32. Bölüm

32. Bölüm

Mera
mera01

Yüreklerimiz, umutlarımız giderek kararıyordu. Alınan her nefes yitirilenlerin acı ruhunu taşıyordu. Beklenti, yüreğimizde açmaya merak salmış bir çiçek misali belirmek için an kolluyordu. Fakat o çiçeği yaşatacak su hiçbirimizin bedeninde bulunmuyordu. Umudumuzu diri tutan şey beklentilerdi. Bizim beklentilerimiz ise solmaya başlamıştı. Akıp giden zaman yüreğimizdeki çiçekleri sulamaktan aciz kalmıştı.

Tines Nehri'nin dingin suları havanın soğukluğuna inat akmaya devam ediyordu. Antropedos Kasım'ın ortasına geldiğimiz şu günlerde sıcaklığını iyiden iyiye yitirmeye başlamıştı. Serin ve ürpertici bir rüzgârın esiri olmuş hava bulanıktı. Yağmur her an yağmaya başlayabilirdi. Güneş ise tepede, dağların koca bedenlerinin arkasında saklanıyordu. Etrafta kuru yapraklardan iz kalmamıştı; rüzgâr hepsini temizlemişti.

Elimde tuttuğum kâğıt aciz hissettiriyordu. Bu acizlik ise bende gülme isteği yaratıyordu. Eli Ran'ın bana tanıdığı bir haftalık sürenin sonuna gelmiştik. O gerçekten de sözünde durmuş ve süre biter bitmez harekete geçmişti. Katrin sallanıyordu. Kim olduğu hiçbir türlü anlaşılmayan yanık bedenler sarayın etrafını sarmıştı. Atlas gönderdiği notta, daha fazla bunlara tanıklık etmek istemediğini ve bir an önce hareket geçip düşman bölgesine saldırmak istediğini yazmıştı. Fakat onu durduran birisi vardı: Valmir.

Valmir bekleme taraftarıydı. Açıkçası ben de Valmir ile aynı görüşteydim. Saldırmak bize yalnızca daha fazla kayıp verecekti. İzleyici olmak gurur kırıcıydı, evet ama elimizde düşmana üstünlük taslayabileceğimiz bir güç yoktu.

Şimdi ise o gücü yaratacak yolu seçmek için bir suya muhtaç hâle gelmiştim. Yapmam dediğim şeyi yapacak ve ruhların inancına sığınacaktım. Bana Alisa'yı veren su, yürüyeceğim doğru ve sağlam yolu da verebilirdi.

"Söylemem gereken bir söz var mı?"

"Hayır, Efendim. Yalnızca yüreğinizde inancın belirmesi gerek."

"Ya belirmezse?"

"Açıkçası bilmiyorum," dedi Ezra. "İnançsızca yapılan eylem aynı sonucu doğurur mu emin değilim. Bu yöntemin doğru yolu çizeceğine dair inancınız yok mu?"

"Hayır, yok. Mecburiyetten yapıyorum."

Aslında mecbur değildim. Yalnızca farklı bir yola sapmak istemiştim. Sonuç ne olursa olsun bildiğimi okuyacaktım. Düşmanın harekete geçmesi zamanın daraldığını ve bir yola sapmamız gerektiğini bildiriyordu.

Özenle ikiye katladığım kâğıdı Tines'in suyuna bıraktım. Kâğıt akıntıya kapılmak yerine olduğu yerde kaldı. Bir sürenin ardından nehrin soğuk suyu beyaz kâğıdı yuttu. Kâğıt bir daha suda belirmedi.

Eğildiğim yerden kalktım. Ezra'nın bakışları sudaydı. "İnancımıza göre..."

"Biliyorum, biliyorum. Doğru yol bu değilmiş. Sizin inancınızın doğruyu gösterdiği ne malum? Bence bu bir safsata. Biz yine bildiğimiz yoldan ilerleyelim."

Ezra'nın anlam veremediğim bakışları üstümde dolandı. "Nasıl isterseniz Efendim."

"Katrin karışık durumda," dedim Tines'in yanından ayrılırken. "Şimdi oraya gitmem uygun kaçmaz. Valmir'e bu durumu notla bildirmek de istemiyorum. Ne yapacağız?"

"En iyisi bir süre bekleyelim," dedim onun konuşmasına müsaade etmeyerek. "Bu esnada gerekli malzemeleri bulup getirseniz fena olmaz. Birkaç ota ihtiyacımız varmış. Tohum'un parçaları bizde zaten. Ah, bir de Tohum'un kendisine ihtiyaç var. Leydi Demitre Tohum'u nerede saklıyorsa onu oradan alıp buraya getirmeliyiz."

Yolun karşı tarafına geçip sarayın önüne ilerledim. Buranın göğü durgundu. Fakat bize ulaşan haberler Katrin'deki göğün kırmızıya çalmaya başladığını söylüyordu. Hüzme ve yarık giderek daha çok belirginleşiyor, gök, matemin en ağır tonuna ağıtlar yakarak bürünüyordu. Katrin o hâldeyken burada neşeyi yakalamak ve temiz havayı solumak zorlaşıyordu.

Lena, bahçenin girişinde kollarını bedenine sarmış dikiliyordu. Beni görünce kollarını serbest bıraktı. "Biraz konuşalım mı kızım?"

Ona doğru döndüğümü gören Ezra benden evvel söze girdi. "Geri kalan işlerle biz ilgileniriz Efendim. Malzemeleri hazır etmesi için bir grup görevlendireceğim. Siz kendi işlerinizle ilgilenin."

Ezra gerekli güveni bana verince Lena ile birlikte saraya geçtik. Büyük salona ilerledik. Henna Hanım hâlâ Olena'nın yanında olmalıydı. Lena bir süredir beraber hareket ettiği ekipten ayrılıp buraya gelmişti.

Geniş bir kanepede yan yana oturduk. Lena hemen söze atılmadı. O, ilk gördüğüm zamanda da zayıftı. Fakat zaman geçtikçe mutlu olsun olmasın, huzuru yakalamış olsun olmasın zayıflamaya devam ediyordu.

"Hiç konuşmaya fırsat bulamadık," dedi. "Ah, yalana ne gerek var! Cesaret edemedik desek daha doğru olacak. Sormak istediğin onlarca soru vardır. O sorulara cevap vermeyi görev belledim. Özellikle de buranın geçmişini öğrenmeye çalıştığın şu günlerde, seninle bağlantılı geçmişimizi sana aktarmamak büyük kötülük olur."

"Aslında Leydi Demitre bana fazlasıyla bilgi aktardı. Özellikle sana sormak istediğim bir soru olduğundan emin değilim. Fakat gerçeğe kavuştuktan bir süre sonra aklımda beliren şeylerden biri de senin tepkilerindi. İlk günlerde bu olaya verdiğin tepkiler, o zamanki bildiklerinin bizim bildiklerimizden fazla olduğunu düşündürdü bana."

"Anlayıp anlamadığımı merak ediyorsun, değil mi? Senin, bildiğim Alisa olmadığını hemen anladığım gibi bu durumu da hemen anlayıp anlamadığımı merak ediyorsun."

Biraz soluklandı. Zihni geçmişe doğru kayıyordu. "Anlamadım Alisa, anlayamadım. İlk günlerde bunu anlamak beni ve sanırsam hepimizi aşıyordu. Abimin böyle bir tasarı yapması aklıma gelemezdi. Ne zaman anladım biliyor musun? Sen Antropedos'a sürgün edilince. Doğrusu o zaman bile tam olarak anlayamadım. Yalnızca bir şeylerden şüphe duymaya başladım. Fakat Henna kesin yargıya varmıştı. O yüzüğü sana o yüzden verdi."

Birden güldü. "Ah, Alisa, buna tamamen emin oluşum buraya ilk gelişimde gerçekleşti. O yüzük kutusundaki yüzüğü bana gösterdiğinde nasıl şaşırdım anlatamam! Ne yapacağımı bilemedim kızım. İşte o zaman emin oldum çünkü gerçek gözümün önündeydi. Fakat Henna benden akıllı çıktı. Ah, şu kadın! Nasıl anladı ama! Sanırım yüzüğü parmağına çoktan takmış olsaydın vereceğim tepkileri hiç kontrol edemezdim. Neyse ki bunu, benim gidişimin hemen ardından yapmışsın."

Hafifçe tebessüm ettim. "Yüzüğün takıldıktan sonra insanlar tarafından görülemediğini geç öğrendim. Tıpkı anlamını geç öğrendiğim gibi."

Lena'nın tebessümü yüzünden silindi. "O sarayda başına bir şey geldi mi? Ne kadar seni sağlam görmüş olursam olayım koca bir hafta boyunca oradaydın. İnsan endişelenmeden edemiyor."

"Bir haftayı baygın geçirmişim," dedim. "Ben yalnızca bir gün geçti sanıyordum. Gerçeği bana Ezra söyledi. Yalnızca bedenimdeki gücü ve beni kontrol altına almak için hafif büyüler yapmışlar. Zarar görmedim yani."

"Fakat korktun."

"Evet, korktum. O ışığı gördüğümde bile korktum. Düşmanın bir oyunu olabilirdi." Sonra hafifçe güldüm. "Ezra'nın beni kurtarmak için oluşturduğu kara delikten de korktum. Onu da düşmanın bir oyunu sandım. Neyse ki hepsi geride kaldı."

Lena derin derin iç geçirdi. "Doğrusu ben de o saraydan kurtulduğuma memnunum. Orası beni boğuyordu. Önceleri bunun sebebini abime bağlardım. O, geçmişi hatırlatıp beni huzursuz ettiği için o saraydan nefret ediyorum sanırdım. Sonra abimin saraya uğramadığı zamanlar geldi çattı. Saray boşaldı fakat benim hislerim durulmadı. O zaman anladım sebebin abim olmadığını."

Sarayda geçirilen yalnız vakitler bir ismi zihnime taşıdı. "Alisa konuşmamız esnasında yalnızca senin adını özenle ağzına aldı. Teşekkürlerini sunuyor. Ona iyi bakmışsın. Minnetini dile getirmemi rica etti."

"Yüreğimde tufanlar kopuyor," dedi Lena. "Onu yalnızca yeğenim olduğu için sevmedim. Abim tarafından kontrol ediliyor olmasına rağmen, büyülerin etkisi geçtikten sonra onun yaşadığı karmaşayı ve çaresizliği hatırlıyorum. Tabii o zamanlar bunun sebebini bilmezdim. Onu yönetime meraklı kırılgan biri olarak tanıdım. Yaptığı şeyleri, arzularını sorgulamadım çünkü o isteklerin, hayatındaki boşlukları dolduracağına inandığını düşündüm hep."

"Seni de yalnızca yeğenim olduğun için sevmeyeceğim. Seni, kimliğinden önce tanıdım ve çoktan bir yargıya vardım. Açığa çıkan gerçek ise, yalnızca, size karşı beslediğim sevginin boyutunu arttırdı. Şimdi sana bakınca tanıdığım Belen'in hatırasını görebiliyorum."

Cama yağmur damlaları çarpmaya başladı. İkimizin de bir an için odağı kaydı. Hava giderek grileşiyordu. Siyaha çalan bulutlar tüm göğü kaplıyordu.

"Antropedos bile giderek soğuyor," dedi Lena. "Birkaç ay içinde yaşadıklarımız akıl almaz cinsten. Bir sonraki yıl bizi neler bekliyor merak ediyorum doğrusu."

Boylu boyunca uzanan camdan kayan damlaları takip ediyordum. "Lena, benimle bağlantısı olmayan geçmişinin konusunu açmanı isteyebilir miyim?"

Lena hızla bana baktı ve gülümsedi. "Merak ediyorsun, değil mi? Ah, ben de çok meraklı biriyimdir. Sırf bu yüzden dostlarım tarafından çok uyarıldım. Fakat elden bir şey gelmiyor. İnsan merakına söz geçiremiyor. Neyi merak ediyorsun?"

"Yönetimle bağının ne zaman koptuğunu?"

"Ah, aslına bakarsan bunun Adin ile yaşananlarla bir ilgisi yok. Benim yönetimle bağım gençliğimde koptu."

"Neden ki? Gençliğinde de mi yasaklı büyü yaptın?"

Lena'nın gözlerinin mavisi yumuşadı. "Hayır, yasaklı bir sevginin ağına kapıldım. Yönetici ailelerdeki kişilerin bölgenin soylu isimleriyle birliktelik kurması istenir. Bu geçmişten beri böyledir. Soyluluk bir yücelik belirtisidir. Bense gençliğimde soylu kesimin üstünlük tasladığı halktan birine tutulmuştum."

Lena ayağa kalktı ve camın önüne geçti. "O da beni seviyordu ama. Bir müddet gizli gizli ilişkimizi devam ettirdik. Fakat gerçek er ya da geç açığa çıkar. Günün birinde bu durum ortaya çıktı. Abimin öfkesi hâlâ aklımda. Bu sevgiyi bana, soylu ailemize hiç yakıştıramamıştı. Gençlik değil mi işte, direttim. Uslu uslu yerimde oturmayacağımı anladılar. O, ailesiyle birlikte sürgün edildi. Bu bana yeterli bir ceza olmayacakmış gibi söz hakkımı elimden alıp yönetimden adımı sildiler. Bu, bir kural ihlaliymiş. Yönetimin sorumluluk sahibi, olgun ve bilinçli insanlara ihtiyacı varmış. Bahaneleri buydu. Durum ortaya çıkınca ve o aile benim yüzümden topraklarından edilince halk da yönetimin bana karşı aldığı kararı yerinde buldu."

Ben de onun yanına geçtim. "Ondan hiç haber almadın mı?"

"Diğer ülkelerden gelen zarflar önce yönetimin elinden geçiyor. Bana mektup yolladıysa bile abim onu yok etmiştir."

"Onunla iletişime geçmeye çalıştın mı peki?"

"Ah, dürüst olacağım. Adin'in başına tüm onlar geldikten ve ben cezalandırıldıktan sonra buralardan çekip gitmeyi düşündüm. Aradan yıllar geçmişti. Belki o, çoktan unutmuştu beni. Fakat benim aklıma ilk gelen kişi oydu. Onun yanına gitmeyi istedim. Büyü yapmam yasaklanmıştı. Fakat son kez bu yasağı çiğneyebilirdim. Zaten sonrasında buradan gidecektim. Fakat yolladığım nota bir cevap alamadım. Sanırım o benden önce bu diyardan göçüp gitti ya da beni yaşamından çıkarmayı doğru buldu."

Ona sorarcasına baktım.

"Sanırım öldü," dedi. "Zira bana hiç kızgın değildi, beni suçlamıyordu."

"Cevap verseydi gitmeye cesaret edebilecek miydin? Ya da buna izin verecekler miydi?"

"Hazırdım. Cesaretim vardı. Yönetim buna izin vermezse gizlice giderdim. Yeni bir yasaklı büyü yapar ve bir şekilde giderdim. Sonuçta kaybedecek bir şeyim yoktu."

Lena elimi tuttu. "Umarım savaş sona erince burada kalmama müsaade edersin Alisa. Zira Katrin'e hiç dönesim yok."

Tasarladığım yola göre Lena'nın benden medet umduğu gelecekte ben yoktum. Yine de başımı salladım. "Burada kalman için her şeyi yaparım."

Yeniden iç çekti. Ellerini ellerimden ayırdı. "Zamanın ötesini merak ediyorum. Umalım ki orada bizi güzel şeyler bekliyor olsun."

Zihnimde nihai zamanın imgeleri yatıyordu. O imgede gök bulanık, mekân kasvetliydi. Yıkım, hüzün, dağılmışlık ve elem döküm dökümdü. Her bir bölgeye trajedinin parçaları dağılmıştı. Soğuk bir grinin eseri hâline gelmiş bir parçalanma vardı. Öyle ki, sanki bahar canlı renkleriyle değil, solgun direnişiyle gelecekti.

Lara'yı yeterince yalnız bıraktığım aklıma geldi. Burada beklememi gerektirecek bir şey şu anlık yoktu. Kendimi hazır hissedince birkaç adım geriye gittim. "Yer altına insem iyi olacak. Geç bile kaldım."

"Tabii kızım. Ne yapman gerekiyorsa onu yap."

Salondan çıktım. Odadan almam gereken bir şey yoktu. O yüzden doğruca bahçeye indim. Bahçenin demir kapısının orada bekleyen Ezra'nın yanına ilerledim. "Yer altına ineceğim. Tabii bana burada ihtiyacınız yoksa."

"Dilediğinizi yapabilirsiniz Efendim."

Birkaç dakika içinde getirilen ata binmiş ve yer altına gitmek için Kule'ye doğru tek başıma yola çıkmıştım. Toprak ve toprakla bütünleşmiş küçük taşlar atın hızından ötürü etrafa fırlarken şiddetini arttırmış rüzgârın uğultusuna minik yağmur damlaları eklendi. Damlalar yavaşça ve narince yere inmeye başladı. Ben Kule'ye iyice yaklaştığımda ise yağmurun kokusu tüm bölgeye yayıldı.

Kule'nin kapısının önüne geldiğimde attan indim ve açılan kapıdan geçtim. Kule'nin etrafındaki arazi ruhlarla doluydu ama Kule'nin içi boştu. Silas etrafta görünmüyordu. Çıkıntıya bastım ve aşağı doğru inmeye başladım. Derinliklere indikçe zeminden yayılan sarı ışık gücünü arttırıyor, alana baskın geliyordu.

Aklım Lena'nın sözlerindeydi. Ufalanmış ve sonrasında ise söndürülmüş kan rengi zararsız ateşin yalımları, arzuların üstüne geçirilen örtü dolayısıyla ışık değil gölge yaratmıştı. Hak görülmeyen arzular gecenin engin karanlığına karışmış, fakat o gökte bir yıldız olarak hiçbir zaman parlayamamıştı.

Şimdi ise fırsat verilseydi adı ve yaşamı lekelenen Lena'nın nasıl bir hayata sahip olacağını düşlüyordum. Bu ona, zedelenmemiş bir imgeden daha fazlasını verecekti: Pişmanlığın kavurmadığı, ferah bir yürek. Belki göremediklerimiz yaşadıklarımızdan daha acıydı. Belki o hayat Lena'ya dinmeyen acılardan daha büyüğünü, daha acımasız bir sonu layık görecekti. Ben yine de isteyerek yürünen yolun açacağı kapının kilit vurulmuş bir bedenin yürüyeceği yoldan daha değerli olduğunu savunacaktım.

Çıkıntı yerine oturunca zeminden ayrıldım. Büyük yapıya doğru ilerliyor ama önüme çıkan hiçbir şeye dikkat etmiyordum. Her şey bir yana sürdürdüğüm düzen bana ağır gelmeye başlamıştı. Herkesin korku duyduğu şu günlerde kendimi oldukça işe yaramaz hissediyor ve böylece çizdiğim plana karşı inanılmaz bir bağlılık duymaya başlıyordum. Son, kendimi yeterli hissetmem için özenle tasarlanmalıydı sanki. Diğer türlü giderilmeyecek bir eksiklik oluşacaktı.

Hislerimin, korkularımın ve arzularımın sonu yoktu. Bu diyar beni arasına geç dâhil ettiği için bir anlam arayışına koyulmuştum. Elime bırakılan güç, geç kalınan yaşam ve tadına bakmakta geç kaldığım her şey beni yetersiz, hayatı ise anlamsız kılıyordu. En küçük yapılarım bile yeterliliğin küçük bedenlerini dolduracağı günü bekliyordu. Gerideydim. Ne kadar çabalasam da geride kalmaya devam edecektim. Beni tatmin edecek noktaya varmam için tasarlanan yol, bu bedenin işlemediği günahlardan arınıp kefaret ödememden geçiyordu. Yüreğimde yanan ateşi zihnimin gerisine itme çabalarım manasızdı. Derin ve sonsuz bir sorumluluk hissediyordum.

Benek benek oluşan yetersizlik, sorumluluk ve anlamsızlık gün geçtikçe bulunduğu yerde bir çukur oluşturuyordu. O yüzdendir ki nefeslerim yetersizdi. Bundan kurtulmanın, kazılan çukurdan çıkmanın kolay ve güvenli bir yolu yok gibiydi.

Büyük yapıda bize ayrılan kata çıktığımda etraf loş ve sakindi. Oturma salonundan gelen birkaç çıtırtı açık kapıdan süzülerek buraya doğru uzanıyordu. Kapıdan geçince Lara'yı şöminenin başında oturur hâlde buldum. Adımlarım şömineden gelen seslere baskın geldi ve Lara'nın dikkatini çekti. Çabucak ayağa kalktı ve beni selamladı. Samimiyetle gülümsedim. "Merhaba Lara. Seni iyi gördüm."

Hastalık, ten rengini hafiften soldurmuştu ama büyük, toparlanamaz bir hasar bırakmamıştı. Aynı samimiyet onun yüzünde de meydana geldi. "Hoş geldiniz Efendim. Daha iyiyim. Geçen günler bana biraz merhamet etti."

Salona doğru girmek yerine kapının orada durdum. "Üstümü değiştirip hemen geleceğim. Sonrasında uzun uzun ne durumda olduğunu konuşuruz."

Bir cevap beklemeden odama geçtim. Kıyafetlerimi astığım askılara doğru geçtim ve daha rahat bir elbiseyi ellerimin arasına aldım. Üstümü değiştirdiğim esnada, geçtiğimiz günlerde çantadan çıkan Lerink Çiçeği'nin yanında, komodinin üzerinde, bir başka Lerink Çiçeği'nin durduğunu fark ettim. Kaşlarım istemsiz çatıldı. Aceleyle üstümü giyip salona geçtim. "Odama biri mi girdi?"

Sesimi duyan Lara hızla başını bana çevirdi. "Hayır, Efendim. Bir sorun mu var?"

"Komodinde iki tane Lerink Çiçeği duruyor. Biri buraya geldiğimizde çantamdan çıkmıştı, ki onu çantama koyduğumu hiç hatırlamıyorum, fakat diğerini yeni görüyorum. Önceden burada değildi."

Lara'nın bakışları durumu kavradığını göstermek istercesine yumuşadı. "Buradaki ruhlar anılarınızı feda ettiğinizi söylemişti. Görüyorum ki sözleri doğruymuş."

Onun yanında yerimi aldım. "Bu durumun bununla ilgisi ne ki?"

"Lerink Çiçeği zaman içerisinde farklı bir değer kazanmış özel ve bir bakıma nadide bir bitkidir," dedi Lara. "Parıltısından ötürü bu ismi almıştır. Fakat geçen zaman bu çiçeğe adından başka bir anlam daha katmış. Sedef Çiçeği, hatırlanması istenilen sevgiyi işaret eder."

Lara, yüzümün aydınlanmadığını gördü. "Anılarınızı feda etmişsiniz. Bu çiçek, anılarınızdan geri kalanları temsilen oraya konmuş. Yaptığınız anlaşmanın detaylarını bilemiyorum ama sanırsam bu, Diamour ve meleklerinin bir işi."

Sabahki endişelerimin yersiz oluşu yüzüme vurdu. Alisa'nın ağzından çıkan kıymetli sözler bir not veya bir beden aracılığıyla hatırlanmak zorunda değildi. Notlar yok edilmişti çünkü zaten notların yerini tutacak bir yol oluşturulmuştu.

"Sözlerin doğruysa bu çiçek diğer diyarda gördüğüm sevgiyi hatırlatma görevini üstlenmiş olmalı," dedim. "Açıkçası bu benim tercih ettiğim yoldan daha iyi. Bu diyara ilk geldiğimde gözüme en çok çarpan bitkinin bu olması da hayatın tatlı bir oyunu gibi, tıpkı bu bitkiyi anlamından habersiz boynuma yerleştirmiş olmamın tatlı bir tesadüf olması gibi."

Lara'nın yüzü zarafetle olgunlaştı. "Zaman geçtikçe bu diyarda, belki de gereğinden fazla, tesadüf ve tatlı oyunlar olduğunu göreceksiniz Efendim. Açıkçası bu durumdan şikayetçi değilim. Bu oyunlar, tatlı kaçamaklar gibi hayatı yaşanabilir ve değerli kılıyor."

"Sen öyle olduğunu mu hissediyorsun?"

"Evet, bu oyunları kıymetli buluyorum. Yaşama anlam kattığını düşünüyorum. Yani en azından benim yaşamıma ve seçeceğim yollara anlam ve değer katıyor."

"Sanırım bu, ilk kez birinden bu diyar hakkında olumlu bir şey duyuşum."

"Öyle mi?" diye sordu Lara hafif şaşkınca ama yüzünden eksitmediği tebessümle. "Burası hakkında uzun uzadıya anlatılacak bir çok güzellik olduğuna inanıyorum."

"Bölgeler, mekânlar elbette övüldü ama sanırsam bu diyarın kendine has yaşamı ve tadı bunca zaman boyunca kimse tarafından övülmedi."

"Diğerleri haksızlık etmiş," dedi Lara. "Övülecek, uğruna zaman kaybedilecek çok fazla değer var bu diyarda."

"Diğerlerini bunun için suçlayamam. Fakat senin bu tutumunu çok beğeniyorum. Bulunduğun yeri ne pahasına olursa olsun savunmaya ve değerli kılmaya ant içmiş gibisin."

"Yaşama haksızlık edilmemesi gerektiğini savunurum ben," dedi. "Kötü zamanlar, benim için yaşamdan kurtarılması gereken bir bağımlılık değildir. Kötü ve yorucu zamanlar, yaşamın, üstesinden gelip bir değer elde etmesini sağlayan, bazen fazla sinir bozucu ve hayattan bezici olabilen bir unsurdur."

"Yine de yaşamı bu hâliyle seviyorsun."

"Elbette," dedi çabucak. "Ben yaşamı olduğu gibi kabulleneli çok oluyor. Kabullendikten sonra hayata serpiştirilmiş her detayın bir inceliği olduğunu gördüm. Yaşadıkça, yaşanan hiçbir şeyin öylesine olmadığını gördüm. Bunlar yaşamı kıymetli kılmaya yeten unsurlar."

Şömineden yayılan sıcaklık bedenimi gevşetmişti. "Konu dağıldı. Seni burada bir başına bıraktığım için pişmanlık duydum ama buraya dönmemi engelleyen sebepler vardı."

"Buraya bana göz kulak olasınız diye gelmedim. Bu, benim görevim. Keşke meşguliyetiniz konusunda yardımcı olabilsem size. Benim tek yükümlülüğüm artık sizsiniz."

"Benim peşimde koşturuyor oluşun sana göz kulak olmama sebebiyet veriyor," dedim. "Asıl sorun bu esnada hastalanmış olman. Neyse ki ruhlar ve Olena sana iyi bakmış."

"Onunla tanıştığıma ne kadar mutlu oldum anlatamam!" dedi bir çocuk hevesiyle. "Benimle güzel ilgilendi. Yaptığı şifa içecekleri beni hızla toparladı."

"Olena şifa konusunda usta. Onu buraya bu yüzden gönderdik."

"Yaptığı yardımdan ziyade tavrı aklıma kazındı," dedi Lara. "Onun hakkında tek bir şey söyleyecek olsam bu, onun zarafeti olurdu."

Lara, Olena hakkında konuşurken mest olmuş gibiydi. Olena'nın insanı etkisi altına alan bir nahifliği vardı. Onun görüntüsünden, sesinden yaşamın dingin sularının sesi duyuluyor ve huzuru görünüyordu. Diamour'un melekleriyle tanıştıktan sonra, Olena'nın onlara ne denli benzediğini fark etmiştim. Sanki onların bir parçasıymış gibi zarafetle kaplıydı onun bedeni.

Diamour'un meleklerinin ağzından çıkan sözlere göre melekleri Efendi Enda yaratmıştı. Şayet o dönemlerde Olena yaşama çoktan kavuşmuşsa, Efendi Enda, melekleri yaratırken ondan birkaç parçayı büyünün içine katmayı ihmal etmemiş olmalıydı.

Diğer lider ruhların bedeninde Olena'nın bedenine kazınmış kırılganlık ve zarafet olduğu gibi görünmüyordu. Eminim ki onların bedenlerine de birtakım özel güçler, kendine has çekicilikler gizlenmiştir. Fakat Olena'ya bahşedilen güzellik ve çekicilik, üzeri ne kadar örtülmeye çalışılsa da kendini bir şekilde belli edebilecek bir etkiye sahipti.

"Olena'daki yüceliği henüz çözemedim," dedim. "Onda bir yücelik olduğunu gördüm ama ne olduğunu çözemedim."

"Biraz kederli," deyiverdi Lara. "Yani bana öyle geldi. Durgun ve düşünceli. Tabii siz onu daha iyi tanıyorsunuzdur."

"Sandığın kadar tanımıyorum. Fakat ömrüm yeterse onunla engin bir bağ kurmayı diliyorum."

Sohbet geç saatlere kadar uzadı. Odanın içi hep aynıydı ama yüzlerimize çöken yorgunluk vaktin epey geçtiğini gösteriyordu. Fakat ne o ne de ben dalıp gittiğimiz sulardan kurtulmak adına bir girişimde bulunduk. Böylece, sanıyorum ki, sabahı ettik. Gün doğmadıysa bile vakit, birkaç saat öncesinden dün diye bahsetmemizi gerektirecek kadar geçmişti.

Bu esnada şöminedeki ateş hiç sönmedi. Bizse oturduğumuz yerden hiç kalkmadık. Fakat en nihayetinde pes etme vakti gelmişti. Hastalık yüzünden azcık da olsa gücünü kaybeden Lara daha fazla dayanamadı, önce yerinden hafifçe kıpırdadı. "Sanırım gün doğdu. Eğer dinlenmeyecekseniz sizi bu noktada yalnız bırakmak durumundayım. Nitekim uykunun getirdiği uyuşukluk tüm bedenime yayılmaya başladı."

"Beni dert etme ve gidip dinlen Lara. Bedenlerimizin işleyişi artık çok farklı. Uykuya ihtiyacın var. Daha kötü olmanı istemem. Sen uyanana dek ben kendi hâlimde takılır ve muhtemelen birkaç kitap karıştırırım."

Ardından o gitti, bense biraz daha aynı yerde kaldım. Geçen zamanın, eğer zihnime yeni tohumlar bırakmıyorsa, aleyhime işlediğini hatırladım. Kütüphaneye geçmek için yerimden isteksizce kalktım. Fakat oturma salonundan çıkınca tam karşımda duran tahta kapı yüreğimdeki denizin sularını dalgalandırdı. Yatak odasına girdim ve hâlâ komodinin üzerinde duran iki çiçeğe baktım. Yanına kadar iyice yaklaştım ama elime almaya cesaret edemedim. Sanki dokunduğumda yok olacaktı.

Onu görmem haktı fakat onu hissetmem yasaktı sanki. Bu, diğer yaşamımın bende bıraktığı tadı hiçbir zaman hatırlamayacak ve hiçbir zaman yeniden aynı tadı alamayacak oluşumla benzer bir durumdu. Bilecektim ama hatırlamayacaktım; görecektim ama hissedemeyecektim.

Yüreğimdeki dalgalar köpük köpüktü. Meleklerin bana sunduğu şey, bu durum, iyilikten ziyade işkence gibi geliyordu. Zamanın ilerisinde ne hissederdim bilemeyeceğim. Fakat şu an, bu çiçeğe baktıkça, engin ve nihayetsiz bir boşlukla boğuşmak zorunda kalışım bana bir iyilik, bir merhamet gibi gelmiyordu. Bu tablo, hatırlayamayacak oluşumun gözüme vurulduğu acımasız bir sunum gibiydi.

İç çektim ve odadan çıktım. Kütüphaneye girip iş başına koyuldum. Hâlâ okunması gereken yüzlerce sayfa, öğrenilmesi gereken onlarca bilgi vardı. Kaçamak yapacak, oyalanacak vakte sahip değildim. Kalın kitapların kapakları bir açıldı mı sayfalar arasında yolculuk yapmak kolaydı zaten. Unutulmuş, yıkılmış ve yok olmuş bir uygarlığın zengin zamanlarına doğru kayıyormuş gibi hissediyordum yaprakları çevirdikçe. Her sayfa, bir mabedin günahkâr ininde ibadet eden zavallı bedenlerin ruhlarını taşıyordu âdeta.

Solur Tohumu bizi nihayete ulaştıracak güce sahipti. Bunu görebiliyordum. Çelikten bir gücü bedenine hapsetmiş, gizemli bir oluşumdu. Onun nasıl oluştuğu yazmıyordu. Yalnızca Efendi Enda'nın rüyası aracılığıyla bu büyük oluşumdan sesler duyup onu aramaya koyulduğu yazıyordu. Altında anlamlar yatan bu durum vaktizamanında birileri tarafından kurcalanmışsa bile kitaplara konu olacak bir sonuç elde edilememiş olmalıydı. Tohum'un oluşumu belirsizdi, tıpkı akıbetinin belirsiz oluşu gibi.

Çizelge öğle vaktini işaret ediyorken kütüphanenin kapısı açılıverdi. Lara hazırlanmış bir hâlde içeri girdi. "Kahvaltı yapacak mısınız Efendim?"

"Eğer istersen sana eşlik edebilirim. Fakat aç değilim."

"Eğer önemli bir işiniz yoksa eşlik etmenizi isterim."

Başına geçtiğim iş önemli ama çizdiğim yola göre manasızdı. Neyin çabasıydı bu? Adımın silinmesini sağlayacak bir son çizmiştim ama hâlâ kendimi kitaplara adıyordum. Öğrendiklerim bana ne katacaktı ki? Buradan bilgili bir şekilde ayrılmam ne yarar sağlayacaktı?

"İşlerim bekleyebilir."

Lara ile hoş ve sakin geçen bir kahvaltının ardından bahçeye inmeye karar verdik. Lara, ruhlarla beraber vakitlerini nasıl geçirdiğinden söz ediyordu. Onlarla epey iyi anlamıştı. Hâlihazırda orduda görev alan ruhlar pek atılgan değilmiş ve onlara çok eşlik etmiyormuş. Fakat bu yapıyı korumakla görevli ruhlar ve bahçeye sahip çıkan ruhlar Lara'nın sevgisini kolayca kazanmış.

Burada geçirdikleri sakin zamanın kalıntılarını duymak beni iyi hissettiriyordu. Kaçıyormuşum gibi değil de dinleniyormuşum gibi hissettiriyordu. Lara'nın sözleri kısa ama tatlı bir molanın hayata geçirilmiş bir yapıtıydı.

Lider ruh Notus bahçe gezintimizin kısa sürmesine neden olan o bedendi. Karşımıza geçince Ezra'nın beni saraya beklediğini bildirdi. Bu ani gelişme yüreğimi sıkıntıyla gerdi. Lara yeniden burada kalmayı tercih etti. Kule'ye doğru yola çıkmadan önce odama geçip üstümü değiştirdim. Ardından beni şehre çıkaracak olan Kule'ye doğru dışarıdan bakılınca sakin görünen adımlarla ilerledim. Ezberlediğim hareketler beni Kule'nin girişine doğru çıkardı. Kule'nin dış kapısı açıktı. Kapının dış tarafında Silas duruyordu. Bakışları benden taraftaydı.

"Bir sorun yok ya?"

"Efendimiz Ezra sizleri saraya çağırıyor lakin sebebi bizlere bildirilmedi. Şehri tehdit eden herhangi bir unsur yok. Sanırsam başka bir durum söz konusu."

Önüme getirilen ata bindim ve tek başıma saraya doğru sürdüm atımı. Bir sıkıntı yok gibi duruyordu ama yine de gerginlik bedenime hükmetmeye başlamıştı bile. Şehir merkezine iyice yaklaştıkça ve şehre yayılan insanların olağan şekilde hayatlarına devam ettiğini gördükçe biraz rahatladım. Yolun ilerisinde görünen devasa yapı ise silinmeye yüz tutmuş gerginliği yeniden gün yüzüne çıkardı.

Atımdan inip bahçede beni bekleyen Ezra'nın yanına doğru yürüdüm. "Beni bu kadar kısa sürede buraya çağırdığına göre bir sorun olmalı diye düşünüyorum."

"Aslında bir sorun yok Efendim. Yeni bir gelişme yaşandı ve ben eyleme geçmeden önce sizin fikrinizi almak istedim." Ezra eliyle sarayı gösterdi. "İsterseniz önce içeri geçelim."

Büyük salona geçtiğimizde onun söze girmesini bekledim. Sakin ve endişesiz yüzü gerçekten de bir sorun olmadığını gösteriyordu. "Sabah saatlerinde şehre bir not yollandı. Önce düşman bölgesinden geldiğini düşündüm ama not, Katrina sınırları içerisindeki herhangi bir yerden gelmiyordu."

"Merinette'den mi geliyor yoksa?" diye sordum birden, notun Merinette'den geliyor oluşu bir şey ifade ediyormuş gibi büyük bir hevesle.

"Hayır, Merinette topraklarının çoğu günümüzde bir harabeden ibaret. Not, Permondura'dan geliyor. Sizin diyarınızda adı duyulmuş mudur bilemem ama orası Katrina'nın batısında yer alan eski bir ülke."

Böylesi bir detayı bile unutmuş olmak tuhaftı. Benim diyarımda böyle bir ülke var mıydı hatırlamıyordum. Ne kadar zorlarsam da hatırlayamayacağımı biliyordum.

Ezra da kullandığı kelimelerin içinin ne denli boş olduğunu fark etti. Bu detayın içinde kavrulmak yerine doğrudan aklına takılan şeyi benimle paylaştı. "Elimize ulaşan not Veda Leralyn tarafından gönderilmiş. Kendileri Efendi Kunter'in annesi olur. Not direkt buraya gönderildiğine göre Efendi Kunter'in burada oluşundan haberi olmalı. Efendi Kunter'e danışmadan önce size bildirmek istedim."

"Kunter'in annesi başka bir ülkede mi?"

"Evet, Permondura'da. Bunu kendisine sizin bildirmenizi ve eğer istiyorsa notu ona sizin iletmenizi istiyorum. Bunlar insancıl ve karmaşık meseleler. Benim dâhil olmam doğru olmaz."

Elime doğru beyaz bir zarf uzattı. Kararsızlık içinde zarfı aldım. "Benim vermem ne kadar doğru olacak ki? Senin içine dâhil olmak istemediğin meselenin ne olduğunu bilmiyorum bile."

"Benim bildiğim de söylenemez."

Zarfın önüne damgalanmış kırmızı mühre baktım. "Eğer Efendi Kunter notu almak istemezse zarfı bana teslim edin ve yok edelim," dedi Ezra.

"Kunter talim alanında mı?"

"Evet."

"Birkaç dakikalığına buraya çağırır mısın?"

Ezra salondan ayrıldı. Nedense elimde tuttuğum zarf ağırlık yapıyordu. Ne olduğunu bilmediğim mesele saatler önce bir çiçeğe bakarken hissettiğim ağırlığın bir benzerini oluşturuyor gibi dalgalar yaratıyordu yüreğimde.

Kunter salona girdi. Ezra, ona durumu bildirecek en ufak bir söz dahi söylememiş olmalıydı. Zira Kunter'in yüzünde gerçeğe eriştiğine dair hiçbir belirti yoktu.

Çekinerek de olsa zarfı ona uzattım. "Veda Hanım'dan geliyor. Bu sabah bölgeye ulaşmış."

"Düşman bölgesinden not kabul etmiyorsun sanıyordum."

"Bu not düşman bölgesinden gelmiyor. Hatta Katrina sınırları içindeki herhangi bir yerden bile gelmiyor."

"Notun nereden geldiğini tahmin edebiliyorum. Antropedos'un Permondura'yla da dost olduğu söylenemez."

"Ne olduğunu bilmiyorum. Kabul etmeyeceksen Ezra zarfı yok edecek."

Uzattığım zarfı almadı. "Yok edebilirsiniz."

"Senin burada olduğunu biliyor oluşu normal mi?"

"Çok normal," dedi Kunter. Sesinde azıcık bir öfke vardı. "O benim nerede olduğumu hep bilir. Eğer güvenlik konusunda endişelerin varsa bölgeye yeni korumalar yapalım."

Sözlerine oldukça şaşırdım. "Neden? Ondan veya o bölgeden bize bir zarar gelir mi?"

"Şu an için gelmez. Böyle bir zamanda uzaklardaki bir bölgeden not gelişi seni rahatsız ettiyse diye söylüyorum."

Notu ona doğru uzatmayı kestim. "Notun içinde ne yazdığını bilmiyorken tehdit unsuru oluşturup oluşturmadığını da bilemem."

Kunter bir şey söyleyemeden salona yeni bir beden girdi. Lena bizi burada görmeyi beklemiyor olacak ki epey şaşırdı. "Alisa ne zaman geldin buraya kızım?"

"Çok olmuyor Lena."

Elimdeki zarf dikkatini çekti. "Bu nedir?"

Kunter benden önce davrandı. "Permondura'dan geliyor."

Bu sık sık yaşanan bir durummuş gibi Lena hiç şaşırmadı. "Diğer notları görmezden geliyor oluşunu anlıyorum oğlum ama bunu açıp okusan iyi olacak. Yazanların içinde bulunduğumuz durumla bir ilgisi olabilir."

"Permondura'dan bir yardım gelecek değil ya! Notta böyle bir teklif yer alıyorsa bile ruhlar kabul etmeyecektir."

Lena zarfı elimden alıp Kunter'e uzattı. "Siz çocuklara zamanı gelince büyüklerin sözünü dinlemeniz gerektiğini bir türlü öğretemedik. Al şunu oğlum. Güncel durumla ilgili önemli bir detay varsa Ezra'ya bildirirsin."

"O hâlde açıp sen oku Lena."

Kunter, Lena ne kadar dil dökerse döksün zarfı almayacaktı. Lena da bunu anlamış ve pes etmişti.

"Öyleyse notu ben okurum," dedim. "Lena'nın okumasını sorun etmeyeceksen benim okumamı da sorun etmezsin."

Beyaz zarf yeniden ellerime düştüğünde Kunter salondan ayrılmış ve talim alanına geri dönmüştü bile.

"Notta işe yarar bilgiler bulunuyor olabilir mi sahiden?"

Lena çaresizce zarfa baktı. "Hiç belli olmaz kızım. Fakat Kunter haklı. Permondura yardım teklifinde bulunmaz. Bulunsa bile Antropedos bunu kabul etmez."

Lena, oturma alanında tekli bir koltuğun üzerinde dağınıkça duran şalı aldı. "Buraya bunu almak için gelmiştim. Henna biraz üşüdü. Şimdi geri döneceğim. Bize katılmak ister misin kızım?"

"Birkaç dakikaya yanınıza geleceğim."

Lena ile beraber saraydan ayrıldık. O, küçük binaya geçerken ben Ezra'nın yanına gittim.

"Düşman bölgesinden ısrarla gönderilmeye çalışılan not yeniden bölgeye gönderilirse kabul edin ve bana getirin."

Küçük binaya geçtiğimde diğerlerinin işine ortak oldum. Binada depo olarak kullanılan oda baştan sona kadar içi büyülü ok dolu demir kasalarla doluydu. Günler öncesinde büyüyle kaplanma kervanına kılıçlar da dâhil olmuş. Ordunun kullanacağı kılıçlar, Olena'nın özenle ve titizlikle hazırladığı büyülü karışıma bulanmıştı. Orduya liderlik edecek ruhların ve Galen İlgar ile Kunter'in kullanacağı kılıçlar ise büyüyle işleniyordu.

Akşama kadar o küçük binada kalmıştık. Belli aralıklarla bölgeye yapılan korumalara bugün de bir yenisi eklenmişti. Olena'nın söylediğine göre, bir anda çokça yapılan korumalar yerine düzenli bir şekilde yapılan korumalar daha çok etkili ve faydalıymış. O yüzden bölge belli bir düzene yayılmış korumalarla güçlendiriliyordu.

Permondura'dan bir not geldiğini Olena da duymuş ve bundan açıkça rahatsız olmuştu. Beyaza bürünmüş zarif yüzü memnuniyetsizliğin ağına kapılmıştı. Geçmişin lanetli sisleri havada uçuşuyor, bizlerse o havayı derinden soluyorduk. Ne olduğunu sorma gereği duymadım. Havada uçuşan uğursuzluk yeterliydi. Geceleri elime alacağım kitaplar en kısa sürede bu konuda bilgi edinmeme yarayacaktı.

Hava iyiden iyiye karardığında hep beraber binadan çıktık. Olena binanın kapısını mühürle kilitledi. Ardından bizlere kısa bir veda bırakıp kendi birliğinin yanına döndü. Biz sarayın önündeki geniş ve uzun merdivenleri çıkarken, Ezra elindeki zarfla kapının yanı başında dikiliyordu. Bu noktada Lena ve Henna Hanım saraya girdi. Onların gidişiyle Ezra'nın uzattığı zarfı aldım.

Bu, bir ödeşmeydi; bir karşılık ve bir eşitlikti. Kendimi kötü hissetmemek adına yaptığım belki de deli saçması bir uygulama idi. Yemek saati gelmeden önce Kunter'in odasına çıktım. Neyse ki o, müsaitti.

Elimdeki beyaz zarfı, annesinden gelen notu saklayan ve koruyan o zarf zannetti. "Alisa, boşuna ısrarcı olma. Notu kabul etmeyeceğim. Kendin okuyabilirsin, bunu sorun etmem. Yalnızca notu okuduktan sonra beni soru yağmuruna tutma yeter."

Sözlerine karşılık zarfı odanın bir köşesinde duran masanın üzerine koydum. "Bu, annenden gelen not değil Kunter. O notu okuyunca kendimi kötü hissedeceğim. Fakat okumak zorundaymış gibi hissediyorum. Lena'nın dediği gibi içinde şu anki durumla ilgili bir haber olabilir. Bu, babamdan gelen not. Belki yersiz ve gereksiz bulacaksın ama ben bunun bir karşılık olacağına inanıyorum. O yüzden lütfen itiraz etme. Okuyup okumamak sana kalmış. Bu notu sana teslim ederek kendimce bir eşitlik sağlamış olacağım."

"Bunu yapmana gerek yok," dedi Kunter. "Bana gelen notu okumak istemeni anlıyorum. Nitekim notun denk geldiği zaman, umuda ve yardıma ihtiyaç duyduğun zorlu bir zaman. Fakat ben, sana ait bir notu okumayacağım. Sana gelen notta benim yolumla veya hislerimle bağlantılı bir bilgi yer almıyor olsa gerek."

"Okumak zorunda değilsin. Bundan sonrası yalnızca seni ilgilendiriyor. Tıpkı sana ait notu okuduktan sonra kafamda oluşacak onlarca sorunun yalnızca beni ilgilendireceği gibi."

Kunter sessizce oyunuma boyun eğdi. Balkona açılan kapının orada, balkonun soğuk zeminine düşmüş Lerink Çiçeği'ni görünce istemsizce balkona doğru birkaç adım attım. "Çiçeklerle pek ilgileniyor gibi görünmüyordun."

"İlgilenmiyorum zaten. Rüzgâr onu buraya getirmiş olabilir. İşin ilginci bu çiçek yalnızca Katrin'de yetişiyor. Yoksa buraya siz mi getirdiniz ?"

"Narya birkaç tane getirmişti diye biliyorum ama sanırım onları kendisiyle birlikte Alsondro'ya götürdü. Lara bunun meleklerin işi olduğunu düşünüyor. Çiçeğin yer altına kadar gelmiş olmasını düşününce haksız sayılmaz."

"Kötü bir kurban seçmişsin," dedi Kunter. "Kurban verebileceğin daha az kıymetli şeyler vardır illaki."

"Düşündüm ama bulamadım. Şimdi bile düşününce aklıma hiçbir şey gelmiyor. Bu diyarda değerim hâline gelmiş bir şey yok gibi." Odanın çıkışına ilerledim. "Gerçekten o notu okuyacak olmam seni rahatsız etmiyor mu?"

"Babandan gelen notu okusam, bu seni rahatsız eder mi?"

"Etmez," dedim. "Zaten yazan şeyleri az çok tahmin edebiliyorum."

"Fazladan bir şey söylememe gerek var mı?"

"Bunların aynı şey olduğunu düşünmüyorum."

"Değil zaten," dedi Kunter. "Bana gelen not, senin bana teslim ettiğin notun aksine tehdit ve yalanlar barındırmıyor."

Kunter'i sıkboğaz etmek istemediğim için susup odadan ayrıldım. Yemek saatinden önce notu okumak büyük bir hata olacaktı. Zira yemekte, öğrendiğim ve öğrenemediğim şeylerden sonra Kunter ile yüz yüze gelmek zorunda kalacak ve bunu belli etmemeye çalışacaktım. Fakat bunca yanlışın ve hatanın arasına bir yenisini eklemekten çekinmedim ve odama geçip zarfın içine saklanmış notu çıkardım.

-Bir savaşa doğru giden bir yola saptığınız haberi buraya kadar ulaştı Kunter. Senin daha korunaklı bir bölgede oluşun içimi soğuturken, o bölgenin ruhlara ait oluşu içimi kemiren onlarca korkunç düşüncenin doğmasına neden oluyor. Babanın istediği yola çoktan girdiğini ve seni memnun eden adımlar atmaya başladığını da biliyorum. Liderlik ettiğin ordunun insanlardan oluşmuyor oluşu, sanırsam babanı değil ama beni oldukça rahatsız ediyor. Seni o savaştan korumanın ve kurtarmanın bir yolu yok, biliyorum. Fakat tek isteğim, Antropedos'tan çıkıp Katrin'e dönmen. Katrin'de senin ilgini bekleyen bir ordu duruyor. Buna rağmen Antropedos'a gitmiş, daha doğrusu gönderilmiş olman kafamda onlarca soru işareti doğruyor. Kısa bir süre önce kraliyet tarafından adına leke sürülecek bir sürecin içine düştüğünü biliyorken, bu yaşanan durum kraliyetin ailemiz ve senin adına yanlış ve sapkın kararlar aldığını düşündürüyor bana. O saraya ve içindekilere güveninin tam olduğunu ve hiç kuşku duymadığını biliyorum çünkü senin arkanda şüphelerini gideren bir figür var. Lakin bu sefer baban yanılıyor ve gerçeği göremiyor Kunter. Kraliyet bu sefer sapkın bir yola giriyor. Lenor ailesine suçlama yapmak istemem ama sanırım tek gücün kendilerine ait olması için başta dinî gücü kaldıracak ve ardından da yedili sistemi tamamen yok edecekler. Karar yetkisinin yalnızca ve yalnızca kendilerine ait olmasını istediklerini düşünüyorum. Atılan adımlar ve içine girdiğiniz süreç bu düşüncelerimi oldukça tasdikliyor. Babana ulaşmak sana ulaşmaya çalışmaktan daha zor. Notumu okuduktan sonra babanla görüşmeni ve notu bir de ona okutmanı istiyorum. Geçmişte aldığım karar size olan sevgimin küçüklüğüne bir işaret değildi. Zamanla beni anlayacağını düşünüyorum.
Annen, Veda Leralyn

Bölüm : 28.03.2025 19:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...