23. Bölüm

23. Bölüm

Mera
mera01

Dün alınan karar bugün uygulanmamış, Ruberya'da saklanan gerçekler halka bildirilmemişti. Bana gelen haberler bu yöndeydi, sanırım yarını bekleyeceklerdi. Öğle vakitlerinde Atlas'tan gelen not tüm planlarımı mahvetmiş ve hiçbir şey yapamadan günün ellerimin arasından kayıp gitmesine neden olmuştu; güneş gökyüzünü terk etmiş, akşam olmuştu. Hazırlanan ordudaki ruhlarla talim yapmak şöyle dursun daha onlarla tanışamamıştım bile. Çünkü Atlas'tan gelen notta, benim bu isteğim üzerine, bana yardımcı olması için Kunter'i buraya, Antropedos'a göndereceği yazıyordu. O nedenle ruhlarla tanışma faslını erteleme kararı almıştım. Atlas'ın bir aralar şüphelendiği kişiyi buraya yollaması, hele bir de benimle birlikte ruhlara eğitim versin diye yollaması, hiç beklediğim bir şey değildi. Notu okuduğumda şaşakalmıştım.

Eksik parçaları doğru birleştirememiş olma ihtimalim vardı ama yine de, Atlas'ın sözlerinin aksine Kunter'in adının temize çıktığını seziyordum. Öyle olmasaydı bu tehlikeyi göze alıp onu buraya yollama gafletine düşmezdi. Kunter'in masumiyeti kanıtlansa bile mirasçılar arasında suçu kanıtlanmış bir isim vardı. Bu, yüreğimde bir noktanın devamlı olarak ızdırap çekmesine yetiyordu. Perla'nın dudakları arasından öylece çıkan sözler hâlâ kulaklarımdaydı. O cümlelere fazla mı anlam yüklüyordum ki? Belki bir önemi bile yoktu. Önemsiz olsa bile, bir anlam ifade etmeyecek olsa bile o sorumsuz sözler zihnimden silinip gitmemek için direniyordu. Sözlerin sahibine feryat edemiyor lakin içten içe kızıyordum. Perla yeri geldiğinde fazla sorumsuz olabiliyordu; canına karşı beslediği bir gamsızlık vardı. Kunter'in esaretinin son bulması aramızdan en çok Perla'yı sevindirmiş olmalıydı. Mirasçıların birbirlerine olan tutumları benzer olmasına karşın Perla yeri gelince soğukkanlı olmayı beceremediği için onların arasından sıyrılıyor, duygusal yönüyle kendini belli ediyordu. O sözlerini ise duygusallığına bağlamak gibi bir hataya düşmeyecektim.

Akşam olmuştu olmasına fakat Kunter hâlâ gelmemişti. Geçidin bu kısmını korumakla görevli Ezra da bahçeden dönmemişti. Sabırla büyük salonda beklemeye devam ettim. Salondaki kubbeli, geniş pencereler ayın görkemli görüntüsünü gözler önüne seriyordu. Salona dolan mehtap karanlığın yuttuğu detayları az biraz belli ediyor, beyazlığını odanın içine dolduruyordu. Aya eşlik eden yıldızlar, sönmeye yüz tutan mum gibi yalnızca etraflarındaki küçük bir çemberi aydınlatmaya yetiyordu. Yine de silinmek yerine bölgelerinde kalmaya devam ediyorlardı.

Sarayın ana kapısının açılma sesini duyunca arkamı dönüp birilerinin gelmesini bekledim. Nihayetinde salona Ezra'nın peşi sıra Kunter ve Narya girdi. Kunter sanki bir haftayı aşkın süre boyunca tutsak edilmemiş gibi gücünden bir şey kaybetmemişti; hatıralarımda bulunan en eski hâlinden eksik kalır bir yanı yoktu. Narya ise son gördüğümden bu yana daha iyi bir hâldeydi; sanki Katrin bölünmeye başlamamış, şüpheliler listesinde sevdiklerinin adı yazılı değilmiş gibi ya da tüm bunlar önemsiz birer detaylarmış gibi gün geçtikçe direncini arttırmaya devam ediyordu. Onun buraya gelmesini beklemiyordum. Aniden alınmış bir karar olmalıydı.

Önce Narya ile ardından Kunter ile selamlaştım. "Narya, senin de geleceğinden haberim yoktu."

Birlikte, artık süs gibi durmak yerine kullanılmaya başlayan oturma alanına geçtik. Yanıma oturan Narya'nın bakışları üzerimdeydi. "Son dakika alınan bir karardı. Geç kalma sebebimiz de bu. Umarım fazladan bir kişi için yeriniz vardır."

"Buraya ilk gelişin değil," dedim. "Çoktan sana ait bir yer bulunuyor." Kunter'i zorla ayağıma getirmişim gibi hissettiğim için açıklama yapma gereği hissettim. "Atlas'tan buraya birini göndermesini istememiştim. Aldığı karar bana da sürpriz oldu."

"Katrin'deki orduyla ilgilenen insanlar hâlihazırda bulunuyor zaten. Buraya gönderilmem yerinde oldu. Ayrıca, anladığıma göre, bu kararı Atlas değil Bilge vermiş."

"Tahmin etmeliydim," dedim. "Ruh ordusuyla ilgilenmek istediğimi duyunca verdiği aşırı tepkiden belliydi bir şeyler yapacağı."

"Ben de buradaki ordu için büyülü silahlar hazırlamaya geldim," dedi Narya. "Aslında bu görev için büyüğüm Perla düşünülmüştü. O da gelmeye ve özellikle seni görmeye çok meraklıydı ama ruh ordusuyla ben ilgilenmek istedim. Onlar da isteğimi hoşgörüyle karşıladılar. O, hâlihazırda Katrin'de hazırlık yapıyorken benim de burada hazırlık yapmam daha doğru olurdu."

Narya'nın heyecanı, merakı dipdiriydi. O heyecan ve merak ne olursa olsun canlılığını yitirmeyecek gibi sağlamdı. Onun bu hâllerine çokça saygı besliyordum.

"Buraya asıl geliş nedenin ruhlara olan merakın Narya," dedi Kunter. "Kimseyi kandırmaya çalışma."

"Kim demiş birilerini kandırıyorum diye? Merakımın olduğu koca bir gerçek ama hakikaten Katrin'de yapabileceğim bir şey yoktu. Büyüğüm her şeyle ilgileniyor, bana bir şey kalmıyor."

"Ruhların kullanacağı silahlar farklı olduğundan yapılacak büyüler de farklı," dedi Ezra. "Umarım buraya bunun bilincinde olarak gelmişsinizdir."

"Tabii ki de!" dedi Narya. "Buraya bir çanta dolusu büyü kitabıyla geldim, endişe etmeyin."

"Madem orduyla ilgilenecek dört kişiyiz, ikişer gruplara ayrılıp eğitim verelim," dedim. "Siz kılıç talimleri yaptırın, biz de Narya ile ok kullanacak gruba talim verelim."

Narya'nın saf merakı gözlerini Ezra'dan almasının önüne geçiyordu. Onun bu hâlleri içten içe beni gülümsetti. "Ya da istersen Ezra ile birlikte sen talim ver Narya. Biz de Kunter ile birlik oluruz."

"Ne? Yok, hayır! Sen iyisin, yani, seninle hareket edeyim ben."

Erkeklere doğru döndüm. "Artık hanginiz hanginize göz kulak olur bilemiyorum."

"Burası benim şehrim," dedi Ezra. "Kimin kime göz kulak olacağı ortada."

Kunter bir tepki vermedi. Dışarıdan bakılınca tutsak kaldığı zamanların etkisini görebilmek pek olanaklı değildi ama sanki zihni, geçmişte bir anda, belki de tutsaklığında kalmış gibi, derin düşüncelere dalıyordu.

"Büyüyü henüz yapmayacakmışsınız," dedi Narya. Ses tonunda merakın tohumları yatıyordu. "Bilge Valmir pek bir şey paylaşmadı. Yoksa yolunda olmayan şeyler mi var?"

Narya ile saatler, günler geçirmek beni zorlayacaktı. Onda, bana bir zamanlarki kendimi hatırlatan şeyler vardı. Keşke ellerine dokunduğumda zihnime yuvasını kurmuş her bilgi, düşünce ve hissi ona akatarabilseydim. Şayet yapabilseydim yapar ve onu, onu rahatsız eden karanlığın içinden çekip alırdım.

"Valmir, Ruberya'yı büyü yapmak için kullanmayı israf olarak gördü," dedim. "Ruberya'nın barındırdığı bilgileri Ruberya aracılığıyla halkla paylaşmak istiyor. Öteki türlü başımıza yeni belalar açılacağına inanıyor."

Kunter'in yüzü sıkıntıyla kasıldı. "Valmir, halka olayları bildirme konusunda fazla ısrarcı. Belki de bildiği şeyler neticesinde bizi bu yola yöneltmek istiyordur."

"Şüphesiz, sahip olduğu dirayet sayesinde görebildiği şeyler olmalı," dedi Ezra.

"Orası öyledir elbette," dedi Kunter. "Neyse ki bu kararı alma sorumluluğu bizim üzerimizde değil."

"Peki ya dönüş büyüsü nasıl yapılacak?"

Yanıt dudaklarımın arasından çıkmadı. Bahsi geçen kitabı bilmediğimden sözü Ezra'ya bırakma kararı aldım.

"Sannur Büyü Kitabı'nda yer alan büyüyü kullanacağız," dedi Ezra. "Diğer büyü kitaplarında ulaşabileceğimiz farklı seçenekler bulunmuyor."

"O kitaba sahip olduğumuzu bilmiyordum," dedi Kunter. "Yıllar evvel bir şekilde bu topraklardan silindiğini düşünüyordum."

"Hayır, Sannur elimize ulaştığı andan itibaren hep bizdeydi," dedi Ezra. "Lakin herkesin bilmesine gerek yoktu. Ağır bir kitap, hâliyle bedenlerde bıraktığı yükte ağır. Bugüne dek onu gizlemem gerekiyormuş gibi hissettim. Zaten Katrina Hükümdarı Efendi Diamour'un da isteği bu yöndeydi."

Konu çok derinleşmeden Ezra yerinden kalkıp Kunter'e kalacağı odayı göstermeye gitti. Narya kalacağı odanın nerede olduğunu bildiğinden yanımdan ayrılmadı. Buraya ilk defa geliyormuş gibi her bir detayın üzerinde uzun uzun dolanıyordu bakışları. Salonun içinde tur atan bakışları onu inceleyen gözlerimi yakaladı.

"Uyumak isteyebilirsin," dedim. "Yapacak işlerimiz olduğundan sabah erken saatlerde kalkacağız."

"Ruhlar da uyuyor mu?"

Narya'nın sorusu beni dumura uğrattı. Açıkçası bilmiyordum. Etrafımda yalnızca bir tane ruh vardı. Diğerleri benden çok uzaktaydı.

"Bilmiyorum. Lakin Ezra pek uyuyor gibi gözükmüyor. Her an her yerden çıkıyor, geç saatlerde olsak bile."

"Belki o Efendi Ruh olduğu için uykuya ihtiyaç duymuyordur ama diğer özgür ruhlar uyuyordur." Sözlerini saçma bulmuş gibi burun kıvırdı. "Ah, sanmıyorum! Efendi Ruh'a sormaya ne dersin? Sonuçta o senin koruyucun, sana cevap verecektir."

"Eğer sorarsan sana da cevap verir." Ayağa kalktım. "Gel, odana kadar sana eşlik edeyim."

Narya'yı kendisine ait odaya bıraktıktan sonra kendi odama geçtim ama Ezra geldiğinde odaya girmesi gerektiğini anlasın diye kapıyı kapatmadım. Kaldığım bu odaya bağlanan bir balkonun olmaması çok kötüydü. Aslında üst katta sıralanan balkonları görebiliyordum ama üst kata çıkma zahmetinde hiç bulunmuyordum.

"Ezra," dedim, pencereye yansıyan görüntüsünü gördüğümde. "Demitre'den bir haber yok mu?"

Ezra yavaşça kapıyı kapatıp yanıma geldi. "Hayır, henüz haber yollamadı. Açıkçası onun neyi beklediğini anlamak beni zorluyor."

"Beklemesinin bir nedeni olmalı. Her neyse, zaten bu sürecin uzayacağını biliyordum. Göze aldıklarımın arasında bu da vardı."

"Sizi, Efendi Alisa ile iletişime geçirecek sistem hazır," dedi. "Leydi Demitre'yle görüştükten hemen sonra sizi oraya götürmemek için bir nedenim kalmayacak."

"Bunun uzun süreceğini söylemiştin. Ama görüyorum ki, çok da uzun sürmemiş. Hatta epey kısa sürmüş. Bu, bu kadar kolay mıydı?"

"Kolay değil," dedi. "Lakin, beni bu yolun sonuna kolayca ulaştıran birkaç ayrıcalığım var."

"Gizemlerle dolusun Ezra." Narya'nın merak duyduğu şey aklıma geldi. "Uyuyor musun peki? Yoksa insanların aksine bedenin uykuya ihtiyaç duymuyor mu?"

Ezra, sorduğum soruyu bir hayli garipsedi. Bunun sebebi; ona, ona dair pek bir şey sormuyor oluşum olabilirdi. Ruhları soruyor ama kendisine dair detayları pek sormuyordum.

"Özgürlüğe ulaşan ruhlar uykuya ihtiyaç duyuyor," dedi, şaşkınlığı sona erince. "Ben de çok nadiren de olsa ihtiyaç duyuyorum. Lakin efendilerimin gücü beni besliyor, o güç de yorgunluğu hissetmemin önüne geçiyor."

"Bunu öğrendiğim iyi oldu." Ağır nefesim odanın içinde süzüldü. "Yarın için heyecanlıyım. Ruhlarla nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyorum. Tamam, sen de bir ruhsun ama sana alıştım. Artık bana yabancı gelmiyorsun. Ama onlar benim için çok yeniler. Özellikle yapmaktan kaçınmam gereken bir hareket, söylemekten sakınmam gereken bir söz var mı?"

Anlayış bu sefer de Ezra'nın göz bebeklerinde parladı. Orada parlayan başka bir his daha vardı ama onu okuyamadım.

"Endişeleriniz lüzumsuz. Ruhlarla kolaylıkla iletişim kurup, onlarla sağlam bir ilişki kuracağınıza eminim. Bir insana nasıl davranıyorsanız veya nasıl davranmanız gerekiyorsa onlara da öyle davranın. Fazlasına gerek yok."

Yüreğimde ezilen, ezildiği için beni, ruhumu kıyan bir his yatıyordu. Açılma fırsatı yakalayamamış konu, bu his yüzünden, daha fazla, kalbimin derinliklerinde bir ukte, bir boşluk, bir sızlanış olarak kalamayacaktı. Cesaretimi topladım. "Tanışmamız epey çirkin gerçekleşmişti. Özür dileme fırsatım olduysa da, sanırım cesaret edip konuyu açamadım. Tepkilerim, tavırlarım veya sözlerimden biri seni kırmamıştır umarım."

"Kırmadı," dedi Ezra. Düşünmek için kendisine zaman dahi tanımamıştı. "Kırması beklenemez de. Sakladığım şeyler yüzünden size karşı beslediğim sorumluluk dolayısıyla size kırılma hakkını kendimde görmüyorum. Vakti gelince bir özür dilenecekse o özrü ben dileyeceğim."

"Bazen bazı şeylerin saklı kalması gerekir," dedim. "Bu yüzden size karşı bir kırgınlığım, dargınlığım yok. Belki eskiden vardı ama artık yok. Kendini, büyük bir suç işliyormuş gibi hissetme. Evime dönebilmem için tehlike saçan bir kitabı ortaya çıkartıyorsun. Eksik bıraktığın kısımlar, yardımların neticesinde kapanıyor."

"Umarım o gün geldiğinde de hâlâ böyle düşünüyor olursunuz."

Nedendir bilinmez büyük bir boş vermişlik vardı. Akan ve geri alınması imkânsız zamanın bir önemi yokmuş gibi, yarım bırakılan hayatımın devam etmesine gerek yokmuş gibi bir boş vermişlik vardı üzerimde. Yine sonuca odaklanmıştım. Nihayetinde evime dönecektim ve eksik kalan kısımların o zaman bir önemi olmayacaktı.

"Beni zorlayacak olsa bile böyle düşünmeye çalışırım," dedim. Bakışlarım, gitgide daha çok koyulaşıp, koca bir ıssızlığa dönüşen göğe çevrildi. "O kuzgunu bir daha göremedim. Onun nerede olduğuna dair bir bilgin var mı?"

"Sarayın etrafında dolanıyor olmalı. Gerekmedikçe çok uzaklaşmıyor."

"Efendinin ruhu o hayvanın içindeyken sana yarar sağlıyor mu gerçekten?"

"Gözle görülür bir yararı yok lakin efendisiz dolandığım süreler boyunca oyuklarından gücümün aktığı delik deşik bedenime dayanak olmuştu."

"Diğer ruhlar bunu bilmiyor mu?"

"Hayır, daha önce de söylediğim gibi bu durumdan yalnızca Leydi Demitre'nin haberi var. Bu listeye bir de siz eklendiniz, o kadar."

"Bu, bu şekilde nereye kadar daha devam edecek?" diye sordum endişeyle. "Bunun iyi bir şey olduğuna dair inancım zayıf. Ayrıca o, kendi hâlinden memnun mu?"

"Kulağa aykırı geliyor olmalı ya da sapkın. Lakin ilk efendimi terk etmek gibi bir niyetim yok."

"Yeri geldiğinde insanların hislerini bile anlamakta zorlanıyorum, seninkileri nasıl anlayabilirim ki? Amacım sana kendini kötü hissettirmek değil. Lakin Ezra yaşayanlar, yaşamı benimsediği gibi ölümü de kabullenmeyi bilmeli."

Ezra'nın aklı başka diyarlara, başka ihtimallere kaydı. "Yapma niyetinde olduğum tüm her şeyi duysanız ne tepki verirsiniz acaba?"

"Bu kuzgun meselesi... Onun için diyara zarar veren bir büyü yapmış olmalısın," dedim. "Peşinden koşturduğumuz, alt etmeye çalıştığımız kişilerin yolundan ilerliyorsun. Niyetleriniz, zayıflıklarınız ayrı olsa da yolunuzun sonu aynı yere varıyor. Korktuğun kişiliklere dönüşmeden evvel arzularını ölçüp tart. Demitre seninle olan bağını tamamen koparmış değil. Sonrasında da asıl efendin Alisa'ya kavuşacaksın. Bir zamanlar eksilen parçalarını yenilemen ve kendinle birlikte halkını toparlaman için önüne bir fırsat konmuş olacak. O zamana dek sabredebilirsin diye düşünüyorum."

Ezra'nın direnci kırıldı. Önce bir şey söyleyecek gibi oldu ama sonrasında vazgeçti. Neden sonra, "Sabredebilirim," dedi. "Ancak o gün geldiğinde arzuma kavuşamazsam diye korkuyorum."

Gece, uyku bana uğradı lakin bu sefer onu kovan kişi olmak zorunda kaldım. Zira gün ağırıncaya dek Ezra ile birlikte koyu bir muhabbete tutulduk. Bahsettiklerimizin çoğu bir noktadan sonra önemsiz, sıradan, saçma ve gereksiz şeylere dönüştü. Lakin biz yine de konuşmayı sürdürdük. O, gücünü yitirme korkusundan arındı; ben, evime dönemeden yaşamımı tamamen unutmuş olma korkumdan arındım. O, Efendi Ruh kimliğinden sıyrıldı; ben, başka diyara savrulmuş yabancı kız kimliğimden sıyrıldım.

Güneşin ilk ışıkları sarayın bahçesine düştüğünde bile devam ettirdik sohbetimizi. Güneş bedenlerimizi ısıtamadı, serince ve bazen sertçe esen yel bedenlerimizi daha çok sarstı. En sonunda havanın gücüne yenildik ve daldığımız denizin derin sularından kafamızı dışarı çıkardık. O, ordunun başındaki kişileri sarayın arka bahçesinde, bayağı ilerideki açık alana getirmek için odamı terk etti. Ben de onun ardından odadan çıktım. Biraz oyalanarak merdivenleri inmeye başladım. Büyük salona yönelmek niyetindeydim ama sarayın çıkışına doğru ilerleyen Kunter'i görünce vazgeçtim. Onu yakaladığımda kısaca selamlaştık.

"Umarım yabancılık çekmemiş ve rahatça uyumuşsundur."

"Hiç yabancılık çekmedim," dedi. "Lakin Antropedos'un tuhaf bir havası var. Kesintisiz bir uyku çekemedim."

"Buraya alışana dek hava biraz boğabiliyor, evet. Daha önce bu şehre gelmemiş miydin?"

"Hayır," dedi. "Ta çocukluk yıllarımda burası eski havasını çoktan kaybetmişti. Demitre'nin esaretinin ardından sahipsiz kalmış bir şehirdi. Buraya gelmek insanların arzusu olmaktan çıkmıştı."

Bahçeye çıktığımızda arka tarafa yönelmek yerine merdivenlerin başında, kenarları oyulmuş sütunların yanında dikildik.

"Fakat yeniden canlanıyor," dedim. "Ruhlar çoktan buralara yerleşmeye başladı. Belki eski havasını yeniden kazanır."

"Eski havasını kazanamaz," dedi. "Eksilen, kaybedilen şeyler varken bu imkânsız. Fakat eskisi gibi olmasa da, bu canlanmalar neticesinde kendine özgü yeni bir hava kazanabilir."

"Eskinin yerini hiçbir şeyin tutamayacağını düşünüyor olmalısın."

"Eski, sahip olduğu şeyler dolayısıyla önüne konulan sanlara sahipti," dedi Kunter. Bakışları, sarayın önüne çekilen uzun duvarların ve koca kapının izin verdiği müddetçe görülen, ruhların doldurmaya başladığı şehir manzarasının üstünde dolanıyordu. "Şimdinin sahip olduğu şeyler eskinin sahip olduklarından daha farklı. Hâliyle kazanacağı sanlar da farklı olacaktır."

"Aslında haklısın," dedim. "Lakin bu, yeninin eskiye nazaran daha kötü ve kıymetsiz olacağı anlamına gelmiyor."

"Elbette gelmiyor. Belki bu hâliyle Antropedos daha güzel bir manzaraya ev sahipliği yapacak ve yıllar geçtikten sonraki anlatılarda daha güzel kelimelerle betimlenecektir."

Sarayın içinden gelen takırtıya döndüm. Narya hafif koşar adımlarla yanımıza geliyordu. Bahçeye çıkınca ikimize karşı reverans yaptı. "Talim yapmak için harika bir gün! Baksanıza güneş tepede parlıyor ama sıcaklığı insanı bunaltacak gibi durmuyor. İlerleyen saatlerde yağmur da yağmazsa keyfimize diyecek söz yok!"

Narya'nın sözleri Kunter'i gülümsetti. Büyük ihtimalle, Narya'nın bu kadar hayat dolu olmasına gıpta ediyordu.

"Yağmurun yağacağını sanmam," dedim. "Fakat bugün talim yapacağımızı da sanmıyorum. Anca ruhlarla tanışabilir ve detaylı bir plan çıkartabiliriz gibi duruyor."

"Ah, başlangıçlar hep en zor ve en sıkıcı olan kısımlardır!" diye isyan etti Narya. "Ama sanırım, ruhlarla tanışacağımız için bu başlangıç sıkıcı olmaktan ziyade gerici olacak gibi. Sen diğer ruhlarla tanıştın mı? Onlar da Efendi Ruh gibi mi?"

"Tanıdığım tek ruh Ezra. Diğerleriyle ben de yenice tanışacağım."

Beraber sarayın arka kısmına ilerledik. Buralar daha çok benim bildiğim yerler olduğundan onlara ben öncülük ediyordum. Genişçe uzanan açık alana vardığımızda, Ezra'yı arkasına dizdiği beş soluk beyaz bedenle bizi beklerken bulduk. Ezra, geceki konuşmalarımız esnasında bu beş ruha benim gerçeğimin bir kısmını açıkladığını, o yüzden onların yanında bu diyardaki Alisa'ymışım gibi davranmak için çaba harcamama gerek olmadığını söylemişti. İlk duyduğumda benden habersiz böyle bir işe girişmesini yadırgamış olsam da kafam boşaldıkça aldığı kararın parlak noktalarını görebilmiştim. Ruhlar bizi görünce ellerini önlerinde birleştirip bizi selamladı. Onlara aynı şekilde karşılık verdim.

"Sadece bu kadar mı ruh var?" diye dehşetle sordu Narya.

"Maalesef Efendim," dedi Ezra. "Yalnızca beş kişilik bir orduyla savaşa gireceğiz. Neyse ki, biz ruhları öldürmek o kadar kolay değil. Şansımız da yaver giderse savaşı kazanacağızdır."

Kendimi tutamayıp güldüm. "İyi ki siz ikinizi bir takım hâline getirmemişiz."

"Ay, pardon!" dedi Narya. Sonra ruhların karşısında saygıyla eğildi. "Elbette çok güçlüsünüzdür. Ben, ordunun yalnızca bu kadar kişiden oluştuğunu düşünme gafletine düşünce, kesin kaybedeceğiz diye düşünüp öyle tepki verdim."

Beş ruhun tam ortasında duran kadın ruh, "Ordu elbette bizimle sınırlı değil," dedi. Dingin bir ses tonu vardı. Neredeyse beline dek uzanan dümdüz beyaz saçları teniyle ölesiye uyuşuyordu. "Savaşçı ruhlar yolun ilerisindeki karargâhta konaklıyor. Yalnızca bugünlüğüne onları temsil etmek adına buradayız." Sonra hepimize ayrı ayrı, dikkatle baktı. "Ben Olena, ordu için gerekli büyülü silahları icra etmekle yükümlüyüm." Sonra yeniden saygıyla eğildi. "Bunlar da ordunun diğer silah yönetimlerinden sorumlu dostlarım Notus, Silas ve Yura ile Hadar." İki yanında dikilen dört erkek ruh da yeniden selamladı bizi.

Ezra birkaç adım öne çıktı. "Olena size büyülü ok ve kılıçların ucuna sürülecek büyülü jel yapımında yardımcı olacak. Zaten burada büyülerle içli dışlı bir kızımız daha var ve sizin de bedeninizi pek yormamanız gerekiyor. Efendi Kunter ve lider ruhlar ile ordunun kılıç eğitimine biz göz kulak oluruz."

"Sen nasıl istersen Ezra," dedim. "Zaten sen orduyu topladığın gibi eğitimin detaylarına da karar vermişsin."

"Kaybedecek vaktimiz yok. Açıkçası bize bahşedilen zaman hakkında bir bilgimiz yok. Düşman, kendi yolunu yıllar evvel pür dikkatle oluşturmuş. Oyalanmamakta fayda var."

Ardından Olena, beni ve Narya'yı, bahçenin sol kısmında uzanan yolun ulaştığı, bölgenin bitki ve şifa deposu olarak kullanılan yapıya götürdü. Geniş ama kısa merdivenin iki yanında bulunan sütunların boyu ancak yapının boyuna dek uzanıyordu. Yapı genişçe açılıyor ama gördüğüm kadarıyla boyuna çok uzamıyordu. Betondan yapılma ama her köşesine gerek sarmaşıklar gerekse renkli çiçekler konulmuş yapının içine girdik. Burası az çok şifa merkezine benziyordu.

"İşte burada gereken her türlü malzememiz var," dedi Olena. "Ben ve birkaç arkadaşım bugüne kadar biraz hazırlık yapabildik ve şurada gördüğünüz," eliyle sağ tarafta duran, demirden yapılma ok kutularını gösterdi, "okları hazır ettik. Aslında bizim büyülü ok yapmamıza pek hacet yok lakin yine de daha etkili oldukları için tercihimiz bu yönde."

Narya merakla her detayı incelerken benim de ondan geri kalır bir yanım yoktu. "Sahi, sizi öldürmek için bir büyü mü gerekiyor?"

"Evet," dedi Olena. "Kılıçlar, bıçaklar, oklar ve daha nice keskin aletler eğer Ezur Büyüsü'ne bulanmamışsa bizi öldüremez." Zarif ama soluk yüzünü bize döndü. "Lakin Ezur Büyüsü'ne bulandıysa da bu sefer o aletler siz insanları öldüremez. Zira Büyü, adını aldığı Ezur bitkisinden yapılıyor ve bu bitki, insanların açık yaralarını hızla iyileştirme gücüne sahiptir. Anlayacağınız üzere Efendim, karşımızdaki kişiler sizlere ve bizlere özel ayrı aletler kullanmak zorunda. Bu da onların işini bir hayli zorlaştıracaktır. En azından gruplara bölünmeleri gerekiyor. Birileri yalnızca siz insanlara, birileri de yalnızca biz ruhlara saldıracak."

Bu bilgiler Narya'nın da bildiği ama hiç şahitlik etmediği olaylara aitti. Her ne kadar yardımcı olmaya ve bizimle savaşmaya istekli olsa da savaşın konusu her açıldığında göz bebekleri titriyor, vücudu sarsılıyordu. Perla'nın bir zamanlarki arzusunun nedeni tüm şeffaflığı ile artık gözlerimin önündeydi. Narya fazla küçüktü; tüm bu dramın rengine boyanmak bir yana dursun tüm bunlara şahitlik etmek için bile çok küçüktü. Kendimi kötü, savunmasız ve aciz hissettim. Onu bu enkazdan uzaklaştırmanın, bir süre başka güzel hayatların peşine takmanın bir yolu gerçekten de yok muydu?

Yüreğim bun ile kavruldu. Onun gözlerinden sakınarak Olena'ya döndüm. "Bu, bir noktada onların tökezlemesine neden olacaktır. Sonuçta savaş boyunca karşılarında görmek istedikleri bedenleri her daim göremeyecekler."

"Aynen öyle Efendim. Bizim de beklentilerimiz bu yönde. Bize umut veren en temel şeylerden birisi de bu."

Olena sağ taraftaki malzemelerin dizildiği alana yöneldi. Narya da onun peşine takıldı. Narya'nın peşinden sessizce ilerlerken kapının önündeki kuzgunu fark ettim. Kuzgunun Ezra'nın ilk efendisinin ruhunu taşıdığını öğrendiğimden beri içimde korkunç yaratıklar tarafından kenarları deşilmiş, o kenarlarda hâlâ sıcak kanların bulunduğu, çok derin olmayan ama derin derin eza veren, nihayete doğru genişleyen bir boşluk, bir kuyu meydana gelmeye başlamıştı. Kuşkusuz, o korkunç yaratıkların bedenleri gerçeklerin acımasızlığına ve zalimliğine aitti. Sivri pençeler, oluşturdukları kuyuya izini bırakmıştı ama hemen gitme niyetinde değillerdi. Yeni bir iz daha bırakmak ve soğuk bedenlerinin varlığını hatırlatmak için kenarda, biraz uzaklarda ama kolayca kuyuya ulaşılabilecekleri bir yerde sinsice kıvrılmışlardı. Gerçekliğe geri dönmeyi başarabildiğimde Olena ile Narya'nın konuşmasına kulak verdim.

"Neyse ki, büyülü jellerinin yapımı bildiğim aşamalardan geçiyormuş," dedi Narya. "Bu jellerin bir zamanlarki savaşlarda sık sık kullanıldığını okumuştum. Yeniden kullanılmaya ihtiyaç duyulmasını beklemiyordum."

"Her şey geçmişin birer parçası, bizler de öyleyiz," dedi Olena. "Yalnızca metinler okuyarak savaş gerçeğini öğrenen birine göre fazla temkinlisiniz. Ben, böylesi bir olaya şahitlik etmeyen kişilerin bunun önemini ve ağırlığını anlayacağını hiç sanmazdım."

"Neden ki?" diye sordu Narya saf bir merakla. "Anlamak için ille de yaşamak mı gerekiyor? Gerçeği bilmek, gerçeğin ağırlığını hissetmemize yetmez mi?"

"Bana kalırsa önce o gerçeği yaşamanız gerekir, o ağırlığı anlayabilmeniz için."

Narya, sanki, tüm bunlar doğru mu, der gibi baktı bana. "Henüz bir savaşa tanıklık etmedim," dedim. "Yolun sonuna geldiğimizde, anlamak için yaşamak gerekir miymiş yoksa gerekmez miymiş öğreneceğiz."

"Öğrenmek için önce yaşamamız gerekiyor yani."

"Valmir, bir süre önce, en büyük dersin tadına bakmak olduğunu söylemişti bana," dedim. "Belki Valmir'in bu sözleri sana yardımcı olur Narya."

"Olena," dedim. "Sözlerin daha önce bir savaş gördüğünü belirtiyor. Siz ruhlar çok uzun yıllar boyunca yaşıyor olmalısınız."

"Evet, Efendim. Tines Nehri, ruhların içindeki, yılların getirdiği yorgunluğu ve yaşlılığı temizliyor. Bu da daha uzun süre yaşamamıza sebep oluyor. Bu yüzden ruhlar bazen ortadan kaybolur; Nehir'e gider ve eski dinamikliğine dönene dek nehrin suyunu terk etmezler."

"Bunu bilmiyordum," dedim. "Nehir'in sizler için anlamı çok büyük."

Bir süre daha burada durduk; Olena, yanımızda büyü kitabı olmasına rağmen bize, oklara yapılacak büyüyü ve jel yapımını sil baştan anlattı. Geniş yapıyı baştan sona gezdirdi ve neyi nerede bulabileceğimizi gösterdi. Ardından ayrılma vakti geldi. O geride kalıp ruhların yanına dönmeye başladığında biz çoktan saraya dönüş yolunu yarılamıştık.

"Sanırım bugün pek yeni bir şey öğrenemedin Narya."

"Biraz öyle oldu ama sorun değil. Öğretilen şeyleri zaten biliyor olmam hoşuma gitti açıkçası."

"Senden önce davranıp Ezra'ya sordum," dedim. "Çoğunlukla, efendilerinin varlığı onu beslediği için uykuya ihtiyaç duymuyormuş ama çok nadiren de olsa uyuması gerekiyormuş. Diğer ruhlarsa uykuya tıpkı bizler gibi ihtiyaç duyuyormuş."

"Teşekkürler. Ruhlar çok gizemli, çok ilgimi çekiyorlar. Lakin cesaret edip de onlarla konuşacağımı pek sanmıyorum."

"Zamanla alışırsın. Ezra'ya bile daha yeni yeni alışmaya başladım. Her şeyin bir vakti var. Günü geldiğinde ruhlarla aradığın samimiyete kavuşacaksındır."

Narya, koca gözlerini bana dikti ama bir şey söylemedi. Saraya vardığımızda tereddütte kaldı. "Beraber akşam yemeği yemeye ne dersin? Dördümüz birlikte yani. Büyüğüm Kunter kabul eder; ben onu tanıyorum, kırmaz beni. Efendi Ruh kabul eder mi?"

"Ezra da kabul eder," dedim. "Ben onunla konuşurum."

Sonra onunla da yollarımız ayrıldı. Odama geçtim. Pencerenin dış tarafında bir süs gibi asılı duran kâğıdı görünce gidip onu aldım. Normalde notlar ben neredeysem oraya gelirdi. Bu neden burada asılı kalmıştı ki?

- Talimlere ne zaman başlayacağınızı bilemediğimden notu gönderme konusunda kararsızlık yaşadım. Lakin gördüğün gibi, Narya merakını kimden aldıysa ben de aynı kişiden aynı merakı almışım. Sana not yollamadığım için bana darılmışsın, Atlas öyle söyledi. Umarım bu da Atlas'ın yalnızca kendisinin keyif aldığı oyunlarından bir tanesidir. Nasıl olduğunu ve gününüzün nasıl geçtiğini merak ediyorum. Narya ne durumda? Onun oraya gelmesini sorun ettiğini sanmam ama benim korkularım hâlâ diri. Ayrıca Narya o gün, Katrin'de beraber akşam yemeği yediğimiz günün öğle vakitlerinde beni ayağına çağırdığı andan beri bir tuhaf, değişmeye başlamış. Ve ben tüm bu değişimleri neye yoracağımı bilemedim. Ay, aman, ne anlatıyorum ben! Umarım iyisindir, lütfen bana not yolla.

Perla Burin


Yüzümde ister istemez tebessüm oluştu. Kâğıt, kalem almak için çekmeceyi açtığım anlarda odanın da kapısı açıldı.

"Efendim, müsait misiniz?"

Aradıklarımı bulunca çekmeceyi kapadım. "Evet, gelebilirsin Ezra. Bir şey mi oldu?"

Masanın başına geçip Perla'ya cevap yazmaya başladım. Ezra yanıma kadar geldi. "Yoksa Efendi Atlas size de mi not yolladı?"

"Ne? Hayır, Perla yolladı. Ona cevap yazıyorum," dedim. "Atlas'tan not mu aldın? Ne yazıyordu?"

"Ruberya'yı kullanmışlar. En nihayetinde halk gerçekleri öğrendi."

Yazı yazan elim bir an duraksadı. Sonra acele acele kurdum cümlelerimi.

- Sonunda aklına gelebildim Perla! Atlas cümlelerimi olduğu gibi sana aktarmış, boşuna onu suçlama. Ben oldukça iyiyim. Burada güzel vakit geçiriyor ve yeni yeni şeyler öğreniyorum. Narya benim gözetimim altında, endişen olmasın. Ondaki değişimi ben de fark ettim. Yüz yüze geldiğimizde detaylıca konuşuruz. O zamana dek hoşça kal.

Alisa Almedal


Yarım yamalak yazdığım notu açtığım pencereden buraya doğru gelen güvercine emanet edip odağımı Ezra'ya verdim. "Sonunda o an geldi demek ha?" Ne hissedeceğimi bilememiştim. Artık herkesin her şeyi biliyor oluşu yüreğimi titretmişti. Ezra'nın gözleri bir şeyleri haykırıyordu ama ben o gerçekleri okuyamayacak kadar dünyadan soyutlanmıştım. Yüreğimde pır pır eden kelebekler, uçuştukları yerin yangın alanına dönüşmesi sonucunda can veriyordu. Haberin beni sevindirmesi gerekiyorsa bile sevindiremedi. Çok başka korkular bedenime esir oldu.

"Bu haber güzel şeylere öncülük edebilir," dedi Ezra. "Her ne kadar sizde güzel hisler uyandırmamış olsa da."

"Umarım dediğin gibi olur Ezra. Nitekim son zamanlarda ummak dışında pek bir şey yapamıyoruz." Ağır ağır esen ve beni alt etmeye çalışan rüzgârı görmezden gelmeye çalıştım. "Akşam hep beraber yemek yiyeceğiz. Bir yere kaybolma."

"Peşine taktığı birkaç ruhla mutfağa geçen Narya sayesinde onu anladım."

En azından birileri hâlâ hayat doluydu. "Belki de ona yardım etmeliyizdir. Sana ilgisi var, diğer tüm ruhlara olduğu gibi. Kim bilir aklından neler geçiriyor da size karşı çekinik tavırlar sergiliyor? Onunla çok vakit geçirmedim ama o kısıtlı anlar sayesinde bile pek içine kapanık bir kız olmadığını anlayabildim."

"Ona mistik geliyor olabiliriz ya da büyüleyici veya esrarengiz," dedi Ezra. "Bilemiyorum, gençlerle iletişim kurmayalı yıllar oldu. Onların akıllarından geçenleri ben de anlayamıyorum."

Derin bir nefes verip masanın oradan çekildim. "Gel, aşağı inip ona bir bakalım. Belki yardıma ihtiyacı vardır."

Hava karardığında ve ay, ışığını dalga dalga yaydığında yemek masasında yerlerimizi almıştık. Konuları çoğunlukla Narya açıyor, Narya kapatıyordu. Konudan konuya atlayıp duruyordu ama bu aramızdan hiçbirimizin umurunda değildi. Hepimiz onun ağzından çıkan sözleri dikkatle dinliyor; o, konuyu nereye evirmek istiyorsa ona müsaade ediyorduk. Kunter de bir kız kardeş olarak gördüğü Narya'nın içine düşmek zorunda kaldığı durumdan benim kadar, hatta benden daha fazla rahatsızlık duyuyordu; bedeninden okunan şey buydu. Belki de sırf bu yüzden normalde katlanmayacağı şeylere katlanıyordu. Fakat ben öyle olduğunu sanmıyorum. O, Narya'nın hareketli hâllerinden, uzun uzun konuşmalarından ve Narya'ya ait daha birçok şeyden rahatsız olmaktan ziyade keyif alıyor olmalıydı.

Gerçeğin diyara duyurulması Ezra'yı rahatsız etmişti. Konunun onu da rahatsız eden bir noktası vardı. Lakin ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Yine de tamamen huzursuz olduğunu söylemek yalan olurdu. Bir şeyler umuyordu; onun da bir beklentisi vardı ama o beklentiyi de çözememiştim. Yemek boyunca dalgınlığından arınamamıştı.

Yemek gürültüsüyle gelip geçti ama masayı çabucak terk etmedik. Narya ilk açtığı konudan keskin bir şekilde sapalı epey olmuştu. Konu hep bu diyar ve getirilerinden uzaklaşıyor, baharın getirdiği daha sıcak, daha güvenilir bir yola sapıyordu lakin bu çok uzun sürmüyor, karşı karşıya kaldığımız sıkıntılar, açılan konuya sızacak bir delik bulmayı her daim başarıyordu.

"Vakit bulduğumuz bir an burayı da resmetsen keşke," dedi Narya. Odak noktası Kunter'di. "O kabiliyet bana bahşedilmemiş, maalesef. Çizebileceğin en güzel noktayı senin için bulurum. Başkalarını resim çizerken seyretmeyi seviyorum, biliyorsun."

"Resim mi çiziyorsun?"

"Evet!" diye atladı Narya. "Büyüğüm Kunter harika resimler çizer. Buranın en güzel manzarası nerede? Siz buraları daha iyi biliyorsunuz."

"Buranın en güzel bölgesi neresi henüz ben bilemiyorum Narya," dedim. "Timun Bey'in sarayında duvarları süsleyen birçok tablo vardı. Yoksa onlardan bazılarını sen mi resmettin?"

"Hayır," dedi Kunter. "Çizdiğim herhangi bir tablonun Timun Bey'in sarayında olma ihtimali bir hayli düşük. Ayrıca Narya sağ olsun, ben genellikle çiçek böcek resmi veya portre falan çiziyorum. Bunlar,Timun Bey'in sarayının duvarlarına asmak istemeyeceği türden resimler. O, daha çok manzara resimleri sever."

"Manzaradan ziyade bunaltıcı, iç daraltıcı ne varsa ona sever," diye düzeltti Narya. "O tabloları biliyorum, sık sık gözüme çarpıyordu. Ayrıca o sarayda ilginç bir şekilde Antropedos'un çok eski zamanlarına ait tablolar da var."

"O tabloları ben de biliyorum," dedim. "Ezra, o tablolar hakkında senin bir bilgin var mı? Yoksa vaktizamanında siz mi yollamıştınız ona?"

"Hayır, buralarda resme ilgi duyan pek fazla kişi yok zaten," dedi Ezra. "Bölgedeki ressamlardan birini görevlendirmiş ve özel olarak hazırlatmış olmalı. Lakin aralarında neden buranın da resmi var bilemiyorum. Belki yalnızca hoşuna gittiği için duvarına asmıştır."

"Açığa çıkan şeylerden sonra onun her hareketinde bir mana arıyorum," dedim. "Boş yere astığını hiç sanmam."

"Ben de seninle aynı fikirdeyim," dedi Narya. Lakin sesi artık şen çıkmıyordu. "O adamın yaptığı her şey artık bana çok ürkütücü ve normalin dışında bir eylem gibi geliyor."

Öyle zaten, deyip Narya'yı daha fazla korkutmak ve neşesini sömürmek istemediğimden sustum, kelimeleri yuttum.

"Lakin Gibor Dağlarında çok güzel bir ağaç var: Ardanya Ağacı," dedim. "Ezra, o ağacı Demitre'nin yarattığını ve koruduğunu söyledi. Eminim görsen sen de beğenirsin. Yoksa çoktan gördün mü?"

"Katrin'de o ağacın birkaç tablosu var," dedi Narya. "Canlı canlı görmenin etkisi daha farklı olacaktır. Vaktimiz olduğunda hep beraber gidelim mi?"

"Vakit bulursak neden olmasın?" Artık hoş şeylerden bahsettiğimiz zamanın sonuna gelmiştik. "Kunter, bahsettiğimiz defterde gerçekten de işimize yarayacak bilgiler bulunuyormuş. Alisa, babasının kendisine zarar vermek istediğini anlamış ve çareyi nedense sende bulmuş. Aranız nasıl düzeldi? Alisa hiç mi bir şeyden bahsetmedi sana?"

"Keşke Alisa özellikle okunduktan sonra silinen bir not yollamamış olsaydı da notu size de okutabilseydim," dedi Kunter. "Aramız bu olaylar yaşanmadan yalnızca üç gün önce, Alisa'nın adım atması üzerine düzelmişti. Yüz yüze görüştüğümüzde defterin konusunu dahi açmamıştı. Ben o defter mevzusunu son gece gönderdiği not sayesinde öğrendim. Fırsatı olmasına rağmen hiç defterden bahsetmedi. Israrla, gün gelince onu anlayacağımı söyleyip duruyordu. Ben de diretmedim; çocukluktan beri tanıdığım ve bir noktada kardeş gibi gördüğüm birisiydi. Bir yılı aşkın dargınlık yeterliydi, o da adım atmışken konuyu uzatmak istememiştim."

"Yüz yüzeyken defterin konusunu farkında olduğu şeyler yüzünden açmamış olmalı," dedim. "Büyük ihtimalle, babasının o defterden haberi olduğunu anlayamamıştı. Lakin neden özellikle sen? Aren'e değil, Lena'ya değil, sana ulaşmış. Bunun da bir sebebi olmalı."

"Uyarmak istemiş olabilir," dedi Ezra. "Efendi Kunter'in sorunsuzca deftere ulaşacağını ve Timun Bey'in kızına neler yaptığını öğreneceğini düşünüyordu. Defterin tamamını okuyamadınız. Diğer sayfalarda Efendi Kunter'i uyaran cümleler bulunuyor olabilir. Düşman, kendi oyununa Efendi Kunter'i çoktan alet etmiş olabilir. Efendi Alisa da bu konuda Efendi Kunter'i uyarmak istemiş olabilir."

"Atlas'ın tünelde gördüğü şeylerin bir oyun olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Aklıma başka seçenek gelmiyor," dedi Ezra. "Efendi Alisa böyle bir karar aldıysa altında bir neden yatıyor olmalı."

"Kişinin bilincini zayıflatıp, gördüğü ve duyduğu şeyleri bulandıran, kişinin hayal görmesine neden olan büyüler var," dedi Narya. "Belki Büyüğüm Alisa böyle bir büyüden dolayı Büyüğüm Kunter'in devamlı kendi saraylarına geldiğini görüp onu uyarmak istemiş olabilir. Tünelde Efendi Atlas'ın başına gelen şey de bu olabilir."

"Siz Timun Bey'in sarayında baygın yatarken, Bilge ile size ulaşmaya çalıştığımız gibi deftere de ulaşmaya çalışmıştık," dedi Ezra. "Sarayda defterden hiç iz bulamamıştık. Bilge'nin karşısına ilk kez çıktığımda da defterin konusu açılmıştı ve deftere ulaşmaya çalışmış ama yine hiç ize rastlamamıştım."

"Defteri canı pahasına koruduğuna göre defterde daha farklı bilgiler mevcut olmalı," dedi Kunter. "Şu noktada defterle işi bittiğini düşünüp defteri tamamen yok etmiş olabilir."

"Düşünerek bir yere varamayacağız," dedim. "Bir de şu an daha farklı bir gündem var. Ruberya kullanılmış ve gerçekler halka duyurulmuş. Timun Bey'in bu durum karşısında sessiz kalacağını sanmam."

"Kullanmışlar mı?" dedi Narya. "Kim bilir şimdi ne olacak? Orada bulunmadığım ve bu anı kaçırdığım için kendimi şanslı hissediyorum. Zira ortalık epey kızışacaktır."

Zihnime masum şeyler uğramıyordu. Timun Bey katiyen yerinde oturmayacak, bir karşılık verecek ve gözümüzü korkutmaya çalışacaktı. Elinde daha başka nerelerin anahtarını tutuyordu? Güvenini ve zalimliğini arttıran o güç neydi ki kaybetmekten hiç korkmuyordu?

"Bu gelişme sonrasında Alsondro ile yeniden görüşme yapılacaktır," dedi Kunter. "Yamin de gerçeği öğrenmiş. O sana ulaşmaya çalıştı mı? Ondan haber alıyor musun?"

"Yamin'i en son ne zaman gördüğümü doğru düzgün hatırlamıyorum bile," dedim. "Sanırım, en son büyü kitaplarının lanetini bozduğumuzda görmüştüm. O günden beri kendisinden hiç haber almıyorum. Ama zaten Yamin bana hiç not yollamıyordu ki."

Gök şiddetli bir şekilde gürleyene dek yağmur yağdığını fark etmemiştim. Art arda gelen sarsıntılar sarayın içini doldurdu. Ayağa kalkıp pencereye vardım. Yağmurun şiddetinin giderek arttığı gibi göğün gürültüsü de giderek artıyordu. Yıldırımlar bir ışın misali parlıyor, yeryüzü beyaza boyanıyor, ardından da gökyüzü ile yeryüzünü ayırt etmemizi engelleyecek bir karanlık oluşuyordu. Karanlıkta kaybolmuş cılız ağaçların bedenleri hışırdıyordu ve o hışırtılar kalın duvarların arasından içeri sızmayı başarıyordu.

"Neyse ki talimleri sürdürebileceğimiz kapalı alanlar mevcut," dedi Kunter. "Her hâlükârda önümüzdeki talimlerin çoğunu kapalı alanlarda yapacağız. Zira önümüz kış."

"Atlas büyük bir dirençle düşmanın kışın saldırmayacağını iddia ediyor," dedim. "Nasıl bu kadar emin olabiliyor hiç anlamıyorum. Ben onun kadar rahat değilim. Korkular bedenime bir diken misali batıyor."

"Söz konusu savaş gibi tehlikeli unsurlar olduğunda ona güven," dedi Kunter. "Yıllarca eğitim almış ve hayatını da o eğitimlere adamış birisi. Olacak şeyleri, düşmanın hamlelerini az çok tahmin edebiliyor olması çok doğal."

"Kış vaktinde yapılacak bir savaş yalnızca bizim değil düşmanın da sonu olur," dedi Narya. "Özellikle son yıllarda Katrin'de kış mevsimleri haddinden de sert geçmeye başladı. Amacına kızını alet edecek kadar gözü dönmüş bir adam en nihayetinde sabırlı olmayı da biliyordur."

"Vaktimiz baharın gelmesiyle doluyor, öyle mi?"

"Yeniden doğumu simgeleyen baharın, bu sefer, kapımıza savaşla birlikte dayanacak olması acımasızca," dedi Narya. "Baharın eski anlamına yeniden kavuşması için aradan birkaç yılın geçmesi gerekecek."

Tıklanmadan, öylece açılan salon kapısının sesi dikkatimizi dağıttı. Diğerlerini bilmem ama benim yüreğime korku da saldı. Lakin bu çok kısa sürdü. İçeri giren bedenleri gördüğümde yüzüm aydınlandı. Narya koşarak Henna Hanım'ın boşta kalan koluna girdi ve oturma alanına kadar onlara eşlik etti.

"Narya yakında bana da yardımcı olman gerekecek," diye sızlandı Valmir. "Nitekim yaşlılık yıllar evvel kapımı çaldı."

"Ah, Bilge Valmir, senin de yardım dilendiğin zamanlara vardığımıza inanamıyorum!" dedi Henna Hanım. "Sahiden zaman hızla akıp geçiyor."

"Ben hepinizden daha yaşlıyım Henna," dedi Valmir. Oturma alanında Henna Hanım, Lena ve Narya'nın yerleştiği koltuğun çaprazındaki tekli koltuğa oturdu. "Yardım dilenmek en çok benim hakkım."

"Hepimizden daha yaşlı ama aynı zamanda daha dinçsin," dedi Lena. "Zaman, senin gücünü eskitemedi."

"Lakin görüldüğü üzere beni eskitti." Valmir, sözlerinin ardından hâlâ ayakta dikilen bize döndü. "Habersiz geldik, kusura bakmayın. Lakin şu an siz, ev sahibinden ziyade misafire daha çok benziyorsunuz. Gelsenize buraya."

Kunter ile birlikte koltuklardan birine geçip oturduk. Ezra ise bizimle birlikte oturmak yerine koltuğun başında dikilmeyi tercih etti.

"Hoş geldiniz," dedim. "Geleceğinizi haber etseydiniz akşam yemeği için sizi beklerdik."

"Beraber yemek yiyeceğimiz nice akşamlar olacaktır," dedi Henna Hanım. "Atlas, Lena ile benim burada konaklamamı daha doğru buldu ve bizi buraya gönderdi. Yayılan haber neler getirecek, neler götürecek tahmin etmesi zor. Biz de itiraz etmedik. Zira bu süreçte kimsenin ayağına bağ olmak istemem."

"Ayak bağı olacağından değil ya Henna," dedi Lena. "Atlas seni buraya, burada güvende olacağını bildiği için gönderdi. O hengâme arasında senin güvenliğini ve refahını sağlayamamaktan korkuyor."

Henna Hanım yardımcı olmaktan yoksun hissediyor olmalıydı, ki durduk yere kendine yüklenmeye başlamıştı. Benim farkına vardığım durumun salondaki herkes pekâlâ farkındaydı. Henna Hanım'ın kendine gereksiz yüklenişi Narya'yı konuyu değiştirmeye itti. "Bugün ruh ordusunun başındaki ruhlarla tanıştık. Yarın aksi bir durum olmazsa talimlere başlanacak. Biz de büyülü silahları hazır edeceğiz. Bu sürece siz de eşlik edersiniz."

"Henna'nın elini sürmediği gibi ben de yıllarca büyüye elimi sürmedim," dedi Lena. "Çoğu basit şeyi unutmuş olmalıyım."

"Ben size öğretirim," dedi Narya. "Hatırlatırım desem daha doğru olacak. Fakat senin büyü yapman yasak değil mi Lena?"

"Yasak mı kaldı Narya'cığım?" diye yakındı Henna Hanım. "Bu yasağı uygulayan kişinin baş düşmanımız olduğunu öğrendik. Kim bilir nice yasak ve tehlikeli büyüler yapmıştır kendileri? Belli ki, yasaklardan nasibini alan tek kişiler biziz. Onlar kendi kitaplarında yasak kelimesini barındırmıyor."

"Katrin parçalanıp bölünüyor," dedi Valmir. "Bu parçalanmaya sebep olan kişilerin yolundan ilerleyip, onların geleneklerini yerine getirmeyeceğiz. Yakın zamanda, geçmişte şeklini değiştirmiş gerçeklerin ortaya serileceği vakit de gelecektir. O zaman üstümüze yapışmış lekeler de temizlenir elbet."

Olayları derinlemesine öğrendikçe konuşulanların, ağzından çıkan sözlerin hedefini isabetlice tutturabiliyordum. Valmir, yakın zamanda, Lena'nın kız kardeşi Adin'i öldüren kişinin Timun Bey olduğu gerçeğinin ortaya çıkacağını ima ediyordu. Demek ki, Lena'nın o yaratığı görmesinin nedeni yaptığı yasaklı büyü değil de abisi tarafından zihninin bulandırılmış olmasıydı. Bu, dakikalar önce Narya'nın ortaya attığı fikirle oldukça uyuşuyordu. Timun Bey'in itinayla hazırladığı yolda kullandığı en temel yöntemlerden biri bu zihin bulandırma yöntemi olmalıydı.

"Bu saatten sonra o lekelerin temizlenmesinin bir önemi olacak mı ki?" diye sordu Lena. Oysa kendisi, o lekelerden temizlenmek, arınmak için yanıp tutuşuyordu.

"Elbette olacaktır," dedi Valmir. "Biz insanlar olarak zamana tabi tutulmaya devam ettikçe, zaman kendi değerini yitirmedikçe, ortaya çıkan ve gerçekleşen her şeyin bir kıymeti olacaktır."

"Halkın şu an için bir tepkisi oldu mu?" diye sordu Kunter.

"Hayır," dedi Valmir. "Şu anlık ortalık sakin. İnsanların tepki göstermeden önce hakikati sindirmeye ihtiyacı var."

"Savaşa katılamayacak olan ve korunmaya ihtiyaç duyan insanları buraya getirtme fikrindeyim," dedi Ezra. "Henüz Efendi Atlas'a bundan bahsetmedim. Burası insanları korumak için en uygun bölge. Yine de sizin de fikrinizi almak isterim Bilge."

"Yaşanan onca şeyden sonra mı?" diye sordu Henna Hanım. "Olayların yenilenmeyeceğinin bir garantisi yok."

"Geçmişteki ve şimdiki insanları aynı kefeye koymayı doğru bulmuyorum," dedi Ezra. "Binlerce masum insanı görmezden gelemeyiz."

"Elbette bu insanlar geçmişteki insanlar değil," dedi Henna Hanım. "Lakin arada aynı zihniyete sahip insanlar da bulunuyor olmalı. O zaman içeri alınacak insanları gözetecek güçlü bir sistem geliştirin ve ondan sonra insanları bu şehre sokun."

Lena, dostunun kolunu hafiften sıkarak bir uyarı yaptı ve Henna Hanım'ı susturmaya zorladı. Henna Hanım'ın neyden bahsettiğini çok iyi bilsem de buna bir ruhtan, özellikle de Efendi Ruh'tan daha fazla tepki vermesi, olayın altında yatan başka gerçekler olduğunu düşündürüyordu bana. Öte yandan ben de Henna Hanım ile aynı fikirdeydim. O kadar insanı öylece bu şehre sokmak bir kıyımdan farksız olacaktı.

"Bu fikri zorlaştıran tek kısım onca insanı buraya getirmeye yarayacak yolu oluşturmakta yatıyor," dedi Valmir. "Geçitler o kadar insanı alamaz. Atlarla yolculuk epey uzun sürecek. Ayrıca bu durumda Alsondro'dan geçilmesi gerekecek. Alsondro sahipleri bu işe ne der, bilemem. Lakin Atlas fikrini beğenecek ve hayata geçirmek isteyecektir. Benden duymuş olma Ezra ama Atlas zaten bu teklifi yapmanı bekliyor."

"O hâlde daha fazla zaman kaybetmeyelim," dedi Ezra. "Oluşturulacak yola bir şekilde karar veririz. Ya da yeni bir yol oluşturmanın peşine düşeriz."

"Aslında bir tarama sisteminden bahsediliyordu," dedi Narya. "Yıllar evvel ailemi bu yöntem hakkında konuşurken duymuştum ve konuşulanlar hâlâ aklımda. Bu sitemin yazılı olduğu büyü kitabı Alsondro'ya gönderilen büyü kitaplarının arasındaymış. Kişilerin büyü geçmişlerini gözler önüne seren bir sistemden söz ediyorlardı. Bence işimize yarar. En azından hiç yasaklı büyü yapmamış ve ömrü boyunca bölgenin kurallarına uymuş insanları kolayca ayırt etmemizi sağlar ve böylece onları bu şehre gönül rahatlığıyla alabiliriz."

"Neyden bahsettiğini çok iyi biliyorum Narya," dedi Valmir. "Lakin o sistem yalnızca hangi insanların güvenilir olduğunu anlamamız hususunda işe yarar. O insanları buraya getirmek için yeni bir yönteme ihtiyacımız var."

"Monar Sistemi," dedi Henna Hanım. "Bahsi geçen yöntemin adı bu. Kesinlikle işe yarar. Kurallara uymayan birinin bu şehre girmesine katiyen izin vermem. Hatta imkânınız varsa o sistemi biraz daha geliştirin ve daha güvenli hâle getirin."

Odada, Henna Hanım'ın sözlerinin altında yatan tedirginliğin sebebini çözebilen ya da hâlihazırda bilen yalnızca üç kişi vardı: Valmir, Lena ve Ezra. Geri kalan üçlü olarak bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu.

"Şimdi bunları konuşmanın sırası mıydı?" diye sordu Lena. Nedense bugün o da tedirgindi. Bakışlarını bana ve diğerlerine değdirmekten çekiniyordu. Beni her gördüğünde oluşan heyecanı bugün oluşmamıştı. Onda tuhaflıklar vardı.

"Alsondro sahipleriyle yeniden iletişime geçtiniz mi?"

"Hayır, Kunter," dedi Valmir. "Önümüzdeki günlerde yeni bir toplantı oluşturmak için uğraşacağız. Haber o taraflara doğru hızla yayılmış olmalı. Açıklamaya ihtiyaç duyuyor olmalılar. Her ne kadar Yamin birkaç bir şey biliyor olsa da yeterli değil."

"Görüşmede Katrin halkını buraya getirmek için Alsondro topraklarından geçiş izni isteyin," dedi Kunter. "Yeni bir yöntem bulana dek atlarla yolculuk yapılmaya başlanmalı. En azından çocuklu aileleri bir an önce getirelim buraya."

"Haklısın," dedi Valmir. "Madem Efendi Ruh tarafından teklif yapıldı, bize de o teklifi kabul edip yola düşmek düşer. Alsondro sahipleri öyle ya da böyle o izni verecektir bize." Valmir oturduğu yerden doğruldu. "Ben Katrin'e döneyim artık. Efendi Ruh'un teklifini Atlas'a bildirip iş başına geçmem gerek. Zamanın ilerlemesiyle her şey tersine dönüyor. Önceden Antropedos boşalır, Katrin giderek daha çok insanla dolardı. Şimdi ise Katrin'i boşaltıyor, yavaştan Antropedos'u doldurmaya başlıyoruz."

Valmir söylene söylene çıktı salondan. Her ne kadar Valmir gerek görmese de Ezra geçidi korumak için onun peşi sıra gitti.

"Size odanızı göstermek isterdim ama sarayın her kısmına henüz hâkim değilim," dedim. "Bunun için Ezra'yı beklememiz gerekecek."

"Ziyanı yok," dedi Henna Hanım. "Ayrıca beni kırmayıp isteğimi yerine getirdiğin için teşekkürlerimi iletiyorum sana. Zamanı gelince yaptığın eylemin büyüklüğünü anlayacaksın."

Henna Hanım'ın sözleri Lena'yı huzursuz etti. Aradan geçen dakikaların ardından Lena'nın titreyen ellerini ilk kez görebildim. Yolunda olmayan şeyler mi vardı?

"Rica ederim," dedim. "İsteğinizin öyle büyük ve zorlayıcı bir yanı yoktu."

Buraya geldiğinden beri Lena ilk kez kafasını kaldırıp benimle göz göze geldi. Titreyen göz bebekleri sözlerim karşısında âdeta gülüyordu. O gözler, sen öyle san, diyordu. Sanki bir de, aptal, diyordu bana; kızıyordu; derin derin, acı acı kızıyordu.

Ezra salona dönmeyi başardığında o gözlerden kurtulmamı da sağladı. Lena ve Henna Hanım'ı istirahat edecekleri odaya götürdü. Hemen sonrasında Narya da salondan çıktı. Yanımda oturan Kunter'e döndüm. Belli ki, yaşanan garipliği o da fark etmişti.

"Bir şeyler olmuş gibi," dedi. "Lakin ne olduğunu çözemedim."

"Yalnız değilsin, ben de çözemedim. Lena'yı ilk kez böyle görüyorum."

"Doğrusu," dedi Kunter. "Doğrusu, başımıza onca belayı açan kişinin kendi abisi olduğunu öğrendiği zaman bile böyle dağılmamıştı."

"İsyan eder gibi bir hâli vardı. Lakin Henna Hanım ve Valmir onun gibi değil; demek ki, yaşanan şey her ne ise yalnızca Lena'yı darmaduman etmeyi başarmış."

Hangi düşünceme yetişeceğimi bilemiyor, sürekli ve durmaksızın yönümü şaşırıyordum. Yine bir şeylerin gerisinde kalmayı başarmıştım. Ancak bu sefer geride kalan tek kişi ben değildim. Katrin'de neler oluyordu? Bir tehdit unsuru görmüşlerdi ve o yüzden mi Lena ve Henna Hanım'ı buraya gönderme kararı almışlardı? Çok fazla soru vardı ve her sorunun çok fazla cevabı vardı.

"Suçundan arındın mı?"

"Artık tutsak olmadığıma göre arınmış olmalıyım," dedi Kunter. "Bazı cevapların seninle paylaşılmadığını görüyorum. Atlas'ın tünelde gördüğü kişi tam olarak kimdi veya o olay bir halüsinasyon muydu bilemiyorum, kimse bilemiyor; o olay gizemini korumaya devam ediyor ve görünüşe göre, bir süre daha gizemini korumaya devam edecek. O gün başka bir yerde olduğuma şahitlik eden insanlar var, tabii eğer onların sözüne güvenirseniz. Seninle kendi düşüncemi paylaşayım. Atlas o ara benden şüphe ediyor olsun veya olmasın beni zindana atmasının tek nedeni; düşmanın, tasarladığı oyununa düştüğümüzü sansın istemesiydi. Bununla neyin önüne geçtiklerini de zamanla göreceğiz."

"Pamir haklıymış," dedim. "O, senin aksine Atlas'ın senden şüphe duymadığından emindi. Her şeyin bir oyun olduğunu düşünüyordu. Büyük ihtimalle, senin de bu oyundan haberin olduğunu varsaymıştı."

"Atlas ile derinlemesine konuşma şansı bulamadık. Geçmişte yapılmış bir planın yardımcılarından biriyim. Hizmet ettiğim bir amaç var ve Atlas'ın, ne kadar yılı beraber geçirmiş olursak olalım, o amaca ihanet ettiğimi düşünmesi benim zoruma gitmez. Nasıl bir diyarda yaşadığımızın farkındayım: Burası büyülerin ve türlü türlü hilelerin nefes aldığı ve almaya devam edeceği topraklar. Samimiyet kurduğum insanların bu gerçeğin farkında olarak önlem amaçlı eylemlerde bulunmasını yalnızca takdir ederim. Bir noktada ben eğitim almış bir savaşçıyım; hangi noktada duygularımdan arınmam gerektiğini öğreneli yıllar oldu."

"Sanırım hizmet ettiğin amacın ne olduğunu biliyorum. Atlas, çok kısaca bahsetmişti. Ne zamandır planlıyorsunuz bunu?"

"Haberin var mı?" diye şaşkınca sordu. "Atlas önlem alarak hareket etmeyi sever. Yanlış anlama ama senin bu diyardaki Alisa olmadığına dair keskin bir kanıt yok. Timun Bey birkaç büyü yardımıyla hafızana zarar vermiş olabilir. Elde ettiğin bilgiler yardımıyla da ilerleyeceği yolun detaylarına karar veriyor olma ihtimali de bir hayli yüksek. Tüm bunların Atlas da farkında ve buna rağmen seninle, yıllarca üzerinde çalıştığı planı paylaşmış olması tuhaf. Onu tanımasam bunun acemice alınmış bir karar olduğunu söyleyeceğim."

"Şüphelerini anlıyorum. Timun Bey o defteri okumama müsaade ettiğinde gördüğüm şeylerden ötürü ben de aynı şeyden şüphelendim. Lakin Ezra okuduğum şeyleri yanlış yorumladığımı söyledi. Ben, bu diyardaki Alisa değilim. Eğer öyle olmasaydı dönüş büyüsü yapmak için uğraşıyor olmazdık."

"Atlas bu planı seninle paylaştığına göre evet, sen bu diyardaki Alisa değilsin," dedi Kunter. "Yine de çok fazla boşluk var. Zamanla o boşluklar da dolacaktır diye umut ediyorum." Kısa bir an ara verdi. "Plana gelecek olursak, Atlas ne kadarını seninle paylaştı?"

"Çok detay vermedi. Yalnızca dinî otoriteyi ortadan kaldırmaya çalıştığınızı biliyorum."

"Aslına bakarsan bu yeterli bir detay," dedi Kunter. "Atlas'ın verdiği detaylar haricinde sana yeni bir bilgi vermeyi doğru bulmuyorum. Bu zamana kadarki tavırlarına bakacak olursak bu tercihimi yargılamayacaksındır."

"Doğru, yargılamayacağım. Korkunu anlıyorum, bir şeyleri mahvetmekten korkuyorsun. Bu, çoğumuzun içinde taşıdığı bir korku. Anlamakta zorluk çekmiyorum."

Anlaşılan Kunter fazla tedbirli biriydi, ki böyle olması çok normaldi. Planın detaylarını benimle paylaşmamasını anlıyordum. Zira Atlas bile detay vermeyi reddetmişti. Hoş, onun detay vermeme sebebi zihnimi gereksiz gördüğü bilgilerle doldurmak istemiyor oluşuydu; o, hikâyenin bana ait olmayan kısımlarını benimle paylaşmayı uygun görmüyordu.

Yerimden kalktım. "Gün benim için burada sona eriyor. Çok bir şey yapmadık ama yorulduğumu hissediyorum. Uyusam iyi olacak."

"O hâlde sana iyi uykular."

Minik bir teşekkürle konuşmayı sonlandırdım ve odama doğru yol aldım. Sonunda odama vardığımda pencerenin önünde sallanan notu gördüm. Notun kimden geldiğini az çok tahmin edebiliyordum. Katrin'i özlemiştim ve oradaki kişileri. Perla'nın not yollamaya başlamasıyla hem oraya hem de onlara karşı beslediğim özlem az da olsa dinmeyi başarıyordu. Ben nota ulaşamadan odanın kapısı açıldı ve içeriye Ezra girdi. Notu şimdilik boş verip Ezra'ya dikkat kesildim.

"Efendi Atlas'ın gönderdiği not üzerine çok konuşamadık," dedi. "Sizi bilgilendirmem gereken birkaç husus var. Yemekte konuyu değiştirmeyi kabalık olarak gördüm ve o yüzden sustum."

"Konu tatsız bir şekilde değişmişti zaten. Araya senin girmen iyi bile olabilirdi."

"Efendi Atlas, elimize kendisinden not ulaşıncaya kadar Katrin'e veya Alsondro'ya not yollamamamız gerektiğini bildirdi."

"Bir sorun var değil mi? Bir şeylere hazırlıksız mı yakalandınız?"

"Hayır, Efendim," dedi Ezra. "Sandığınız gibi aksi bir durum söz konusu değil. Ruberya'yı kullanarak büyük bir hamle yaptık ve şimdi sonuçlarına katlanma zamanımız geldi. Efendi Atlas yalnızca önlem alıyor."

"Lena ve Henna Hanım'ın buraya geleceğinden haberin var mıydı?"

"Hayır, olsaydı sizi de bilgilendirirdim. Sanırım bana karşı güveniniz tam değil. Lakin sizi ikna etmek için ne yapabilirim bilmiyorum."

Ona karşı çıktım. "Sözlerine güveniyorum. Sorun sen veya siz değilsiniz. Ben, içimdeki, huzursuzluk saçan sesi susturmayı beceremiyorum. Sanırım, senin de dediğin gibi, yaşananları yanlış yorumluyorum."

Diğer gecenin aksine bu gece bedenime uğrayan uykuyu isteyerek değil mecburiyetten geri yolladım. Yaşananları yalnızca yanlış değil eksik de yorumluyordum. Oyalandığımın pekâlâ farkındaydım. Lakin neyden ötürü beni oyalıyor ve bir şeyleri geciktiriyorlardı onu anlayamıyordum. Verimsizce akıp geçen zaman onların ne işine yarayacaktı ki? Parmak boşluklarından kayıp giden zaman onlara ne kazandıracaktı ki? Harcanmış ve tükenmiş zamanın ne gibi bir değeri olacaktı ki?

Ruberya'yı büyü için kullanmak, son dakikaya kadar, Valmir'in istediği bir şeydi. Değiştirdiği kararının sebebi ise söylediği gibi bir unutkanlık değildi. Onun söylediği gibi, bunların aklından çıkmış olma ihtimali yoktu; o, tüm zamanını yaşanan olaya adamış ve gerçeğe göre şekillendirmeye çalışmış biriydi. Unutması olası değildi. Göz göre göre beni oyalıyordu. Onun ortaya attığı hikâyeye inanacağımı ve sabırla yeni bir büyünün varlığının ortaya çıkacağını bekleyeceğimi sanıyordu. Haklıydı da çünkü beklerdim. Lakin ben onun oynadığı oyunu görmüştüm. Bu, Ezra'nın telkinleri ile öylesine çelişiyordu ki. Bu diyarın benim evim, bu hayatın benim gerçekliğim olduğu ihtimaline itimat etmek zorunda kalmıştım. Zira başka bir yol yoktu. Zihnimde zuhur eden bu ihtimal esasen yerini hiç terk etmemişti.

Kabul ettiğim gerçekliğe rağmen içimdeki umut hâlâ dipdiri, filizlenip dal vermeye meraklı, gitgide yeşillenip büyümeye istekliydi; canlılığını sürdürmeye razı idi. İlk zamanlarda pörsümeye meraklı umudumun şimdiki hâli cehennem ateşinin kuruttuğu topraklarıma yağmur yağdırıyordu. Bir şeyler vardı. Yağmur yağdıkça o topraklar tazelenecek ve ardından korular oluşacaktı. İşte o zaman, çözemediğim o gizemi gözler önüne serecek olan körpe manzara oluşacaktı. O zamana dek, Valmir'in istediği şey olacaktı; ben bekleyecektim.

Bekleyecektim ve beklerken eksilecektim. Kendi yarattığım gerçek beni yiyip bitirecekti. Zira o gerçek; bana, Timun Bey'in benim babam olduğunu, bu hayatın bana ait olduğunu bildiriyordu; yabancı hâle gelmeye başlayan yüzlerin ve anıların hiçbir zaman tanıdık olmadığını söylüyordu. Bu, öylece, kolayca sindirebileceğim türden bir bilgi değildi. Lakin hislerim de çelişiyordu. O bedenler ve o bedenlerin sesleri, hareketleri hatıralarımda canlandıkça yüreğim burkuluyor, bir özlem korudur tüm bedenimi esir altına alıyordu. Bu, o anıların gerçek olduğu anlamına gelmez miydi? İnsan bir yalanı, bir sahtekârlığı hatırlayınca özlem tüm bedene doğru yayılıp, insan ruhunda egemenliğini kurabilir miydi?

Ruhum dalgalanıyordu. Kıyıya ise hiçbir şey vurmuyordu. Zira ruhumu delik deşik eden suların içi bomboştu; bir hiçliktir gelip beni vuruyordu. O engin ve içi boş suların varsa bir sahibi görünürde ondan iz yoktu; ortalıklarda dolaşmıyor olmalıydı. Ne hissedeceğimi bilemiyordum. Yüreğimde aynı anda nefes alan hislerim karşıttı birbirine. Her biri bir diğerini yok etmeye, ezmeye çabalıyordu ama hiçbiri galip gelemiyordu. Hepsi aynı vaziyette, aynı seviyede, aynı payede kalmaya devam ediyordu. Hiçbiri bir diğerinin üstüne çıkamıyordu, tıpkı hiçbirinin silinip gitmediği gibi. Birbirlerini sevmiyorlar ama birbirlerini yok edecek güce de sahip olamıyorlardı.

Galip gelmesini dilediğim tek his huzur idi. Her ne olacaksa olabilirdi şayet huzur da benimle birlikte yol alacaksa. Fakat görebildiğim kadarıyla her yolun sonunda beni bekleyen esas şey koca bir huzursuzluk idi. Ben, bu diyara ait olayım veya olmayayım; evime dönebileyim veya dönemeyeyim, bir değeri yoktu; yolun sonu aynı yere çıkıyordu. Yollar değişiyordu; kimisinde bol ağaçlar, kimisinde harap olmuş yapılar, kimisinde ise kızgın çöller vardı. Sona vardığımda ise karşımda tek bir şey dikiliyordu: Huzursuzluk. Yaşadığımı sandığım yezit şeylerin getirdiği; gerçekten de yaşadığım eza veren şeylerin getirdiği; kısa süren maceramdan geriye kalan bedenlerin, anıların verdiği; ait olduğum yere, yuvama hiç dönemeyecek oluşumun verdiği buram buram acı kokan bir huzursuzluk vardı her yolun sonunda.

O yüzdendir ki, huzurun gelip beni bulacağı yoktu. Bana da huzursuzluğu kabullenmek kalıyordu. Nereye ait olursam olayım, nerede kalırsam kalayım onu kabullenmek ve kendimle birlikte onu da yaşatmak durumunda kalacaktım. Zira ben nefes aldıkça o da nefes almaya devam edecekti. O, burada, benimle birlikte kalacak diye de nefes almayı bırakacak, yaşamın karşıtını dileyecek değildim. Ben bu yolculuğumda, iyisiyle kötüsüyle hayatı kabullenmeyi öğrenmiştim. Normal şartlar altında öğrenemeyeceğim, belki de öğrenmeye gerek duymayacağım bu öğreti, yolculuğumun en büyük getirisi idi. Çünkü artık biliyordum ki, varış noktası değil geçilen yollardı yaşamı kıymetli kılan. Zira varış noktası her daim aynıydı. Sona hepimiz ulaşacaktık, önemli olan nasıl ulaştığımız olacaktı. O yüzdendir ki, bana, kabullenmek ve serüvenimin her bir zerresini keşfetmek, yeni maceraların ve yeni hislerin ve daha birçok yeniliğin tadına bakmak kalıyordu.

Bölüm : 24.01.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...