26. Bölüm

26. Bölüm

Mera
mera01

Antropedos'a vardığımızda gök; kara bulutlar tarafından sarılmış, uğursuz ıslıklar çalan bir yeli himayesi altına almış, şehrin çınlamalar eşliğinde sarsılmasına göz yumuyordu. Nehir'in yeşil suları köpükler yaratıyor, sular durmadan çağlayarak akıyordu. Belli noktalarda Nehir, kenarındaki kurumuş bitkilere, incelmiş çimlere doğru taşıyor, yolundan sapıyordu.

Şehrin Alsondro ile sınır çizgisi çektiği noktaya geniş bir alana yayılmış bir sistem kurulmuştu. Sistemin diğer kısmı Katrin şehrinin Alsondro ile birleştiği sınırdaydı. İlk tarama orada gerçekleşecek, düzene uyum sağladığı görülen kişilerin yaşlı ve çocuklardan oluşan kesimi geçit yardımıyla; genç ve yetişkinlerden oluşan kesimi ise Alsondro şehri üzerinden faytonlarla buraya sevk edilecekti.

Geçitten ve sınırdan buraya ulaşan kişilere ise ikinci tarama burada yapılacak, uyumlu gözüken herkes şehre yerleştirilecekti. Alsondro üzerinden gelecek insanlara Myra ailesinin hazır ettiği ordu eşlik edecekti. Geçitler ise hem Valmir hem de adını sanını bilmediğim diğer bilgeler tarafından korunuyordu.

Şehirde boş çok fazla ev vardı. Fakat ruhlar eğer insanlar şehirdeki evlere sığmazsa yer altı şehrine inmeye, Antropedos'un yeryüzündeki kısmını insanlara bırakmaya hazırdı. Buna gerek kalacağını sanmıyordum. Antropedos'a gelen kişilerin çoğunluğu yaşlı, çocuk, hasta veya yeni anne olmuş gibi savaşa katılamayacak kişilerden oluşuyordu. Savaşa katılabileceğini düşünenler Katrin'de kalmış, kimisi Sien Qa Sarayı'nın yolunu tutup krala destek olmaya gidiyor, kimisi ise Almedal Sarayı'na doğru, Eli Ran'a desteğini göstermek için, gitmeye çalışıyordu.

Sınırda, iki ayrı sütun gibi görünen iki taşın ortasında seyehat ettiğimiz geçitlerin tatlı mavisine sahip renkte, sisli bir alan bulunuyordu: Monar Sistemi. Sisli alan taramanın yapıldığı, taşlar ise tarama sonucunun gözüktüğü yerdi. Olur da isyankâr biri buraya kadar gelebilirse diye ruhlardan oluşan sağlam bir ekip sınıra gönderilmişti. Ekibin başında, ruh ordusunun liderlerinden Hadar vardı. Sınırda muntazam dizilmiş beyaz bedenlerin başında, sarsılmaz bedeniyle dikiliyordu.

Buraya sığınan insanları korunaklı bir yere yerleştirmekle yükümlü başka bir ekip de hazırda bekliyordu. Teklif Ezra'nın ağzından çıktıktan sonra, Ezra yanına aldığı lider ruhlarla buraya sığınan insanların nerelere yerleşeceği konusunda kafa yormuş. Gidilecek yerler, kullanılacak evler çoktan belirlenmişti. Bu ekibin başında ise Olena yer alıyordu.

Sınırda benimle birlikte bulunan tek insan Kunter'di. O, taramayı Ezra ile takip edecek, bir usulsüzlük gördüyse bize bildirecekti. Onunla gerçekleri öğrendikten sonraki ilk karşılaşmamız burada gerçekleşmişti. Karşımda saygıyla eğilmiş ve aldığım karardan ötürü beni tebrik etmişti. Bu liderlik işinin onunla daha yeni yeni ısınan ve yeni yeni başlayan ilişkimizin önüne geçmesinden korkmuştum. Saraya döndüğümüz ilk vakit onunla bu konuyu konuşacak, bana eskisinden daha farklı davranmamasını rica edecektim.

Lider ruhların bir diğer ismi Yura, sarayda diğerlerinin yanında, onları gözetmekle meşguldü. Diğeriyle henüz karşılaşmamıştım. Ezra ile saraya uğramadan doğruca sınıra geçmiştik. Onların başında, her ne kadar şehir ruhlarla dolu olsa da, Yura'nın bulunuyor oluşu beni rahatlatmış, önüme düzgünce bakmama yardımcı olmuştu.

Diğer lider ruh Notus, ordunun bir kısmıyla birlikte sarayın arka kısmındaki karargâhta kalmıştı. Bir ara, onun yer altına inip oradaki ruhları orduya davet edeceğine dair bir şeyler duymuş ama konunun üzerinde çok durmamıştım.

Son lider ruh Silas ise Ezra'nın emri üzerine, yanına aldığı bir orduyla Hersenk Kulesi'ne, şehri gözetmeye gitmişti. Kule'de henüz bilmediğim korumaların ve bir kaç yüceliğin olduğu aşikar. Ezra oraya haddinden fazla kıymet veriyordu. Belki de şehrin mesneti orası idi.

Ben, geri kalan herkesin aksine, bu ortamda net bir görevi olmayan tek kişi olabilirdim. Ezra benim yerime kararlar alıp, emirler yağdırıyordu. Bir ara Ezra ile konuşurken yanlışlıkla bunu, bir işe yaramayışımı, ağzımdan kaçırmıştım. O ise, tüm ruhların bedenine sizin sayenizde engin bir güven yerleşti, demişti. İçimdeki güç, benim sınırlarımın ötesinde bir anlama ve değere sahipti. Buna göre hareket etmem biraz zaman alacaktı.

Zayıflayan bedenimin bir işe yarıyor oluşu benim için yeterliydi. Lakin Leydi Demitre bu görevin başına geçmemi istemekle hata etmişti. Zira hiçbir şey bilmiyor, liderlik etmeye kendimi hazır hissetmiyordum. Belki şu noktada diğer ruhların onlara söylememi istediği şeyler vardı. Lakin o sözler zihnime bir türlü uğramıyordu. Bense liderlikle uğraşmak yerine birkaç şey öğrenebilmek adına, bunu yaparkenki asıl amacım merakımı gidermek idi, Ezra'ya gereğinden fazla soru soruyor, Monar Sistemi'ni oluşturan taşları incelemekten kendimi alamıyordum.

Ruhlar, bu mu bize liderlik edecek, diye düşünüyor olmalıydı. Nitekim ben de aynı şeyi düşünüyordum. Liderlik etmek istiyor ama ruhlara nasıl liderlik edilir bilmiyordum. Büyük ihtimalle ruhlara dair çoğu şeyi de bilmiyordum. Bir ara buranın bir kütüphanesi varsa oraya gitmeli ve birkaç şey öğrenmeliydim. Geçmişin izlerinin yanı sıra büyüleri de öğrenmem gerekecekti. Neyse ki, bunun için Olena'ya sahiptim. O, eminim ki, bildiklerini bana öğretmeyi canıgönülden isterdi.

Saraya döndüğüm vakitlerde Narya ile de konuşmam lazımdı. Eğer arzusu o yönde ise Myra ailesi ile iletişime geçip, Narya'yı şehirlerine kabul etmelerini rica etmek gerekecekti.

Şimdilik bunları zihnimin gerilerine doğru attım ve içinde bulunduğum ana odaklandım. Sınırın diğer tarafında, Alsondro topraklarında da, o toprakların ordusu yer edinmişti. Koyu yeşil kumaşlı üniformalarının göğüs kısmında haddinden fazla arma vardı. Armaların çoğunun koruma sağladığı aşikardı. Fakat onlara çok uzak olduğum için armaların şekillerini göremiyordum. Alsondro ordusu yerli yerindeydi lakin Myra ailesinden iz yoktu.

Belki de günler sürecek olan sürece, mavi alandan bir insanın geçmesi sonucu girmiş olduk. Geçit, taramanın yapılmasına müsaade edecek belli aralıklarla insanları buraya doğru göndermeye başladı. Gelen insanlar, ki çoğu yaşlı kişilerdi, önce Ezra'ya selam veriyor, ardından da karşıma geçip bana selam verip teşekkürlerini iletiyordu. Oysa onları buraya getirme fikri benim değildi. Gerçeklerden bihaber insanların eylemleri asla değişmiyordu.

Nazikçe tebessüm edip onları Olena'nın liderlik ettiği ekibin eline bırakıyordum. Gece geç saatlere kadar aynı fasıl devam etti. Hava epey kararınca yapay ışıklarla bölgenin aydınlatılması sağlandı. Birkaç saat sonra Ezra yanıma gelip beni saraya götürmeyi teklif etti. Her ne kadar belli bir vasfım olmasa da teklifini reddettim. Saraya gidip uyumaktansa, en azından insanları karşılayıp az da olsa işe yaramak beni daha huzurlu edecekti.

Gün yavaş yavaş doğmaya başladı. Etrafa hoş bir turunculuk yayıldı, ardından her yer sarı ışığın altında ışıldadı. Yeni günü akşamki hâlimizden farksız karşıladık. Sabaha karşı elimize ulaşan notta, şehrin üzerinden çok fazla insanın gelmeyeceği, insanların çoğunun geçitle buraya gönderileceği yazıyordu. Notu Valmir yollamıştı. Bu kararın bahanesi ise, insanların çoğunun yaşlı ve çocuklardan oluyor olmasıymış. Şehrin üzerinden gelecek olanlar ise birkaç saat içinde sınırda belirecekmiş. Önce bu habere şaşırdım. Zira benim buraya gelişim neredeyse üç gün sürmüştü. Sonradan öğrendiğime göre, yolculukta kullanılacak olan atlar büyüyle beslenmiş. Hâliyle buraya daha hızlı varacaklarmış.

Ezra ile konuştuğum kısıtlı anlardan birinde, bir süre önce Katrin'de koruyucu ruh yaratmanın yasaklandığını öğrendim. Kararı elbette Atlas almıştı. Lakin Eli Ran ve savunucularının, her ne kadar ruhları aşağılık görüyor ve onların hayatlarında istemiyor olsalar da, bu karara itaat edeceğini sanmıyordum. Sanki, sırf eğlencesine koruyucu ruh yaratacak ve onları Tines Nehri yerine başka başka sulara hapsedecekler gibi bir izlenim alıyordum. Ezra ise bu kararı yerinde buluyordu. O da bir süre koruyucu yaratılmaması gerektiğini savunuyordu.

Katrin sınır koruması konusunda da fazla temkinliydi. Sebep açıktı. Sınır koruma belli bir süredir, hain oldukları anlaşılan Kors ailesinde idi. Orduyu hizaya getirenler de bunca zamandır onlardı. Bu gerçek, dün Lara'nın söylediği gibi, ordunun büyük çoğunluğunun Eli Ran'ı destekliyor oluşunu mantıklı kılıyordu. Bundan kaynaklı, ordunun Sien Qa'da bizimle kalanlar kısmında hain olma ihtimali hayli yüksekti.

İleriden, sınırın öte yanından bu tarafa doğru gelen arabaların sesi etraftaki uğultuyu baskıladı. Ruhların sürücülük ettiği birkaç fayton sınıra doğru giderek yaklaşıyordu. Sürücü ruhlar, bedenlerinden anlaşıldığı üzere özgür kalmış ruhlar değil, koruyucu ruhlardı. Zannımca bunlar, bizimkilerin eskiden yaratmış olduğu koruyucu ruhlardan bazıları idi.

Arabalar, bu yana gelmeden evvel Alsondro ordusunun gözetiminden geçti. Ordu bir sorun görmemiş olacaklar ki, arabaların sınırdan geçmesine müsaade ettiler. Sınıra giren arabalar Hadar ve ordusunun detaylı bir incelemesine de maruz kaldı. Onlar da aykırı bir şey görmemiş olacak ki, arabalardaki insanların inmesine müsaade ettiler.

Arabadan inenler, çoğunlukla, küçük çocuklarını yanlarına almış kadınlardı. Geçitten aynı anda geçme ihtimalleri olmadığı için arabada yolculuk etme durumuna düşmüş olmalılardı. Olena ve ekibi yeni gelenlerle ilgilenmeye koyuldu. Bu sırada geçitten insan gelmeye devam ediyordu.

Arabadan inen kadınlardan biri elini sıkı sıkı tuttuğu kızı çekiştirerek hızla yanıma geldi. Karşıma geçince saygıyla eğildi. Küçük kızı da aynı işlemi yapması için zorladı. Bu kadın, ben Katrin Kraliçe'si olduktan hemen sonra saraya gelip kutlama yapmak isteyen ekipteki kadındı. Kız da Lara'nın odaya girmesine müsaade etmediği küçük kızdı.

"Efendim sizi burada görmek tüm umutlarımı yeniden yaktı," dedi kadın. "Lütfen müsaade edin, kızımı burada bırakayım ve yeniden Katrin'e dönüp orduya katılayım. Onu emanet edebileceğim kimsem yok."

Olena ekibini diğer insanların yanında bırakıp bizim yanımıza yanaşmıştı.

"Kızınız burada elbette güvende olacaktır Hanımefendi," dedim. "Lakin sizin orduya katılmanıza ne mahal var? Sizin göreviniz çocuğunuzu korumaktır. Madem kimseniz yok, savaşta başınıza gelebilecek her ihtimali ve o ihtimallerin kızınıza olacak etkisini düşünün."

Kadın inat etti. "Kızım burada birilerini bulur ve belki, kendisini kimsesizlikten kurtarır. Lakin bir korkak gibi buraya sığınan bana ne olacak?"

"Antropedos korkaklar şehri değil ya!" dedim. "Bir vakit sizin de cesurluk edeceğiniz anlar gelir. Ayrıyeten kızınızı korumak yeterince büyük ve önemli bir cesurluk göstergesi değil midir?"

Kadın hemen konuşmaya cesaret edemedi. Fırsattan istifade Olena'ya döndüm. "Hanımefendi'yi şehre yerleştirin. Ayrıca size sanırım bildirilmedi. Buraya giriş var lakin çıkış yok. Savaş başlayıp sona erene dek buradasınız. Kendinizi yetersiz hissedecek olursanız, kendinize burada da bir ordunun var olduğunu hatırlatırsınız."

"Ne yani, ruhların ordusuna mı katılayım?"

"Ruhların şehrine sığınmakta bir sakınca yoksa ordularına katılmakta da bir sakınca yoktur."

Kadın istemeye istemeye Olena'nın peşine takıldı. Bu saatten sonra başka arabanın gelmeyeceğini düşünerek Ezra'nın yanına geçtim. Geçit durmak nedir bilmeden çalışıyordu. Gelen arabalardan inen ve olanlardan, olacaklardan bihaber çocukların neşeli sesleri, kıkırtıları giderek uzaklaştı. Bölge yeniden eski sessizliğine gömüldü.

Geçitten geçen yaşlı, mağrur, soylu, endamlı bir adam karşıma geçti. Saçlarına ve sakalına kır inmişti. Yüzü yaşını belli ediyordu ama duruşu, hayatta geçirdiği uzun zamanlara rağmen dikti. Yeşilin en açık tonundaki gözleri hayat doluydu. Ezra yaşlı adamdan önce davranıp ona selam verdi. Gayriihtiyari Ezra'ya uydum ve adamın karşısında eğildim.

"Aman Efendim, lütfen!" dedi adam. "Selamımı kabul ediniz. Savaşın eşiğinde burada ne aradığımı merak ediyor olmalısınız Efendi Ezra. Katrin'de durmaktansa buraya gelip size katılmayı daha doğru buldum. Umarım yüce ordunuzda bu adama yer vardır. Eğer varsa bendenizi bahtiyar edersiniz. Hem böylece, biz İlgarların size olan borcunu ödemiş ve minnetimizi gösterebilmiş oluruz."

Demek bu yaşlı adam da bir İlgar'dı. Öte yandan Ezra'nın bu adamdan daha yaşlı olması gerçeği bir tuhaf geldi.

"Hükümdar Roman İlgar ile yürüdüğümüz yol boyunca her iki taraf da birbirine olan borcunu ödedi," dedi Ezra. "Yüce soyunuzun devamlılığı da o borcun eğer kaldıysa birkaç kırıntısını bitirmiş oldu. Ordu emrinizdedir Efendim. İster liderlik edersiniz, ister bir katılımcı olursunuz. Ya da bir seyirci de olmak isteyebilirsiniz. Lakin sanıyorum ki bu, sizin soyunuza hakaret olur."

"Ah, Efendi Ezra, son yıllarda İlgarlar da diğerleri gibi soysuz seyircilere dönüştü. Vakit, ses çıkarıp taraf belli etme vaktidir." Yaşlı adamın derin gözleri beni yakaladı. "Kutlarım Efendim. Bu ne yüceliktir ki, Leydi Demitre de kendi soyunu devam ettirecek bir yolla karşımıza çıkmıştır. Sizi, Leydi Demitre'nin manevi kızı olarak görüyorum. Yürüdüğünüz yolda bahtiyar olasınız."

Yanımızdan ayrılan adama ruhlar pek bir hürmet gösterdi. Bazıları saygı dolu selamlıyla da yetinmeyip, adamın karşısına geçip eski dostlar gibi samimi bir muhabbete tutuldu.

"Galen İlgar," dedi Ezra. "Efendi Elyas'ın küçük kardeşi."

"Öyle mi?" dedim hayretle. "Soylu birisi olduğu yüzünden dahi anlaşılıyor. Neden artık kendileri yedili sistemin bir parçası değil?"

"Şimdiyi düşününce bu, acıklı bir hikâye," dedi Ezra. "Roman İlgar sistemi kurduktan beş yıl sonra kendi isteğiyle görevden ayrılıyor ve hükümdarlık görevini, öz çocuğu yerine üvey kardeşi Aryan Kors'a devrediyor. Kors ailesinin yedili sisteme ve Katrin yönetimine dâhil oluşu Roman İlgar sayesinde bu şekilde gerçekleşmişti. Böylece İlgar ailesi sistemin bir parçası olmaktan kopmuştu. Eğer Roman İlgar kendi çocuğuna bu görevi takdim etseydi şimdi Kors ailesinin yönetimle bir bağı olmayacaktı."

Şimdi ise Kors ailesi Katrin'i yok edecek amellere imza atıyordu.

"Neden kendi çocuğuna bu görevi vermemiş ki?"

"İnsancıl duygular Efendim," dedi Ezra. "Ben anlamam." Sözlerine karşın yüzü gülüyordu. Tebessümünün içinde geçmişin masum ışıklarının yansıması vardı.

"Roman İlgar'ı seviyorsun, hatta bundan daha fazlası ona hayranlık duyuyorsun," dedim. "Demek ki, sana efendilik ettiği süre boyunca seni kendisine hayran bırakmayı başarmış."

"İlgar soyu zamanın her diliminde kendilerine hayranlık duyacak canlılar bulmuştur."

Nedense Ezra, Leydi Demitre ve Efendi Elyas'tan söz ediyor gibi geldi bana.

Bakışlarım buraları terk eden Galen İlgar'ı buldu. "Bu arada sen kaç yaşındasın Ezra?"

Ezra şen bir kahkaha attı. "Saymayı bıraktım Efendim."

Geceye doğru birkaç araba daha çıkageldi. Arabaları incelemek, insanları arabadan indirmek, boşalan araçları geri göndermek, gelen insanları şehre yollamak, geçitten gelenleri kontrol etmek derken yeni bir gün karşıladı bizi.

Doğan gün, önceki günden bağımsız soğuk nefesiyle gelmişti. Gök, mavinin tuhaf bir tonuna takılmış, üstünü örtmeye çalışan her buludu hiç usanmadan kovuyordu. Esen yel bazı anlarda şiddetini epey arttırıyor, bazen esmeyi kesiyor ama geride acı bir soğukluk bırakıyordu.

Yağmurun yağmaya an kolladığı anlarda Alsondro topraklarında bir hareketlilik meydana gelmişti. Sayısı artan muhafızlar oluşan geçidin kenarını kollamaya, hiç olmadığı kadar tedbirli olmaya çabaladı. Geçitten Myra ailesi çıkageldi.

Dört kardeş oyalanmadan sınıra ilerledi. Antropedos sınırını aşmadan durdular. Ezra, Monar Sistemi'nin başına birkaç ruh yerleştirdi ve yanına beni alıp Alsondro sahiplerini karşılamak için sınır çizgisine geçti. Myra ailesi ile karşılıklı selamda bulunduk.

"Dün gelmeyi umuyorduk ama birkaç aksilik yaşandı. Kusurumuza bakmayın," dedi Yamin. "Alisa kutlarım seni. Yüce bir karar aldın. Bu yüceliğin akisleri kısa sürede Katrina'nın tamamına yayılacaktır."

Kardeşler tek tek tebrik etti beni.

"Teşekkürlerimi sunuyorum," dedim. "Şehrinizin bir köprü misali kullanılmasına müsaade ettiğiniz için de minnetlerimi sunuyorum. Şehir yolundan gelenler çocuklarından ayrı yolculuk etmeye gönlü razı gelmeyen annelerdi. İyiliğinizin boyutu nihayetsiz."

Ardından onları sınırın bu kısmına buyur ettik. Malin, bölge ruhlarla dolu olduğu için olsa gerek, sınırdan geçmeye pek istekli değildi ama itiraz da etmedi. Sonra yanımızdan ayrıldı. Kunter'in yanına geçip şehre gelenleri karşılamaya başladı.

Lider ruhlar bir müddet işlerini bıraktı ve gelip Myra ailesine selam verdi. Selina Olena'yı görünce çok şaşırdı. "Olena ne uzun zaman oldu sizleri yeryüzünde, şehrinizin başında görmeyeli!"

Sonra herkes işinin başına döndü. Malin yanımıza gelmemekte ısrarcı idi. Fakat geri kalan kardeşler benimle birlikte, Sistem'in az ötesinde duruyor, gelenleri karşılıyordu.

"Şehrinizin gözetimi ne durumda? Sizin bizlerle işbirliği yapmanıza isyan edenler var mı?"

"Olmaz mı?" dedi Selina. "Sırf bu yüzden Katrin halkının korunmaya muhtaç olanlarını şehrimizde konuk etmeye korkuyoruz."

"Ruhlar bu tarz konularda ılımlı ve insaflı olmakta bizlerden daha başarılı," dedi Marnin. "Ruhlar arasında, şehirlerinin insanla dolmasına isyan eden birini göremiyorum."

"Ruhlar itaatkâr varlıklar," dedim. "Belki insanları istemeyen, bu karara isyan etmek isteyen ruhlar da vardır. Lakin efendilerinin sözü hepsini baskılıyor."

"Biz de bir efendiyiz," dedi Marnin. "Bunlar gerekçe değil. İsyan etmek isteyen bir yolunu bulup ses çıkarıyor."

"Bu arada Alisa geçmiş olsun dileklerimizi gönderemedik," dedi Yamin. "Neyse ki hasar almamışsın."

"Teşekkürler. Timun Bey harekete geçme konusunda aceleci davranmıyor. Bu da benim hasar almamın önüne geçti."

"Sağlam bir dayanağı var," dedi Selina. "Eli Ran'ın elinde tuttuğu güç ona büyük bir güven, itimat veriyor."

Akşam sularına doğru Myra ailesini yemeğe davet ettim. Bana uyup teklifimi kabul ettiler. Bunun üstüne Ezra saraya, hazırlık yapılsın diye not yolladı.

Geçitten insan gelmeye devam ettiği için ruhlar burada kalacaktı. Ezra da onların başında durmayı tercih etti. Ezra'yı ikna edemeyeceğimi anlayınca Kunter'in yanına geçip yemeğe onu da davet ettim. Önce o da reddedecek gibi oldu ama ısrarlarıma dayanamayıp kabul etti.

Şehrin içinde güvende olmamıza rağmen geçit, Ezra tarafından oluşturuldu. Ondan yemekle alakalı birkaç güzel dilek alınca geçide geçip saraya vardık. Sarayın girişinde bizi Lena ve Henna Hanım karşıladı. Kardeşlerin hepsi, evet, Malin de, Henna Hanım'ı görünce bir çocuk gibi sevindi. Henna Hanım'ın da kardeşlerden geri kalır bir yanı yoktu. Sanların yarattığı duvarı yıkıp hepsiyle tek tek sarıldı. Sürekli, "Bu ne güzel bir sürpriz!" deyip duruyordu.

Narya, karşısında dört, belki de beş lider görünce ne yapacağını şaşırdı. Myra ailesine uzaktan selam verdi. Ben de Narya tarafından, Myra ailesinin aldığı selamdan farksız bir karşılama selamı almadım.

Çok geçmeden yemek masasında yerlerimizi aldık. Henna Hanım sayesinde konu genellikle geçmişten, Henna Hanım'ın Myra ailesi ile dostluklarından öteye geçemiyordu.

Lena birkaç gün önceki karamsar, kederli ruh hâlinden nihayet kurtulmuştu. Gözleri artık gözlerime değmekten çekinmiyordu. Konuşulması lazım gelen birçok şey vardı ama ikimiz de düzgün bir anı bekliyorduk.

Bir an yemekte Narya'nın isteğinin konusunu açmayı düşündüm. Sonra ise yersiz olacağını düşünüp sustum. Uygun bir vakitte Alsondro'yu ziyaret etmem gerekecekti.

Narya pek konuşmuyordu. Bunun sebebi birçok şey olabilirdi. Fakat ben; sebebin, Narya'nın savaş konusunda yaşadığı tedirginlik olduğunu seziyordum. Kişiliğine yön veren haraketli, oynak hâlini kapana kıstıran tedirginliğe rağmen Alsondro'ya gitmek istiyor oluşu, belki de bizlere örnek olmalıydı.

Yemek, Myra ailesinin benim yorgunluğumu öne sürmesi sonucunda kısa sürmüş ve kardeşler sınıra açılan bir geçit oluşturup sarayı terk etmişti. Kunter de onlarla birlikte hareket etmişti. Ben de gitmeyi düşünmüştüm ama herkesin ikazı benim isteğimin önüne geçmişti.

Nihayetinde sarayda Lena, Henna Hanım ve Narya ile kaldım. Lider ruh Yura ta yemekten önce teklifimizi geri çevirip kendi ırkının yanına, karargâha doğru geçmişti. Şimdi salonda sessizce oturuyor, birinin konu açma cesareti göstermesini bekliyorduk.

Şüphesiz bu ismin Henna Hanım olması kimseyi şaşırtmadı. "Alisa yaşamışların sözlerine hürmet etmeye başlaman, üzerine bırakılmış bir yük gibi hissettiğin o görevin doğru kişiye bahşedildiğini gösteriyor. Aldığın kararın yüceliği fezaya dek uzuyor."

Herkesin ağzından aynı sözler çıkıyordu. "Pekâlâ anlayabilirsiniz ki, başka seçeneğim yoktu."

"Vardı," dedi Henna Hanım. "Kalmayı tercih etmenden söz etmiyorum. Bir lider olarak kalmayı tercih etmen bir yücelik. Yine kalmayı tercih eder ama liderlikten sıyrılabilirdin."

Henna Hanım'ın sözleri, bir yılanın ağzından çıkmışçasına sahteydi. Burada kalıp liderliği başkasına bırakmayı teklif etseydim şayet, bir korkak ve belki bir hainden farkım olmadığı düşünülecek gibi bir his yatıyordu zihnimde. O zaman, şu anda gösterilen hoşgörüler yine gösterilecek miydi? Yine de aldığım karara saygı duyulacak mıydı? Sanmıyordum.

"O zaman unutulmuş, zihinlerden silinmiş bir bölge bulup oraya yerleşmem gerekecekti."

"Ne münasebet?" dedi Henna Hanım. "Kimse aldığın kararı yargılama cüretinde bulunamazdı."

Atlas'ın sözleriyle annesinin sözleri bir araya gelince trajikomik bir görüntü ortaya çıkıyordu. İki insan, birbirine bağlı iki insan, ancak bu denli ayrı olabilirdi.

Ben de onların bana sunduğu gerekçeyi onlara sunarak, yorgun olduğumu bahane ederek salondan ayrıldım. Çok düşünmeden kendimi yatağa attım. Biraz uyuyup ardından sınıra gitmem lazımdı.

Uyandığım vakitlerde tan ağarmış, güneşin kızıllıkları tüm şehri aydınlatır hâle gelmişti. Hazırlanıp odadan çıktım. Saraydaki engin sessizlik, bu saatlerde, sarayda birinin uyanık olma ihtimalinin düşüklüğünü gözler önüne seriyordu.

Sarayın bahçesine çıktığımda Yura'yı bahçede gezinirken buldum. "Fazla erkencisin."

Bedenler, gerçeği öğrendiğimi bilen bedenler artık beni görünce emir almış gibi dik bir vaziyete bürünüyordu.

"Günaydınlar Efendim," dedi Yura. "Bu saatlerde şehrin tadına bakan birisi bir daha geç uyanma gafletine düşmez."

"Hakkın var Yura," dedim. "Bu saatlerde hoş bir renge bürünüyor şehriniz. Şehrimiz yani! Bizim şehrimiz... Oldukça güzel bir şehrimiz var."

Konuşmayı uzatıp daha fazla rezil olmadan elimdeki taş yardımıyla geçidi oluşturdum. "Sana iyi günler Yura. Bir gelişme olursa bizi haber et. Ben sınıra gidiyorum."

Yura manasız laflarımı dert etmeden saygıyla eğilip beni yolcu etti. Vardığımda sınırı aynı durumda gördüm. Geçit çalışmaya devam ediyor, insanlar şehre akın ediyordu. Ezra, ruhlarla konuşuyordu. Yanlarında Galen İlgar da yer edinmişti. Onları rahatsız etmek istemedim ve Kunter'in yanına ilerledim.

"Ne kadar insanın kaldığı belli mi?"

"Bugün, hiç olmadı yarın bu iş bitecek gibi duruyor," dedi Kunter. "Gece birkaç araba daha geldi. Bundan sonra başka araba gelmeyecekmiş. Sona kalanlar geçitle gönderilecekmiş."

"İlerleyen günlerde Katrin'de kalanlardan fikir değiştirip buraya gelmek isteyen olursa ne olacak?"

"Sistem'in kurulu kalacağı söyleniyor. Bir ekibi burada bırakmak durumunda kalacağız. Hatta uygun görürseniz başlarında ben de durayım."

"Ordu ne olacak ya?" dedim. "Ordudan elini çekme kararı mı aldın?"

"Zannediyorum ki orduyla Galen İlgar ilgilenmek isteyecektir."

"Sana emir verecek değilim Kunter. Ne işle meşgul olmak istiyorsan o işle ilgilen. Sonuçta senin liderin ben değilim."

"Aslında öylesin," dedi. "Katrin Hükümdarı oluşunu arada unutuyorsun."

"Gerçeğin ortaya çıkışıyla sahte hükümdarlığımın sonu da gelmiş olmalı."

"Hükümdar oluşunun sahtelikle bir ilgisi yok. Sanırım Atlas ile bu konuları konuşmadınız. Sen görevinden ayrılacağını bildirinceye dek Katrin Hükümdarı'sın."

"O hâlde Atlas'a görevi terk ettiğimi bildireyim."

Kunter'in gözleri açıldı. "Görevini terk et diye söylemedim bunları. Hükümdar oluşun insan kandırmacasından ibaret değildi."

"Biliyorum," dedim. "Ancak bir iş yaptığım söylenemez. Hem yeni bir görevim var. Alışmam gereken yeni bir görev... Lider ruhlardan Yura'ya fena rezil oldum."

Kunter kahkaha attı. Bıkkınca verdim nefesimi. "Onlarla nasıl konuşmam gerektiğini bilemiyorum. Gülmek yerine yardımcı olmayı tercih edebilirsin."

"Alisa nedense seni liderlik ettiğin kişilerin karşısında sert konuşurken hayal edemiyorum," dedi Kunter. "İşin iyi yanı bunu yapmak zorunda da değilsin. Eminim ruhlar, senin onlarla konuşma biçimine takılmayacaktır. Biz bir cümlenin nasıl söylendiğine bakarız, onlarsa söylenen cümleye bakarlar."

"İşin başına hızlıca geçmek durumunda olduğumuz için günler önce seni tebrik etmekle yetinmiştim," diye ekledi Kunter. "Evine hoş geldin Alisa."

O, kış kokan rüzgâr yeniden esti. Yüreğimi dizginlemeye çalıştım. Kunter'e sıcacık bir tebessüm yolladım. Ardından onun yanından ayrıldım. İleride dizilen dağların eteğine doğru adım attım.

Sanki bir ağlamaya başlasam bir daha asla duramayacaktım. Kalbim tekliyordu. Kabullenmek, sandığım kadar kolay olmayacaktı. Kavuşmak ise sevinç yerine hüzün doğuruyordu. Bunca zaman neredeydin, diye soruyordu insan. Neden ayrı düşmek zorunda kaldık? Ben şimdi sana nasıl alışacağım? İnsan soruyordu sormasına ama cevaplar zihne uğramaya tenezzül etmiyordu.

Anladım ki, kış kokan rüzgâr, hasreti taşıyordu. Hiç görmediğim toprakların hasretini... Bir daha hiç göremeyeceğim toprakların, bedenlerin hasretini...

Bense derin derin soludum hasret kokan havayı. Belki hasret duymak, o kokuyu solumak kaderimin ileri zamanında yoktu. Belki bu sondur diye düşünüp derince soludum. Belki hissedip acı duymak, hissedememekten, hissedecek acının kalmamasından daha iyidir diye düşünüp soludum. Sonuçta son, acıya da ait olsa ızdırap verirdi.

Tines Nehri'nin uyumsuz dalgaları savrulup duruyordu. Ayağımın altından kayıp giden sular, o korunaksız sulara sığınmış karartılar yüreğimi kasıp kavuruyordu. Ben gelmiştim işte; buradaydım. Ruhlar neden kendilerine yuva olamayacak kadar engin ve soğuk sularda kalmayı tercih ediyordu ki? Leydi Demitre'nin gülünç bulduğu arzuları yüreğimde kendisine ait bir yer bulmuş ve gerekli gereksiz her şeyini oraya yerleştirmeye koyulmuştu. Ruhlara yetebilmek istiyordum. Onlar, yaşamak için benim varlığımı yeterli bulsun istiyordum.

Ezilen toprağın sesi beni kendime getirdi. Galen İlgar yanıma gelmişti. "Ruberya bize sunulduktan sonra birkaç araştırma yaptım. Eğer ulaştığım sonuç hakikati yansıtıyor ise Bay Timun Meir'i ele geçirmiş olmalı."

Yüzüm, ona henüz ulaşamadığı bir hakikati sundu. "Ah, Alisa, kusuruma bakma. Henüz bunlardan, diyarın parçalarından haberin yok, değil mi?"

Cevap vermeye lüzum yoktu. Lakin o, bana cevap oluşturmayı kendine görev bellemişti. "Bu topraklara gelindiği vakitlerde, Alsondro bölgesinde bir kitap bulunmuş; içinde, büyülerin peşine düşmüş Efendi Enda ve Leydi Katrina'nın bile bilmediği ve hayal dahi edemeyeceği büyülerin yazılı olduğu bir kitap: Meir. Ardından başka bir büyü kitabı Leydi Katrina tarafından yazılmış ve onun koruyucusu Quirinus Arx tarafından koruma altına alınmış: Sannur. Leydi Katrina oldukça erken bir sürede göç etmiş bu diyardan. Lakin Efendi Enda oldukça uzun yaşamış. O uzun yaşamının bir bölümünde ise yeni bir büyü kitabı yazmış: Aktis."

"Bu üç kitap, şimdiki büyü kitaplarında yer edinen büyülerin asıl, saf hâllerine sahip. Bu kitaplarda bir arzuyu ak ve kara büyüye dönüştürmenin yolları yazılı. Özellikle Meir kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen, yeni diyarların kapılarını açmak için yol gösteren bir kitap. Sanıyorum ki, Bay Timun onu ele geçirmiş. Yürüdüğü yolun bizler tarafından görünmez olmasının, sağlam adımlar atabiliyor olmasının nedeni bu olsa gerek."

"Sannur'dan haberim var," dedim. "Fakat diğer kitapları ilk kez sizin ağzınızdan duyuyorum. Öylesi bir kitap, herhangi birisinin ele geçirebileceği kadar korunaksız bir yerde mi duruyordu?"

"Roman İlgar döneminde çıkan savaş esnasında Meir kaybolmuş," dedi Galen İlgar. "Ki bu da oldukça tuhaftır kızım. Zira ben, bu üç kitabın Leydi Katrina'nın koruyucusunun yanında bulunduğunu sanırdım. Oysa kitabın ikisi, savaştan çok uzun zaman sonra, şimdiki zamanın yakınlarındaki bir dönemde Quirinus'a emanet edilmiş. Sannur yeniden yeryüzüne indiğine göre Qa'nın yanında yalnızca Aktis bulunuyor olmalı."

Efendi İlgar'a, sıraladığınız tüm bu isimler kimlere ait diye sormaya çekindim. Geçmişi bilen birinin yanında söze girmek, fikir beyan etmek zor olacaktı ama yine de aklıma doluşan fikirlerden birini dile getirebildim. "Kitaba Timun Bey değil de Eli Ran ulaşmış olabilir mi? Onun elinde tuttuğu güç, tartışmasız, Timun Bey'in fâni gücünden daha fazladır."

Galen İlgar sorumu es geçti. "Sorn bölgesinde Marilya Ormanı'nın iç taraflarında eski bir kütüphane bulunuyor. Orada bölgenin geçmişi hakkında yazılı olan tüm metinlere ulaşabilirsin. Metinler gerçek, dedikodu, söylenti, artık daha başka ne varsa hepsini içinde barındırıyor. Okuyacağın her şey hakikati sunmayacak sana; arada şaibeli olan, yalnızca bir uydurma olduğu apaçık belli olan birçok metin var. Öyle ya da böyle okuduğun şeyler sana bir şeyler katacak, sana özgü fikirlerin oluşmasına vesile olacaktır."

"Ben lafı dolandırmayı sevmem Alisa," dedi ardından. "Leydi D'nin aldığı kararın altında yatan kıymetli sebepler, gerekçeler vardır elbet. Lakin daha yolun başındasın. Ruhlara liderlik etmeyi şimdilik Efendi Ezra'ya bırak ve kendini geçmişi, oluşumları öğrenmeye ada. Sen daha kimlere liderlik edeceğini bilmiyorken çizdiğin yolun sağlam olmasını bekleyebilir miyiz senden?"

"Böyle düşünmeye hakkınız var," dedim dürüstçe. "Nitekim ben de aynı şeyleri düşünüyorum. Nereden başlayacağımı bilmiyordum. Sözleriniz gideceğim yolu çizdi bana. Teşekkürlerimi sunuyorum."

Güneşin yavaştan batmaya başladığı vakitlere dek birkaç gündür rutin hâline getirdiğimiz olayların, karşılamaların devamını sürdürdük. Güneşin batmaya kalkıştığı, etrafın kırmızılara boyandığı vakitlerde Ezra yanıma gelip artık saraya dönme vaktinin geldiğini bildirdi. Burada kalacak ekip hazırdı. Sistem, lider ruh Hadar'ın ekibi tarafından korunup, gözetilecekti. Olena'nın ekibi ve geriye kalan herkes yavaştan şehrin merkezine doğru, eski görevlerinin başına döndü. Sınır boşalmaya, geçit daha az çalışmaya başladı. O sıralarda Ezra saraya dönüş geçidini oluşturdu. Böylece sınırdan ayrıldık. Diğerleri saraya döndü, Ezra ile ben ise evimize dönmüş olduk.

Diğer herkes akşamı karşılamak için salona geçmişti. Bense yanıma aldığım Ezra ile sarayın en üst katındaki terasa geçtim. Teras, Olena sayesinde yaz mevsimini himayesi altında tutuyordu. Terasın dört köşesindeki sütunlar sarmaşıklarla çevrilmiş, altın korkulukların önlerine rengarenk çiçeklerin nefes aldığı saksılar konmuştu. Bedenlerini belli etmeye meraklı yıldızlar da terasın üstünü kapamış ve terasın bir parçası hâline gelmişti. Ay ise daha uzakta, karşı tarafta, başka başka yapıların parçası olmayı tercih etmişti.

"Kendimi eksik hissediyorum," dedim. "Fakat eksikliğim bu sefer ruhumda değil, zihnimde. Buraya ve sizlere dair çok az şey biliyorum. Bir müddet kendimi öğrenmeye adayacağım. Sonrasında yol göstermek ve hatta yol yaratmak için hazır olacağım. O vakte kadar ruhlarla sen ilgilen istiyorum... Yükünün hafifleyeceğini bekliyordun, değil mi? Fakat daha fazla yük olmamak için zihnimin dolması lazım."

"Emrinize amadeyim. Tamam veya natamam olun, bir önemi yok. Bizler için yalnızca varlığınız yeterli. Kendinizi bilgiye adadığınızda bunu da öğreneceksinizdir."

Altın korkuluğa bedenimi yasladım. "Efendi Galen bir kütüphaneden söz etti. Sorn bölgesinde bulunuyormuş. Sahi bu bölgenin adı ne? Zaman akıyor ama ben olduğum yerde sayıyorum. Geçmişi bırak, şu zamanın parçalarından bile haberim yok. Öğrenmem gereken çok fazla şey var."

"Lordabur bölgesindeyiz Efendim," dedi Ezra ve engin bir sabırla devam etti sözlerine. "Şehrin bölgelerini öğrenmek zor olmayacaktır. Çünkü Antropedos kurulduğunda, bölge yalnızca üç parçaya ayrıldı ve geçen zamanın gücü, bunu değiştirmeye yetmedi."

Gözlerinin rengi açıldı; zira zihni, solup gitmiş zamanının kapısına dayanmıştı. "Antropedos üç temsilciye binaen üç parçaya bölündü. Bölgelerden biri beni, bir diğeri Efendi Enda'yı ve sonuncusu ise Diamour'u temsil eder. Şu anda Diamour'un bölgesindeyiz. Gitmek istediğiniz yer, Sorn, Efendim Enda'nın bölgesidir."

"Burada Diamour'a ait bir bölge neden bulunuyor?" diye sordum. "O, Katrina Hükümdarı değil miydi?"

"Burası da Katrina'nın bir parçası," dedi Ezra. "Öte yandan Diamour yalnızca bir hükümdar değil; o, hem Leydi Katrina'nın koruyucusu hem de Efendim Enda'nın yarattığı koruyucu meleklerin başı."

"Leydi Katrina'nın koruyucusu mu? Efendi Galen bana başka bir isim söylemişti. Yoksa Leydi Katrina'nın birden fazla mı koruyucusu var?"

"Hayır," dedi Ezra. "Söylenen isimler tek bir kişiye ait. Kimisi, asıl ismi olan Quirinus Arx ismini kullanır; kimi, sanı hâline gelmiş Diamour'u kullanır; kimi ise, kısaca Qa veya A der."

"Leydi Katrina göçüp gideli çok olmuş. Fakat yine de Diamour'a onun koruyucusu olarak sesleniyorsunuz."

"Çünkü en nihayetinde o, bir koruyucu," dedi Ezra. "Ben de öyleyim. Ruhu özgür kalmamış canlılar olarak hepimiz öyleyiz."

Gök, giderek koyu maviye bürünüyor, yıldızlarsa giderek daha çok ışıldıyordu. O ışıltıların bazısı ise gökten kayıp gidiyormuş gibi gözüküyordu bana.

"İster miydin peki? Ruhunun özgür kılınmasını ister miydin?"

"Asla," dedi hızlıca. "Ruhumuz zaten bir bedenin içinde esir. Benim özgürlüğüm Efendi Ruh olarak yürüdüğüm bu yolda yatıyor. Bana, adımımı nereye atmam gerektiğini söyleyen zihnim ve ellerime bırakılan güç esaretin anahtarı rolünü oynuyor. Bunları yitirirsem, işte o zaman esir olmuş sayılırım."

Ezra'nın ruhu, ona emanet edilen bedenin vazifesini bir an için olsun unutmuyor; bedeninin, sonsuzluğa uzanan bir doğrultuda, varlığını yücelterek uzayıp gitmesini sağlıyordu. Bunun sebebi onun Efendi Ruh olmasından kaynaklanıyor olabilirdi. Fakat ruhuna işlenmiş incelikler onun Efendi Ruh olmasını sağlamış da olabilirdi.

"Koruyucu melekler, dedin. Ruhların yanı sıra koruyuculuk yapan melekler de mi var?"

"Melekler yalnızca Diamour'un koruyuculuğunu yapıyor," dedi Ezra. "Efendim Enda dışında koruyucu melek yaratan biri olmadı. Doğrusu, koruyucu melek yaratmayı bilen başka birilerinin olduğunu sanmam. Sannur'da veya başka büyü kitaplarında bile adı geçmeyen bir büyü bu. Efendim, zihninin içinde barındırdığı sırlarla göçtü bu diyardan."

"Odama geçince Myra kardeşlere bir not yollayıp, yarın onları ziyaret edeceğimi bildireceğim," dedim. "Narya kapsamlı bir büyü eğitimi almak istiyormuş. Kardeşlerden Narya'yı topraklarına buyur etmelerini rica edeceğim. Fakat sanırım, bunu yapmadan önce Narya ile konuşsam daha iyi olacak. Bu işi aradan çıkarınca kütüphaneye gideceğim ve bir süre oradaki kitaplarla haşır neşir olup, kendimi hazır hâle getireceğim. O zamana kadar, bugüne dek yaptığın işi yapmaya devam et istiyorum. Sonrasında ben de sana katılacağım."

Sohbet sona erince Ezra'dan Narya'yı buraya çağırmasını rica ettim. Ondan habersiz onun yararına dahi olsun bir eylemde bulunmak aşırı samimi olmadığımız için doğru gelmiyordu.

Birkaç dakikanın ardından Narya'nın bedeni teras kapısında göründü. Sakin ve hafif çekinik adımlarla yanıma ulaştı.

"Narya," dedim. "Konuya hemen gireceğim. Perla bana senin izlemek istediğin yoldan söz etti. Gerçekten hazırsan Alsondro sahipleriyle görüşme yapmak isteyeceğim."

Tuhaf bir şaşkınlık onu sarmaladı. "Evet, arzum bu yönde. Büyüğüm Perla sana tam olarak ne söyledi bilmiyorum ama..."

"Savaş için kendini geliştirmek istiyormuşsun."

"Sebeplerden biri bu, evet. Fakat bundan ibaret değil. Savaş sona erince de eğitimlere devam etme niyetindeyim. Nitekim gelecekte Katrin topraklarında bölgenin şifacısı olarak hizmet vermek istiyorum."

"Öyle mi?" dedim. "Bundan bihaberdim. Katrin'de sunacağın hizmet için Alsondro'da eğitim mi alacaksın?"

Birkaç adım daha yanaştı bana. "Katrin'de almam gereken eğitimleri aldım. Buralarda, yani Katrin'de kadim bir büyü eğitmeni kalmış değil. Bilge Valmir uzun yıllar evvel eğitim vermeyi bıraktı. Bölgenin şifacısı Leydi Medora ise kimseye eğitim vermeye meraklı değil. Tek seçeneğim Alsondro'ya gitmek. Bu isteğimden ailemin haberi vardı; eğer ortalık karışmasaydı şu anda sizin attığınız adımları onlar atıyor olacaktı."

"Bölgenin şifacısının bir vârisi yok mu?"

"Hayır," dedi Narya. "Gönüllü kişilerin yüksek eğitimler alması sonucunda bölgenin şifacısı seçiliyor. Bu yüksek mertebeye hak kazanan kişi normalde yedili sistemin başında yer alan din adamı tarafından seçiliyordu. Lakin bundan sonra bu yöntemde değişiklik olacağı kesin."

"Bu kadar kolay mı?" dedim biraz hayretle. "Eğitim alacak ve başvuru yapacaksın, öyle mi? Bölgenin şifacısı olmak için daha zorlu koşullardan geçtiğinizi sanıyordum."

Narya biraz durgunlaştı. "Asıl zorlu kısmı alınan eğitimler veya o kadar kişi arasından seçilecek kadar şanslı olma ihtimalinde değil. Bölgenin şifacısı kabul edilen kişi tüm kimliğinden ve soyundan arınmak zorunda kalıyor. Ailesinin yadigârı olan soy ismini kaybetmekle kalmayıp, en yakınından en uzağına kadar her türlü isimle ilişkisini kesme ve herkesten, her şeyden bağımsız olma zorunluluğu ile yüzleşiyor."

Kaşlarım çatıldı. "Böyle bir şeye hazır mısın peki? Ailenden ve soyundan kopup, sevdiklerinden uzaklaşmayı becerebilecek misin?"

"Her şeye aynı anda sahip olamayacağımızı fark edeli çok oluyor," dedi Narya, yaşına rağmen büyük bir olgunlukla. "Hayata geçirmeye merak saldığımız arzuya sahip olmak için, hayatımızın büyük ve anlam dolu bir kısmından feda etmemiz gerekiyor. Henüz genç olduğum için tüm bunların, bu iddialı sözlerin geçici ve önemsiz olduğunu ve ileride fikrimin değişeceğini düşünebilirsin. Fakat arzum, yılların getireceği bilgi ve anlayışın çürütemeyeceği tazelikte."

"Sandığın gibi, arzunun geçici bir heves olduğunu düşünmüyorum. Nitekim gençlik yıllarında insana hükmeden hislerin, hayattan alacağını almış kişilerin yüreğine yerleşen hislerden daha samimi olduğunu düşünürüm. Çünkü inanıyorum ki, yaşlılıkta hissedilen duyguların çoğu, artık hakikate ulaşmış bedenlerin zorunlu hisleridir. Onlar yüreğinde, hissetmek istediklerini değil, hissetmek zorunda bırakıldıkları hisleri besliyorlar."

"Herhangi birinin hevesini kırmak bana yakışmaz," diye devam ettim. "Sana nasihat verecek kadar yürüdüğün yola hâkim değilim. Duymak istediğin ve duymaktan kaçındığın şeyleri sana, bunca zaman seninle birlikte nefes almış biri söylemeli; ben değil. Benim yapacağım tek şey, yarın Alsondro'ya gidip, Myra ailesinden seni topraklarına kabul etmelerini rica etmek olacak."

Hafifçe eğdi başını. "Teşekkür ederim. İyiliğinizi unutmayacağım."

Terastan ayrılıp odama geçtim. Önce pencereyi açtım. Ardından Alsondro'ya gidecek notu yazmaya başladım. Not tamamlandığında ezbere bildiğim büyüyü yapıp, küçük notu Alsondro topraklarına doğru gönderdim.

Bölüm : 14.02.2025 20:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...