Ezra notu elimden aldı ve bir de kendisi okudu. O esnada Lara sıkıntıyla yerinden kalkmıştı. Kemiksi yüzünde birçok keder, acı ve üzüntü kendini göstermeye başlamıştı.
Ezra elindeki notla işi bittikten sonra notu bilinmezliğe yolladı. "Ben, Bilge Valmir ile iletişime geçsem iyi olacak."
Ezra, oturma salonundan ayrıldı. Bir süre yalpalanmış hissedip ne yapacağımı bilemedim. Sonra ise kendime gelmem gerektiğini hatırladım. Benim, bu duruma karşı yapabileceğim bir şey yoktu. Şu anki vazifem kendimi geleceğe ve savaşa hazır etmekti.
"Lara, hadi gel, kütüphaneye geçelim."
Ansızın gelen haber hepimizi sarsmıştı. Sarsıntının yarattığı boşluk eylemlerimizi tutarsız kılıyordu. Buna rağmen Lara, kendini çabucak toparladı ve peşime takıldı. Holden geçerken tüm kapı kulplarının kanat şeklindeki oyulduğunu fark ettim. Nihayetinde cam kapıya vardık. Sürgülü kapıyı çekip açtım ve bedenimi odanın içine bıraktım.
Odanın bir köşesine konmuş uzunca bir masa duruyordu. Masanın üstü ise, uzunca zamandır buraya kimsenin uğramadığını gösterircesine boştu. Duvarlara dayalı kitaplıkların birçoğu doluydu ama odanın sağ tarafında kalan kitaplık tamamen boştu. Tavanda ihtişamlı bir avize asılıydı. Odada yaşanmışlığı temsil eden birkaç çiçek asılı duruyordu. Sanırım burayı yalnızca temiz tutmak için ziyaret eden birkaç ruh vardı ve bu çiçekleri buraya onlar koymuştu.
Lara kütüphanenin içinde benden bağımsız hareket etmeye başladı. Yaşananları bir süreliğine zihnimden silmek için kitaplıklara iyice yaklaştım ve kalın kapaklı kitaplara göz gezdirdim. Çok sonra kitaplardan birini elime aldım ve masaya geçtim. Kitabın kırmızı kapağı çoktan solmaya ve yer yer tahriş olmaya başlamıştı. Sarı yapraklar ise kapaktan daha çok zarar görmüştü. Yapraklara daha fazla zarar vermemek adına narince çevirdim sayfaları. İki diyar arasında değişkenlik gösteren birçok nokta vardı. Şanslıydım ki dil bunlardan biri değildi. Gönderilen güncel notlardaki dilin benim diyarımdaki dilin aynısı olması beni şaşırtmıyordu. Fakat yıllar öncesinde bile bu dilin kullanılıyor olması ilginçti. Oysa Leydi Demitre, bugünkü bitki ve büyülerin, eskiden kullanılan dilden gelme olduğunu söylemişti. Katrina kurulduğunda yeni bir dil oluşturulmuş ama kısa süre sonra insanlar bir şekilde o dili kullanmayı bırakmış olmalıydı.
Sayfalarda yazanlar geçmişin nefesini taşıyordu. Eskimiş sayfalar yedili sistemin kurulma sürecinden söz ediyordu. Katrin'i ilgilendiren bir meseleye değinen bu kitabın buradaki işini sorguladım. Sonrasında ise aklıma, bir zamanlar Ezra'nın Katrin Hükümdarlarının koruyucusu olduğu geldi. Myra ailesi hakkında öğrendiğim şeyleri de göz önünde bulunduracak olursam, Alsondro ve Katrin'in doğrudan Antropedos ve ruhlarla bağlantılı olduğunu anlayabilirdim.
Roman İlgar'ın tahta geçtikten kısa bir süre sonra Kamran Lavidor tarafından büyüyle alt edilmeye çalışıldığı ve bir insan dokunuşuyla ilk kez iki beden arasında evren değişikliğine gidilen o süreç uzun uzadıya anlatılıyordu. Adını son zamanlarda sık sık duyduğum Diamour'un adı da sayfalarda göze batacak kadar fazla geçiyordu. Diamour ve meleklerinin ilk kez yeryüzüne inişi bu dönemde gerçekleşmiş. Peki Diamour ve melekleri nerede yaşıyordu ki?
Belli ki aradığım cevap bu kitapta yer almıyordu. Bu sayfalar Katrina'nın girdiği en büyük savaştan söz ettikten sonra yedili sistemin oluşma sürecine değiniyordu. Kitapta yazanlara göre yedili sistem ilk kurulduğunda, sistemde bir din adamı yer almıyormuş. Sayfalarda yazan en can alıcı şeylerden biri de, Roman İlgar'ın bu sisteme kendi soyunu dâhil etmek yerine, tahta üvey kardeşini geçirip, soyuyla yönetimin ilişkisini temelli olarak kesmiş olmasıydı. Sebepler bu kitapta yer alan şeylerden biri değildi.
Kitaptan kafamı kaldırdım. "Roman İlgar neden tahtını oğluna devretmedi?"
Hâlâ bir arayışta olan Lara yanıma yaklaştı ve elimdeki kitaba göz attı. "Gerçek nedeni bilinmiyor. Fakat insanlar, İlgar ve Kors ailesinde birtakım aile meseleleri çıtırdamaya başladığı için Roman İlgar'ın böyle bir karar aldığını düşünüyor."
Lara sandalyenin birini çekip oturdu. "Roman İlgar'ın babası Raymond İlgar, ilk eşi vefat ettikten sonra ikinci evliliğini gerçekleştirmiş. Evlendiği kadının hâlihazırda bir oğlu varmış: Aryan Kors. Roman İlgar ise onun ilk eşinden olan tek çocuğuydu. O zamanlar yönetim babadan oğula aktarılıyordu. Raymond tahtını oğlu Roman'a devretmiş ama Roman İlgar tüm bu karmaşık ve karamsar olaylar yaşandıktan sonra tahttan ve yönetimden elini ayağını çekmek istemiş olmalı ki, üvey kardeşi Aryan Kors'un tahta sahip olmasına müsaade etmiş. Bence asıl sorun, tahtı üvey kardeşine devretmesi değildi, kendi soyunun yönetimle olan bağını tamamen koparma arzusuydu. Niçin böyle bir arzuya kapılmış bilmiyoruz. İnsanlarımızın büyük bir çoğunluğu İlgar'ın, üvey kardeşi ile yaşanması olası taht kavgalarının önüne geçmek için bu kararı aldığına inanıyor."
"Peki sen ne düşünüyorsun?"
Lara sakince düşündü. "Sebebin bu olduğunu sanmıyorum. Bence Roman İlgar yönetimle barışık değildi ve soyunu, yönetim denen lanetten kurtarmak istemişti."
"Yönetimin bir lanet olduğunu mu düşünüyorsun?"
"Efendim, kim yalnızca ailesiyle ilgilenmek varken böyle ağır bir sorumluluğun altına girmek ister ki?"
"Halk da bir aile değil midir?"
"Öyledir elbet," dedi Lara. "Fakat bu düşünce insanın hayatını zehirleyebilecek bir düşüncedir. Zira bu uğurda insanın yapacağı şeylerin bir sınırı yoktur. Yönetim, başkalarının refahı için insanın kendini feda etmesidir. İnancıma göre, Roman İlgar bu fedakârlığın bedenini çürütmeye başladığını fark edince bu işten adını sildirmek istedi."
Kırmızı kapağı kapadım. Kitabı aldığım yere geri koydum. Etrafımızdaki aynalar kaçmak istediğimiz gerçeği bize geri yansıtıyordu. Belki de Lara haklıydı. Yönetim bir fedakârlıktı. Bu fedakârlık, işini kötüye kullanan kişileri hasta etmiyordu çünkü onlar, başkalarının refahı için değil, kendi çıkarları için hizmet veriyordu.
Ezra'nın bedeni kütüphanenin içine girdi. "Bedenlerin üstünde herhangi bir not bulunmuyormuş. Fakat bunun düşmanın işi olduğu ortada. Bilge Valmir, düşmanın kendisine destek veren kişilere niçin böyle bir muamele gösterdiğini anlayamadığını söylüyor."
"Onlar bir zamanlar kraliyetin askerleriydi," dedim. "Bence bu sebep düşmanın eylemini açıklamaya yetiyor."
"Eli Ran da kraliyetin bir parçasıydı."
"Belki de onlar vaktizamanında Baba Ran'a karşı çıkmış askerlerdir," dedi Lara. "İntikam oyunları başladığına göre geçmişte yapılan her eylem değerlendiriliyor olmalı." Konu canını sıkmıştı. "Mutfak nerede? Yemek hazırlığına başlasam iyi olacak."
Ezra, Lara'ya mutfağın yerini gösterince yanıma geldi. "Durum sizi etkilemişe benziyor. Bu tarz haberlere alışmanız sizin için daha iyi olur. Hazırlığını yaptığımız şey masum bir eylem değil."
"Neyin hazırlığını yaptığımızı biliyorum ama bu durum, bu hazırlığın ötesinde kalıyor."
Ezra'nın kahve gözleri sertti; durum onu hiç etkilememişti. "Onlar artık kraliyetin askerleri değil, düşmanın hizmetkârları. Bize ihanet eden kişilerin başına gelen olaylar sizi bu denli etkilememeli."
"Onlara acımıyorsun."
"Hayır," dedi direkt. "Acımak için bir sebep görmüyorum."
"Şu anda Katrin'de durumlar nasılmış?"
"Sabaha karşı oraya bir ruh ordusu göndereceğim. Sanırım savaşın ilk adımları atılmaya başlanacak."
"Atlas kış bitmeden savaşın başlamayacağını söylüyordu."
"Savaş, sizler için kışta başlamayacak," dedi Ezra. Savaş konusu onu geçmişe doğru, kaosun doğduğu zamanlara götürüyordu. "Düşmanın ilk hedefi Saray'ı ele geçirmek. Sien Qa Sarayı düşmanın eline geçince savaş buralara kadar uzanacaktır. O gün gelene dek yalnızca ordu göndereceğiz. Siz, burada kalacaksınız."
Ezra karşımda eğildi. "Müsaadenizle artık gitmeliyim. Buradaki ruhlar sizlerle ilgilenecektir. Silas bir ruh ordusuyla beraber Hersenk Kulesi'ni gözetliyor olacak. Burada bir sorun meydana gelirse yeryüzüne çıktığınızda onları göreceksiniz. Ara sıra lider ruh Notus da buraya inecek. Şikayetlerinizi onunla da paylaşabilirsiniz. Ben de olabildiğince sık sık buraya gelmeye çalışacağım."
"Endişeye gerek yok," dedim. "Lara ve ben başımızın çaresine bakabiliriz."
Ezra vakit kaybetmeden yanımdan ayrıldı. O gidince kitaplıklardaki birkaç kitabı karıştırmaya başladım. Sonra kitapları bırakıp etrafı incelemeye başladım. Duvara asılı saksılardan birinin yanında daha önce fark etmediğim bir nesne asılı duruyordu. Gün doğumu ve batımını resmeden bir çizelge, dekoratif bir eşyaymış gibi, bitkinin uzanan yaprakları arasında kalmıştı. Çizelgenin ortasındaki ok, güneşin batışını işaret ediyordu. Bu sanırım, yeryüzündeki vakti temsilen buraya asılmıştı. Göremediğimiz zamanın nereye doğru aktığını gösteren bir nesne bizi bilinmezlikten kurtarmaya çalışıyordu. Çizelgeye göre şu anda gün batıyordu. Bunu bilmek iyi hissettirmişti.
Kütüphaneden çıkıp, oturma salonunun yanındaki kapıyı açtım. Burası küçük bir çalışma odasıydı. Küçük bir ahşap dolap, küçük bir ahşap masa ve bir de deri koltuk bulunuyordu. Koltuğun gerisinde de bir lambader vardı. Odanın kapısını kapattım. Buranın bir yanındaki kapı mutfağa açılıyordu. Geri dönüp, holün sol tarafında kalan ilk kapıyı açtım. Ezra'nın dediği gibi burası bir yatak odasıydı. Odayı detaylıca incelemeden kapıyı kapattım. Diğer kapıyı açtım. Ardından o kapıyı da kapatıp üçüncü ve son kapıyı açtım. Bu üç oda da yatak odası olarak ayarlanmıştı. Odanın kapısını kapatıp mutfağa geçtim. Mutfak epey geniş olmakla beraber bir de balkona sahipti.
Lara, ateşin başında yaptığı yemeği pişirmekle uğraşıyordu. Onu rahatsız etmeden balkona geçtim. Balkon hem yapının ortasındaki bahçeyi hem de yer altı şehrinin bir kısmını gözler önüne seriyordu. Bahçe boştu ama şehrin sokaklarında birkaç ruh görünüyordu.
Bir süre sonra Lara bana seslendi ve beraber yemek masasına geçtik. Yemek, sessizdi. Lara da tıpkı Ezra gibi ölen kişilere karşı bir acımasızlık barındırıyor muydu yoksa bir zamanlar aynı çatı altında bulundukları kişilere karşı üzüntü mü duyuyordu diye merak ettim. Fakat merakımı onunla paylaşmadım. Olayı duyunca değişen yüz rengi merakımı bir tık gidermeye yetiyordu. Sanırım Lara'nın sözleri sert ama hisleri kırılgandı.
Yemek çok sürmeden bitti. Fakat ikimiz de masada oturmayı sürdürdük. Holün girişinden kapı tıklatılma sesi duyuldu. Lara benden önce davrandı ve hızla ayağa kalktı. "Her ihtimale karşı siz burada durun Efendim. Ben kimin geldiğine bakarım."
"Sanırım ruhlar gerekli kitapları getirdi," dedim. Ayağa kalkıp Lara'nın peşinden ilerledim. "Bize zarar verecek birisi kapıyı çalmaz diye düşünmekteyim."
Lara, telkinime karşın önümde yürümeye devam etti. Bu kata çıkan merdivenin önündeki sürgülü kapının yanı başında birkaç ruh dikiliyordu. Önlerinde ise lider ruh Notus vardı. Kapının çaprazına birkaç ahşap kutu ve birkaç deri çanta konmuştu.
"Dilediğiniz kitapları ve eşyalarınızı getirdik Efendim," dedi Notus. "İzninizle kitapları kütüphaneye yerleştirelim."
"Elbette."
Onayı alan ruhlar kutuları kütüphaneye taşımaya başladı. Bize ait eşyaların çantaları ise olduğu yerde kaldı. Ruhlar, yalnızca birkaç dakika süren işleri bitince sessiz sedasız yanımızdan ayrılıp görev başına geri döndüler. Geçici evimiz olan bu yerde yeniden Lara ile baş başa kaldığımızda ben kütüphaneye, Lara ise oturma salonuna geçti.
Sağ tarafta boş duran kitaplığa yeni getirilen kitaplar yerleştirilmişti. Uyku bugün bana uğramayacaktı. Yaşanan tuhaf durumlar, ileride bizi bekleyen tehlikeler ayık kalmam için yeterliydi. Çizelgenin oku geceyi temsil eden resmi işaret ediyorken masanın başına geçtim. Önüme dizdiğim kitapların bana ışık tutmasını istedim. Lakin biliyordum ki, bana en sağlam ışık kaynağını sağlayacak şey Alisa ile iletişime geçmekti.
Sararan, yıpranan, oldukça taze görünen sayfalar yavaşça kaydı elimin altından. Okuduğum şeyler bana kim olduğumu öğretti. Öğrendiğim şeylerin her biri zihnimde, yaşamım boyunca yolumu aydınlatmak için kullanabileceğim küçük mumlar oluşturdu. Kitaplar zihnimi aydınlattı. Zihnim aydınlandıkça yüreğim koyuldu. Mumların ışığı, göz ardı edemeyeceğim bir düşüncemi daha da belirginleştirdi. Bir tarafım bu diyardan, içine düştüğüm durumdan kurtulmak istiyordu. Kaçıp gitmek, belki saklanmak, ya da yok olmak istiyordum. Bazı şeylerin gölgeleri gözümü korkutmaya yetiyordu. O şeyleri sırtlamak, altından kalkabileceğim bir durum değildi sanki.
Yıpranmış, eskimiş sayfalar ölümü taşıyordu. Taze, temiz sayfalarsa yaşamı taşıyordu. Ölümün yaşamdan daha merak edilesi oluşu bu sayfalarda somut bir şekilde duruyordu. Öyle ki ölümü merak eden eller yıpranmış sayfalarda sık sık gezinmiş ve sayfaları, dokunarak eskitmişti.
Geçmişin gölgeleri sayfaların arasındaki tozlarla birlikte nefes alıyordu. Geçmişten kaçmak, gölgelerin koyuluğundan kaçmak gibiydi. Yalnızca belli bir zaman diliminde mümkündü. Şimdi bu kalın kitapları karıştırdıkça daha iyi anlıyorum ki, geçmiş geleceğe dokunuyordu. Yaşanılan her şey, geçmişte açılan bir kapının arkasında saklanan manzaraları temsil ediyordu. Açılan kapıların sayısı manzara sayısını etkiliyordu. Fakat manzaraların güzel olacağı garantisini vermiyordu. Geleceğin mezarlıkları geçmişteki ellerin işiydi. İşte tüm bu sebepler, bizi zamandan bağımsız olamamaya itiyordu; zamana bağlanmaya ve zamanda kilitli kalmaya itiyordu.
Çizelgenin oku geceyi temsil eden resmi işaret ediyorken masanın başına geçtim ve çizelgenin oku sabahı temsil eden resmi işaret ediyorken ama etraf hâlâ koyuluğun etkisi altındayken masayı terk ettim.
Lara'nın, yatak odalarından hangisine geçtiğini bilmediğim için oturma salonuna geçtim. Çoktan sönmüş ve durulmuş şömineyi yeniden yaktım. Sanırım yarım saat kadar şöminenin karşısında oturdum. Sonra yerimden kalktım ve mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya başladım. Balkondaki masada kahvaltı yapma düşüncesi beni etkisi altına aldı ama sonrasında fikrimden caydım. Mutfaktaki masayı hazır edince hole döndüm. Sağ taraftaki ilk kapıyı yavaşça ve ses çıkartmamaya özen göstererek açtım. İçerisi boştu. Madem Lara bu odaya yerleşmemişti, o hâlde benim yerleşmemde bir sakınca yoktu. Holdeki kapının yanında duran eşyaları odaya taşıdım. Eşyaları yerleştirmeden odadan çıktım ve bir sonraki kapıyı açtım. Burası da boştu. Bu da demek oluyor ki, Lara diğer odadaydı. Diğer odanın kapısını açmak yerine kapıyı birkaç kere tıklattım. Birkaç dakika sonra Lara kapıyı açtı.
"Umarım yeterince dinlenmişsindir Lara. Üstünü giyin ve mutfağa gel. Beraber kahvaltı yapalım."
"Kahvaltıyı hazır etmemişsinizdir umarım," dedi Lara. Hafiften mahcup olmuş duruyordu.
"Hadi hazırlan ve gel."
Onu hazırlanması için bırakıp mutfağa geçtim. Ben fincanlara çayı doldurana kadar o hazırlanıp yanıma gelmişti. Mutfağa göz gezdirdi. "Siz uyumadınız mı Efendim?"
"Uyku tutmadı diyelim," dedim ve onu masaya davet ettim. "Günün kötü haberleri bize ulaşmadan önce güzelce kahvaltı yapalım. Belki bunlar son huzurlu günlerimizdir."
Lara karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. "Şu anda veya bundan önceki günlerde de huzurlu olduğunuzu sanmıyorum. Huzur, bu diyara düştüğünüz ilk anda bedeninizi terk etmiş olmalı."
"Burada geçirdiğim zamanlar bana durumların seviyeleri olduğunu öğretti. Buradaki ilk günlerim huzursuz geçmişti, evet. Bugünler ise o günlerde hissettiğim huzursuzluğun farklı bir uğursuzluğuna sahip. Zaman, güzelliğiyle değil de, uğursuzluğuyla yanımıza uğruyor gibi."
"Beterin beteri vardır, demeye çalışıyorsunuz," dedi Lara. Sıcak çaydan bir yudum aldı. "Gerçekten de durumların seviyesi var. Gelecekte, güzelliklerin en zirvede sunulduğu anların sizi bekliyor olması için dua edeceğim."
"Bizi," diyerek düzelttim onu. "Mutluluk yalnızken tat vermiyor." Dışarıdan birkaç tıkırtı geliyordu. "Ne zamandır kraliyet için çalışıyorsun Lara?"
"Gençliğimden beri. Ailem kraliyete hizmet ediyordu. Bunu bir miras olarak düşünebilirsiniz."
"Belli başlı dramalara tanıklık edebilmişsin," dedim. "Gençlik dönemlerinde sarayın durumu nasıldı? Yönetim kendini bildin bileli bu hâlde miydi?"
Lara masanın üzerindeki çiçeğin yapraklarını okşadı. "Gençlik yıllarımda yöneticilerin arasında dolanmam yasaktı. Sarayın yalnızca belli kısımlarından sorumluydum. O kısımların dışında kalan yerlerde bulunmam yasaktı. Efendi Atlas kral olana dek birkaç mahzen ve mutfak dışında bir yere girme iznim yoktu."
"Şu anki konumunda bulunmanı Atlas mı istemişti?"
"Evet," dedi Lara. "Efendi Atlas beni saray çalışanlarının gözetiminden sorumlu tutmuştu. Ailemin yaptığı şey de buydu aslında. Bana kalan mirası hakkıyla yerine getirme hakkına birkaç yıl önce kavuşabildim."
"Atlas'tan önceki kral kimdi?"
"Efendi Ramon Daren. Oldukça uzun zaman tahtta kaldı. O zamanlarda ailem sarayın en kıdemli çalışanlarındandı. Sonrasında, Efendi Daren yönetimle alakalı kritik bir karar aldı ve tahtta kalış süresini on yıldan beş yıla düşürdü. Ailem emekli olduğunda bu karar çoktan alınmış, sarayın yeni çalışanları olan bizler, gözden geçirilmek adına basit işlere yönlendirilmiştik. Asıl görevlerle Daren ailesinin belirlediği, özel eğitimler almış kişiler ilgilenmişti. Efendi Atlas tahta geçince düzen yeniden değişti."
"Kunter'in babası mı?" diye sordum. "Oldukça uzun süre tahtta kaldığına göre bir zamanların gözdesi olmalı."
"Öyleydi. Daren ailesi yönetim kurulduktan bu yana en güvenilen ailelerden biri olmuştur. Efendi Ramon'un, oğlunu bir savaşçı olarak yetiştirdiğine bizzat şahit oldum. O, diğer mirasçılardan farklı bir eğitime tabi tutuldu. Annem hep, Daren ailesinin artık bir mirasçısı kalmayacak, derdi. Efendi Ramon oğlunun kumandan olmasını istiyordu. Savaş sona erince ne karar alırlar bilmiyorum ama bu durumlar ortaya çıkmasaydı Daren ailesi yönetimle bağını koparıp, Kunter'i kumandan olarak yönetime bahşedecekti."
Kunter'in askerî bir birliğin başına geçmesi bu şartlar altında bile olasıydı. Şimdiki durumda yaptığı şey de buydu. Bir nevi komutanlık ediyordu orduya.
"Kunter aldığı eğitimin farklı bir boyutta olduğundan kısaca söz etmişti. Fakat bu durumdan haberim yoktu. Bu isteğin altında farklı bir sebep mi yatıyor?"
"Bilemem," dedi Lara. "Daren ailesinin, özellikle Ramon Daren'in aklından geçenleri benim gibi bir insanın bilmesi mümkün değil. O, dışarıya kapalı bir adam."
Holün kapısı tıklatıldı. Lara'ya elimle kalkmaması için işaret ettim. Fakat o, beni dinlemedi ve benden önce hole çıktı. Kapının orada Notus dikiliyordu. "Efendi Ezra, sizi şehrin sınırına bekliyor Efendim. Katrin'den gelecek bir grup insan varmış. Efendi Ezra, kendilerine eşlik edip, gelişmeleri öğrenmek isteyeceğinizi düşündü."
"Doğru düşünmüş," dedim. "Lara, burada tek kalmak seni rahatsız eder mi?"
"Daha neler! Koskoca kadınım. Yalnız kalmaktan korkacak değilim."
"Emin misin?" diye sordum. "Yer altında olmak, yeryüzünde olmaya benzemiyor. Rahat etmeni engelleyebilir."
"Biz varız," dedi Notus. "Leydi Lara'ya, eğer isterse eşlik ederiz."
Lara güvencesini bulmuştu. Notus'un teklifini seve seve kabul etti. Burada sorunlar çözüldüğüne göre artık yeryüzüne çıkabilirdim. Notus, Kule'ye kadar bana eşlik etti ve ardından Lara'nın yanına döndü. Yer altında geçit oluşturmak yasak olduğu için Kule'nin yeryüzündeki kısmına çıkmam gerekiyordu. Silas ve ordusu Kule'nin etrafını gözetliyormuş. Geçidi benim için onlar hazır edecekmiş. Normalde Kule'nin etrafına geçit oluşturmamaya özen gösterilse de bugün için bir istisna yaşanacaktı.
Çıkıntılı zemin ayağımın altından kaydı ve yukarı doğru çıkmaya başladı. Zeminden yayılan ışıklar başımı döndürüyordu. Tek olduğum için yolculuk uzun sürdü. Fakat yukarı çıktığımda açık kapıdan, geçidin çoktan oluşturulmuş olduğunu gördüm. Kule'nin kapısına yakın bir yerde hazır edilen geçidin yanında Silas dikiliyordu. Kule'nin etrafına ise diğer ruhlar yayılmıştı.
Silas ile kısa bir baş selamı yolladık birbirimize. Sonra geçide geçtim. Şehrin Alsondro ile olan sınırının oraya vardığımda ruhların arasında Ezra'yı görebilmek için gözlerimle etrafı taradım. Ezra, Monar Sistemi'ni oluşturan taşların yanında Kunter ile birlikteydi.
Yanlarına vardığımda Ezra söze girdi. "Düşmanın atağa geçmesi, Katrin'de kalan halkın karar değiştirip buraya gelmeyi istemelerine neden oldu."
"Orada kalmaları akıllıca değildi zaten."
"Bir de," dedi Ezra, "düşmanın yanına gitmiş kişilerden pişman olanlar varmış. Saray'a sığınmak ve ardından buraya gelen kitleye katılmak istemişler. Efendi Atlas, onların Sien Qa bölgesine girmesine müsaade etmemiş."
Oluşan sessizlik, benim bir cevap vermemi istiyordu. Fakat cevap benim ağzımdan çıkmadı.
"Kraliçeleri olarak size bu durumun bildirilmesini istemişler. Sizin izninizi istiyorlar. Eğer müsaade ederseniz Antropedos'a gelecekler."
"Kabul etme bunu, Alisa," dedi Kunter. "Bir kere ihanet eden, bir kere daha ihanet eder."
"Bu yüzden mi buraya gelmemi istedin?"
"Evet," dedi Ezra. "Alınacak karar size bağlı olmasaydı, son gelişmeleri size not olarak yollayacaktım. Fakat size ihtiyaç duyuldu."
"Sen ne düşünüyorsun?"
"Bu, sizin almanız gereken bir karar."
"Bu şehir yalnızca bana ait değil," dedim. "Bir fikir bildirme sorumluluğun var."
"O hâlde," dedi Ezra. "O hâlde ihanet edenleri toprağımıza kabul etmeyelim Efendim."
İçim sıkıntıyla doldu. "O insanlara ne olacak peki?"
"Baksana Alisa," dedi Kunter. "Eğer düşman, kendi ayağına gelen insanları öldürmeseydi, o insanlar düşmanın tarafında kalmaya devam edecekti. Böylece o insanları savaşta biz öldürmek zorunda kalacaktık. Onlar, öyle ya da böyle, her senaryoda ölecek olan kişilerden. Bunu, düşmanın gerçekleştirmesi işimize gelir."
"Ölecekler yani. Düşman, onları öldürecek."
Sessizliğim uzun sürdü. Ezra devreye girme kararı aldı. "Efendim ihanetin affı olmaz. Onlar buraya gelirse ve bir karmaşıklık yaşanırsa, yaşayacağınız pişmanlığı düşünün."
"Ben her türlü pişmanlık yaşayacağım," dedim. Kısa bir an duraksadım. "Onları topraklarımıza kabul etmeyeceğimizi bildirin."
Kunter'in gerilen bedeni gevşedi. Ezra haberin yollanması için birkaç ruhu görevlendirdi.
"Düşman, kendisine destek olan kişileri neden öldürüyor?"
"Onların desteğine güvenmiyor veya onları aşağılıyor olmalı," dedi Kunter. "Savaş meydanında bizi çok farklı şeyler bekliyor olacak. Yine de kendi askerlerimiz ve halkımızla savaşmayacağımız için rahatım."
"Onlar yine de ölmüş olacaklar."
"Evet ama bunu biz yapmayacağız."
"Peki kiminle savaşacağız?"
"Bu, güzel bir soru," dedi Kunter. "Bilmiyorum Alisa ve açıkçası bu bilinmezlik beni ürkütüyor."
"Beni de."
Monar Sistemi çalışmaya başladı. Belli aralıklarla insanlar buraya gelmeye başladı. Ruhların hazırladığı araçlar gelen insanları şehre götürdü. Saatler süren aşamalar titizlikle ve sessizlikle halledildi. Gök koyuldu ve karardı. Yıldızlar doğdu ve ay belirdi. Sistemi oluşturan taşların rengi söndü, böylece sürecin sonuna gelmiş olduk. Ruhların bir çoğu bölgeden ayrıldı.
Kunter ile birlikte sistemin yanından ayrıldık. "Hemen dönecek misin yer altına?"
"Dönmeliyim," dedim. "Lara'yı orada daha fazla tek bırakmamalıyım."
Ezra, sözlerimi sorguladı.
"Tek değil tabii," dedim. "Notus, Lara'ya eşlik edeceklerini söylemişti. Fakat Lara'yı azıcık tanıdıysam aklı bende kalmıştır."
"O hâlde geçidi Kule'ye doğru oluşturuyorum," dedi Ezra. "Yer altına inene dek Silas size eşlik etsin."
"Narya not yolladı mı?"
"Hayır Efendim," dedi Ezra. "Not yollamasını mı bekliyorsunuz?"
"Biliyorum daha dün gitti ama endişelerim kesilmiyor."
"İsterseniz siz ona not yollayın."
"Eve gidince bunu düşüneceğim."
Mavi geçidin önünde durdum. "Sarayda durumlar nasıl?"
"Herkes iyi," dedi Kunter. "Lena ve Henna Hanım, Olena ile günlerini geçiriyor. Beraber bir uyum yakalamışlar."
"Güzel," dedim. "Beni sık sık güncelleyin. Sizden gelecek haberlere ihtiyaç duyuyorum."
Geçide geçtim. Geçit, Kule'nin dış kapısının önüne açıldı. Silas, sabahki gibi kapının yanında duruyordu.
"Merhaba Silas," dedim. "Aşağı inene dek bana eşlik edeceksin. Umarım hazırsındır."
Kule'nin içine girdikten sonra, Silas beton zemine doğru geçti. Zeminin üstüne geçtiğimde yuvarlak çıkıntıya bastı. "Merhaba Efendim. Size eşlik etmek bir onurdur. Kule'yi terk ettiğinizden beri bu anı bekliyorum; yani oldukça hazırım."
Tebessüm ettim. "Direncini ve neşesini kaybetmemiş kişiler görmek güzel. Bunu nasıl başardığını bir ara hepimize anlatmalısın."
"Şu anda size anlatabilirim. Çünkü uzun ve karmaşık detaylara sahip değil. Duymak ister misiniz?"
Cevap vermedim ama istekle ona baktım.
"Direncim ve neşem gayet yerinde çünkü şehrim iyileşiyor."
"Benim şehrim de iyileşiyor ama neşem ve direncim yerinde değil."
"Çünkü siz, şehrinizi iyileştiren şeylerin henüz farkında değilsiniz," dedi Silas. "Farkına vardığınızda direnç ve neşeniz yerine gelecektir."
"O gün biliyordun, değil mi? Tüm ruhlar biliyordu. Parmağımdaki yüzüğü de görebiliyordun. Tüm bunlar size umut veriyordu."
Yaramaz bir çocuk gibi gülümsedi. "Önce Efendimiz Ezra bilir. Onun bilincine vardığı şey, sıra sıra hepimizin bedenine yerleşir. Yüreğinize yerleşen şey, bu diyara çarptığınız ilk an Efendimiz Ezra'nın da yüreğine yerleşti. Ardından tüm ruhların bedenine uğradı ve hepimize umut doğurdu."
Çıkıntı yerine oturdu. Yolculuk sona erdi. "Yüreğimden geçen her şeyi biliyor musunuz?"
"Efendimiz Ezra'nın farkında olduğu çoğu şeyi biliyoruz."
"Peki Ezra yüreğimden geçen her şeyi biliyor mu?"
"Biliyor," dedi Silas. "Çünkü ruhunuzda evimize ait bir parça var."
Zeminden ayrıldım. "İyi geceler Silas."
"İyi geceler dilerim Efendim."
Zeminin yukarı doğru çıkış sesi geldi. Bense kendime ait yere doğru ilerledim. Yüreğimde ısrarla nefes almaya devam eden parçanın varlığı hiç olmadığı kadar rahatsız etti beni. Ezra biliyordu; arada sırada aldığım karardan duyduğum pişmanlığı, çekip gitme isteğimi biliyordu. Yüreğime uğrayanlar onun da yüreğine uğruyordu.
Eve vardığımda, bahçeye dizilmiş ruh ordusunu gördüm. Çok üzerinde durmadan üst kata, asıl evime doğru yürüdüm. Oturma salonuna geçtim. Lara beni görünce ayaklandı. "Bugün sarayda kalırsınız sanmıştım."
"Teklif geldi ama reddettim. Seni yalnız bırakmak istemedim."
Şöminenin karşısındaki koltuğa oturdum. Lara hiç ışık yakmamış, ateşin yaydığı ışığın altında oturmayı tercih etmişti. "Bir sorun mu varmış?"
"Katrin halkının bir kısmı daha buraya gelmek istemiş," dedim. "Onlar geldi. Düşmanın yanına geçen kesimden insanlar da buraya gelmek istemiş. Tüm o cinayetlerden sonra düşmanın, kendilerini de öldüreceğini düşünmüş olmalılar. Fakat onlar gelmedi. Onları kabul etmedim."
"Doğru olanı yapmışsınız. Belki haddimi aşacağım ama o insanlara hiç acımıyorum."
"O insanlara, insanların çoğu acımıyor," dedim. "Böyle hisseden tek kişi sen değilsin."
Lara tekli koltuktan ayrılıp yanıma oturdu. "Sanki hasta gibisiniz. Yaşadıklarınızdan bazı kısımları atlatamadınız mı?"
"Atlatamadım ve üstüne bir yenisi eklendi."
"Size çay yapayım."
Boş salonda dakikalarca oturdum. "Lara, gelirken kâğıt ve kalem getirebilir misin?"
Dakikalar sonra içeri giren Lara, sağ elindeki fincanı önüme çektiği masanın üstüne koydu. Sol elinde tuttuğu kalem ve kâğıdı uzattı. Yeniden salondan ayrıldı ve yeni bir fincanla salona döndü.
"Kime not yollayacaksınız?"
"Leydi Demitre'ye. Şu anda beni ondan daha iyi anlayacak kimse yok."
Fincanı masanın köşesine ittim ve notu yazmaya başladım. Lara, mahremiyet göstermek için koltuğun ucuna geçti ve nota yazdığım şeyleri görmemek için kendini sakındı.
- Ruhlara efendilik yaptığınız zamanlarda aldığınız kararlardan pişmanlık duyup, bu pişmanlığı Ezra'dan gizlemeye çaba gösterdiğiniz bir aşama olduysa eğer, o esnada tercih ettiğiniz yolu benimle paylaşmanızı ve bana ışık tutmanızı istiyorum. Zira benim yollarım kapkaranlık.
Alisa Almedal
Notu birkaç kere katladım ve zarfın içine yerleştirdim. "Not, Leydi Demitre'nin yanına gidene kadar bir zarar görür mü?"
"Sanmıyorum, Orman sıkı sıkı korunuyor," dedi Lara. "Fakat endişeniz varsa geçit oluşturup notu geçide bırakabilirsiniz. Tabii burada geçit oluşturabiliyorsanız."
"Oluşturamıyoruz. En azından oluşturmamamız gerekiyor."
Elimdeki notu camdan dışarı bırakıp notun bir kuşla beraber yol almasını sağladım.
"Leydi Demitre ile tanışıyor musunuz?"
"Bir zamanlar Saray'a uğrardı," dedi Lara. "O zamanlar ben çok küçüktüm. Saray benim oyun evimdi. Etrafta koştururken birkaç kere ona denk geldiğimi hatırlıyorum. Bir keresinde, yine sarayın koridorlarında koştururken ona çarpmıştım. Saçlarımı okşamış ve benim gibi bir kızı olmasını ne kadar çok istediğinden söz etmişti. Ona dair en belirgin anım bu. Sonra büyüdüm ve sarayın içinde özgürce dolaşamaz oldum. Sonrasını biliyorsunuz; Leydi Demitre'nin Saray'a uğramasının önüne geçildi, cezaya çarptırıldı."
"Efendi Galen ile tanıştım," dedim. "O zamanlar İlgar ailesi Leydi Demitre'nin cezasına karşı çıkmadı mı?"
"İlgar ailesi yüzyıllar önce yönetimle bağını kopardı. Onlar artık yalnızca soylu kişiler. Söz hakları var ama sözlerinin bir kıymeti yok. Çok kez mektup yolladıklarını ve kraliyetin aldığı karardan geri dönmesini istediklerini biliyorum. Fakat çabaları sonuçsuz kaldı. Zaten aile, yitirdikleri canın derdine düşmüştü. Sanırım o zamanlar Leydi Demitre ile en çok ilgilenen kişi yine Galen İlgar idi fakat bir noktada o da pes etti."
"Günün birinde yönetici ailelerden biri yönetimle bağını koparmak isterse ne olacak?"
"Yerlerine bir yenisi eklenecektir," dedi Lara. "Soylu ve eğitimli aileler arasından seçim yapılabilir."
"O zaman İlgar ailesinin hâlâ bir şansı var."
"Bunu isterler mi bilmiyorum. Onların saraya uğradığını çok az gördüm. Kraliyetle bile isteye iletişim kurmuyor gibiler. Saray çalışanları, yedili sisteme din adamı eklendikten sonra İlgar ailesinin yönetime karşı hayal kırıklığı beslemeye başladığını söylerdi. Bu karar alındıktan sonra İlgar ailesinin çoğu bireyinin Alsondro'ya gitmesi bu durumu kanıtlar nitelikte."
"Bu kararı kim aldı?"
Lara imayla gülümsedi. "Kors ailesi. O zamanlar yönetimin başında Aryan Kors'un oğlu Luka Kors vardı. Bu kararı o almış. Zaten Kors ailesi iki kere yönetimin başına geçmişti. İlki, Roman İlgar sayesinde oldu. Aradan birkaç seçim geçtikten sonra Kors ailesi ikinci kez yönetimin başına geçti. Luka Kors, Kors ailesinin yönetimin başına geçen son ismiydi. Aldığı karardan sonra bir sonraki seçimi kazanamadı. Öyle ki, Kors ailesi bir daha hiç seçim kazanamadı. Fakat bir din adamını işin içine dâhil etmeleri işlerine geldi. Çünkü her seçim sonrasında hangi ailenin hangi bölümü yöneteceğine din adamı karar verir olmuştu. Yedili sistemin zirvesine koydukları din adamı da her seçimde Kors ailesinin güvenlikle ilgilenmesini doğru buldu. Bu, iki taraflı bir kazançtı."
"Kors ailesi bir din adamını kraliyete sokarak kendilerini güvence altına almışlar," dedim. "O zamanki din adamı tanıdıkları bir isim miydi?"
"Öyle olduğu söyleniyor. Bu sözsüz, gizli bir anlaşmaydı onlar için. Görüldüğü üzere iki taraf da hâlâ bu durumun meyvesini yiyor."
"Kors ailesi yönetimden atılacaktır," dedim. "Uzun süreli ama kalıcılığı olmayan bir anlaşma yapmışlar. Şimdi iki taraf da ellerindeki her şeyi, kaybetmekten korktukları gücü yitirecek."
"O son, bize layık görülürse Katrin eski hâline dönmeye başlayacaktır. Bu sayede yıllar önce Katrin ve Antropedos arasındaki kopan bağ yeniden oluşabilir."
"Ezra, ben dururken neden Katrin Hükümdarlarına efendilik etsin ki?"
"Aradaki bağ Efendi Ruh olmak yerine siz olabilirsiniz," dedi Lara. "Sonuçta sizin hem Katrin hem de Antropedos ile güçlü bağlarınız var."
"Katrin ile bir bağım kalmayacaktır," dedim, içimdeki boşluğu görmezden gelmeye çalışarak. "Yine de insanlar ve ruhların arasını düzeltmek için yeni uğraşlar gösteririz."
"Antropedos, Katrin ile yeni bir bağ oluşturabilir ama sanıyorum ki, Alsondro ile yeni bir bağ kurma şansına bir daha sahip olamayacak."
"Myra ailesi, Efendi Enda ile bağı olan bir aile," dedim. "Buna rağmen Antropedos ile anlaşmazlık yaşamayı nasıl başarmışlar?"
"Ruhlara hak tanımayarak. Alsondro, kendi toprakları içinde ruh yaratılmasına neredeyse ilk zamanlardan beri şiddetle karşı gelmiş. Ruhlar, zaman içerisinde Katrin topraklarında gezinmiş ama hiç Alsondro'ya uğramamışlar."
"Fakat şu anki Myra ailesi lider ruhları tanıyor," dedim şaşkınlıkla. "Bu nasıl mümkün olabilir?"
Lara elindeki fincanı masaya koydu. "Alsondro tarihi en az Katrin tarihi kadar çetrefilli. Sanırım ilk zamanlarda ruhlar ile aralarında bir sorun yokmuş. Kasira ve Simran Myra'nın vefatının ardından Myra ailesi, ruhlara karşı soğuk tutum sergilemeye başlamış. Fakat olayın aslını bilmiyorum."
Araya giren soğukluk kimin eseriydi? Geçen zaman her iki tarafın da aleyhine işlemişti. Zaman akarken, iki ırkın arasında dolaşan sıcaklığı, soğuk suları arasına almayı ihmal etmemişti. Zamanın bu kuşatması nesilden nesile aktarılan bir lanetti. Belki de bir çeşit acımasızlıktı. Adı her ne ise, insanların bedenine sıkıca yapıştığı bir gerçekti. Bedenin bu lanet ve acımasızlıktan arınması geçen zamana bedel bir yücelik istiyordu. Bana kalırsa o yücelik hürmette yatıyordu.
Alışıldık bir melodi duyuldu. Cama çarpan kâğıdı aldım. Bu bir rutindi; bir alışkanlık, bir refleks ve bir ihtiyaçtı. Koyu yeşil zarfı açtım. Beyaz kâğıda özenle yazılmış not, daha önce bu rutini gerçekleştirmediğim birinden geliyordu.
- Alisa, maalesef ki, sana ışık tutamayacağım. O yol benim zamanımda da kapkaranlıktı. Efendi olmayı kabul ettiğin zaman, hislerini Efendi Ruh'a açmayı kabul etmiş oldun. O yol karanlık ve belki de hep karanlık kalmalıdır. Sana tavsiyem, yeni yollar ve yöntemler aramayı bırakman yönünde olacak. Bu zamana dek, saklı kalınan şeylerin yarar sağladığı görülmemiştir.
Demitre
Beklediğim not buydu ama beklediğim cevap bu değildi. Çekip gidecek değildim. Yalnızca, çekip gitme dürtüsünü bastırmaya çalışırken, bu eylemimden kimsenin haberi olmasın istiyordum. Bir karar vermiştim ve kararıma sadık kalmak zorunlu bir yemindi benim için. Pişman değildim ama yüreğime ekilmiş pişmanlık tohumunu yeşertecek bir durum yaşanırsa ve büyüyen yapraklar tüm bedenime uzanırsa, o aşamaları yalnız başıma tamamlamak isterdim. Yüreğimde, pişmanlığın büyüdüğü alanda tek başıma olmak istiyordum. Yalnız olmak istediğim tek yer orasıydı sanırsam.
"Henüz eşyalarımı odaya yerleştirmedim," dedim. "Daha fazla oyalanmayıp bu işi halletsem iyi olur."
Lara ile birbirimize iyi geceler dileğinde bulunduk ve ikimiz de odalarımıza çekildik. Kahverengi deri çantaların içini boşaltmaya başladım. En üstteki çantada kıyafetlerim bulunuyordu, onları dolabın içine astım. Diğer çantadaki bakım eşyalarımı banyoya götürdüm. En altta kalan çantayı da boşaltmak için açtığımda, birkaç kitabı ve büyü tozunu koyduğum çantanın içinde duran Lerink Çiçeği'ni gördüm. Çiçeği buraya ben koymamıştım. Düşmanın buraya, Antropedos'a kolayca erişebileceğini bilsem bu duruma şüpheyle yaklaşırdım. Çiçeği yatağın kenarındaki komodinin üstüne koydum. Büyü tozlarını ve kitapları masanın çekmecesine yerleştirdim.
Yorgundum ama uykum yoktu. Yüzük, parmağımdaki yerini aldığından beri uykuya daha az ihtiyaç duyar olmuştum. Diğer iki yüzüğü de parmağıma geçirdiğimde benliğimden, belki de insan kimliğimden iyice uzaklaşacaktım. Bunlar benim öngörebildiklerimdi. Fakat bunlardan daha fazlasının beni beklediği aşikârdı. Bedenim yüzükteki ruhların gücüne alıştıkça ruhum diniyordu. Bir zamanlar hissettiğim aitsizlik temizleniyordu. Ölü ruhların yaşayan bir insandan daha fazla güce sahip olması ironikti. Aidiyetin bedenime hükmetmesi için ölü ruhların parçalarına ihtiyaç duymam da öyleydi.
Elimdeki yüzüğe baktım. Leydi Demitre bu üç yüzüğün taşıdığı güçten bahsettikten sonra yüzüklerin birbiriyle uyuştuğunu fark ettim. Yüzüğün kenarında diğer iki yüzükle oluşturacağı bağlantı noktaları vardı.
Odamın kapısı tıklatıldı. Gidip kapıyı açtım. Ezra karşımdaydı. "Ezra," dedim şaşkınca. "Bir sorun mu var?"
"İçeri gelebilir miyim?"
Onun geçmesi için kenara çekildim. Ardından kapıyı kapattım. Pencerenin önüne geçen Ezra'nın karşısına geçtim.
Elindeki zarfı bana uzattı. "Düşman bölgesinden bir not ulaştı elimize. Timun Bey sizin için göndermiş."
Zarfı hemen alamadım. "Açıp okudun mu?"
"Hayır," dedi. "Dediğim gibi sizin adınıza gönderilmiş. Okumam doğru olmazdı."
Zarfı aldım ama açmadım. "Buraya not yollayabiliyorlar mı?"
"Evet ama not doğrudan gönderdikleri kişinin eline ulaşamıyor. Önce bizim kontrolümüzden geçmesi gerekiyor. Zarfta ve not kâğıdında büyüye rastlanılmadı. Fakat yine de içim rahat değil. Sonuçta o, elindeki güç sayesinde kimsenin fark edemeyeceği büyüler yapmayı öğrenmiş."
"Böylesi açık bir şeye büyü yapacaklarını sanmam."
"Açmayacak mısınız?"
Zarftaki notu çıkardım. İkiye katlanmış kâğıdı açtım ve okumaya başladım.
- Alisa, seni yanıma davet etmek isterdim ama yanındaki kişilerin buna müsaade etmeyeceğini bildiğimden not yollamayı tercih ettim. Yanındaki kişilerin istekleri doğrultusunda hareket etmeyi bırakmayı becerirsen seni saraya beklediğimi bil; kapımız sana her daim açık. Yanımıza geldiğinde detaylıca konuşacağımız şeylerden kısaca söz etmek istiyorum. Savaş başlamak zorunda değil. İstediğim şey, yanındaki kişiler tarafından kullanman için sana dikte edilen güç. O gücü, kendim kullanmak için değil, yok etmek için istiyorum. Ruhlar, bir amaç doğrultusunda yaratılmış varlıklar. O amacı öğrendiğin zaman bana, bize hak vereceksindir. Yanındaki kişiler sana karşı dürüst değil, benim aksime. Eğer dürüst olsalardı sana takman için verdikleri yüzüklerde dinginleştirici maddeler bulunduğunu söylerlerdi. Söylediler mi peki? Hiç sanmıyorum. Dürüst olmayı seçip seninle bu detayı paylaştılar ise onlara tebriklerimi ilet, lütfen. Amacım, sana zarar vermek değil, seni korumak. Katrina'yı kurtarmak için sana anlatılan şeyleri yapmak zorundaydık. O gücü, senin bedenine yerleştirdim çünkü kendi bedenime yerleştirseydim asıl amacım ruhlar tarafından fark edilecekti. Ruhlar masum oluşumlar değil, inan bana. Üstü süslerle donatılmış gerçekleri değil de asıl gerçekleri öğrenmek istersen benimle iletişime geç.
Timun Almedal
Elimdeki notu Ezra'ya uzattım. Notu okuması için ona zaman tanıdım. Notu, beden daha hızlı okuyan Ezra kâğıdı bana uzattı.
"Yazan şey doğru mu?" diye sordum. "Yüzüklerde dinginleştirici maddeler mi var?"
"Evet," dedi Ezra. "İnsan bedeni, Tohum'daki gücü kaldırabilecek güçte değil. Bu yüzden yüzüklere fazladan koruma büyüleri yapılmıştı. Timun Bey'in sözüne ettiği şey bu."
"Yalan söylemeyeceğim," dedim. "Onunla konuşmak istiyorum. Fakat bunun için onun yanına, o saraya gitmem. Ona not yollamak için aynı aşamaları mı takip etmeliyim?"
"Evet, farklı bir yönteme ihtiyacınız yok. Saraya gitmenize hiçbir şekilde müsaade etmem. Fakat bu şekilde iletişime geçecekseniz sizi engellemeye çalışmayacağım."
Odanın çıkışına doğru ilerledim. "Bana bunu vermek için mi geldin buraya?"
"Hayır, size vermem gereken başka bir haber daha var."
Oturma salonuna geçtiğimde elimdeki kâğıdı ve zarfı şömineye attım. "Nedir o?"
"Diamour'un meleklerinden haber geldi. Bir hafta sonra Efendi Alisa ile iletişime geçeceksiniz."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |