Basit bir şişede saklanan bir içeceğin beni uykuya iteceğine inancım yoktu. Uyumama konusundaki inadıma rağmen uykuya çekilip sabahı etmiş olmam inançsızlığımın kırılma noktası olmuştu. Lordabur Sarayı'nda uyuyarak yeni günü karşılamıştım. Gece akıp giderken diğer diyardaki anılarımı almayı da ihmal etmemişti. Zihnimin bir kısmı, oldukça büyük bir kısmı bilinmezliğin yarattığı boşlukla dolmuştu. O boşluğu doldurmaya çalışmıştım ama elde ettiğim tek şey, o boşluğu yaratan sebebe ulaşmak olmuştu. Ben, gerçekten de unutmuştum.
Yatakta doğruldum ama orayı terk edecek gücü kendimde bulamadım. Yaşıyor, tadıyor olmama rağmen inanmak güç geliyordu. Hatırlamaya çalışmak zihnimi acıtıyor, acılar yeni acıları doğuruyordu. Alisa'nın sözlerini ve aldığım önlemi hatırladığımda yerimden aceleyle kalktım ve kâğıdı koyduğum çekmeceyi açtım. Kâğıt yoktu. Alisa'nın sözleri üzerine diğer diyardaki ailemin, dostlarımın ve halkımın beni gerçekten sevdiğini not aldığım kâğıt yok olmuştu. Yine de o sözleri hatırlıyorsun, diyerek rahatlatmaya çalıştım kendimi. Sonra, ya unutursam, diye korktum. Ya o görüşmede Alisa'nın bana sarf ettiği sözleri unutursam? Korkum harekete geçmemi sağladı. Yeni bir kâğıda bana söylenenleri yazdım. Yazanlar içimi rahatlattı. Belki hepsi bir yalandı fakat yine de içimi rahatlattı. Kâğıdı çekmeceye koymak için alacağım zaman, kâğıt gözlerimin önünde eriyip yok oldu.
Derin bir nefes aldım. Yeni bir kâğıda hatırladığım sözleri yazdım. Çekmeceye koymak için acele etmedim ve öylece kâğıdı izlemeye koyuldum. Kâğıt saniyeler içinde yok oldu. Yeni bir kâğıt çıkardım. Aynı sözleri farklı bir biçimde yazdım. Çabam manasızdı. Saniyeler içinde o kâğıt da yok oldu.
Derin bir nefes aldım. Çıkardığım temiz kâğıtları yerine koydum. Bana gerçeği hatırlatması için ihtiyacım olan şey bir not değildi. Bunu not yerine bir beden de yapabilirdi. Odanın kapısını açtım. Amacım Ezra'ya seslenmekti. Fakat o zaten kapımın önünde duruyordu.
"Ezra," dedim. "Yazdığım notlar yok oluyor."
O, her zamanki gibi neyden söz ettiğimi biliyordu. "Bu, not almanızın yasak olduğu anlamına geliyor."
"O zaman diğer hayatımı nasıl hatırlayacağım?"
"Detayları unutacağınızı biliyordunuz."
"Bu detay, o hayatıma dair çok şey anlatan bir detay değil ki," dedim şikayet edercesine. "Yalnızca benim içimi rahatlatacak küçük bir detay. Belki de bir yalandır. Bunu da mı benden esirgeyecekler?"
"Görüşmeyi unutmayacaksınız. Eğer görüşmede diğer yaşamınıza dair oldukça büyük bir detaydan söz ettiyseniz o kısımları unutmuş olacaksınız elbette. Fakat sizin bana söylediğiniz sözler unutmanızı gerektirecek kadar önemli bir detay değildi. O yüzden endişelenmeyin. O sözleri unutmayacaksınız. Yalnızca not almanız yasak."
Sözleri bana güven vermiyordu. Fakat yapabileceğim bir şey yoktu. Pes edip odanın içine geçtim. "Yine de unutursam bana hatırlat."
"Sizin unutmanız gereken bir detaysa bizler de unutacağızdır."
"Bu diyardaki herkes, o Alisa'yı unuttu mu yani?"
"Hayır, fakat zamanla onun hakkında onu anımsayamayacakları kadar az şey biliyor olacaklar."
Yeterince ağlamıştım. Ayrıca bu, benim seçimimdi. Şikayet edecek bir nokta yoktu yani. Artık görevime devam edebilir, planımın detaylarına kafa yorabilirdim.
"Burada işim bitti değil mi? Yer altına insem iyi olacak. Lara'yı orada uzun bir yalnızlığa terk ettim."
"Başka bir isteğiniz yoksa, evet, buradaki işiniz bitti."
"Kuzgun nerede Ezra? Onu bir süredir görmüyorum."
"Katrin'de. Düşman bölgesini gözetlemesi için onu oraya yolladım."
Verilmesi gerekenden daha büyük bir tepkiyle baktım ona. "Onu özgür bırakacağını söylemiştin."
"Bırakacağım. Sizin yapacağınız görüşmenin önceliğim olduğunu da söylemiştim. Şimdi ise o işimize yarıyor. Bir süre daha bize bilgi taşıması işimize gelir."
"Efendinin ruhunu sana hizmet etmesi için mi kullanıyorsun?"
"Hayır, bize yardım etmesi için kullanıyorum."
"Aynı şey," dedim. "Eminim ki bize bilgi taşıyacak başka kuzgunlar vardır. Kuzgunların sizin dostunuz olduğunu söylemiştin. Yeni bir tanesini oraya yollayın; ve o ruhu artık özgür bırakalım Ezra."
"Kuzgunun içinde güçlü bir ruh olduğu için fark edilmesi neredeyse imkânsız. Fakat diğer kuzgunlar kolaylıkla fark edilecektir."
"Ezra!" dedim hiddetle. "Fark edilirse ne olacak peki? Düşman, kuzgunun içinde bir ruh olduğunun farkına varamadan kuzgunu yok etmenin yolunu arayacaktır. Bu, ona zarar vermez mi?"
"İçinde bulunduğu bedenin zarar görmesi ona zarar vermez."
"Peki, düşmanın bu durumu fark etme ihtimali var mı?"
"Evet."
Yanıt kısa ve benim tepki vermeme yetecek etkideydi. "Bu riski göze mi alıyorsun?"
"Düşmanın aklına bunun geleceğini sanmam."
"Hissedebilir. Daha dün düşmanın elinde tuttuğu gücü öğrendik. O gücün neler yapabileceğini senin daha iyi bilmen gerekir."
Onun suskunluğu aklıma başka bir seçeneği getirdi. "Yoksa sen başka şeyleri mi dert ediyorsun? Aldığım karar, o ruhu özgür bırakmanın kötü bir fikir olacağını mı düşündürdü sana?"
"Hayır, bu aklıma bile gelmedi. Yalnızca kuzgun bize fayda sağlıyor. Bırakın biraz böyle kalmaya devam etsin."
"Tüm efendilerine karşı bu kadar inatçı mıydın?"
"İnatçı değilim," dedi. "Yalnızca fikir belirtiyorum."
Ne yapacağımı bilmiyordum. Bazı anlarda, ki bu sık sık yaşanıyordu, birisinden akıl almaya ihtiyaç duyuyordum. Yönümü tek başıma belirleyemiyordum. Sanırım bu, efendi olmam için büyük bir eksiklikti.
Gardımı düşürdüm. "Onun sayesinde işe yarar bir bilgi topladık mı peki?"
"Pek sayılmaz," dedi dürüstçe. "Timun Bey ve Eli Ran saraydan neredeyse hiç çıkmıyor. Gözetilen orman, bazı günler hareketli olmasına rağmen önemli bir bilginin elimize ulaşmasına yarayacak aktifliğe sahip değil. Ayrıca hiçbir yönetici o saraya uğramıyor. Bu, onlar hakkında yargıya varmamızı zorlaştırıyor."
"Başka bir buluşma alanları olabilir. Geçit yardımıyla gidiyorlardır. Ya da yöneticiler düşmanın tarafında değil. Ki, bu ihtimale pek inanmıyorum. Aslında dünkü konuşma sonrasında bu ihtimali iyice değerlendirmek gerektiğini anladım. Alisa, Kunter'in sık sık saraylarına ziyarete geldiğini söyledi. O yüzden ona not yollamış. Bir nevi uyarmak için. Belki de düşman sanrı görmeye yarayan güçlü bir büyüyü etkinleştirmiştir. Böylece biz, işimize yarayacak yöneticilere sığınmak yerine onlara sırt çeviriyoruzdur. Pamir ve diğerlerinin, yöneticilerin Eli Ran ile görüşme yapmaya gittiğini görmesi bir oyun olabilir. Zira düşmanın böyle basit bir konudan yakalanmasını beklemek öğrendiğimiz şeyden sonra gerçek dışı bir eylem olur."
"Yöneticiler sık sık kraliyetle irtibata geçmeye çalışıyor," dedi. "Efendi Atlas her hafta yöneticilerden notlar aldığını söylüyor. Fakat onları bölgeye alabilecek cesarete sahip olmadığını söylüyor. Bu, büyük bir risk. Adları temize çıkana dek şu an gördükleri muameleyi görmeye devam etmeleri gerekecek."
"Sien Qa sınırları içine giremiyor oluşları düşmanın onlara kolayca ulaşabileceği anlamına geliyor," dedim. "Bugün yer altına inmeyeceğim. Önce Kunter sonrasında Atlas ile konuşmak istiyorum. Yöneticiler konusunda çizeceğimiz sınıra bir an önce karar vermeliyiz."
"Efendi Ramon sabah erken saatlerde oğlu ile görüşmeye buraya geldi. Şimdi ikisi de salonda."
Yöneticiler arasında adı temiz olan, en azından temiz olduğuna inandığımız tek kişi Efendi Ramon idi. Efendi Ramon bunca zaman yanımıza hiç uğramamışken şimdi ne olmuştu da buraya gelmişti ki?
"Özel bir mesele mi?"
"Hayır, görüşmenin bir aciliyeti olmadığını belirtmişti. Sanırım yalnızca oğlunu merak etmiş."
"Onlara haber etsene. Birazdan yanlarına ineceğim."
Yaklaşık yarım saatin ardından hazırlığım son bulunca ve onların baba-oğul görüşmesinin sona erdiğini öğrenince büyük salona geçtim. Efendi Ramon ile doğru düzgün ilk kez karşı karşıya geliyorduk. Karşısında saygıyla eğildim. Onun Kunter'in babası olduğunu söylemek dünyanın en kolay şeyiydi. Görünüşleri neredeyse aynıydı. Yalnızca Efendi Ramon'un grileşen saçları, oğlununkinden biraz daha kısaydı; çenesine anca uzanıyordu. Bir de yüzünde, yaşının getirmiş olduğu kırışıklıklar vardı. Fakat ondaki mağrurluk sanıyorum ki bu zamana dek gördüğüm kimsede yoktu.
Aynı saygıyı o da bana karşı gösterdi. "Buraya geleceğim haberini sizlere veremedim. Umarım bunu saygısızlık olarak görmemişsinizdir."
"Şehir Ezra'ya ait," dedim. "Buraya geleceğinizi bana değil Ezra'ya bildirmeniz düşüncenizin aksine gayet yerinde olmuş Efendim."
"Buraya yalnızca saygıda kusur etmemek için geldiğinizi düşünüyorum," dedi Efendi Ramon. "O yüzden müsaadenizle ben artık Katrin'e döneyim."
"Aslında düşman ve yöneticilerle ilgili bir şeyler konuşacaktım. Kalmanız ve bize katılmanız yarar sağlayacaktır."
Efendi Ramon teklifime şaşırsa da kabul etti. Ardından konuşmayı rahatça yapabilmek adına oturma alanına geçtik.
"Dün Alisa ile görüştüm, belki haberiniz vardır. Konuşma esnasında Kunter'e yolladığı notun sebebini sormayı ihmal etmedim. Bana, Kunter'i sık sık Almedal Sarayı'na ziyarete gelirken gördüğü ve notu onu uyarmak amacıyla yolladığı bilgisini verdi."
Efendi Ramon bilgece, "Sanrı," dedi. Olayı anlamıştı bile. Kunter olayı çözen babasına sıkıntıyla baktı ama ağzını açmadı.
"Sanrılar düşmanın en güvenli yolu olsa gerek," dedim. "Bu bağlamda yöneticiler konusunda yanlış yargıya düşüyor olabileceğimizi düşündüm."
Efendi Ramon gür bir kahkaha attı. "Hiç sanmıyorum Alisa. Yöneticilere kendi adlarını temize çıkarmak için, Monar Sistemi kurulduğunda, Sistem aracılığıyla buraya gelmelerini ve masumiyetlerini kanıtlamaları fikrini sundum. O günden beri, Sistem kurulduğundan beri buraya uğrayan bir yönetici oldu mu?"
Kaşlarım çatıldı. "Siz buraya Sistem'i kullanarak mı geldiniz?"
"Kibre kapılmaya gerek yok," dedi. "Leke sürülmemiş adım Sistem sayesinde temizlendi. Bu yolu onlar da tercih edebilir. Fakat sanırım görecekleri sonuç onları rahatsız ediyor ve bu yola sapmaktan alıkoyuyor."
"Almedal Sarayı'na uğramıyorlarmış," dedim. "Bunu anlayabiliyorum. Sunduğunuz fikri geri çevirdiklerine göre etkin büyü yapan tek kişinin düşmanın kendisi olmadığını anlıyoruz."
"Bir noktada insanın adını temizlemesi oldukça kolaydır. Yöneticiler bunu reddetti. Reddetme sebepleri üzerine kafa yormaya gerek olmadığını savunuyorum. Aslına bakarsan bu seçeneği reddetmeleri çok iyi oldu. Zira düşman, planını yalnızca kendisinin büyü yapmasını gerektirecek şekilde tasarlamış olsaydı ve yöneticiler Monar Sistemi'ni kullansaydı, onların masum olduğunu düşünecektik. Fakat şimdi bu seçeneği reddettiklerine göre ya düşman için ya da başka çıkarlar doğrultusunda kara ve yasaklı büyü yapmış olmalılar."
Efendi Ramon ayaklandı. "Eğer bir büyüğün sözüne ve öğüdüne ihtiyaç duyuyorsan, yöneticilerin kimliği konusunda endişelenmeyi bırakmanı öneririm sana. Günün sonunda bulundukları safı belli edecekler."
"Hemen dönecek misiniz?"
"Evet, bölgenin koruması bizlere ait. Bir aksaklık çıkmasını istemem."
"Lütfen birkaç dakika bekleyin, Katrin'e beraber gidelim. Öncesinde Kunter ile konuşmam gerekenler var."
Efendi Ramon sözüme uydu, bizi baş başa bırakmak için salondan çıktı. Kunter ne söyleyeceğimi merakla bekliyordu. Başkası adına konuşmak en zor sınavlarımdan biri hâline gelmişti.
"Alisa o itirazın kendi isteği olmadığını sizlere bildirmemi istedi. Artık herkes bunun farkındadır fakat onun isteği üzerine dile getirmek istedim."
Kaderin sarmaladığı acımasızlık yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Onun bir şey söylemesini beklemiyordum. Çünkü bu duruma verilecek bir tepki ve bir söz olduğunu sanmıyordum. O da o sözü bulamamış olmalıydı. "Bunu bana ilettiğin için teşekkürler."
Pişmandı, hepsi delicesine pişmandı. Hayatın sunduğu şartlar kendimizi yaşananlardan sorumlu hissetmemize neden oluyordu. Kunter'in kendisini suçlamasına bizzat şahitlik ettim. Gözler yine her şeyi ele vermişti.
Önce salonu, sonra sarayı terk ettim. Bahçede açılan geçide gittim ve Efendi Ramon'un geçide girmesi için bekledim. Ezra da aynı sabrı benim için gösterdi. Sarayın girişine vardığımızda Efendi Ramon ile yollarımız ayrıldı. Ben, çalışma odasına yol alırken Ezra'yla da yollarımız ayrıldı. O, öncesinde Valmir'in yanına gitmek istedi. Valmir sarayın neresindeydi ben bilmiyordun ama o, biliyor olmalıydı. Tek başıma Atlas'ın yanına doğru gittim.
Odanın kapısını hafifçe tıklatıp açtım. Ezra'nın yolladığı haber çoktan buraya ulaşmıştı; Atlas beni gördüğüne şaşırmadı. Dün yaşadığımız gerçeklikten uzak anlardan sonra gerçeğe dönmek ve var olanla savaşmak zorundaydık.
"Bu kadar kısa sürede görüşmeyi beklemiyordum."
"Artık buraya gelişimi azaltmam gerekiyor, biliyorum ama dün ertelediğimiz konuşmayı yapmalıyız."
"Düşman bölgesinde hiç hareketlilik yok. O yüzden gelişin çok tehlike oluşturmuyor. Düşman bekliyor."
Düşmanın beklemesi, bizi büyük bir kötülüğün beklediği anlamına geliyordu. Bunun bilincinde olmak sessizliğin yarattığı alanı huzur olarak görmemi engelliyordu.
Masanın önündeki koltuğa oturdum. O da gelip yanıma oturdu.
"Efendi Ramon Antropedos'a geldi. Eminim senin iznini aldıktan sonra yapmıştır bu ziyareti."
"Evet, Kunter'i görmek istediğini söyledi," dedi Atlas. "Efendi Ramon'un anlattığına göre düşman pek hareketsiz sayılmaz. Bir rüya görmüş, bunun neticesinde oraya gelmek istedi. Oğlunun iyi olup olmadığını görmeye ihtiyacı vardı."
"Düşmanın oyunları başlamış," dedim iç çekerek. "Diamour'un melekleri yıllar önce o bölgeye bir saldırı yapıldığını ve Diamour'un ruhundan bir parça çalındığını söyledi. Onlar değil ama biz, parçanın kimde olduğunu biliyoruz."
"Yani Efendi Galen haklı."
"Evet," diyerek onayladım. "Melekler de aynısını söyledi. Düşman, Meir'e sahip."
"Çok hoş."
"Bir de," dedim yavaşça, "Alisa, o itirazı isteği dışında gerçekleştirdiğini size söylememi rica etti. Ayrıca o zamanlar Kunter'i sürekli kendi saraylarına gelirken görüyormuş. Bunu söyleyince sizin yöneticileri Eli Ran'ın yanına giderken görüşünüz geldi aklıma. Onlar da bir sanrı olabilir mi?"
"Bir ihtimal olabilir. Çok göze çarpan bir detaydı. Sanrı olmasa bile düşman bunu görmemizi istedi."
"Bunu görmemizi ve ona göre hareket etmemizi istedi. Ama neden? Yöneticiler ondan yanaysa, neden en başında yöneticilerden şüphelenmemizi istedi ki?"
"Timun Bey'in haddinden fazla eğlendiğini düşünüyorum. Elindeki gücü öğrendiğime göre, kaybetmekten korkmadığı için oyununu daha eğlenceli hâle getirmenin yollarını arıyor oluşunu savunacağım. Kafamızı karıştırmak istiyor. Bunu yaparken de epey eğleniyor olmalı."
Neden sonra, "Yöneticileri bölgeye kabul etmemeye devam edeceğim," dedi. "Bu bilgiden sonra onların kukla olduğuna emin oldum."
"Öyle mi dersin?"
"Öyle görünüyor. Birkaç güne düşman yeni bir hamle yapacaktır. Bize saldırmayacak. Ona saldırmamız için bizi kışkırtacak."
Zamanın rahatsız edici, boğucu bir noktasındaydık. Ya zamanda geriye dönüp savaştan iyice uzaklaşmayı ya da zamanda ileri gidip savaşın yıkımından kaçmayı istiyordum. O ana doğru giderek yaklaşıyorduk. O an ise olduğu yerde bizim onu yakalamamızı bekliyordu. O da bize doğru son süratle gelseydi yine şikayet edecektim. Fakat yine de kendimi söylenmekten, şikayet etmekten ve biraz da isyan etmekten alıkoyamıyordum.
Odanın kapısı açıldı. Bir zamanlarki kalabalık içeri doluştu. Yüzlerine alıştığım bedenleri görmenin beni mutlu etmek yerine gerdiği bir zamanın içindeydim. Zira bedenlerin sahibi başarısız olursak ne denli yıpranacağımızı gösteriyordu.
Perla benim gibi düşünmüyor olmalıydı ki beni görür görmez hızla yanıma gelmiş ve sağ yanımdaki boşluğa oturmuştu. "Görüşme nasıl geçti anlatsana Alisa! O iyi miydi?"
"Alisa, o diyarın içine düşünce her şeyi anlamış," dedim. "Bazı anıları unutmaya başlaması ona anlaması konusunda yardımcı olmuş. Ait olduğu yere dönebildiği için mutluydu elbette. Fakat bu hayatın onda yarattığı lekeler temizlenebilmiş değil. Bu yüzden mutluluğunun saf olduğunu iddia edemem. Ama eminim ki orada, burada olduğundan daha huzurludur."
"Öyledir elbet," dedi Valmir. "Bu huzur, o diyarın şartlarının buradaki şartlardan daha iyi olmasından kaynaklı değil. Sonunda aitliği bulabilmiş olmanın getirdiği bir huzurdur o."
"Durumu kabullenmekte zorluk çekse de özgürce ve dilediğince hareket edebilmesi, o hayatı benimsemesini kolaylaştırmış. Buraya dönmek istemediğini hiç şüpheye düşmeden belirtti."
"Bu herkes için en iyisi," dedi Perla. "Aitsizliğin kargaşa yaratmasına bizzat şahit olduk. Bu şekilde hayatın sizler için daha güzel ve özel hazırlıkları olacaktır."
Aynı şeyi yeniden dile getirmek için zorladım kendimi. "Alisa itirazın kendi seçimi olmadığını sizlere söylememi istedi. Benden istediği tek şey buydu."
"Onu dargın bir şekilde yolladık o diyara," dedi Aren. "O itirazın bizim için sebep olduğu hayal kırıklığı ve öfkenin kendisinde yarattığı dargınlığı gidermeye çalışıyor. Fakat böyle bir çabaya artık gerek olmadığını söylemeliydin."
"Endişeniz olmasın, bunu farklı bir yolla dile getirdim. Yine de bu durumun içinde ukde olarak kalmasını istemiyordu. Söylemeye fırsat bulamadığı şeyi benim söylememi istedi. Onlar zaten biliyorlar, diyerek onun ricasını ezmek istemedim. Üstüme düşen görevi yerine getirmeliyim."
Onlarla görüşme esnasında ve sonrasında öğrendiğim diğer bilgileri de paylaştım. Bir süre yöneticilerin durumuna kafa yorduk. Bunu onlarla birlikte yapmak zor olmuştu. Zira bahsettiğimiz kişiler onların ailesiydi. Bir zamanlar bu duruma en çok tepki veren Perla gerçeği nihayet kabullenmişti. Artık yüreği değil mantığı konuşuyordu. Gerçeği olduğu gibi görmesini engelleyen hisleri sönmüştü.
Yöneticiler arasında durumu en belirsiz olan kişi Aren'in babası Alpay Bey idi. Eşinin vahşice katledilmesine kim göz yumar ki, diye sormayacaktım. Hâlihazırda bunu yapmış bir kişiyi tanıyorduk. Artık, ama o, onun en değer verdiği isimdi, dememizi gerektirecek bir körlüğün kurbanı değildik. Anlamıştık ki insanlar hedefe ulaşmak için en değer verdikleri bedenleri ezebilirdi.
Artık bu odada gerçeğin en çok yorduğu kişi diye birisi yoktu. Herkes ya kabullenmiş ya da alışmıştı. Fazla tepkiler, isyan eden bakışlar yoktu. Herkes biraz dinginlemişti.
Perla'nın kardeşine dair endişeleri de sönmüş gibiydi. Ya iyi bir taklitçiydi ya da artık küçük kardeşine güvenme vaktinin geldiğini anlamıştı. Gözleri eskisi gibi yeniden parlıyordu. Belki de bunun en büyük sebebi parmağında çok da uzun olmayan bir zaman önce yerini alan yüzüktü. Sanki basit bir yüzüktü ona umut doğuran.
O umudu yaratan kişi ise hem Perla'ya dayanak sağlamış olmanın getirdiği mutlulukla hem de tasarladığı geleceğin ona verdiği huzurla doluydu. Pamir babasının ihanetini düşünmüyordu. O kendi ailesini yaratabileceğinin farkındaydı. Bırakın geçmişi, şu anla bile pek ilgilenmiyor gibiydi. Odağı yalnızca geleceğin getireceği imgedeydi.
Aren zamanın hiçbir noktasında gerçek yüzünden kendini kaybedecek derece sarsılmamıştı. Onu son zamanlarda sarsan tek şey, baki öfkesini doğuran olayın sorumlusunun, bunca zaman öfke duyup iletişimini kısıtladığı Lena olmadığını fark etmesiydi. Bu yanlış yansıtılan olay onu pişmanlığa sürüklüyordu. Pişmanlığını gidermek için adım atmaya pek cesaret edemiyor gibiydi.
Atlas çoktan kimin masum kimin suçlu olduğuna karar vermiş ve vardığı yargı, onun bir zamanlar içine düştüğü boşluktan kurtulmasına neden olmuştu. Kunter'in masumiyeti onu rahatlatmıştı; ama Ural'ın ihanetinin onda sebep olduğu huzursuzlukları ne kadar uğraşırsam uğraşayım asla göremiyordum. Fakat Atlas ilk zamanlarki Atlas'tı işte. Umudu da vardı, bir planı da.
Odadaki son beden Valmir, sanına yakışan bir sükûnetin içindeydi. Yol gösterici olmanın getirdiği yük onu ezmiyordu. Hatta bundan fazlasıyla memnundu. Onun yaşamını kendince değerli kılan şey buydu. Sanrıların yeniden ana konu olması, bir zamanlarki öngörüsünün bir oyun olup olmadığını düşünmeye itmişti. Bunu, bedenleri analiz eden gözlerimi yakalayan soru işaretleriyle dolu gözlerinde okuyabilmiştim.
Saatler sonra kalabalık dağıldı. Odada yeniden Atlas ile baş başa kaldık.
"Eli Ran ile görüşmeye katıldığını bildiğimiz yöneticiler hakkında kararım kesin fakat şehirde ayrılıklar ve bölünmeler başladığından bu yana, diğer yöneticilerden gelen ısrarcı notların aksine bir yöneticinin sessizliği beni şüpheye düşürüyor; onun hakkında yargıya varamıyorum."
Benim soru sormamı beklemedi, yanıtı direkt verdi. "Alpay Bey'den hiç not almıyorum. Düşmanla işbirliği yaptığını kabul etmediği gibi masumiyetini kanıtlamak için de hiçbir girişimde bulunmuyor. Görevlendirdiğim birkaç koruyucu ruh, onun kendi sarayından hiç ayrılmadığını söylüyor."
"Bugün Efendi Ramon yöneticiler hakkında endişelenmeye pek gerek olmadığını söyledi. Savaş vakti, kimliklerin ortaya çıkacağı asıl an. O anı beklememizi savunuyor."
"Eğer masumsa ona haksızlık ediyormuş gibi hissedeceğim," dedi. "Canımı sıkan nokta bu. Yoksa içim rahat. Zira babamı da bu bölgeye kabul etmiyorum."
"Konuşuyor musunuz?"
"Babamla mı? Pek sayılmaz. Fakat annemle sık sık notlaştıklarını biliyorum. Onun hakkında yargıya varamıyorum. İhtimal vermiyorum ama risk almak da istemiyorum. Duyguların hâkimiyet süreceği bir anda değiliz. Eminim masumsa o da anlıyordur bunu."
"Yöneticilerin eşleri de mi bölgeye giremiyor?"
"Hayır, onların da buraya girişi yasak," dedi fakat bu sefer ses tonu mahcuptu. "Onlar konusunda çizdiğim bir yol yok. Düşmanla işbirliği yapıp yapmadıkları hususunda yargıya varmam çok zor. Belirsizliğin içinde onları buraya kabul etmek kötü sonuçlar doğurabilir. Fakat bugüne kadar onlardan özel olarak bir not almadım."
Yalnızca iki kadından söz ediyorduk: Perla'nın ve Pamir'in annesi. Zaten Kors ailesinin hain olduğu anlaşılmıştı. Ben düşmanın elinden kaçtıktan sonra onlar düşmana doğru koşmuştu. Geriye kalan iki isim belki de bizi suçluyordu. Nitekim kraliçenin halası ve kralın annesi Antropedos'ta güvendeydi. Kendilerinin ne eksiği olduğunu sorgulayıp bize kin kusuyor olmalılardı. Atlas'ın hissettiği mahcubiyetin doğuş noktası da buydu işte.
Omzuna elimi koydum. "Eğer kendini suçlu hissediyorsan o ikisine bir not yollayalım. Eğer masum olduklarını iddia ediyorlarsa Sistem'i kullanıp Antropedos'a gelsinler."
"Ya düşmanın tarafında olmalarına rağmen hiç yasaklı büyü yapmadılarsa?"
"Buna inanıyor musun? Bana göre düşmanın ekseninde dönüp duranlar, düşmanın elinde tuttuğu güce tutunup kara büyü yapmaktan kendini alamamıştır."
Onun kararsızlığını görünce sözlerime devam ettim. "Biz bu riski çoktan göze aldık Atlas. Katrin halkından Antropedos'a gelenler yalnızca yasaklı büyü yapmamış kişiler. Yasaklı büyü yapmamış olmaları düşmanı desteklemedikleri anlamına gelmiyor. Buna iki kişi eklense, sanıyorum ki, ortalık haddinden daha fazla karışmayacaktır."
"Akşam onlara özel bir not yollasam iyi olacak. Eşlerinin dikkatini çekmeyecek, korunaklı bir not."
"Bunca zaman düşmanın neyi beklediğini sordum. Aynı şeyi şimdi de soruyorum. Saldırmak için neyi bekliyor?"
"Seni," dedi Atlas. "Seni kendi tarafına çekeceği günü bekliyor."
"Sanırım bu konuyu geçtiğimiz günlerde kapattık. Artık beni beklememesi gerektiğini biliyor."
"Yine de bekleyecektir."
Bekleyecek miydi? Artık, bu gücü elimden almak için tasarladığı ve belki de seçmeye pek meraklı olmadığı farklı yollara başvurma vaktinin geldiğini anlamış olmalıydı.
Odanın çıkışına doğru ilerledim. O da peşimden geldi. Kapıyı açınca ona döndüm. "Gelmene gerek yok. Ezra'yı bulup hemen Antropedos'a döneceğim. Artık buraya çok uğramam. Notuna bir cevap alırsan bizimle iletişime geçersin."
"Onları Antropedos'a almak istediğine emin misin?"
"Evet, yasaklı büyü yapmadılarsa gelebilirler."
İçi hiç rahat değildi. Korkular benim bedenimde de geziniyordu. Fakat ben umarsız olduğumuzu kabullenmiştim. Onun kafa karışıklığını gidermenin bir yolu yoktu.
Uzun vadeli olmayacağını bilsem de aklını dağıtmak için yüzüme tebessümümü yerleştirdim. "Çiçeğin anlamını öğrendim. Ayrıca yalnızca ben değil annen ve Lena da öğrendi. Bu konuda beni suçlayamazsın. Başkasından öğrenmemi teklif eden sendin."
Gülümsedi. "Çok hoş. Hesap vermem gereken birileri var yani."
Yüzümdeki tebessüm zorundalığın getirdiği sahtelikten kurtuldu. "Senin planın, senin sorunun. Sonucuna katlan."
Aramızda duran kapıyı ağırca kapadım ve göz temasımıza bir son verdim. Aşağı kata inip salona geçtim. Ezra'nın burada olduğuna emindim. Onu bulunca hız ve zaman kaybetmeden Antropedos'a döndük.
O gün yer altına inmek için acele etmedim. Geride silik bir şekilde kalan öğle vakti, kendisi gibi silik bir akşam vaktini oluşturdu. Günün geç saatlerine kadar şehir merkezinde kaldım. Geceye doğru yer altına inmeyi düşündüysem de Atlas'tan aldığım not buna mâni oldu. Bir sonraki günü burada karşılamak mecburiyetindeydim.
Ruhuma işlemiş güç uykuyu da benden mahrum etmişti. Geceler her zamankinden daha yavaş ama daha dolu geçiyordu. Bu sefer göğü temsil eden bir çizelgeye bakarak sabahlamak zorunda kalmamıştım. Gök, duvarın diğer tarafında, gözümün değdiği her bir noktadaydı. Üzerine yapıştırdığı pullarla beraber varlığını sürdürüyordu.
Zaman, nehirdeki bir suya benziyordu. Evet, Lealtà haklıydı. Şimdi ise gecenin ayazı o nehri dondurmuştu. Fakat bunun etkisini zamanda değil, kendi yaşantımızda gözlemliyorduk. Zaman soğuyordu. Buna bağlı olarak hareketlerimiz yavaşlıyordu. Düşmanın bir sonraki hamlesi gözlerimi kapattığım zaman göreceğim bir kâbus gibiydi. Fakat gerçeğin aksine kâbuslardan kaçmanın bir yolu vardı.
Güneş dik dağların arasından bedenini göstermeye başladığı vakitlerde, odamın içi hoş bir turunculuğa bulanırken açık camdan içeri bir not düştü. Gidip notu aldım. Kâğıdın alt kısmında yazan isim düşmandaki gücün bir sınırı olmadığını göstermeye yetiyordu.
-Alisa, sana yollayacağım ilk notun böyle korkunç bir meseleyi barındırıyor oluşu senin kadar beni de rahatsız ediyor. Fakat ben senin baban değilim. Onun sana ve çizdiğin sarsılabilir sınıra karşı gösterdiği saygıyı gösteremeyeceğimi üzülerek bildiriyorum. Timun, karşısında kendini açıklama zorunluluğu yaşadığı bir beden olduğu için kelimelerini özenle seçti. Ben, o özeni göstermeyeceğim. Yalnızca tek seferlik bir anlaşma sunuyorum. Gücü bize teslim et. Harekete geçmiyor oluşumuzun tek nedeni, babanın sana karşı gösterdiği tolerans. Fakat bir gün o hoşgörünün sonuna geleceğiz. O gün bizi bekleyecek tehlikeyi sana madde madde açıklamak zorunda değilim herhâlde, sen pekâlâ anlayabilirsin. Yalnızca bir hafta boyunca sabredeceğim. Bir haftanın sonunda kararını değiştirmezsen harekete geçeceğimi, tam anlamıyla harekete geçeceğimizi bilmeni istiyorum. Yanlış yönlendirilmenin seni getirdiği durumu yalnızca bir noktaya kadar anlayabilirim. Fakat artık biliyor olman gerekir. Hangi safta bulunacağını biliyor olman gerekir. Bir haftalık süren başladı. Sonrasında olacakların sorumluluğunu almıyorum. Zira diyarın geleceğini tehlikeye atacak bir yola sapıyorsun.
Eli Ran
Düşman bölgesinden not kabul etmiyorduk. Fakat görünüşe göre onlar, bu durumu işgal edecek saygısızlığa sahip büyülerle kutsanıyordu. Notu parçalara ayırdım. Geri dönüş yapmaya tenezzül etmedim. Benden alacağı yanıtı yanındaki kişi ona kolaylıkla bildirebilirdi.
Odadan çıktım. Kapının önünde duran Ezra peşime takıldı. "Günaydın Ezra."
"Günaydın Efendim."
"Eli Ran'dan bir not aldım. Kalkanı zedeleyecek bir büyü yapmış olmalılar. Şehirdeki korumalara göz gezdirseniz iyi olacak."
"Elbette. Kâğıdı kontrol etmemizi ister misiniz?"
"Kâğıt temiz. Ellerindeki kitap onlara daha aykırı, daha eğlenceli büyüler sunuyordur. Elbette kâğıtlar ve zarflar temiz olacak. Onlar başka şeylere leke sürmeye çalışıyor."
Bahçeye çıktık, bizi sınıra ulaştıracak geçide girdik. Sınırdaki ruhların sayısı buraya her gelişimizde artıyordu. Sistem artık durulmuştu; gelen kimse yoktu. Bugün ise sistem yalnızca bir kişi için çalışacaktı.
Pamir'in annesi Asel Hanım, Atlas'ın dün akşam saatlerinde gönderdiği not aracılığıyla eline ulaşan teklifi kabul etmişti. Bugün buraya gelecekti. Perla'nın annesi Verena Hanım ise teklife dönüş yapma gereği duymamış bile. Şüpheci yaklaşmalı mıydık bu duruma, bilmiyordum. Atlas'ın notunda, Verena Hanım'dan bir dönüş alamadığını yazan kısmı okuduktan sonra Verena Hanım'ın canının güvende olmadığını düşündüm. Ne de olsa kendisi Aldo Bey'in eşiydi. Aldo Bey ise benim şüpheliler listemde bulunuyordu.
Sistem çalışmaya başlayınca Asel Hanım'ı karşılamak için geçidin karşısına geçtim. Sistem, yer yer beyazlayan sarı saçlarını özensizce toplamış, solgun tenli, bitkin düşmüş bir kadın bedenini buraya taşıdıktan sonra kendi kendine kapandı. Asel Hanım karşımdaydı. Benden önce davrandı ve narince başını eğdi. Hasta görünüşe rağmen zarifliğinden ödün vermeyen kadını selamladım.
"Hoş geldiniz Asel Hanım."
Asel Hanım bana doğru yanaştı. "Merhaba Alisa. Sizlerle konuşmak için fırsat kolladığım şu günlerde bu teklif kurtarıcım oldu. Müsaitsen bir yere geçip konuşalım."
Asel Hanım'ın ince ama baskın sesi beni harekete geçirdi. Geçit yardımıyla saraya döndük. Onu salona davet ettim. Bir zamanların dostları salonda özlem giderdi. Koruma konusunda keskin sınırları olan Henna Hanım alınan kararı hiç sorgulamadı. Bir müddet onların havadan sudan konuşmasını dinledim.
Neden sonra Asel Hanım odağını bana verdi. "Güncel durumlardan ötürü bölgenin kapısının yöneticiler dahi herkese kapanması anlayışla karşıladığımız bir durumdu. O günden beri kimseden haber alamıyoruz. Pamir'in bizlerle olan iletişimi de zedelendi. Eminim herkesin kafası karışıktır."
"Bölgeye ve saraya kimsenin alınmaması güvenlik amaçlı bir hareketti. Elde edilen birkaç bilgi özellikle yöneticileri saraydan uzaklaştırma kararının alınması için yeterliydi."
"Yine de hainler içinizde olabilir," dedi Asel Hanım. "Alınan önlemleri anlıyorum. Belli bir kitleyi o önlemlerden uzak tutmanızı da anlıyorum. Hata yapılması olası bir sürecin içine girdik."
"Çizilen yol az da olsa aydınlık bir yol," dedi Henna Hanım. "Hatalar yapılacak elbet. Fakat sarayı herkese açık bir alan hâline getirmek bir hatadan daha fazlası olur."
"Bildiğim kadarıyla çocuklarımız saraya girip çıkabiliyor," dedi Asel Hanım. Sesinde hiçbir ima yoktu. "Ayrıcalıklardan yana hiçbir sorunum yok. Fakat demek istediğim, düşman başka bedenleri masummuş gibi gösterme gücünü sahip olsa gerek. Bunun siz de farkındasınızdır. Buraya başka kimleri davet ettiniz?"
"Yalnızca sizi ve Verena Hanım'ı."
"Yapılan büyülerin açığa çıkmasını engelleyecek birkaç büyünün tarifine ulaşmak önümüze bunca engeli koyan düşman için çok zor değildir. Bizi buraya davet ederek büyük bir risk almış oldunuz."
"Farkındayız," dedim. "Fakat zaten Katrin halkı buraya geleli çok oluyor. Onların arasında da hainler olabilir. Savaş başlayacak. Artık derdimiz hainlere ulaşmaktan daha fazlasını kapsıyor."
"Savaş Katrin'de başlayacak."
"Fakat buraya da sıçrayacak," diye direttim.
"Bunu siz istiyorsunuz. Katrin halkını buraya davet ederek bunun önünü açmış oldunuz."
"Asel bırak buna çocuklar kendileri karar versin," dedi Lena. "Bile bile bizleri kötü bir duruma sürükleyecek hâlleri yok ya! Ayrıca başlarında onlara hocalık eden Valmir var."
"Geri döneceğim," dedi Asel Hanım. "Buraya yalnızca aldığınız önlemlerin aslında önlem olmadığını söylemeye geldim. Edvin yardımcı olamadığı için kederli. Onu o hâlde sarayda tek başına bırakamam."
"Hiçbir yöneticiyle, Efendi Ramon hariç hiçbir yönetici ile bağlantımız yok. Bu size özel değil."
"Kendimizi ana konu hâline getirmeye çalışmıyorum. Biz vakti gelince yapılacak yardımı, savunmayı yapacağız zaten. Her şeyin bir vakti vardır. Lakin bölgeyi dıştan korumaya çalıştığınız gibi içten de korumanız gerektiğini söylemek isterim. Yanınızdakilerin masum olduğu ne malum?"
"Malum değil," dedim. "Fakat ne yapmamızı önerirsiniz? Her işimizi ruhlarla mı halledelim? Yoksa iki üç kişi bir araya gelip koca bölgeyi korumaya mı çalışalım?"
"Asel, çocukların aileleriyle aralarına mesafe girdi," dedi Lena. "Abim yanına Eli Ran'ı almış. Bunca zaman Eli Ran'ı destekleyen kişiler bizdik, çocuklarımız değildi. Bunu unutmayalım. O yüzden bırak çocuklar bildikleri yoldan ilerlesin."
Asel Hanım dağınık olan saçını elleriyle biraz da dağıttı. "Benim endişem, sona vardığımızda o mesafeyi kapatamamak. O zaman ne olacak?"
"O zaman ne olacağını o zaman gelince düşünelim," dedi Lena. "Eğer yardımcı olmak istiyorsan ve gitmekte diretiyorsan, git ve bölgenin korumasını arttıracak hazırlıklar yap. Kalmak istiyorsan, kal ve bize eşlik et. Bizim de seçeneklerimiz kısıtlı. Çocuğuyla arasını düzeltmesi gerekenler yalnızca siz değilsiniz. Aradaki o soğukluk, çocuğunuz sizi savaş meydanında, kendi tarafında gördüğünde bitecektir."
Buhranın yarattığı basınç geniş salonu daracık bir odaya çeviriyor, havayı baş edilmez bir boyutta bunaltıyordu. Herkesin kendince bir endişesi ve kaybı vardı. Herkesin gözünü korkutan son apayrıydı. Kimimiz ölmekten değil, yok olmaktan korkuyordu.
Asel Hanım zayıf bedenini koltuktan ayırdı. "Söz sahibi olanlar sizsiniz. Fakat neticede benim küçüğümsünüz. Alacağınız kararları sorgulamıyor, yalnızca endişe duyuyorum. Eğer meydanda sizin tarafınızda belirmem tüm soğukluğu giderecekse, o zamana dek sessizce bekleyebilirim. Bunun sözünü bana verebilecek misin Alisa?"
"Pamir'in hislerine, onun yerine karar vermek bana yakışmaz," dedim. "Fakat Pamir kin tutan birine benzemiyor. Düşmanı destekliyor olsanız bile, günün sonunda kazanan tarafın bizler olması ona yetecektir. Onun gelecekten beklentisi yön değiştirmiş durumda. İhanetle ilgilenmesini engelleyecek yenilikler onun zihnine kurulmuş bile. Odağı sizler değilsiniz, endişelenmeyin."
"Bunca gücün arasında kişilerin masumiyetini belirleyememek ne acı!" dedi kendi kendine. "Birden bire görünmez kılındık. Yine de zorda kalırsanız bizimle iletişime geçin, lütfen. Yönetimin getirdiği resmiyeti ortadan kaldırıp, Pamir'in arkadaşı olduğunu bilerek, onunla görüşmemi sağlamanı istiyorum senden. Ortalık karıştıktan sonra onunla hiç görüşemedim. Beni dinlemesi gerek."
"Bunu yapabileceğimi sanmıyorum," dedim dürüstçe. "O, sizinle görüşmek isterse bunun bir yolunu bulur. Fakat diyorum ya, o sizleri suçlamıyor. Ortalığın dinginlemesini bekleyin. O zaman konuşmak için vaktiniz olacaktır."
Asel Hanım itiraz edecek, diretecek gibi oldu. Sonra tatsızlık ve zorluk çıkarmak istemiyor oluşundan dolayı sustu. "Bizden bir isteğiniz yoksa ben saraya döneceğim."
"Açıkçası burada kalmanızı tercih ederim," dedim. "Eşleriniz sizleri pekâlâ tehdit ediyor olabilir."
Asel Hanım'ın gözleri büyüdü. Sonra Lena'ya ve Henna Hanım'a sitemle baktı. "Hadi bu kız bizleri tanımıyor, sizlere ne oluyor da bu düşüncelere ikaz etmiyorsunuz?"
"En yakınlarımızın bize ihanet ettiğini ve sevdiğini düşündüğümüz insanlara zarar verdiğini gördük," dedi Lena sakince. "Özellikle de bu diyara yabancı Alisa'nın böyle düşünmesi çok normal değil mi Asel? Canınızın güvende olmadığını düşünüyor oluşu sizleri önemsediği anlamına gelir. Aşırı tepkilerinin sebebini çok iyi anlıyorum. Eğer düşmandan taraf değilseniz Pamir ile aranızda mesafeler oluşmayacak. Oğlunu hepimizden iyi sen tanıyorsun. Rolünüzü oynayacağınız zamanın gelmesini bekleyin. Hepimizin yapacağı şey bu."
Asel Hanım ayağa kalkmış olmasına rağmen açılan konudan ötürü salondan çıkmadı. "Bunu nasıl kanıtlayabilirim ki? Tehdit falan edilmiyorum. Tarafımız belli. Hatta gerçeğin ortaya çıktığı andan beri düşmandan çağrı bekliyorum. Bizi de yanına davet edeceği o günü bekliyorum. Nitekim o gün elimize kıymetli bir bilgi geçebilir. Fakat düşman bizi umursamıyor bile."
Asel Hanım birden gözle görülür bir kararsızlık yaşadı. Sonra nefesini seslice verip bize baktı. "Düşmandan bir teklif gelirse Edvin o saraya gidecek."
"Ne demek oluyor bu Asel?"
"Muhbirlik yapacak. Aldığı karar bu yönde. Fakat düşman bizi yanına çağırmak için hiçbir girişimde bulunmuyor."
Henna Hanım'ın baskın sesi salonu doldurdu. "Daha neler! Azıcık aklın varsa ve çoktan düşmanın kuklası olmadıysan eşini aldığı bu karardan geri çevirmenin yollarını ararsın Asel."
"Doğrusu yapacağı şeyi destekliyorum. Birinin o sarayın içinden bize haber uçurması gerek. Bu sayede elimize güçlü bir koz geçebilir."
"Asel Hanım, eğer yardımcı olma niyetindeyseniz Edvin Bey'i böyle bir şey yapmaması için ikaz edersiniz. Bu yarardan ziyade zarar doğuracak bir eylem. Bu tür tehlikeli bir yardıma ihtiyacımız yok."
Asel Hanım bana üstten bir bakış attı. "Alisa beni tanımadığın ne kadar belli evladım. Bulunduğun konum saygıyı hak ediyor ama nihayetinde küçüğümsün. Hayat tecrübesi pek kıymet verdiğim bir şeydir. Bu şartlarda alınması en makul karar budur. Beni engellemek için yapabileceğin tek şey bu şehirden çıkmamın önüne geçmek. Peki bunu yapacak mısın?"
Sözlerine, bakışlarına rağmen sesi yumuşacıktı. Nedense o an Lena'ya baktım. Asel Hanım sessizliğimden güç aldı. "O hâlde ben dönüyorum. Eğer düşmandan bir teklif gelir ve Edvin o saraya doğru harekete geçerse sizlere haber edeceğim."
Onu yolcu etmek için ayağa kalktım. Asel Hanım tam karşımda durdu. "Şimdilik bunu Atlas'a söyleme. Ben onu iyi tanırım. Engel olmaya çalışır, tüm planı mahveder."
Kararsızlığımı görünce devam etti. "Sonuç ne olursa olsun kimse kimseyi suçlamayacak. Ben o tarz bir insan değilim. Yolum belli. Sessiz kal ve günü gelince üzülmeni gerektirecek bir durum olursa bir süre acını yaşa. Gerisi benim işim. Biri sorumlu hissedecek ve azap duyacaksa o kişi ben olacağım evladım."
Lena ayağa kalkıp Asel Hanım'a sarıldı. "Bu planı hayata geçirmemeni öneririm Asel. Birazcık kıymetim varsa sözlerimi düşün."
Asel Hanım gidip Henna Hanım'a sarıldı. "Ben ne yapacağımı pek iyi bilirim. Bana akıl vermeye kalkmayın. Bilmez misiniz ben hep burnumun dikine giderim?"
Henna Hanım, ellerine uzanmış elleri sıkıca sardı. "Yeterince zarar gördük. Birimiz daha yanmasın Asel. Elbet başka bir yol bulacağız. Birbirimizi ateşin içine atmayalım."
"Aman sen de Henna! Kötüyü çağırıyorsunuz. Bunu senin söylemen gerekirdi Lena. İyi dileklerde bulunmayı öğütleyen Lena'ya ne oldu?"
"Ben yine ummaya devam edeceğim Asel," dedi Lena tebessüm ederek. "Umacağım şeylerden biri de senin bu planın peşini bırakman olacak."
Asel Hanım yolu göstermem için beni bekledi. Onu sarayın dışındaki geçide kadar götürdüm. Lena ve Henna Hanım yeni bir veda için dışarı çıkmayı uygun görmedi. Asel Hanım geçide girmeden evvel bahçeye ve görebildiği kadar şehre bir göz attı. "Ruhlar kalabalık ama yeterince değil."
"Ordunun bir kısmı Katrin'de."
Düşmanla işbirliği yapıyor olsun veya olmasın aldığı bilgi onu şaşırtacak yeni bir bilgi değildi. Şu durumda ruhlarla hareket ettiğimizi durumu bilen herkes anlayabilirdi.
Başını ağırca salladı. "Buraya bir kez daha girmeme müsaade edecek misin?"
Söze hemen atılmadım. Nitekim cevabı ben de bilmiyordum. "Emin değilim. Antropedos'a bir kez daha girişiniz mümkün olmayabilir."
"Eğer mümkün kılınırsa Pamir'i buraya davet etmeni yeniden rica ediyorum. Onunla görüşmem gerek."
Her ihtimal nefes alıyordu. Nefes alanı dile getirmek acımasızdı ama başka çarem yoktu sanki. "Şehirden ve bizlerden evvel Pamir'e zarar verebilirsiniz. Bunu göze alabileceğimi sanmıyorum."
Asel Hanım o an küçüldü sanki. "Yine de yapabilirsen, lütfen. Olaylar iyice karışmadan onunla konuşmalıyım. Burada konuşacak olmamız içinizi rahatlatır diye düşünmüştüm."
"Burada veya başka bir yerde... Güvende olduğumuz bir yer yok. Her an her yere saldırı yapılabilir. Beni anlamanızı umuyorum."
"Ben seni anlıyorum evladım," dedi Asel Hanım. "Umarım sen de beni anlıyorsundur."
Başka bir söz söylemeden geçide girdi. Bundan sonrasında ona ruhlar eşlik edecekti. Monar Sistemi ilk kez diğer tarafa insan göndermek için çalışacaktı. Huzursuzdum. Lakin bunun sebebi Asel Hanım değildi.
Ezra'ya baktım. "Gelişmeleri Atlas'a aktarır mısın? Eğer uygun görürse ve Pamir de onay verirse, Asel Hanım ve Pamir burada görüşsün."
"Elbette."
Ezra yanımdan ayrıldı. Fakat ben hareketsiz kaldım. Geçitten iz kalmayan bahçenin yalnızca bir noktasına takılı kaldı gözlerim. Böyle anlarda zaman duruyordu. Zaman durunca ise zihnim hiç bilmediğim yerlere doğru yol alıyordu. Bugün düşünmek istemiyordum. Dert etmem gereken, üzüntü duymam gereken şeyleri düşünmek istemiyordum. Yerimden ayrıldım ve saraya girdim. Sonrasında salona geçtim.
Lena ve Henna Hanım da benim kadar huzursuz görünüyordu.
"Acaba Verena Hanım Aldo Bey tarafından tehdit ediliyor olabilir mi?"
Söze ilk önce Lena girdi. "Olası. Fakat bir noktada olanaksız. Kafam fikir belirtemeyecek kadar karışık. Aldo sivri dillidir, nedense drama sever. Fakat böyle bir işe girişir mi bilemiyorum."
Aldo Bey'in drama sever oluşu, kutlama yemeğindeki uygunsuz sözlerinden belliydi. Drama sevdiği gibi Almedal ailesini sevmediği de belliydi. Ya da yalnızca Timun Bey'i sevmiyordu.
"Kutlama yemeğinde," dedim, "Aldo Bey geçmişin konusunu açmıştı. Timun Bey'i pek sevmiyor sanırım. Onunla ortak olur mu ki?"
"Bir çıkarı olacaksa olur tabii ki," dedi Henna Hanım. "Onun derdi Timun ile falan değil. O, huzursuzluk çıkarabileceği her an başrol olmayı sever."
"Peki Verana Hanım, o düşmana katılır mı?"
"Verena risk almaya cesaret edemez," dedi Lena dalgın dalgın. "Aldo ne taraftaysa, o da o taraftadır. Bugüne dek bağımsız olmayı, sürüden ayrılmayı hiç beceremedi."
"Doğru," dedi Henna Hanım. "Aldo'nun onu tehdit etmesine gerek bile yok. O, zaten her daim Aldo'nun yanındadır."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |