak. Konuşmayı denedik ve başarısız olduk. Onlar bana uymayacak, ben de onlara."
"Bilge Valmir ile derinlemesine konuştuğunuzu sanmıyorum. Belki onun bildiği daha güvenli bir yol vardır. Ona fikrini sormayı denediniz mi hiç?"
"Ezra ne yapmaya çalıştığını anlıyorum," dedim. "Her iki taraf da birbirine sinirli. Olayın ve hislerimizin soğuması için birkaç gün bekleyeceğim. Sonrasında onunla konuşmayı denerim. Fakat nedense başka bir seçenek hiçbir zaman yaratılamayacakmış gibi hissediyorum."
Masaya koyduğum çiçeği elime aldım. Odadan ayrılmadan önce, "Gözlerini Kunter'den ayırma," diyerek uyarıda bulundum.
Kendi odama geçince Lena'ya emanet ettiğim hançerin ısıttığı bölmeye çiçeği koydum. Zihnimdeki boşluk, yüreğimdeki boşluğu körüklüyordu. Zamanın geçmesiyle yenice tanıştığım acılar bir zaman isyan ettiğim, defetmek istediğim acıların basitliğine ağıt yakıyordu. Keşke anılarımın zihnimden yavaşça kayıp gittiği bir anda sıkışıp kalabilseydim. O anlardan birinde tıkılı, kilitli kalmayı ve sonsuza dek o ana hapsolmayı yeğler hâle gelmiştim. Şimdi bulanıklık yok olmuştu, su artık tertemizdi. Fakat net görmeyi dilediğim sular, kirinden arınmış bu sular değildi. Ben geçmişin sularını saf hâliyle görmeyi istiyordum. Yeni hayatımın, geleceğimin sularının netliği benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ben zamanın çoktan değip geçtiği sulara dalmak istiyordum.
Lakin biliyordum ki, geçmişin kirli suları bana görünür kılınsa da ben mutlu ve huzurlu olmayacaktım. Ben her zaman imkânsızı, yitirileni arzu edecektim. Yüreğimin suları hiç dinmeyecekti; hep başka suların dalgalarına imrenecektim. Elimdekiyle yetinmeyi, sahip olduklarımın kıymetini hiç bilemeyecektim. Hep kayıp olanın peşinden koşturacaktım. Bu yüzden günün birinde peşinde koşturduğum hayata bir zamanlar sahip olduğumu hiç anlayamayacaktım. Hakikati saf hâliyle, tam anlamıyla hiçbir zaman göremeyecektim. Çünkü gözlerim hakikatin ışığına değil, bir düşün gölgesine odaklanmış duruyordu.
Bilmek, düzeltmeye yetmiyordu. Ne hâlde olduğumu, kendime ne yaptığımı çok iyi biliyordum ama hâlimi düzeltmeye, kendime çekidüzen vermeye gücüm yetmiyordu. Arzularımın üstünü karalamayı beceremiyordum.
Lara'ya saraya gelmesi için bir not yazıp yolladım. Ezra her ne kadar bir sorun olmadığını söylemiş olsa da gözlerinde birçok şüphe taneciği görmüştüm. İçten içe kimseye güvenemiyor, bazı şeylerin gizli kalmasını istiyor gibi bir hâli vardı. O, insanlarla arasında bir soğukluk ya da kopma olmadığını savunsa da tavırları, herkesten uzaklaşma çabası tam aksini gösteriyordu. Geçmişte yaşayan bazı kişileri ve geçmişteki bazı olayları unutamamış, durum ve kişilerin onda bıraktığı hislerden kurtulamamış, arınamamıştı.
Lara için buraya gelmek bir sorun oluşturmayacaktı. Nitekim kendisi benim yanımdan ayrılmamak için direniyor, bedenini bana yapıştırmaya çalışıyordu. Onun bu gayesi, alışkanlık hâline getirdiği yaşamının bir getirisiydi. Yaşamı gereği birinin peşine takılıyor ve o kişinin hayatını kolaylaştırıp, refahını sağlamaya çalışıyordu. Lara buydu ve daha fazlasına dönüşmeyi istemiyor gibiydi. Hep böyle kalmak ve böylece mirasına sahip çıkmak istiyordu.
Beyaz güvercinin camın önüne bıraktığı notu aldım. Güvercin göğe doğru biraz kanat çırptıktan sonra gözden kayboldu. Elimdeki zarfı açıp notu okumaya başladım.
- Savaşta insanların en çok işine yarayan ve sıklıkla kullandıkları büyüler birkaç aşamaya dağıtılmış. Birkaç basit hazırlıktan sonra nihayet o aşamalara geçiş yapma vaktimiz geldi. Bundan sonrasında bazı günlerde eğitim merkezinden ayrılmamız ve şehrin başka bölgelerine gitmemiz gerekecekmiş. Dolayısıyla sizlere not yollayacak vakti pek bulamayacağım. Ben de şimdiden sizleri bilgilendirmek istedim. Eğer merak ediyorsan diye, burada günlerimin güzel geçtiğini bilmeni isterim. Hiç duymadığım, görmediğim büyü aşamalarına tanıklık ediyor, birbirinden eğlenceli büyüler öğreniyorum. İnanamayabilirsin ama bu doğru! Gerçekten burada bize, savaş eğitimi alıyor olmamıza rağmen eğlenceli büyüler de öğretiliyor. Ki bu da durumu daha çekilebilir hâle getiriyor. Ayrıca arkadaşım ile oldukça iyi anlaşıyoruz. O zaten burada, Alsondro'da yaşıyormuş. Eğitim merkezinde bulunma amacı ise Alsondro topraklarındaki kıdemli şifacılardan biri olmak istemesiymiş. İkimizin de bir noktada hayattan isteği aynı. Bu durum birbirimizi daha da yakınlaştırdı. Eğitimden geriye kalan vakitlerde birbirimize bildiğimiz şifa büyülerini öğretiyoruz. Tabii bazen kaçamak yapıp araya birkaç eğlenceli ama işlevsiz büyüyü de ekliyoruz. Konuyu yeniden toparlamam gerekirse, eğitim beş aşamadan oluşacakmış. Son aşamada Alsondro'daki dört büyük korumayla alakalı her bir şeyi öğrenecekmişiz. Bu da eğitim boyunca dört bölgeyi ayrı ayrı ziyaret edeceğimiz anlamına geliyor. Bunun için çok heyecanlıyım. En büyük isteklerimden biri de Alsondro'yu gezebilmekti. Nihayetinde bu isteğimi de gerçekleştireceğim. Aşamalara geçince bilgilendirici kısa notlar yazmaya çalışacağım. Tabii eğer uygun görürsen. Şimdilik veda ediyorum. Umarım oralarda da her şey yolundadır.
Küçüğün Narya
Narya'nın notunu baştan sona kadar yüzümde bir gülümsemeyle okudum. En azından birilerimiz iyi bir ruh hâlindeydi. Aldığı eğitimin onu, bizi bekleyen şeyden uzaklaştırmasını umuyordum. Savaşa hazırlanıyor olsa da odağının büyük bir kısmı büyüler ve ileri zamanda alacağı diğer eğitimdeydi. Bunun farkında olmak yüreğimi hiç olmadığı kadar rahatlatıyordu. Zira onu savaşın içine atasım yoktu.
- Narya nihayet aklına gelebilmişim! İşleri yoluna sokmaya çalıştığımız için sana sık sık not yollayamıyorum. Fakat ne olursa olsun senden not bekliyor olduğumu bil. Eğitiminin yeni kademesine geçiş yapmışken bu zamanları yalnızca zoraki eğitimin bir parçası olarak görmeyip, zamanını güzel değerlendirmen, gelecekteki sana güzel anılar bırakman yalnızca zamanın ötesine vardığında anlayabileceğin yüce bir iyilik. Alsondro gezintin boyunca neler gördüğünü ve neler öğrendiğini duymayı merakla bekliyor olacağım. Kuşku gözetmeksizin fazla fazla notlar yollaman beni pekâlâ mutlu edecektir. Olabildiğince eğitiminin tadını çıkar ve yeni bilgiler öğrenmeye bak.
Büyüğün Alisa
Notun Narya'ya doğru yola çıkmasını sağladım. Pencerenin önünde durduğum anlarda büyük, demir kasanın içine konmuş Tohum'un yer altına götürülmek için Hersenk Kulesi'ne doğru yola çıkışına rast geldim. Ezra tomurcuğu korumak için Yura ve küçük bir ekibi görevlendirmiş olmalı ki, küçük ruh grubu kasayı araca yerleştirdikten sonra kendileri için ayrılmış araçlara bindi. Fakat Ezra'nın bedeni saray bahçesini terk etmedi. Siyah faytonun içine konan kasa şehrin sokaklarında takırtılar eşliğinde gezindi. Tohum'un bulunduğu faytondan başka iki fayton da güvenlik amaçlı aynı rotayı takip etti. Gözümün görebildiği noktaya kadar araçları takip ettim. Çok sonrasında faytonlar kendileri gibi bir karanlığın içine daldı ve ırak noktalara doğru gezintilerine devam etti.
Araçların gözden kayboluşuyla Ezra yüzünü bu yana çevirdi. Aynı anda baş selamı verdik birbirimize. Ardından asılı perdeyi pencerenin önüne çektim, karanlığın içeri dolmasına müsaade ettim. Loşlaşan odadan çıktım. Aşağı kata inerken koridorda yankılanan sesleri duydum. Son basamağı da inince Lena ile Henna Hanım'ın saraya girmiş olduğunu gördüm. Lena, sıkıca tutunduğu dostunun kolunu kullanarak Henna Hanım'ın ilerlemesine yardımcı oluyordu. Beni görünce adımları yavaşladı.
"Ah, Alisa, gel, Henna'ya sen eşlik et," dedi Lena. "Ben yeniden Olena'nın yanına döneyim."
Hızla ilerledim ve Henna Hanım'ın koluna girdim. "Ruhlara söyleseydiniz ya, yardımcı olurlardı size."
"Lena ruhlardan yardım almayı kabul etmiyor," dedi Henna Hanım. "Hadi kızım, beni odama çıkar."
Lena, Henna Hanım'ı bana emanet ettikten sonra sarayın çıkışına ilerledi. Biz de Henna Hanım ile usuldan yukarı kata çıktık. Koridorun sonunda yan yana duran iki odadan sağ tarafta olanı Henna Hanım'a aitti. Diğeri de tabii ki Lena'nındı. Henna Hanım'ın odasına geçtik. Onun bedeni yatağa yerleşinceye dek kolunu bırakmadım.
"Bir isteğiniz var mı Henna Hanım?"
Henna Hanım bacaklarını yatağa uzattı. Kenarda duran pike örtüyü üstüne örttüm. Topuzunu tutturduğu gümüş tokayı saçlarından ayırdı, komodinin üstüne bıraktı.
"Yok Alisa, sağ ol. Aniden başım dönmeye başlayınca dinlenmek istedim."
"İyisiniz ya şimdi?"
"Daha iyiyim," dedi sakince Henna Hanım. "Havalar soğumaya başlayınca ağrılarım artar. Bu da ondan kaynaklı olsa gerek. Bu aralar Antropedos ilginç bir şekilde soğumaya başladı. Yakında kar yağarsa hiç şaşmam!"
Yatağın ucuna oturdum. "Özel bir ilacınız yok mu? İsterseniz Valmir'den rica edeyim, sizin için bir içecek hazırlasın."
"Bunlar lanetin izleri, Alisa. Hiçbir ilaç veya içecek beni bu lanetten kurtaramaz."
"Buna sebep olan kişi ölünce de mi bu şekilde ağrı çekmeye devam edeceksiniz?"
Henna Hanım iç çekti. "Öyle olacağına inanıyorum. Bu da bir büyünün etkisi. Yani artık öyle olduğunu anladık. Fakat bir kişinin ölmesiyle düzeleceğine inanmak güç geliyor."
"Fakat büyüyü yapan kişi ölünce, özellikle de yaptığı kara büyülerin etkisi geçiyor, değil mi?"
"Evet, geçiyor. Fakat bu artık bir etkiden daha fazlasına dönüşmeye başladı." Kısa bir ara verdi. "İnsan bu saatten sonra yeniden görebileceğine pek inanmıyor, Alisa. Bunu düşlemek imkânsızı arzulamak gibi geliyor insana."
"Çok karamsarsınız. Belki savaş bitince eski hâlinize yeniden kavuşursunuz. Sonuçta doğa burada bu şekilde işliyor."
Henna Hanım ellerimi bulup kavradı. "Hepimizin karamsar ve de ümitsiz olduğu birtakım konular vardır. Bu da benimkisi işte. Tohum'u buraya getirmişsiniz. Büyüyü ne zaman yapacaksınız?"
"Bilmiyorum Henna Hanım. Sanırım hemen yapmayacağız."
"Bir aksilik mi meydana geldi?"
"Hayır," dedim. "Yalnızca en uygun anı bekliyoruz."
"Doğru, ruhların uyanışı her şeyin başlangıcı olacaktır. Düşman o saatten sonra elindeki tüm gücü savurmaya başlar. Hazırlıklı olmalıyız."
Sıcak ellerin arasından elimi çekmeye çalıştım ama Henna Hanım müsaade etmedi. "Dün oradaydın. Atlas nasıl, Alisa? Bu aralar hiç not yollamıyor. Yalanları barındıran sıcak notları birden kesiliverdi. Şimdi onlara muhtaç hâle geldim."
Yalanların ve ortaya çıkmayı bekleyen gerçeklerin arasında kaldım. "Sizi kandırmaya çalışmayacağım Henna Hanım. Büyü yapıldıktan sonra yapmayı doğru bulduğum bir şey var. Atlas ve Valmir bunu hiç onaylamıyor ve sırf bu yüzden büyüyü yapmamı engellemek istiyorlar."
Henna Hanım hemen konuşmaya dalmadı. "Nedir diye sormayacağım çünkü belli ki cevap vermeyeceksin. Fakat ikisi de ısrarla karşı çıkıyorsa, belki doğrusu o işe hiç girişmemendir Alisa. Enikonu düşündün mü?"
"Düşündüm. Fakat içiniz rahat olsun, birkaç güne Valmir ile yeniden konuşacağım. Belki onun bildiği daha güvenli bir yol vardır. Konuyu ilk açtığımda onu pek dinlemedim. Kendi bildiğimi okumaya hazırdım."
"Kesinlikle Valmir'in sözlerini dinle, Alisa. Onun ve diğerlerinin onay vermediği bir yola girmeni hiç istemem," dedi Henna Hanım. "Atlas bu yüzden mi not yollamıyor bana?"
"Bilemiyorum. Kafası karışık ve dolu olmalı. Uygun bir vakitte size dönüş yapacaktır."
Nihayetinde ellerim sıcaklığın arasından kayıp kurtuldu. Gitmeye hazırdım ama Henna Hanım'ın sesi buna engel oldu. "Aranıza soğukluklar mı girdi? En son onunla ilgili konuşurken pek mesuttun."
Leydi Demitre'nin yanına gidip saklı gerçeği öğrendiğim ve sonlarına doğru Atlas'ın kafamı dağıtmak için beni Büyülü Orman'a götürdüğü gün Atlas ile konuşmamız gerçekler ve görevimle kısıtlı kalmamıştı. Atlas ilk kez o gün, Sien Qa Sarayı'na dönmemizden kısa bir süre önce, hislerini açmış ve bana yeterli ışık kaynağı sağlayan hislerini benimle paylaşmıştı. O günden itibaren onun bu yöndeki sözlerine ve benimle paylaştığı hislerine pek odaklanmamış olsam da Diamour'un yanına uğradığım gün bana yaptığı sürprizden sonra ne onun ne de kendimin hislerini görmezden gelebilmiştim.
Önümüzde yatan şey bu hislere takılmamı engelliyordu. Böyle bir anda bir aşkın peşinden koşmak çocuksu bir hata gibi geliyordu. Fakat Atlas asla böyle düşünmüyordu. Şimdi, iki zıt düşüncenin arasına yeni ve farklı bir soğukluk girmişti. Bu nereye kadar devem ederdi kestiremiyordum. Fakat çok uzayacağını düşünmüyordum, hatta uzamamasını temenni ediyordum.
"İkimiz de dikbaşlılık ediyoruz. Ciddi bir şey yok ortada. Yakında eski tutumumuza geri döneriz."
"Lena bu aralar sarayın içinde ve çevresinde çok fazla Lerink gördüğünü söylüyor. Bunun ne anlama geldiğini pekâlâ biliyorum, Alisa. Böylesi büyük bir fedakârlığı yapmana ne gerek vardı? Elbette kenarda köşede feda edebileceğin birkaç basit veya daha az önemli bir şeyler vardır."
"Burada bana ait pek bir şey yok, biliyorsunuz. Aklıma daha uygun bir seçenek gelmedi."
"Yüreğin bu fedakârlığın sivri ucu tarafından parçalanıyor, değil mi? Bu, senin yeniden başlaman için güzel bir fırsat olabilir, Alisa. Bu zorundalığı bu şekilde değerlendirmek isteyebilirsin. Tertemiz, renklendirilmeye müsait bir sayfa var elinde. O sayfada eskimiş hiçbir şeye yer verme. Kendi hayatını kendin tasarla."
"Tasarladığım şey bana ait olmayacak," dedim. "Bana isteğim dışında bir şeyler sunuldu ve ben sunulan şeyler neticesinde bir eser ortaya koyacağım. Anlayacağınız, malzemem kısıtlı."
"Hepimizin öyle. Fakat elindeki sayfa artık sana ait. Kıymetli olan da bu zaten. Geçmişinin izleri bir çiçeğin şekline bürünmüş, etrafa güzel kokusunu yayıyor. Bu diyardaki güzellikleri görmezden gelme."
"Haklısınız fakat Lerink'i görmek beni mutlu etmiyor. Yitirdiğim, feda ettiğim şeyi hatırlayıp duruyorum. Bu, yardımdan ziyade işkence gibi hissettiriyor. Yine de yakında alışacağıma inanıyorum."
"Alışacaksın, Alisa. Alışırsın. Daha nicelerine alışacaksın. Hayat bize ters gelen, bizimle bağdaşmayan şeylere alışmakla geçiyor. Bu da onlardan yalnızca bir tanesi."
"Teşekkürler Henna Hanım. Sözleriniz iyi geldi."
"Konuşmak istediğin her anda seni seve seve dinlerim. Burası, özellikle bu saray, benim gibi düşünen kişilerle dolu. Hislerini kendine saklama. Baş etmen zor olacaktır."
"Herkesin derdi var," dedim. "Belki benimkisi bazıları için çok sıradandır. Korkunç bir ana doğru sürükleniyoruz. Kimseyi hislerimle boğmak istemem. Fakat savaş sona erince bol bol dert yakınacağıma emin olabilirsiniz."
Henna Hanım güldü. "O gün gelince kim dert yanarsa yansın şikayetçi olacağımı sanmam. O gün, içinizde biriktirdiklerinizi akıtmaya hak kazanmış olacaksınız."
Henna Hanım'ın ellerini sıktım. "Siz biraz dinlenin. Bunları başka zaman da konuşabiliriz."
Yatağa iyice yerleşen Henna Hanım'ın üstünü güzelce örttüm ve odadan çıktım. Koridorun ortasında, bana ait odanın önünde bekleyen Ezra'ya başımla odamı işaret ettim. Ezra benim ardımdan odaya girince kapıyı kapattı.
"Her ihtimale karşı Lara'yı buraya çağırdım," dedim. İçeri soğuk rüzgârın dolacağını bilerek camı açtım. "Bana verdiğin kitaplar size dair her şeyi anlatmıyor sanırım. Sen bir koruyucu ruh değil misin?"
Dünkü yağmurun kalıntıları temizlenmiş değildi. Sokaklara yapraklar savrulmuş, kaldırım kenarlarında sular birikmişti. Gök yeni bir yağmuru karşılayacakmış gibi bulanıktı. Dağınık beyaz bulutlar güneşin bedenini örtmüştü ama güneş, ışığını savuracak birkaç küçük nokta bulmuştu. Solgun ışık yeryüzüne doğru titrekçe yayılmıştı. Güneş, bahçedeki canlanmayı bekleyen bitkilerin üzerine doğru narince değdiriyordu ışığını.
"Değilim. Özünde Ruh Koruyucu'yum. Temel görevim ruhlara liderlik etmek değil, ruhlara liderlik eden efendimin ruhunu ve yaşamını koruma altına almak."
"Kitaplarda böyle bir ayrımdan söz edilmiyor."
"Kitaplarda yaşanan her şey de yazılmıyor. Orada yalnızca temel birkaç bilgi dışında bir şey bulmayı medet ummak hata olur. Zira kitapları yazanlar birer insandı. Fakat Elenorlar yeryüzünden silindiğinden bu yana Ruh Koruyucu olduğumu iddia etmek yanlış olurdu Efendim."
"Peki senden isteğim bu sanın önüne geçecek mi? O gün gelince Ruh Koruyucu'su olduğunu ileri sürüp emrimi yerine getirmeyecek misin?"
"Bugüne değin hiçbir efendim kendine zarar vermeyi düşlememişti. Fakat asıl görevim sizi dış tehlikelerden korumak. Bunca zaman nasıl ki emrinize amade oldum, o gün gelince de emrinize amade olacağım."
"Umarım dediğin gibi olur Ezra."
"Kuşkunuz mu var?"
Böyle bir soru beklemediğim için başımı ona çevirdim. "Açıkçası var. Şu kısacık süreçte bile birçok isteğime karşı çıktın. Biliyorum, sonunda hepsini yerine getirdin ama şimdi farklı bir durum söz konusu."
"Bu yola başvurmanızı onaylamıyorum ama emirleriniz isteklerimin önünde ve hep önünde olmaya da devam edecek."
Antropedos'un bulanık havalı sokaklarında bir fayton sesi duyuldu. Sokağın ucundan bu yana doğru gelen araç sarayın önünde durdu. Lara pürdikkat araçtan indi. Ona eşlik eden iki ruh vardı. Lara yanına aldığı deri kaplama bavulu tutup bahçeye adımını attı. Kahve saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı, her zamanki özenli hâlindeydi. Boşta kalan eliyle kalın pelerininin önünü tutuyor, açılmasını önlemeye çalışıyordu. Dün yağan yağmurdan ötürü çamurla kaplanan bahçede zor bela yürüdü ve merdivenlere ulaştı.
Gözlerimi bahçeden çekince, havada bu yana doğru süzülen güvercinle karşılaştım. Sabırla buraya gelmesini bekledim. Yanıma ulaşınca zarfı önüme koydu ve gözden kayboldu. Zarftaki mühür daha önce görmediğim bir mühürdü. Siyah, üzerinde gümüş parıltılar olan, yuvarlak bir mühürdü.
Ben dikkatle mührü incelerken, "Bölgenin şifacısı," dedi Ezra. Ses tonuna bakılırsa kendisinden pek hoşlanmıyordu.
Yavaştan zarfı açmaya başladım. "Kendisini pek sevmiyorsun sanırım."
"Geçmişte onunla bir musibet yaşamıştık."
Olayı detaylandıracak gibi değildi. Merakıma söz geçirdim, sessizce zarfın içinden notu çıkardım.
- Kısa zamanda yanıma uğra, tabii yanında Efendi Ruh olmadan.
Medora
Birkaç adım geride dikilen Ezra da notu okuyabilmişti. Ona dönüp tepkisini ölçtüm. Not, onu hafiften sinirlendirdiyse bile o, duygularını kolaylıkla kontrol edebilen biriydi.
"Onun bana ne söyleyeceğini biliyor olmalısın."
"Açıkçası bilmiyorum," dedi Ezra. "Fakat onun sözlerinin benim nezdimde bir kıymeti yok."
"Onun yanına gitmememi mi önerirsin?"
"Gidebilirsiniz Efendim. Yalnızca onun sözlerinin doğruyu yansıttığı pek söylenemez. Yine de yanında güvende olacaksınızdır. Ondan size bir zarar gelmez."
"Kendisini sevmiyorsun ama ona güveniyorsun, öyle mi?"
"O, başka meseleleri ana konu hâline getirecek biri değildir," dedi Ezra. "Geçmişteki olay yalnızca onunla beni ilgilendiren tatsız bir durumdu. Böylesi bir zamanda geçmişin konusunu açacağını sanmam. Güncel durumla alakalı önemli bir bilgi verecek olsa gerek."
Kâğıdı birkaç kere katladım. "O yüzden mi sen olmadan onun yanına gitmemi istiyor?"
"En fazla birkaç uyarıda bulunur. Yapılacak büyünün bilgisi onun kulağına kadar gittiyse, ki emin olun gitmiştir, yapmayı umduğu uyarıları yapmasına gerek kalmadığını anlamıştır."
"Yapmayı umduğu uyarıdan haberinin olması birbirinizi pek iyi tanıdığınızı gösterir."
"Oldukça iyi tanıyoruz," dedi Ezra. "Benim yanımda efendi olarak bulunuyor oluşunuz onu rahatsız ediyordur. Kendisinin ruhlar hakkındaki görüşleri Eli Ran gibi kişilerin görüşlerinden farklı değil. Fakat günün birinde benimle ilişkinizin son bulacak. O da bunu bildiği için fazladan uyarı yapmayacaktır."
"Desene aldığım kararı destekleyen tek kişi o olacak."
"Tüm bunlara rağmen Medora'nın sizin kararınızı destekleyeceğini hiç sanmam. Belki başka bir yol gösterecektir."
"Öyleyse gitmekte fayda var."
Odanın kapısı tıklatıldı. Minik bir onay verdiğimde kapı sessizce açıldı. "Gelebilir miyim Efendim?"
"Tabii, gel Lara."
Lara elindeki ahşap, kilitli kutuyu bana uzattı. Koyu kırmızı kutunun üzerine ay simgesi kazınmıştı. "Bugün sabah saatlerinde kapının önünde buldum. Belli ki birisi koymuş. Ruhlara sordum ama kimseyi görmediklerini söylediler. Üzerindeki kâğıtta sizin adınız yazıyordu. Özel bir şey olduğunu düşünüp açmadım."
Ezra benden önce davranıp kutuyu aldı. "Önce biz gözden geçirelim. Büyülü bir nesne olabilir."
Ezra kutuyu odamdaki masanın üstüne koydu. İkili kilidi açtı, kutunun kapağını kaldırdı. Yavaş adımlarla yanına gidip kutudaki şeye baktım. Siyah bir yılanın kendi kuyruğunu yediği broş, kutunun içindeki beyaz saten kumaşın arasında duruyordu. Lara da merakla yanımıza gelip kutuya baktı.
"Eythura," dedi Lara. "Düşmanın bir işi olabilir mi? Fakat yer altına ulaşmaları, hem de kimselere fark edilmeden bunu yapmaları mümkün mü?"
Ezra broşu eline alıp nesnenin korunup korunmadığını anlamaya çalıştı. Broşun sağına soluna, önüne arkasına iyice baktı. Bunu yaparken Efendi Ruh oluşunun getirdiği ayrıcalıklardan faydalandığı açıktı. Zira dışarıdan bakılınca yalnızca broşu inceliyormuş gibi görünüyordu.
"Bu nedir?"
"Bir döngünün tamamlanıp, yeni bir yaşamın doğumunu temsil eden bir sembol. Bizler Eythura deriz," dedi Lara.
"Düşman, bana neden böyle bir şey göndersin ki?"
"Bunun Timun Bey'den geldiğini sanmıyorum," dedi Ezra. "Broş, Permondura'nın ruhunu taşıyor."
"Permondura mı? O ülkedeki herhangi birinin beni tanıdığını pek sanmam."
Ezra broşu parmakları arasında çevirip kutuya koydu. "Emin olun tanıyorlar Efendim. Ruhların Efendisi'siniz. Artık birçok insan sizi tanıyor, hiç görmedikleriniz bile."
"Bu ne anlama geliyor peki?"
Ezra duraksadı. "Sanırım önümüzdeki savaşa işaret ediyorlar."
"Permondura, siz ruhların içinde bulunduğu bir durumda bizleri mi destekliyor?" diye hayretle sordu, Lara. "Belki de yalnızca alay ediyorlardır."
"Alaydan ziyade meydan okumaya benziyor," dedi Ezra. "Anlaşılan savaşla beraber yeni bir rakip kazanacağız."
Meydan okuma olarak gördüğü gelişmeye rağmen Ezra'nın yüzü sıkıntıyla dolu değildi. Aksine ilk kez keyiflenmiş görünüyordu. "Sanırım bizim de geri dönüş yapmamız gerekiyor."
Lara müsaade isteyip odadan çıktı. Kapı kapanır kapanmaz odağımı yeniden Ezra'ya verdim.
"Bunun bir meydan okuma olduğunu söylüyorsun," dedim. "Onların yer altına erişebilmesi yeni bir felaketin yaklaştığını göstermez mi? Okuduğum kadarıyla geçmişte Permondura'yla pek bir çekişme yaşanmamış. Yalnızca sizden hazzetmiyorlar, o kadar. Bu durumun nesi seni bu kadar keyiflendirdi?"
Ezra kutuyu kapattı. "Bu bir süre bende kalsın Efendim. Sorunuzun cevabına gelecek olursak, gözlerin üzerimizde oluşu keyiflendirdi beni. İleride daha iyi anlayacaksınızdır. Bu gelişme sizi germesin. Permondura'nın derdi biz ruhlarla."
"Daha birkaç dakika önce Ruhların Efendisi olduğumu söyleyen sendin."
"Ölümü arzu ediyorsunuz. Bence asıl endişelenmeniz gereken şey bu." Kutuyu eline alıp bana doğrulttu. "Bunu alıyorum. Umarım sizler için sorun olmaz."
Elimle kolunu tuttum. "Yeniden bir şeyler gizlemeye başladığını hissediyorum. Senin, benim aklımdan geçen en ufak düşünceden dahi haberin oluyor. Şartları eşitlemeye ne dersin?"
"Zihnimi okumayı mı istiyorsunuz?"
"Hayır, düşüncelerini doğrudan benimle paylaşmanı istiyorum."
"Yalnızca geçmişte birtakım çatışmalar yaşadığım kişilerin yıllar geçmesine rağmen yaşananları unutmayıp kendilerini göstermeye çalışması hoşuma gitti." Elindeki küçük kutuyu salladı. "Unutulmaktan korkuyor olmalılar."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |