Antropedos'un sert, bulanık ve yağmur kokan havasından Katrin'in yağan karın getirdiği ferah kokulu ama bir o kadar da soğuk havasına geçiş yaptığımda, bu seferliğine bahçeye açılan bir geçit oluşturduğum için, havanın tazeliği içinde bulunduğumuz duruma rağmen yoğun yoğun yüzüme temas etmiş ve beni mahrum kaldığım ferahlıktan daha fazla alıkoymamak adına kar kokusunu taşıyan rüzgârını uzun uzun estirmişti. Sarayın kapısına doğru adım attıkça bahçeyi beyaza bulamış karın ezilme sesi etrafa yayılıyordu. Sarayın girişine uzanan yol, bahçenin kenarlarına dizilmiş tarhlar ve sarayın etrafına sıralanmış sütunların oyukları karla süslenmişti. Kışın hâkimiyetini hissettirdiği, giderek soğuyan havaya rağmen bahçe muhafızlarla doluydu. Adımlarım aceleci değildi. Rüzgârı, havanın sertliğini ve soğukluğunu, karın ferah kokusunu iyice hissetmek ve eğer mümkünse biraz kendime gelmek istiyordum.
Yavaş ve sakin adımlarım beni sarayın kapısına getirdiğinde, devasa kapı çoktan benim için açılmış duruyordu. Kapıda beni bekleyen saray hizmetlilerine kısaca teşekkür edip sarayın içine girdim. Az ileride, koca holün büyük salona açılan kapısının yanı başında dikilen bedenin yanına doğru hızlıca ilerledim. Geçen günlerin ardından Aren'i sağlıklı ve toparlanmış bir şekilde görmek beni mutlu etmişti. Kısaca selamlaşıp salona girdik.
Salona girince, meraklı adımlarım pencerenin önüne götürdü beni. "İyi görünüyorsun."
Aren de bana uyup yanıma geldi. "Odaklanmamız gereken bir yola saptık. Üzerine düşünmemiz gereken hislerle her şey geride kaldığında ilgilenmemiz daha doğru olacak. Yoksa yeni kayıplar vereceğiz."
"Yine de iyi hissetmek için kendini baskılama. Kötü bir zamanda sarsıcı gerçeklerle yüzleştik... Böyle diyorum ama benim yolum da seninkinden farklı değil. Bazı şeylerin üzerinde çok durmamaya çalışıyorum." İç çektim. "Kış buraya daha erken uğradı. Antropedos'ta hazan vakti hâlâ devam ediyor. Sanırım akşama doğru oraya yağmur yağacak."
"Antropedos'un kışa geç girecek olması tuhaf değil. Orası her daim diğer bölgelerden daha sıcak olmuştur. En azından öyle olduğu söylenir."
"İnsanlar haklıymış," dedim. "Antropedos'un havası boğucu ve sıcak. Yaşam yeniden doğmaya başlayınca şehrin güzellikleri kendini belli etmeye başladı. Fakat ilk zamanlar orada nefes almak bile daha zorluydu."
"Şimdi ise hızlıca uyum sağlamış görünüyorsun. Antropedos'tan ilk dönüşünde şehre yenilmiş gibi bir hâlin vardı. Artık orayı benimsemiş gibisin."
"Doğru. Bunun en büyük sebebi kavuştuğum gerçek. Fakat orada olmak bazı zamanlar bir işkence hâline geliyor. Çok fazla sorumluluk hissediyorum."
"Ruhların senden bir şey istemediğine eminim. O sorumluluğu yaratan sen olabilir misin?"
Koca pencereden içeri dolan gün ışığı yüzümü aydınlatmaya yetmiyordu. "Olabilir elbet. Birazcık da bilgisizliğimin bir etkisi olsa gerek. Orayı benimsedim ama sanırım uyum sağlama konusunda biraz daha vakte ihtiyacım var."
"Ne olursa olsun bu büyük bir sorumluluk. Bazen takılman ve tökezlemen olağan. İyi yandan bakacak olursak yanında sana yol ve yön gösterecek biri var."
Hafifçe tebessüm ettim. "Aslında bir yenisi daha eklendi. Artık Efendi Galen yol gösterme konusunda Ezra'ya eşlik ediyor. Hatta bir noktada onu gerisinde bile bırakıyor diyebilirim. Bu da benim oldukça işime geliyor."
"Orada yalnız kalmadığını bilmek güzel."
Aren'in göz bebeklerine işlemiş birtakım olgular söz konusuydu. Onu göz hapsine aldım. "Neyin var?"
"Lena nasıl?"
"Aklın onda kalmasın. O, oldukça iyi. Geçtiğimiz hafta aramızdaki soğukluğu giderdik. Eminim artık kafası daha rahattır. Yani en azından kafasının benimle ilgili olan kısımları rahattır."
"Güzel."
"Hiç konuşmadınız mı?"
"Kısa süre sonra yanınıza geldi. Ne ara konuşabilirdik ki?"
"Not yollayabilirsin Aren," dedim. "Bu seçeneği unuttun mu yoksa direkt eledin mi?"
"Notlar gereken hissi aktarmaya yetmiyor."
"Hiç yoktan iyidir," dedim hafif aksi bir tavırla. "Aklın onda kalıyorsa bir not yolla. Hem kendini hem de Lena'yı belli başlı konularda rahata erdir."
Cevap vermedi ama bu yola başvuracağını anlayabildim. Bunca zaman boyunca Lena'ya öfke duyduğu için kendini sorumlu ve suçlu hissediyordu. Göz bebeklerinde sönükçe parlayan ışıltı kendini ele veriyordu. Huzursuzdu ve bunu gidermek için adım atma cesaretine henüz sahip değildi çünkü, sanırsam, benim bedenime yapışmış utanç onun da bedeninden arınabilmiş değildi.
Güneşin doğuşu her yeri aydınlatmaya yetmiyordu. Bazı yerler ya hep ya da uzunca zamanlar boyunca gölgede kalıyor, kenarlarında uzayan kayalar yüzünden ışığa muhtaç hâle geliyordu. Hakikatin doğuşu da buna benziyordu işte. Gerçeğin yarattığı ışık bazı yerlere ulaşamıyordu ve bazı yerler hep gölgenin yarattığı karanlığa mahkûm kalıyordu. Işığa kavuşamayan yerlerin sorumluluğunu üstümüze alıyorduk. Yapılan yanlışın pekâlâ farkındaydık ama doğan hisleri söndürecek kararlılığa sahip değildik.
Şimdi ise doğru sandığımız gerçeğin çizdiği yolda yürürken yaptığımız eylemler ve aldığımız kararlar dolayısıyla pişmanlık duyuyorduk. Karanlığı yaratan kişi değildik ama karanlığın bize hükmetmesine izin verdiğimiz ve o karanlığı dağıtamadığımız için suçluluk duygusunun bedenimize tahakküm kurmasına müsaade ediyorduk. Bu ise bizi, geri dönüşü olmayan bir noktada, söndürülmesi mümkün olmayan hislerin doğumuna doğru götürüyordu.
Aren ile konuşmam sona erince bu sarayda bana ayrılmış olan ama pek kullanmaya fırsat bulamadığım çalışma odama yöneldim. Odaya girince ilk yaptığım şey geniş odanın büyük penceresini açmak oldu. Yağmaya devam eden kar içeri doğru sızdı ama bunu hiç dert etmedim. Yapacağım konuşmaya ve Valmir'in vereceği tepkiye kendimi hazırlamaya çalıştım. İlk başta itiraz edecek ve büyük ihtimalle bana kızacaktı. Eğer en nihayetinde bana uyacaksa ağzından çıkacak keskin sözlerin hiçbir önemi yoktu. Zaten benim zihnimde de sivri sözlerin yarattığı acı vardı.
Ahşap masanın önündeki açık alanda dolanıyorken odanın kapısı açıldı. Ezra ile Valmir odaya girdi. Oyunuma ortak olan Ezra fazlasıyla memnuniyetsizdi. Yine de günün sonunda, o, ruhu özgür bırakılmamış koruyucu bir ruhtu; efendisine uymak dışında bir yolu yoktu. Onca derdin ve uğraşın içinde nefes almaya çalışan Valmir'e yeni bir sorumluluk bırakacak olmak beni de mutlu etmiyordu ama işte, mecburdum.
Kapıyı kapatan Ezra kapının yanından ayrılmayı doğru bulmadı. Valmir ise bakışlarına yerleşmiş merak ve sorguyla yanıma dek geldi. "Bu özel görüşme isteğinin nedeni nedir Alisa?"
"Açıklayacağım," dedim. "Fakat kararın ne olursa olsun bu konuşmadan kimsenin haberi olmasını istemiyorum. Bana önce bunun garantisini ver lütfen."
Masanın önüne geçen Valmir ile göz temasını kesmemek için Ezra'ya sırtımı döndüm. İçeri sızan gün ışığı doğrudan Valmir'in sırtına vuruyordu. "Bir teklif sunacaksın belli ki. Teklifini duymadan sana o güvenceyi veremem Alisa."
Valmir'i ikna etmek zor olacaktı. "Sana geldiğime göre sana olan güvenimi boşa çıkarma. Bunu yapabileceğine inandığım tek kişi sensin. Ne de ola günün sonunda hislerini bastırmayı başaran birisin. Bunu bu diyarda pek fazla insan yapamıyor."
"Alisa benden insanlık dışı bir istekte bulunacak gibisin."
Sessiz kaldım.
"Bunun için beni seçmiş olman beni gururlandırmadı," dedi Bilge. "Sende kötü bir imge bırakmış olmalıyım. Fakat ben de diğer insanlar gibi insanlık dışı eylemlere karşı sıcak bakmıyorum Alisa."
"İsteğimin bir nedeni var. Belki önce o nedenden bahsetmem daha doğru olacak."
"Bahset o hâlde."
"Efendi İlgar'ın benden ne istediğini biliyorsun. Bu, henüz Efendi İlgar bana bu teklifi yapmadan önce aklıma gelmişti. Zira başka bir çıkar yol yok gibi. O yüzdendir ki bu duruma karşı değilsindir."
"Ruhları uyandırmanın getireceği tehlikelerin farkındayım," dedi düşünceli düşünceli. "Fakat haklısın, başka bir çıkar yol yok."
"Ruhların uyanışıyla beraber oluşacak tehlikeleri en aza indirmek benim görevim. Ne de olsa ruhlara efendilik eden kişi benim," dedim. Pencereden içeri soğuk bir hava doluyordu. Ellerim çoktan üşümüş, yavaştan yavaştan hissizleşmeye başlamıştı. Elbisemin kemerine bağlı duran kılıcı kınından ayırdım. Dizlerimin üstüne çöküp avuçlarımın içinde tuttuğum kılıcı Valmir'e sundum. Gözlerinden geçen hislere tanıklık etmek istemediğim için başımı yere eğdim. "Savaş, oluşacak tehlikeyi sona erdiremezse, sen erdir."
Sessizliğin oluşturduğu boşluk etrafı sağır etmişti. Yüreğimin uyumsuz sesinden başka bir ses duyamıyordum. Açık pencereden içeri dolan rüzgârın uğultusu dahi duyulmuyordu. Yine de sunumu ellerim titremeden gerçekleştirebildim.
Uzunca bir aradan sonra Valmir'in sert sesini duydum. "Ayağa kalk, Alisa! Ben de, Alisa ne çabuk uyum sağladı bu diyara, diye düşünüyordum. Hakikaten de korkunç bir uyum sağlamışsın Alisa! Bu diyarın havası sonunda seni de zehirlemiş."
Cesaretimi toplayıp kafamı kaldırdım. Valmir'in gri gözleri bana meydan okuyordu. Ne kadar dil dökersem dökeyim onu ikna edemeyecektim. Ayağa kalktım ve istemeye istemeye kılıcı yerine koydum. "Peki, başka bir önerin var mı Valmir? Bu seçeneği keskince reddettiğine göre bir sığınağın olmalı."
"Yalnızca yuvasını yitiren insanlar mı sapkınlık yapar Alisa? Bir sığınağım yok ama aklım hâlâ diri, bilgeliğim beni terk etmiş değil. Kötücül ışığın sönmesi, zaruri ama masum eylemlerin yaratacağı karanlığı giderecektir."
"Bir yalanı konuşuyorsun," dedim. "Sözlerine karşı beslediğin inancın seviyesini ölçebilmek isterdim. Sen iste veya isteme, bir yemin ettim, o yemini bozacak değilim."
"Yanlış sulardasın Alisa. Bu fikir aklına nasıl girdi bilmem ama bu, akıllı bir zihinde uzun süre boyunca nefes alabilecek bir fikir değildir. İleride bu fikre kapıldığın için ya pişmanlık ve utanç duyacaksın ya da aklını yitirdiğin için gerçeği kavrayabilme yüceliğine hiçbir zaman erişemeyeceksin." Soğuk bakışları arkama odaklandı. "Efendin bu korkunç fikre kapıldığında, onu fikrinden vazgeçirmek adına hiçbir eylemde bulunmamış gibisin. Yeni bir kayba sempati duyar gibi bir hâliniz var! Yeniden o efendisiz günlerine dönmeye meraklı olduğunu hiç sanmazdım Ezra!"
"O bir koruyucu ruh," dedim. "Efendisinin sözüne uymak dışında bir görevi yok. Onu özgür kalmış ruhlarla karıştırıyorsun Valmir. Aksine itiraz etmesi, onu isyankâr ve uyumsuz yapacaktı."
Valmir'in kaşları havalandı. "Bu da senin sınavın, Ezra: Gerçeklik algısını yitirip körleşen kişileri Efendi belleyerek, onların çizeceği yamuk çizgilerin üstünde hayatta kalmaya çalışmak."
Valmir'in sözlerine kulak asmadım. "Eğer bunu yapmayacaksan, yapmak istemese bile yapmak zorunda kalacak bir tanıdığım var."
"O hâlde buyur, teklifini Ezra'ya sun!" dedi Valmir, aksi aksi. "Beni aptal ve acınası oyununa dâhil etme!"
Valmir'in aşağılayıcı sözlerini sindirmek için kendime süre tanıdım. "Kimseye bahsetme," dedim. "Bu konuşmadan bu odadaki kişilerden başka bir kişinin haberi olursa, ben de sana karşı tavır alırım Valmir. Yollarımızın ayrılmamasını dileyen sendin. Eğer arzun hâlâ aynı yöndeyse isteğime dikkat edersin."
Valmir'in yeni bir söz söylemesini duymak istemiyordum. O cevap vermeden arkamı döndüm ve bakışlarımın Ezra'ya değmesine müsaade etmeyerek odadan çıktım. Bir kat aşağı inene dek zihnimi susturmaya çalıştım. Yeniden büyük salona döndüğümde saray çalışanlarından Pamir'i buraya çağırmalarını rica ettim.
Kar şiddetini bir tık arttırmıştı. Yere düşen taneler, yerde birikmiş kar yığınına sıkıca ve kolayca tutunuyordu. Yerdeki karın kalınlığı artarken gök giderek açılıyordu. İçim sıkıntıyla doluydu. Duvarların arasında, kapalı alanın içinde dışarıdaki soğukluğu hissedebiliyordum. Kalın ve sağlam duvarlar dışarıdaki soğuğu içeri sızdırıyor, bir sarsıntıyı içeri dolduruyordu.
Düşünceler başımı döndürüyordu. Zemin ayağımın altından kayıyor gibiydi. Salondan içeri birinin girdiğini duydum. Dengemi sağlamayı başarınca içeri giren bedeni karşılamak için arkamı döndüm. Pamir hafifçe eğildi ve onun yanına doğru gelmeyeceğime emin olunca yanıma yaklaştı.
"Diğer bölgelerden eline bir not ulaşmadı sanırım."
"Aslında sizin bölgeniz hariç hiçbir yerden not kabul etmiyorum," dedi Pamir. "Birkaç not yollandığından haberim var ama onları kabul etmeyi doğru bulmadım."
"Son zamanlarda notlarla sınanıyoruz. Düşünceni anlıyorum, aynı şekilde korkunu da. Atlas'ın Asel Hanım'a bir davet notu yolladığını biliyor olmalısın. Bir vakit Asel Hanım Antropedos'a uğradı ama orada bizimle birlikte kalmayı istemedi; yeniden kendi sarayına döndü. Dönmeden evvel benden bir istekte bulundu. Seninle görüşmek istiyor ve eğer sen de onay verirsen ikinizi buluşturacağım."
Pamir bir müddet sessiz kaldı. Fikrimi ölçüp tarttı. "Bir sorun oluşmasını hiç istemem."
"Açıkçası ben, öyle ya da böyle, her daim sorunların oluşacağını kabul ettim. Annenle konuşmayı arzu ediyorsan, görüşmenin Antropedos'ta gerçekleşmesini sağlayabilirim."
"Eminim herkes kendi ailesiyle uzun uzadıya, aklında hiçbir soru işareti kalmayıncaya dek konuşmak istiyordur."
"Sorumluluğu üstüme alıyorum," dedim. "Sonuçta benim şehrimde görüşeceksiniz. Dürüst olacağım, Asel Hanım güvenimi kazandı. O yüzden görüşmeniz konusunda içim rahat. Fakat bu, bir aksilik yaşanmayacağını garanti etmiyor."
"Onunla konuşmayı gerçekten istiyorum. Eğer gözüne batan çok büyük bir detay yoksa teklifini kabul edeceğim," dedi çekinerek. "Fakat sorumluluğu üstlenmene gerek yok. Kendi isteklerimizin yaratacağı sonucun sorumluluğunu alacak kadar yetişkiniz."
"Ondan gelen notları okumadığına göre birkaç belirgin korkun olsa gerek Pamir," dedim anlayışla. "Bunu üsteleyen benim; o yüzden sorumluluğu benim almam kadar doğal bir durum yok. Ailenin almak istediği bir karar var. Bunu senin de duyman ve ona göre bir değerlendirme yapman gerek."
"Ne isteği?"
"Bunu sana Asel Hanım'ın söylemesi daha doğru olur. Eğer görüşme için yarını uygun görürsen bugün beraber Antropedos'a gidelim. Akşama doğru Asel Hanım'a bilgilendirici bir not yollarım."
"Önce Atlas ile konuşayım. Bugün ve yarın buralarda olmayacak oluşum sorun yaratmayacaksa dediğin gibi yaparız."
Pamir Atlas'ın yanına gitmek için hareketlendi. Benim yerimde kıpırtısız durduğumu görünce, "Sen gelmiyor musun?" diye sordu.
"Hayır, burada seni bekleyeceğim."
Birkaç saat sonra, havanın kızıllığı etrafa yayılmaya başlayınca yanımıza Pamir'i de alarak Antropedos'a dönmüştük. Sien Qa Sarayı'nda Perla'yı görememiş olmak beni hayal kırıklığına uğratmış olsa da Pamir'in Perla'nın durumu hakkındaki güven verici sözleri beni rahatlatmayı başarmıştı.
Lordabur Sarayı'na varınca önce Pamir'i kendisine ayırdığımız odaya götürdüm. Ezra saraya vardığımızda bizi yalnız bırakmış ve ordu yönetimindeki gelişmeleri öğrenmek için Efendi Galen'in konakladığı binaya doğru yola koyulmuştu. Pamir yanına aldığı birkaç eşyayı odaya bıraktıktan sonra beraber salona geçtik. Talimler ve çalışmalar bugünlük sona erdiği için herkes büyük salona geçmişti bile. Henna Hanım her zamanki gibi oturma alanının bir köşesine yerleşmişti. Yemek saati yaklaştığı için Lena masayı hazır etmekle meşguldü. Bu iki yaşlı kadının yanında kalmış olan Kunter ise Lena'ya yardımcı olmaya çalışıyordu.
İçeri girdiğimizde diğerleri Pamir ile selamlaşma faslına dalınca Kunter'i, masanın düzenini bozduğunu söyleyerek, yanlış yaptığı şeylerden ötürü ona söylenen Lena'nın elinden kurtardım. Kunter teşekkür edercesine bana bakıp hız kaybetmeden dostunu karşılamaya gitti. Lena düzeni kontrol etmek adına yeniden yemek masasına gelene dek Kunter'in önemsiz ama Lena'yı sitem ettirecek büyüklükteki yanlışlarını düzelttim.
Kulak misafiri olduğum kadarıyla herkes adım attıkları yoldan ötürü Pamir'e tebriklerini iletiyordu. Pamir ise gelen tüm tebrikleri büyük bir sıcaklıkla karşılıyor, belki de geçen sürenin ardından ilk kez birileriyle bu konu hakkındaki heyecanını ve mutluluğunu uzun uzadıya paylaşıyordu. Onların içine düştüğü an ister istemez yüzümü gülümsetti.
Lena başımda bir müfettiş gibi dikildi ve masayı kontrol etti. "İşte bu kadar! Bunca zaman boyunca bu çocuğa masa düzenini öğretememiş olmamız büyük ayıp."
"O bir savaşçı," dedim gülümseyerek. "Bırak da bu tarz küçük hususlarda yanlışları olsun."
"Ama çok kolay bir şey bu, kızım," dedi Lena sitem ederek. "Bunu biliyor ve uygulayabiliyor olması lazım." Lena dikkatle bana baktı. "Katrin'de bir sorun mu meydana geldi?"
"Hayır," dedim hızlıca. "Oraya kar yağmış, biliyor musun? Her yer bembeyaz olmuş."
Lena oyunuma uyum sağladı. "Öyle mi? Desene en azından havadaki kir arınmaya başladı. Katrin'e en çok baharı yakıştırsam da kapıya dayanan kışın ayrı bir güzelliği olduğunu bilirim."
Masa hazır olunca herkesi masaya davet ettik. Lena, Pamir'in yardımıyla baş köşeye oturan dostuna doğru seslendi. "Henna duydun mu? Katrin'e kar yağıyormuş."
"Ah, ne güzel! Keşke bir an önce buraya da kar taneleri inmeye başlasa."
"Antropedos'a uzunca zamandır kar yağmıyor diye biliyorum," dedi Lena. "Fakat yağsa buraya oldukça yakışır diye düşünüyorum. Soğuk tarafından esir edilen, bulanık havanın devamlılığını sürdürdüğü bölgelere kış epey yakışıyor."
"Eğer mümkün olsaydı Antropedos'u renkli çiçeklere kavuşmuş bir hâlde görmeyi tercih ederdim," dedi Henna Hanım. "Katrin'in havasını bırakalım şimdi. Detayları bizlerle paylaşsana Pamir. Gönderdiğiniz notta yazanlardan başka bir şey bilmiyoruz. Vaktimiz varken yaşanan güzelliklerden uzunca bahsedelim."
Henna Hanım'ın konuyu açmasıyla Pamir bu kararı nasıl aldığından, hayata nasıl geçirdiğinden, Perla'nın tepkisinden, kısacası serüveninin her bir detayından büyük bir istek ve diri bir mutlulukla söz etti. Çıktığı yolculukta karşılaştığı her manzarayı detaylıca betimledi; gördüğü manzaraların en ufak detaylarını bile kendisine saklamadı.
Yolculuğunu paylaşan bedeni pürdikkat dinleyen üç bedenin gözlerinden geçenler bir noktada çok benzerdi. Yüzlerindeki kıvanç da birbirinin aynısıydı. Güzel haber, kötü bir zamanın en ihtiyaç duyulan anında gelmişti. Öyle ki, belki de normalde hissedilecek mutluluktan daha fazlasını kucaklıyordu bedenler.
"Perla'nın isteklerini ve beğenileri üstü kapalı olmaksızın benimle paylaşması en çok bu anda işime yaradı," dedi Pamir. "Böyle bir durumdayken kimseden yüzük konusunda fikir alamazdım."
"Ah, o da nereden çıktı?" diye kızdı Henna Hanım. "Sizi biz yetiştirdik ama görüyorum ki bazı konularda eksik kalmışız. Benden değil ama Lena'dan hiç şüpheye düşmeden bu istekte bulunabiliyor olman gerekirdi. Kötü zamanlar, bize sunulan güzelliklerin üstünü örtelim diye bize gönderilmiyor. Bu durumdan çıkarılması ve alınması gereken dersler bambaşka."
"Büyüdükçe çocuklarla aramızdaki bağ gevşiyor," dedi Lena. "Henüz onlar küçükken, bana yalnızca adımla seslenmelerine karşı yaptığım ikazı çiğneyip bu alışkanlıklarından vazgeçmeyi bile düşünüyor olabilirler. Görüyorsun ya Henna, zaman bazı alışkanlıkları öldürüyor."
"Bu ikazı benim de yapmam gerekirdi," dedi Henna Hanım. "Bak, şimdi istiyor olsunlar veya olmasınlar sana adınla seslenmeye devam ediyorlar. O zamanlar bu basit kelimenin çocuklarla aramızdaki bağın arasına gireceğini bilemezdim."
Pamir tebessüm etti. "Her istediğinizi yerine getiriyoruz sanıyordum."
"Bunu kural bellemişsiniz oğlum," dedi Lena. "İsteklerimizi aradaki bağdan değil de yalnızca büyük olduğumuz için yapar gibisiniz."
"Ah, Lena çocukları rahat bırakalım. Bunlar yaşlılığın getirdiği tuhaf takıntılar. Aldığınız karar bizi öylesine memnun etti ki Pamir! Diğer detaylara şimdilik takılmayalım. Vakit bulabilsek de aldığınız kararı beraberce kutlasak."
"Bunu biz de isterdik ama sanırım hiç uygun bir anda değiliz Henna Hanım," dedi Pamir. "Zaman, bir kutlamayı kaldırabilecek ağırlıkta değil. Şimdilik güzel dileklerinizle yetineceğiz."
Yemek sona erdiğinde Pamir herkesten izin isteyip odasına çıktı. Diğerleri de kendi bölgelerine çekilince Ezra ile konuşmam gerektiği için sarayın en üst katına, terasa çıktım. Bir süre Ezra'nın saraya dönmesini bekledim. Görüş alanım genişti. Fakat dakikalar geçiyor olmasına rağmen aradığım bedeni bir türlü göremiyordum. Ezra'nın Galen İlgar ile konuşmasının bu kadar uzun süreceğini tahmin edememiştim. Sanırsam yarım saat kadar terasta onu bekledim. Terasın sunduğu geniş alan bir türlü onun bedenini sergilemiyordu. Görüş alanım temiz olmasına rağmen terastan içeri onun bedeni girdi.
"Saraya girdiğini göremedim."
"Arka kapıyı kullandım," dedi Ezra. "Bir isteğiniz mi var?"
Kılıç bu saraya geldiğimde bedenimden ayrıldığı için isteğimi temsilen kılıcımı ona veremeyecektim. Ki kılıç yanımda olsaydı da Valmir'e yaptığım sunumu Ezra'ya yapabileceğimi sanmıyordum.
"Valmir'den istediğim şeyi savaş sona erince senin gerçekleştireceğine dair bir söz almak istiyorum senden."
Ezra hemen lafa atılmadı. "Nasıl isterseniz Efendim."
"Birkaç güne Efendi Galen ile konuşup bir vâris bulacağım. Bu konuda şüphen ve endişen olmasın. Yarın gidip Tohum'u buraya getirelim. Öğle vakitlerinde Asel Hanım buraya gelecek. Pamir ile görüşmeleri sona erince seninle Tohum'u almaya gideriz."
Ezra başını salladı. Ardından Asel Hanım'a davet notu yollamak için odama geçtim. Kısa notu basit büyünün yardımıyla yola çıkardım. Bir cevap gelmeyeceğini biliyordum. Sabaha kadar neyle uğraşacağımı düşündüm. Sahiden sabahı nasıl edecektim? Uykuya dalmak bu zamanlarda mümkün değildi. Yüzüğün içindeki ruhların gücü insancıl ihtiyaçlarımı ortadan kaldırıyordu. Zamanla Ezra'nın bir benzeri hâline geliyordum. İhtiyaç duyduğum şeyler az, görevim açıktı.
Sabaha kadar odamdaki pencerenin önünde kayıp giden zamanın bıraktığı izleri seyrettim. Ayın göğe iyice yerleşmesini ve ardından gecenin koyuluğu yavaş yavaş silinirken güneşin doğuşunu izledim. Yeni doğan gün bizleri yağmurla karşıladı. Güneşin doğmasından çok az bir süre sonra yağmur damlaları yeryüzüne inmeye başlamıştı. Yağmura ise soğuk mu soğuk bir rüzgâr eşlik ediyordu.
Hava iyiden iyiye aydınlanmaya başlayınca ve yollar yağmur sularının yarattığı çamur ve gölcüklerle dolunca şehrin sokakları ve sarayın girişi ruhların bedenleriyle doldu taştı. Her beden kendine ait alanda üstlerine düşen görevi yerine getirme amacıyla dikilip keskin gözleriyle etrafı inceliyordu. Bahçedeki bedenlerin arasına Lena ve Henna Hanım'ın bedeni girdi. Bahçenin taşlı yolunu kullanarak yan taraftaki binaya gitmeye çalışan iki bedenin hakaretleri aceleci değildi. Taşlı yolu takip eden Lena, dostunun uzun eteğinin çamura bulanmaması için ekstra çaba sarf ediyordu. Nihayetinde görüş alanımdan çıktılar.
Yeni güne kendimi hazırladım. Üstümü değiştirince odadan çıktım. Ezra kapının yanında beni bekliyordu. Beraber alt kata doğru inmeye başladık.
"Asel Hanım birkaç saate burada olacaktır," dedi Ezra. "Sistem yardımıyla sınıra, oradan da geçit yardımıyla saraya gelecek. Ruhları görevlendirdim. Asel Hanım'ı karşılamak için sınıra gitmemize gerek yok. Tabii arzu ederseniz gidebiliriz."
"Madem ruhları görevlendirdin, o hâlde burada kalalım."
Ezra ile birlikte büyük salona geçtik. Pamir çoktan salona inmiş ve Asel Hanım'ın buraya gelmesini sabırsızca beklemeye koyulmuştu. Duvarı boydan boya kaplayan oval pencerelerin önünde durmaksızın hareket ediyordu. Endişeliydi; annesinin ona vereceği haberden korkuyordu. Onu bu endişeden arındırabilirdim ama Edvin Bey'in seçtiği yolu tanıdık birinin, aileden birinin bildirmesinin daha doğru olacağına inanıyordum.
"Antropedos'taki ilk gecen nasıldı Pamir? Umarım rahat etmişsindir."
Pamir bir o tarafa bir bu tarafa doğru anlamsız adımlar atmayı kesti. "Pek rahat ettiğim söylenemez. Fakat bu durumun burada oluşumla bir ilgisi yok. Kendi evimde bile olsaydım bu kadar rahatsız ve huzursuz hissedecektim."
"Günler öncesinde Asel Hanım buraya geldiğinde, ona burada kalması için bir teklifte bulunmuştum. O ise hiç şüphesiz reddetmişti. Bugünkü konuşmanız sona erince burada kalması için annene bir ricada bulunmanı istiyorum. Yeniden o saraya dönmesi tehlike oluşturabilir."
Pamir bir şeyler anladıysa bile anladığı şeyler onda yalnızca daha fazla endişe ve korku uyandırıyordu. "İlk önce onun ne söyleyeceğini dinleyeceğim. Konuşma sona erince onun güvende kalması gerektiğini hissedersem elbette bu teklifi ona sunarım."
Pamir'in aklı başka yerlerdeydi. Annesinin düşmana ortaklık ettiğini düşünüyordu. Bu, herkesin zihninin bir köşesine gizlediği, tartmak istemediği ama yüzleşmek ve değerlendirmek zorunda olduğu bir düşünceydi. Karşımdaki her kim olursa olsun hissedilen bu korkuyu anlayabiliyordum. Onların içine savrulduğu ve tökezlediği noktaları görmek, o noktaları hissetmek benim için oldukça kolaydı.
Pamir kısa bir an için Ezra'ya baktı. Bunun neticesinde konuyu değiştirme kararı aldı. "Aldığınız kararı duydum. Bu, iyi bir karar mı yoksa kötü mü bilemiyorum. Umarım sonunda pişmanlık duymayız. Ya da bu fikri hayata geçirirken bir sıkıntı yaşamayız. Bu, öylece, kolaylıkla yapılacak bir şey olmasa gerek."
"Aslında sanılanın aksine pek zor değil," dedim. "Neredeyse gerekli her şeye sahibiz. Tohum da buraya geldiğinde hiçbir eksiğimiz kalmayacak."
"Bugüne kadar kimse bunu yapmayı tercih etmemiş," dedi Pamir şüpheyle. "Biliyorum, zor bir durumun içerisindeyiz. Fakat ruhlara karşı engin bir bağlılık hisseden Efendi Enda bile tum ruhları uyandırma yoluna girmemiş. Bu, bu durumun yasaklı veya korkunç sonuçlar doğurabilecek bir eylem olduğunu hissettiriyor bana."
"Efendi Enda neden tüm ruhları uyandırmamış, orasını bilemem. Belki de o, yazgıya inanıyordu ve ruhların kendi efendileri tarafından yaşama döndürülmesini destekliyordu." Ezra'ya döndüm yüzümü. "Efendin, zamanında bu konu hakkında bir şeyler söylemiş miydi?"
"Efendimin hiçbir zaman tüm ruhları uyandırmak gibi bir amacı olmadı," dedi Ezra. "Çünkü buna hiç ihtiyaç duyulmadı. Tüm ruhların uyanmasının onun fikirleriyle uyuşan bir tarafı yoktu. Fakat zorunda kalsaydı o da bizim tercih ettiğimiz yolun aynısını tercih ederdi."
"Benim gözümde, zorunluluk dolayısıyla alınan kararlar karanlık dönemlerin asıl oluşma nedeni," dedi Pamir. "Yine de bilgim engin ve güvenilir değil elbette. Açıkçası bu duruma ruhları desteklemeyen insan birliklerinin vereceği tepkiden de korkuyorum. Savaş sona erecek ama sorunlar asla sona ermeyecek gibi."
"Sorunların tükenmesi pek olası değil zaten," dedim. "Bu noktadan sonrasında umut etmek dışında pek bir seçenek kalmıyor."
Salonda bir süre daha süren muhabbetimiz Asel Hanım'ın saraya varışıyla sona erdi. Asel Hanım, belli bir kesimin tabiriyle, soylu bir isme yakışır bir vaziyete bürünmüştü. Ara ara beyazların bulunduğu sarı saçı kusursuzca topuz yapılmış, topuzun sıkılığı dolayısıyla kemikli yüzü hafiften gerilmişti. Üzerinde ise bedeninin geri kalan kısımlarındaki zarafete uyum sağlayan zümrüt yeşili, oldukça hoş bir elbise vardı.
Onu samimiyetle karşılayınca oturması için salonun bir köşesindeki oturma alanını işaret ettim. "Hoş geldiniz Asel Hanım. Öncesinde size mahremiyet tanıyacağım ama Pamir ile konuşmanız sona erince sizinle görüşmek isterim."
Asel Hanım beni ve Ezra'yı samimiyetle ama oğlunu çekinikliğin getirdiği hafif soğuklukla selamladı. Benim gösterdiğim alana doğru geçti. "Alisa, senin de konuşmaya dâhil olmanı rica edeceğim evladım. Burada kalmanız benim için daha iyi olacak, tabii eğer Pamir için de bir sorun yoksa."
Pamir bir sorun olmadığını belli edince salonun dışına doğru yönelmeye meraklı adımlarım yönünü değiştirdi. Asel Hanım'ın yerleştiği oturma alanına geçtim ama oturmaya gerek görmedim. Pamir de oturma alanını önüne alan pencerenin önünde dikiliyordu. Ezra birkaç adım gerimde kalmayı tercih etmişti.
"Vaktimiz artık hiç olmadığı kadar kıymetli," dedi Asel Hanım. "Lafı dolandırmayacağım. Birkaç gün evvel, tıpkı size bildirdiğim gibi, Eli Ran'dan bir not ulaştı elimize. Bizi bulunduğu saraya davet ediyordu. Savaşın yakın olduğundan ve artık tarafların kendini belli etmesi gerektiğinden söz ediyordu. Alisa geçen hafta sözüne ettiğim durum gerçekleşti evladım. Edvin notu aldıktan sonra o saraya doğru yola çıktı. Birkaç gündür orada. Şimdilik ondan bir haber alamıyorum. Zaten kendisi de böyle olacağını söylemişti. Önce onların güvenini kazanması gerektiğini çok iyi biliyordu."
"Babam muhbirlik mi yapacak?"
"Evet, aynen öyle oğlum. Sonu ne olur bilemiyorum. Hiçbirimiz bilemeyiz. Bana kalırsa doğru olanı yaptı. Onunla birlikte hareket etmeyi istedim ama benim geride kalmamın daha doğru olacağını söyledi. Beni de yanlarına çağırmakla uğraştığını söyleyerek onları kandırmaya çalışacak. O yüzden başlarda bana not yollaması pek ilgi çekmeyecektir."
Tehlikeli sularda yüzüyorduk. Edvin Bey'in önlem alarak bu kararı uygulamak için adımlar attığı belliydi. Yine de düşmanın elindeki güç tüm önlemlerimizi değersiz ve niteliksiz kılıyordu. Eşi olmayan, sınırı bilinmeyen, boyutu ölçülemeyen bir güce sahipti. Kimin tarafından yazıldığı belli olmayan bir büyü kitabı normalde sahip olamayacağı bir güç ve güven bahşediyordu ona. İşte bu yüzden Edvin Bey'in önlemleri, zihninde kurguladığı planı işlevsizdi.
Pamir pencere önünden ayrılıp koltukların kurulduğu alana geldi. "Bu plana öylece boyun mu eğdin anne?"
"Bu yolda herkes tehlikeli ve ölümcül adımlar atacak," dedi Asel Hanım. "Bizimle her şeyi paylaşmıyor olsanız da yolunda olmayan şeyler olduğunun bilincindeyim. Alınan onca önlem, boyutu arttırılan korumalar neyin ne olduğunu göstermeye yetiyor. Bırakın da biz de elimizden geldiğince yardımcı olmaya ve bir noktada vicdanımızı rahatlatmaya çalışalım."
"Fark edildiği ilk an ne olacağını çok iyi biliyorsun," dedi Pamir. "Bunu bile bile ona izin mi verdin? İçini rahatlatacaksa sağlam bir planın hayata geçirilmeye başlandığını bil. Babamın o saraya gitmesine hiç gerek yoktu. Bunu Atlas'a bildirdiniz mi? O bana hiçbir şeyden söz etmedi. Bu tehlikeli bir hamle, daha da kötüsü faydasız bir hamle. Elimize bir bilgi geçmeyecektir. Geçse bile yararsız bir bilgiden daha fazlası olmayacaktır."
Asel Hanım Pamir'in sözlerine aldırış etmedi. "Buraya tartışmak için gelmedim evladım. Bundan sonrasında her geçen gün bir önceki günden daha boğuk ve daha tehlikeli olacak. İşler iyice kızışmadan önce seni son kez görmek istedim."
Pamir mahcubiyetle bana, ardından Ezra'ya baktı. "Bize biraz müsaade eder misiniz?"
Onu başımla onaylayıp sessiz adımlarla salondan çıktım. Ezra birkaç adım arkamda, bana ayak uyduruyordu. Saraydan çıkmak yerine koridorun açıldığı odalardan birine geçtim. Burası çok geniş olmayan bir çalışma odasıydı. İçindeki eşyalar da uzunca zamandır buranın kullanılmadığını gösterircesine kimsesizdi. Ahşap masanın önünde duran deri koltuğa oturdum. Soluk duvarlarda bu şehre ait birçok resim asılıydı. Sağ taraftaki duvara ise küçük bir kitaplık monte edilmişti. Kitaplıktaki kitaplar sıkış tıkış bir vaziyette birbirine girmişti. Küçük dolap tüm kitapları zar zor taşıyordu.
Benim ardımdan odaya giren Ezra kapıyı kapatmayı ihmal etmedi. Hâlâ etrafa bakınırken önümdeki ahşap masanın çekmecesine oyulmuş kanat şeklini fark ettim. Ruhların timsali hâline gelen sembol olabildiğince fazla yere kazınmıştı. Saraydaki her kapının kulpu kanat şeklindeydi. Bunun yanı sıra kanat şekli daha birçok yerde dikkatimi çekmişti. Bazen bir kitap kapağında, bazen bir aksesuarda, bazen bir tabloda, bazen bir kılıçta, bazense bir taşın üstünde bu sembolü görebilmek mümkündü.
"Kuzgun saray çevresinde tuhaf bir şeyler gözlemleyebilmiş mi?"
"Hayır Efendim," dedi Ezra. "Günlerdir orada ama dikkate değer hiçbir detay yakalayamadı. Sarayın çevresi tahminimizden daha fazla korumaya sahip. Düşman fazla fazla önlem almış. Gün geçtikçe onun adımlarını öncesinden tahmin etmek zorlaşır hâle geliyor."
"O kitaba ulaşmaya çalışsak ya? Valmir, Meir'in tam yerini bulmak için bir büyü yapamaz mı?"
"Kitabı ele geçirsek bile düşman çoktan kitapta yazan bilgileri kayıt hâline almıştır," dedi Ezra. "Odağımızın kitaba kayması onun işine gelir."
İç çektim. Aklıma başka bir yol, daha farklı bir fikir, bizi öne geçirecek herhangi bir seçenek gelmiyordu. Belli ki bizim, düşmanın tercih ettiği kadar kirli yollar tercih etmemiz olası değildi. Savaş öyle ya da böyle gerçekleşecekti; ve biz, uyandıracağımız ruhların bizi galibiyete götürmesini umacaktık.
Parmağımda duran, birbirine geçirilmiş üç yüzüğe baktım. Zamanlar arası yolculuk yapıp, Tohum'un el değmemiş anlamını öğrenmeyi isterdim. Bizden daha hassas ve daha güçlü canlıları meydana getiren oluşumun asıl sebebi neydi ki?
Ezra zihnimden geçenlerin farkındaydı. "Tohum'un nasıl oluştuğunu biliyor musun?" diye sordum.
"Asıl sebebi Efendim Enda bile bilmiyordu."
Efendi Enda asıl sebebi öğrenmeye çalışmış ama bunu başaramamış olmalıydı. Zamanın hızla geçen dakikaları onun kavuşamadığı gerçeği bize görünür kılmaya yetecek şeffaflıkta değildi.
Küçük odada biraz zaman geçirdikten sonra, Pamir ve annesinin özel konuşması sona erince yeniden büyük salona döndük. Pamir biraz sakinlemiş duruyordu. Görünüşe göre annesinin ya sözleri ya da dokunuşları onu sakinleştirmişti. Mesafeler kapatıldığına göre birtakım soğuklukları giderebilmiş olmalılardı.
Pamir görebiliyor muydu bilmiyorum ama Asel Hanım mesafeler kapatılmış, oğlunu yüz yüze görmüş olmasına rağmen, gözlerinde saklamaya çalıştığı bir endişeyi taşıyordu. O, buraya ilk geldiğinde de endişeliydi. Geçen zaman, eline konan imkânlar onun endişesini silmeye yetmemişti.
Asel Hanım, ellerinin arasına sakladığı elleri birkaç kez sıkıp bıraktı. Yavaşça yerinden kalktı. "Bu, sanırsam buraya son gelişim. Edvin bana haber yolladıkça yeni gelişmeleri size korunaklı bir notla bildiririm evladım. Bu esnada siz bizlere hiç not yollamazsanız iyi olur; diğer türlü fazlaca dikkat çekeriz."
"Nasıl isterseniz Asel Hanım," dedim. "Fakat ben, sizin burada kalmanızı istiyorum. Orada güvende olmayabilirsiniz."
"Pamir bundan söz etti," dedi Asel Hanım. "Fakat burada kalmam da dikkat çeker. Öte yandan benim o sarayda işim bitmiş değil. Herkes eskisi gibi hayatına devam etsin. Bir vakit aynı yerde buluşacağız zaten."
Annesinin ardından koltuktan kalkan Pamir her ne kadar bu yolu istemiyor olsa da söze girmedi.
"Bir aksilik meydana gelirse ve yardıma ihtiyacınız olursa bizlere veya Katrin'dekilere not yollayın lütfen," dedim. "Ayrıca olur da Edvin Bey ifşa olursa doğruca Sien Qa Sarayı'na gidin. Farklı şekilde hareket etmeniz sizi de büyük bir tehlikenin içine sokacaktır."
Asel Hanım tebessüm etti. "Ben ne yapmam gerektiğini pekâlâ biliyorum Alisa. O vakit gelirse kendimi tehlikeye atmam, endişeniz olmasın evladım. Kaç yaşına gelmiş bir kadınım, çocukça hareket edecek değilim."
Asel Hanım'a sarayın bahçesine kadar eşlik ettik. Ruhlar tarafından sınıra açılan bir geçit oluşturuldu. Asel Hanım bundan sonrasında ona eşlik etmemize gerek olmadığını söyledi. İstemeye istemeye bahçede durup onun sınıra gitmek için geçide girişini seyrettik. Geçit kısa sürede kapandı.
Pamir'e döndüm. "İstersen birkaç gün burada kal." Pamir sözüme razı gelmeyecek gibiydi. O yüzden diretme kararı aldım. "En azından akşama kadar burada kal. Akşam olunca dönersin Katrin'e."
Neyse ki Pamir teklifimi reddetmedi. O, talim alanına doğru giderken, ben odağımı Ezra'ya verdim. "Tohum'u almaya gidebilir misin Ezra? Ben Pamir ile birlikte kalsam daha iyi olacak. Onu yalnız bırakmak istemiyorum."
"Elbette Efendim. Başka isteğiniz yoksa Leydi Demitre'nin yanına gidip Tohum'u alacağımızı bildireyim."
Ezra yeni bir geçit oluşturdu ve Leydi Demitre'nin yanına gitti. O gidince ben de Pamir'in yanına, talim alanına doğru yöneldim. Ordu, lider ruhlardan Hadar ile Yura ve Efendi Galen ile Kunter'in liderliğiyle talim yapmaya devam ediyordu. Pamir ise boş arazinin karşısındaki alana geçmiş, onları izliyordu.
Pamir'in yanına geçtim. "Yüreğinde sıkıntılar varsa, hiç olmadı birkaç koruyucu ruhu oraya, Asel Hanım'ın sarayına gönderelim."
"Bu yolda yürürken yüreğimizde sıkıntılar hep olacak Alisa," dedi Pamir. "Bunu dert etme. Bana da aldırış etme sen. Uzunca zamandır annemle konuşmamıştım. Bendeki bunun getirdiği tuhaf bir etki."
"Edvin Bey'i engellemediğimiz için bize kızıyor olabilirsin. Fakat onlar bu kararı çok öncesinde almışlar. Bir de bunun bir kandırmaca olmadığını bilemiyoruz, biliyorsun."
"Biliyorum, her seçenekten haberdarım. Fakat babam hain değilse ve buna rağmen o saraya gitmişse, ona karşı, onun hain olduğu senaryoda hissedeceğim öfkeden daha fazla öfke hissedeceğim."
"Çaresizlik insana korkunç kararlar aldırıyor," dedim. "Bunun için ona kızma. Fakat bu noktadan sonra ondan doğru düzgün haber alamayacağız. Aslında sarayın çevresini gözetliyoruz; ama o sarayın etrafında hiçbir şey, yanlış veya göze batan hiçbir şey görünmüyor."
"Eğer gerçekten Meir'e sahipseler yaptıkları hiçbir şeyi göremiyor oluşumuz çok normal. O, büyü kitaplarının en tehlikelisi; kimin tarafından yazıldığı belli olmayan, ölümcül bilgilerle dolu bir kitap. Düşmanın, yaptığı ve yapacağı şeyleri bizden kolaylıkla gizliyor oluşuna şaşırmamak lazım."
Yan yana dizilmiş talim alanlarının biri tamamen insanlarla doluydu. Pamir bakışlarını oraya dikti. "Buraya gelen kişilerin orduya katılmasını beklemiyordum."
"Artık güvende hissediyorlar ve bu yüzden sorumluluk alma yoluna doğru giriyorlar. Yaklaşan şeyin herkes farkında. Bir noktada hepimiz kendimizden sorumlu olacağız; kimse kimseyi kurtaramayacak. Onlar da bunun farkında."
"Katrin'deki, buraya gelmelerine onay vermediğin halk yakın zamanda harekete geçecektir. Yaptığının yanlış olduğunu söylemeye çalışmıyorum tabii." Duraksadı. "Bazen, onların bedeni de düşman tarafından kontrol ediliyor olabilir mi acaba, diye endişe duyuyorum. Nitekim öyleyse hepimize yazık olacak."
"Sien Qa Sarayı'nda yaşananlardan sonra bu seçeneğe sıcak bakmaya başladım," dedim. "Fakat düşman bunun için vakit harcar mı bilemiyorum. Yanında Eli Ran olduğu için bu çabaya hiç gerek kalmamış da olabilir. Ne de olsa Eli Ran, halkın sevdiği bir isimmiş."
"Doğru. Her hâlükârda onlara destek verecek kişilerin sayısı az değil. Fakat arada kaynamış olabilecek masum insanları yok saymamak lazım."
Dakikalar sonra bizi fark eden Kunter işini başkasına devretti ve yanımıza geldi. "Asel Hanım döndü mü?"
"Evet, burada kalmak istemedi," dedi Pamir. "Onu buraya tutamayacağımı biliyordum ama yine de şansımı denemek istedim."
"Asel Hanım dikkatlidir. Kendini tehlikeye atacak bir şey yapmayacaktır. Hatta eminim onun konakladığı saray buradaki saraydan daha korunaklıdır."
"Zaten tek güvencem annemin önlem almayı fazla fazla sevmesi."
Kunter bana baktı. "Notta önemli bir bilgi var mıymış?"
"Pek sayılmaz," dedim. "Fakat göze çarpan bir nokta var. Öğrenmek istersen söyleyeyim."
"Ne notu?" diye araya girdi Pamir.
Söze atılmak yerine Kunter'in cevaplamasını bekledim. "Permondura'dan bir not geldi," dedi Kunter. Sesi, söylediği şey önemsiz bir detaymış gibi tekdüze çıkmıştı. Sonra odağını yeniden bana verdi. "Önemli bir şeyse öğrenmek isterim."
"Veda Hanım Lenor ailesine suçlamalarda bulunmuş," dedim. "İstersen notu sana vereyim, bir de kendin oku."
"Gerek yok," dedi Kunter. "Yazan şeyleri tahmin edebiliyorum."
"Açıkçası Veda Hanım'ın notunda yazan şeyler, günler öncesinde Timun Bey'in bana gönderdiği notta yazan şeylerle uyuşuyor," dedim. "İkisi de aynı konularda suçlamalar yapmış. Bunun üstüne ruhlar hakkında da aynı türden iddialarda bulunmuşlar."
"Bunlar önemsiz detaylar," dedi Kunter. "Onun gönderdiği her notta bulunan gereksiz şeyler. Üstünde durmana gerek yok."
"Birbirinden bağımsız iki insanın aynı konuda aynı tarzda suçlamalar yapması tuhafıma gitti sadece."
"Veda Hanım ruhları pek sevmezmiş," dedi Pamir. "Şu durumda ruhları suçlaması hiç tuhaf değil."
Veda Hanım'dan gelen notun konusu böylece kapanmış oldu. Fakat Kunter'e verdiğim nota ne olduğunu merak ettiğim için söze yeniden atıldım. "Sen okudun mu notu?"
Notta yazan şeyleri merak ettiğim pek söylenemezdi. Yalnızca Kunter'in notu okuyup okumadığını merak ediyordum.
Kunter sıkıntılı ruh hâlinden kurtuldu. Hafifçe güldü. "Okudum Alisa. Notta yazanları merak etmemekte epey haklıymışsın."
Pamir ikimizi şöyle bir süzdü. "Anlaşılan biz Katrin'de şehri korumaya çalışırken, siz burada keyfinize bakıyormuşsunuz. Ne güzel! Alisa biraz önceki teklifini yeniden gözden geçireceğim sanırım."
Sarayın arka bahçesine doğru gelen beden ilgimi çekince Pamir ve Kunter'in konuşmasına dikkat kesilmeyi bıraktım. Buraya doğru gelen Ezra'ya doğru birkaç adım attım. Ezra'nın yüzü bir şeylerin yolunda olmadığını gösteriyordu.
"Bir sorun mu var Ezra?"
"Tohum yerinde yok," dedi Ezra. "Leydi Demitre Tohum'u Efendi Atlas'a teslim etmiş."
Buna sebep olan kişinin Valmir olduğu su götürmez bir gerçekti. Nefesimi bıkkınca verdim. "Atlas'a bir not yollamanı istiyorum Ezra. Eğer ortalık sakinse Katrin'e gideceğim."
Ezra saraya doğru yol aldı. Pamir'e döndüm. "Eğer Katrin'e döneceksen beraber gidelim. Fakat kalmak istiyorsan, eminim Kunter sana eşlik eder."
Kunter sözlerimi tasdikledi. Fakat Pamir Katrin'e dönme kararı aldı. Hâl böyle olunca Kunter işinin başına döndü ve biz de Pamir ile beraber saraya geçtik.
Valmir'i bu işin içine soktuğum ve aklımdan geçenleri öğrenmesine izin verdiğim için pişmanlık duymaya başlamıştım. Yerinde rahatça durmayacağı belliydi zaten. Fakat bir yandan onun bana destek çıkacağını sanmıştım. Ne de olsa vaktizamanında, zor ve güç durumlarda kendisi de korkunç yollara başvurmuş, hiç olmadı bazı şeylere sessiz kalmış birisiydi. Bu yüzden beni anlayacağını, bu yolu seçmemin ardında yatan gerçeği kolayca görebileceğini düşünmüştüm.
Atlas'tan bir not gelinceye kadar büyük salonda sessiz sessiz vakit geçirdik. Pamir söze girip neyin ne olduğunu öğrenmek için çabalamadı. Onun soru sormaması işime gelmişti. Durumu ona açıklayacak hâlim yoktu. Bir de gerçeği öğrenince onun vereceği tepkilerle yüzleşmek ve uğraşmak zorunda kalacaktım. O yüzden sessizce bana uyması iyi olmuştu.
Beklenen not gelince hazırlanan geçitten sırasıyla geçtik. Sarayın bahçesinden sarayın girişine dek uzanan beton yol kardan arınmıştı. Çiçek tarhları ise hâlâ karlarla doluydu. Sarayın çatısından donup kalmış su birikintileri sarkıyordu. Köşede, beton yolun kenarındaki otlarla kaplı alanda da küçük su göletleri donmuş ve sağda solda buzlar oluşmuştu. Saraya girince Pamir yanımızdan ayrıldı. Atlas ile baş başa konuşmak istediğim için Ezra'ya burada beklemesini söyledim. O, saraydaki büyük salona geçerken, Atlas'ın çalışma odasına doğru yöneldim. Kendimi Atlas ile yapacağım tartışmaya hazır etmeye çalışıyordum. Onun kolayca Tohum'u bana vermeyeceği belliydi.
Kapıyı tıklama gereği duymadan açtım. Neyse ki içeride Valmir yoktu. Büyük bir melal ile odaya girdim. Atlas, benim Valmir'e karşı hissettiğim hayal kırıklığını bana karşı hissediyordu. Onun bakışlarına aldırış etmeden söze girdim. "Valmir sana ne dedi bilmiyorum ama Tohum'u benden sakınarak yalnızca daha büyük bir sorun ortaya çıkarmış oluyorsun."
"Dün buraya geliş nedenin bu muydu? Buraya Valmir'den seni öldürmesini istemek için mi gelmiştin?"
"Sannur'da yer alan bir büyünün masum olmayacağını benden daha iyi biliyor olmalısın."
"Senin de aklına büyüyü yaptıktan sonra kendini öldürmek mi geldi?" Kaşları şüpheyle çatıldı. "Bu fikri bir başkası mı aklına soktu?"
"Hayır," dedim doğrudan. "Kişi öldükten sonra yaptığı kara büyülerin korkunç etkilerinin de silinip gittiğini öğrendim ve bunu öğrendikten sonra böyle bir karar aldım."
"Alisa aklına gelen bu fikrin ne denli sapkın ve korkunç olduğunu kelimelerle ifade etmeme gerek var mı? Zihnin bu denli bulanmış olamaz."
"Ruhları uyandırmaya karşı çıkmıyorsanız bu fikre de karşı çıkmamanız gerekir," dedim. "O büyünün nelere sebep olacağını bilemiyoruz. Fakat uzun vadede güzel şeylere sebep olmayacağı aşikâr."
"Eğer benim sözlerim kıymetsiz ise Leydi Demitre'nin de benimle aynı şeyleri düşündüğünü ve bu yüzden Tohum'u bana emanet ettiğini bil."
"Atlas," dedim sitemkâr bir şekilde. "Durumu iyice zorlaştırıyorsunuz. Başka bir yolun olduğunu bilsem fikrimden vazgeçeceğim zaten." Atlas'ı bu sözlerle ikna edemeyecektim. "Leydi Demitre'nin ruhlarla bir bağlantısı kalmadı. Bu durumda Tohum bana ait oluyor."
Her bir sözüm Atlas'ın daha çok şaşırmasına neden oluyordu. "Bakış açın bu kadar daraldıysa, bana ait olan bir şeyi sana vereyim ve böylece ödeşmiş olalım Alisa, ne dersin? Ayrıca Ezra nasıl böyle bir şeye müsaade edebilir? Birlikte temel görevinizden sapıtıp yanlış yollara doğru sürüklenmekte bir sakınca görmüyorsunuz sanırım."
"O bir koruyucu ruh."
"O bir Ruh Koruyucu! En büyük gayesi efendisini yaşatmak olan bir ruh koruyucu. Kendini ruhların geçmişini öğrenmeye adadın sanıyordum. Ezra'nın diğer ruhlardan farkını henüz öğrenemedin mi?"
"Öğrenemedim. Önüme konulan kitaplar bu bilgiyi benden sakınıyor ise ben ne yapabilirim? Her bilginin peşinden koşturmamı mı bekliyorsun?"
"Senden beklediğim tek şey artık kendi yaşamına odaklanman. Diğer Alisa'yı atlattın, şimdi ise ruhlara takılıyorsun."
"Görevimi kabul etmemi isteyen sendin Atlas. Şu durumda yanlış olan ne?"
"O görevin başına, günün birinde ruhlar için kendi canını feda edesin diye geçmeni istemedim," dedi Atlas. "Tohum'u sana vermeyeceğim. Hatta işini beceremeyen koruyucuna söyle, bedenindeki gücü bir şişeye aktarsın ve yüzüklerle birlikte şişeyi bana teslim etsin. Büyüyü yapacak başka birini buluruz."
"Bu neyi değiştirecek?"
"Hikâyenin sonunda yitireceğimiz insan sayısını değiştirecek."
"Sonrasında da başka başka sorunlarla uğraşalım değil mi Atlas?" diye sordum. "Büyüyü yapacak kişinin hayatını feda etmesi gerek, ki savaş sona erince daha az sorunla uğraşalım ve günün birinde diyar iyileşmeye başlayabilsin."
"Tohum'u vermeyeceğim. Büyünün yapılmasını istiyorsan yüzükleri ve bedenindeki gücü bana verirsin."
Kalbimin biraz sakinleşmesini bekledim. "Eğer böyle davranacaksanız ben kendi bildiğimi okumaya devam edeceğim."
"Düşmanın harekete geçtiği şu günlerde yollarımızın ayrılmasını mı istiyorsun Alisa?"
"Öyle ya da böyle birileri ölecek," dedim. "Fazladan bir kişinin ölmesi neyi değiştirecek ki?"
Odanın kapısı açıldı ve Valmir içeri girdi. "Görüyorum ki iki taraf da ikna olamamış."
Bakışlarım Valmir'in üstünde çok durmadı. "Tohum'u yarına Antropedos'a gönderirseniz iyi olur. Diğer türlü ben de elimdeki gücü kullanacağım."
Odadan çıkmak için arkamı döndüğümde Valmir ağır ağır başını salladı. Odadan çıkıp kapıyı kapattım. Boş koridoru aştım fakat merdivenlere ulaşamadan bir kapının açılma sesini duydum. "Alisa, bekle."
Atlas'ın yanıma kadar gelmesini bekledim. Bugün ne o beni ne de ben onu kandırmayı başarabilecektim.
"Atlas boşuna uğraşma. Nasıl ki sen fikrini değiştirmeyeceksin, ben de değiştirmeyeceğim."
"Yüzükleri ve gücünü aktaracağın şişeyi bana getir."
"Niye? Benim yerime bir başkası helak olsun diye mi? Atlas, büyüyü sen yapacak olsaydın sen de öldürülmeyi isterdin."
"Bunu inkar etmiyorum," dedi Atlas. "Fakat bu, bu seçeneğin doğru olduğu anlamına gelmez. Tohum'un parçalarını bana teslim edecek misin?"
Yeşil gözlere dikkatlice baktım. "Etmeyeceğim Atlas."
Bir zamanlar minnetin ışıltısını yansıtan gözlerimizde artık hayal kırıklığının ışıltısı parlıyordu.
"Yürüdüğün yolun sonunun nereye çıkacağını göremiyor musun?" diye sordu sitemle. "Yollarımızı ayırıyorsun Alisa."
"Belki de bunu siz yapıyorsunuzdur."
Söyleyecek yeni bir sözümüz yoktu. Yavaşça merdivenlerden indim ve büyük salona doğru geçtim. Pamir ile Perla salondaydı ama yanlarında Ezra yoktu. Perla beni görünce sevinçle yanıma geldi; sıkıca sarıldık.
"Sonunda görebildim seni!" Ellerimi tutup salondaki masanın yanına götürdü beni. Masada duran kutuyu bana uzattı. "Sana verdiğim kolyeyi o sarayda kaybetmiş olmalısın. Neyse ki yenisini yapmak zor olmadı."
Sözleri karşısında tebessüm ettim. Kutudaki tanıdık kolyeyi çıkardım. "Kolyeyi kaybettiğime üzülüyordum. Bu hediye beni ne kadar mutlu etti anlatamam."
Perla kolyeyi boynuma taktı. "Sonunda ait olduğu yere geri döndü. Bu kolyeyi boynunda göremeyince üzülüyordum."
Lerink Çiçeği yeniden karşıma çıkmıştı. Bu çiçeği her görüşümde tuhaf, adını koyamadığım hislerle boğuşuyordum. Perla'nın hediyesi, onun tahmin ettiğinden daha fazla mutlu etmişti beni. Hatta öyle ki, ilk kez bu hediyeyi aldığım zamandan daha mutlu ve daha hüzün doluydum.
Yeniden Perla'ya sarıldım. "Vakit ayırıp yenisini yaptığın için çok sağ ol Perla."
"Lafı bile olmaz."
Pamir köşede, yüzünde tatlı bir tebessümle bizi izliyordu. Boynuma değen soğukluk, yerinde soğuk rüzgârların estiği boşluğu hatırlatıyordu bana.
"Ben Antropedos'a döneceğim izninizle." Fakat aklıma gelen şeyle duraksadım. "Narya'dan haber alıyor musunuz?"
"Evet evet," dedi Perla. "Arada not yolluyor. Oraya da alışmaya başlamış. O yüzden aklım ondan kalmıyor. Bir de Alsondro sahipleri onunla güzelce ilgileniyormuş, bilhassa Selina. Onlara karşı borçlanmış hissediyorum."
"Ah, ne güzel! Myra ailesini dert etme. Herkes birbirine karşı sorumluluk ve minnet hissediyor zaten. Vakti gelince tüm bu borçları kapatırız."
Artık büyük bir inanç duyarak çıkmıyordu sözler ağzımdan. Bir alışkanlık hâline gelmiş avuntulardı bunlar. Yine de yüzümdeki tebessümü silmedim. Onlarla vedalaşınca saray çalışanlarından Ezra'nın bahçede olduğunu öğrenip bahçeye çıktım.
Soğuk hava ona hiç etki etmiyormuş gibi bahçede dikilen Ezra'nın yanına ilerledim. Havanın soğukluğuna rağmen bahçede onlarca muhafız duruyordu. Sarayın tüm çevresini kaplayan korumanın mavi ışığı göğe bakınca kendini belli ediyordu. Ne yazık ki gökte kendini belli eden tek ışık koruma kalkanının ışığı değildi. Hüzmeden yayılan ışık da gitgide büyüyen yarık ile beraber parlıyordu.
"Sen Tohum'dan parçalar taşıyorsun, bunun yanı sıra o senin evin," dedim. "Onun nerede olduğunu hissedemez misin? Yerini bir şekilde bulamaz mısın?"
"Bulabilirim Efendim, dediğiniz gibi, o benim evim."
"O hâlde Tohum'u bana getir Ezra."
Mavi geçit oluşturuldu. O esnada balkonda duran bedeni fark ettim. Atlas doğrudan bizi izliyordu. Geçit hazır olunca ağır ağır geçide girdim. Artık yuvam olan topraklara vardığımda etrafa toprağın suya bulanmış kokusu yayılmıştı. Şiddetli bir yağmur şehrin sokaklarını suya doyurmuştu. Bahçe kendi yolunu çizen suların oluşturduğu göletlerle doluydu. Bahçede oluşan çamurları hiçe sayıp saraya doğru ilerledim. Sarayın koridorlarının çamura bulanmasını önemsemeden odama doğru geçtim. Odaya girince kapıyı kapattım, ki Ezra konuşmak için uygun bir anda olmadığımızı anlasın.
Düşlediğim sona doğru giderken hiç istemediğim yollara adım atmaya başlamıştım. Sevdiğim insanlarla arama giren mesafelerin nedeni küçük ve bir o kadar da kıymetsizdi aslında. O mesafelerin sebebi benim inadımdı. Yüreğimde tutuşan kıvılcımlar benim de huzura kavuşmama engel oluyordu; fakat diğerlerinin göremediği bir şey vardı. Haddinden yüksek bir seviyede hissettiğim sorumluluk tüm yetilerimi zedeliyordu âdeta.
Yürümek istediğim yolun anlayış gösterilecek bir tarafı yoktu fakat benim de bu yola girmekten başka çarem yoktu. Hissettiğim çaresizlik, diri olduğunu belli etmek istercesine yanan sorumluluk ateşinin zehirli dumanına karşı gelemiyordu.
Masanın küçük çekmecesini açtığımda içinde duran hançeri gördüm. Kötülüğü ve uğursuzluğu hayatımıza yayan kişinin küçük bir kalıntısıydı bu. Ondan kalan tüm lekeleri gördükçe utancım artıyor, zihnimi fokurdatan bir öfke diriliyordu. Onun masum veya kurban olmaktan çok öte bir noktada bulunduğunu anlamaya başlıyordum nihayet. Leydi Demitre haklıydı. Gerçek bir kurban yeni kurbanların oluşmasını sağlamamalıydı. Kimse bir kurbandan kurtarıcı olmasını beklemezdi; fakat bu hikâyede kurban olmasını düşlediğim kişi, kendisinden daha acınası şartlarda yaşamaya çalışmak zorunda kalan kurbanlar yaratmıştı: Yıkımın şiddetini arttırmıştı.
Kabul etmeliydim ki, bu bir kurbanın yapmayacağı, yapmaktan kaçınacağı bir şeydi. İmgelerden arınma ve kurtulmak istediğim tüm acınası hislerin bizi getirdiği noktayı görme vaktim gelmişti. Babam bir soylunun sıradan hayatını bizden sakınmıştı. Belki de o soyluluğu, zihnine yerleşmiş kötücül düşüncelerinden ötürü en başta kendisine ve sonra da o kötülükle besleyeceği ailesine yakıştıramamıştı. Sebep her ne ise artık ailemizin adı, nesilden nesile aktarılmaya meraklı, arındırılması zorunlu bir ağ ile kirlenmişti.
Belki de bu hamle adı lekelenen ailemizi de kirden arındıracaktı. Bu, yalnızca tek bir noktadan doğan bir sorumluluk değildi. Tek bir noktadan doğduysa bile çoktan kök salmış, farklı farklı bölgelere dallarını uzatmıştı. Dalları budamak, çürüyen kökü temizlemeye çalışmak gerekecekti. Buna ömrüm yeter miydi ki? En baştan yaşamımı bunun için feda etsem daha kolay arınmaz mıydı kirler?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |