Faytondan indim, elimdeki sepeti sıkıca tuttum ve diğerlerinin yanıma gelmesini bekledim. Gitgide bulanan gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Gece boyunca yağmur yağmış ve etraf sele bulanmıştı. Şimdi ise yağmur bulutları gökte kımıl kımıl dolanıyor, kendilerine yeni bir rota oluşturarak hedefe varmaya çabalıyordu. Yerler çamurdu. O vıcık ses her hareketimizde ortaya çıkıyordu. Perla ve Narya yanıma vardığında adımlarımı sağlam atmaya özen göstererek saraya yöneldim. Çamur ayaklarımızın altında kaydığında ve o vıcık vıcık ses etrafa yayıldığında Perla'nın yüzü buruşuyor, memnuniyetsizliğini hiç çekinmeden ortaya seriyordu. Saraya girmeden evvel elinde sıkı sıkıya tuttuğu tozları ayaklarımıza doğru serpti ve bizi, hiç hoşuna gitmeyen o çamurdan kurtardı.
Gönül rahatlığıyla saraya girdim ve önümüzde oluşmuş küçük grubun arkasından bizi yönlendirdikleri tarafa doğru küçük adımlar attım. Narya hemencik yanı başımda benimle birlikte ilerliyor, sessizliğini korumaya devam ediyordu. Perla birkaç adım arkamızdan söylene söylene geliyordu.
Nihayet, tek bir odanın bulunduğu o kata çıktığımızda görevliler adım atmayı kesti ve merdiven başına üşüştü. Onların yanından sıyrıldım ve koridordaki tek kapıyı açıp Henna Hanım'ın odasına geçtim. Narya ve Perla da odaya girince kapıyı usulca kapadım.
"Hoş geldiniz kızlarım," dedi Lena. "Narya, seni görmeyeli ne kadar uzun zaman oldu!"
"Hoş bulduk Lena ve hiç sorma! Günleri saymayı bıraktım."
Onların yanına geçerken, "Hoş bulduk," dedim. "Nasılsınız Henna Hanım?" Elimdeki sepeti masanın köşesine koydum. "İşte, istediğiniz bitkiler!"
"Çok iyiyim," dedi coşkuyla. "Bizi kırmayıp geldiğiniz için teşekkürler. Ne iyi ettiniz! Bitkiler için de sağ olun, zahmet oldu size."
"Dışarısı berbat bir hâlde!" dedi Perla. "Geçit oluşturmadığım için fevkalade pişmanım. Yerler hep çamura bulanmış, araç zar zor ilerledi."
"Aman kızım, sanki siz sürdünüz aracı!" dedi Lena "Geçin oturun bakayım. Soluklanıverin biraz."
Uslu, küçük çocuklar gibi söz dinledik ve masanın etrafına geçip oturduk.
"Sürmüş kadar olduk Lena. Yol beni çok sarstı. Havalar gün geçtikçe daha çok bozuyor. Artık araç yolculuklarına veda etme vakti geldi."
"Perla haklı," dedi Henna Hanım. "Yağmurun şiddeti azımsanacak gibi değildi. Gece, cama çarpan damlalar yüzünden kaç kere uyandım sayamadım."
"Bunlar daha iyi günlerimiz," dedi Narya. "Bana bu yılki kış daha sert geçecek gibi geliyor. Bunlar yalnızca küçük ön gösterimler."
"Deme öyle Narya! Kötüyü çağırma," diye azarladı Lena. "Sarayda işler ne durumda? Kitapların laneti ortadan kalkmış. Ne güzel! Umalım ki böylesi güzel haberler çoğalsın. Buna çok ihtiyacımız var şu günlerde."
Sol yanımda oturan Henna Hanım sanki beni görebiliyormuş gibi masum bir hareketle başını bu tarafa çevirdi.
"Saray bu aralar kalabalık ama bir o kadar da sessiz," dedim. "Biliyorsunuz, Valmir hâlâ buralarda. Kendilerini, yalnızca kendilerinin bildiği bir plana adamış durumdalar. Sanıyorum ki, bugün Kunter'i sorguya çekecek ve ardından onu zindana kapayacaklar."
"Ah, duydum!" dedi Henna Hanım üzüntüyle. "Bakalım neler olacak? Tanrı yardımcımız olsun. Şu sorunlar bir an evvel çözülsün de başka bir şey istemiyorum."
"Daha ne isteyeceğiz Henna? Başımıza gelebilecek en büyük iyilik bu olur. Tanrı biliyor ya, tuhaf bir ruh hâlindeyim. Sorunlar göz ardı ediliyorken hissettiğim acıdan daha büyük bir acı duyuyorum."
"Vicdan azabındandır o," dedi Narya. Perla uyarı dolu bakışlar yolladı kardeşine. Lakin bu, Narya'nın umurunda olmadı. "Ne? İçine gömdüğü olaylara ses çıkarmaya başlayınca insan, neden daha önce ses etmedim, diye azap duyar. Bu, hepimizin yaşadığı bir şey. Ben özellikle Lena'ya söylemiyorum ki."
"Kardeşini baskılama Perla," dedi Lena. "Güzel bir noktaya değindi. Doğru, vicdan azabıdır bu yaşadığım. Bari günün sonunda güneşe kavuşsak da yaşadığımız acılar, üzüntüler boşa gitmese."
Henna Hanım yanında oturan dostunun elini buldu ve sıkıca sardı. "Boğmayalım kendimizi karanlığa. Elbet her şey gün gelir düzelir."
"Alisa, plan demiştin," dedi sonrasında. "Ne planı? Detaylıca anlatsana."
"Ben de bilmiyorum ki. Bir şeyler planlıyorlar ama ben o plan hakkında hiçbir detaya hâkim değilim. Vakti gelince bizimle paylaşacaklardır diye ses etmiyorum."
Lena ve Henna Hanım birbirine baktı. Henna Hanım'ın saydam gözlerinde geçen duyguları görmek beni aşıyordu ama Lena'nın gözünden geçen hissi okuyabildim. Manalı, derin bir bakıştı. Onlar da bir şeyler biliyor ya da hiç yoktan bir şeyler tahmin ediyorlardı.
Bu, Perla'nın da gözünden kaçmamıştı, onları bir süre göz hapsine aldı. Sonra bir şey anladı veya anlamadı, gözlerini ikilinin üzerinden çekti. "Lena, geçen gün Aren senin Alisa ile konuşmana şahitlik etmiş."
"Bunu da gelip sana mı anlattı?" diye sordu Narya.
"Evet. Kullandığı kelimelere bakacak olursak Aren sana karşı biraz yumuşamış Lena. Kim bilir belki aranız düzelir."
"Ah, o, o kadar kolay mı ki kızım?"
"Ne konuştunuz ki Aren gidip Perla'ya içini dökmüş?"
"Ne olacak Henna? Alisa rüyasında Adin'i görmüş. Olayın aslını anlatma gereği hissettim. Bu olay yüreğime atılmış bir kanca. Hislerime ben bile yetişemiyorum."
Narya avuçlarını çenesine dayadı ve konuşulanları merakla dinlemeye koyuldu.
"Rüyanda mı gördün? Bir bu eksikti. Düşmanın işi olsa gerek. Başka kim uğraşır bu olayla?"
"Antropedos'a gönderildiğim zamanlarda görmüştüm," dedim. "Bir kâbus olmadığı çok açıktı. Zaten az çok bir şeyler biliyordum. O yüzden gördüğüm olayın gerçekte yaşandığını anlamak çok zor olmadı."
"Ah, Antropedos! Doğru ya! Bak, aklımdan uçup gitmişti. Neler yaptınız orada? Neyse ki yalnız değildin de yanında koruyucun ve Valmir de vardı. Oralar ne hâlde? Ah, kim bilir ne hâldedir? Mahvolmuştur tüm şehir!"
"Eski hâlini bilmediğim için mahvolmuş olup olmadığını söyleyemem ama şehir kötü gözüküyordu. Her yer kurumuş, tüm canlılık solup gitmiş gibiydi."
Nehir konusunu açmadan çenemi kapamayı başardım. Efendi Ruh'un benim yanımda olduğunu, onun benim koruyucum olduğunu onlar hâlâ bilmiyordu. O yüzden ruhlardan söz etmedim.
"Oysa eskiden ne güzel bir şehirdi," dedi Lena. "Şimdi insan gidip görmeye çekiniyor. Demitre görse, duysa bunları üzüntüden kahrolur. Pek kıymet verirdi o şehre."
"Ben hiç görmedim orayı," dedi Narya. "Ne şimdiki hâlini bilirim ne de eski hâlini. Nasıl bir şehir ki?"
"Eskiden burası gibi, artık burayı da örnek veremiyor insan, Alsondro gibi capcanlı, insanın içini açan, huzurlu bir şehirdi," dedi Lena. "İnsanlar, orası ruhların şehri olduğu için Antropedos'a karşı pek ön yargılıydı ama orada hayat pek neşeli geçiyordu. Tüm şehri dolanan Tines Nehri'nin şırıltısı hâlâ kulaklarımda, dipdiri."
"Tines, doğru dedin Lena. Alisa sen de görmüşsündür o nehri. Şimdi ne hâlde?"
"Hâlâ akıp gidiyor ama içinde belli başlı karartılar bulunuyor. Valmir onların ruhların ruhu olduğunu söyledi."
"Ruhların ruhu mu? O ne şaçmalık!"
"Narya! Sanki bilmiyorsun ruhların ruhunun olduğunu," dedi Perla. "Ruhlar küskünmüş, Valmir öyle söylüyor. Efendilerine ihtiyaçları varmış."
"Ah, Demitre!" dedi Henna Hanım. "Şimdi onu kurtarsak sanki yıllardır ızdırap çekmiyormuş gibi gider şehrin başına geçer, ruhlara efendilik eder."
"Bir kurtulsa şehrin başına geçip geçmemesi hiç mühim değil," dedi Lena. "Umarım o gizli planın bir parçası da Demitre'yi kurtarmayı kapsıyordur."
"Demitre'yi biz kurtaramaz mıyız?"
"Bazen gençler gibi ümit dolu olası geliyor insanın. Maalesef Narya, onu kurtarmak bizi aşıyor," dedi Henna Hanım. "Lakin bu kurtarılamayacağı anlamına gelmiyor. Biz değil ama başkaları kurtarabilir. Eğer planın bir kısmı bunu kapsıyorsa ben onun kurtulacağına inanıyorum ve biliyorum ki, o plan bunu da kapsıyor. Oğlum bunu göz ardı edemez."
"Umalım ki plan tıkırında işlesin."
Neden sonra Henna Hanım, "Dışarı çıkmaya ne dersiniz?" diye sordu. Sorudan çok zarif bir ricaydı. İlk Lena yerinden kalktı. Yatağın kenarındaki yeşil tekli koltuğun üzerine atılmış çiçek desenli şalı aldı, Henna Hanım'ın omuzlarına örttü. Bir eliyle ona destek olup yerinden kalkmasına yardım etti.
Ne yapacağını bilemez bir hâlde onların peşinden ilerledim. Perla yanımdaydı. Narya ise birkaç adım önümüzden yürüyordu. Merdivenleri her zamankinden daha yavaş indik. Sarayın dışına vardığımızda yağmurun ıslattığı taş zemini takip ederek dört bir yanı parmaklıklarla çevrili bir çardağa ulaştık. Yeşil kafeslerin arasına güze inat eden bitkiler sarılıydı. Lakin kimisi inat etmeyi bırakıp solmaya başlamıştı. Acelesizce çardağa yerleştik.
Gök durmadan gürlüyor, kafesin delikleri arasından soğuk rüzgâr parçaları yüzümüze vuruyordu. Rüzgârın uğultusu bu sefer uğursuz değildi. Lakin hepimizi, sohbete başlamamıza engel olacak derin bir sessizliğe uğurlamıştı. Hava mistikti. Gözlerimizden kayan ve yok olan parıltılar yıldızlara meydan okuyordu âdeta. Rüzgârın boyutu sarsıcı değildi. Aksine insana, kendisine gelmesine vesile olacak birtakım soğuklukları anlatıyordu. Rüzgâr, kameriyenin parmaklıklarına dolanmış bitkileri hışırdatıyor, onları da kendine getiriyordu. Gök gürlüyor, kimi zaman gökyüzüne bir şimşek bırakıyordu. Hava bir aydınlanıyor bir kapanıyordu.
Bu yaşanan şey, günün birinde herkesin yaşayacağı o şeydi. Hepimiz sorguluyorduk. Hislerimizi, düşüncelerimizi, benliğimizi, öncesini, sonrasında dönüştüğümüz kişiyi, geçmişte anlatılanları, geçmişte kalanları, geçmişe sığmayanları, geleceğe kaçanları, geleceğe karışanları, gelecekten ümit ettiklerimizi sorguluyorduk ve ben o an şahit oldum; hepimizin kaçmaya, unutmaya çalıştığı yenilgilere şahit oldum. Korkularımızı gördüm, yeni bir yenilginin bizi bekleyip beklemediği korkusunu gördüm her bir gözde.
Ay şavkının akisleri altında yolumuzu bulmaya çalışıyor gibiydik. Işık solgun, hedef belirsizdi. Işık göğün zerresinde kalmış, hedef ise ıraklarda bir yerde zamanın kayıpları arasına karışacağı günün gelmesini bekliyordu.
Gerçeğe yeni ulaşmış olan Narya heyecanlıydı. Bilmediklerini öğreneceği için heyecanlıydı. Ona baktıkça buradaki ilk zamanlarımı ve öğrenmeye meraklı hâllerimi hatırlıyordum. İçimde geçmesini istediğim bir sızı meydana geliyordu. Anlıyordum ki, ben her şeyi daha yeni yeni anlamaya başlıyordum.
"Madem o rüyayı gördün, sana vakti zamanında neden o sözleri sarf ettiğimi de anlamaya başlamışsındır artık," dedi Henna Hanım. Sesi durulmuştu. "Atlas söylemişti, bazı sözlerim seni rahatsız etmiş. Ben de ona, günün birinde ne demek istediğimi anlayacağını ve yaşadığın o rahatsızlığın ortadan kalkacağını söylemiştim."
"Rüyalara aldanmaman gerektiğini de eklemek isterim," diye belirtti. "Rüyalar hilekârdır, insana yönünü şaşırtır."
Narya'nın gözünde açan merak soldu. Bu, bildiği bir hikâyeydi ve belli ki ezbere bildiği bu hikâyeyi sevmiyordu. Perla'nın da kardeşinden geri kalır bir yanı yoktu. Lena'nın durumu ise daha farklıydı. Hikâyeyi biliyor, konusu her açıldığında kesintisiz dinliyor ve bu hikâyeyi kendi hikâyesi ile harmanlayıp kendine, kendince bir ceza veriyordu.
"Oğlum yönetimin başına geçtikten sonra bir rüya görmüştüm; yakın zamanda gerçekleşecek olan bir olayın öngörüsüydü bu. Lakin bir kandırmaca olduğunu anlayamamıştım. O rüyayı gerçek belledim ve zarar görmesinden korktuğum oğlumu kurtarmak için onun yanına, saraya gitmek istedim. Atlas yönetimin başına yenice geçtiği için saraya geçit oluşturulmasını yasaklamıştı. Ben de o yasağı bir seferliğine bozmak için büyü yapmış ve engeli ortadan kaldırmıştım. Ah, büyü taşları! Kullanım sıklığına göre büyü taşlarını bir yenisi ile değiştirmen gerek, bilirsin. Korkudan, etrafımı saran endişeden ötürü aklımdan çıktı bu bilgi ve uzunca bir süre kullandığım büyü taşıyla geçit oluşturdum. Geçit oluştu oluşmasına ama oluşurken etrafa korkunç bir hüzme yaydı. O hüzme görme yetimi kaybetmeme sebep oldu ve bir de bendenimdeki bu kırmızı yanık izlerine."
"Kendini kandırma Henna," dedi Lena. "Bu bir plandı. Bilinçlice yapılmış, korkunç bir plan. Kimin yaptığı ise meçhul, tıpkı düşmanın meçhul olduğu gibi. Aynı kişinin farklı izlerini kovalayıp duruyoruz."
"Baba Ran mı?" diye sordu Narya.
"Sus, ağzına alma ismini! Kimse kim işte!"
Yeni bir şimşek çaktı, buğulanan göğü bir alev gibi parlattı. Çok uzaklara doğru şimşeğin gürültüsünün akisleri yayıldı.
Henna Hanım'ın başına bu olaylar geldiğinde Atlas yönetime daha yeni geçmiş olduğuna göre bu olay yaklaşık beş yıl kadar önce yaşanmış olmalıydı. Lena'nın yönetimle olan bağının tam olarak hangi vakitte koptuğunu merak ettim ama merakımı kimseyle paylaşmadım.
Yüreğimde dalgalanan başka bir merak vardı. Konusu açmak istiyor ama aynı zamanda çekiniyordum da. Beni ilgilendirmeyen bir olayın konusunu açmak hadsizlik olmaz mıydı?
Lakin merakıma engel olamadım. "Alisa'nın annesi Belen Hanım'a ne oldu?
Lena merakıma saygı duydu. "O, Alisa henüz birkaç aylıkken vefat etti. Sen buraya ilk geldiğinde sarayın güvensiz olduğunu söylemiştim, hatırlıyor musun? Sözlerimin sebebi Belen'in, o zamanlarda sarayda çalışan bir görevlinin ihaneti sonucu ölmüş olmasıydı. Hainler ta o zamandan beri içimizde."
"Nasıl oldu peki?"
"Hançer," diye mırıldandı Perla. Hafif eğilmiş kafasını kaldırdı. Sesini azıcık yükseltti. "Hançer... O da hançerle öldürüldü! Bunu nasıl fark edemedik bunca zamandır?"
"Henna Hanım siz de geçit oluştururken bıçak değil hançer kullandığınızı söylerdiniz," dedi Perla, dehşetle. "Hançerler, düşmanın asıl aracısı hançerler!"
Henna Hanım'ın ağzını bıçak açmıyordu. Lena kendisini düşünmeye adadı.
"Hançerleriniz nerede?"
"Ben... Ben hatırlamıyorum. O olaydan sonra o hançeri hiç görmedim," dedi Lena. "Adin'in bedeninden birisi çekip almış olmalı. Belki de bizimkilerden biri almıştır, haberim yok."
Perla merakla Henna Hanım'a döndü. Henna Hanım kendine gelebildiğinde, "Odamda," dedi. "Yatağın kenarındaki komodinin ilk çekmecesinde."
Perla hızla yerinden kalktı. Onu zor bela durdurdum. "Düşman izleri çoktan temizlemiştir bile. Baksana, aradan yıllar geçmiş."
"Olsun," dedi Perla, çaresizce. "Ben yine de kontrol edeceğim."
Yerimden kalktım ve onun peşinden ilerledim. Birkaç adım önümde adımlarını kararsızca ve korkarak atıyordu. Merdivenleri çıktık, çok uzun olmayan koridoru aşıp odaya girdik. Perla, Henna Hanım'ın tarif ettiği çekmeceyi açtı. Yeşil işlemeleri olan kurşuni hançeri eline aldı. Sonra masaya ilerledi ve hançeri masaya koydu. Beline taktığı keselerden birine uzandı. Avucuna aldığı tozları hançerin üzerine döktü. Sonuç almayı bekledi sessizce.
"Haklısın," dedi. "Düşman izlerini silmiş. Hançer aracı olmaktan çıkmış."
Gözleri hâlâ hançerin üzerindeyken titreyen ellerini hançere uzattı. Eline aldığı hançeri uzun uzadıya inceledi. Yeşil işlemeye yakından baktı. "Şifa işareti."
"Bizim işaretimiz," dedi. Sesi titriyordu. "Bu, babamın Henna Hanım'a hediye ettiği hançer."
Sanki hediye edilirken ben de onların yanlarındaymışım ve bunu hatırlamamı istiyormuş gibi hançeri bana uzattı. İtiraz etmedim ve hançeri alıp yeşil işlemeye baktım.
"Bu, hançeri babanın aracı kıldığı anlamına gelmez," dedim. "Bu kadar kolay yargıya varmayalım."
Hançeri yerine koydum ve Perla'yı odadan çıkardım. Beraber, sessizce diğerlerinin yanına gittik. Lena ve Narya merakla bize bakıyordu.
"Hançer temiz," dedim. "Aracı kılınmışsa bile artık özgür bırakılmış. Zaten düşmanın bu denli dikkatsiz davranması beklenilemezdi."
"Hançeri size babam hediye etmişti, değil mi Henna Hanım?"
"Evet," dedi Henna Hanım. "Lakin suçlama yapamam. Bana hediye verildikten sonra bir başkası tarafından aracı kılınmış olabilir. Benim bilebilmem imkânsız."
Huzursuz bir sessizlik oluştu. "Timun Bey'in yanına gidecektim ya, sen de benimle gelmek ister misin Perla?"
"Abimin yanına mı gideceksiniz? Neden?"
"Bugün beni bir yere davet eden tek kişi sizler değilsiniz," dedim. "Timun Bey de beni görmek istediğini bildirdi."
"Sen Antropedos'a sürgün edilince pek korkmuştu. Sabah akşam bir şeyler araştırıyor ama pek bir şey bulamıyordu. Bu olay sayesinde akşam yemeklerimiz kavga, gürültüyle geçmiyor da düzgünce konuşabiliyoruz. O zamanlar yaptığı şeyleri anlatıyor bana ama diyorum ya, elde sağlam bir bilgi yok."
Perla'ya döndüm. "Geleyim bari," dedi. "Belki kafam dağılır."
"Narya sen de gelmek ister misin?"
"Ben burada kalacağım."
Perla çoktan ayağa kalkmış saraya geçiyordu. Kısa bir vedada bulunup ona yetişmeye çalıştım. Henna Hanım'ın odasına doğru geçmek yerine ilk katta bulunan odalardan birine girdi. Onun peşinden odaya girdiğimde geçidi çoktan oluşturduğunu gördüm. Bana baktı ve bir şey demeden geçide girdi. Onun peşinden de ben geçide girdim.
Timun Bey'in sarayının bahçesine açılmıştı geçit. Yanımıza ulaşana görevliler bizi saraydaki büyük salona yönlendirdi. Timun Bey, salonun köşesine kurulmuş oturma alanında, duvara dayalı geniş şöminenin önünde duruyordu. "Hoş geldiniz. Perla senin geleceğini bilmiyordum. Bu ne güzel bir sürpriz!"
"Hoş bulduk Timun Bey. Alisa'ya eşlik etmek istedim."
Alana geçip oturduk. Perla hâlâ huzursuzdu. Timun Bey'in vereceği bir haber varmış gibi durmuyordu. Yalnızca, beni kontrol etmek istemiş olmalıydı.
Karşımızdaki tekli koltuğa oturdu. "Art arda başına olmadık belalar geldi. İyisindir umarım."
"Daha iyiyim, teşekkürler."
"Sürgün edilmeni engellemek istedim ama Atlas bana mâni oldu. Antropedos'a gitmenin sorun olmayacağını söyledi. Onun işine engel olmamak için kabul ettim ama gönlüm hiç razı değildi sessiz kalmaya. Neyse ki yanında Valmir de varmış. Antropedos sakinlerinin onu sevdiği de pek söylenemez ama neyse. Şimdi güvendesin ve önemli olan da bu zaten."
"Antropedos'a gitmek başta benim de gözümü korkutmuştu ama bir sorun çıkmadı ortaya," dedim. "Ruhlar ortalıkta yoktu zaten. Valmir ile terk edilmiş bir şehirde baş başa kalmıştık anlayacağınız."
"Sana emanet ettiğim kolyenin başına bunları açması kötü oldu. Kendimi sorumlu tuttum ve elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım ama zaten Atlas'ın bir planı varmış. Benim bir şey yapmama pek gerek kalmadı." Merakla ve mahcubiyetle bana baktı. "Eğer sorun olmayacaksa aile yadigârımız olan kolyeyi bana teslim etmeni isteyecektim. Bu karmaşada kolyeyi düşünüyor olmak bencil hissettiriyor ama ailemiz adına önemli ve kıymetli bir kolye kendisi. Onu kaybetmek istemem."
"Kolye temizlendi bile," diye araya girdi Perla. "Önceden haber etseydiniz gelirken onu da getirirdik. Kolye sizin sonuçta, geri istemek en büyük hakkınız."
"Orası öyle ama zaman pek uygun değil, o yüzden endişe etmiştim," dedi Timun Bey. "Hem acelesi yok. Uygun bir vakitte getirirsiniz buraya."
"Hem de hiç acelesi yok. Ne de olsa teslim edebileceğim birisi yok," diye kendi kendine söylendi. Gözünün etrafındaki derin halkalar kendini iyiden iyiye belli etmeye başlamıştı. "Lena, Alisa'dan ümidi kesmiş durumda."
Perla şaşakaldı. Benim tepkisizliğimi görünce Lena'nın bu durumu benimle paylaştığını anladı. Demek ki Aren ya Lena'nın o sözlerini duymamıştı ya da o sözleri Perla'ya aktarma gereği hissetmemişti.
"İnsan böylesi bir durumda ne hissetmeli? Olayların bu noktaya varacağını hiç düşünmemiştim," dedi Timun Bey. "Lena hislerinde haklıysa o kolye benim için daha bir kıymet kazanacak. Bu noktada beni anlamanı rica ediyorum."
"Kolyeyi istemenizi anlıyorum Timun Bey," dedim. "En kısa sürede size teslim edeceğim. Lena'nın hislerine ise şu anlık odaklanmamayı tercih ediyorum."
Perla'yı buraya davet ettiğime pişman olmuştum. Kafası dağılır diye düşünmüştüm ama dert etmesi gereken yeni bir sorumluluk, yeni bir bilgi, yeni bir ağır kapı edinmişti kendisine. Akılsızlığıma lanet ettim.
"Başka bir arzunuz yoksa gitmemiz iyi olacak," dedim. "Halletmemiz gereken birtakım işler var."
"Tabii, tabii. Davetime icap edip geldiğin için teşekkürler."
Acele bir vedanın ardından saraydan çıktık. Perla'nın bahçenin sakin bir köşesine doğru geçtiğini görünce onu takip ettim. Saraydaki geniş gövdeli bir ağacın önüne gelince büyü taşını cebinden çıkardı.
"Ormanın büyük bir kısmı koruma altındaydı, unuttun mu?"
"Ah, hayır," dedi Perla. "Artık koruma yok. Rahatlıkla dönüş geçidi oluşturabiliriz."
Mavi geçit oluştu, sırasıyla içinden geçtik. Henna Hanım'ın sarayına vardığımızda çardağın bulunduğu alana doğru yürüdük. Lakin çardağa vardığımızda, orada yalnızca Henna Hanım'ın bulunduğunu gördük.
"Diğerleri nerede?"
"İçeri geçtiler," diye cevap verdi Henna Hanım. "Alisa eğer vaktin varsa seninle biraz baş başa konuşmak isterim."
Gayriihtiyari Perla'ya baktım. "Ben diğerlerinin yanına uğrayayım," dedi Perla.
O gidince Henna Hanım'ın karşısına oturdum. "Benden bir isteğiniz mi vardı Henna Hanım?"
"Hayır, Alisa. Seninle oturup doğru dürüst konuşma fırsatımız olmadı. Oluşan eksikliği doldurmak niyetindeyim."
"Atlas size ne söyledi bilmiyorum ama benim sizinle bir sorunum yok," dedim. "Yalnızca bir zamanlar cümleleriniz ait oldukları yere ulaşamamış ve beni rahatsız etmişti ama artık onlar ait oldukları yerde."
"Konu, Atlas'ın bana aktardığı şeyler değil. Kelimelerimin seni rahatsız edeceğini o kelimeler daha ağzımdan çıkmadan evvel biliyordum. Bile bile söyledim her şeyi. Biraz rahatsız hissetmeni istedim çünkü rahatsızlık hissi insana tetikte olması gerektiğini hatırlatır."
"Zaten o zamanlar yeteri kadar rahatsız hissediyordum. Boşuna çabalamışsınız."
"Artık hissetmiyor musun?"
"Eskisi kadar değil. Bir de sebebi değişti. O zamanlar yabancı bir diyarda olduğum için rahatsız hissediyordum. Şimdi ise buranın tanıdık olmaya başlamasıyla beraber artan endişelerim rahatsız ediyor beni."
"Eğer kabul edersen sana vermek istediğim bir şey var." Bir şey söylememe fırsat vermeden tahta masaya tutundu ve ayağa kalktı. "Gel, odama çıkana dek yardım et bana."
Yanına varıp koluna girdim ve odasına çıkana dek ona eşlik ettim. Odasına girdiğimizde kolundaki elimi çekti ve ezberlediği şekilde yatağının kenarına doğru temkin adımlarla ilerledi. Perla'nın açtığı çekmeceyi açtı ve koyu yeşil bir kutu çıkardı. Yatağın kenarına oturup kutuyu önüne doğru uzattı. "Al bakalım."
Kutuyu aldım ama nedense kapağını açmaya cesaret edemedim. "Açmayacak mısın?" diye sordu Henna Hanım. Hâlâ ayakta dikilirken kutunun kapağını açtım ve içindeki yeşil bir taşa sarılmış gümüş yüzükle bakıştım. "Güzel mi? Beğendin mi?"
"Evet, teşekkürler ama bunu bana vermenizin bir sebebi var mıdır diye merak ediyorum."
Minik bir kahkaha attı. "Sana yalan söylemeyeceğim. Evet, bir sebebi var ama sebebini söylemeyeceğim. Gerçeği senden saklayacağım. Günün birinde anlarsın sebebini."
"Oğlunuz gerçeği saklamanın yalan söylemekle eşdeğer olduğunu savunuyor," dedim. "Vakit geçtikçe kendisine hak vermeye başlıyorum."
"Birinin o gerçeği seninle paylaşmasına gerek yoktur. Gerçek eğer isterse gelir ve seni bulur."
Kutunun kapağını kapattım. "Takmayacak mısın?" Kapağı yeniden açtım ve yüzüğü çıkarıp kapağı yeniden kapattım. Nedense o an içimden normalde sormaya akıl edemeyeceğim bir soruyu sormak geldi ve o soruyu seslice dile getirdim. "Hangi parmağa taktığımın bir önemi var mı?"
Lakin sorum yanıtsız kaldı. Odanın kapısı tıklatılma tenezzülünde bulunulmadan açılıverdi. Uzunca süredir görmediğim Fedor Bey odaya girdi. Yüzüğü avucumun içine hapsetme ihtiyacı hissettim ve gümüş halkayı sıkıca sardım.
Fedor Bey'in yüz ifadesine bakacak olursak beni burada görmeyi beklemiyor olmalıydı. "Oda müsaittir diye düşünmüştüm, kusura bakmayın. Muhabbetinizi mi böldüm?"
"Ben... gidiyordum zaten."
Ben odadan çıkana dek Fedor Bey bakışlarını üzerimden çekmedi. Nihayet kapı kapandığında baskıcı gözlerden kurtulabildim. Avucumu açtım ve yüzüğe baktım. Yüreğime gömülmüş bir mezar taşının soğukluğu bedenime doldu. Yüzüğü cebime koydum ve hissettiğim eksiklikle birlikte yoluma devam ettim.
Parlak, renkli şeritlerin süslediği krem duvarların arasında dolanıp durdum ve tanıdık bir yüz görmeye çalıştım. Sonrasında fikrimi değiştirip bir salona geçtim. Sarayın ön cephesine bakan duvar boydan boya camla kaplanmıştı. Oraya geçip bilinmezliğe uzayan ormana diktim bakışlarımı.
Adını koyamadığım bir his çevrelemişti beni. Köhne zamanın bir kalıntısı, âdeta bir vârisiydi. Bedenimdeki en küçük yapıların içine kadar işlemiş, öyle ki, buradan gidebildiğimde bile kurtulamayacağım bir bölgeye erişmişti. Ulaşmam gereken yer, artık, evim değildi. Eve dönmek kaybolan parçalarımı bana geri vermeyecekti. Bedenimdeki parçalar bana sadık kalmıyor, kendi yuvalarını ikircik yaşamadan geride bırakıyordu. Onlara ulaşmadan eve dönmenin bir anlamı yoktu.
Camın yansımasından bir bedenin bulanık gölgesini gördüm. Arkamı dönüp Perla ile karşı karşıya geldim.
"Narya saraya döndü, daha fazla burada durmak istemiyormuş. Lena da kendi sarayına döndü. İstersen biz de dönelim."
"Bildiğin sakin bir yer var mı?"
Bir şey demeden cebindeki taşı çıkardı, geçidi oluşturdu. Başıyla, gel, işareti yaptı. Geçit Leris Bahçesi'ne açıldı. Hafızamdan silinmek üzere olan bölgede minik adımlar attım. Perla önüme geçip bana liderlik etti ve bizi, birlikte buraya ilk ve tek gelişimizde oturduğumuz çardağa ulaştırdı. Anılar zihnimde kanat çırparken o günkü umudumu, hevesimi aramaya koyuldum ama bulamadım.
"Bir şeyler yanlış gibi," dedim. "Yanlış gibi değil de uyumsuz gibi. Bir şeyler yerli yerinde değil sanki."
"Senin artık mutlu, bilemedin huzurlu olman gerekirdi," dedi Perla. "Canını sıkan bir durum mu var?"
Cebimdeki yüzüğü çıkarıp ona gösterdim. "Henna Hanım bunu bana hediye etti. Yüzüğe baktıkça, onun varlığını hatırladıkça yüreğimde bir tufan kopuyor."
Perla yüzüğü alıp inceledi. Yüzük ona tanıdık gelmedi, dudağını büzdü. "Daha önce görmedim bu yüzüğü. Niye böyle bir hediye verme gereği hissetmiş?"
"Zamanı gelince anlayacağımı söyledi."
"Herkes bir şeyler gizliyor," dedi. "Pamir bile. Bildiği, söylemeye can attığı ama gizlemeyi tercih ettiği şeyler var. Lakin onlar mutlu gibi. Hele Valmir, onun kıvancına diyecek söz yok! Belki de biz fazla düşünüyor, boşuna kendimizi yoruyoruzdur." Gözleri yüzüme çivilendi. "Eve dönmek istiyorsun."
"Ait olduğum yere dönmek istiyorum. İçimde fırtınalar kopuyor. Sabrım gitgide azalıyor." Bir şey daha vardı ama onu dile getirmeyi gerek görmedim. Perla'nın narin bedenine yeni ve taze bir yük eklemek istemedim.
"Sadece sabrın azalsa yine iyi," dedi Perla. "Hevesin de kalmamış gibi duruyor. O kitaptaki büyünün işe yaramamasından korkuyorsun. Yine hüsrana uğramak istemiyorsun."
"Belki de beklentimi düşük tutmalıyımdır."
"Saçmalama! Öyle ya da böyle döneceksin evine. Geçmişte de yaşanmış bu durum ve çözüme kavuşulmuş. Şimdi neden çözülmesin?" Bakışlarında güven çiçeği tohumlandı. "Biz sözümü tutarız. Hadi ben tutamadım diyelim, daha bir sürü kişi var sana söz veren, değil mi? Elbet birimiz sözünde duracak ve seni evine yollayacak." Heyecanla bana baktı. "Hales Çiçeği açmıştı ya, hadi gidip görelim birlikte! Bir daha açmasına şahitlik edemeyiz."
Hevesle yerinden kalkıp peşinden beni de sürükledi. "Madem diğerleri endişesiz, biz de endişesiz olacağız. Niye yalnızca biz kaygılanıyoruz? Yok öyle! Onlar endişeye kapıldığında biz de kapılırız. Endişemiz bir yere kaçmıyor ya!" Koşarcasına yürürken birden hızını azalttı. Elindeki yüzüğü bana verdi. "Az kalsın unutuyordum. Aman, unutsam ne olacak sanki? Zaten yanımdasın."
Yüzüğü alıp cebime koydum. Daha sakin adımlarla Hales Çiçeği'nin yanına gittik. Çiçeğin koca kırmızı yaprakları dört bir yana açılmış, güneşleniyordu. Çevresindeki küçük otlar kurumuştu ama o, canlılığını koruyordu. Solgun güneş ışıkları yapraklarına vuruyor, kırmızı yaprakları parıl parıl parıldıyordu.
"Şifa amaçlı kullanılıyordu bu çiçek. Neden kimse yaprağından almamış ki?"
"Ay, Alisa! Yapraklarını istediğin kadar kopar," dedi Perla. "Çiçek kapanana ve tomurcuk hâline dönene dek kendisini onarıp, bir bütün hâline dönebiliyor."
"Öyle mi? Bunu bilmiyordum işte."
Kırmızı parıltıların üzerinde elimi gezdirdim. Bu çiçeğin açtığına şahitlik edemeyecek kadar şanssız olduğumu düşünürdüm. Şimdi çiçek açmıştı ama ben hâlâ kendimi şanslı hissedemiyordum.
"Şanslısın," dedi Perla. "Bir kez daha açtığında, yüksek ihtimalle, artık yaşlanmış olacağız."
"Ne zaman kapanacak yaprakları?"
"Bilmem, sanırım ne zaman kapanmak isterse o zaman kapanacak."
Belimdeki bıçağı kınısından çıkardım ve çiçeğin bir parçasını kestim. Bir süre orada oyalandık. Perla, Hales Çiçeği'ne bakarken büyülenmiş gibi duruyordu. Çiçeğin açılmış hâlini gördüğü için kendini inanılmaz şanslı hissettiği aşikârdı.
Güneşin batma vakti gelene dek Leris Bahçesi'nde vakit geçirdik, çoğunlukla da Hales Çiçeği'nin yanı başındaydık. Sonrasında saraya döndük. Perla beni saraya bıraktıktan sonra neler olup bittiğine bakmak için kendi sarayına dönme kararı aldı. O gittikten sonra saraydaki büyü malzemelerinin bulunduğu mahzene gittim.
Perla'nın bana öğrettiği büyüler doğrultusunda gerekli malzemeleri bulup masanın üzerine dizdim. Nerlin Otu'nu gücünden bir şey kaybettirmeden bir sıvıya çevirdim. Cam şişenin içine aktardığım kırmızı sıvıya baktım. Perla'dan bağımsız öğrendiğim bilgiler sayesinde odada bulduğum Mol Otu'nu Hales Çiçeği'nin bir kısmıyla kaynattım. Elde ettiğim sıvıyı da başka bir kaba aktardım. Bir süre sıvıyı cam şişenin içinde soğumaya bıraktım. Yeterince vakit geçtiğinde önce kırmızı sıvıyı ardından da mora çalan sıvıyı Hales Çiçeği'nin geri kalan parçasının damarlarına aktardım.
Geri kalan işlerimi de hiç acelesiz hallettim. En sonunda oluşan kolyeyi cebime koyup mahzeni terk ettim. Üst kata çıktığımda büyük salondan çıkan Valmir ile karşılaştım.
"Alisa! Şansına küs, bu yaşlı adamın evine gitmesi gerekiyor."
"Neden? Dönme vaktin mi geldi?"
"Daha neler! İhtiyaç duyduğumuz birkaç malzemeyi alıp yarına yeniden buraya dönmüş olacağım."
Plan, diye fısıldadı içimdeki ses. "Sana iyi yolculuklar!" demekle yetindim. Valmir salına salına üst kata çıktı. Büyük salona adımımı attım ama içeride kimse yoktu. Salondan çıktım, üst kata yönelip Atlas'ın çalışma odasına yöneldim. Kapıyı hafifçe tıklatıp cevap beklemeden içeri daldım. Neyse ki, Atlas gerçekten de buradaydı.
"Valmir nereye gidiyor?"
"Evine dönüyor," dedi. "Buraya getirmesi gereken bazı malzemeler var, onları toparlayıp yarın tekrardan gelecek buraya."
"Ne malzemesi?" Gidip camı açtım. Hafif soğuk rüzgâr içeri doldu. "Gizli planınızla mı ilgili?"
"Evet, senin haberdar olduğun o gizli planla ilgili."
Sözlerindeki hafif alayı sezdim. "Çok küstahsın! Sabırlı olmaya devam ettiğim için beni tebrik etmen gerekirdi."
"Evet, bayağı sabırlısın. Valmir'in sözleriyle yetinmeyip gelip ağzımdan laf almaya çalışacak kadar sabırlısın."
"Ne o?" diye sordum. "Artık sarayı da mı gözetliyorsun?"
"Hayır," dedi gülerek. "Siz konuşurken üst kata çıkıyordum. Beni görememiş olman senin şanssızlığın."
Cebimdeki kolyeyi çıkardım. "Bak, Perla'ya ne yaptım! Güzel olmuş mu?"
Kolyeye üstünkörü baktı. "Çok yaratıcısın."
"Bak, bu Hales Çiçeği. İçine Mol ve Nerlin Otlarının sıvısından aktardım," dedim. "Böylece kolye hem ışık saçacak hem de Perla yaralandığında bir büyü yapmasına gerek kalmadan Mol Otu sayesinde kolyenin gücü onu iyileştirecek. Yeniden, çok yaratıcı olduğumu dile getirmek isteyebilirsin." Onun güldüğünü işittim. "Benimle dalga mı geçiyorsun?"
"Hayır, çok yaratıcı bir hediye."
"Madem yaratıcı değil bugüne dek neden siz yapmadınız?" diye sordum. "Ya kendinizi uğraştırmayı seviyorsunuz ya da basit diye dalga geçtiğin fikrin senin aklına gelmemiş olması gerçeğiyle yüzleşecek cesaretin yok."
"Hediyeyi, hediye edeceğin kişinin beğenecek olması yeterli. Eminim ki, Perla'nın epey hoşuna gidecektir," dedi. "Bana aldırma sen."
"Önce dalga geç, sonra, bana aldırma, de. Madem öyle," dedim. Cebimden yüzüğü çıkardım. "Bu nasıl bir hediye?"
"Nereden buldun bunu?"
"Annenden çaldım." Sonra ciddileştim. "Bunu bana o hediye etti. Lakin baban muhabbetimizi böldüğü için annene pek soru soramadım. O yüzden, umarım bu yüzük hakkında sen bir şeyler biliyorsundur." Nedense yüzük onu huzursuz etmişti. "Yoksa bu yüzük senin miydi?" diye sordum.
"Ne, hayır! Annem neden sana benim eşyamı hediye etsin ki?"
"Bilmem," dedim. "Yüzüğü görünce yüzün düştü."
"Sana öyle gelmiştir."
"Benden çok şey gizliyorsun."
Yüzüğü de kolyeyi de cebime koydum. Tekli koltuklardan birine oturdum.
"Gerçeği öğrendiğinde gizleme sebebime hak vereceksindir."
"Şüphem yok," dedim. "Lakin gerçeği gizlemenin yalan söylemek olduğunu iddia eden sendin." Konuşulması gereken daha önemli konuların varlığını hatırladığımda konuyu kapatma kararı aldım. "Kunter'i sorguya çektiniz mi?"
"Evet," dedi Atlas. "Lakin aldığımız cevaplar bizi hiçbir yere ulaştırmadı. Dürüst olacağım, Kunter'den şüphe etmiyorum ama tünelde gördüğüm kişinin o olduğundan da şüphe etmiyorum. Ya Kunter'in kılığına giren birisi var ya da hislerim beni yanıltıyor. Valmir bu görüşlerimi duyduğunda her iki türlü de Kunter'i zindana atmamız gerektiğini savundu. Suçlu olsun veya olmasın bir süre tutuklu olacak. Valmir yarın buraya döndüğünde alınan kararı diyara duyurma taraftarı. Lakin ben bundan emin değilim. Halkın bunu duymasının yersiz olacağı kanaatindeyim."
Valmir'in gerekçelerini tahmin edip dikkate almaya çalıştığımda bir sonuca ulaşamıyor, bu kararı neyden dolayı aldığını bulamıyordum.
"Bunun duyulması sorun teşkil etmez mi?"
Hemen cevap vermedi. "Şu noktada her şey sorun teşkil ediyor zaten."
"Bir insan bir başkasının kılığına girebiliyor mu ki sen böyle bir seçeneği ortaya koyuyorsun?"
"Bir büyü var lakin nadiren yapıldığı görülmüştür. Karşımızda da nadiren yapılan büyüleri yapmaktan çekinmeyen bir karakter var."
"Valmir bu konu hakkında ne düşünüyor?"
"Seçenekler de elbette bunun da olabileceğini fakat karşımızdaki kişi düşman dahi olsa böyle bir büyüyü yapmaya cesaret edemeyeceğini, sonuçlarıyla baş etmeyi göze alamayacağını belirtti. Kunter'in tünele gitmemiş olma konusundaki savunmasının yanı sıra gördüğüm şeyi ele alacak olursak düşmanın veya onun adamlarından birinin Kunter'in kılığına girmiş olması olası. Dahası, bu seçenekten daha düzgün, daha kabul edilebilir bir seçenek ben bulamıyorum."
"Kılık değiştirme konusundaki görüşlerinizi Kunter ile paylaştınız mı?"
"Hayır, bilmemesi daha iyi. Zira Kunter gerçekten de muhbir olabilir."
Kunter suçlu olabilirdi, nitekim onun muhbir olabileceğini gösteren birçok ayrıntı vardı. Kendi bakış açımla olayı değerlendirdiğimde ortada Kunter'i kesinkes suçlu sayabileceğim bir detay yoktu. Atlas'ın ortaya attığı fikir ise görmezden gelinecek cinsten değildi. Kunter'i Baba Ran'ın yanına görüşmeye giderken gören insanları düşündüm. Atlas'ın tünelde Kunter'i görüşünü düşündüm. Sonrasında Pamir'in bana söylediklerini düşündüm. Hepsi bir araya gelince arada boşluklar hatta zıtlıklar oluşuyordu.
"O şimdi nerede? Bu saraydaki zindanda mı?"
"Evet," dedi Atlas. "Suçunun bir kesinliği yok, onu daha kötü şartlarda tutuklu tutmak istemiyorum."
"Onunla görüşebilir miyim? Bu olay yaşanmadan önce Alisa ile aralarını kimsenin bilmediği bir şekilde düzeltmişler. Neler olduğunu öğrenmek istiyorum. Elimize işe yarar bir bilgi geçebilir."
"Alisa anlıyorum ama Kunter gerçekten de suçlu ise seninle gerçekleri dürüstçe paylaşmayacaktır."
"Yine de şansımı denemek istiyorum," dedim. "Valmir'in henüz gerçekleşmemiş bir öngörüsü var. Belki o hamle şu anda Kunter'den gelecektir. Bana zarar vermeyecek bir konumdayken onunla baş başa konuşmam iyi olacaktır."
"Kunter'in seni bize karşı kışkırtacağını mı düşünüyorsun?"
"Valmir'in öngörüsü henüz gerçekleşmedi."
"Gerçekleşmek zorunda da değil. Hayatını o öngörüye göre şekillendirmeye çalışma."
"Ama eğer öyleyse bu, Kunter'in beni yanlarına çekmesi için mükemmel bir fırsat. Bizim de gerçeği öğrenmemiz için mükemmel bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirmeyip görmezden mi geleceğiz?"
"Kunter ile görüşmenin önüne geçemem, istiyorsan elbette görüşebilirsin. Yalnızca, hayatındaki kararları bu öngörüye bağlı kalarak almamanı tavsiye ederim."
"Tavsiyeni göz önünde bulundururum."
"Bir de o yüzüğü şimdilik takmamanı rica ediyorum."
"Neden?" diye sordum. Şaşırmıştım. "Annen takmam konusunda ısrarcı idi."
"Sebebini açıklayamam ama bana güven." Yeni bir gizemle boğuşmamı istemediğini belli etmek için sözlerine devam etti. "Birine verilmiş bir sözüm var. O yüzden sebebini açıklayamıyorum ama gerçeği öğrendiğinde sen de o yüzüğü bu şartlarda takmak istemezdin."
"Pekâlâ," deyip odadan ayrıldım. Önce kendi odama uğradım ve yüzük ile kolyeyi kilitli bir dolabın içine koydum. Onların güvende olduğundan emin olunca odamdan çıkıp zindana ulaşmak için sarayın en alt katına doğru adımladım. Çabam boşunaydı. Kunter muhbir değilse ve bu olay yaşanmadan evvel Alisa ile arasını düzeltmesinin özel bir nedeni varsa veya kıymetli bir bilgi elde ettiyse bize söylerdi zaten. Ya Alisa ile arası düzeldiğinde elle tutulur bir bilgi öğrenmemişti ya da öğrenmişti ama muhbir olduğu için bizimle paylaşmıyordu. Tek temennim eğer Kunter muhbirse bunu bana belli edecek bir hamle yapabilirdi.
Metruk bir zihnin inine iniyor gibi hissediyor ve nedensiz, nihayetsiz bir korku duyuyordum. Neyi duymaktan korkuyordum? Neyin yaşanmasından korkuyordum? Yaşanabilecek en kötü senaryo Kunter'in muhbir çıkması olacaktı. Bunu bile bile neyden korkuyordum ki? Bana, bu düşünceme onay vermeyen bir taraf da vardı içimde. Bu korkunun zaruri olduğunu savunan keskin bir taraftı.
Yüreğimle savaşarak, çatışarak zindana varan yolu aştım. Loş koridorda sessiz ama kaygılı adımlar attım. Günler öncesinde bulunduğum durum gözlerimin önüne serildi. Lakin, sanki, yine yardıma muhtaç olan kişi bendim. Kunter'in karşısına geçtiğimde beni bekleyen manzara benim için beklenmedikti. O, içinde bulunduğu durumu ve yeri pek umursuyor durmuyordu.
Soyut bir cisme dönüştüm o an. Olayları epey uzaktan üçüncü bir göz olarak inceledim. Aylar geçmişti, ben hâlâ bilmediğim şeylerle savaşıyordum. Bihaber olduğum plan için kukla gibi oynatılıyor muydum? Neden çoğu kişi ilk günlerdeki kaygılarını kendilerinden epeyce geride kalacak bir yere bırakmış ve yollarına o şekilde devam etmişti? Kaçırdığım, atladığım bir nokta mı vardı?
"Kunter," dedim sakince. "Uygun bir an olmayabilir ama Alisa ile aranızın nasıl düzeldiğini öğrenmem gerekiyor. Hikâyenizin o kısmı önemli bir detaya sahiplik ediyor olabilir mi?"
Bedenine düşen kara gölgeler yüzünü berrak hâliyle görmemi engelliyordu. "Sana işine yarayacak tek bir detay söyleyeceğim Alisa. Peşinde olduğum ama bulamadığım bir şey var."
"Nedir o?"
"Bir defter," dedi. "Bu olay yaşanmadan önceki akşam Alisa bana bir not yollamıştı. Başına gelecek şeyi pekâlâ biliyordu ve aynı şekilde yapabileceği hiçbir şeyinin olmadığını da biliyordu. Notta bir defterden söz ediyor ama tarif ettiği defteri hiçbir yerde bulamadım."
Zihnimde çanlar çalıyordu. "O defter... Sen her şeyi biliyordun yani? Gerçeği bildiğini, biz sana kendi gerçeğimizi açıkladığımız hâlde bizimle paylaşmadın mı?"
"Atlas biliyordu. En önemlisi de buydu zaten."
"Atlas bu anlattığın olayı biliyordu öyle mi?" Başıyla onayladı. Hayrete düştüm. "Ne zaman söyledin ona?"
"Epey oluyor. Siz mirasçılara gerçeği açıklamadan önce ben, ona bu durumdan söz etmiştim."
"Valmir'e de Atlas anlattı," diye sözlerinin devamını getirdi. "Daha başka kimler biliyor haberim yok. Lakin bu gerçek yalnızca benim zihnimde barınmıyor."
Valmir biliyordu. Defteri benden önce biliyordu. Beni o yüzden deftere yönlendirdi ama sonrasında ne oldu da fikrini değiştirip defterin aslında hiç var olmadığına beni inandırmaya çalıştı ki?
"Yani gerçekten de bir defter var, öyle mi?"
"Var," dedi. "Lakin nerede bilmiyorum. Aramadığım yer kalmadı ama defterden iz yok."
Doğru kişilere güvendiğime dair inancım nihayetsizdi. Yine de yüreğime korku büründü. Kıran giren defter açık ve net biçimde düşmandan iz taşıyordu. Lakin bilmecenin bir kısmı çözülmüştü. Valmir düşmanın kim olduğunu biliyor ama sanırsam, bunu benden gizlemeyi tercih ediyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |