Ezberim hâline gelen uykusuz gecelerimden birini daha geride bıraktığımda, güneş henüz doğmadan önce, seher vaktinde Lordabur Sarayı'na gelmiş ve görüşme vaktinin gelmesini sabırsızca ve biraz da endişeyle beklemeye başlamıştım. Saray'a geldikten oldukça az bir süre sonra, güneşin doğuşuyla beraber bölgede hareketlilik meydana gelmişti. Talim yapan ruhlara hem Efendi Galen hem de Kunter eşlik ediyordu. Efendi Galen, ruhlara liderlik etmeye başlamasına rağmen, Kunter'in hâlihazırda yaptığı işi bırakmasını istememiş ve kendisine eşlik etmesini teklif etmiş. Kunter'i birazcık tanıdıysam teklifi kabul edişi hevesli ve içten olmuş olmalıydı.
Odamın penceresinin önünde dururken saraydan ayrılan Henna Hanım ve Lena'yı gördüm. İki dost kol kola girmiş, hazırlık yaptıkları binaya doğru gidiyordu. Bina, Saray'ın yan tarafında kaldığı için bir noktadan sonra onları gözden kaybettim. Bahçenin ön tarafı eskisi gibi değildi artık. Birçok ruh geziniyordu etrafta. Nitekim şehrin sokakları da ruhlar tarafından işgal edilmişti âdeta. Katrin halkı, Saray'ın bulunduğu sokakta konaklamıyordu, onları görmem mümkün değildi. Fakat aldığım haberler onların uyum içinde hareket ettiği yönündeydi. Gelen insanların bazısı orduya katılmak istediğini bildirmiş. Sanırım Katrin'de kendilerini korunaksız, burada ise yararsız hissediyorlardı. Güvende olduklarını hissettikleri bir yerde ise yeniden yarar sağlamak istiyorlardı.
İlgar ailesi Galen İlgar'ın aksine Katrin'de kalma kararı almış. Onların hiçbir üyesini Sien Qa Sarayı'nda görememiştim; ama üyelerin hepsi kraliyetin yandaşıydı. Saray'ın arka kısımlarında kalan konaklama bölgelerinde bulunuyor olmalılardı. Ailenin geri kalanın ise Alsondro'da olduğunu biliyordum.
Galen İlgar'ın sunduğu teklif, yani hâlihazırda bizim tercih ettiğimiz yol, henüz kimselerin haberinin olmadığı, önü aydınlatılmış bir yoldu. Efendi Galen ve ben, Ezra'yı iki taraftan köşeye kıstırmıştık. O, bu yolda yürümek istemiyordu. Bu yolun bizi götüreceği alana çıkmak da istemiyordu. Fakat bu sefer onun istekleri önemsizdi.
Galen İlgar'a henüz ruhların efendisi olabilecek bir aile üyeleri var mı diye sormamıştım. O, planın kendi çizdiği kısmını biliyordu. Planın ilerleyen kısmını ben çizmiştim ve o yoldan Ezra hariç kimsenin haberi yoktu. Bugün, Alisa ile görüşmemin beni getireceği nokta sonrasında, önce Valmir'e danışacak, ardından İlgar ailesine teklif gönderecektim.
Zihnimde görüşmenin adı her geçtiğinde yüreğim sıkışıyor, korkunç bir ağrı ortaya çıkıyor, esiri olmayacağım hislerin kurbanı olur hâle geliyordum. Öyle görünmesem de korkuyordum. Alisa buraya dönmek isterse diye korkuyordum. Onun bildiği ve benimle paylaşacağı bir nokta tüm düzeni baş aşağı çevirirse diye korkuyordum. Düzen yenice oturmuştu. Bozulması beni bedbin edecek, belki toparlanmam mümkün olmayacaktı.
Kafamdaki düşüncelere yetişemiyordum. Yaptıklarım, yapacaklarım, yapmam gerekenler, hepsi birbirine karışmıştı. Düşüncelerimin yarattığı dalgalar gücümü dibe çekiyor ve eritiyordu. Korkum ise gücümün bileğine bağlanmış bir taştı âdeta. Gücümün dibe batmasını kolaylaştırıyordu.
Düşüncelerimin arasından sıyrıldım ve odadan çıktım. Bahçeye çıktığımda soğuk, ferah bir rüzgâr yüzümü yaktı. Ruhların insanlara kıyasla soğuğu daha az hissetmesi işimi kolaylaştırıyordu. Dayanılmaz bir soğuk yoktu ama arada şiddetini arttıran rüzgâr insanın üşümesine yetecek sertliğe sahipti.
Dün, Timun Bey'e gönderdiğim vedanın üzerinden bir iki gün geçtikten sonra, Timun Bey geri dönüş yapmıştı. Fakat günler önceki isteğim hâlâ geçerliydi. Düşman bölgesinden gelen notlar kabul edilmiyordu. Onun son notu, beni yanına davet ettiği not olarak kalacaktı. Zira ondan gelecek bir vedaya ihtiyaç yoktu. Yazdıkları yalnızca kendisinin bildiği şeyler olarak kalmaya devam edecekti. Onun bana sarf edeceği son sözler, yalnızca onun zihninde dönüp duracaktı. Bu, onun için etkili bir işkence olabilirdi. Düşman topraklarına, geldiği yere geri gönderilen notta yazanlar benim hiçbir zaman bilemeyeceğim ama birazcık kendimi zorlarsam zihnime uğrayabilecek şeylerdi. Gerçeğin yüreğimde kopardığı kıyamet, onun son notunun tehditten ve aşağılamadan ibaret olduğunu fısıldıyordu.
Fakat şimdi o kıyametin gerçekleştiği bölge boştu. Yıkıntı sona ermiş, kalıntılar yok edilmişti. Orası çorak bir araziydi. Kullanışlı hâle getirilmesi ve ekin vermesi imkânsızdı. Boş, ıssız, işlevsiz olarak kalmaya devam edecekti. Yeniden kullanılamayacak ama varlığı da rahatsızlık vermeyecekti. Sona kadar, ömrümün sonuna kadar şu an olduğu gibi kalacaktı.
Bu hafta vedalar haftasıydı benim için. Timun Bey ile değil ama babam kabul ettiğim adamla yüz yüze görüşmeyi gerçekten isterdim. Ona edeceğim vedanın güzel olmasına özen gösterirdim. Fakat Alisa orada kalmayı kabul eder ve düzeni bozmazsa, vedamı benim yerime Alisa gerçekleştirecekti. Onun vedalarının ağırlığı ise benim omzuma binecekti. Birbirimizin hayatını çaldığımız gibi, birbirimizin vedalarını da birbirimizin yerine gerçekleştirecektik.
Gerçeğin gölgesi insanın bedenini kaplıyordu. İnsan o gölgenin altında yolunu kaybediyordu. Kendi hayatımın gerçekliği, bana gerçeğin ne denli ızdırap verici olduğunu öğretti. Gerçek, bedbindi.
Bugün yüreğim, gerçeği öğrendiği zaman yaşadığı bozulmayı yeniden yaşıyordu. Ritmi, çalışma şekli, belki de amacı bozulmuştu. Onu bozan ve yoran şey, korkularım ve edilecek vedalardı. Sanki içimde soğuk, dondurucu bir rüzgâr esiyordu. Kalbimin etrafı öylesine sancılı, öylesine uğultulu...
Sarayın önündeki merdivende ne kadar uzun süre durduysam Yura yanıma gelip bir isteğimin olup olmadığını sormak zorunda kaldı. Benim isteklerim sonsuzdu; hiç bitmeyecekti. Fakat onların yapabileceği bir şey yoktu. Benim arzularım, mutluluğa duyduğum açgözlülüktü. Arzularım, sona ermeyecek, var olanla asla yetinmeyecekti.
Yura yanımdan ayrıldı. Onun yarattığı boşluğu Ezra'nın bedeni doldurdu. "Hazır mısınız?"
Vakit gelmişti. Yüreğim saniyeler geçtikçe daha çok ağırlaşıyordu. "Hazırım."
Bahçenin sol kısmına diğer geçitlerden daha büyük, daha parlak bir geçit oluşturuldu. Mor geçit bana uzanıyordu. İçine çekildiğimi hissettiğim geçidin önüne geldim. Ezra, her zamanki gibi siyahlar içinde bir ölüm meleğini andırırken, birkaç adım geride, geçide girmemi bekliyordu.
Mor geçide girdiğimde karşıma mavi, şeffaf, cam misali mistik yolun uzandığı, nihayete doğru açılan genişçe bir alan çıktı. Yolun önümde uzayan kısmı benim karşılama alanı diyebileceğim ama bundan daha fazlasına sahiplik yapan geniş, oval bir alana çıkıyordu. O alanda ise buraya karşılama alanı dememe sebep olan ev sahipleri duruyordu. Mor pulların süslediği gri bedeniyle hem görkemin hem de mütevazının; hem hükmetmenin hem de hükmedilmenin timsali olan bir ejderha, önüne sanki korunmaya ihtiyacı varmış gibi dizilen yedi koruyucu meleğiyle birlikte bizi karşılıyordu. Ejderhanın leylak gözlerinden fışkıran bariz birkaç duygu vardı lakin sanıyorum ki, ben bariz olanı anlamlandıramayacaktım çünkü içinde bulunduğum durum muğlaktı. Koca bedenini yatırdığı alanda derince soluyor, gözlerini nazikçe kırpıştırıyordu. Havayı her soluyuşunda bedenine yapışmış pullar titriyor, gözleri ağır ağır kapanıyordu.
Önüne dizilmiş yedi beden; üçü erkek, dördü kadın bedeni, bedenlerini örten kırık beyaz pelerinler takmış ama kukuletalarını başlarına geçirmemişti. Yedi bedenin tam ortasında duran, beyaz kıvırcık saçları omuzlarına değen gri gözlü beden birkaç adım öne çıkıp iki elini birbirinin üstüne çapraz gelecek şekilde koydu ve bedeninin tam ortasına hizaladığı ellerine doğru başını eğdi. Diğer altı beden de durdukları yerde onu taklit etti. Buraya ait olmadığım üzerimdeki koyu renk elbiselerden, üzerime yapışmış ve zamanla kararmış lanet ve kederden anlaşılıyordu. Selamlarına bildiğim usulden karşılık verdim ve ellerimi karnımın üstüne yerleştirip saygıyla eğildim. Birkaç adım arkamda kalan Ezra'nın ne yöntemle selam verdiğini göremedim.
"Hizmetinizdeyim Efendim," dedi önde duran beden. "Ben Lealtà. Bunlar da yoldaşlarım Thysia, Grazia, Ayudante, Efyía, Valor ve Eterno."
Ezra sonunda bağımsız bir eyleme geçti ve arkamda durmak yerine yanıma ulaştı. "Arzumu reddetmeyip buraya gelmemize müsaade ettiğiniz için sonsuz bir minnete sahibim."
"Efendi Ezra sizler Efendi Enda'nın vârisisiniz. Bizler ise tıpkı sizin gibi onun eseriyiz. Burası sizin de eviniz sayılır. Sizin ifade ettiğiniz anlam bizlerin karşı koyamayacağı engin bir güce hizmet ediyor. Vaktizamanında sizler için yeryüzüne inip sizin ırkınızı savunduğumuz günleri çabuk unutuyorsunuz."
"Unutmuş veya unutacak değilim," dedi Ezra. "Lakin amaçlarımız aynı olsa da yollarımız yıllar evvel ayrı düştü. Bugün buraya geliş sebebim geçmişi yâd etmek değil Lealtà. Efendim Alisa'nın arzusu doğrultusunda sizlerle iletişime geçtim. Hedef noktasına yerleştirdiğim gayeyi sizlerle paylaşmıştım zaten."
Lealtà'nın gözleri doğrudan beni buldu. "Sizi arzunuza kavuşturacak yol hazır. Ne zaman hazır hissederseniz sizi o yola o zaman götüreceğim."
"Şimdi," dedim. "Şimdi hazırım."
Lealtà'ya çok benzeyen, çünkü bu bedenleri ayırt etmek gerçekten zordu, bir başka beden öne doğru çıktı. "Hizmetinizdeyim Efendim. Ben Thysia. Fedanın temsiliyimdir. Her türlü arzuya kavuşmak için feda edilmesi, kurban verilmesi gereken bir değer vardır. Sizin feda edeceğiniz değeriniz nedir?"
Şaşkınca bakakaldım. "Bundan haberim yoktu."
"Benim de haberim yoktu. Bilseydim sizinle çoktan paylaşmış olurdum," dedi Ezra. "Efendi Alisa istemeyerek birçok şeyini feda etti zaten. Bu noktada yeni bir kurbana ihtiyaç duyuluyor mu?"
"O feda etmedi," dedi Thysia, "feda ettirildi. Şimdi kendi isteğiyle bir değerini feda etmesi gerekiyor ki arzusuna kavuşsun. Alınan ve verilenlerin eşitlenmesi gerekiyor."
Sahip olduğum değer neydi ki? Bu diyarda bedenime hapsolan güçten başka bir değerimin olduğunu sanmıyordum. Ezra'ya baktım. "Bu diyarda siz ruhların bana mı yoksa gücüme mi ihtiyacı var?"
"Gücünüz," dedi Lealtà. "Gücünüz temelinde size değil doğaya ait. Bu fedayı doğadan bir parça kopardığımız için yapıyoruz. O yüzden Efendim, gücünüz feda edilemez."
Bu diyarda gücümden başka bir değere sahip olduğumu düşünmek tuhaf geliyordu. Kendimi düşünmeye zorladım. Daha geçen gün aldığım kararlardan pişmanlık duymayacağımı söylemişken pişman olacağım bir karar vermek için dudaklarımı araladım. "Diğer evrene ait anılarım, onlar feda edilebilir mi?"
"Diğer evrendeki anıların feda edilip edilemeyeceği, bedenleri ait oldukları yere döndüren büyünün özelliğine bağlı olarak değişkenlik gösterir," dedi Thysia. "Bay Timun, tahmin edersiniz ki, bu büyü esnasında sizlerin bedeninizin veya ruhunuzun hasar alıp almaması durumunu umursamadı. O yüzden, diğer evrendeki somut izleriniz silinecek olmasına rağmen soyut izleriniz varlığını sürdürecek. Soyut izler ise zihin ve yürekteki izleri kapsar. O izler feda edilebilir."
"O hâlde diğer evrene ait anılarımı feda edeceğim." Ezra'nın hareketlendiğini hissettim ama dönüp bakmadım.
Thysia yeniden söze girdi. "Bu isteğiniz doğrultusunda yalnızca sizin zihninizdeki anılar değil, diğer evrende zihnine veya yüreğine yerleştiğiniz herkesin size ait hatırladığı izler de silinecek. Bunu onaylıyor musunuz?"
"Onlar da beni mi unutacak?"
"Evet, Efendim," dedi Thysia. "Anıları feda etmek tüm bunları kapsıyor. Lakin siz orada bir yaşantınız olduğunu bilecek ama nasıl bir şey olduğunu asla hatırlamayacaksınız. Kabul ediyor musunuz?"
Yüreğimi tırmalayan parmaklar vardı. O parmakların bedeni alacağım kararı yaratan zihnime aitti. "Kabul ediyorum."
"Görüşmeniz sona erdiğinde izleriniz kurban edilecektir."
Lealtà, Thysia'nın sözlerine karşı söz söylemeden sağına dönüp yavaş, sessiz, acelesiz adımlar atarak bize yolu gösterdi. Onun peşine takıldım. Ezra hemen yanı başımdaydı. Sisli cam yolun üstünden ileriye doğru yürüdük ta ki karşımıza oluşturduğumuz geçitlere benzer mavi bir kapı çıkana dek. Lealtà kapının önünde durup önce bizim geçmemizi bekledi. Mavi dumanı andıran kapıdan içeri geçtim. Sanki yine aynı yere gelmişiz gibi hissettiren bir odaya girmiştim. Etrafta hiçbir şey yoktu. Yalnızca, camdan ince bir masanın üzerine konmuş, geçitlere benzeyen ama kap şeklini almış bir nesne duruyordu. Masaya doğru yaklaşınca kabın içinin su dolu olduğunu gördüm.
"Su," dedim gayriihtiyari.
"Su," dedi Lealtà. "Su, zamanın en büyük temsilcisidir. Zaman, nehirde akıp giden suya benzer. Tüm ömrün boyunca tüketebildiğin kadarını tüketirsin ama o, varlığından, saflığından, berraklığından hiçbir şey kaybetmeyerek yalnızca akıp gitmeye devam eder." Lealtà yanıma geldi. "Hazır olduğunuzda ellerinizi suya sokmanız yeterli olacaktır. Sonrasında diğer evrendeki Alisa ile karşılaşacak ve dilediğiniz her cevabı alacaksınız."
Düşünürsem tökezleyecektim. Biraz aceleci davranarak ellerimi suya soktum ve avucumu, çok derin olmayan kabın tabanına yasladım. Bana, zaman donuyormuş gibi hissettiren bir sarsılma yayıldı etrafa. Onun dışında hiçbir değişiklik yaşanmamıştı. Sonra aklıma Lealtà'nın sözleri geldi. Suya, kendi yansımama doğru baktım. Suda kendimi gördüm. Odasına asılmış tabloların aksine hakikat tarafından yorulmuş gözlerin yansımasını gördüm; Alisa karşımdaydı. Bu sefer yalnızca yorgun bedenlerimiz değil, acıya bulanmış gözlerimiz de aynı hikâyeye tanıklık ediyordu. O, bu buluşmaya hazırlıksız yakalanmıştı. Hazırlıklı olmama rağmen benim de ondan geri kalır bir yanım yoktu. Gözleri, hakikate eriştiğinin habercisiydi.
"Alisa," dedi, keder dolu bir sesle. "Bu anı bekliyordum. Öyle görünmüyor olabilir ama bunca zaman benimle iletişime geçmeni bekliyordum."
"Sen bu diyardan gerçeği bulup ayrıldın," dedim, kendimi konuşmak için zorladığımda. "Benim önce gerçeği bulmam gerekiyordu. Bu da biraz zaman aldı."
"Ama işte buradasın!" dedi. "Gerçeğe nihayet erişmişsin. Defterimin size yol göstermesini umuyordum ama sanırım işe yaramamış."
"Yaradı," dedim. "Zaten onu bulmam zaman aldı. Nasıl anlayabildin böylesi bir durumu?"
Önce sessizleşti. Gözleri, büyük bir yıkımın filmini çekiyordu. Şu ana dek gördüğüm gözlerin en yorgunu, en hasar almış olanıydı. "O diyarın gerçekleri benim zihnimdeydi. Ben, o diyarın nasıl bir yer olduğunu bilerek buraya geldim. Bir noktada çözülmesi kolay bir bilmece idi ama benim de zamanımı aldı. Oradayken her şeyi anlayamadım elbette. Fakat buraya geldikten sonra ve o diyara dair bazı anıları unutmaya başladıktan sonra anlaması kolay oldu. Bedenler ait oldukları yere dönünce, iyileşme tam anlamıyla gerçekleşene dek, diğer diyara ait anılar kişinin zihninden, o kişiye ait izler o diyardan silinip kaybolmaya başlar. Ben bazı şeyleri unutuyordum çünkü ait olduğum yere dönmüştüm."
"Anılar ne olursa olsun siliniyor mu?"
"Hayır," dedi. "O adam... O adam bedenlerin zarar görmesini engelleyen inceliklere sahip bir büyü tercih etmemiş. O yüzden her şeyi unutmadım. Lakin öncesinde korktum ve her şeyi unutma ihtimalime karşı buraya gelir gelmez hatırladığım ve bildiğim her şeyi yazdım. Fakat buna gerek yokmuş. Eğer inceliklere sahip bir büyü tercih etseydi her şeyi unutmuş olacaktım, ki bedenim ve ruhum zarar görmesin. Bazı şeyleri unutma nedenim iyileşme sürecinin bir etkisi. Ait olduğum yere döndüğüm için doğa iyileşme başladı ve bu iyileşme süreci doğrudan benim zihnime etki etti. Böylece bazı şeyleri kısa süreliğine unuttum. Lakin zaman geçince ve iyileşme tamamlanınca her detayı hatırlayacağım. Buna da pek gerek yok çünkü zaten not aldım her şeyi. Yine de anlayabil diye söylüyorum."
"Ben unutacağım," dedim. "Bana önemli gördüğün detayları anlatır mısın? Bilgiye ihtiyacımız var. Savaş başlıyor."
"Savaş mı? Kaçınılmaz sona geldiniz demek. Senin bildiklerin artık benim bildiklerimden fazla olabilir. Çünkü ben o adamın planının her detayına hâkim değilim. Bir amacı vardı ve bu uğurda bizi harcadı. Evren değiştirme büyüsünü neden yaptığını anlamadım. Belki öz kızının bedenini kontrol edip ona zulmetmek istememiş ve bu yüzden o büyüyü yapmıştır. Bana kalırsa sebep bu değildi. Lakin fikir beyan etmek zorluyor beni. Fazlasını bilemiyorum. Şunu bilmeni, özellikle de diğerlerinin şunu bilmesini istiyorum ki, o itiraz onun isteği idi. Benim Katrin'in başına geçmem neyi ifade edecekti bilmiyorum ama bedenimi kontrol ederek o itirazı yapmaya zorladı beni."
"Katrina'nın başına geçmek ve bölgenin tamamına hükmetmek istiyor," dedim. "Yanına Baba Ran ve nicelerini almış bu amaç için uğraşıyor. Neden Kunter'den yardım dilendin? Neden Lena değil? Neden Aren değil? Neden özellikle Kunter?"
"Kunter sık sık bizim saraya uğruyordu. O, mirasçıların aldığı eğitimin üzerine babasının ısrarı sonrası farklı eğitimler almış bir savaşçı. Sapkın amaçları olan birinin peşine takılacak biri değil ama yine de korktum. O adamın Kunter'i oynattığını ve kandırmaya çalıştığını düşündüm. O yüzden ona yolladım notu. Eğer göremiyorsa sürekli görüştüğü adamın hilekârlığını görsün diye yolladım o notu. Uyarmak için yolladım."
"Alisa sanırım bunlar o adamın sana yaptığı büyülerin etkisi," dedim. "Sanrılar görmeye sebep olan büyüler yapıyormuş. En azından biz öyle tahmin ediyoruz. Kunter sizin saraya uğramıyordu. Lakin o adam senin böyle düşünmeni istemiş olmalı."
"Bir zamanlar yaşadığım diyarı merak ediyor ama dahasını öğrenmek istemiyorum. Buna kızanlar olacaktır. Lakin yüreğimin dinmeye ihtiyacı var. Merak ettiğin şeyler varsa bildiklerimi sana anlatayım ama lütfen, daha fazla bilgiyi zihnime aktarma. Fazlasını kaldıracak güce sahip değilim."
"Elbette," dedim. "Nasıl istersen. Benim seninle iletişime geçme amacım daha farklı. Bir şeyi öğrenmek istiyorum. Aslında iki şeyi öğrenmek istiyordum ama birini çoktan öğrendim. Hakikate erişmişsin. Buna rağmen yine de bu diyara dönmek ister misin? Yoksa artık ait olduğun yerde mi kalmak istiyorsun?"
Derin derin baktı bana. "Eğer tehlikede isen oraya dönebilirim. Fakat bir zorunluluk yoksa ben artık burada kalmak istiyorum Alisa. Burada kalmak ve tutsak olmadan bir hayat yaşamak istiyorum. Kendi hayatımı yaşamak istiyorum."
"Nasıl istersen," dedim. "Doğrusu ben de dönmek istemiyorum. Yine de içimde kopan şeyler var. Uzunca zamanlar orada, o insanlarla birlikte yaşadım. Onları ve orayı yüreğimden söküp atamıyorum. Lakin artık buna gerek kalmayacak. Bunu, benim yerime bir başkası gerçekleştirecek. Sen orada kalmak istiyorsun, ben ise burada. O zaman bu şekilde devam edelim. Yalnızca bunu öğrenmek istiyordum."
"Canın tehlikede ise..."
"Hayır," dedim. "Buraya kim gelirse gelsin canı tehlikede olacak. Bu, bana özel bir şey değil. Artık ikimiz de kendi hayatımızı yaşayalım. Kaderin bize tasarladığı hayatta acı çekmek varsa acı çekeceğiz. Bunun önüne kimse geçemez."
"O hâlde ailene, yani buradaki kişilere iletmemi istediğin bir şey var mı?"
"Onlar beni unutacak," dedim. "Bu görüşmeyi yapabilmek için anıları ve kendime ait izleri feda ettim. Onların zihninden silinip gideceğim. Bu durumda iletilmesi gereken bir şey kalmıyor."
"O zaman ben de seni unutacağım."
"Evet," dedim. "Oradaki herkes beni unutacak."
"Diamour'un yanındasın değil mi? Bu görüşmenin yapılacağını, gördüğüm bir rüya sebebiyle biliyordum. Eğer kabul edersem benim de bir şeyi feda etmem gerektiğini bildirmişlerdi. Ben, Alisa neyini feda edecekse ben de aynı şeyi feda edeceğim, demiştim. O hâlde Diamour'un koruyucu melekleri oradakilerin de beni unutmasını sağlayacak. Birkaç yıl sonra o diyardakiler beni, bu diyardakiler seni hatırlamayacak, unutulup gideceğiz. Belki en doğrusu budur. Öbür türlü sonuna hiç ulaşamayacağımız bir kederle yaşamak zorunda kalacaktık; acı ve hüzün bizi ölene dek yiyecek, sömürecekti. Doğru olanı feda etmişsin Alisa."
"Beni uyarmadılar," dedim. Yalnızca ikimizin yarattığı seslerin kısıklığı gümbürdeyen kalbimin sesini duyulur kılıyordu. "Neden böyle bir istekte bulundun? Neden kendi kurbanını kendin vermedin?"
"Alisa, doğru olanı feda etmişsin, diyorum. Diğer türlü hüzün bizi terk etmeyecekti."
"Anılarını senden almak istemezdim. Oysa unutmamak için not bile almışsın."
"Artık bunun bir önemi yok. O notlar ya yok olacak ya da ileride o notların ne anlam ifade ettiğini anlayamayacağım. Yine de biz, sen ve ben, diğer diyarda bir hayatımız olduğunu hatırlayacağız, değil mi?"
"Evet," dedim. "Bir hayatımız olduğunu hatırlayacağız ama detayları unutacağız."
"Unutmak istemiyorsun. Buradaki anılarını unutmak istemiyorsun. O hâlde burada bir zamanlar güzel bir yaşamının olduğunu, ailenden, dostlarından ve halkından çokça sevgi gördüğünü unutmasan yeter. Çünkü buraya ait tüm anılarını hatırlasan da farkına varacağın şey bu olacak."
"Sanırım bunları not almam gerekecek."
"Alisa," dedi zorla. "Hala... Yani Lena'ya, ona karşı beslediğim minnetin nihayetsiz olduğunu bildir lütfen. O hayatı çekilebilir kılan kişi benim için oydu. Yaptıkları ve sevgisi hiçbir şeyle ödenemez. Lütfen onu unutacak olsam da, içimde bir yerde ona ait küçük bir iz taşımaya devam edeceğimi söyle ona. Ve diğerleri... onlara da teşekkürlerimi ilet. Bunca zaman boyunca bana güzel eşlik ettiler ve hikâyenin sonuna vardığımızda, bildikleri şey doğrultusunda hareket ettiler. Onlara kızgın veya dargın değilim. Doğru olanı yaptılar. Benim yerimde başkası olsaydı, ben de aynı tepkiyi o kişiye verirdim. Umarım onlar da bana kızgın veya dargın değildir."
"Değiller," dedim hızla. "Aksine pişmanlık duyuyorlar. Bir noktada suçluluk hissediyorlar. Sözlerin onları az da olsa rahatlatacaktır... Ben ailem bellediğim kişilerle dargın ayrılmadım. Onlara bana dair yeni bir bilgi aktarma. Zaten günün birinde unutacaklar. Bırak o zamana kadar, hafızalarında nasıl kaldıysam, o şekilde ansınlar beni."
"Benimle iletişime geçtiğin için teşekkürler Alisa. Diğer türlü eksik hissedecektim. Kendi hayatının, sana ait diyarın tadını çıkar."
"Alisa," dedim yeniden, telaşla. Beynim uyuşuyordu. Belki de yapmam, söylemem gerekenleri, önemli detayları atlamış ve unutmuştum. Bu önemli değildi. Onun bilmesi gereken tek bir şey vardı; kendime saklayamacağım bir bilgi vardı. "Biraz önce bana söylediklerin senin için de geçerli. Buradaki ailen, dostların ve halkın da seni çokça sevdi. Yapılan haksızlığı gördü ve senin için ses çıkardılar Alisa. Sen de bunları unutma. Özgürlüğünün tadını çıkar."
İkimizin de gözlerinde bir parıltı meydana geldi. O parıltının yarattığı bulanıklık, bu görüşmeye dair hatırlayacağımız en net detaydı. Ellerimi sudan çektim ve bu anın bitmesine müsaade ettim. "Burada kâğıt, kalem bulunuyor mu?"
Lealtà ve Ezra'nın yüz ifadelerine bakılırsa, onlar konuştuklarımızı duymamıştı. Fakat, artık nasıl görünüyorsam, hâlim Ezra'yı endişelendirmişti.
Yeniden girişe dönmemiz biraz vakit aldı. Benim kendime gelmem ve diğer hayattaki yaşantımın birkaç kalıntısını zihnime sabitlemem gerekmişti.
Giriş alanına dönüş yolunda, anılarım hemen kurban edildi mi diye zihnimde gezintiye çıkmıştım. Yüzler, sesler netti. Ritüelin ne zaman tamamlanacağını düşündüm ve nasıl tamamlanacağını. Birden mi unutacaktım? Nasıl olacaktı?
Her şeyi hatırladığımı düşünerek kendimi rahatlattığım süre sona erince giriş alanına döndüğümüzü fark ettim. Altı melek yerli yerindeydi. Bu kıtayı sahiplenen Diamour ise ona yakışmayan durgunluğu ile altı bedenin arkasında yatmaya devam ediyordu.
Lealtà altı bedenin ortasına geçti. "Kurbanınız verildi. Gitmeden önce size bir içecek vereceğiz. Gece uyumadan önce içeceksiniz. Uyuyamadığınızı belirtmenize gerek yok. İçecek sizi uyutacaktır. Sabah olduğunda ise anılarınız silinmiş olacak."
"Alisa ile konuştuğum şeyleri de mi unutacağım?"
"Hayır, görüşmeyi her daim hatırlayacaksınız. Tabii hatırladığınız görüşme sizde bir anlam ifade eder mi, orasını bilemeyiz."
Lealtà yeniden birkaç adım öne çıktı. "Buraya gelmeniz bir bakıma iyi oldu. Size yıllardır haber yollayamıyorduk. Efendi Diamour güçten düştü. Hareketlerimiz hiç olmadığı kadar kısıtlandı."
"Yapılan büyülerin bu kadar çabuk etki göstermesi normal değil," dedi Ezra. "Kara büyü yapan kişilerin ölümüyle düzen yerine yeniden oturuyor olması gerekirdi."
"Sorun kara büyüler değil," dedi Lealtà. "Yıllar önce, Efendi Diamour'un ruhundan bir parça koparıldı. İnsanlardan biri Efendi'nin gücüne sahip."
Sinirden gülecek gibi oldum. "Bu mümkün mü?"
"İnsanlar buraya gelemez," dedi Lealtà. "Tabii üç kitaptan birine sahip olmayan insanlar. Peşinde koşturduğunuz kişi, üç kitaptan birine sahip. Orada yazan büyüler sayesinde buraya erişmenin bir yolunu bulmuş olmalı. O gün bir saldırıya uğradık. Kendimize geldiğimizde Efendi bu hâlde idi."
O an benim zihnimde her şey yerine oturdu. Timun Bey'in benim gücüme hiç ihtiyacı yokmuş. O zaten benim elimdeki güçten daha etkin bir güce sahip olmanın bir yolunu bulmuş.
Fakat Ezra'nın zihninde yerine oturmayan şeyler vardı. "O zaman ruhları neden istiyor?"
"İsteklerini, Katrina'yı sarsacak kara büyüler yerine sizler sayesinde elde edebilir," dedi Lealtà. "Bu yüzden sizi istiyor. Sizleri, Katrin'deki çoğunluğun bunca zamandır iddia ettiği gibi bir köle olarak kullanmak istiyor. Siz, amaç değil araçsınız."
Lealtà birkaç adım daha öne çıktı. "Önce size hükmedecek. Sonra sizin gücünüzü kullanarak Efendi'yi devirmeye çalışacak. Planı bu olmalı."
"Ruhun parçasını kendi bedenine mi aktarmış?"
Lealtà bana baktı. "Öyle olduğunu düşünüyoruz. Aynı bedene iki farklı gücün ruhu aktarılamayacağı için ruh tohumunun gücünü sizin bedeninize aktardı. Onun oyununda hepimiz araç ve kölelerden ibaretiz."
"Sahip olduğu güç Efendi Diamour'u devirmeye yetmez mi? Neden hâlâ uğraşmaya devam ediyor?"
"Yetmez. Buraya bir daha gelebilmek için ruhlara ihtiyacı var. Ruhları bu yüzden istiyor."
Lealtà yeniden altı bedenin ortasına geçti. "Geçidin yanında içeceği bulacaksınız."
"Savaş," dedim tedirgince. "Bu konuda bize yardım etmeyecek misiniz?"
"Günü gelince güç bulursak orada olacağız."
Ben itiraz etmeye hazırdım. Fakat Ezra başını eğip meleklere veda etti. Titrek bir nefes aldım. Başımı eğip meleklere veda ettim. Ezra'nın peşinden geçidin yanına gittim. Geçidin hemen yanında küçük bir cam şişe duruyordu. Ezra şişeyi aldı ve geçide geçmem için kenara çekildi. Arkama dönüp bakma istediğimi görmezden gelerek geçide geçtim.
Saray karşımdaydı. Omzumda bir el hissettim. "Yalnız kalmak isterseniz Katrin'e yarın gidebiliriz. Eminim Efendi Atlas bunu sorun etmeyecektir."
"Katrin'e gidelim."
Bahçede yeni bir geçit oluşturuldu. Ruhların arasından sıyrılıp geçide girdim. Odamın bulunduğu kata gelmiştik ama ben yönümü üst kattaki balkona çevirdim. Ezra beni yalnız bırakmayı tercih etti.
Balkona çıkınca ihtiyaç duyduğum nefes havadaymış gibi havayı soludum. Fakat havayı ne kadar solursam soluyayım aradığım nefesi bulamıyordum. Balkonun korkuluğuna tutundum.
İçimden bir ses, değdi mi, diye soruyordu. Öğrendiğin basit yanıt feda ettiğin hayata değdi mi? Değmişti. Alisa'nın bir kez daha görmezden gelinmesine sebep olamazdım. O yüzden değmişti. Belki Alisa haklıydı. Hatırlayacağımız anılar yalnızca acı verecekti bize. Belki gerçekten de doğru şeyi feda etmişimdir.
Hissettiğim şey pişmanlık veya kızgınlık değildi. Kaybedeceğimi bildiğim şeylerin bir daha hiç sahip olamayacağımı bildiğim şeyler olmasının getirdiği bir acizlikti.
Görüşüm giderek bulanıklaşıyordu. Bir el omzuma dokununca arkamı döndüm. Gözyaşları onu görmeme engel olsa da kokusu onu tanımam için yeterliydi. Ne diyeceğimi bilemediğim için, belki de güçten düştüğüm için Atlas'a sıkıca sarıldım. Geçen dakikalar boyunca yalnızca sarıldık. O soru sormadı, ben anlatmaya cesaret edemedim.
Artık son olmalıydı. Öğrendiğimde beni güçten düşürecek bilgilerin tükenmiş olması gerekiyordu. O yüzden bu da bir vedaydı. Yaratılan yıkıma ettiğim bir vedaydı.
Ellerimi onun bedeninden çektim. O ise düşmemden korkar gibi beni tutmaya devam etti. Yüzümdeki izleri sildim. "Düşmanın elinde tuttuğu gücü öğrendim."
"Çok hoş," dedi. "Fakat sanıyorum ki seni ağlatan şey bu değil."
"Değil. Unutacağım. Görüşme için bir kurban vermem gerekiyormuş. Anılarımı kurban ettim. Çünkü sahip olduğum başka bir şey yoktu."
"Anı yaratmaktan kolay bir şey yok Alisa."
"Fakat onların yeri dolmayacak."
"Dolmayacak, evet. Fakat hayatta, o yerin dolmasını önemsemeyeceğin bir noktaya gelebilirsin."
"Bunun için bu hayatı baştan sona benim yaşamam gerekirdi."
"Sonu sen getireceksin," dedi. "Emin ol bu daha önemli. Başlangıçlar sonlara kıyasla basittir. Zamanın hiçbir noktasında doğum, ölümden daha çok ses getirmemiştir."
"Bu bedenle öleceğim için mutlu olmamı mı istiyorsun?"
Atlas güldü. Gülmedi, kahkaha attı. "Hayır, Alisa. Bundan sonrasında, hayatının ilk dönemlerindeki anılarından daha etkili anılar yaratabilirsin demeye çalışıyordum."
Kendimi biraz toparladım. Her şeye dünyanın sonu gelmiş gibi tepki vermeyi bırakmam gerekiyordu. Yüzümde yer edinmiş izleri elimle sildim.
"Sana vermek istediğim bir şey var," dedi Atlas. "Bu sefer sen beni yaratıcı olmamakla suçlayacaksın."
Uzattığı elini tuttum. Balkondan çıktık ve bir alt kata inip bana ait olan odanın önünde durduk.
"Umarım Narya ile çok samimi değilsindir. Yoksa bu, bir zamanlar Perla ile ortaklık ettiğin gibi, Narya ile de ortaklık edip, benimle uğraşacağın anlamına gelir."
Odanın kapısını açtı ve önce benim geçmemi bekledi. Odaya girdim. Ardından kapının kapanma sesini işittim. Balkonun açık kapısından görünen manzara beni oraya doğru yönlendirdi. Balkonun korkuluğu, daha önce bu diyarda görmediğim bir çiçekle kaplıydı. Lamba şeklindeki çiçeğin rengi her sabah aynaya baktığımda gözlerimde gördüğüm renkti.
"Ağlamamı kısa tutayım diye böyle bir sürpriz yapman çok hoş."
Gülüşünü yeniden duydum. "Evet, şimdi beni yaratıcı olmamakla suçlayacağın ana geldik."
"Çiçek fikri zaten hiç yaratıcı değil ama lamba fikrinin nereden çıktığını merak ediyorum. Narya dedin, yoksa o mu bir şeyler söyledi?"
"Narya sana bir ışık kaynağı yapacağı konusunda söz vermiş," dedi Atlas. "Fakat eğitime başlayınca vakit bulamamış. Gönderdiği notlarda sürekli bundan yakınıyordu. Bu yalnızca senin değil, Narya'nın da ağlamasını kısa kesecek bir hediye."
"Yalancı," diye fısıldadım. "Bana, bunca zamandır kimseye not yollamadığını söylemişti."
"Narya mı? O, olayları işine geldiği gibi anlatmayı sever."
Elimi çiçeklerin üstünde gezdirdim.
"Gece olunca ışık saçıyorlar," dedi Atlas. "Tıpkı bir lambadan beklendiği gibi."
"Şehri yönetmek yerine bu çiçekle uğraşmış olman komik geliyor."
"Çok vaktimi almadı. Sen; beni, yönetim işlerinden kafasını kaldırmayan biri olarak düşlemeye devam et lütfen. İmgemin mahvolmasını istemem."
Tebessüm ederek ona döndüm. "Çiçek yaratmanın imgeni bozacağını mı düşünüyorsun? Ayrıca benim için yapmışsın. Bu, senin için çizmemi istediğin imgeden daha etkileyici."
"Seni yaratıcılığımla bu kadar etkilemeyi başarmışken, bir de kültür seviyemle etkilemek isterim." Karşıma geçti. "Adını sormayacak mısın?"
"Açıkçası korkuyorum. Her an çiçeğin adını Alisa koyduğunu açıklayabilirsin."
"Yaratıcılık seviyenin benimkinden düşük olduğunu biliyordum."
"Hadi," dedim. "Benimle alay etmeyi bırakıp çiçeğin, çiçeğimin adını açıkla. Biraz düşünceli biri olsaydın, çiçek benim olduğu için adını benim koymamı teklif ederdin."
"Gerçekten hiç yaratıcı değilsin Alisa." Bakışları kısa süreliğine gökyüzüne kaydı. "Lavon, Lavon Çiçeği. Bunun eski zamanlarda taşıdığı anlamı güvendiğin birinden öğrenmen gerekecek."
"Neden sen açıklamıyorsun?"
"Bazı şeyleri gizli tutmayı severim. Gizliliği bozmak istiyorsan birilerinden yardım alman gerekecek. Nitekim karıştırdığın kitaplar sana bu bilgiyi vermeyecek."
"Geceye kadar burada kal," dedi Atlas. "O kadar emek verdim. Gece saçtığı ışığı görmen gerekiyor."
İstemsizce güldüm. "Kalırım. Zaten kitap karıştırmaktan başka bir işim yok."
"Yüzükleri takmışsın. Ani bir karar olmuş. Açıkçası henüz takmayacaksındır diye düşünüyordum."
Açılan konu canımı sıkmıştı. "Yeni kararlar alındı biliyorsun. Ruhları uyandıracağız."
"Biliyorum," dedi. "Fakat sen, yüzükleri Galen İlgar sana bu teklifi sunmadan önce takmışsın."
"Sana tüm bunları kim yetiştiriyor çok merak ediyorum," dedim aksi aksi. "Sannur'u karıştırmıştım ve bu büyüyü öğrenince yapma kararı aldım. Yani Galen İlgar yeni bir fikirle karşıma çıkmadı. İstediği şeyi yapmak için uğraşıyordum zaten."
"Bazen hızlıca uyum sağlamana hayranlık duyuyorum ama bazen bu durum beni korkutuyor. Alacağın kararları öncesinde bize, en azından bana bildirirsen çok sevinirim."
Önümde iki seçenek vardı: Dürüst olmak ya da yalana sığınmak. Bu konuda seçeceğim yol hep belliydi. "Bunu yapamam. Alacağım her kararı bilmenize gerek yok. Vakti gelince öğreneceksiniz zaten."
"Anlaşılan başka kararlar da almışsın."
"Aldım," dedim. "Fakat istediğin kadar uğraş, ağzımdan laf alamayacaksın."
"Bu da kötü bir karar aldığın anlamına geliyor."
"Hayır," dedim. "Beni oyuna getirmeye çalışma. Eğer içini rahatlatacaksa yakında Valmir'e kararımı bildireceğimi bil."
"Madem Valmir öğrenecek, bırak ben de öğreneyim."
Israrla göz hapsine aldığı gözlerimi kaçırdım. "Onun üstüne düşen bir görevi olacak. O yüzden aldığım kararı ona bildireceğim. Yoksa ona da söylemezdim."
"Gerçekten içim çok rahatladı Alisa."
"Bıraksana şimdi bunu," dedim. "Eğer konuşacaksak, düşmanla ilgili kısımları da konuşalım."
"Tamam, konuyu kapatıyoruz. Fakat bu, ileride bu konuyu açmayacağım anlamına gelmiyor."
Timun Bey'e giden not, onun hemen eyleme geçmesini sağlamamıştı. Katrin'de yeni kötücül gelişmeler yoktu. Buna bağlı olarak sarayın içi matem havası taşımıyordu.
Hissettiğim burukluğun yarın olunca yok olacağını bildiğimden, yok oluşu bir içeceğe bağlı olan burukluğu görmezden gelmeye karar vermiştim. Yarın, hiçbir şey hatırlamayacaktım. Hatırlamayacağım şeylerin yasını tutmak, belki de, mantıksızdı. Belki de değildi. Fakat düşünmek istemiyordum. Bir süre daha görmezden gelmek istiyordum. Atlas'ın yarattığı an ise görmezden gelebilmem için mükemmel bir fırsattı.
Havanın kararmasıyla yakılan ışıklar sarayı olduğundan daha güzel gösteriyordu. Bu gece, sarayı güzel gösteren tek şey o ışıklar değildi. Balkona dolanmış çiçeğin ışığı şüphesiz ortamı daha da büyüleyici yapıyordu. Atlas'a uyup geceye dek burada kalma kararı aldığım için mutluydum. İçinde bulunduğum balkon, büyülü diyarlar arasında gezintiye çıkmış bir gemiye benziyordu.
Gözlerim yıldızlar ve çiçekler arasında mekik dokuyordu. Sanki bu gece normalden daha fazla yıldız göğe yerleşmiş, bize el sallıyordu. Hep gördüğüm ve hep göreceğim yıldızlar, ilk kez gördüğüm çiçeklerin yanında bile sönük kalmayı başaramıyordu.
Sessizliğime ayak uyduran Atlas'ın bakışları da çoğu zaman gökyüzündeydi. Bugün, buraya geldiğimden beri yanımdan hiç ayrılmamıştı. Bunun için minnettardım. Görüşmenin yarattığı sarsıntıyı tek başıma kaldığımda korkunç bir şekilde hissedecektim. Atlas sanki bunun farkındaymış gibi beni yalnız bırakmıyordu.
"O çiçekleri Henna Hanım için sen yapmıştın değil mi? İlk zamanlarda bana yalan söyledin."
"Ben yapmıştım," dedi Atlas. "Fakat bunu annemden çok kendim için yapmıştım. Annem görme yetisini kaybedince ve gözlerinin rengini yitirince, o rengi, gözlerinin o tonunu bir daha göremeyeceğim için huzursuz oldum. Benimkisi kendi huzursuzluğumu giderme çabasıydı."
"Umarım oğlunun ona yaptığı sürprizi bir başkasına daha yaptığını öğrenince rahatsız olmaz."
"Annem seni seviyor. Yaptığım şey onu yalnızca mutlu edecektir."
"Biliyorsun değil mi? Lena, Henna Hanım'ın başına gelenlerin düşmanın bir işi olduğunu düşünüyor."
"Biliyorum. Yaşadığımız onca şeyden sonra düşüncesinde haksız sayılmaz. Fakat ortada bir kanıt yok." Atlas kollarını korkuluğu dayadı. "Annemle aranız eskisine kıyasla daha iyi sanırım."
"Evet, gün geçtikçe onun yalnızca beni korumaya çalıştığını görüyorum. Bu yüzden ilk zamanlarda onu terslediğim için pişmanlık duyuyorum."
"Dert etme bunu. O zamanlar konuşma tarzı yanlış olan tek kişi sen değildin. Annem de sana kendini rahatsız hissettirmişti."
"Bunlar bahane değil. Neyse ki aramız çabasız bir şekilde düzeldi. Fakat bu sefer Lena ile aramız soğuk. Onunla hâlâ konuşmadık."
"Düzelecektir," dedi Atlas, sakin ses tonuyla. "Lena sana karşı uzun süre soğuk tutum sergileyemez. Sen onun için bir yabancıyken bile, senin için en çok endişelenen kişi oydu. Şimdi gerçek yeğeninin sen olduğunu öğrendi. Yakın zamanda buzları eritirsiniz."
"Açıkçası benim düşüncelerim de bu yönde. Yalnızca bu durum canımı sıkıyor ve bunu düzeltmek için onun karşısına geçip ne diyeceğimi bilemiyorum."
"Yüzleşmek zorunda değilsiniz. Her zaman ettiğiniz gibi muhabbet edin. Aranız ısınmadan o yüzleşmeyi gerçekleştirmeniz zor olacaktır."
Doğruydu. Biz iki yabancı gibi davranırken birbirimizi kabul edemezdik. Cesaret edip öylesine muhabbet konusu açmam gerekecekti.
"Hava yeterince karardı. Çiçeklerin güzelliğine de tanıklık ettiğime göre artık dönmem gerekir."
"Gidecek misin?"
Bu, büyülü bir andı. Kapıya dayanan savaş, yitireceğim anılar duvarın bu kısmına erişemiyordu. Sonsuza kadar böyle, engin bir huzurun eşiğinde olmak istiyordum. Fakat mümkün değildi.
"Gitmeliyim. Valmir'in öğütlerini dinleyerek vakit geçiren Ezra da aynı şeyi düşünüyordur. Onu, Valmir'den kurtarmam gerek."
Bugün Atlas'ın yüzü hiç olmadığı kadar gülüyordu. Bu anı bozan kişi olacağım için kendimi kötü hissediyordum.
"O hâlde Ezra'ya haber verip geçidi oluşturalım." Sözlerine karşın yerinden hareket etmedi. Ardından dudağıma minik bir öpücük kondurdu. "Arada sırada bana not yolla. Buna ihtiyacım oluyor."
Dakikalar sonra oluşturulan geçide girmeden önce Valmir'e veda etmeyi unutmadım. Bilgenin sarayda vakit geçiriyor olması sarayı daha korunaklı bir yer hâline getiriyormuş gibi hissettiğim için, onu sarayda her görüşümde rahatlıyordum.
Valmir'in karşısında edildikten sonra Atlas'a döndüm. "Görüşürüz."
Bir cevap beklemeden geçide girdim. Lordabur Sarayı'nın önüne geldiğimde bu geceyi nerede geçireceğimi düşündüm. Yarın, her şey değişecekti.
"Bugün burada kalın. Yarın hafızanızda oluşacak boşluk sizi uçurumdan düşüyormuş gibi hissettirebilir. Yanınızda bizim bulunmamız iyi olur."
"Lara'ya haber yollar mısınız? Bugün senin dediğin gibi burada kalayım."
Lara birkaç gündür hastaydı. Çok kötü değildi ama yardıma ihtiyacı olduğu kesindi. Olena, şifa büyülerinden anladığı için yer altına inmiş ve Lara'yı kendince tedavi etmişti. Onun hazırladığı içecekler yavaştan etkisini göstermeye başlıyordu. Lara en azından ayaklanmıştı.
Büyük salona doğru geçtim. Lena ve Henna Hanım buradaydı. Adımlarımı hızlandırdım ve Lena'nın yanına oturdum. Yüzümde bugün verdiğim kurbana rağmen büyük bir gülümseme vardı. "İyi akşamlar."
Lena soru sorarcasına bana bakıyordu. Sanırım buraya ağlayarak geleceğimi düşünmüştü.
"Hoş geldin Alisa," dedi Henna Hanım. "Sesin iyi geliyor. Görüşmelerin güzel geçti sanırım."
"Alisa ile görüşmem biraz zorlayıcı oldu ama yine de onunla konuştuğum için mutluyum. Kafamda soru işareti kalmamış oldu."
"Bunları duymak çok güzel. Katrin'de durumlar nasıl?"
"Saray ve çevresi sakin. Düşman eylemsiz kaldığı için şu anlık bir aksilik yok."
Lena elini alnıma uzattı. "Senin ateşin mi var? Yanakların kıpkırmızı."
"Abartma Lena," dedim. Hevesle Henna Hanım'a doğru döndüm. "Atlas benim için çiçek yaratmış. Keşke bir tanesini alıp buraya getirseydim."
"Ah, çok güzel! Nasıl bir şey?"
"Ne çiçeği?"
İki kadından gelen sorular gülümsememi büyüttü. "Âdeta bir gece lambası gibi. Ayrıca gözlerimin renginde. Balkonun korkuluğuna baştan sona o çiçekler konmuş. Balkonum zaten güzeldi ama bu hâliyle büyüleyici oldu."
"Buraya birkaç tane getirmeliydin Alisa," dedi Henna Hanım. "Odalarımıza koyardık."
"Kıza özel yapılmış çiçeği niye kendi odamıza koyalım Henna? Bırak ona özel kalsın."
"Doğru diyorsun Lena. Fakat çok merak ettim. Atlas oldum olası sevdikleri için sürpriz yapmaya bayılır."
"Sizin için yaptığı çiçeği çok övdüğüm için bunu yapmış olmalı," dedim. "Onu diğer sarayın etrafında görmüştüm."
"Ah, o sarayın etrafı o çiçekle kaplıydı, evet. Atlas bunu hep söylerdi. O zamanlar o sarayda konaklıyordu. Dışarı bakınca o çiçekleri gördüğünden ve bunun onu ne kadar mutlu ettiğinden söz ederdi."
"Geçmişi sonra da yâd edersiniz," dedi Lena sabırsızca. "Adı ne çiçeğin?"
"Buradaki diğer bitkiler gibi eski bir ismi var," dedim. "Anlamını bilmiyorum, bana söylemedi. Lavon. Bu ne anlama geliyor? Siz biliyor olmalısınız."
Lena manalı manalı gülümsedi. "Elbette biliyoruz."
Henna Hanım'a doğru döndüm. "Ne anlama geliyor?"
"Çiçek yapmasına şaşmamalı," dedi Henna Hanım gülerek. "Böylesi zamanda bu yapılan eylemin altından başka bir şeyin çıkması beklenilemezdi."
Lena da güldü. Bu sefer ona doğru döndüm. "Bana da söyleyecek misiniz?"
"Lavon, eski zamanlarda, iki kişinin birbirine beslediği saf sevgiyi temsil eden bir kelimeydi," dedi Lena. "O zamanlar insanlar âşık oldukları kişiye sevgilerini bu kelimeyle ifade edermiş."
"Arı Çiçeği de diyebilirsin," dedi Henna Hanım. "Lavon, günümüzde bu anlama denk geliyor."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |