20. Bölüm

20. Bölüm

Mera
mera01

Ufuklarda saklı kalan dağlar gölge gölgeydi. Fazla mesafenin kurbanı silik bedenleri gri, çoğu zaman karaya çalan sisler arasında kayboluyor, bulutların arkasında kalan güneşin parıltısına uzanamıyordu. Nitekim bulutlar, artık, lanetin izlerini taşıyan grimsi renklerle göğe yayılmıştı. Gri renkleri soluktu ama güneş ışığının yeryüzüne inmesini engelleyecek güce de sahipti. Gök, gecenin en erken saatlerinden bu yana büyük gürültülerle sarsılıyor; yıldırımlar durmadan, çoğu zaman hiç ara vermeden kurşuni gökte izler bırakıyordu. Öfkeyle esen yel, ağaç dallarına asılı kalan tek tük yaprakları da alıp götürmüş, ağaçların bedenlerini çıplak ve savunmasız bırakmıştı. Yerdeki tozlar, parçalar, kalıntılar uzunca bir süre havada uçuşmuş, etrafı kire boyamıştı.

Saray geceden beri büyük gürültülerle inliyor, artık engin sessizliğe kavuşmayı diliyordu. Güz korkunç güzelliğiyle bizi karşılamıştı. Büyük salonda, yaktığımız şöminenin önünde dışarıdaki gürültüyü sessizce dinliyorduk. İçerisi, gündüz vakti olmasına karşın karanlıktı. Şömineden yayılan kızıllıklar tek ışık kaynağımızdı. Perla, işi olmadığından olsa gerek elindeki, belki de yüzlerce kez okuduğu kitabı inceliyordu. Benim gözüm arada kitabı kurcalayan Perla'ya, arada bir de pencereye kayıyor, gözüme değen görüntülere ağırca bakıyordum.

Sıkıldığını belli eden sesler çıkararak elindeki kitabı bir kenara âdeta fırlattı Perla. "Hava içimi baydı. Neden böyle oldu ki şimdi?"

"Bu hava, bana buraya gelişimi hatırlattı," dedim. "O gün de hava böyleydi. Bir şey mi olacak ki?" Sorumun aksine sesim sakin, korkusuz, hatta umursamazdı.

"Bilmiyorum. Umarım olmaz. Ay, daha ne olacak ayrıca! Bugün dışarı çıkarız diye düşünüyordum. Hava tüm planlarımı mahvetti."

"Nereye gidecektik ki?"

"Herhangi bir yere. Biraz buradan uzaklaşıp gezeriz diye düşünmüştüm. Arzum o yöndeydi ama şansımıza küselim. Bu havada dışarı çıkılmaz."

"Bugün Valmir duyuru yapmayı planlıyor," dedim. "Dışarı çıkıp gezmek için kötü bir zaman. Halkın bu duruma vereceği tepki belirsiz. Dışarıda dolanmak riskli olurdu zaten."

"Hazır konusu açılmışken bu durumun canımı sıktığını belirteyim," dedi. "Valmir neyi amaçlıyor? Neden bunu diyara duyuruyoruz ki? Ne gerek var? Ayrıca Kunter'in suçlu olduğunu gösteren kesin bir belge yok elimizde. Bu noktada Pamir'in sözlerine güvenmeyi tercih ediyorum. Atlas ve Valmir göz boyamayı amaçlıyor ama göz boyamak istedikleri kesim halk değil, bunu biliyoruz. O hâlde neden tüm diyara bunun duyurusunu yapıyoruz?"

"Bunu tüm diyara duyurmazsak sözde şüphe ettiğimiz kişilerin bundan haberi nasıl olacak peki?" diye sordum. "Belki de Valmir halkı bu işin içine katarak düşmana korku vermek istiyordur."

"Daha neler!" dedi histerik bir biçimde. "Halkın bu olaya dâhil edilmesi yalnızca bizim için kötü sonuçlar doğurur. Düşman pekâlâ tüm bu seçenekleri düşünmüş ve önlem almış olmalı."

"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Bu noktadan sonra neler olacağını hesaplayamıyorum. Haberdar olmadığımız çok fazla şey var. Yorum yapmak zor."

"Onu bunu bırak, Narya ile işler nasıl ilerliyor? Düşündüğüm gibi canını sıkacak sözler ediyor mu?"

"Hayır," dedim. "Aksine ben yokmuşum gibi hayatına devam ediyor. Onu anlamak zor ama anlayış göstermek oldukça kolay. Eğer bu yöntem ona kendisini iyi hissettiriyorsa beni görmezden gelmeye devam edebilir. Benim açımdan bir sorun yok."

"Zararsız diyorsun yani."

Narya'nın kendi hâlinde hayatına devam etmesi onu rahatsız ediyor gibiydi. Narya yarar sağlayan adımlar atana dek tüm hareketleri ablasının gözüne batacak gibi duruyordu. Perla'nın ne istediğini anlamak zordu. Düne kadar bu olaya kardeşini sürüklemek istemiyordu lakin şimdi, Narya gerçeğe ulaştığından beri, onun bize katılmasını murat ediyordu. Elinde birkaç kitapla çıkagelsin, çözüme ulaşmak için bizimle birlikte kafa yorsun istiyordu.

"Bir anda sindirmesi gereken çok fazla olayla yüz yüze geldi. Ona biraz zaman tanı," dedim. "Cepheler belli ve Narya'nın kimlerle birlikte kimlere karşı savaşacağı da belli. Aren, kardeşine güvenmen konusunda haklı. Kendi düşüncelerine dalıp kardeşini sıkboğaz etme."

"Çok endişeliyim. Ona güvenmediğim için değil, karşı karşıya olduğumuz düşmanın neler yapabileceğini görebildiğim için endişeliyim. Eğer üstüne gidiyorsam bile beni anlaması gerekir çünkü ben onu anlamaya çalışıyorum."

Kafa dağıtmanın tam vakti olduğunu düşünerek ayağa kalktım ve içeri girdiğimizde köşedeki dikdörtgen masanın üzerine bıraktığım ama Perla'nın dikkatini çekmemiş olan kutuyu elime aldım. "Atlas fazla yaratıcı olmayan bir hediye olduğunu düşünüyor ama ben onunla aynı fikirde değilim."

Uzattığım kutuyu merakla eline alan Perla hiç beklemeden kutunun kapağını kaldırdı. "İşte, kolye kardeşliği! Atlas hediyenin kendisine olmadığını anladığından üzülmüş olmalı." Kırmızı çiçeğin donattığı kolyeyi bana uzattı. "Taksana."

Kolye, Perla'nın boynundaki yerini aldı. Perla aynanın karşısına geçip kendisine bakmak yerine bana hediye ettiği kolyeye baktı. "Fikir çalan tek kişi olmadığımı öğrenmek iyi hissettirdi."

"Kimsenin fikrini çalmadım."

Bana inanmayan gözlerle baktı. "Benim sana verdiğim kolyedeki fikri çalmışsın işte! Olsun, sen her türlü benim fikirlerimi çalabilirsin. Sorun etmem ben."

"Ona kalırsa sen de fikri Atlas'tan çalmıştın."

"Daha neler! O yalnızca basit bir tavsiyede bulunmuştu ve ben de onu kıramamıştım." Koşa koşa aynanın karşısına geçti. "Ay, çok güzel oldu! Atlas onun fikirlerini çalarak birbirimize hediye vermemize alınmış olsa gerek. Kesin o yüzden hediyenin yaratıcı olmadığını söylemiştir."

"Gayet yaratıcı. Mol Otu'nun ne işe yaradığını kendi çabalarımla öğrendim," dedim. "Sonra da onun gücünü Hales Çiçeği'ne aktarıp kolye yapmayı akıl ettim. Basit ve çalınmış olan tek kısım bu hediyeyi bir kolyeye çevirmiş olmam."

Perla'nın gür kahkahası uzunca bir zamanın ardından yeniden duyuldu. Duymayı özlediğim bir sesti. İstemsizce gülümsedim. "Şimdi şakayı bir kenara bırakalım. Neden şifanın doğrudan bedeninize yayılması için Mol Otu'ndan yardım almıyordunuz?"

Hâlâ aynanın karşısında kendisine bakarken, "Aslında pek etkili bir yöntem değil," dedi. "İyileştirme etkisi bir süre sonra kolyeyi terk edecek ve güçden bağımsız normal bir kolye hâline dönecek. Yine de kolyedeki iyileştirme gücü azımsanmayacak süreler boyunca kolyede kalacak. Kalıcı bir yönü olmadığı için bu yöntem pek tercih edilmez."

"Bu fikir aklıma ilk geldiğinde kendimi çok zeki hissetmiştim," dedim. "Okuduğum kitapta sözlerini tasdikleyen hiçbir şey yazmıyordu."

"Buradaki büyü kitapları derin bilgileri barındırmıyor. Tüm kıymetli büyü kitaplarımız Alsondro'da, bunu biliyorsun." Gelip yanıma oturdu. "Teşekkür ederim. Senin hatıran olarak saklayacağım bir eşyam var artık. Asla çıkarmam boynumdan. Herkese de hava atacağım. Sonuçta hediye verdiğin tek kişi benim. Benim, öyle değil mi?"

"Evet," dedim, "sensin. En azından şu anlık yalnızca sensin."

Bir şimşek, dışarıdaki fırtınayı hatırlatmak ister gibi gürültüyle çaktı. Cama vuran yağmur damlaları hızını arttırdı. Tedirgince yerimden kalkıp pencerenin önüne geçtim. Şehrin sokakları pek net görünmese de sular tarafından istila edildiği ortadaydı. Sarayın bahçesinde bile küçük göletler oluşmuş bulunmaktaydı.

Perla yanıma geldi. "Harika, her yer yine çamur olmuş!" Perla aniden elimi tutup kendine çekti. "Yaradan geriye neredeyse hiç iz kalmamış. Bedeninin bu yarayla hızla baş etmiş olması inanılmaz."

"Şifacının verdiği ilaçları düzenli kullanmamıştım oysa," dedim. "Şanslıyım ki kolyedeki büyü kişiye özel hazırlanmış bir karışımdı. Tabii gitmeden evvel senin uyarın sonrasında Valmir'in hazır ettiği içeceği içmiş olmamın da bir etkisi vardır."

"Asıl sebebin içecek olduğunu sanmam. Kolyenin yalnızca Demitre'yi çökertmek için hazırlanan bir büyüye sahip olması asıl etkendi. Eğer öyle olmasaydı öncesinde içtiğin hiçbir içecek seni kurtaramazdı."

"Bu, şu anlık gözlemleyebildiğimiz kısım da olabilir," diye devam etti. "Düşman, kolyeyi bize görünür kılarak seni, Demitre'nin kolyesindeki lanete karşı alacağın şifalardan ve korunmalardan mahrum bırakmak istemiş olabilir."

"Kolyenin hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkması tesadüf değildi, bunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz," dedim. "Lakin düşmanın bunu yapmaktaki amacının kolyenin zehrinden korunmak için aldığım şifaların önüne geçmek istemesi olduğunu sanmam. Bu, karşımızdaki düşman için uğraşmaya değmeyecek bir ayrıntı gibi geliyor bana. İstese zaten türlü büyüler ve hileler aracılığıyla beni kolayca zapt edebilir."

"Aslında haklısın," dedi Perla. "Bu düşüncem düşmana göre fazla uğraştırıcı. O, işini kolay yoldan halletmeyi seviyor ve onu tercih ediyor." Ne yapacağını bilemez gibi dudaklarını büzdü. Sonrasında küçük adımlarla salonun ortasına, oturma kısmına dönüp ağır hareketlerle bedenini koltuğa bıraktı. "Düşündükçe çıkmaza doğru ilerliyorum. Belki de bir süre düşünmemek lazım gelir, ne dersin? Diğerleri mesut değilse bile sakin. Biz de onlara uyum sağlayalım."

Ben de onun yanına geçip oturdum. Valmir'den hâlâ ses yoktu. Şu dakikalarda Atlas onu fikrinden vazgeçirmeye çalışıyor olabilirdi. Zira dünkü tepkileri gözümün önüne gelince Kunter'in tutukluluk durumunu halkla paylaşmaya hiç sıcak bakmadığı anlaşılıyordu. Valmir Atlas'tan ayrı bir fikre kapılıp bu haberi neden yaymak istiyordu onu da anlayabilmiş değildim. Aynı suyun içinde yüzüyorlardı ama yönleri farklıydı. Bu öyle bir durumdu ki, aynı su iki farklı yönde akıyordu.

"Benim onlara uyum sağlamak dışında başka bir seçeneğim yok zaten," dedim. "Valmir bilmediğim, benden gizlenen olaylara ve durumlara karşı anlayışlı olmamı istiyor. İsteğinin bir sebebi olduğunu da biliyorum. Ona istediği şeyi vereceğim. Biraz daha beklemenin, bir noktada oyalanmanın ziyanı olmaz. Kurdukları planı mahvetmek istemem. Ne de olsa kitap ve mühür elimizde, güvende."

Pencerenin camına çarpan tanıdık sesi duyduğumuzda ikimiz de yerimizden kalktık. Perla benden daha heyecan ve merakla, damlaların ıslattığı camı açtı ve cama çarpan kâğıdı aldı. O, camı kapatana kadar çoktan birkaç yağmur damlası içeri girmeyi başarmış ve yere şıp şıp damlamıştı.

Perla kâğıtta yazan notu okuduktan sonra açıklama yapma gereği hissetti. "Narya'dan gelmiş. Bugün erkenden Henna Hanım'ın yanına gitmişti. Şimdi ise eğer müsaitsem oraya uğramamı rica etmiş. Bir sorun olmadığını ama bana danışmak istediği bir şey olduğunu söylüyor."

"Henna Hanım mı davet etti onu?"

"Ah, hayır! Kendisi gitmek istedi. Ben de oranın da güvenli olduğunu düşündüğümden onay verdim. Kötü mü yapmışım?"

"Yok, hayır. O saray buradan bile daha korunaklı. Güvenli olduğunu düşünmekte haklısın."

"Gidip ne olduğuna baksam iyi olacak," dedi. "Buraya neden gelmiyor anlamış değilim. Belki de seninle karşılaşmak istemiyordur."

"Seni ayağına kadar çağırdığına göre önemli bir şey olmalı. Nasıl vakit geçirdiğimiz ortada. Gidip kardeşinle konuş sen. Eğer erken dönersiniz akşam yemeğini birlikte yeriz, tabii Narya da isterse. Gelmek istemezse onu orada bırak. Henna Hanım'ın yanında güvende olacaktır."

"Narya'nın beraber yemek yeme fikrine sıcak bakacağını sanmam ama yine de davet ederim." Hevesle baktı bana. "Hatta Henna Hanım'ı da davet ederim ve tabii Lena'ya da davet yollarım. Çok kalabalığız ama hiç birlikte yemek yemedik. Biraz beraber vakit geçirelim. Hepimize hatıra kalır."

"Nasıl istersen," dedim. "Henna Hanım'ın saray dışına çıktığını hiç görmedim. Eğer sarayını terk etmek istemezse ama beraber vakit geçirme fikrini beğenirse onun sarayında toplanabiliriz."

"Pek çıkmıyor ama buraya gelecektir. Lakin seçenekleri ona da sunarım. Hangisi uygun gelirse ona göre hareket ederiz."

Kararlar alındıktan sonra Perla kız kardeşinin yanına gitmek için yanımdan ayrıldı. Ben hemen büyük salonu terk etmedim. Pencerenin önünde dışarıda yaşanan fırtınayı seyrettim. Bakışlarım; uçuşan yaprakların, çarpan şimşeklerin, cama vuran damlaların, hafifçe bedenini gösteren ama hemen kaybolan güneşin, göğü karalara boğan dumanların üzerinde ığıl ığıl dolandı. Gözümü gökyüzünden ayırdım ve odama doğru yol aldım.

Odama vardığımda yüreğimi dolduran tiz bir sesin yönlendirmesiyle kilitli dolabın kapağını açtım. Henna Hanım'ın hediyesi gümüş yüzük olduğu yerde duruyor, bununla beraber beni kendisine doğru çekiyordu. Bu yüzükte anlam veremediğim, çözemediğim bir şeyler vardı. Yüzüğün varlığı içimdeki bir boşluğu dolduruyor, yerine yeni bir boşluk yaratıyordu. Görmeye dayanamıyor ama elime alıp incelemekten de kendimi alıkoyamıyordum.

İçimde gezinen sese kulak asamadım ve yüzüğü avucuma aldım. Yüzüğü yapan kişinin çoktan unuttuğu detayları görebilmek istedim. Koyu yeşil taşın içinde bana fısıldayan sesler duyar gibi oluyordum. Derinlerden, çok uzak yılların içinden süzülüp gelmiş birtakım boğuk sesler bana sesleniyor, sanki benden medet umuyordu. Sanki taştan yeşil, soluk bir hüzme bana ulaşmaya çalışıyordu. İstemeye istemeye yüzüğü yerine bıraktım. Dolabı yeniden kilitledim.

Atladığım bir nokta vardı; gözümün ucundan kayıp gitmeyi başarabilecek kadar derinlere gömülmüş silik bir nokta. Derinleri kazıyor ama o noktayı bulamıyor, bulamadıkça öfkeleniyordum. Benim göremediğim nokta benden esirgeniyordu. Efendi Ruh'un ve gerçeğe erişmiş kişilerin bana yaptığı şey buydu.

Varacağım yer meçhuldü. Kaybolmak olası; zira yollar viran, delalet eden kimsecikler yok. Böylesi maraz bir durumda ne yapmak icap ederdi ki? Benim aklıma, çevreme doluşmuş bilginlere, görüp geçirmiş kişilere güvenmekten daha cazip bir seçenek gelmiyordu.

Alınan karara duyduğum meraktan dolayı odamdan çıktım ve Atlas'ın çalışma odasına gittim. Ne ara önüne geldiğini bilmediğim kapıyı tıklatıp içeri geçtim. Düşündüğüm gibi ikisi de hâlâ bu odanın içinde alınan kararı tartışıyordu.

"Buyur, gel Alisa," dedi Valmir. "Atlas'ı ikna etme serüvenime sen de katıl."

Bana kalırsa ben bu serüvene Atlas'ın yanında katılmak isterdim. Zira bu haberin diyara duyurulmasını ben de istemiyordum. Valmir'in bu kararı neye dayanarak aldığını öğrenmem ve ardından fikrimi dile getirmemde fayda vardı.

Çalışma masasının önündeki diğer koltuğa, Valmir'in karşısına geçip oturdum. "Bu haberin diyara duyurulması ne işimize yarayacak ki?"

"Çıkarları bir kenara bırakalım çocuklar," dedi Valmir. "Bu işin ve sonrasında meydana gelecek olayların çıkarla bir bağı kalmayacak. Savaş yaklaşıyor. Bize, işimize yarayacak insan değil, bizimle savaşacak insan lazım. Bir ordu istiyorum; ne için savaştığını bilen bir bir ordu."

"İyi de bu haberin diyara duyurulmasının bizim tarafımızda savaşacak olan insanlarla ne ilgisi var?"

"Şöyle söyleyeyim Alisa, biz ne için Kunter'i zindana hapsediyoruz?"

"Zaruretten," dedim dürüstçe.

"Vakti gelince, gerçekler tüm diyara birer birer yayılınca insanların bu bilmeceyi çözmesini istiyorum. İnsanlar da bu ve diğer zaruretleri görsün ve ona göre hangi tarafta savaşacaklarına karar versin istiyorum."

Atlas'a baktım ama onun fikri değişmiş durmuyordu. "Toprakları için savaşacak insana gerekçe sunmaya ne gerek var?" diye sordu Atlas. "Toprağı için savaşacak olması gayet yeterli bir gerekçe değil mi?"

"Hangi tarafa güvenmeleri gerektiğini ne bilsin insanlar? Düşman, bu topraklarda yaşamış ve vaktinde bu topraklar için savaşmış birisi. Bu, onu insanlara masum göstermeye yetecek bir gerçek."

"Biz nasıl biliyoruz Valmir? Gerçek gözlerinin önünde yatıyor. Kör olmayı tercih eden bir insana bizimle savaşması için gerekçe sunmayacağım. Zeki bir ordu istiyorsan sen de sunmamalısın."

Atlas, peşinde olduğumuz düşman hakkında konuşmuyor olmalıydı. Zira düşmanın kim olduğunu ona açıklayan Efendi Ruh'tan başkası değildi. Benim bilmediğim başka bir düşman daha mı vardı?

"Kimden bahsediyorsunuz? Başımıza tüm bu olayları açan kişiden bahsetmiyorsunuz sanırım."

"Düşmanın tek kişi olmadığını anlamış olmalısın," dedi Atlas. "Tahtını paylaştığı birileri var. Eğer yoksa bile yancıları olduğunu biliyoruz. Her hâlükârda düşman tek kişi değil, hiçbir zamanda da tek değildi."

Eğer yanlış anlamadıysam iki kişinin adını net bir biçimde biliyorlardı. Aracı kılınan kartal sayesinde düşmanın tek olmadığını biliyorduk ama tahtı birileriyle paylaşmış olması düşündüğüm, üzerinde durduğum bir durum değildi. Nedense, hep, onu koruyan birkaç yancısı olduğunu düşünmüştüm. Çevresinde kukla gibi oynattığı birkaç isim vardır ve o da kendine tasarladığı tahtın keyfini çıkarıyordur sanmıştım. Sonuçta o taht aynı anda birkaç kişiye elvermeyecekti.

Dün Kunter ile konuştuğumuz şeyleri onlarla paylaşmak istedim. Bu isteğim üzerinde biraz düşündüm. Valmir defterin bir hayal ürünü olduğu fikrini ortaya atmıştı ama Kunter'in söylediğine göre tam da benim gördüğüm gibi bir defter vardı. Ya Kunter haindi ve defterin peşinden gitmem için yalan söylüyordu ya da Valmir, iyiliğim için, bu defterin peşinden gitmemi istemiyordu. Diğer seçeneklerin doğru olma ihtimaline şans dahi vermiyordum. Bu iki seçeneğe bakarak şu anda defterin konusunu açmanın doğru olmayacağına karar kıldım.

"Madem öyle," dedi Valmir, "bir iki gün daha müsaade edeceğim sana Atlas. Biraz daha düşün. Şayet birkaç gün içinde fikrin değişmezse yapabileceğim bir şey yok. Senin aldığın karara istemeyerek de olsa boyun eğeceğim."

"Valmir fikirlerin önem arz ediyor ama bu olayın öylece halka duyurulması kabul edebileceğim bir seçenek değil. İlerleyen günlerde de bu fikrimin değişeceğini sanmıyorum ama bu konuda senin dediğin olsun, birkaç gün bekleyelim."

"Bekleyelim bakalım," dedi Valmir sükûnetle. "Nicedir yaptığımız şey bu."

Bilge odayı terk etti, onun arkasından çıkmak yerine odada Atlas ile birlikte kaldım. Konuşmak istediğim şeyler vardı ama saklı kalan gerçeklerden ötürü konuşmak bizi bir yere götürmeyecekti.

"Kunter ne zamana dek tutuklu kalacak?"

Yorgunluk Atlas'ın yüzüne vurmuştu. Beyaz teni solmuş, özellikle de göz altında yer yer morluklar oluşmuştu. "Biz gerçek haini bulana dek."

"Sanki Valmir'in isteğinin altında başka bir sebep var gibi," dedim. "Yalnızca saydığı maddelerden dolayı Kunter'in tutukluluğunu diyara duyurmak istiyor olamaz. Bu sebebi benimle paylaşmamasını anlıyorum ama neden sana sebebi açıkça söylemiyor ki?"

"Gerçekleri biliyor olmamız olaylar hakkında aynı yargıya varacağımız anlamına gelmiyor. Aklımızdan geçenleri bir olsa dahi tercih etmek istediğimiz yollar farklı. Bu noktada onunla keskin bir anlaşmazlık yaşıyoruz."

"Bu, sebebi gizlemesi için bir gerekçe değil."

"Elbette değil, lakin bu yolu tercih ediyorsa yargılamak bize düşmez. Söz konusu Valmir olduğunda yaptığı her eylemin sağlam bir sebebi olduğunu anlamak zor olmuyor."

Koltuktan kalktım. "Eğer uygun görülürse akşam hep birlikte yemek yiyeceğiz. Lena'yı, Henna Hanım'ı falan da davet edeceğiz. Planına bir süre ara ver ve yemeğe katılmaya çalış."

"Böyle bir anda nereden çıktı bu?"

"Perla'yla birlikte böyle bir karar aldık. Ani gelişti, planladığımız bir şey değildi," dedim. "Ben Valmir'e haber etmeye gidiyorum. Konuyu dağıtmamak, sözünüzü bölmemek için yemeğin sözünü açmamıştım."

Odadan çıkıp koca sarayda Valmir'i aramaya koyuldum. Çalışanların yönlendirmesiyle kısa sürede onu, kendisine ayırdığımız odada buldum.

"Gel Alisa. Seninle özel olarak konuşmak istediklerim vardı, yanıma uğraman iyi oldu."

"Söze ilk ben gireyim," dedim. "Henna Hanım bana bir yüzük hediye etti. Nasıl bir şey olduğunu bildiğini tahmin ediyorum." Susup tepkisini gözlemledim. İstediğim tepkiyi alamayınca, "En azından bu yüzüğün ne olduğunu söyle," dedim. "Normal bir yüzük olmadığı belli. Zira yüzüğe baktığımda bile içim bir hoş oluyor."

"Bana ilk gün olduğu gibi yine öfkeleneceksin ama ben sözümden şaşmayıp sabırlı olmanı öğütleyeceğim sana, yeniden. Tez zamanda sorularının yanıtına kavuşacaksın. Umarım bu, yüreğini bir vakte kadar soğutmaya yeter."

"Yetmez," dedim. "Çok şey saklıyorsun, en azından bu bilgiyi esirgeme benden."

"Yüzüğün özel bir anlamı var, doğru. Lakin bu bilginin sana yetmesi lazım gelir. Dahasını söylemek bana düşmez."

"Madem öyle," dedim mutsuzsa. "Sen ne konuşacaktın benimle?"

"Yüreğim bana fısıldıyor, zamanı geliyor olmalı. Kendine dikkat et diye uyarmak istedim. Gözünü dört aç. Düşman, saldırıya geçeceği vakti amansızca bekliyor. Sözlerimi unutma sakın! Her bir sözüm zihninde kilitli kalsın. Alacağın kararlara sözlerim eşlik etsin."

"Nasıl istersen," dedim. "Sözlerin kolay kolay zihnimi terk etmez hâlde oldukları yerde duruyor. Merak etme." Buraya geliş nedenimi hatırladım. "Akşam beraber yemek yeme fikrindeyiz. Bize katılmaya ne dersin?"

"Elbette, seve seve."

Yıldızlar doğup gökyüzünü sardığında biz çoktan yemek masasına yerleşmiş bulunuyorduk. Gece, her zamankinden daha fazla yıldızlı, her zamankinden daha fazla sesliydi. Ne dışarıdaki ses ne de içerideki ses kesiliyordu. Dışarıdan soğuk esen rüzgârın boğuk sesiyle birlikte birkaç yırtıcı hayvan sesi geliyor, bu ses içerideki bardak çatal sesleriyle karışan konuşma seslerimize eşlik ediyordu. Yağmur şiddetinden bir şey kaybetmeyerek şarıl şarıl yağmaya devam ediyor, şehri sulara doyuruyordu.

Yağmurdan korunmak isteyen hayvanlar yuvalarına sığınmış olmalıydı ki uzaklardan yalnızca birkaç kurdun sesi duyuluyordu. Yemek salonunun tam karşımdaki penceresinden ay gözükmüyordu ama onun da ait olduğu yerde en canlı parıltısıyla parladığını biliyordum. Göz hapsine aldığım pencere bazı anlar rüzgârın savurduğu tozla kirleniyor ama hemen ardından, yağan yağmur o tozu temizliyor, cama kendi izini bırakıp siliniyordu.

Masanın bir ucunda Henna Hanım oturuyordu. Lena, ona ayırdığımız masanın diğer ucuna oturmak yerine, kadim dostunun yakınında olmak adına, Henna Hanım'ın sağ çaprazına oturmayı tercih etmişti. Lena'nın karşısına, Henna Hanım'ın sol çaprazına, Narya yerleşmişti. Onun bu davete gelmeyeceğini düşünmüştüm ama o, beni yanıltmayı tercih etmiş ve yemek mevzusunu duyunca erkenden saraya dönmüştü. Narya'nın yanında ablası Perla, onun hemen yanında, tabii ki, Pamir oturuyordu.

Ben, Lena ve Aren'in arasına oturmuştum. Perla'nın, Aren'in Lena'ya karşı yumuşadığını hissettiğini söylediği günden beri aklımdan çıkmayan düşüncelerin getirdiği heves, beni buraya oturmaktan alıkoymaya çalışmış ama günün sonunda başarısız olmuştu. Aren isteseydi zaten benden önce davranıp teyzesinin yanına geçer ve otururdu. Valmir ise başta Lena'ya ayırdığımız yere, masanın diğer ucuna geçmişti. Amacım onun yanına oturup, benden gizlediği birkaç bilgiyi almak için onu sıkıştırmaktı ama Lena'nın itirazıyla değişen oturma planı benim planımın önüne geçmişti. Valmir'in sol çaprazında Pamir, sağ çaprazında ise gecenin son konuğu olan Atlas oturuyordu.

Ortamın sıcaklığı, sıcaklığından öte sıradanlığı insana itimat telkin ediyordu. Muhabbet, kovaladığımız düşmandan, düşmanın diyara yaydığı lanetten, o lanetin zehirlediği masum insanlardan çok uzaktaydı. Öyle ki, dışarıdaki, tüm şehri etkisi altına alan şiddetli yağmur ve onun öncüleri bile muhabbetin gidişatını değiştirmeye yetmiyordu. Düşmanın konusu açılmıyor ve ona bağlantılı hiçbir konunun üzerinden uçulmuyordu. Bu gece Katrin sükûneti tercih etmişti.

"İşte o zamanlar bile Narya peşimize takılır, bizi hiç rahat bırakmazdı," diye devamını getirdi sözlerinin Lena. "Kim nereye giderse gitsin hemen peşine takılıverirdi."

"Onun bu meraklı hâlleri pek hoşuma giderdi," dedi Henna Hanım. "Nereye gidersek gidelim her defasında peşimize takılan tek kişi Narya idi. Diğer çocuklar yalnızca ilgilerini çeken yerlere gelmek isterlerdi. O yüzden de Narya'ya hiç hayır diyemezdim."

"Peşinize takılması merakından değil de daha çok yalnız kalmak istemiyor oluşundandı," dedi Aren. "Narya oldum olası yalnız kalmaktan çekinir."

"Yalnızlığı sevmem ama peşinize takılma sebebimi yalnızca buna bağlamak içimdeki engin meraka haksızlık olur," dedi Narya. "Diyardaki diğer bölgeleri gerçekten de merak ediyor ve görmek istiyordum. Bir de işin içine büyü girince merakım içimde büyüdükçe büyüyordu."

"Büyü konusuna hiç girmeyelim," dedi Lena, şikayet eder gibiydi. "Küçükken sizi bu konuda eğitmek pek zordu. Duyduğunuz her büyüyü yapmakta ısrar ediyordunuz. Bu konuda sizi hizaya getirmek zor oldu, özellikle de Perla'yı. O, kaç defasında bizden gizli büyü yaparken yakalandı, saymak mümkün olmadı."

"Ama o günkü merakım beni bugünkü hâlime dönüştürdü," dedi Perla gururla. "O yüzden çok üstüme gelmeyin."

"Ah, evet! Hâlâ pek meraklısın büyülere," dedi Henna Hanım. "Ne zaman şifa için bitki istesem hemencecik getiriverirsin. Büyü için malzeme toplamayı bile sever hâle geldin."

"Perla'nın büyülere karşı beslediği sonsuz ilgi ve hevesi, Alsondro'ya gitmek için yola koyulacağımız zaman tok tutması için büyülü içecek hazırlamasından kolaylıkla anlamıştım," dedim.

Lena saadetle gülümsedi. "Hiç değişmiyor Perla. Büyüler yardımıyla hayatını kolaylaştırmak için her türlü yolu deniyor. Bir noktada artık bağımlılık hâline getirdin bu büyüleri."

"Daha neler Lena!" dedi Perla. "O kadar da değil! Ayrıca yaptığım her büyü gerçekten de fayda sağlıyor. Sonuca odaklanalım lütfen."

"Birlikteliğimizi duyurduktan sonra olumsuz tepkiler alınca büyüklerin fikrini değiştirmek için büyü yapmayı teklif ettiğini düşünürsek Lena pek haksız sayılmaz," dedi Pamir. "Neyse ki, onu fikrinden caydırma çabalarım olumsuz sonuçlanmadı."

"Büyüğüm Perla bu olaydan sonra bana da büyüklerin içeceğine dinginlenştirici katmamı talep etmişti," dedi Narya gülerek. "İyi ki onun aklına uyup böyle bir işe kalkışmamışım."

"Yönetim işine aile kavramı girince işle değişiyor," dedi Henna Hanım. "Verilen olumsuz tepkilerin sebebi buydu. Şimdi o kişiler tarafından önünüze koyulan bir engel görüyor musunuz? Yaptığınız işi usulüyle devam ettirdiğinizi görünce onlar da yumuşadı."

"Elbette bir sebebi vardı Henna Hanım," dedi Perla. "Ama bu güzel haber duyulduktan sonra verilmesi gereken ilk tepki o değildi, olmamalıydı. Bizi inciten de buydu zaten. Zaten engel olacaklarını hiçbir zaman düşünmedik."

"Alışkın olunmayan her duruma aynı tepki verilecektir," dedi Atlas. "Bu her daim böyledir."

Konunun evrileceği noktayı sezmiş olan Lena, "Bırakın şimdi bunları," diye söze karıştı. "Yarın Henna ile tapınağa gideceğiz. Alisa, siz de bize katılmak ister misiniz? Eğer meraklısı isen birkaç geleneğimizi sana göstermiş oluruz."

"Olur," dedim. "Birilerinin dikkatini çekmeyecekse sizinle gelmeyi çok isterim."

"Tapınak bizim için boşaltılıyor, kimsenin dikkatini çekmeyiz," dedi Henna Hanım. "Şayet merakın varsa bu gibi minik detayları önemseme."

Valmir'e doğru baktım. "Umarım yarın benimle işiniz yoktur."

Valmir bir tık dalgındı. Hatta onun konuşulanları can kulağıyla dinlemediğini, ruhunun başka bir gökyüzünde süzüldüğünü söylemek mümkündü. Solgun, mahmur bakışları ruh hâline ve aklından geçenlere rağmen yine de bizi dinlediğini bildiriyordu. "Sanıyorum ki, yok Alisa. İstediğini yapmakta özgürsün."

"O hâlde gelirim," dedim. Kızlara baktım sırasıyla. "Siz de gelir misiniz?"

Narya, Perla'dan önce söze girdi. "Ben geleceğim. Beraber tapınağa gitme şansını kaçıramam."

"Oyunbozanlık yapmak istemem," dedi Perla. "O yüzden, elbette ben de geleceğim."

Yemeğin bitimine dek, arada bir Atlas'ı ve Valmir'i süzmüş ve yüzlerinde, zihinlerinden geçen düşünceleri ele verecek birkaç ifade görmeyi beklemiştim. Bunu tek yapan kişi ben değildim. Pamir de arada sırada, gözlerindeki soru işaretleriyle bu iki adama bakmış ve bu esnada bana yakalanmıştı. Tabii ben de ona yakalanmıştım. Öte yandan Atlas da onlara attığım bakışları yakalamış ama üzerinde durmamıştı. Yemek sona erdiğinde kimse masadan kalkmak adına bir girişimde bulunmamıştı.

"Sanıyorum ki sana verdiğim yüzüğü takmamışsın Alisa," dedi Henna Hanım. "Yoksa yüzüğün görüntüsünü mü beğenmedin? Pek senlik bir şey değil mi?"

Yüzüğün konusunun açılması beni dumura uğrattı. Ne cevap vereceğimi bilememişim. Zira Henna Hanım'ın oğlu yüzüğü bir müddet takmamam konusunda ısrarcıydı. Lakin bunu ona açıkça söylemeyi doğru bulmuyordum. "Yüzük tamamen aklımdan çıkmış, takmayı unutmuşum."

Yeni bir yalan havaya karıştı. Henna Hanım tatlıca gülümsedi. "Karışık, hızlı zamanların içindeyiz. Aklından çıkmış olması olağan."

Atlas'ın annesine bakışları şüphe doluydu. Valmir ise alması gereken cevabı almış gibiydi. Yüzüğün ne anlama geldiğini her ikisi de biliyor; Valmir bu durumu anlıyor, Atlas ise şüpheye düşüyordu.

Perla, bahsi geçen yüzüğün ne anlama geldiğini bilmese de konusunun açılmaması gerektiğini hissetmiş olmalıydı. "Bakın, Alisa bana ne hediye etti!"

Konu çabucak dağıldı, insanların odağı da öyle. Diğerleri ilgisini Perla'ya verdi ve onun heyecanlı heyecanlı kolye hakkında anlattığı sıradan şeyleri dinlemeye koyuldular. Ya da ben öyle olmasını diledim. Pamir zaten yemeğin başlangıcından beri bir bilmeceyi çözmeye çalışır gibiydi. Ona şu noktada Aren de eşlik etmeye başladı. Bahsi geçen yüzük hakkında bir şey bilmiyor gibiydi. Önce parmaklarıma baktı, ardından Atlas'a döndü.

Perla'nın anlattıklarını hevesle, ilgiyle dinleyen tek kişi Henna Hanım idi. Lena bile bir noktada soru sorarcasına bizlere baktı. Anladığım kadarıyla, odada yüzük ve yüzüğün ne anlama geldiği hakkında hiçbir bilgisi olmayan başlıca kişiler Lena ve Narya idi.

Aradan geçen gerici dakikaların ardından herkes bir köşeye dağılmıştı. Lena dostuyla büyük salona geçmiş, Narya da onlara eşlik etmeyi tercih etmişti. Perla bir sorun olduğunu düşünmüştü. Bu yüzden Pamir'i de alıp bir odaya çekilmiş ve çalışma odasında bizi yalnız bırakmıştı.

Odada beraber bulunduğum üç adamın yüzüne bakınca hepsinin de neyin ne olduğunu çok iyi bildiğini anladım.

"Şu yüzüğün ne olduğundan artık bahsedecek misiniz?"

"Alisa, yemekten evvel sarf ettiğim sözlerimi hatırlamaya ne dersin?" diye sordu Valmir. "Yüzüğe odaklanacağına önüne dön. Vakti geliyor, alacağın kararlar konusunda daha bir tedbirli olma vaktin de geliyor."

"Epey yardımcı oluyorsun Valmir," dedim. "Gizlenen gerçekler alınacak doğru kararların önüne engel doğuruyor. Bunu göremiyor musun?"

"Alisa, yollarımız ayrılmasın," dedi Valmir. "Tartışmanın, ayrı yollara düşmenin vakti değil. Gerçek er ya da geç seni bulacak. Kafanızı toplayın. Sen, kendine sakin kalmayı öğütle ve gerçeğin seni bulmasını bekle. Sıranın sana gelmesini bekle Alisa." Şimdi hedefinde Atlas vardı. "Sen de alacağın kararı gözden geçir. Olayı her yönüyle ele al ki ileride pişmanlık yaşamayasın."

Tükenmiş hissediyordum. Yanlış yapmaktan, yanlış karar almaktan korkuyordum. Lakin beni o yanlışa doğru sürükleyecek sabırsızlığım gün yüzüne çıkıyordu. Sakin kalmayı öğütledim kendime ve bir de sabırlı olmayı.

Onların benden bağımsız konuşacağı konular vardı, biliyordum. O yüzden sessiz adımlarla odadan çıktım ve geniş balkona doğru geçtim. Yüreğime sakin olmasını öğütledim. Sona az kalmadıysa bile yolu yarılamıştık.

Bir süre sonra yanımda Aren belirdi. "Özür dilerim."

"Ne için?"

"Bir şeyler sakladığımız için. Lakin bizi anlayacağını umuyorum. Bu hayatta zorundalıklar da var, biliyorsun. Umarım gerçeğe kavuştuğunda bizleri affedebilirsin."

"Günün sonunda evime döneceğim ve yaşadığımız şeylerin bir önemi kalmayacak, değil mi?" dedim. "O yüzden, burada biraz fazla üzülmenin, zorlanmanın bir önemi yok. Hepsi bir gün sona erecek."

Bir itirafı dile getirmek için, o itiraf kadar ağır bir nefes aldım. "Aren ben unutuyorum. Kendi hayatıma dair anılarım yavaştan yavaştan zihnimi terk etmeye başladı. Ben hayatımı tamamen unutmadan önce, yapılması gereken son şeyleri yapın, neyi itiraf edecekseniz edin ve bana, evime dönmemi sağlayacak büyüyü yapmam için müsaade edin."

Sözlerim onu şaşırtmadı. Duymayı beklediği bir şeyi nihayet duymuş gibiydi. Bu son onun için kaçınılmazdı.

"Bunun da bir sebebi var, değil mi?" diye sordum. "Hiç şaşırmış görünmüyorsun."

"Her oluşumun bir sebebi vardır."

"Ve sen bu oluşuma neyin sebep olduğunu biliyorsun."

İnkâr etmedi. Bir şey deme gereği duymadan önüme döndüm. Bakışlarım başka bir bilinmezliğe uzanan göğe kaydı. Hâlâ yerli yerinde duran yıldızlar parlaktı ve sayıları da epey fazlaydı. Öyle ki, yıldızlar gökte örtü görevi görüyordu. Biraz daha çoğalsalar göğün koyu derinliği görünmez kılınacaktı.

Yüreğime adını bilmediğim rüzgârlar egemen oldu. Sahip olduğum tüm direnç bedenimden boşalıyor, yerini engin bir boşluğa bırakıyordu. Zihnimi rahat bırakmaya çalıştım, ki orada, hatırlamaya çalıştığım anlara yer açılsın.

"Bu durumu düzeltmenin bir yolu yok mu? Bu da mı düşmanın büyüsünün bir etkisi?"

"Düzeltmenin tek yolu büyünün etkisinden kurtulman."

"Yani kendi diyarıma dönene dek sahip olduğum anıları kaybetmeye devam edeceğim, öyle mi?"

"Evet."

Sessizliğime eşlik ettiği birkaç dakikanın ardından, "Bunu kimse bilmiyor, değil mi?" diye sordu. "Valmir ve Atlas'a yapacakları şey konusunda ecele etmeleri gerektiğini söyleyeceğim. Bize yalnızca bir hafta kadar süre ver."

Omzumu dostça sıkıp yanımdan ayrıldı. Onun bedenini gözlerimle takip ederken balkon kapısının yanı başında, kendi bedeninde dikilen Efendi Ruh'u gördüm. Gözleri, tüm konuşmayı duyduğu konusunda kendisini ele veriyordu. Bedenine, ona yakışmayan birtakım hisler yapışmıştı.

Usulca yanıma yaklaştı. "Yarın tapınağa gideceğinizi öğrendim. Oradan döndüğünüz vakitlerde gerçeği sizinle paylaşacağım, sonrasında malzemeleri size teslim edeceğim. Dönüş büyüsünü ne zaman yapacağınız size kalmış."

Sözlerim, aceleci davranıp işleri sarpa sarmamıza mı neden olacaktı? Valmir'in ısrarla dile getirdiği öğütleri bu an için miydi? Yüreğimin sesini dinledim. Hiçbir olumsuzluğun sebebi olmak istemiyordum.

"Acelesi yok. Eğer doğru olduğunu düşündüğünüz bir an varsa o zamana dek bekleyebilirim sanırım."

"Sanıyorum ki, yarın tapınaktan döndüğünüz an, açıklamak için en doğru zaman dilimi olacaktır."

Son bir haftadır Valmir'in tek tek belirttiği şeyler zihnimde beliriyor, sözleri bir kuyuda yankılanır gibi zihnimde yankılanıyordu. Özenle hazırlanmış bir planı mahvetmekten korktum.

"Ezra, acelesi olmadığını söylüyorum. Şimdi gidip diğerleriyle de konuşurum. Biraz önce Aren'e söylediklerim... Onlar bir anlığına ağzımdan çıktı. Uzun zamandır peşinden koşturduğunuz bir plan var ve bunu mahveden kişi olmak istemiyorum."

Balkondan çıkmak için bir hamle yaptım. Ezra beni durdurdu. "Efendim, size anlatacağım şeylerle yapılan planın bir bağlantısı yok. Plan tamamen Bilge'nin ve Efendi Atlas'ın eseri."

"Olsun," diyebildim yalnızca. Kafamdaki her şey netliğini yitirmiş, kirli bir su misali bulanıklaşmaya başlamıştı.

Ezra daha fazla diretmedi. Onu balkonda bırakıp Atlas'ın çalışma odasına doğru ilerledim. Aren çoktan durumu onlarla paylaşmış olmalıydı. Benim yüzümden acele bir karar verip her şeyi mahvetmemelilerdi. Adımlarımı hızlandırdım. Yolun yarısında Atlas ile karşılaştım. Onu görünce boş koridorda ilerleyen adımlarım yavaşladı.

"Ne zamandır böyle bir durum söz konusu?"

"Çok olmadı," dedim. "Odana geçelim ve orada konuşalım."

Çoktan boşaltılmış çalışma odasına geçtik. Aren ve Valmir'in nerede olduğunu, şimdilik, sorma gereği hissetmedim.

"Bunu neden bizden gizledin?"

"Yapabileceğiniz bir şeyin olmadığını düşündüm," dedim. "Şu anda var olan ve gelecekte ortaya çıkacak olan tüm sorunların tek bir çözümü var. Düşman ortadan kaldırılıncaya dek sorunlar ortaya çıkmaya devam edecek ve anladığım kadarıyla, bu sorunları tek tek ortadan kaldırmayı sağlayan bir yöntem yok. Varsa bile bu, yalnızca zaman kaybına sebebiyet verirdi. Demem o ki, yolun sonuna kadar sorunlarla birlikte ilerlemek zorundayız."

"Planı değiştirmeyin," diye devam ettim. "Ya da ayarladığınız vakitten daha erken harekete geçmeyin. Üzerinde çalıştığınız plan, en doğru şekilde ne zaman çalışacaksa o vakte kadar bekleyin. Ben de bekleyeceğim."

"Emin misin? Aren'den tam tersini yapmasını istemişsin ama."

"O an yüreğime söz geçiremedim. Lakin her şeyi unutmadan evvel evime dönme konusunda hâlâ aynı noktadayım. Bu noktada sizden tek isteğim bu."

"Peşinde olduğum şeyi sana açıklasam bile zihnindeki sular durulmayacak," dedi Atlas. "O suları dinginleştirecek sözler benim ağzımdan çıkmayacak. Zira oraya hükmeden kişi ben değilim."

"Biliyorum," dedim. "Sen daha başka şeylerin peşindesin. Yollarımız da amaçlarımızın ayrıldığı bu yerde ayrılıyor. Planına sadık kal. Sanırım bu noktadan sonra gideceğim yerin yolunu çizecek olan kişi Ezra. Onu bekleyeceğim ve onunla beraber hareket edeceğim."

"Alınmakta geç kalınan kararı uygulayacağım," dedi Atlas. Sesi ve görüntüsü dingindi ama tüm fırtına içinde kopuyordu. "Ezra hikâyenin seni ilgilendiren kısmındaki düşmanı açıklayacak. Baba Ran ise hikâyenin seni ilgilendirmeyen kısmında bulunan düşman. Onu ortadan kaldıracağım. Ayaklanmaların olacağı aşikar, o yüzden en doğru zamanın gelmesini bekliyoruz. Umarım bu sebep, evine dönüş yolunun uzamasına anlayış göstermene yeter."

Bu ismi duymak beni şaşırtmadı. Doğru düzgün görmediğim, hiç vakit geçirmediğim birinin savaşacağımız kişilerden biri olduğunu öğrenmek hislerimde herhangi bir değişime neden olmamıştı. Olması da beklenemezdi zaten. Nitekim Katrin şehrinde alınan her acımasız kararın altında imzası bulunan birinin çoktan ortadan kaldırılması gerekiyordu. Atlas haklıydı. Bu, alınmakta geç kalınmış bir karardı.

Öte yandan, ortalığın ne denli karışacağını tahmin etmek zor değildi. Buna bir de Baba Ran'a eşlik eden bir diğer düşman eklenince ortaya masum bir görüntü çıkmıyordu. Savaş giderek yaklaşıyordu.

"Baba Ran büyük ve güçlü bir otorite," dedim. "Onun adını silmek zor olacaktır. Yanında eşlikçileri olduğunu da biliyoruz. Demem o ki, planın her detayına özen gösterdiğinizden emin olun. Eğer sonunda zafere ulaşacaksınız beklediğim zamanın benim açımdan bir önemi olmayacak."

Minnet, son zamanlarda göz bebeklerimizde giderek büyüyen bir duyguydu. Bugünse Atlas'ın gözlerine yerleşmişti. Geçen zamanı düşündükçe, taşlar yerine oturdukça minnet, yeşeren hislerime eşlik ediyordu. Anlayışa, sabıra ve biraz da zamana ihtiyaç duyuyorduk. Feda edecek anlayış ve sabıra sahiptim, tek eksik şey fazladan zamandı. Onu ise bize kimin bahşedeceği belirsizdi.

"Ordu, Baba Ran'a karşı sizinle birlikte savaşmayı yeğliyor mu?"

"Plan, yıllardır üzerinde çalıştığım bir program. Elbette hazır bir ordu var. Lakin düşman da çoktan kendisine bir ordu hazırlamış olmalı. Ayrıyeten Ezra eğer başarabilirse ruhları bizimle birlikte savaşmaya ikna edecek."

"Ruhlar mı?" diye sordum. "Keşke bize katılsalar lakin hiç umudum yok. Antropedos'ta bulunduğum süre boyunca ruhların acısına ve isyanına fazlasıyla maruz kaldım. Efendilerini kolayca affedecek gibi durmuyorlar."

"Bu durumu değerlendirmek isteyebilirler," dedi Atlas. "İnsanlardan almak istedikleri bir intikam var. Belki bu, ayağa kalkıp bizimle savaşmaları için yeterli olur."

"Ruhların sizden intikam almak istemediği ne malum?"

"Bilemeyiz. Eğer isterlerse diye bizimle savaşmaları için teklifte bulunacağız. Gerisine karışmak gibi bir amacımız yok. Hatta ruhları bu işe karıştırmak aklımda yoktu. Ezra dile getirdi ve ben de makul buldum."

"Umarım Ezra'nın yönlendirmesi sonucu ruhlar uyanır ve bize katılır."

"Bunlarla kafanı yorma," dedi Atlas. "Bu noktadan sonrası seninle ilgili değil."

"Olsun," dedim. "Eğer evime dönmeden önce savaşınız başlarsa izleyici olmak istemem. Yıllarca eğitim aldım, size katılmak isterim. Hem pratik yapmış olurum."

Güldü. "Mizah anlayışın çok hoş."

"Valmir aceleyle aldığım karara bir tepki verdi mi?"

"Valmir nerede durması gerektiğini bilen bir bilge," dedi Atlas. "Aldığın kararlar konusunda bu kadar endişelenme. Valmir'in öğütlerinin amacı seni hatalardan korumak değil, seni korumak. Başına kötü bir iş gelmesinden korkuyor ve bunu engellemeye çalışıyor."

"Görebiliyorum," dedim. "Lakin bile bile hata yapmak istemem. Özellikle de böylesi bir zamanda." Bedenimdeki ağırlık gitgide kendini belli ediyordu. "Sanırım Lena ve Henna Hanım'a veda edemeyeceğim. Yorgunum, gidip dinlenmek istiyorum. Umarım sorun olmaz."

"Git ve dinlen. Veda etmesen de olur. Hem belki bugün bu sarayda konaklayabilirler. Ne de olsa yarın beraber tapınağa gideceksiniz."

"Doğru diyorsun," dedim. Daha fazla düşünmeden odanın çıkışına ilerledim. "Sen de çok geç olmadan gidip uyu. Zor günler bizi bekliyor."

"Alisa," dedi Atlas. Sesi ilk kez çekingen çıkmıştı. Aklından geçen şeyi söyleyip söylememe konusunda kararsız gibiydi. "Anılarının ne kadarını unuttun?"

Kapının kolunu tutan elim bir süre öylece olduğu yerde kaldı. "Sesler ve yüzler hâlâ belirgin, endişe etme."

 ...


Kalbimi bir pençe acımasızca kesiyor gibiydi. Kesikler derin derindi. Bir bölümde kesik oyuk şeklini almış olmalıydı ki, bir boşluktan uğultu sesleri yüreğime doğru yükseliyor ve içeriye soğuk bir hava dalgası yayılıyordu. Hatırladıklarımı unutmaktan korkuyor ama anılarımı zihnimde oynatmaya çekiniyordum. Çünkü biliyordum ki, göreceğim yüzler, duyacağım sesler artık hiçbir biçimde beni mutlu etmeyecekti.

Erken saatlerde uyanmış ve koca oda bile bana dar gelince kendimi sarayın bahçesine atmıştım. Güneş doğmuş ama bedenini dağların arkasına gizlemeyi tercih etmişti. Etraf tam olarak aydınlık sayılmazdı. Yerler dün yağan yağmurdan ötürü çamura bulanmıştı. Rüzgâr ne çok yumuşak ne de çok sert esiyordu. Rüzgârın her narin hareketinde burnuma çamur kokusuyla birlikte, solan yaprakların acı kokusu doluyordu.

İçine girdiğim çardağa oturmak yerine sütunlarından birine bedenimi yaslamış, yavaş yavaş yükselen güneşi, kenarlarından su damlayan yaprakları, güneşten önce davranıp göğe yükselmiş ve göğün her yerine dağılmış sisi izliyordum. Gözümü belirlediğim hedeflerden ayıran tek şey iki kuşun kameriyenin etrafından uçup geçmeleriydi. Mavi renkli minik kırlangıçlar, belirledikleri bir hedef, gitmeleri gereken bir nokta yokmuş gibi amaçsızca kameriyenin etrafında dönüyordu. Önümden uçup geçtiklerinde gözüm onlara kayıyor, bedenimi hareket ettirmeden, gözümle nereye kadar onları takip edebiliyorsam ediyor ve sonrasında odağımı, yeniden, belirlediğim hedeflere veriyordum. Onları görmek silinmeye yüz tutan bir ismi zihnime kazıdı.

Yeterince temiz hava soluduğumu düşününce saraya geri dönmek için hareketlendim. Eğer uyanan birileri varsa muhabbet etmek niyetindeydim. Kafamın dağılmaya, zihnimin boşalmaya ihtiyacı vardı. Taşlı, hafiften çamura bulanmış yolu takip etmeye başladım. O esnada karşı taraftan bana doğru gelen bedeni fark ettim. En son Alsondro sahiplerinden kaçarken sınırda gördüğüm, aldığı emir dolayısıyla beni Katrin'e sokmayan Ural sakin adımlarla bana doğru geliyordu.

"Bir sorun mu var?"

"Seni arıyordum," dedi. "Timun Bey'e teslim edeceğim bir eşya vardı, gece onu teslim ettim. Timun Bey buraya uğrayacağımı öğrenince sana bir haber yollamamı rica etti."

"Ne haberi?"

Aramızda birkaç adımlık mesafe kalınca ikimiz de adım atmayı kestik.

"Alisa'ya ait bir eşya bulmuş. Alisa'nın geçmişte günlük olarak kullandığı bir deftermiş. Tamamını okumaya fırsatı olmamış ama okuduğu kısımda işe yarar birkaç bilginin bulunduğunu söyledi."

Gözlerim heyecanın etkisiyle büyüdü. "Defter mi? Nasıl bir şeymiş? Sen de gördün mü?"

"Hayır hayır," dedi. "Ben görmedim ve nasıl bir şey olduğunu da bilmiyorum."

"Beni yanına davet ediyor, değil mi?" diye sordum. O henüz cevap vermeden saraya doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum.

"Evet, gelip defteri senin de incelemeni istiyormuş. Aslında dün akşam Lena Hanım saraya gelince defteri ona göstermek niyetindeymiş ama sanırsam, Lena Hanım geceyi burada geçirmiş."

Atlas'ın akşamki sözleri zihnime doldu. "Evet, burada kalmış olmalı."

Lena'yı uyandırıp uyandırmamayı düşündüm. Gerek var mıydı ki? Deftere göz attıktan sonra buraya dönecektim ve daha sonrasında beraber tapınağa gidecektik zaten. Defterde önemli bir bilgi varsa o bilgiyi tapınağa gittiğimiz vakitlerde onunla ve diğerleriyle paylaşabilirdim.

Sarayın içine girdiğimizde ona doğru döndüm. "Sen de gelecek misin? İşin var mı?"

Yaşadığı kararsızlık, yüzünden kolayca okunabiliyordu. "Eğer tek başına gideceksen seninle gelmem daha doğru olur. Yalnız başına hareket etmemen daha güvenli olacaktır."

"Herkes uyuyor olmalı. Kimseyi uykusundan etmek istemem," dedim. "Zaten yorucu bir süreçten geçiyoruz. Bırakalım da insanlar rahatça dinlensin. Lakin başka işlerin varsa sorun değil. Bir süredir tek başıma seyehat ediyorum zaten."

"Seninle gelmem daha doğru olur."

Almam gereken bir eşya var mı diye düşündüm. Sanırsam yoktu. Defterin buraya geldiğim ilk gün o odada gördüğüm defter olup olmadığını görmem yeterliydi. İçeriğini sonra da karıştırabilirdim. Zira eğer Timun Bey'in bulduğu defter benim gördüğüm o defter ise aradığımız cevapları bulacağımızı düşünüyordum. İçimdeki, bunun böyle olduğunu söyleyen sese güveniyor ve inanıyordum.

Almam gereken bir eşya olmadığı için odama çıkmak yerine büyük salona geçtim ve Timun Bey'in sarayına gidecek olan geçidi oluşturdum. Geçide hemen girmek yerine peşimden gelen Ural'a döndüm.

"Koruyucu ruh," dedim hızla. "Dışarıya hava almak için çıkacağımı ve onun gelmesine gerek olmadığını söylemiştim. Odamın bulunduğu katta beni bekliyor olmalı. Gideceğimizi ona haber versem iyi olur."

"Bahçede olduğunu bana bildiren oydu zaten," dedi Ural. "Timun Bey'in yanına gideceğini biliyor ama eğer onu da yanına alacaksan elbette haber vermelisin."

"Gideceğimizi biliyor olması yeterli," dedim. "Gelmesine gerek yok. Sen varsın sonuçta."

Mavi yarığın içine girdim. Geçit, her zamanki gibi, Alisa'nın odasına açıldı. İçimde yaşamını sürdüren cılız ses, böyle yapmamı diliyordu ve ben de ona karşı gelemiyordum. Hemen ardımdan odaya gelen Ural, buraya gelmeyi beklemiyor olmalı ki, epey şaşırdı. "Geçit bahçeye, bilemedin sarayın girişine açılır diye düşünmüştüm."

"Alışkanlık olmuş."

Kapıyı açıp odadan çıktım. Karşıma çıkan uzun koridor, beni ilk güne götürdü. Lena'nın her şeyi anladığındaki korkusu ve telaşı; Aren'in her şeyi anlamasına rağmen sahte bir oyunculuk sergilemesi ve odaya ikinci kez gelişindeki öfkesi, gizlemeye çalıştığı korkusu; Timun Bey'in yemek masasındaki korkunç öfkesi ve hiddeti; kurulan acımasız cümleler; zihinlere yerleşen sonsuz güçte kederler, hepsi birer birer zihnime doluştu.

O günkü öğrenmeye meraklı Alisa, o gün merak ettiği çoğu sorunun cevabına bugün sahipti. Anlamaya çalıştığı hisler, artık, onun da kimliğine bürünmüştü. Sebepler, artık, zihnimde benimle birlikte yaşıyordu. Merak ettiğim daha birçok şey, öğrenmek istediğim birçok sebep vardı; lakin eskisi gibi bir istek yoktu içimde. Yalnızca ihtiyaç duyduğum için öğrenmek istiyordum. Hayatta kalabilmek ve sağ salim evime dönebilmek için öğrenmek istiyordum, ötesi yoktu.

Uzun koridorun duvarlarını süsleyen tablolardaki manzaralar da tanıdıklar listesine girebilmişti. İlk gördüğümde kasvetli ve kederli bulduğum tabloların birçoğu Antropedos şehrine aitti. Tablolar neden bu sarayda bulunuyordu bilmiyordum ama artık, neden bu kadar boğucu göründüklerini biliyordum. Timun Bey'in kütüphanesine açılan kapıya kaydı bakışlarım. İçimde gitgide büyüyen boşlukla birlikte koridorun ucuna dek süzüldüm. Sola döndüm, karşıma çıkan basamaklardan inmeye başladım.

"Timun Bey salondadır herhâlde," dedim.

Alçak sesime rağmen Ural ne dediğimi duymuştu. "Çalışma odasında olması muhtemel. Halletmesi gereken işler ve bir de incelemesi gereken bir defter var."

Ural'ın sözlerinden sonra adımlarım Timun Bey'in çalışma odasına doğru yöneldi. O an, Alisa'ya ait kolyeyi almayı unuttuğumu fark ettim. Oysa Timun Bey, günler öncesinde kolyeyi kendisine teslim etmemi rica etmişti. Kafamın doluluğuna isyan ettim. Olmadı akşam buraya yeniden uğrar, kolyeyi o zaman teslim ederdim.

Karşıma çıkan koyu kahve kapıyı acelesizce açtım. Arkamdan gelen Ural'ın da içeri girmesi için kapıyı kapatmak yerine açık bıraktım. Timun Bey, bugüne dek gördüğüm kadarıyla en iyi formundaydı. Gözleri ışıldıyor; yüzü, mutluluğunu gizleme gereği duymuyordu. Defterde, önemli bilgilerin yanı sıra umut verici birkaç haber de bulunuyor olmalıydı. Zira birkaç gün önce, kızının çoktan ölmüş olabileceği ihtimalinin varlığı yüzünden acı çekiyordu. Demek ki haberler iyiydi. Hevesimin ve umudumun doğmasına engel olamadım.

"Alisa, hoş geldin! Neler bulduğuma inanamayacaksın!" dedi hevesle. Hiç beklemeden masadaki çekmeceyi açıp içinden bir defter çıkardı; sarı çiçeklerin süslediği turuncu bir defter. Bugüne dek hiç bıkmadan aradığım o defter. İçimdeki sesin, tüm soruların cevabı olduğunu söylediği o defter.

Arkamdaki kapının kapanma sesini işittim. "Nereden buldunuz?" diye sordum şaşkınca.

Timun Bey defteri bana uzattı. "Lena'nın söyledikleri beni pek etkilemişti. Kabul etmek, böyle bir seçeneğin gerçekleşme ihtimalini düşünmek bile istemedim. Dayanamadım ve tünele gittim Alisa. Tünelde tuhaflıklar var. Sizin başınıza gelenler malum, belaya bulaşmadan oradan çıkabilmiş olmayı beklemiyordum. Lakin bir şekilde Alisa'nın tünelde kendine ayırdığı bölgeye gidebildim ve dönüş yolunda da Demitre'nin yanına uğradım."

Şaşkınlıktan ötürü defteri elime alamamıştım bile. Bunu fark eden Timun Bey defteri elime tutuşturdu. "Şaşırdığını biliyorum. Lakin daha her şeyi anlatmadım Alisa. Asıl haber şu ki, Demitre siz onun lanetli kolyesini kırdığınızdan sonra lanetten kurtulmuş. Bunun düşmanın bir oyunu olduğunu düşündüm ama Demitre konuşabiliyordu. Her şeye tanıklık etmiş. Güzel haberse şu, bana her şeyi anlattı. Gördüğü, duyduğu, bildiği her şeyi anlattı."

Demitre'yi anımsadım. Onun her şeyi bildiği ve bildiklerini paylaşmasın diye lanetlendiği belliydi. Kimliği ifşa olmuş düşmanı düşününce, bunu Demitre'ye yaşatan kişinin Baba Ran olduğunu anlamıştım. Bu zamana dek Demitre'ye yardım edemeyeceğimizi söyleyen kişilerin haklı olma nedenlerini şimdi daha iyi anlayabiliyordum.

"Demitre'nin anlattığı her şey, kızımın defterine yazdığı şeylerle uyuşuyor," dedi Timun Bey. "Kızımın başının belada olduğunu zaten biliyordum. Lakin Alisa, senin de başın belada, büyük bir tehlikenin eşiğindesin. Demitre seni uyarmamı rica etti. O gün konuşamadığı, size gerçekleri anlatamadığı için kendini suçluyor."

Elimdeki deftere baktım. "Nasıl bir tehlike? Ayrıca neden benim de başım belada? Anlamıyorum."

"Önce defterde yazanları okumak istemez misin?" diye sordu Timun Bey. "Ya da önce, Demitre'nin bana anlattıklarını anlatayım sana."

Elimdeki defterin ağırlığı beni ezmeye yetiyordu. Bulmak için çabaladığım defteri okuyup gerçeklerle yüzleşmekten korkuyordum. Ağzımdan çıkan sözlerin aksine beni bekleyen şeyi gayet iyi biliyordum. Buraya geldiğim ilk günlerde gerçek, yabancı kişilerin ağzından çıkan acımasız sözler aracılığıyla beni bulmuştu. Düşman bir sebepten ötürü Alisa'yı ortadan kaldırmak istiyordu ve bu amaca giden yol, beni öldürmekten geçiyordu. Başımın belada olma nedeni yalnızca bundan ibaretti.

Ne hissetmem gerektiğini bilemedim. İstemsizce defterin kapağını açtım, birkaç sayfaya, algılarım kapalı olmasına rağmen, hızlıca göz attım.

"Demitre, düşmanın Katrina'ya hükmetmek istediğini söyledi," dedi Timun Bey. Sesine bariz bir şekilde korku bulaşmıştı. "Düşmanın bu uğurda engel olarak gördüğü herkesi ve her şeyi ortadan kaldırmaya çalıştığını da ekledi. Nitekim geçmişte yaşananlar bunun en büyük kanıtı. O yüzden duyduklarım bir noktada duymayı beklediğim şeylerdi."

Bir yandan Timun Bey'in sözlerine kulak vermeye çalışıyor, bir yandan da defterde yazanlara göz gezdiriyordum. Lakin sayfaları çeviren ellerim oldukça yavaş hareket ediyordu, zira korkuyordum.

"Düşmanın yeni hedefi sensin Alisa."

Bunlar az çok bildiğim şeylerdi ama yine de yüreğim korkuyla çarptı. Korkum, merakım ve inançsızlığımla birleşti ve beni bir uçuruma doğru sürükledi. Sona varmak için can attım. Parmaklarım sayfaların arasında hızlıca kaydı. Defterin yazılı son sayfasına geldiğimde parmaklarım hareketsiz kaldı.

Alisa'nın koca sayfaya yazmaya değer gördüğü tek şey, babasının bir amaç uğruna kendisini öldürmek istediği idi. Titreyen ellerimin kontrolünü çoktan kaybetmiştim.

"Demitre'nin söylediğine göre düşman, Alisa'nın babasıymış. Yani benmişim!" dedi Timun Bey. Artık, ses tonu sonsuz kudretle süslenmiş bir alayla kaplıydı. "Şu işe de bir bakın! Eğer Alisa ile iletişime geçmenin bir yolunu bulursan bana da bildir, lütfen. Babası olarak ona, ölüm listeme girme nedenlerini açıklamak isterim."

Timun Bey'in bu zamana dek beni ayağına kadar çağırma nedeni, ilk kez, kirlerinden arınmıştı. Gerçek tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. Gerçekleşmesi için zaman kollanan anın, belki de, en büyük destekçisine ve yardakçısına dönüp bakma gereği hissettim. Ural, omuzları dik bir vaziyette, istifini hiç bozmadan kapının yanında dikiliyordu. Göz bebeklerinde, okuyamadığım birkaç his barınıyordu. Benim göz bebeklerimde ise hayal kırıklığı vardı. O, benim için hiçbir zaman tanıdık olmamıştı. Buna rağmen bu hayal kırıklığını yaşamaya hakkımın olduğunu biliyordum. O, bana değil kendi bölgesine ihanet etmişti. Neden, diye sormaya gerek yoktu. Zira nedenler ortadaydı.

"Kolyemi de getirmemişsin," dedi Timun Bey. "Neyse ki, bende sonsuz bir merhamet var. Bu seferlik eksiklerini görmezden geleceğim. Yapacağım teklifi kabul edersen şayet, bu saatten sonra meydana getireceğin her türlü eksikliği mazur göreceğimi de bil isterim."

Gözlerine hırs büründü. "Bize katıl Alisa. Eğer zafer istiyorsan bize katıl. Eğer karşıma geçeceksen kaybedeceğini bil. Hiçbir senaryo bu sonu değiştiremez. Ya bize katılır ve zaferin tadını çıkarırsın ya da karşımıza geçer ve her türlü yenilginin tadına bakarsın."

Kelimeler zihnimde kilitli kalmıştı. Hislerim birbirine girdi. Yabancı bedenlerin bana anlattığı eski hikâyelerin yaratıcısı ile yüz yüze geldim. Ezra'nın; bana, diğer düşmanın kimliğini açıklamasına gerek kalmamıştı. Zira düşman, herkesten önce davranmış ve kendi kimliğini ifşa etmişti. Yalanlarının arkasına sakladığı öfkesi gün yüzüne çıkmıştı.

"Kız kardeşini kardeş katili olmakla suçlayan siz, evlat katili olmak için bana işbirliği teklifinde mi bulunuyorsunuz?"

"Tam tersine, evlat katili olmamak için sana bize katılman gerektiğini söylüyorum," dedi Timun Bey. "Bize katılır ve isteğimi elde etmem konusunda bana yardımcı olursan kızım Alisa'yı öldürmek için bir nedenim kalmaz."

Anlayamadığım, yerine oturmayan şeyler vardı. Bu diyara gelmeme neden olan büyüyü yapan kişi, belli ki Timun Bey idi ama neden kızını başka bir evrene gönderme ihtiyacı hissetmişti ki?

Şifacının sözlerini hatırladım. Bir büyünün etkisinde olduğumu ve kanımın bu evrendeki Alisa'ya ait olduğunu söylemişti. Yoksa evren değiştirme büyüsü hiçbir zaman yapılmamış mıydı? Alisa her şeyi anlamıştı, babasının kendisini öldürmek istediğini biliyordu; defterinde yazanlar bunu gösteriyordu. Yoksa Timun Bey, bunu biliyordu da kızına, kendi hayatını unutmasını sağlayacak bir büyü mü yapmıştı?

Hayatının tehlikede olduğu söylenen, babası tarafından öldürülmek istenen Alisa ben miydim? Hiçbir zaman başka bir evrene gitmemiş miydim? Yoksa hatırladığımı sandığım anılar bir büyünün etkisi miydi? Düşman, büyünün etkisinin bitmek üzere olduğunu fark edince karşıma çıkma kararı mı almıştı?

Sözleri, sanki, bunu tasdikliyordu. Alisa kimdi? Ben kimdim? Artık bildiğimi sandığım şeylerin yalnızca ufak yalanlar olduğunu anlamıştım. Bazı anlarda düşmanın önüne geçtiğimizi, sırların birkaçını çözdüğümüzü, işe yarar birkaç şey bulduğumuzu sanmıştık. Oysa biz, hiçbir şey bilmiyormuşuz.

"Sonu kıymetli kılan şey süreçtir, Timun Bey," dedim, sakin kalmaya çalışarak. "Hileler ile süslenmiş, değersiz bir zafer yerine sonu ölüme çıkan bir yenilgiyi tercih ederim. Size katılmayacağım."

Tavırlarındaki alay silindi. "Israr edeceğimi sanmıyorsundur herhâlde. Oysa ben, yanındakilerin aksine sana gerçekleri anlatmaya hazırdım. Ama belli ki sen, süslü yalanlarıyla seni kandıran kişilerle yoluna devam etmek istiyorsun. Madem öyle, seçtiğin yolun tadını çıkar, Alisa."

Bölüm : 03.01.2025 20:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...