29. Bölüm

29. Bölüm

Mera
mera01

İstediğim şey belliydi. Bir yol tasarlamıştım fakat o yola adım atacak cesarete sahip değildim. Zihnimde belirsizliğin hiçbir izi yoktu. Fakat bundan sonra beni zorlayacak olan şey tasarladığım yolun üzerinde yürümek olacaktı. Yol, önümdeydi. İsteklerim bir noktada önemli bir hâle gelmiş ve bana bahşedilmişti. Yola çıkmam için gerekli olan şeyi, cesareti kendim bulmam gerekliydi. Aradan geçen birkaç günün ardından o cesareti zorla yaratmıştım.

Kalem elimde duruyor ama kâğıda iz bırakmaya çekiniyordu. Yazacaklarım, karşı tarafın da bir yol tasarlamasına neden olacaktı. Bu iki yol, birbirinden ayrıydı. İşte bu farkındalık beni yazmaktan alıkoyuyordu. Bu iki ayrı yol birbirini alt etmeye çalışacak, baki olanın yalnızca kendisi olması için çabalayacaktı. Bu çaba, iki yolun sonunu savaşa çıkaracaktı.

- Saray, tüm yaptıklarınızdan sonra uğranılacak bir yer olmaktan çıktı. O yüzden, yüz yüze geldiğimizde söyleyeceğiniz şeyleri not yardımıyla bana iletmenizi istiyorum. Hatta bir sonraki notunuza aklıma en çok takılan noktadan başlayın. Ruhların oluşumunu zararlı buluyor, hatta doğru anladıysam insanlığa karşı bir oluşum olduğunu düşünüyorsunuz. Bu noktada, elinde tüm gücü tutan Eli Ran'ı yanınıza aldığınız gibi, kraliyetin diğer üyelerini de yanınıza alabilirdiniz. Fakat eminim ki, onlar peşine düştüğünüz gayeden bu zamana dek bihaberdi. Amacınız masumsa, bu amacı kraliyetin kendisi ile gerçekleştirme şansınız vardı. Fakat siz nedense yanınıza yalnızca Eli Ran'ı almışsınız. Bu durumlar, amacınızı gözden geçirmeme neden oluyor. O gün, beni bir kukla yardımıyla yanınıza getirttiğinizde hiç böyle konuşmuyordunuz. Amacınızın Katrina'ya hükmetmek olduğunu açıkça beyan etmiş ve ben, bu oyuna dâhil olmak istemediğimi belirtince birkaç tehdit savurmuştunuz. Unuttunuz mu? Dürüst olmayan tek kişi yanımdakiler değil. Fakat dürüst olmadığını kabul eden tek kişi yanımda bulunan kişiler. Savaşı engelleyecek bir teklifiniz varsa, bekliyorum. Fakat bir sonraki sefere ya dürüst olmayı seçin ya da gizlediğiniz şeylerin varlığını kabul ederek teklifinizi sunun.

Alisa Almedal

 

Notu zarfa koyup, Timun Bey'in sarayına doğru yola çıkardım. Alacağım yanıt bir teklif taşıyacaktı. Belki de düşman, o teklifi bir tehdit yardımıyla yapmayı seçecekti. Her türlü cevaba kendimi hazır etmiştim. Diyorum ya, önümdeki yol belliydi.

O gün, Ezra iki haberle birlikte yanıma geldikten sonra Ezra'yı bir daha görmemiştim. Nefes alan isyanım onunla bir arada durmamı zor hâle getiriyordu. Beni, benim kadar bilmesi güzel değildi. Her düşüncemden haberdar olması yarar sağlamıyordu. O gün, o gittikten sonra yaptığım eylemin beni getirdiği bir nokta vardı. Yolumu o gün çizmiştim. Çizdiğim yoldan onun da haberi olsa gerek. İşte bu durum, ondan köşe bucak kaçma isteğimi oluşturuyordu. Neyse ki, henüz onunla karşılaşmamıştım.

O gece, düşmanın eline geçtiğini düşündüğümüz güce eş değer bir güce sahip olduğumuzu hatırladım. Yapının alt katına indim ve Ezra'nın gözümün önünde sakladığı Sannur'u yerinden aldım. Gece boyunca kitabı karıştırdım. Düşmanın bize karşı yarattığı tehlikenin bir benzerini düşmana karşı yaratmak için bir yol var mı diye bakındım. Okuduğum ve öğrendiğim büyüler masum değildi. Sannur'u karıştırınca düşmanın nasıl bu kadar rahat hareket ettiğini anladım. O, kesinlikle Meir'e sahipti.

Tüm büyülerin arasında, günler öncesinde Leydi Demitre'nin bana hâlihazırda söylediği durumu etkin hâle getirmeme yarayacak bir büyüyle karşılaştım. Tüm ruhları uyandırmanın bir yolu vardı. Solur Tohumu'ndaki tüm gücü dışarı aktarmak ve bu korkunç güce sahip ruhlara hükmetmek... Savaşı kazanmanın yolu bizim için burada yatıyordu.

Kötü bir karar alacak ve bu durumu herkesten saklayacaktım. Ezra bilecekti; hatta şimdiden biliyordu bile. Fakat o da benim sırrıma ortaklık edecekti. Günü geldiğinde bu durumu öğrenen ve Katrina'yı bu korkunç büyünün etkisinden kurtaracak olan kişi Valmir olacaktı. Bunlar zihnimde yarattığım gerçeklikti; eğer planım sorunsuz işlerse yaşayacağım şeylerdi. Plana dâhil ettiğim kişilerin düşündüğümden farklı tepki vermesi planı bozacak ve işlevsiz kılacaktı. Fakat bu riski almaya değerdi.

Elimdeki kalemle oynamayı bıraktım. Benim günler sonrasında dönüş yaptığım gibi, düşman da günler sonra dönüş yapabilirdi. Burada oturup beklemek mantıksızdı.

Çalışma odasından ayrılıp oturma salonuna geçtim. Lara, birkaç günde oluşturduğu rutinini bozmamış ve bugün de bahçeye inip, orasıyla ilgilenmeye karar vermişti. Bahçede ve yapının dört bir yanında ruhlar vardı. Görevleri açıktı: Burayı korumak. Lara, yapacak başka işi olmadığı ve bu durumun onun canını sıktığı gerekçesiyle bahçeyle ilgilenmeye başlamıştı. O bahçeyle ilgilenirken ben kitaplarla meşgul oluyordum.

Birkaç gün sonra yapılacak olan görüşme, Timun Bey'in notu ve sonrasında benim aldığım karardan dolayı ana konum olmaktan çıkmıştı. Her ne kadar öyle olmayacağına inansam da, Alisa buraya dönmek isterse ne yapacağımı bilmiyordum. O, neden buraya dönmek istesin ki? Fakat ben, onu tanımıyordum. Bu yüzden alacağı kararı kestirmek benim için zordu.

Salonun açık kapısı tıklatıldı. Seçtiğim yolu bilen tek kişi içeri girdi. Ezra, elindeki zarfı uzattı. "Timun Bey'den geliyor. Kontroller yapıldı; hem zarf hem de not kâğıdı temiz."

Uzattığı zarfı aldım. İçindeki notu çıkarttım ve zarfı şömineye attım. İlk önce notu mu okusam yoksa Ezra ile aldığım kararı mı tartışsam bilemedim. Aldığım kararın itiraz edilecek birçok noktası vardı. Ezra içinse yalnızca iki tane nokta olmalıydı. Yapılacak büyü oldukça etkin bir büyüydü ve onu efendisiz bırakacak bir sonuca çıkıyordu.

"Neden oturmuyorsun?" diye sordum. "Yorulmadığını biliyorum. Fakat bile isteye insanların yaptığı şeylerden kaçınıyor gibisin."

Ezra, mantıksız sözlerimin nedenlerini de biliyordu. "Yalnızca, oturmanı istiyorum, demeniz yeterli Efendim."

"O hâlde oturmanı istiyorum Ezra. Öyle ayakta dikilirken bir ölüm meleğine benziyorsun."

Ezra yanıma otururken not kâğıdını açtım.

- Bu fikrimi kraliyetle paylaşamadım çünkü çok kıymetli ruhlar yıllar önce bu eylemi gerçekleştirmemin önüne geçti. Şu anki kral ve onun en çok güvendiği isimler neden ruhları savunuyor sanıyorsun? Etkin ve zararlı büyüler yapan tek kişi ben değilim. Ruhlar, yıllar önce yaşadıkları haksızlığa karşılık olarak insanlığa hükmetmek istiyor. Onun, Efendi Ruh'un yanına korumak amaçlı gittiği insanların bedenlerinin çürümesinin nedeni de bu. Demitre'nin ceza almasının nedeni de bu. O, aykırı büyü yaptığı için değil, Efendi Ruh'un büyülerinin kurbanı olup, Efendi Ruh'un korkunç amacına hizmet etmeye başladığı için cezalandırıldı. Yıllar evvel, Katrin'deki yedili sisteme bir din adamı dâhil edildiğinde ve bunun üzerine Efendi Ruh, Katrin'i terk ettiğinde yaşananlar sana olduğu gibi aktarılmamış. Dönemin din adamı Baba Vorgus ruhların aykırı davranışlar sergilemeye başladığını görüp, onların haklarını kısıtlamayı teklif edince Efendi Ruh birden bire kendi topraklarına dönme kararı almış. Onca zaman kendi ırkına sırt çevirip Katrin Hükümdarlarının koruyucusu olan Efendi Ruh'un ani fikir değişikliği size çok normal geliyor olmalı. Fakat bana gelmiyor. Efendi Ruh Katrin topraklarını terk etmeden önce Baba Vorgus'u tehdit etmeyi de ihmal etmemiş. İşte bunca zaman boyunca Efendi Ruh'un aldığı tek doğru karar buydu: Baba Vorgus'u tehdit etmek. Bu sayede Baba Vorgus, önce kendisini ardından da tahtını devredeceği öğrencisi Baba Ran'ı korumak adına güçlü büyüler yaptı. Bugün gerçeği gören sayılı kişilerden birinin Baba Ran olması, bu yaşananlardan sonra da tuhaf geliyor mu? Baba Ran benim yanımda, amacım doğrultusunda bana yardım ediyor. Kızımı da yanımda, bana destek olurken görmek istiyorum. Yüzüğü takmayı bırak. Aksi takdirde onların kuklası olmaya devam edecek ve gerçekleri hiçbir zaman olduğu gibi göremeyeceksin.

Timun Almedal

 

Yanan şömineye baktım. Elimdeki kâğıdı Ezra'ya uzattım.

"Size gönderilen notları okumam için bana vermenize gerek yok."

"Var," dedim. "Çünkü sana ve ırkına dair suçlamalar yapılıyor. Hâliyle benim kafam karışıyor. Suçlamaları görüp adını temize çıkarman için Timun Bey'in notlarını senin de okuman gerekiyor."

Ezra notu okudu. Ardından kâğıdı bana verdi. Elime geçen kâğıdın son durağı şöminede yanan ateş oldu.

"Yazdıkları bir noktada doğru," dedi. "Katrin'i, din himayesi altına girdiği için terk ettim. Zira din adamı Vorgus'un bizler için güzel düşünceleri yoktu ve çoktan ruhlara dair rencide edici kararlar almaya başlamıştı. Ortada bir tehdit yok. Kararlar alındı ve ben de Katrin'i terk ettim. Onca zaman Antropedos'ta bulunmak yerine neden Katrin'de olduğumu size söylemiştim. Biz ruhların bir efendiye ihtiyacı var. Son Elenor üyesi ölünce güçten düştüm. Roman İlgar, savaş boyunca yaptığım yardımlara teşekkür mahiyetinde koruyucusu olmamı teklif etti. Ben de bir efendiden gelecek güce ihtiyacım olduğu için teklifi kabul ettim. Bunları zaten size anlatmıştım."

"Anlatmıştın, evet. Fakat hanginizin sözlerinin doğru olduğunu nereden bileceğim ben? Önüme koyduğun kitaplar senin suçlu olduğun senaryoyu anlatmayacaktır elbette."

"Bu konuda, aklınıza takılanlara cevap vermek dışında yapabileceğim bir şey yok. Timun Bey'in hikâyesini dinleyin. Ardından benim cevaplarımı dinleyin ve kararınızı öyle verin."

Göz bebekleri insanı ele veriyordu. Timun Bey'in bir yalanın ardına saklandığını anlayabiliyor ama yine de kendimi, yoksa, diye düşünmekten alamıyordum.

"Buradaki kitaplar sizin için önemsizse Alsondro'daki kitapları bir süreliğine ödünç alabiliriz," dedi Ezra. "Katrin ve Antropedos arasındaki gerilimi, ruhlarla arası soğumuş Alsondro'nun olduğu gibi aktaracağına inanıyorsanız, bunu Myra ailesinden rica edebiliriz."

"İşte tam böyle anlarda her şeyi geride bırakmak istiyorum. Tüm sorumluluk, alınacak yanlış kararın tüm yükü benim bedenime bırakıldığında gitme isteğim derin nefesler almaya başlıyor."

"Siz çoktan bir karar almışsınız."

Sonunda o konu açılmıştı. "Başka bir yol varsa sunacağın fikirleri dinlemek ve değerlendirmek isterim." Onun konuşmasına engel oldum. "Çekinceni anlıyorum. Fakat ben de bir vâris bulurum elbet."

"Sannur'un bize yardımcı olacağına inansaydım kitabı size teslim ederdim," dedi Ezra. "Kitap, kör eden bilgilerle dolu. Görünüşe göre sizi de etkisi altına almış."

"O kitabı bir kere açtık ve yarar sağlayacak bir şey bulduk."

"Büyüyü kullanmayacağımıza inanarak kitabın açılmasına müsaade ettim."

"Peki gitmek isteseydim, o zaman ne olacaktı?" diye sordum. "O büyüyü öyle ya da böyle yapacaktık. Bunu göze almıştın. Yoksa o kitabı bize vermezdin. Kimse kitabın sende olduğunu bilmiyormuş. Fikri ortaya atan sendin Ezra. Bu da demek oluyor ki, kitaptaki büyülerden birini kullanabiliriz."

"Ben kitaptaki büyüyü kullanmak istemenizden ziyade sonrasında, büyünün etkisinin geçmesi için seçeceğiniz yoldan rahatsız oluyorum."

"Diyorum ya, bir vâris bulurum; ve sonu, gücümü emanet edecek birini bulduktan sonra getiririz."

Ezra'nın gözlerinde beni rahatsız eden onlarca parıltı vardı. "Ne yapmamı istiyorsun?" dedim öfkeyle. "Savaşı engelleyecek ya da savaşı kazanmamızı sağlayacak başka bir seçenek yok. Bu durum beni rahatsız etmiyorsa bir zahmet sizi de etmesin!"

Yerimden kalktım. "Bir sonraki gelişinde diğer yüzükleri de getir."

Kapıdan çıktığımda nereye gideceğimi bilemedim. Her yer boğuyordu beni. Daha fazla dört duvar arasında kalmak istemediğim için bahçeye çıkış yolunu tuttum. Lara birkaç ruhla beraber bahçedeydi. Onlar beni fark etmeden bahçenin diğer tarafına yöneldim.

Hayat acımasızdı. Birileri yapıyor diye kızdığım eylemleri yapmayı amaçlar ve bazense yapar hâle gelmiştim. Her geçen gün ne kadar yanıldığımı öğreniyordum. Hangi yolda yürüyeceğimin oldukça önemi varmış. Bazen önemli olan doğru yolu bulmak değil, o yolda yürümekmiş.

Bu diyarda, şu ana dek hissetmediğim bir yalnızlığın esiri oldum. Beni anlayan kimseler yok gibiydi. Sanki önümdeki yol derin sulardan oluşuyordu ve ben yüzme bilmiyordum. Etrafta da bana yüzmeyi öğretecek kimseler yoktu.

Bugün çaresizliğim yalnızlığımı doğurmuştu. Yolun sonuna varıncaya kadar çaresizliğimin yarattığı yalnızlık sürüp gidecekti. Yolun sonunda ise çevreme dizilen bedenlerin bir önemi kalmayacaktı.

Bahçedeki ağaçlardan birine sırtımı yaslayıp çimenlerin üstüne oturdum. Bedenimi ürperten bir rüzgâr esti. Dizlerimi kendime doğru çektim ve başımı dizlerimin üstüne yasladım. Yorgunluğu hissedemez olduğumu söylemiştim ama sanırım yanlışlıkla bir yalanı ağzımdan kaçırmışım. Yorulmuştum. Hakikat beni yormuştu. Tek isteğimin evime dönmek olduğu zamanlara dönmek ve basit arzumun zayıf ateşinin bedenimi yakmasına müsaade etmek istiyordum. O ateş bedenimi uyuşturuyormuş. Şimdi ise bir yangına dönüşmüş hâlde bedenimi küle çeviriyordu.

Baş ucumda bir ayak sesi işittim. Kafamı kaldırıp kimin geldiğine bakmadım. Gelen kişi bir süre hareketsiz kaldı. Sonra yanıma oturup, benim gibi sırtını ağaca yasladı. Kafamı kaldırdım ve bıkkınca nefesimi verdim. Gelen Ezra idi.

"Geçmişten kalma bir inanç vardır," dedi Ezra. "Kişinin isteğinin yazılı olduğu not Tines Nehri'ne bırakılır ve eğer Nehir kâğıdı yutarsa, kâğıtta yazan şeyin kişiye zarar verecek bir istek olduğuna inanılır."

"Büyük bir kararın verilmesi için bir suya mı güveneceğiz?"

"Suyun bizim diyarımızda önemli bir yeri vardır," dedi. "Suların birçok şeyin temsilcisi ve öngörücüsü olduğu düşünülür."

"Bu diyarın insanı makul şeyler düşünmüyor. O yüzden buradaki insanların inançları, benim onlara saygı duymamı sağlamak yerine onlardan uzaklaşmama neden oluyor. Kısacası, sunduğun fikir korkunç Ezra. Gideceğim yol bir su tarafından çizilmeyecek."

"Bazen düz mantıkla ilerlemek gerekir," dedi. "İnsanlar suların gideceği yöne karar verebiliyorsa, sular da insanların gideceği yola pekâlâ karar verebilir."

Başımı ondan tarafa çevirdim. "Beni güldürme. Dünya saçması bu fikri hiçbir şekilde benimsemeyeceğim."

"Pekâlâ. Yön gösterdiğine inanılan başka şeyler de var. Onları duymak ister misiniz?"

"Bu diyarın insanının düşüncelerini makul bulmadığımı söyledim. Yani hayır, istemem."

"Peki ruhların inançlarıyla ilgilenir misiniz?"

"Siz ruhların bu konuda da insanlardan geri kalır bir yanı yoktur. Eminim ki sizin inançlarınız da makul değildir.

"Olabilir," dedi Ezra. "Geçmişten kalma olduğunu söylediğim o inanç, aslında biz ruhlara aitti. Yani makul bulmamakta haklısınız."

"Hiç denediniz mi?"

"Suya not bırakmayı mı? Ben denemedim ama deneyen binlerce ruhun olduğunu biliyorum." Elini bana uzattı. Avucunda duran kadife kutuyu gösterdi. "Yüzükler burada."

Kutuyu aldım. "Deneyenler memnun kalmış mı?"

Ezra yüzüme boş boş baktı. Sonra kaşları çatıldı. "Neyden Efendim?"

"Nehir'in gösterdiği yoldan."

"Başkalarının tecrübelerine dayanarak hareket etmek yerine kendi tecrübenizi oluşturmanız taraftarıyım."

"Başkalarının inancının bana yol göstereceğini söylüyorsun," dedim. "Bırak da başkalarının tecrübelerine dayanarak hareket edeyim."

"Duyduklarım genelde olumlu şeylerdi," dedi. "Fakat bunu hep ruhlar denediği için, çıkacak sonucun sizin yararınıza olacağı konusunda söz veremiyorum."

Kadife yüzük kutusunun kapağını açıp kapamaya başladım. "Ruhlarla olan bağlantım Nehir'in, cevabı olduğu gibi bana aktarmasına yarayabilir."

"Denemek istemediğinizi sanıyordum."

"Denemeyeceğim," dedim. "Yalnızca fikir beyan ediyorum Ezra. Yalnızca yaptığımız veya yapacağımız konular hakkında fikir beyan etmek zorunda değiliz. Masum inancınıza saygım var ama makul bulma zorunluluğum yok. Su, yol göstermekten acizdir. Çünkü su yalnızca bir sudur. Her şeye fazla anlam yüklüyorsunuz."

Aradan birkaç sessiz dakika geçti. "Sannur'u okuduğum için kızgın mısın?"

"Hayır," dedi Ezra. "O, bir noktada size ait. Fakat bu kitap yardımıyla seçtiğiniz yoldan fazlasıyla rahatsız olduğumu yeniden dile getirmek isterim. Başka bir yol bulabiliriz."

"Bir vâris bulacağım. İlgar ailesi siz ruhlara epey saygı duyuyor. Ailenin üyelerinden biri sizin efendiniz olabilir. Bu teklifi kabul edeceklerine eminim."

Ezra itiraz etmek için dudaklarını araladı. Bakışlarına tedirginlik bulaşmıştı. "Nasıl isterseniz Efendim."

"Şimdilik kimseye bahsetme. Alisa ile görüştükten sonra Valmir'e danışacağım. Valmir, üstüne düşen görevi yerine getireceğini söylerse İlgar ailesi ile görüşme düzenleyip, aralarından birinin ruhlara efendilik yapmasını istediğimi beyan edeceğim. Eminim bizi kırmayacaklardır."

Ezra ile sessiz bir yeminin ateşini yaktık. Fakat gözleri beni tedirgin ediyordu. Yerinden kalkacağı esnada kolunu tuttum. "Kimseye bahsetme Ezra. Eski efendin Demitre'ye de, sana yol göstermesi adına Valmir'e veya Atlas'a da. Zamanı gelince seçtiğim yolu insanlara ben söylerim. O gün gelene dek, birinin ağzından bu duruma dair tek bir kelime duyarsam hoş olmaz. Size yardım etmeye çalışıyorum."

"Anladım Efendim. Endişeniz olmasın, kimsenin haberi olmayacak."

"Alisa ile görüşmeden önce Timun Bey'e yeni bir not yollamış olurum. Notumu alan Timun Bey, onlara ortak olmayacağımı net bir şekilde anlayacak ve ona göre bir yol seçecektir. Atlas'a haber yollayın. Şehirdeki güvenliği arttırsınlar. Aynısı sizin için de geçerli. Her ihtimale karşı Antropedos'taki korumayı arttırın."

Ezra, üstüne düşen görevi yerine getirmek adına yer altı şehrini terk etti. Bahçede biraz zaman kaybettikten sonra eve çıktım. Lara çoktan buraya gelmiş ve yemek hazırlığına başlamıştı.

"Ben kütüphaneye geçiyorum Lara," dedim. "Yemeğe katılamayacağım. Sana afiyet olsun."

Lara şaşkınca elindeki kaşığı bıraktı. "Ama Efendim neredeyse hiçbir şey yemiyorsunuz. Yalnız kalmak istiyorsanız yemeğinizi kütüphaneye getiririm."

"Artık eskisi gibi yemeğe ve dinlenmeye ihtiyaç duymuyorum."

Elimdeki yüzük kutusunu fark etti. Demek istediğim şeyi anladı. "Anladım Efendim. Yine de fikrinizi değiştirirseniz veya bir şeye ihtiyacınız olursa bana seslenin lütfen."

Kütüphaneye geçip birkaç gündür tekrarladığım eylemleri tekrarlamaya başladım. Henüz el sürmediğim kitapları raflardan alıp masaya dizdim. Yapacağım planın pürüzsüz olması için büyü kitaplarında gizlenmiş küçük ama önemli detaylara ihtiyacım vardı. Bir kâğıda ihtiyaç duyduğum malzemeleri not aldım. Bir ara Ezra'nın bu malzemeleri benim için bulması gerekecekti.

Ruhları uyandırmak için onların evine ihtiyacım vardı. Bunca zaman boyunca Leydi Demitre Solur Tohumu'nu nerede sakladıysa, Tohum'un oradan çıkarılıp buraya getirilmesi gerekecekti. Tohum'un parçalarını taşıyan yüzüklere de bu yüzden ihtiyacım vardı işte. Büyüyü yapacak olan kişinin, büyü yapılmadan önce, en az bir hafta boyunca Tohum'un parçalarını taşıyan malzemeleri bedeninde bulundurması gerekiyormuş. Tohum'un parçalarını taşıyan yalnızca üç yüzük vardı. Biri zaten çoktan parmağımdaki yerini almıştı. Diğer iki yüzüğü de çok geçmeden takmam gerekiyordu.

Tohum'un son kayıp parçası bedenimde, ruhumun içinde olduğu için şanslıydım. O parçayı zaten doğduğum andan kısa bir süre sonra taşımaya başlamıştım. Gerekli en önemli malzemeler hâlihazırda elimizin altındaydı. Şanslı hissettiğim sayılı anlardan birinin içindeydim.

Zaman geçtikçe kaygılarımın ve çaba gösterdiğim arzularımın değişimini gözlemlemek, bir canlının büyümesini izlemeye benziyordu. Bir şeyler hep aynıydı ama bazı şeyler hep değişiyordu. Sürecin günün sonunda bizi getirdiği nokta, bir zamanlar orada bulunduğu için yargıladığımız insanların bulunduğu yerdi.

Öte yandan çaresizliği en zirvede tadıyordum. Bu yaban hissin beni mecbur bıraktığı şey, bir zamanlar kendi diyarında nefes aldığını sanan Alisa'nın ölüm döşeğinde bile zihnine uğramayacak bir karanlıktı. O, öleceğini bilse bile yaşamayı severdi. O, ölümün kollarına düşse bile, son birkaç dakikasını gülerek geçirmek için uğraşırdı. O, kendi mutluluğu için uğraşan, kendisini yaşatmak için nefes alan insanlarla çevriliydi.

Şimdiki ben ise, birilerini yaşatmak için uğraşan kişiye dönüşmüştü. Birilerinin nefes almaya devam etmesi için nefesimi kesecek bir yola girdiğim bu günlerde, acaba diğer hayatımda benim mutluluğum için çabalayan o insanlar, hiç mutlu olmadıkları yollara adım atmak zorunda kalmış mıydı diye düşünmeden edemiyordum. Tüm bu düşünceler bir noktada ne kadar bencil olduğumu yüzüme vuruyordu. Hayat sınırlarını gevşetince ne kadar da umursamaz oluyormuşum öyle.

Şimdi ise hayat, sınır çizgisini daraltmış ve beni, o hayatımdaki insanları anlayabilmem için, sınırının darlığıyla boğmaya başlamıştı. Başkalarının mutluluğu boynuma geçirilen bir urgan olmuşken, o hayatta kimlerin boynuna urganı geçirdiğimi düşünüyordum. Belki o kişilerden biri de babamdı. Belki diğer hayatımda babamı yavaşça öldüren kişi ben iken, bu hayatta beni yavaşça öldüren kişi babamdı. Hayat, şartları eşitlemeye çalışıyor olabilirdi. Belki de ben, diğer yaşamımdaki bencilliğim nedeniyle bu hayatta yaşadığım her şeyi hak ediyordum.

Masanın bir köşesine koyduğum kutuyu elime aldım. Kapağını yavaşça kaldırdım ve bir araç hâline getirdiğim iki yüzüğe baktım. Parmağımdaki yüzüğün iki kenarındaki çıkıntıya sırasıyla yüzükleri yerleştirdim. Art arda dalgalanmalar hissettim. Bedenim titredi ve ürperdi. Artık insan kimliğimden iyice uzaklaşabilir ve bir insanken yaptığım hataların cezasını çekebilirdim.

Temiz bir kâğıdı elimin altına çektim. Hissettiğim yabancılığa rağmen kendimi yazmaya zorladım.

- Günler geçiyor ama senden bir haber alamıyorum. Senin sessiz olman yetmiyormuş gibi Yamin de epey sessiz. Eğitiminin nasıl gittiğini ve alışıp alışmadığını merak ettim. En kısa zamanda bana dönüş yapmanı istiyorum. Bir şeye ihtiyacın varsa bunu belirtmekten çekinme lütfen.

Alisa Almedal


Notu bir zarfa koydum ve Narya'ya ulaşması için Alsondro'ya doğru gönderdim. Timun Bey'e de bir not yazmam gerekiyordu. Alması gereken bir cevap ve çizmesi gereken bir yol vardı. Fakat ona ne yazacağımı bilemiyordum. Yüreğimin bir yerinde onunla yüz yüze görüşme isteğimin getirdiği bir boşluk vardı. Bunun ne denli yanlış bir şey olduğunu bildiğim ve yanlış karar alma kotamı doldurduğum için yalnızca istemekle yetinecektim.

Gece geç saatlere doğru yaklaşırken kütüphanenin kapısı açıldı. Lara elinde tuttuğu gaz lambasıyla kapının başında dikiliyordu. "Uyumayacak mısınız?"

"Bu gece de uyumayacağım. Timun Bey'e yollamam gereken bir not var. Henüz yazmadım. Onu yazacağım."

Lara odanın içine girip gaz lambasını masaya koydu. "Benim burada durmam sizi rahatsız eder mi?"

"Hayır, fakat senin dinlenmeye ihtiyacın var. Boşu boşuna burada kendini yorma."

Lara omuz silkti. "Hiç sorun değil. Zaten enerji harcamamı gerektirecek işlerim yok."

"Burada canın sıkılıyorsa yeryüzüne çıkabilir ve Lena ile Henna Hanım'ın yanına gidip onlarla vakit geçirebilirsin. Onlar, lider ruh Olena ile zaman geçiriyor. Olena'yı tanır mısın bilemem ama onunla anlaşacağınıza eminim."

"Burada kalmayı tercih ederim. Antropedos'a sizin için geldim. Sizi yalnız bırakmam bir hata olur." Masadaki kitaplardan birini alıp karıştırmaya başladı. "Bugün Efendi Ruh diğer günlerden daha farklıydı. Siz de öylesiniz. Canınızı sıkan başka bir durum mu var?"

Benim yüzümden işlevini gerçekleştiremeyen kalemi elimden bıraktım. "Nasıl bir süreçten geçtiğimizi biliyorsun. Yeni sorunlar çıkıyor işte."

"Efendi Ruh'u daha önce görmemiştim. Demek Enda Elenor böyle görünüyormuş."

"Evet, koruyucu ruhuna farklı bir görüntü verememesi bir noktada iyi olmuş," dedim. "Böylece onun neye benzediğini görebiliyoruz."

"Buraya yalnızca yanınızda somut olarak bulunmak için gelmedim. Yapabileceğimi düşündüğünüz bir şey olursa bana bildirin lütfen. Kendimi işe yarar hissetmek isterim."

"Zaten işe yarıyorsun."

"Sizin açınızdan işe yaramak isterim Efendim."

"Bizim tarafımızda bulunmam, benim açımdan seni işe yarar kılıyor Lara."

Lara masadaki boş yüzük kutusunu fark etti. "Taktınız mı hepsini?"

"Evet. Takılacak bir beden varken yüzüklerin bir köşede boş boş durması mantıksızdı."

"Artık ihtiyaç duyduğunuz şeyler epey azalacak. Bu bir noktada çok kötü. Çünkü sizlerle yalnızca kahvaltı esnasında düzgün vakit geçirebiliyorduk."

"Sorun ettiğin şey buysa kahvaltılara aç olmasam bile katılırım."

"Timun Bey'e not yollayacağınızı söylediniz," dedi Lara. Timun Bey derken kendini epey zorlaması gerekmişti. "Ne için? Onunla iletişim kurduğunuzu bilmiyordum."

"Bir teklif sundu. Şimdi o teklifi reddetmem gerekiyor. Bu da bizi savaşa götürecek olan şey olacak."

"Sanmıyorum," dedi Lara. "Siz teklifi kabul etseniz bile o savaş gerçekleşecek. Sizi kandırmaya çalışıyor olmalı. Amacı savaşmak olmayan biri, tüm bu vahşeti gerçekleştirmezdi."

Lara, düşman saraya eriştiği zaman sarayda konaklıyordu. Bu detayın aklımdan çıkmış olması şaşırtıcıydı. "Karargâhtaki o odayı gördün mü Lara?"

"Evet," dedi. "Gördüm. Hazırladığım bir ekiple beraber temizledik odayı. Düşmanın vahşetine kendi gözlerimle şahit oldum."

Ben sormaya cesaret edemedim ama Lara, gözlerime yerleşmiş merakı gördü. "Korkunçtu. Ele geçirdiği muhafız kendi boynunu kesmiş. Diğer bedenlerin iç organları odanın her yerine dağılmıştı. Düşmanın amacı bir günahın bedeninde yatıyor. Ona inanmayın. Biz, kurtulmak için masum bir büyüyü yaparken bile vicdan azabı çekerken, onların böyle rahat ve umursamaz hareket etmesi tek bir şeyin göstergesi."

O manzara yeniden gözünün önüne gelmiş ve hatırladıkları midesini bulandırmış gibi dudaklarını büzdü.

"Birkaç gündür sessizler," dedim. "Bu beni rahatsız ediyor. Harekete geçmeleri ayrı bir sorun, hareketsiz kalmaları ayrı bir sorun. Her iki durum da yüreğimde engin korkular uyandırıyor."

"İşte bu yüzden onların sözüne inanmamalısınız."

"İnanmıyorum."

"Fakat teklifi kabul ederseniz savaşın gerçekleşmeyeceğini düşünüyorsunuz. Demek ki düşman bir noktada sizi kontrolü altına almayı başarmış."

Lara'ya kızamıyordum çünkü haklıydı. Ben kendi yarattığım dala tutunmaya çalışıyordum. Bu korkunç kâbusun gerçeğe dönüşmesini engellemenin bir yolunu düşlüyordum.

"Bu son not olacak," dedim. "Kararım, vereceğim cevap belli. Yalnızca vedayı kısa mı yoksa uzun mu tutmalıyım karar veremedim."

"Bu son notu, benimseyemediğiniz babanızla bir veda olarak görüyorsunuz."

"Evet. Benim için bir veda. Kendisiyle son kez savaş meydanında karşılaşacağım ama o zamanki veda, onun yaşamına karşı edilmiş bir veda olacak."

"O hâlde uzun tutun vedanızı," dedi Lara. "Sözlerinize göre hesaplaşmak ve vedalaşmak için başka bir zaman aralığı yaratamayacaksınız. Bilmesini istediğiniz her şeyi ona bildirin. Dışa aktarmak isteğiniz her duygu ve düşüncenizi kâğıda boşaltın. Bunu yapmak için başka fırsat geçmeyecek elinize."

"Bu, onu önemsediğimi göstermez mi?"

"Onu değil ama ona karşı beslediğiniz hislerinizi önemsediğinizi gösterir. Ki bunda yanlış hiçbir şey yoktur."

Lara yerinden kalktı ve masada fazladan duran gaz lambasını eline aldı. "Size vedanızı gerçekleştirmeniz için mahremiyet göstereceğim. Vedalar kalabalığı sevmez."

Lara gitti. Çizelgenin oku geceyi temsil eden resmi işaret ediyorken kalemi elime aldım. Çizelgenin oku sabahı temsil eden resmi işaret ediyorken kalemi elimden bıraktım.

Gözyaşları isyanımı uyandırdı. Yaşlar çoğaldıkça isyanım arttı. Bu, Timun Bey ile gerçekleştirdiğim kaçıncı yüzleşmeydi bilmiyordum ama babamla gerçekleştirdiğim ilk yüzleşmeydi. Bir kız çocuğunun hislerini anlayabileceğini sanmıyordum. O, yürüyeceği yolu çizerken, yüreğini insancıl hislerden arındırmıştı. Fakat, belki günün birinde o hisleri ve yarattığı yıkımı anlayabilme şansına sahip olur diye, vedamı tıpkı Lara'nın söylediği gibi uzun tutmuştum.

- Teklifini yeniden ve yine aynı kararlılıkla geri çeviriyorum. Bu savaşta bensizsin. Elde etmek için annemi ve beni hiçe saydığın gücün ululuğunu yenice fark ediyorum. Ve günü geldiğinde bu gücü sana karşı kullanmaktan kaçınmayacağımı bil istiyorum. Elde etmek istediğin güç seni alt edecek baba. Gerçeği öğrendiğimde yaşadığım hayal kırıklığını ve korkuyu sana binlerce farklı şekilde anlatabilirim ama sen, her türlü beni anlamamayı tercih edeceksin. Günün birinde pişmanlık yaşayacağını bilsem, benimle göz göze gelince yarattığın suların bizi boğduğunu göreceğine inansam seninle son kez yüz yüze gelmek isterdim. Fakat sen, görmekten acizsin. Günün birinde kaybedeceğin gücü ele geçirmek için savaşırken tüm yetilerini ve kabiliyetini yitirmişsin. Fakat tüm her şeye rağmen pes etmeni diliyorum. Bir gün uyandığında zihnin ve yüreğin de seninle birlikte uyanırsa diye umut ediyorum. Ancak o zaman bile seni affetmeyeceğim ama daha az utanç duyacağım. O gün gelirse eğer yaşamak, senin kızın olarak nefes almak daha az zor ve daha az yıpratıcı olacak. Bu sana vedam. Senden gelecek yeni bir not beklemeyeceğim. Pişman olmanı da beklemeyeceğim. Senin seçtiğin yolda sana karşı savaşacağım. Fakat ben, senin aksine kör değilim. O yolun nereye çıkacağını görebiliyorum. Hikâyenin sonu ne seni ne de beni mutlu edecek. Bu noktada beni çaresiz ve aciz bıraktığın için normalde hissetmeyeceğim bir hissin ağına takıldım. Senden özür veya sahiplenme beklemiyorum. Sadece bil istedim. Senin beni bıraktığın kuyuya seni itmek istemedim. Bilinmezliğin yarattığı karanlıkla senin bile boğuşmanı istemem. Bu veda aldığın kararı aydınlatsın istiyorum; pişman olman için değil, seni karanlığa iten kişi olmak istemediğim için yapıyorum bunu. Beni sen yaratmadın. Şefkatli bir babanın sıcak kolları arasında büyüdüm ben. Senin yarattığın gibi bir kötülüğü yaratacak şeytanlaşmış bir tarafım yok. O yüzden, bu yazdıklarıma tutunup beni aldatabileceğini sanma. Sana hoşgörü gösteriyorum çünkü baba olmanın tadına baktıktan sonra buralardan gitmeni isterim. Vedama dönüş yapmanı istemiyorum. Yapsan bile, soğuk vedanın yazılı olduğu kâğıt parçası, elimdeki gücü yaratan toprakların bulunduğu bölgeye giremeyecek.

Alisa Almedal

Notu bir zarfa koydum ve vedamın babama doğru uçuşunu izledim. Kütüphaneden ayrıldım ve bahçeye indim. Notus ve küçük bir ekip birkaç gündür burada, bahçede duruyor ve buranın güvenliğini sağlıyordu. Bahçenin kapısına yakın yerde duran Notus'un yanına ilerledim. Benim ona doğru ilerlediğimi gören Notus, bana doğru yaklaşmaya başladı. "Bir sorun mu var Efendim?"

"Ezra'ya haber yollamanızı istiyorum. Şehrin korumasını arttırsınlar ve düşman bölgesinden gelen hiçbir notu kabul etmesinler."

Notus, başıyla beni onaylarken bakışları yüzüklere kaydı. Sonrasında aldığı emir üzerine bahçeden ayrıldı. Yeniden eve girdiğimde mutfaktan sesler geliyordu. Lara uyanmış ve işinin başına geçmişti bile.

"Lara, sabah kahvaltıda sana eşlik edeceğimi söylemiştim ama-"

"İşleriniz varsa bunu dert etmeyin."

"Aslında saraya gitmeyi planlıyordum," dedim. "Narya'ya bir not yolladım ama dönüş yapmadı. Biraz endişelendim açıkçası. Alsondro'ya not yollamayı, gerekirse oraya gitmeyi düşünüyorum."

"O hâlde burada zaman harcamayın. Bugünlük siz olmadan idare edebilirim."

"Sen de gelmek ister misin?"

"Burada kalsam daha iyi olacak. Ruhlar var, onlarla iyi anlaştık. Gerekirse bana onlar eşlik eder."

Üstelemedim ve yanıma birkaç eşya alıp yapıdan ayrıldım. Bahçeye çıktığımda bana eşlik etmek isteyen ruhları geri çevirdim. Buralarda yalnız dolaşmaya alışmalıydım. Kule'ye geldiğimde, zeminin çıkıntısına bastım ve yukarı doğru çıkmaya başladım.

Yalnızdım ama bugünkü bu yolculuk uzun sürmemişti. Belki de kafamdaki düşüncelere daldığım için geçen vakti fark edememiştim. Kule'nin giriş katına vardığımda zeminden ayrıldım. Kule'nin içi boştu. Kapıyı açtığımda dışarıda, bölgenin dört bir yanına dağılmış ruh ordusunu gördüm. Kapının sağ tarafından Silas çıkageldi. Karşımda saygıyla eğildi.

"Merhaba Silas. Saraya gideceğim. Umarım fazladan bir atınız vardır."

"Elbette Efendim. Fakat bize haber yollanmadı."

"Yeni aldığım bir karar," dedim. Önüme getirilen ata bindim. "O yüzden haber edilmesini istemedim."

"Size eşlik-"

"Gerek yok. İşinizin başında durun. Sarayın yolunu biliyorum."

Atımı şehir merkezine doğru sürmeye başladım. Bu şehirde, şehir içine açılan geçitler oluşturamamız her zaman gözüme batıyor ve canımı sıkıyordu. Zihnimde mızmızlanmayı kesip geçtiğim yollara odaklandım. Bildiğim yollardan hızla geçtim. Nihayetinde sarayın bulunduğu sokağa girdim. Sarayın önü boştu, hiç muhafız yoktu. Önceden de giriş kapısında bekleyen muhafızlar yoktu ama şehirdeki güvenliğin arttırılmasını bildirince buraya da muhafız koyarlar diye düşünmüştüm.

Aradığım kalabalığı bahçeye girince gördüm. Attan indim ve kalabalığa doğru ilerledim. Ezra'nın gözleri soru soruyordu, nitekim diğerlerinin gözleri de.

Olena başını eğdi. "Hoş geldiniz Efendim."

"Beni gördüğünüze pek sevinmiş değilsiniz."

"Olur mu öyle şey?" dedi Lena. "Şaşırdık sadece. Senin geleceğini bilmiyorduk. Kimse haber vermedi."

"Ben istemedim. Sanırım Alsondro'ya gideceğim."

Olay anlaşılınca üzerimdeki ilgi dağıldı. Konuyu dağıtmamak için bahçenin başka köşesine doğru ilerledim. Ezra da peşimden geldi.

"Narya'yı merak ettim. Böyle bir anda gitmemin uygun olmayacağını düşünüyorsan gitmem."

"Timun Bey'e not yolladınız mı?"

"Evet," dedim. "Sabaha karşı yolladım notu."

"Hemen eyleme geçse bile odağı Katrin'de olacaktır. Alsondro ve Antropedos'la ilgilenmez bir süre. Ayrıca bu iki şehirdeki korumalar bir hayli fazla. Gitmek istiyorsanız gidin tabii ama öncesinde not yollamanız taraftarıyım."

"Yolladım zaten ama dönüş yapmadı. Bugüne dek Yamin de hiç bilgilendirme amaçlı not yollamadı. Oysa yollayacağını söylemişti."

"O hâlde haber yollayıp, birkaç saate oraya geleceğimizi bildireyim."

Ezra'nın yanından ayrıldım ve çoktan küçük yapının içine geçen Olena ve Lena'nın yanına gittim. Binanın içinde Henna Hanım da vardı.

"Henna Hanım," dedim. "Nasılsınız?"

Sesimi duyduğuna en çok sevinen kişi şüphesiz Henna Hanım'dı. "Alisa, nihayet yanımıza uğradın. Nicedir seni bekliyorduk."

"Oraya bir amaç doğrultusunda gittim, biliyorsunuz. Buraya gelmek için pek vaktim yoktu."

"Bilmez miyiz? Sen sözlerime bakma. Geldiğine çok sevindim. Nasıl gidiyor, anlat bakalım. Ayrıca yer altı şehrini senden duymak çok isterim. Orayı hiç görmedim. Buralardan daha mı güzel?"

Henna Hanım'ın yanına oturdum. "Öğrenmek nasıl bir süreçse ben de öyle bir süreçten geçiyorum. Yer altı şehri... büyüleyici. Çok büyük bir yapıda kalıyoruz. Kale ve kule karşımı bir şey. Ruhlar oraya ne diyor hiç bilmiyorum doğrusu. Çok güzel bir kütüphanesi var, en çok orada vakit geçiriyorum. Fakat yer altının buradan daha güzel olduğunu söyleyemem. Yalnızca oranın da kendine has bir güzelliği olduğunu söyleyebilirim."

Henna Hanım zor bela elimi buldu ve sıkıca tuttu. "Yüzükleri takmışsın. Ne kadar sevindim anlatamam. Görevini benimsemen, hem de bu kadar kısa bir sürede, beni çok mesut etti. Umarım aldığın kararın güzellikleri kısa sürede seni bulur."

"Umarım Henna Hanım," demekle yetindim.

Yüzüklerin konusu açılınca Olena'nın yüzünü de saf bir mutluluk sardı. Lena ise yine durgundu. Gerçekler açığa çıktıktan sonra onunla doğru düzgün bir konuşma gerçekleştirememiştik. Bu yüzden bazı şeyler eğri ve bozuktu. Onları düzeltmemiz gerekiyordu.

"Katrin'de yaşananları duyduk," dedi Henna Hanım. "O insanların buraya gelmek istediğini de duyduk. Onları buraya kabul etmeyerek en doğru kararı vermişsin Alisa. Sakın pişmanlık duyma ve sakın fikrinden vazgeçme. Bırak herkes aldığı kararın sonucuna katlansın."

Henna Hanım ve Lara söz konusu savaş olunca birbirlerine inanılmaz benziyordu. Savaşın elimizden alacağı canların korumasını, çok öncesinde gaddar kararlar alarak sağlamaya çalışıyorlardı.

"Bu, fikir değiştirilecek bir durum değil," diye söze karıştı Lena. "Bir kere kararını vermişsin. Henna'nın dediği gibi, doğru bir karar vermişsin. Alınan yanlış kararların sorumluluğunu senin üstlenmene ve durumu senin düzeltmene gerek yok."

"Aldığım karardan pişman değilim," dedim. "Alacağım kararlardan da pişman olmayacağım. Timun Bey amacını açıkça gösterdi. Aldığımız önlemlerin boyutu vicdan yapacağımız bir şey değil."

Henna Hanım elimin üstündeki elini hâlâ çekmemişti. "Sanırım Demitre ile konuşmak sana iyi gelmiş. Seni en son gördüğümden daha kararlısın."

Kararlılığımın sebebini bana Sannur vermişti ama bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu.

"Birazdan Alsondro'ya, Narya'nın yanına gideceğim."

"Gittiğinden beri bizimle hiç iletişime geçmedi," dedi Lena şikayet edercesine. "Hazır gitmişken onu, bizim adımıza uyar ve ondan haber beklediğimizi ilet."

"Belki alışmaya çalışıyordur," dedim. "Uyum süresi insanda yalnızlık yaratıyor."

Henna Hanım elimi son kez sıktı ve elini elimden ayırdı. "Katrin'e gitmiştin. Atlas nasıldı Alisa? Ondan not alıyorum ama Atlas yalan söylemeyi sever. Onu dert etmeyeyim diye beni kandırmaya çalışıyor olabilir."

Hemen cevap vermedim. Seçeceğim kelimeleri düşündüm. "Üzerindeki sorumluluğun büyüklüğüne kıyasla iyi bir hâlde diyebilirim. Fakat yine de eskisi gibi olmadığı aşikâr. Çok uzun zaman olmadı ama aylar öncesinde, ben bu diyara yeni gelmişken daha iyi bir hâldeydi."

Henna Hanım buruk bir tebessüm yolladı. "Bu da anlaşılır bir durum. Katrin'e gidersen ve onu görürsen, buraya dönünce benim yanıma uğra ve oğlum hakkında birkaç bilgi paylaş benimle. Senden tek ricam bu."

"Elbette." Boğucu havayı dağıtmak için hevesle Lena'ya döndüm. "Pamir Perla'ya evlenme teklifi etmiş! Haberiniz var mıydı?"

Lena gülümsedi. "Perla'nın sessiz kalması mucize olurdu. Çoktan yolladığı bir notla durumu bize bildirdi. Üstüne bir de tebrik amaçlı yolladığımız notu yeterince duygusal bulmayıp gönderdiği yeni notla bizi azarladı."

Binanın içinde gülüşlerimiz yankılandı. Yüzümdeki tebessümün izi silinmeden yerimden kalktım. "Size iyi eğlenceler. Alsondro dönüşü yeniden buraya uğrarım ve belki akşam yemeğine kalırım."

"Çok iyi olur," dedi Lena.

Binadan çıktım. Dışarıdaki ruhların başında duran Yura, Ezra'nın arka bahçenin ilerisindeki talim alanında olduğunu söyleyince oraya doğru yöneldim. Alana vardığımda Ezra'yı, Kunter ile Galen İlgar'ın yanında, onlarla konuşurken buldum.

Yanlarına gidip Galen İlgar'ın karşısında eğildim. "İyi günler."

"Sana da iyi günler Alisa."

"Alsondro'dan haber geldi mi?"

"Evet," dedi Ezra. "Hazırsanız gidebiliriz."

Yeniden Galen İlgar'ın karşısında eğildim. "Yeniden iyi günler Efendim."

"Döndüğünde, direkt yer altına inme ve buraya uğra Alisa. Seninle konuşmak istediğim şeyler var."

Ezra ile bahçenin ön kısmına döndük. Geçit oluşturulunca geçide geçtim. Sarayın önünde yalnızca Yamin duruyordu. Ezra da yanıma gelince sarayın bahçesine girdik.

"Yamin, seni kendi bölgendesin sanıyordum."

"Birkaç gündür buradayım. Selina'nın bir konuda yardımıma ihtiyacı vardı."

Yamin bizi saraya davet etti ve saraydaki salona geçtik. İlk kez girdiğim sarayı incelemek için gereken merakın tamamını Narya'da kullanmıştım. Sarayın hiçbir detayı gözüme çarpmıyordu bile. Yalnızca koyu yeşil tonlarındaki duvarlara oyulmuş bitkiye benzer şekiller gözüme çarpmayı başarmıştı.

"Sizden haber alamadım."

"Haber yollayacağımın sözünü vermiştim," dedi Yamin. "Fakat ilgilenmem gereken birkaç önemli iş vardı. O yüzden seni ikinci plana atmak zorunda kaldım, kusura bakma."

"Hem sen hem de Narya not yollamayınca endişelendim doğrusu."

"Narya eğitim merkezinde. Selina her akşam onu ziyarete gidiyor."

"Oraya gitmemde bir sakınca var mı?"

Yamin ayaklandı. "Siz durun. Haber yollatıp Narya'nın buraya gönderilmesini isteyeceğim."

Yamin salondan çıktıktan çok kısa bir süre sonra yanımıza geri döndü. Omuzlarına gelen saçları biraz daha uzamıştı. Yüzü ise her zamanki gibi çöküktü. Yorgunluğu metrelerce öteden fark edilebilirdi. "Antropedos'ta her şey yolunda mı?"

"Antropedos her zamanki gibi sakin ve sessiz. Tabii eskisi kadar sessiz değil. Katrin halkı şehre gürültüsüyle geldi ama şu anlık şehri tehdit eden bir unsur yok. Burada durumlar nasıl?"

Yamin özellikle Ezra ile göz temasından kaçınıyordu. "Burayı tehdit eden tek unsur giderek büyüyen hüzme. Atlas ile konuştuğum vakitlerden birinde Katrin'deki yarığın son günlerde incelmeye başladığını söylemişti, ama sebebi ne bilmiyoruz. Hüzme ise büyümeye ve yayılmaya devam ediyor."

"Birkaç gün önce Katrin'deydim, biliyorsun. Atlas bu konudan bahsetmedi. Doğrusu ben de hiç fark etmedim. Göğe bakacak zamanım yoktu."

"Yarığın incelmesi iyi şeylerin habercisi ama o iyi şeyleri ben göremiyorum. Aksine her şey giderek daha da kötüleşiyor gibi."

"Korumaların boyutu arttırıldı," dedim. "Bunun bir etkisi olabilir mi?"

"Sanmıyorum."

Rahatsızca yerimde kıpırdandım. "Siz de şehrin korumasını arttırmayı düşünebilirsiniz. Düşman bu saatten sonra hiç durmayacaktır."

Yamin soru sorarcasına baktı. "Düşman bir teklif sundu ve teklifi reddettim," dedim. "Sanıyorum ki bundan sonra hızını arttıracaktır."

Yamin teklifin içeriğini anlamış olmalıydı. "Düşman Alsondro'ya kolay kolay erişemez. Atlas'a, Katrin'e bir ordu gönderme teklifinde bulunmuştum ama son yaşananlardan sonra bunun iyi bir fikir olmadığını belirtmişti. Şimdi teklifi yeniden gözden geçirmesini söylesem iyi olur."

Ezra ile göz göze geldik. "Katrin'e ruh ordusu gönderildi. Gerektikçe ruh ordusundan adam göndermeye devam edeceğiz. Atlas biraz da buna güvenerek teklifini reddetmiştir."

"Ruhların sayısı kısıtlı. Teklifi yenilesem daha iyi olur."

Sarayın içinde bir hareketlilik meydana geldi. Sonrasında ise salona Narya ve Selina girdi. Ayağa kalkıp Selina'yı selamladım.

"Baş başa konuşmak isterseniz biz çıkalım." Yamin ben cevap vermeden yerinden kalktı ve kız kardeşiyle beraber salonu terk etti.

"Narya," dedim. "Hiç sözünde durmuyorsun. Bizi endişelendirdin."

Narya endişelerimin aksine oldukça iyi ve sağlıklı görünüyordu. "Eğitim biraz sıkı. Geç saatlere doğru odama geçiyorum ve yorgun olduğum için kimseye not yollayamadan uykuya dalıyorum. Biraz sorumsuzluk yaptım sanırım."

"Perla'ya da mı hiç not yollamadın?"

"Hayır, kimseye yollamadım."

"En azından büyüğüne not yollamak için vakit ayır," dedim. "Biz, Antropedos'ta daha güvende ve rahatız ama o, Katrin'de bir kaosun içinde. Bizim buraya gelme şansımız var ama onun yok. Bunu unutma."

Narya çekinerek Ezra'ya baktı. "Biliyorum, aslında bunu düşündüm ama o hâlde benim eğitimim hakkında gönderdiğim notları okumak istemez diye düşünmüştüm. Bu, içerisinde bulunduğu duruma göre basit ve önemsiz bir detay."

"Sen onun kardeşisin," dedim. "Sana dair her detay onun için önemlidir. Ayrıca eğitiminden söz ediyoruz Narya. Bu, her şart altında oldukça önemli ve ilgilenilmesi gereken bir şey."

Narya neredeyse her on saniyede bir Ezra'ya çekinerek baktığı için Ezra söze girme kararı aldı. "İsterseniz ben de salondan çıkayım."

"Hayır! Yani hiç gerek yok. Zaten gideceğim birazdan."

Narya'nın biraz yüksek sesle ve heyecanla söylediği sözlerden sonra ona koltuğu gösterdim. "Gel biraz otur. Orada bir şeye ihtiyaç duyuyor musun? Arkadaş edinebildin mi? Eğitim alan kişilerin arasında yaşıtların var mı?"

Narya gösterdiğim koltuğa oturdu. Kendini sorguda hissetmesin diye ben de yanına oturdum.

"Bir eksiğim yok," dedi Narya. "Efendi Selina sürekli ziyarete gelip benimle ilgileniyor. Ayrıca arkadaş da buldum. Pek yaşıtım yok. Eğitim alanların çoğu benden en az on yaş küçük. Düşünebiliyor musun?" Sonra durup coşkulu sesini alçalttı. "O çocuklar bana geç kalmışım gibi hissettiriyor. Yine de birkaç tane de olsa yaşıtım insan bulabildim. Hepsiyle anlaşamıyorum ama sorun değil. Bir tane arkadaş edindim. Bu şu anlık yeterli."

"Bu güzel," dedim gülümseyerek. "Yalnız olmadığını öğrendiğime göre senin hakkında daha az endişe duyabilirim. Bana anlattığın her şeyi ablana not olarak yolla. Onun da bunları bilmeye ihtiyacı var, güven bana."

"Tamam." Bir süre boş boş yüzüme baktı. "Siz nasılsınız? Henna Hanım ve Lena nasıl? Ayrıca büyüğüm Perla'dan haber alıyor musun?" Gözlerini büyüttü. "Onlar evlenecekmiş! Bundan haberin var mı? Söylediler mi sana?"

"Evet, haberim var. Hatta yüzüğünü gördüm bile. Lena ve Henna Hanım oldukça iyi ama sana dargınlar. Onlara da kısa da olsa not yolla. Beni buraya seni azarlamam için gönderdiler."

Narya gülerek yerinden kalktı. "Tamam, herkese not yollayacağım. Bu kadar düşünüleceğimi bilmiyordum. Akşam, eğitimden dönünce notları yollarım."

Onun gibi ben de ayağa kalktım. Bakışları Ezra ve benim aramda hızla gidip geldi. Sonra karşımda eğildi. "Geldiğiniz için teşekkürler. Artık dönmeliyim. Sorumsuz bir öğrenci olmak istemem."

Beraber salondan ayrıldık. Selina eğitim merkezine kadar Narya'ya eşlik edecekti. Onların ardı sıra biz de sarayın bahçesine çıktık.

"İşlerinizi böldüm ama aklım burada kalmıştı. Bizi kabul ettiğiniz için teşekkürler Yamin."

"Alsondro kapısı size hep açık olacaktır," dedi. "Fakat Narya için bu kadar endişelenmene hiç gerek yok. Siz Antropedos'ta ne kadar güvendeyseniz, Narya da burada en az o kadar güvende. Onu burada kimsesiz bırakmayız."

Veda amaçlı eğilip, Ezra'nın bahçenin dışına hazır ettiği geçide girdim. Geçitten çıkan Ezra sarayı işaret etti. "Bu akşam buradasınız."

"Galen İlgar'ı reddetmek büyük bir hata olur. O yüzden evet, bu akşam buradayım."

İlerleyen saatlerde isteğim üzerine Lara'ya haber yollayıp, onu buraya davet ettik. Fakat Lara teklifi reddetti. Öğlene doğru biraz kötüleştiğini ve o saatten beri yataktan çıkmadığını bildirmişti. Neyse ki onunla ilgilenen ruhlar vardı. Yoksa aklım gece boyunca orada olacaktı.

Akşam yemeği, son günlerde geçirdiğim akşam yemeklerini düşünürsek epey kalabalıktı. Her şeyden önce Galen İlgar yemekte bize eşlik etmişti. Bu bile bu yemeği diğer yemeklerden ayrı kılıyordu. Yemek gürültülü ama huzurlu geçmişti. Öğrendiğim şeyler ve burada geçirdiğim vakit sayesinde yemek boyunca kendimi hiç olmadığı kadar buraya ait hissetmiştim.

Yemekten sonra Galen İlgar beni sarayın bahçesine davet etmişti. Şimdi ise kararan havanın altında, sarayın duvarlarına asılmış aydınlatmalar yardımıyla bahçenin taşlı yolunda yürüyorduk. Bu Galen İlgar ile baş başa geçirdiğim ikinci andı. İlkinde bana güzel bir yol göstermişti. Şimdi ise benden ne isteyeceğini veya bana ne vereceğini büyük merakla bekliyordum.

Verdiği derin nefes soğuk havaya karıştı. "Bizi neyin beklediğini sen de en az benim kadar anlıyor ve biliyorsundur. Senden bir isteğim olacak."

Nefesimi tuttum ve Galen İlgar'ın ağzından çıkacak sözlere kendimi hazırladım.

"Bu öylesine bir istek değil, bir mecburiyetin yansıması. Uzunca zamandır düşünüyorum ama bu işin başka bir oluru yok. Ezra'nın bunu akıl etmesi ve sonrasında senden rica etmesi gerekirdi. Fakat Ezra böyle bir karar alsaydı, öncesinde gelip bana danışırdı. O ise epey sessiz."

Galen İlgar konuşmasına ara verdi. Sonra adım atmayı kesti. "Ruhları uyandır. Onlara hükmettiğine göre bunu yapabilecek gücün de vardır. Büyünün detaylarını ve neye ihtiyaç duyduğunu bilmiyorum ama üç kitaptan biri olan Sannur'da yazıyor olmalı. Sannur'un da burada olduğunu biliyorum. Kitabı Ezra'dan iste ve tüm ruhları uyandıracak büyüyü bul. Ezra buna karşı çıkabilir. Fakat sen onun efendisisin. Sana itiraz etme hakkının olmadığını o daha iyi bilir."

Bölüm : 07.03.2025 19:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...