Beş günün ardından Katrin'e dönme vaktimiz gelmişti. Katrin'dekilerin sıklıkla yolladığı bilgilendirici notlar orada durumların nasıl olduğunu anlamamıza yardımcı olmuştu. Demitre'nin kolyesini aldığımız gün yaşadıklarımız ve Demitre'nin kolyesinde birikmiş kalmış olan lanet büyük yarar sağlamış ve en kuvvetli kanıtlar hâline gelmişti. Bize gönderilen notlarda yazanlar bu yöndeydi. Adımı ve Pamir'in cinayetlerini temize çıkarma yolunda, bizimkiler haricinde Timun Bey'in ve Yamin'in önemli roller üstlendiği de yazıyordu notlarda. Böylece Timun Bey ondan habersiz tünele gittiğimizi öğrenmiş olmuş ama Perla'nın söylediğine göre Timun Bey, bunu dert etmek yerine bu soruna kendisinin sebep olduğunu düşünmüş. Kendisinin hatalı olduğunu düşündüğünden ve nihayet, kızına ulaşmanın yolunun beni kendi diyarıma göndermek olduğunu kavrayabildiğinden bu süreçte fazla fazla Alsondro'ya seyehat etmiş ve yaşanılan yanlış anlaşılmayı düzeltmek için kendince çabalamış.
Valmir, Yamin'in yardımlarını öğrendiğinde onunla gerçeği paylaştığı için yaşadığı pişmanlığın yok olmaya başladığını itiraf etmişti. Yamin, kardeşlerini ikna etmeye çabalamak yerine onların ani karar vermelerini engellemişti. Perla, Yamin'in bu eyleminin onlara kendilerini kanıtlamak için zaman yarattığını da yazmıştı notlarında. Yamin'in yardım edeceğine dair inancım tamdı lakin bu uğurda epey çaba sarf ettiğini ve en basitinden, Alsondro sahiplerinin artık Katrin'e uğramıyor olmasına rağmen, sırf bu sorunu çözmek için sık sık Katrin'e gitmiş olduğunu öğrendiğimde uzunca bir süre şaşkınlık yaşamıştım. Valmir bu gelişmelerin üzerine artık Alsondro'da bir koruyucumuz olduğunu söylemişti. Nitekim öyleydi. Yamin, Alsondro'da bizler için koruyucu melek görevi görüyordu.
Pamir'in bir ceza almamasına karar verilmiş. Pamir'in Alsondro muhafızı öldürmesi kabul edilebilecek bir durum değildi lakin Katrin Hükümdarı'nın bir yanlış anlaşılma sonucu hain ilan edilmesi de anlaşılır ve kabul edilir bir durum değildi.
Bu iki hata birbirini yok etmiş ve geriye taze bir boşluk kalmıştı. Açıkçası bu benim isteklerim doğrultusunda gerçekleşmişti. Gerçekler açığa çıktıktan sonra Alsondro sahiplerinden bir not aldım. Notta, yaptıkları hatadan ötürü Katrin'e borçlandıklarına dair bir şeyler yazıyordu. Açıkçası onların tavrına ben çok fazla mana yüklememiştim. Onlar yapmaları gereken şey her ne ise onu yapmıştı. Lakin borç konusunda ısrarcılardı. Ben de Pamir'i özgür ve cezasız bıraktıkları hâlde borçlarının ödeneceğini söyleyen bir not hazırlayıp yolladım. Pamir zaten günler öncesinde özgür bırakılmış ve Katrin'e dönmüştü. Bunu bana Perla haber etmişti. Lakin ben döndükten sonra bu konuyu yeniden ele alacaklarını söylemiş Alsondro sahipleri. Ben de bunu öğrenince böyle bir teklifte bulunmuştum. Neyse ki onlar da bu teklifi kabul etti ve bu, bize epey zaman kaybına ve daha başka türlü kayıplara mal olan hainlik mevzusu kapanmış oldu.
Neredeyse bir hafta boyunca Antropedos'ta kalmıştım. Antropedos, nedeni bilinmez, bana çok fazla, ağırca şeyler öğretti. Ruhumun büküldüğü, boşluğa batan denizlere daldığım ve kendimi, ne olduğumu fark ettiğim bir serüven yaşadım. Bu bağlamda Antropedos bana hem iyi hem kötü geldi. Kendi yaşadıklarımın üstüne burada amaçlarını yitirmiş, kaybolmuş ve gömülmüş ruhları gördüğümde yaşadığım ızdırap da cabası.
Efendi Ruh, bana bu bölgenin akıbetini anlattı. Kötülük burayı bulmadan evvel Antropedos'un hâlini, kötülüğün gelişini, sonrasında yaşananları; hepsini uzun uzadıya anlattı. Her noktaya değinmedi; yalnızca hikâyeyi sonlandırma gücüne sahip noktaları paylaştı. Bu, ruhların kaybına duyduğum üzüntüyü katbekat arttırdı. Bununla birlikte bana kendi hayatını da anlattı. O kapıyı bir noktaya kadar araladı ve ben de memnuniyetle içeri giriverdim. Öğrendiklerim küçük küçük, belli belirsiz zedeler yarattı bende. Ruhların duyduğu acıyı bir ruhtan, ilk ruhtan, dinledim ve anladım. Antropedos'un geldiği hâli anladım. Buraların neden böyle olduğunu anladım ve temenni ettim: Demitre'nin mahkum edildiği hayattan kurtulup burayı da kurtarmasını diledim. Zira ben, Antropedos için başka bir kurtuluş yolu düşünemiyordum.
Fakat bilmediklerimin sayısı da fazlaydı. Dün, Efendi Ruh'tan beni Enk Mührü'nün olduğu yere götürmesini istedim. Lakin bunu kabul etmedi ve sebebini kendine gizledi. Benim de en az sizin kadar geçerli ve kabul edilebilir sebeplerim var, dedi. Ona inanmamı istedi ve ben de inandım. Vakti geldiğinde bana mührü vereceğini söyledi. O vaktin kısa sürede gelmesini söyledim ben de. O yüzdendir ki, bugün Katrin'e elimiz boş dönecektik. Bundan henüz oradakilerin haberi yoktu. Yanımdaki Valmir ile paylaştım bu isteği ve o da tuhaf bir şekilde anlayışlı davrandığım için beni övmekle yetindi. Aksi bir söz söylemedi. Ben onca yolu boşa mı geldim diye huysuzlanmadı. Yalnızca anlayışım için teşekkür etti. Ki bu, Valmir'in Efendi Ruh'un sakladığı sebebi bildiğini gösteriyordu. Madem Valmir böylesi bahtiyar olmuştu bana da bir süreliğine susmak ve uyum sağlamak düşerdi.
Efendi Ruh'un kimliği bir süre gizlenecekti. Bunu kendisi istemişti. Yeniden ruh formuna dönmüştü ve Katrin'de de bu şekilde kalmaya devam edecekti. Altı kişiydik, onun gerçek kimliğini bilen altı kişiydik. Böyle kalmaya da devam etmesi gerekiyordu. Bu hususa özellikle dikkat etmeliydik.
Geçit, Ezra tarafından oluşturuldu. Öbür tarafta, Katrin'de geçidi koruyan kişi Perla idi. Önce ben girdim geçide ve kendi sarayıma, odama vardım. Perla beni görünce sevinç çığlığı atıverdi. Kollarını bana doladı ve sıkıca sarıldı. Hemen arkamdan gelen Valmir ve Efendi Ruh'u görünce geri geri adımladı. Başını saygıyla eğdi. "Kusura bakmayın Efendim. Hoş geldiniz."
"Seni de yeniden görmek çok güzel Perla!"
Efendi Ruh hızla odayı taradı. Aksi bir durum var mı yok mu diye kontrol etti. Oda bıraktığım gibiydi. Efendi Ruh'tan ses çıkmayınca odanın güvenli olduğunu anladım. Valmir çoktan odadan çıkmıştı bile, onun peşine takıldık. Perla yanımda yürürken, aynı zamanda yandan yandan Efendi Ruh'a bakmaya çalışıyordu. Sonra dikkatini bana verdi. "Zayıflamışsın ve biraz da çökmüşsün."
Ona nasıl baktım bilmiyorum ama alındığımı sanmış olmalı ki, "Hâlâ çok güzelsin, dert etme," dedi. "Kilo bu, alınır da verilir de."
Valmir bizi doğruca büyük salona götürdü. Diğerleri bizi burada bekliyordu. Yamin de salonda, diğerlerinin yanındaydı. Onu burada görmeyi beklemiyordum.
"Ah, gençler!" dedi Valmir gür sesiyle. "Nihayet yeniden karşılaşabildik!"
Aren ve Pamir ile sarıldıktan sonra Yamin'in karşısında hafifçe eğildim. "Yardımlarınız için teşekkürler."
"Teşekkürden önce özür dilenmeli," dedi Yamin. "Bölgem ve kardeşlerim adına özür dilerim. Elimden geldiğince yanlış anlaşılmaya açıklık getirmeye çalıştım lakin onlar da bölgemizi korumaya çalışıyordu."
"Biliyorum, sorun değil," dedim. "Koruyucu ruhum ve Valmir yanımdaydı zaten. Bir sorun teşkil etmedi."
Herkes bir köşeye geçip yerleşti. "Yolculuğun yorgunluğu çıkmaya başladı," dedi Valmir. "Oysa Antropedos'ta bedenimde yorgunluğun izleri yoktu."
"Yaşlanıyorsun Valmir," dedi Aren. "Hissettiğin yorgunluk yerinde."
"Doğru," dedi Valmir. "Bu çatışmalar sonrasında dinleneceğimiz günler de gelecektir."
Yamin'e doğru seslendi. "Diğerleri, dostlarım çoktan dönmüştür Alsondro'ya. Bir iki güne onlarla yeniden görüşme düzenlemek uygun gelir. En azından minnetimi seslice dile getirmeliyim."
"Nasıl isterseniz," dedi Yamin. "Bu arada Alisa, oradaki eşyalarını da getirdim."
"Teşekkürler," dedim. "Büyü keselerini değil ama kolyeyi getirmen iyi olmuş. O önemliydi. Ayrıca diğer kolye sizde mi? Onu sanırım Tarnit Dağı'nda düşürmüşüm."
"Evet, evet," dedi Pamir. "Efendi Yamin çoktan teslim etti o kolyeyi."
"O kolyeden çıkan sonuçlar hakkında konuşacak mıyız?" diye sordu Perla. Hedefinde Valmir vardı.
"Kolye aracı kılınmış lakin kimin yaptığını bilmiyoruz," dedi Valmir. "Bunun üzerine daha ne söylenir ki?"
Atlas geldiğimizden beri fazla sessizdi, düşünceliydi. Onu en son gördüğümden daha kayıp duruyordu. Konuşmaya katılmıyor, benimle, dahası kimseyle göz teması kurmuyordu.
Kısa süren sohbetimiz sona erdiğinde Yamin bölgesine dönmek için aramızdan ayrılmıştı. O gittikten sonra ben de odama çıktım. Temizlenmek için duşa girdim. Berrak su, zihnimi de temizlesin, tüm kirleri arındırsın istedim. Sonrasında ise kendimi yatağa attım. Valmir sözlerinde haklıydı. Son bir haftanın yorgunluğu kendini şimdi göstermeye başlamıştı.
Daldığım uykudan uyandığımda hava kararmış, gökte yıldızlar parıldamaya başlamıştı. Odanın içine ayın ışığı hafiften vuruyordu. Bu kadar saat uyumayı beklemiyordum. Yattığım yerden doğruldum ama yataktan kalkmadım. Sessizliğin ve yalnızlığın içinde biraz kendimi dinledim. Sonra balkona çıktım. Hava serindi, ama üşütecek gibi değildi. Katrin'i özlemiştim. Şehrin sessizliği bile şu an hoş geliyordu bana. Sarktığım balkon korkuluğunda, alt çaprazdaki balkonda duran Atlas'ı gördüm. O da beni gördü. "Demek uyandın."
"Uyandım ama hâlâ yorgun hissediyorum."
"Birkaç güne geçecektir."
"Gerçekten bu şekilde balkondan balkona mı konuşacağız?"
"Benim için hava hoş," dedi Atlas. Başını kaldırıp bana baktı. Sonra gözden kayboldu. Birkaç dakika sonra odanın kapısı açıldı. Balkonun aralık kapısından içeri Atlas girdi. Beni süzdü. "Yorgundan ziyade hasta gibisin."
"Ural," dedim ama sözüme devam etmemi engelledi. "Sınıra girmemeni ben emrettim. Boşuna Ural'a tavır alma. Efendi Ruh anlatmıştır, seni Antropedos'a göndertmemi söylemişti. Bu sorunu yaratan kişi şüphesiz düşmanın kendisi. Açtığı boşlukta sana saldırması olasıydı. Bunun pekâlâ farkında olan Efendi Ruh, Antropedos'ta güvende olacağına ikna etti beni."
"Güvendeydim," dedim. "Efendi Ruh haklıymış. Lakin orada saldırıya uğramayacağımıza nasıl emin oldu?"
"Kimsenin Antropedos'a girmek isteyeceğini sanmam, hele ki savaş açmak için. Şüphelerimiz yersizmiş. Efendi Ruh bizim tarafımızda," dedi Atlas. "Düşman, ruhlar ordusunu karşısına almak istemez. Senin için en güvenli bölge Antropedos."
"O, düşmanın kim olduğunu biliyor gibi."
"Biliyor gibi değil, zaten biliyor," dedi Atlas. Kendinden emindi. "Fakat bizimle paylaşmadığına göre başka bir sorun olsa gerek."
"Mührü de vermedi," dedim. Sesim birazcık şikayet eder gibi çıkmıştı.
Atlas hafiften güldü. "Aklından her ne geçiyorsa bizi tehlikeye atacak bir durum değildir diye umuyorum. Vakti geldiğinde mührü verecektir, bu sorun değil ama Alsondro sahiplerini buna nasıl ikna edeceğiz bilmiyorum. Onlar, Valmir'in elinin boş dönmesine inanmayacaklardır."
"Yamin bir şekilde halleder herhâlde," dedim. "Yalnız benim aklım kolyede. Kim, hangi vakitte kolyeyi aracı kılmış olabilir ki?"
Atlas yanıtsız bıraktı beni.
"Efendi Ruh seninle tünele gittiğimiz gün konuşmuş. O günden beri bir tuhafsın. Bilmediğim bir şey mi var?"
Atlas'ın gözünde bir ışık parladı. "Nasıl tuhafım?"
"Kendi içine gömüldün birden, derin düşüncelere daldın. Anlaşılan Efendi Ruh seninle daha fazla bilgi paylaşmış."
"Dürüst olacağım," dedi. "Seninle ilk tanıştığımda, insanların yanında rol yapmak istemediğin hakkındaki sözlerini fazla şımarık bulmuştum. İçinde bulunduğun duruma rağmen gidip en aptalca noktaya takılmıştın ama anlıyorum ki şikayetlerinde haklıymışsın."
"Ne tesadüf ki, günler öncesinde Valmir, en büyük ders tadına bakmaktır, demişti. Sözlerin onu doğrular nitelikte," dedim. "Efendi Ruh sana ve Valmir'e ruhunu açtı, değil mi? Ne olduğunu biliyorsunuz."
Beni onaylamadı ama reddetmedi de. Yalnızca uzun uzun baktı bana.
"İyi o hâlde," dedim. "Madem rol yapmak zorluyor seni, yanımda rol yapma. Bildiğin şeyleri ben de biliyormuşum gibi davran. Vakti gelene kadar sorgulamayacağım."
"Antropedos'ta ne yaşandı?"
"Orası çok sessiz, buradan bile daha çok sessiz," dedim. "Hiç kimse yok. Ruhların çoğu sanırım hâlâ nehrin altında, çıkmak istemiyorlarmış. Sebebini sorma çünkü ben de bilmiyorum. Belki de senin bildiğin şeylerden biri budur. Havası da hoş değildi, insanın içini daraltıyordu. Kısacası pek beğenemedim ama oraları bir de yaşama kavuşmuşken görmek ve öyle yargıya varmak gerekir."
"Ruhların durumunu bilmiyordum ama sebebini tahmin etmesi zor değil," dedi Atlas. "Benim notuma geri dönüş yapmayıp Perla'nın notlarına dönüş yapman hiç hoş değildi."
"Senin de not göndermeyi kesmen hiç hoş değildi."
"Ural'dan benim verdiğim emir sebebiyle Katrin'e giremeyeceğin haberini alınca bana darıldığını sandım."
"Bir planın olduğunu anlamıştım. Ki notun elime ulaştığında çoktan gerçeği öğrenmiştim bile." Bir hafta boyunca zihnime uğramasına müsaade etmediğim düşünceler, hafif açılan aralıktan içeri sızdı. "O gün, Pamir ile Alsondro'ya gitmeden evvel Pamir bana bir itirafta bulundu. Onun bana yüklediği, daha doğrusu benim ondan aldığım sorumluluğu sana bırakmayı düşünüyordum ama bu hâldeyken kabul etmeyecek gibisin."
"Ha, seni yiyip bitiren bir şeyler var," dedi. "Çok hoş! Pamir'in şu tavırları yok mu!"
"Onun bir suçu yok. Ben sıkıştırdım onu, söylemek zorunda kaldı. En yakın zamanda sizin de öğrenmeniz gerekiyor. Önemli bir bilgi... Bu arada Kunter'den ne haber? Bir gelişme var mı?"
Kara bulutlar Atlas'ın yüzüne çöktü. "Sanırım muhbir o. Kunter düzenli olarak Baba Ran ile görüşüyor, bizzat kendim de gördüm. Ne gibi bir açıklaması olur bilemem ama olan bu. Henüz onu sorguya çekmedik."
"Perla'nın haberi var mı?"
"Elbette, o da gördü kendi gözleriyle. Kunter'in kendini temize çıkaracağını sanmıyorum. Bir kere bile Baba Ran ile görüştüğünü söylemedi bize. Eğer bu işin arkasında kötü bir niyet yoksa bu görüşmeleri bizimle paylaşması gerekirdi."
Sonra, "Pamir ne itirafında bulundu?" diye sordu.
Bir suskunluk tufanı yuttu beni. Eninde sonunda kelimeler ağzımdan çıkacaktı. Girintili çıkıntılı yola sapmamak gerekirdi. "Pamir," dedim. Konuşmaya karar vermiş olsam da kelimeler ağzımdan istekle çıkmıyordu. Ben konuşurken Perla'nın beni duymasından ölesiye korktum. "Perla burada mı?"
"Hayır, hepsi gittiler."
Rahatladım, lakin kısa sürdü. "Pamir'in Baba Ran'ın yanına giderken gördüğü isimlerden biri de Perla'nın babasıymış."
Atlas anladı. Pamir'in korkusunu, beni yiyip bitiren şeyi anladı. Yok olmaya can atan öfkesi koşa koşa gitti, yerini temeli sağlam atılmış bir kedere bıraktı. Yüzü karardı. Onu da yiyip bitiren bir şeyler vardı, şimdi onlar daha da çoğalmıştı. "Açıkçası bu şaşırılacak bir hadise değil lakin öğrendiği zaman Perla'nın hâli ne olur düşünmek istemiyorum. Fakat Perla'nın bunu içten içe tahmin ettiği de bir gerçek."
"Öyle mi dersin?"
"Aldo Bey," dedi Atlas. "O, zaten çıkardığı sorunlarla bilinir. Pek uyumlu biri değil."
"Yine de insan babasından böyle bir şey beklemez, bekleyemez."
Atlas uzaklara daldı. "Doğrudur, insan böylesi bir kötülüğü babasına yakıştıramaz. Lakin elden ne gelir? Perla'ya dikkat edelim. Kunter'in muhbir olmasını henüz atlatamadı. Babasının da işin içinde olduğunu öğrenirse gidişatı iyi olmayacaktır."
"Biz ona dikkat ederiz etmesine ama eğer söylediğin gibi Perla bu durumu zaten tahmin edebilmişse kendini duyacağı şeye de hazır etmiştir."
"Perla neyin ne olduğunu gayet iyi bilen bir kız," dedi Atlas. "O günkü çırpınışları yalnız Kunter için değil, aynı zamanda babası içindi. Bunu Pamir de anlamıştır. Fakat anlamasına rağmen neden gelip senden medet umdu ki?"
"Bunu seslice dile getiren kişi olmak istememiştir. Sonuçta karşısında sevgilisi duruyor. Gönlü razı gelmemiştir."
Yeni gün doğmuş, güneş tepeye yerleşmiş, önüne geçen pamuk gibi top top bulutların izin verdiğince ışığını yeryüzüne aktarıyordu. Az öteden ötüşen birkaç kuşunun sesleri geliyordu. Sararmış yaprakların kimisi yerde kimisi hâlâ dallarda hâkimiyet sürüyordu. Hafif esen meltem dallarda kalmış son birkaç yaprağı sallandırıyor, sallanan yapraklar tatlı, yumuşak bir ses çıkarıyordu. Sarayın bahçesindeki çiçeklerin kimisi solmuş, içine çökmüştü. Bazısı sona kalan tazeliğini rüzgâr yardımıyla etrafa yayıyor, havaya son hoş kokularını salıyorlardı.
İnsanın içine kurt düşüren bir sessizlik vardı şehirde. Sarayın önüne açılan sokaktan o kadar az insan ve at geçiyordu ki, gören kışın çoktan geldiğini sanırdı. Herkes kendi bölgesine çekilmiş duruyordu. Yerli yerinde olan sayılı şeylerden biri dört bir yanda heykel gibi dikilen muhafızlardı. Onun dışında hayvanların çoğu bile çekip gitmiş gibiydi. Görünürde ötüşen birkaç kuştan, ara ara sokaklardan geçen atlardan başka hayvan yoktu.
Aren canı sıkılmışcasına elindeki dalın uçlarını çakışıyla sivriltiyordu. Onunla konuşmak istediklerim vardı ama sanki doğru zamanın içinde değildik. Yersiz konuşmaktan çekiniyordum. Ellerimi çenemin altında birleştirdim ve Aren'i izlemeye koyuldum.
"Ne söyleyeceksen söyle," dedi Aren. "Ya da ne soracaksan sor demek daha doğru olur sanırım."
"Önemsiz," dedim. Fakat önemsizden ziyade yersizdi merakım. Şimdi hiç sırası değildi.
"Söyle söyle," dedi. "Verdiğim söz hâlâ aklımda, unutmuş değilim."
"Madem aklında yerine getir öyleyse." Sonra fikrimden vazgeçtim. Efendi Ruh mührü bana teslim edene dek yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Belki de en doğru anın içindeydik. "Adin kim?"
Küçük dal parçasıyla uğraşan eli durdu. Sonra dalı karşısına, bahçenin bir köşesine fırlattı. "Annem." Neden sonra, "Onun hakkında bir şeyler mi duydun?" diye sordu.
"Hayır," dedim. Şaşkınlığım ve kafa karışıklığım konuşmama müsaade ettiğinde, "Bir rüya gördüm ve rüyamda o kadın vardı," diye devam ettim.
"Ne rüyası?" Bakışlarında da sesinde de merak vardı.
Konuyu açtığıma pişman oldum. O da ne olduğunu anladı. "Birisi görmeni istemiştir. Vaktizamanında yaşanan olaylar büyü yardımıyla birilerinin zihnine aktarılabiliyor."
"Kim istemiş olabilir ki?"
"Eğer Lena'yı tanımasaydım o yapmıştır derdim ama onu tanıyorum."
"Neden böyle bir şey yapmak istesin ki?"
"Başkasından duymandan korkuyordur."
Bir kıpırtı duydum. Sesin Efendi Ruh'tan geldiğini anladığımda geri önüme döndüm. "Onun, senin de halan olduğunu sanıyordum."
"Değil, teyzem. Lakin bu olaydan sonra kendisine öyle seslenmek istemedim."
Başvurduğu seçenek çok anlamsız ama onun için yeterli ve güvenliydi. Yalnızca Lena'yı teyzesi olarak görmekten vazgeçmiş değildi, dayısına da amca diyerek Lena ile kan bağı yokmuş gibi davranmak, belki de öyle görünmek istiyordu. Nedenleri belliydi ve ben o nedenleri hiç sorgulamadım.
"Lena bu yüzden zindana atılmadı mı?"
"Atılmadı, yalnızca yönetimden elini kolunu çekti. Bu cezanın yeterli olacağı düşünüldü."
"Kim karar verdi bu cezaya?"
"Baba Ran."
Her taşın altından Baba Ran çıkıyordu. Atlas'ın ondan şüphelenmekte hakkı vardı. "Biliyorsundur," dedim. "Atlas, Baba Ran'dan şüpheleniyor."
Güldü. "Yalnızca Atlas mı?"
"Sen de mi?" dedim. Nedense şaşırmıştım.
"Onu tanıyıp da ondan şüphelenmeyecek çok az kişi vardır."
"Her neyse," dedi. "Lena konusunda kendini suçlu hissetmene gerek yok. İstediğin gibi görüşüp konuşabilirsin onunla. Bu, alınacağım bir şey değil. Onunla arana girmiş olmak istemem."
"O, onun hakkında bir şeyler duyduğumda olayı bir de ondan dinlememi istemişti."
"Dinleyebilirsin, hatta dinlemelisin. Zira olayı detaylıca anlatan kişi olmak istemiyorum."
"Fakat olayı kendi bakış açısına göre anlatacak."
"Herkesin yaptığı gibi," dedi anlayışla. "Bunda bir sorun göremiyorum."
"İlk günlerde ona öfkeli olduğunu düşünüyordum ama şimdi ne düşüneceğimi şaşırdım."
Bahçenin bu tarafına doğru gelen Perla'ya gözüm çarptı. Geçtiğimiz haftaya nazaran sakinlemiş duruyordu.
"Öfkeliyim, doğru düşünmüşsün. Fakat yalnızca öfkeli değilim," dedi Aren. "Ben de ona karşı ne hissedeceğimi şaşırıyorum bazen."
"Merhabalar!" dedi Perla. "Bugün hava çok güzel değil mi?"
"Her zamanki hava işte Perla."
"Aren ne anlarsın sen? Diğer günlere göre bayağı güneşli işte."
Ona vereceğim habere önce kendimi hazırladım. Bir daha insanların isteklerini kolay kolay kabul etmeyecektim. Bu sondu. Pamir'in yapmaya cesaret edemediği şeyi ben nasıl yapacaktım? Aren'e baktım. O biliyor muydu acaba? Aren üzerindeki gözleri hissetti ve bana döndü. Ne oldu dercesine gözlerini kırptı. Keşke anlasaydı da Perla'ya kendisi söyleseydi.
Doğrudan konuya girmek daha iyi olacaktı. "Perla." O da sorarcasına baktı bana. Biraz kıvrandıktan sonra, "Pamir'in, Baba Ran'ın yanına giderken gördüğü biri daha varmış," dedim.
Yüzündeki çiçekler soldu. Anlamış gibiydi. "Kim?"
Aradan göze çarpamayacak kadar kısa bir süre geçti. Aren değil ama Perla kurtardı beni. "Aslında tahmin edebiliyorum. Narya son zamanlarda babamın sürekli olarak Baba Ran ile görüşmeye gittiğini söylüyor."
"Narya'nın dikkatini çekmesi tuhaf değil, o zaten çok meraklı biri ama gelip bunu benimle paylaştığına göre bu görüşmeler gözüne hiç masum gelmiyor olmalı," diye sözlerine ekleme yaptı Perla. "Yakın zamanda başka başka şeylerden de şüphelenmeye ve bizi darlamaya başlayacaktır."
Perla sözleriyle bir şey ima etti fakat ben anlayamadım. Aren ise pekâlâ anladı. "O kadar da değil! Bazen Narya'nın üzerine çok kafa yorduğunu düşünüyorum Perla. Belli ki bu kadar çok düşünmek seni yanlış yollara saptırıyor."
"Korkumun yersiz olmadığını biliyorum," dedi Perla. "Bunu sen de çok iyi biliyorsun Aren."
"Neyden bahsediyorsunuz?" diye araya girdim.
"Narya," dedi Perla. Soluksuz kalmış gibi titrekti sesi. "Eğer Baba Ran ve diğerleri Narya'nın onlardan şüphelendiğini sezerse Narya'yı savaşın içine sürüklemekten çekinmeyeceklerdir. Narya'nın yanlış bir karar vermesinden korkuyorum."
"Perla!" diye yeniden uyardı Aren. "Bazen kardeşin hakkında konuştuğunu unutuyor gibisin."
"Aren sen de bazen onun huyunu unutuyor gibisin!"
"Tam olarak neyden korkuyorsun ki Perla? Ona bir zarar gelmesinden mi?" diye sordum. "Eğer öyleyse onu saraya, yanımıza getirtelim. Gerçekleri öğrenmesi benim açımdan bir sorun teşkil etmiyor."
"Hem o var hem de eğer onlar Narya'ya bir teklifle giderler ise Narya'nın vereceği cevap korkutuyor beni."
"Narya'nın onlarla işbirliği yapmasından mı korkuyorsun?"
"Evet," diyerek beni onayladı. "Hayır diyemeyeceği bir teklif sunulursa ona ne olur bilemiyorum. Emin olamıyorum. Kabul etme ihtimali de var çünkü. Bunu görmezden gelemiyorum. Sahiden ona gerçeği açıklasak mı? Alisa'nın dediği gibi alır buraya getiririz. Hem güvende olur hem de gerçeği öğrenirse kendini koruma altına alır. Ne dersiniz?"
"Perla ben senin derdini anladım," dedi Aren. "Sil onu aklından. Narya gerçeği öğrendikten sonra uslu uslu kenarda oturacak değil ya! Mirasçılar öğrensin diye tutturuyordun. Al, öğrendiler de ne oldu sanki?"
"Aren bu aralar seninle hiç tartışılmıyor," dedi Perla. "Ne var Narya'yı bu olaydan uzak tutmak istiyorsam? Savaşa doğru gidiyoruz. Elbette kardeşimi bundan uzak tutmak isteyeceğim."
"Evet, savaşa doğru gidiyoruz. Gerçeği bilen herkes kendini buna hazır etmeli ama sen çıkmış Narya hem gerçeği öğrensin hem de her şeyden uzak dursun diyorsun," dedi Aren. "Bencilliğin zamanı değil. Faydası dokunmayacak olan kimse gerçeği öğrenme şansına veya şanssızlığına sahip olmayacak. Kaldı ki Alisa bile savaş mevzusuna sesini çıkarmıyor. Sana ne oluyor?"
Perla hem Aren'e hak veriyordu hem de kendine. "O hâlde git gerçeği anlatmadan Narya'yı koruma yolu bulmaya çalış. Zira ben savaş meydanında kardeşimle çatışmak, onunla karşı karşıya kalmak istemiyorum."
Aren Perla'nın yanına geçti, Perla'nın omuzlarını sıvazladı. "Biraz kardeşine güvenmeye çalış."
"Güveniyorum zaten. Ya tehdit ederlerse? O zaman ne olacağını hiç düşünmüyor musun?"
"Gerçeği anlatmadan Narya'yı bu saraya getirmenin bir yolu yok mu?" diye sordum. "Ayrıca gerçeği öğrense de sorun olmaz. Sonuçta gerçeği bilip yardımı dokunmayan tek kişi o olmayacak."
"Tek başımıza karar almayalım, Valmir'e danışalım," dedi Aren ama asıl söylemek istediği şey bu değildi. Lakin düşüncelerini dürüstçe bizimle paylaşmamayı tercih etmişti. "Kritik bir noktadayız. Ona göre davranalım."
Perla duruldu, suskunlaştı. Aren de yanımızdan ayrıldı. Onun ardından bakakaldım. "Son zamanlarda Aren ile çok tartışıyorsunuz."
Perla'nın omuzları çöktü. "Bizi bile bile yanlış bir yola sokmak istemiyorum. Savaş kapıda, kendimize çeki düzen vermeliyiz. Lakin karşıda kardeşim duruyor, onu da düşünmeliyim. Kunter'in durumu ortada. Buna benim sebep olduğumu savunabilirsiniz ama yine de aynı yola girmekten başka bir çözüm göremiyorum. Valmir de onaylarsa ve senin için de sorun olmayacaksa Narya da öğrensin gerçeği."
"Benim için sorun olmadığını defalarca söyledim," dedim. "Valmir'den onayı aldıktan sonra istediğin kararı verebilirsin. Lakin bunu yaparken beni değil kendini ve kardeşini düşün. Kardeşini kurtarmak umuduyla onu daha büyük bir belanın içine sürükleyebilirsin. Bunu aklından çıkarma. Seçtiğin yolun en güvenlisi olduğuna emin ol ve o yola öyle gir."
"Haftalar öncesi yıllar öncesi gibi geliyor," dedi Perla. "O zamanlar bu gerçeğin sonucunda, çıkan savaşta sevdiklerimle karşı karşıya gelmeyi akıl edememiştim. Düşünmem gereken daha önemli şeyler vardı. Şimdi anlıyorum ki düşünmem gereken en önemli şey buymuş."
"Bu kadar umutsuzluğa kapılma," dedim. "Daha savaş başlamadı ve gerçekte kiminle karşı kaşıya olduğumuzu henüz bilmiyoruz."
Lakin ben de kendimi kandırıyordum. Bizi bekleyen şeyi ucundan da olsa görebiliyordum ve gördüğüm o uç bana yetiyordu. Bizi neyin beklediğini anlamama yetiyordu.
Perla yerinden kalktı. Başıyla bahçeyi işaret etti. Sessizce peşine takıldım. Efendi Ruh gerimizde, çardağın orada kaldı. Bahçeyi gözetmenin daha doğru olacağını düşünmüş olmalı. Bahçeyi saran taşlı yolun üzerinde minik tıkırtılar çıkartarak yürüdük. Arada kuş sesleri geliyorsa da ortalığa genel itibariyle bir sessizlik hâkimdi. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi. İnsanın yüreğini kızgın bir elle sıkan, aldığı nefesi zehre dönüştüren, karanlık bir sessizlikti bu.
"Kunter'e ne olur dersin?" diye sordu Perla. Daha fazla içinde tutmamıştı. "Nasıl bir ceza alır? Cezayı Baba Ran'ın vermeyecek oluşu da başlı başına bir başkaldırı. İnsanlar gerçeği öğrendiğinde, Baba Ran'ın yaptıklarını öğrendiğinde ne tepki verirler? Bazısı önlerine ne sunarsan sun bizden tarafta olmayacaktır."
Perla, Baba Ran'ı çoktan suçlu ilan etmişti. Şüpheliler listesinin en başında duruyordu ama yeteri kadar kanıt yoktu. Bu yüzden elbette insanlar onu savunmaya devam edecekti. Lakin bizim şüphelerimiz pek ihtimal vermesem de yersiz olabilirdi. Bu konuda suçsuzsa bile geçmişte aldığı kararlardan ötürü suçluydu.
"Kunter... Bilemiyorum. Nasıl bir açıklama yapacağını merak ediyorum. Umarım biz yanılıyoruzdur diye düşünmek istiyorum ama bu görüşmelerin altından hiç masum bir şey çıkacakmış gibi durmuyor."
Zihnimi karıncalandıran bir şey vardı ki seslice dile getirmem olası değildi. Özellikle de Perla'ya. Umursamazca, hiçbir şeyi düşünmeden, önemsemeden ortaya koyduğu canı günün birinde, büyük bir öz güven ve umarsızlıkla kurduğu o cümleler yüzünden tehlikeye girerse ne olacaktı? Bunu hiç sormuyor, belki dert etmiyordu bile. Oysa benim en çok zihnimi kurcalayan şey buydu. Kunter'in masum olmasını en çok da bu yüzden istiyordum.
Perla ne düşündüğümü sanırsam anladı ama ağzını açıp tek bir şey söylemedi. Ettiği yemin, savurduğu kelimeler onun da aklındaydı. Zihninde oluşan, her bir alanda uçuşan tozlardan kurtuluşu bu yolda bulmuştu. Bu yolun zihninde uçuşan tozları temizleyeceğine inanmış, inancının yanında doğan umarsızlık yüzünden kendini uçurumun kenarına sürükleyen bir yemin etmişti. Şimdi ise o uçurumun en ucuna gelmiş ve zihnindeki tozların temizlenmek bir yana daha da artıp zihnini görünmez hâle getirdiğine tanık olmuştu. Sarf ettiği kelimelerin ve çaresizliğinin onu süründüre süründüre getirdiği hâl içini kavuruyordu lakin suçlu bir çocuk gibi içine gömülmüş, sessizliğe sığınmıştı. Belki de ağzını açmaya, kendini aklayacak bir iki kelime söylemeye hakkı yokmuş gibi hissediyordu.
Göz altları çökmüş, yer yer morarmış, yer yer sararmıştı. Bedeni diriydi ama bakışları ölüm fermanını imzalamıştı. Yürüdüğümüz yol sağlam değildi, nitekim tutunduğumuz dallar da öyle. Onu çökerten hislerinden uzaklaştırmanın bir yolunu bulmaya çalıştım. En sonunda, "Daha önce Antropedos'a gitmiş miydin?" diye sordum.
"Hayır, ama oranın ne hâle geldiğini az çok biliyorum. Herkes az biraz biliyor. Söylenen onca şeye bakarak önceden orada bir yaşamın olduğunu düşünmek insanı derin bir korkuya gömüyor. Bu, günün birinde buranın da başına gelebilir."
"Ruhlar başıboş bırakılmış hissediyor çünkü Efendi Ruh yıllar önce çekip gitmiş. Aynı şey buranın başına gelmez. Sizin buradan çekip gitmek için ne gibi bir sebebiniz var ki?"
"Şu anlık yok. Ayrıca bizim zamanımızda değil, çok ileri yıllarda buralar da boş kalabilir. İnsanlığın alacağı kararı bilmek, onların başına neler geleceğini görmek beni aşıyor, herkesi aşıyor. O yüzden bilemeyiz."
Buranın boşalması, insanların çekip gitmesi için tek bir şey gerekiyordu. Onu dile getirdiğimde yine en başa dönmüş olacaktık. Her şeyin, her ihtimalin, her seçeneğin ucu savaşa dokunuyordu.
"Efendi Ruh mührü sana vermemiş. Doğru mu bu?"
"Doğru," dedim. "Onda bir şeyler var. Etrafımdaki herkes ona güvenmese arkamızdan iş çevirdiğini düşüneceğim."
"Neden? Yoksa sen ona güvenmiyor musun?"
Valmir'i düşündüm ve onun sözlerini. Sonra Ezra geldi aklıma. Onun söylemek için can attığı, içinde kaldıkça ona ızdırap veren bir şey vardı.
"Güveniyorum, lakin... Diyorum ya onda bir şey var. Söylemek istediği bir şey var ve neden söylemediği meçhul."
"Ona biraz zaman tanı," dedi Perla. "Söyleyeceği şeylerin bir vakti vardır. O vaktin gelmesini bekliyordur. Efendi Ruh'tan bize zarar geleceğini sanmam."
Diğerleri farkında mıydı bilmiyorum ama Ezra her şeyi biliyordu. Yeri gelince kaçtığımız, yeri gelince dip bucak aradığımız düşmanın kim olduğunu biliyordu. O düşmanın bizden, Alisa'dan ne istediğini biliyordu ve daha nicelerini biliyordu. Ona zaman tanımalı ama ya feda edecek zamanımız kalmazsa o zaman ne olurdu? O zaman neyi feda edecektik?
Gece yarısına ulaştığımızda öğle vakitlerinde oturduğumuz çardağın içinde Valmir, Aren, Atlas ve Ezra ile oturmuş sohbet ediyorduk. Valmir'in kendi evine gittiğini sanıyordum ama o, sorun çözülene dek buralarda olacakmış. Bu iyiydi zira ondan almamız gereken birçok akıl vardı.
"Alsondro'yu daha fazla endişe içinde bırakmamalı ve mührü aldığımızı onlara bildirmeliyiz," dedi Valmir.
"İyi de mührü almadık ki!"
"Eğer uygunsa yarın Efendi Alisa ile Antropedos'a gider mührü alırız," dedi Ezra. "Oradan Alsondro'ya uğrar, büyü kitaplarının lanetini bozarız ve işimize yarayacak büyü kitabını alıp buraya geliriz."
Daha düne kadar mührü henüz vermeyeceğini söylüyordu. Ne olmuştu da fikrini değiştirmişti?
"İşimize yarayacak büyü kitabının laneti kırmayacağız," dedi sonrasında, Ezra. "Vakti gelince size mührü teslim edeceğim ve o zaman laneti kıracaksınız."
"Aradığımız büyünün hangi kitapta olduğunu bilmiyoruz," dedi Aren.
"Ben biliyorum."
Bilmediği hiçbir şey yoktu sanırım. Bu kadar şeyi bilip her şeyi bizden gizlemesi kafamı karıştırıyordu. Ondan şüphelenmek mantıksızdı ama yaptığı şeyler, tercih ettiği yöntemler insanın gözüne batıyordu.
"Olur o hâlde," dedi Valmir. "Yarın mührü alıp gelin."
Valmir'in tavırları da bir tuhaftı. Herkes ve her şey gözüme batıyor, aklıma hiç gelmeyecek ihtimaller yavaş yavaş gözümün önünden şerit şerit geçiyordu. Valmir'e karşı böyle bir ithamda bulunduğuma göre büsbütün delirmiş olmalıyım, diye düşündüm. Fakat gerçekten onda da bir şeyler vardı.
Arada bir Valmir ve Atlas manalı manalı bakışıyordu. Atlasın bakışları kaygı doluydu lakin onun aksine Valmir kıvançlıydı, rahata ermiş bir hâli vardı. Atlas'ın bedenine bulaşmış kaygının aynısı Aren'in bedeninde de vardı. Bunu rahatlıkla gözlemleyebilmiştim lakin ne olduğuna akıl sır erdiremiyordum.
"Sizde bir şeyler var," dedim kendime hâkim olamayarak. Sesim onlara ulaştı ama hiçbiri bir tepki verme eylemine girmedi.
"Elin," dedi Valmir. "Elin iyileşmiş görünüyor Alisa. Güzel bir gelişme. İhtiyacımız vardı böylesi bir gelişmeye."
Elime baktım. Yaradan geriye sadece hafif bir kızarıklık kalmıştı. Oysaki şifacının verdiği içecekleri düzenli tüketmemiştim.
"Kesin Demitre'nin kolyesine yalnızca ona etki edecek bir lanet bırakılmıştır," dedi Aren. "Yoksa ufak bir yarayla bu işin içinden çıkman mümkün olmazdı."
"Kişiye özel büyüler ve lanetler oldukça yaygındır bu topraklarda," diye onay verdi Valmir. "Ayrıca bu yöntem, büyüyü yapan kişi yakalandığında, büyü sahibinin kendisini aklayacak birtakım açıklamalarda bulunmasına yol açar. O yüzden sıklıkla ve sürekli tercih edilir. Doğrusu hiç onay vermediğim bir yöntem lakin herkese etki edebilen bir büyü yapmaktan iyidir."
Valmir, kişiye özel dediğinde aklıma göldeki ruhlar geldi. Haftalar öncesinde, buradan gerçekten kurtulduğumu sandığım bir gün, şehrin kenarındaki gölde ruhların sesini duymuştum. O zamanlar Perla, bunun düşmanın bana ulaşmak için yapmış olduğu özel bir büyü olduğunu iddia etmişti. Lakin Antropedos'un gölünde de ruhlara denk gelmiş, onların serzenişini dinlemek zorunda kalmıştım.
"Gölün dibindeki ruhlar herkese sesini duyurabiliyor mu?"
"Hayır," dedi Valmir. "Efendi Ruh senin peşinde dolaştığı için ruhların seslerini duyabiliyorsun. Yanında Efendi Ruh olmadığında, imkânı yok, ruhların sesini duyamazsın."
"Fakat ben ta haftalar öncesinde, şehir merkezindeki golün içinden gelen ruhların sesini duymuştum."
"O gün de Efendi Ruh senin etrafındaydı," dedi Aren. "Unuttun mu? Bahçede onu görmüştün."
"Doğru ama golün kenarından geçerken Atlas da yanımdaydı ama o hiçbir ses duymadığını söylemişti."
"Alisa," dedi Valmir. Sesi yumuşaktı. "Peşinde derken kastettiğim şey Efendi Ruh'un etrafta dolanıyor olması değil, bizzat seni izliyor olması. Yalnızca Efendi Ruh'un korumacılığını yaptığı kişiler ruhların sesini duyabilir desek daha doğru olur. Öteki türlü kafan karışıyor belli ki."
"Aradığın defter de hâlâ ortalıklarda yok Alisa," diye devam etti Valmir. "Birkaç büyüyle yerini bulmaya çabaladım ama nafile. Sanki defter hiç yokmuş gibi. Diyorum ki, acaba gerçekten de bir defter yoktu da düşman senin yönünü şaşırtmak ve vakit kazanmak için aslında var olmayan bir defteri sana göstermiş olmasın? Bir yokluğu, bir hiçliği arıyor olabilir miyiz Alisa?"
"Ama deftere dokunmuştum diye hatırlıyorum," dedim ama sonra düşünmeye başladım. Hayır, deftere dokunmamıştım, yalnızca görmüştüm. "Doğru ya dokunmamıştım."
"Sanırım öyle bir defter yok," dedi Valmir. "Düşman seni, bizi şaşırtmış."
"Sen Alisa'yı turuncu bir deftere yazı yazarken hiç görmemiş miydin?" diye sordum Efendi Ruh'a. "Sonuçta onu gözetliyordun. Onun etrafında bir defter yok muydu? Ya da bu olay yaşanmadan önce onda bazı tuhaflıklar, değişiklikler sezmemiş miydin?"
"Hayır, Efendi Alisa yazı yazmayı pek sevmezdi," dedi Ezra. "Öyle bir defter gördüğümü hatırlamıyorum. İkinci sorunuza gelecek olursak onun da cevabı hayır. Benim dikkatimi çeken bir değişiklik yoktu. Her zamanki yaşantısına her zamanki gibi devam ediyordu. Yalnızca olayın birkaç gün öncesinde Efendi Kunter ile görüşmeye başlamıştı."
Ezra son cümleyi kurduğuna pişman olmuş gibiydi. Bunun üzerinde durmadım ve Aren'e döndüm. "Törenin gerçekleştiği günün akşamı, kutlama yemeğinde senin yanına, balkona gelirken Kunter'in karşıma çıktığını söylemiştim sana, hatırlıyor musun?"
"Evet, hatırlıyorum," dedi Aren. "Bu itiraz olayından ötürü Alisa'nın, diğer herkesle olduğu gibi onunla da arası açılmıştı ve o gün senin söylediğine göre bu ikili arasını bizden habersiz düzeltmiş. Lakin nasıl olduğunu bilmiyoruz. O zamanlar Alisa bana bu konuyla ilgili bir şey söylemedi. Aynı şekilde Kunter de öyle; o da aralarının düzeldiğini, en azından bana, bu zamana dek bildirmedi."
"Sen bilmiyor musun sebebini?" diye yeni bir soru yönelttim Efendi Ruh'a.
"Hayır, Efendi Kunter ile konuşmanızda fayda var."
"Araları düzeldikten sonra Alisa'da bir farklılık görmüş olsaydı bunu bize söylerdi Kunter," dedi Aren. "Tabii bu, yalnızca Kunter muhbir değilse geçerli. Öteki türlü elbette bize, bize yararı dokunacak hiçbir şeyi söylemeyecektir."
"Onu sorguya çekecek misiniz?"
"Yarın," dedi Valmir. "Yarın onunla bir konuşsak iyi olacak. Lakin eğer o muhbirse ve biz onu esir alırsak düşman harekete geçecektir. Ya da Kunter'e ziyadesiyle güvendiği için onun hiçbir açık vermeyeceğini düşünecek ve yıllar önce kurduğu planına göre hareket etmeye devam edecektir."
"Kabul etmeliyiz ki, düşmanın adımları sarsak değil," dedi Aren. "O, düzenlediği planını muhbir bellediği kişilerin günün birinde yakalanma ihtimallerine göre tasarım etmiştir."
"Yani ikinci seçeneğin doğruluğuna inanıyorsun, öyle mi?" diye sordu Valmir. Aren kendinden emin onayladı onu. Valmir hafif hafif, yavaş yavaş ayağını yere pat pat vurdu. "O zaman bize Kunter'i sorgulamak ve ondan alabildiğimiz kadar verim almak düşer."
Ardından Aren ile birlikte oradan ayrıldık. Valmir ve Atlas'ın konuşacağı şeyler vardı elbet. Onlar da tıpkı düşman gibi bihaber olduğumuz bir planın ucundan tutuyorlardı. Lakin tuttukları ipin bir vakit boynuma dolanmayacağına emin olduğumdan onlara alan tanıdım. Aren'in plandan, en azından planın belli kısımlarından haberi var gibiydi. Onu da köşeye sıkıştırmadım ve hepsinin, bildiklerini ve öğrendiklerini benimle paylaşacakları günün gelmesini sabırla beklemeye koyuldum.
Saraya girdiğimizde, biz daha üst kata çıkamadan saray görevlisi Lara büyük salonu işaret etti. "Haber vermemize gerek olmadığı ve sizin saraya girmenizi bekleyebileceği konusunda ısrarcı oldular. O yüzden haber edemedik."
Aren beni yalnız bıraktı ve sarayın içinde gözden kayboldu. Merakla salona girdim ve lambaderin loş ışığının aydınlattığı koltukta oturan Lena'yı gördüm.
"Lena hoş geldin."
"Hoş bulduk kızım," dedi Lena. Oturduğu yerde doğruldu. "Umarım rahatsız etmiyorumdur ama merak ettim sizleri ve ziyaretinize gelmek istedim."
"Niye rahatsızlık veresin?" diye sordum. "Gel, odama geçelim. Daha rahat ederiz."
Odaya geçene kadar hiç konuşmadık. Aren de sanki Lena'nın geldiğini hissetmiş gibi çekip gitmişti yanımdan. Odaya girdiğimizde Lena'yı balkona yönlendirdim. Yuvarlak ahşap masada karşılıklı oturduk.
"Geleceğini haber etseydin keşke," dedim. "Boşuna salonda beklemezdin. Biz de hiç ses seda duymadık. Duysaydık birimiz kontrole gelirdik en azından."
"Aman kızım, ne olacak sanki? Çok beklemedim zaten. Konuşacak şeyleriniz, halledecek işleriniz vardır diye ses etmek istemedim." Birden elime uzandı. "Ah, kızım! İnsan biraz dikkatli olur. Gördüğün her şeye öyle atlamak olmaz ki! Tehlike arz ediyor mu? Bölgenin şifacısı ne dedi?"
"Önemli bir şey olmadığını söyledi. Gördüğün gibi iz silinmeye ve soluklaşmaya başladı. Dert etme yani."
Acele etmeden çekti elini. Kaşları istemsiz çatılmıştı. Bir kararsızlık deryasına kapıldı. Neden sonra, "Demitre nasıldı?" diye sorma cesareti gösterdi.
"Onun nasıl olduğunu söylemek sanıyorum ki benim haddime değil," dedim samimiyetle. "Onu tanımıyorum ki. Nasıl olduğunu nasıl anlayabilirim? Lakin o durumdaki bir insan en fazla ne kadar iyi olabilir ki Lena?"
"Doğru diyorsun kızım. Cesaret edip, yüreğime söz geçirip yanına gidemedim uzun zamandır. Göreceklerimden korktum, hissedeceklerimden korktum. İnsan değil miyiz işte? Benciliz. Kendimi düşündüm de onu düşünmeye fırsat bulamadım."
Verecek cevabım yoktu. "Çok mu yakındınız?"
"Hâlâ öyleyiz," dedi. "Bazı insanların yeri dolmaz. Araya ne kadar zaman girerse girsin, ne kadar soğukluk yaşanırsa yaşansın, ne kadar yanlış yapılırsa yapılsın bazı insanların yeri dolmaz. Umuyorum ki, dostum da böyle düşünüyordur."
Bir es verdi. "Demitre, Henna, Alisa'nın annesi Belen, ben," dedi, "ve biricik kardeşim Adin pek bir yakındık." Bir es daha verdi. "Onu duyduğunu biliyorum. Hikâyeyi de duydun mu?"
"Duymadım," dedim ama sesimi zor duymuştu. "Gördüm, rüyama girdi."
"Ah, şu insanlar! Kesin düşmanın işi bu. Seni benden uzaklaştırmak istemiştir."
Titrek bir nefes verdi. "On yılı aşkın süre geçti. Sıradan hayatımıza devam ettiğimiz ama havadaki zehri çoktan solumaya başladığımız zamanlardı. Belen çoktan aramızdan ayrılmıştı. Henna görme yetisini kaybetmiş, bedeni lanetlenmişti. Demitre desen bedeni nice zamandır ormana bağlıydı. Yalnızca kardeşimle ben kalmıştık. Diğerleri bu detayı fark ediyor mu bilmiyorum ama yüreğim biliyor ya, ben tüm bu belaların düşmanın başından çıktığını düşünüyorum. Her neyse..."
"Sıra kardeşime gelmişti. Adin birden, yoktan yere ortadan kayboldu. Başta bize haber vermeden Alsondro'ya gittiğini düşünmüştük ama hiçbir yerde yoktu. Günler geçiyordu, lakin Adin hâlâ yoktu. Yanlış bir karar aldım ve bir büyü yaptım; bana kardeşimin yerini gösterecek bir büyü. Bedeni Saklı Orman'da bir ağaca bağlıydı. Korktum ve yeni bir yanlış karar aldım. Yanıma beni korumaya yetecek bir hançer ve bir iki tane de büyü tozu alıp bir başıma oraya gittim. Kaç gündür o hâldeydi kim bilir? Sonra ortaya bir yaratık çıkıverdi. Hemen Adin'in arkasındaydı, ona doğru yaklaşıyordu. Gözümün önünde Adin'in üzerine doğru uçtu. Yemin ederim. Ben de kardeşimi kurtarmak için hançerimi yaratığa doğru fırlattım. Lakin yaratık birden yok oldu. Fırlattığım hançer doğrudan Adin'in..."
"Kimse inanmadı. Yalvar yakar onları bölgenin şifacısına götürüp ormanda yaşananları benim açımdan gösterecek bir büyü yapmaya ikna ettim. Dediğim gibiydi. Orada bir yaratık vardı işte. Bana ancak bunu gördüklerinde inandılar. Sonra insanlar yaptığım büyünün o yaratığı görmeme sebep olduğunu düşünmeye başladı. Yönetimden adım silindi, büyü yapmam yasaklandı. Bunlar sorun bile değil. Lakin adımın önüne hiç yakışmayan ve hiç silinmeyecek olan bir kelime yapışıverdi."
Hava ağırlaşmış, boğucu bir duman göğe yükselivermişti. Derinleşen göğde gri dumanlar silikçe belirginleşen ayın önünü kapıyordu. Bahçedeki ağaçların dallarına konmuş kartallar sessizdi ama ötelerden birkaç yırtıcı kuşun sesi duyuluyordu. Uzaktaki ormanların gittikçe kararan ve derinleşen bölgelerinde kurtlar uluyordu.
"Kimse fark etmedi mi? Yönetimdeki kadınların başına gelen bu olayları kimse fark edip kuşkulanmadı mı?"
"Fark edilse bile ne çare? Ortada suçlanacak biri mi vardı sanki? Bu olaylar insanları, yalnızca, büyüden korkar hâle dönüştürdü. Onun dışında her şey aynı kaldı. Birilerinin aklına suçlayacak kişilerin isimleri geldiyse bile kimseden ses çıkmadı. Henüz ortaya çıkıp yaşananlara isyan etme cüretini kimse gösteremedi. Belki onun da vakti vardır. Kim bilir, belki doğan günle birlikte bir gün üzerimize ses çıkarma yiğitliği de doğar."
"Senin aklında biri var mı Lena?" diye sordum. Sordum sormasına ama korkarak sordum.
"Dürüst olacağım kızım," dedi. Sesi sakindi, acelesizdi. "Öyle bir çukura batmıştım ki durup buna kim sebep oluyor diye düşünmek aklıma gelmemişti bile. Kendi canımın derdine düşmüştüm. Kendi adımı temizleme derdine düşmüştüm. Kendimi açıklama çabasına girmiştim. Gözüm başka bir şeyi görmüyor, beynim başka bir şeyi düşünmüyor, kulaklarım insanların hakaretlerinden başka bir şeyi duymuyordu. Şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki, uyuşmuşum. Tüm sevdiklerimin başına gelenler beni baştan aşağı uyuşturmuş; beni yitik bir amacın peşinden sürüklenen bir ölüye çevirmiş."
"Tüm bunlar," diye devam etti. "Tüm bunlar yeni hedefin Alisa olduğunu gösteriyor. İlk günkü endişem, korkum bu yüzdendi. Şimdi anlıyorum ki, Alisa bir şeyleri bizden önce görmüş. Düşman ondan kurtuldu. Düşman da biliyordu ki, hakikate ulaşmış biriyle savaşmak çetin bir durum olacaktır. O yüzden bileni ortadan kaldırdı. O da biliyordu ki, bilmeyen, bihaber kimseyi tuzak ağına çekmek daha kolay olacaktır."
"Düşmanın öncelikli hedefi sensin, ki böylece Alisa bir daha buraya dönemesin. Onun orada başına ne geleceği düşmanın umurunda değil. Alisa artık düşmanın alt etmek için çabaladığı bir isim değil. Lakin sen öylesin. Fakat düşman da biliyor ya, yabancısı olduğun bir yerde vereceğin mücadele kısıtlı olacaktır."
Yeniden konuştuğunda, "Benim Alisa'dan umudum kesildi," dedi. Zar zor konuşmuştu. "Sanıyorum ki, kızım bir daha ait olduğu bu yere, evine dönemeyecek. Fakat senin için hâlâ umut var. Sen de artık attığın adımlara daha bir dikkat et, kısıtlı mücadeleni ver ve nihayetinde evine dön."
"Alisa için neden öyle düşünüyorsun?"
"Düşman risk almıyor, sağlam bir plan yapmış," dedi. "Alisa'yı o evrene sağ salim gönderdiğine dair bir inancım kalmadı. Diyorum ya, artık anlıyorum. Alisa'yı bedeninde bir yarayla o diyara yolladı. Alisa'nın çoktan öldüğüne dair yaralı, oluk oluk kan akan bir inanç var içimde."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |