Bu akşama, hiç olmadı geceye Katrin'e dönmüş olurduk ama yine de risk almak istemediğim için çantaya Valmir'in ve şifacının hazırladığı içecekleri de koydum. İki ayrı kolye parçası çoktan çantadaki yerini almıştı. Biri Timun Bey'in hazırlattığı kolyeydi; diğeri ise Demitre'nin boynuna takılmış büyülü kolyeydi. Demitre'nin kolyesini de okutmak istiyordum. Diğerleri bunun faydasız olacağını söylemiş olsa da umuda tutunmak istiyordum. Lakin Demitre'nin kolyesinden de önce Timun Bey'in hazırlattığı kolyenin fayda sağlamasını umuyordum. Onu, odamda parçalanmış bulmamız tesadüf değildi. Hele ki Efendi Ruh'tan aldığımız nottan sonra bunun yaşanması hiç tesadüf değildi. Kolyenin aslını okutabilseydik daha yarar sağlayacak bilgilere ulaşırdık. Fakat aile yadigârı kolye âdeta bilinmezliğe sürüklenmişti. O günden beri maskeli adam da görünmüyordu. Demek ki amacı kolyeyi almaktı. Fakat neden? O kolyede bazı sırlar yatıyordu ama nerede bulacağımız meçhuldü. O yüzden önümüze bakmalı ve geride kalanlarla iletişimi kesmeliydik.
Birkaç büyü tozu da çantadaki yerini aldığında çantayı omzuma takıp Atlas'ın yanına gitmek için odadan çıktım. Yamin kendi bölgesinde bizim gelmemizi bekliyordu. Diğer kardeşler bize eşlik etmeyecekti. Bu iyiydi. Şu saatten sonra rol yapmak istemiyordum. Yamin henüz burada yaşananlardan haberdar değildi. Aynı şekilde Valmir de öyle. Ondan hâlâ bir haber yoktu. Atlas haber beklemeyi kesmem gerektiğini; Valmir'in, Antropedos'a varmadığı müddetçe haber yollamayacağını söylemişti. Onun sözlerine ne kadar güveniyor olsam da aklım hâlâ bilgede idi. Ruhlar, umarım, o üç bilgeye karşı kibar davranırdı.
Çalışma odasına girdim, geçit hazırdı. Atlas, "Kolyenin parçasını aldın değil mi?" diye sordu.
"Parçalardan biri daha az zarar görmüş olabilir diye kolyenin tüm parçalarını aldım," dedim. "Umarım Jar Taşı'nın bir kotası yoktur."
"Hayır, yok ama aklındaki o ihtimalin gerçekleşmesi çok düşük. Oraya kadar o kadar yükü boşuna taşımış olacaksın."
"Sorun değil."
Tutunduğum dalı kırmak yerine anlayış gösterdi ve sustu. Geçitten önce ben geçtim, sonra da o geçti. Alsondro sahiplerinin sarayına gelmiştik doğruca. Aslında bu yasaktı ama dört kardeş bu konuda bize tolerans göstermişti. Herkes biliyordu ki, kurtarılması gereken geniş bir toprak vardı. Bizim bunu yapabiliyor olmamıza rağmen Perla'nın ceza alacak olması beni rahatsız ediyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu. Kardeşlerin ceza konusunda kibar davranmasını umuyordum.
Yeniden o kutu gibi olan odaya gelmiştim. Odanın bağlandığı geniş odaya geçtiğimde Yamin'i bizi bekler hâlde buldum. Bir baş selamıyla yetindik.
"Hemen çıkıyor muyuz yola?" diye sordu.
"Eğer bir engel yoksa evet, hemen çıkalım," dedi Atlas. "Yanımızda Alisa varken gece oralarda bulunmamız tehlikeye mahal verir."
"Perla'nın aldığı ceza hakkında konuşmak istiyordum sizlerle."
"Karar verdiniz mi?" diye sordum.
"Kardeşlerimi biraz zorlamam gerekti. Bölgenin durumunu bahane ederek hafif bir ceza almasını sağladım," dedi Yamin. "Perla'nın bir ay boyunca Alsondro topraklarına girmesi yasaklandı. Lakin neredeyse iki haftalık süresini doldurdu bile. Cezanın, sizin beraberce Katrin'e yol aldığınız günden itibaren başlamasına karar verdik."
"Teşekkürler Yamin," dedim. Bu iyi haberdi. Dediği gibi sürenin yarısı neredeyse dolmuştu, zira bizim, tüm mirasçılarla birlikte, Katrin'e doğru yola çıkmamızın üzerinden on bir gün geçmişti. Önümüzdeki iki hafta boyunca Perla'nın buraya gelmesini gerektirecek bir sorun ortaya çıkmazsa aldığı ceza hiçbir sorun teşkil etmemiş olacaktı.
Sarayın bahçesine çıktık, Yamin'in özenle hazırladığı geçitten geçip bir dağın ormanla kesiştiği bir noktaya vardık. İlk kez Alsondro topraklarını gezmiş sayılacaktım, heyecanlıydım. Bizimle geçitten geçen atlara baktım. Bunu sık sık yapıyorduk.
"Atlar geçitten geçerken zarar görmüyor mu?"
Atına atlayan Yamin, "Hayır, saldırı olamadığı müddetçe geçitler zararsızdır," dedi.
Bindiğimiz atlarımızla Yamin'in peşine takıldık. Dağın zirvesine kadar çıkmayacaktık çünkü Jar Taşı orada değildi. Atlas birkaç saatlik yolun ardından Jar Taşı'nın yanına varacağımızı söylemişti. Ormanı geride bırakıp dağın yamacına doğru atlarımızı sürdük. Yol engebeli gözükmüyordu. Yerlerde, atların hareket etmesini zorlaştıracak büyüklükte taşlar da yoktu. Kolay bir yolculuk olacak gibi duruyordu.
Alsondro, onu terk ettiğimiz güne kıyasla güneşliydi. O günkü dumanlar ve kasvet gökyüzünden arınıp gitmişti. Topçuk hâline gelen bulutlar gökte kibar kibar süzülüyor, arada bir güneşi aralarına alıyordu. Rüzgâr neredeyse esmiyordu. Sadece arada sırada hafif hafif bedenlerimizi okşayıp yok oluyordu.
Atlas'ın dediği gibi birkaç saatin ardından, dağın genişçe açıldığı bir alanda, beklediğimden daha büyük boyutta oval, buz mavisi Jar Taşı'nı gördüm. Hemen yanında daha küçük, dikdörtgen gri bir taş daha bulunuyordu. Oraya vardığımızda atlarımızdan indik.
"Bu nedir?" diyerek gri taşı gösterdim.
"Jar Taşı'nın bir diğer parçası," dedi Atlas. "Jar Taşı'na okuttuğumuz nesnenin içeriği burada yazılı olacak."
Çantamın içinden önce Timun Bey'in hazırlattığı kolyenin parçalarını çıkardım. Toplam dört parçaya ayrılmıştı. Parçalardan en sağlam görüneni Yamin'e uzattım. Yamin dikkatlice elindeki kolye parçasını kristali andıran taşın içine koydu. Taramanın tamamlanması biraz uzun sürdü. Nihayetinde yandaki gri taşın üzerinde birkaç yazı belirdi.
Küçük taşın yanına yaklaşan Yamin, yazanlara hızlıca bir göz gezdirdi. "Birkaç basit bilgi."
Yine de umudumu yitirmedim ve kolyenin geri kalan üç parçasını da okuttum. Fakat sonuç değişmiyordu. Kolyenin yapımıyla ve içinde barınan birkaç değerli taş parçasıyla ilgili bilgiler çıkıyordu. Bunlar da bizim işimize yaramazdı. Yedek kolyede büyüye dair bir iz görünmüyordu. Son olarak Demitre'nin kolyesini de okuttum. Hiç umudum yoktu ama çıkan sonuçlar hepimizi şaşırttı. Kolyede bir büyünün kalıntılarına rastlanıldı.
"Bu habere sevinir misiniz bilemem," dedi Yamin. "Kolyede, Lebir Büyüsü'nden izler var."
Atlas duyduklarına şaşırmadı. Yamin benim için, "Bu, yalnızca üst kademede bulunan, yönetim konusunda söz hakkına sahip insanların yapabileceği bir büyü," diye açıklama yaptı.
Zaten biliyor olduğumuz bir durum resmen kanıtlanmış oldu. "Kimin yaptığına ulaşamıyoruz değil mi?"
"Maalesef," dedi Yamin. "Taş, nesnelerin kimler tarafından büyülendiğini söylemiyor."
Kolyeyi bana uzattı. "Yöneticilerin bu duruma dâhil olması iyiye işaret değil. Fakat siz pek de şaşırmış durmuyorsunuz."
"Az çok tahmin ettiğimiz bir durumdu," dedi Atlas. "Eminim bu seçenek bir ara senin de aklına gelmiştir."
"Dönecek miyiz şimdi?"
Atlas atının yanına doğru geçti. "Almamız gereken cevabı aldık ve burada işimiz bitti."
Karşı koymadım. Bindiğim atımı yavaş yavaş geri dönüş yoluna doğru sürdüm. Geldiğimiz yolu geri dönerken hava ılımandı ama gökyüzünü benzersiz bir kızıllık kaplamıştı. Bulut neredeyse yok denecek kadar azdı; sanki hepsi, bu kızıllığın yayılması ve genişlemesine müsaade etmiş ve göğü terk etmiş gibiydi. Manzara her ne kadar güzel olsa da Alsondro'yu ilk kez böyle gördüğüm için yolunda olmayan bazı şeyler varmış gibi hissettim. Göğün bu hâli beni rahatsız etti. Hâlâ uçuşup duran kuşlar bir sorun olmadığını fısıldıyordu.
Dağın eteğine doğru iyice yaklaştığımız ve ormanın girişini çıplak gözümüzle görmeye başladığımız vakitlerde sağda solda koşturan hayvanlar gözüme çarptı. Bir sorun yok gibiydi; her şey olağan akışında ilerliyordu. Dağ gerimizde kaldığında, Yamin müsait olduğunu düşündüğü bir alana mavi geçidi oluşturdu. İndiğim atımı çekiştirerek geçide girdim. Atları saray çalışanlarına teslim ettik. Sarayda rahatsız edilmeyeceğimiz, sessiz, tekin bir salona geçtik.
"Bu kolye nereden çıktı?"
Yamin'in henüz iki gün önce yaşananlardan haberi yoktu. Zihnindeki karmaşanın yarattığı yorgunluğu dindirmek isteyen Atlas bir koltuğa attı kendini. "İki gün önce, Timun Bey'in sözüne ettiği tünele gidip Alisa'ya ait bir şey bulabilir miyiz diye bakındık."
"Kim kim?"
"Yalnızca Alisa ve Perla'yı aldım yanıma."
"Timun Bey'i planın dışında mı tuttunuz?"
"Evet," dedi Atlas. "Bu saatten sonra da böyle yapmaya devam edeceğiz."
"Tünele gideceğimiz vakit kendisini de çağırmamızı istemişti," dedim. "Onu bu olaydan nasıl uzak tutacağız?"
"Gerekirse işlerimiz olduğundan tünele birkaç muhafızı yolladığımızı ve bu yüzden de kendisini çağırmadığımızı söyleriz," dedi Atlas. "Bizim de gitmediğimizi öğrenirse olayı deşmez diye düşünüyorum."
"Yalanınız ortaya çıkarsa size yardım etmeyi kesecektir," dedi Yamin. "Onu da planlarınıza dâhil etmeye başlasanız daha iyi olmaz mı? Görüldüğü üzere işe yarar bilgiler veriyor ve kendince yardımcı olmaya çalışıyor."
"Bilemiyorum Yamin," dedi Atlas kararsızca. "Tüneldeki belli başlı kanatlara bakınmaya başlamıştık. Bir noktada Perla ve Alisa'yı, Demitre'nin yanına tek başlarına yolladım çünkü tünelde küçük sarsıntılar hissetmeye başlamıştık. Hızlı hareket etmeliydik."
Atlas hikâyenin devamını benim anlatmamı istediğinden susup bana baktı. "Demitre'nin yanına vardığımızda onun görüntüsü dışında her şey normal gözüküyordu; en azından konuşabiliyordu. Bizi en son küçükken gördüğünden bahsetti ama sanırım Perla bu kısmı duymadı ve Alisa'nın bir zamanlar onun yanına gelip gelmediğini sordu."
"Alisa tünelde kendi oluşturduğu bir alanda tek başına mı takılıyormuş yani?" diye sordu Yamin. "Büyülerle alakalı birkaç bir şey öğrenebilmek adına Demitre'nin yanına gitmiş olduğunu düşünmüştüm."
"Açıkçası biz de öyle düşünüyorduk," dedim, "ama Demitre, Perla'nın sorusunu duyunca birden konuşamamaya başladı. Bu tarz olaylara alışkın olmadığımdan önce ne olduğunu anlayamadım. Perla'yı da bir şaşkınlık dalgası aldı götürdü, o da uzunca bir müddet tepki veremedi. Demitre zar zor kolye diyebildiğinde anca anlayabildim ne olduğunu. Anlık dalgınlıkla elimle kolyeyi koparmaya çalıştım. Neyse ki Perla o esnada kendine geldi ve bıçağıyla kolyenin Demitre'yle olan bağını kopardı. Kolye koptuktan sonra tünelde inanılmaz bir sarsıntı yaşandı. Perla o karmaşada akıl edip yerdeki kolyeyi de alıp bizi tünelin sonuna götürdü."
"Büyüyle lanetlenmiş kolyeye çıplak elinle mi dokundun?"
"Anlık bir yanma hissi yaşadım ama şimdilik bir sorun yok," dedim. "Bölgenin şifacısına da gösterdik. Endişelenecek bir durum olsaydı o bizi uyarırdı."
Konuyu uzatmadı ama tatmin olmuş durmuyordu. "Kolye koptuktan sonra Demitre size bir şey söylemedi mi?"
"Yalnızca tünelden çıkıp gitmemiz konusunda uyardı bizi. Onun dışında hiçbir şey söylemedi," dedim. "O, bunların arkasında kimin olduğunu biliyor gibi."
"Bunların arkasında kimin olduğunu değil kendisine kimin büyüyü yaptığını biliyor," dedi Atlas. "Bu ikisi aynı kişi olmayabilir ama büyüyü yapan kişinin bu işin içinde olduğu belli."
Bir sürenin ardından sonra, "Demitre'nin yanına yeniden gitmelisiniz," dedi Yamin. "O gün zarar görmemiştir zira Demitre hasar alsaydı bu, tüm diyarca duyulurdu. Yine de her şey yolunda mı diye bir kontrol etmelisiniz. Büyüyü yapan kişi siz gittikten sonra kesinkes tünele uğramıştır." Bir noktaya dalıp gitti. "Sizin tünele gideceğinizi biliyor olduğuna göre aramızda gerçekten de bir hain olmalı."
Atlas, Demitre'yi yeniden ziyaret etme konusuna bir şey demedi; kafasında bir şeyleri tartıyor gibiydi. Birkaç gündür, onu hiç görmediğim kadar, düşünceliydi. "Tünele gideceğimizi bilen kişiler Aren, Pamir ve Perla'dan başkası değildi. Bizimle birlikte tünele Perla da geldiğine göre ya o hain değil ya da kendisine güvenmemiz ve ondan şüphelenmememiz için her yolu deniyor. Yola çıkmadan önce sana, Valmir'in içeceğinden içmeni hatırlatmış olması bile bir planın parçası olabilir."
"Aren ve Pamir hakkında şimdilik bir şey diyemeyeceğim," dedi Atlas. "Öte yandan tüneldeki saldırıya sebep olan kişi aramızdaki hain değil de Timun Bey de olabilir."
Yamin ne Perla'nın hain olma ihtimaline ne de Timun Bey'in işbirlikçilerden biri olma ihtimaline bir söz söyledi. Nitekim benim de söyleyebileceğim bir şey yoktu. Aramızdaki muhbirin Perla olma olasılığını zihnimde silip atmak istiyordum. Bu seçenek, belli bir samimiyet çizgisini yakaladığım diğer herkesin muhbir veya düşman olma ihtimali gibi kalbimi çıkmaz bir sokağa itiyordu. Timun Bey ise hâlâ şüpheliler listesinde olmakla beraber net bir yargıya varamayacağım bir noktada duruyordu. İçimdeki tohumlar, Pamir'in şüphelerini duyduktan sonra yeşerecekti.
Yamin, "Tünele gittiğiniz günden sonra Efendi Ruh'tan bir haber aldınız mı?" diye sordu.
"Hayır," dedim. "Eğer amacı Demitre'yi korumak ise bizimle düzgünce iletişime geçmeli ve ilerlediğimiz yolda bize yardımcı olmalı. Öte yandan kolyeyi gözümüze sokmasının nedeni, Demitre'nin kolyesini gördüğümüzde onu parçalayacağımızı tahmin etmiş olması olabilir ve bunu yapmasındaki asıl neden, Demitre'nin kurtulmasından ziyade onun yeni bir cezaya çarptırılmasını istiyor olması da olabilir."
"Efendi Ruh, Demitre'nin yeni bir ceza almasını neden istesin ki?" diye sordu Yamin. Belli ki bu, hiç düşünmediği bir seçenekti.
"Onun bir zamanlar Demitre'nin korumacılığını yaptığı söyleniyor. O zamanlar aralarında bir sorun çıktıysa ve Demitre'ye karşı kinlendiyse ondan intikam almak istiyor olamaz mı?" diye sordum. "Belki de düşmanın teklifini bu yüzden kabul etti; Demitre'yi yok edebilmek için."
"Demitre ile Efendi Ruh'un yollarının nasıl ayrıldığı bilinmiyor zannımca," diye devam ettim. "Neden onların yollarını ayıran şeyin Demitre'nin aldığı o ceza olduğunu düşünüyoruz ki? Onların yolları, bu ceza daha ortada yokken, aralarında çıkan bir anlaşmazlık sonuca da ayrılmış olabilir."
"Bunu hiç düşünmemiştim," dedi Yamin. Kafası karışmıştı. "Doğru, Demitre ile Efendi Ruh'un yollarının nasıl ayrıldığını bilmiyoruz; tabii yolları bir zamanlar kesiştiyse. Her şey yalnızca söylentilerden ibaret. Kesin bir yargıya varmak çok zor."
Atlas sükûnetini devam ettirdi. "Efendi Ruh'la iletişime geçmenin hiç mi yolu yok?" diye sordum. Atlas olmadığını söylemişti ama belki Yamin, tehlikeli de olsa bir yol biliyordur.
"Maalesef yok," dedi Yamin. "Yalnızca o isterse insanlarla iletişime geçebilir. Bizim onunla iletişime geçme imkânımız yok."
Konuştuklarımızın bir noktaya varamayacağını anladığımızda Atlas ile beraber Katrin'e döndük. Katrin'de bizi güzel haberler bekliyordu. Saatler öncesinde Valmir buraya bir not yollamış ve yolculuklarının sakinlik içinde devam ettiğini bizlere bildirmişti. Bu içimize su serpmişti. Kısa bir nottu ancak bizi birkaç günlük stresten kurtaracaktı.
"Siz yokken büyülü ok üretimine başladım," dedi Perla. "Şimdiden yedeklemeye başlamamız ve kenarda biriktirmemiz lazım."
Valmir'in sözüne ettiği savaş gerçeğini, Perla'nın sözleri yardımıyla yeniden hatırladık. Şen şakrak ortamamız yoktu ama havada süzülen birkaç huzur taneciği de açılan konu yüzünden kayıp gitti. Savaş gerçeğinin ağırlığı bedenlerimize iğneler batırdı.
"Bırakın şimdi bunları," dedi Pamir. Bitik bir hâli vardı. Gün geçtikçe bedeninde yeni bir yorgunluk izi açığa çıkıyordu. "Benim birkaç şüphem var ve sanırım onları sizinle paylaşmam gerekiyor."
Perla'ya baktım, o da şaşırmış duruyordu. Demek ki Pamir ile konuşması isteği gibi geçmemişti ama Pamir, Perla'dan habersiz, şüphelerini bizimle paylaşma kararı almıştı.
Pamir, aklındakileri nasıl söyleyeceğini düşünüp durdu. Biz de sabırla onun konuşmasını bekledik. En nihayetinde, "Yöneticilerden birkaçı son günlerde, aslında epeyce uzun zamandır, dikkatimi çekiyor," dedi. Sonra bir tepki vermemizi bekledi. Belki de aklındaki kişileri çıkıp bir başkasının söylemesini bekledi ama hepimiz, yalnızca, onun sözlerine devam etmesini bekledik.
"Babam son zamanlarda sık sık Baba Ran ile görüşüyor ve bununla birlikte birkaç bölüm yöneticisiyle de bizden bağımsız görüşmeler düzenliyor," dedi. "Bu gizli görüşmeler, özellikle, Alisa'nın hükümdar olduğu zamandan sonra epey arttı. Görüştüğü kişilerin arasında bir de Kunter bulunuyor."
Bir şey daha söyleyecek gibiydi ama o sözler, ağzından hiçbir zaman çıkmadı. Ortamdaki hava bir hortum tarafından hızla çekildi ve hepimizi nefessiz bıraktı. Bir müddet kimse tepki vermedi.
"Atlas da o gün tünelde Kunter'i gördüğünü söylüyor," dedi Aren ve o rahatsız edici sessizliği bozdu. "Yargıya varmak için yeterli delile sahibiz sanırım."
Yeniden Perla ile göz göze geldik. Kunter olayını o da daha yeni öğreniyordu. Demek dün, Atlas'ın olayları anlatırken atladığı kısım buydu. Tuhaf kaçan ve ona hiç yakışmayan sessizliğinin nedeninin de bu olduğunu anlamıştım.
"Bunlar yeterli kanıt değil," dedi Perla. "Görüşmelerin sıklığının Alisa hükümdar olduktan sonra arttığını söylüyor Pamir. Belki de Alisa'nın hükümdarlığını düşürmek istiyorlardır. Onun hizmetinden memnun olmadıkları, onu başta istemedikleri için Baba Ran ile bir görüşme düzenliyorlardır. Tanrı'yı işin içine katarak istedikleri kararın uygulanmasını bekliyor olabilirler."
Kurduğu, sıra sıra dizdiği cümlelere kendisi de inanmıyordu ama yine de sıralamaya devam ediyordu. Aren, "Perla, kendini kandırmaya çalışma," dedi. Duydukları onu da rahatsız etmişti elbette ama onun kabullenmekten başka seçeneği yoktu. "Size saldırı düzenlendiğinde o tünelde ne işi vardı peki?"
"Hadi diyelim hepsi birer kötü tesadüf," diye devam etti Aren. "O hâlde doğrudan yanımıza gelip bize durumu anlatmalıydı ama iki gün boyunca Kunter, tünele gittiğine ve tünelde bir sarsıntının yaşandığına dair hiçbir şey söylemedi bize."
"Belki tünelde bizi görmüştür ve onu suçlarız diye endişelenip tünele gittiğini bize söyleyememiştir," dedi Perla. Israrcıydı, duyduklarına inanmak istemiyordu; kabullenmek zorunda kalmak istemiyordu.
Atlas sessizliğini bozdu. "Perla," dedi. "Neyin ne olduğu yeterince belli değil mi?"
"Değil!" dedi Perla. "Onu suçlamaya dünden razı gibi davranıyorsunuz. Arka planda daha farklı şeyler yaşanıyor olabilir. Hani ihtimaller çok fazlaydı? Şimdi neden bu ihtimalin varlığını reddediyorsunuz?"
Atlas, Perla'ya geri dönüş yapmadı. Pamir, devamı olan sözlerini tamamlamak adına hiçbir şey yapmadı. Perla, "Hemen yargıya varmayalım lütfen," dedi. "Daha yakından incelemeye alın Kunter'i ve sonrasında yeniden tartışalım bunu."
"Neden sevgilinle birlikte hareket edip onun gördüğü şeyleri görmeyi denemiyorsun Perla?"
Perla, Aren'e kırgınca baktı. "Bir süre daha gözetleyelim Kunter'i," dedim. "Atlas neden Baba Ran'ın yanına gidip onunla konuşmuyorsun? Yöneticiler beni devirmeye çalışıyorsa, Baba Ran bunu sana bildirmez miydi?"
"Baba Ran'ın önce Alisa'nın hükümdar olmasına onay verip sonrasında yöneticilerle Alisa'nın hükümdarlığını düşürmek için plan yapması benim aklıma hiç yatmıyor," dedi Pamir. "Arada dolduramadığımız bazı boşluklar var gibi."
"Baba Ran da işin içerisinde," dedi Atlas ve kendini yiyip bitiren şüphelerini bizimle paylaştı. "Dolduramadığın boşluk bu."
"İşin içinde Baba Ran varsa Kunter yoktur," dedi Perla hızla. "Onun, Baba Ran'ın varlığından ne kadar rahatsız olduğunu bilmiyor musunuz? Kunter asla onunla işbirliği yapmaz."
"Perla bahçeye çıkıp biraz hava almaya ne dersin?" diye sordu Pamir. Pamir'in bunu teklif etmesi iyi oldu zira o teklifi etmeseydi ben edecektim. Perla yerinden kalkıp salondan çıktı. Pamir yaşadığı ikilemin ardından bir şey demeden yerinden kalktı ve Perla'nın peşinden gitti.
"Kunter'den gerçekten şüpheleniyor musunuz?" diye sordum.
"Neden yalan söyleyelim Alisa?" dedi Aren. "Gördüklerimiz bize onun şüpheli olduğunu söylüyor."
"Demitre'nin kolyesinden, kolyenin yalnızca yöneticiler tarafından yapılabilen bir büyüyle lanetlendiği ortaya çıktı," dedim. "Lakin Timun Bey'in verdiği kolyeden bir şey çıkmadı."
Aren önce Atlas'a baktı ama Atlas konuştuklarımızı hiç umursamıyordu.
"Kolyenin büyüsü bozulmuş olmasına rağmen Jar Taşı'nın kolyeyi okuyabilmesi bir mucize," dedi Aren. "Demek ki kolyede hâlâ bir takım lanet söz konusu. Bunu bölgenin şifacısına da bildirelim ve eline yeniden baksın. Lanet senin de bedenine işliyor olabilir."
"Bu mümkün mü? Sonuçta bu büyü Demitre için özel olarak yapılmış."
"Mümkün," dedi Aren. "Sadece, lanet daha yavaş işler bedenine. Zaten bedenin yeterince hasar gördü. Bu lanetin vücuduna yayılması seni bitap düşürür."
"O hâlde bir ara şifacının yanına yeniden uğrarım."
"Bir ara değil," diye söze girdi Atlas. "Şimdi uğraman gerekir. Aren, Alisa'ya sen eşlik eder misin? Benim sarayda kalıp yarım kalan işlerle ilgilenmem lazım."
Aren 'hadi' dercesine bana baktı. Salondan çıkmadan önce Atlas'a son kez baktım. Sonrasında Aren ile birlikte benim odamda şifacıya giden bir geçit oluşturduk. Gece vakti buraya gelmek iyi bir fikir değildi kesinlikle. Tanıdık evin kapısını çalmadan önce, "Kolyeyi de getirsek miydi?" diye sordum. Ben kapıyı çalmadan, kapı yaşlı kadın tarafından usulca açıldı.
"Tahminimden daha erken geldiniz," dedi şifacı. Evinin içine doğru geçti ve arkasından onu izledim. "Yoksa bilmediğim bir sorun mu çıktı?"
Peşimizden gelen Aren, eve girince kapıyı kapattı.
"Demitre'nin kolyesinde az da olsa lanet bulunuyormuş," dedim. "Jar Taşı'na okuttuk ve Taş, bize bu bilgiyi verdi."
Duydukları onu memnun etmedi.
"Kısacası Alisa'nın eline yeniden bakmalısın," dedi Aren.
Yaşlı kadın masanın önündeki koltuğu gösterdi. Odanın arkasındaki raflara doğru gitti ve dakikalarca raflarda bir şeyler aradı. Bu esnada şifacının gözünün normalin aksine gri olduğunu gördüm ama bu detay üstünde durmadım. Aren gelip karşıma oturdu. O da şifacıdan hazzetmiyor gibiydi. Yaşlı kadın eline tıkıştırdığı şişelerle yanımıza döndü. Sonra getirdiği sıvılarla bir karışım oluşturdu ve hepsini bir şişeye koydu. Hazır ettiği şişeyi bana uzattı.
"Her gün yalnızca bir yudum."
"Baksana," dedi Aren. "Etrafta bildiğin başka bir aracı var mı?"
"Ah, gençler!" dedi şifacı. Yüzünden memnuniyetsizlik akıyordu. "Savaş kapıya dayandığında, gençlerin yaşlı bir kadınla uğraşması anlaşılabilir bir durum değil doğrusu. Neden savaş hazırlığı yapmıyorsunuz?"
"Madem bizim tarafımızdasın, savaşı kazanmamız için gerekli birkaç bilgiyi bizimle paylaşman gerekir," dedim. "Kurduğun tuhaf cümlelerden yalnızca sen bir sonuç çıkartıyorsun."
"O tuhaf cümleler sayesinde kolyenin ve kartalın peşine düştünüz," dedi şifacı. "Etrafınızda birkaç bilge olmasa sorunu çözmeniz yıllarınızı alacaktı belli ki."
Aren pes edip yerinden kalktı ve beni beklemeden evden çıktı. Şifacıya döndüm. "Demitre'nin yanına uğramalı mıyız?"
"Eğer ölmek istiyorsan güzel bir seçenek olabilir."
Şifacıyla anlaşmanın bir yolu yoktu. Koltuktan kalktım. "Yine de yardımların için sağ ol!"
"Kolyeyi bul ve asıl onu Jar Taşı'na okut."
Hangi kolyeden bahsettiğini pekâlâ anlamıştım. "Kolye bende değil."
"Sana zaten, kolyeyi bul, dedim."
Huysuz tavrını görmezden geldim. "Nerede olabilir? Bir fikrin var mı?"
O da beni ve sorularımı görmezden geldi. Ne kadar beklersem bekleyeyim sorumun yanıtsız kalacağını anladığım an evden dışarı çıktım. Aren geçidin yanında beni bekliyordu. Odama geldiğimizde, "Şifacı aile yadigârı olan kolyeyi bulmamı söyledi," dedim.
"Kolyeyi kimin aldığını bilmiyoruz bile," dedi. "Kolyeyi nerede bulabileceğimizi de söyledi mi bari?"
"Hayır, tabii ki de. Yalnızca kolyeyi bulup Jar Taşı'na okutmamı söyledi. Demitre'nin yanına gitmememiz gerektiğini de söyledi."
"Demitre'nin yanına gitmeyi mi düşünüyordunuz?"
"Yamin teklif etti. Durumu kötü olabilirmiş. Bir bakmamızı söyledi."
"Şifacının sözüne güvenelim," dedi. "Kolyeyi nerede arayacağımızı bulmalıyız. Hiç ipucu vermedi mi?"
"Hayır, şifacının ağzından laf almak çok zor." Sonrasında, "Bugün Perla'nın çok üzerine gittin," dedim. "Biraz daha anlayışlı olabilirdin. Böylesi bir bilgiyi sindirmek vakit alır."
Aren odadaki balkona çıktığında onu takip ettim. Oturduğu sandalyenin karşısında yerimi aldım. "Ayrıca Perla endişelerinde oldukça haklı. Bir süre gözetim altında tutun Kunter'i. Acele karar vermeyin, pişman olabilirsiniz. Sonuçta o, kaç yıllık dostunuz. Birbirinizde açacağınız hasarlar kolay kolay kapanmayacaktır."
"Alisa haklısın," dedi Aren. "Fakat zaman aleyhimize işliyor. Artık karar verme vaktimiz geldi ve geçiyor. Geç kaldığımız zaman aldığımız hasarlar kolay kolay kapanacak mı sanıyorsun?"
"Sonucun kıymetli olduğu kadar süreç de kıymetli," dedim. "Birbiriniz üzerinde o kadar hasar bıraktıktan sonra istediğin sonuca ulaşmak seni mutlu edecek mi sanıyorsun?"
"Konuşurum Perla ile," dedi. "Kafasını dinlediğine göre o da bize hak vermeye başlayacaktır."
Aradan asırlar geçmiş gibi hissettiriyordu yaşananlar. Sanki buraya sıkışalı binlerce yıl olmuştu. Zihnim bulanıyordu. Bazen ne için çabaladığımızı unutuyordum. Yine de yürümeye devam etmeliydim. Sona ulaşamayacaksam bile yürümeye devam etmeliydim. Yüreğimdeki sayfayı çevirdim, uygun bir zamanda o sayfaya geri dönecektim; yazanları anlayacak kadar büyüdüğüm, yeterince olgunlaştığım bir anda dönecektim.
"Kolyeyi nerede aramalıyız?"
Uzun uzadıya düşündü. "Alsondro'da olma ihtimalinden başka bir şey gelmiyor aklıma."
"Alsondro'yu benden daha iyi biliyorsun," dedim. "Biri kolyeyi Alsondro'ya saklamış olsa nereye bakmamızı önerirdin?"
"Alsondro'da, Mirsen bölgesinde gizli saklı çok fazla yer var," dedi nihayet konuştuğunda. "Orada bir yerlere gizlenmiş olabilir ama emin de değilim. Katrina çok büyük bir ülke. Antropedos hariç her yerde olabilir o kolye."
"Ama Antropedos'ta olamaz, öyle mi?"
"Olamaz, Antropedos'a yalnızca oranın halkı girip çıkabiliyor," dedi. "Oranın halkı da kolayca diğer bölgelere, hele ki Alsondro'ya giremez."
"Burada olabilir mi peki?"
"Katrin'de mi? Elbette olabilir ancak neresindedir tahmin edemiyorum."
"Buralarda bize bu konuda yardım edebilecek kimse yok mu?"
"Büyü yardımıyla bulabiliriz ama bu seçeneği bugüne kadar niye tercih etmediğimizi anlıyorsundur," dedi. "Hoş, büyüyü de o eşyanın asıl sahibinin yapması gerekiyor zaten. Her hâlükârda büyü seçeneğini elemek zorunda kalıyoruz. Bunun dışında bir seçeneğe sahipsek bile bundan benim haberim yok."
"Acaba Valmir'e mi sorsak?" diye sordu Aren, çok sonra.
Olabilirdi ama onu çıktığı yolculukta rahatsız etmek istemiyordum. Dönmesini bekleyebilirdik ama ne zaman döneceği meçhuldü. Odanın kapısı tıklatıldı ve hafifçe aralanan kapıdan Pamir girdi. Benim balkonda olduğumu görünce buraya yöneldi. Aren soru soran gözlerle bakıyordu bana. "Pamir," dedim kısaca.
Pamir, Aren'in yanına geçti. Oturmadan önce cebinden bir şey çıkardı ve masanın üzerine koydu.
"Nereden buldun bunu?" diye sordu Aren.
"Bahçede," dedi Pamir. "Perla yanımdan ayrılıp saraya geçtikten sonra ben biraz daha bahçede dolanmaya devam ettim ve yürürken ayağıma bir şey takıldı. Dönüp baktığımda bunu buldum. Kolyenin aslı bu mu bilmiyorum. Belki birileri bizi kandırmaya çalışıyordur."
Pamir'in masaya bıraktığı eşya, Aren ile iki saattir nasıl bulacağımızı konuştuğumuz kolyeden başkası değildi. Timun Bey'in aile yadigârı kolyesi bulunmuştu. Elime alıp dikkatlice inceledim. Evet, bu oydu.
"Kimse bizi kandırmaya çalışmıyor," dedim. "Bunun, kolyenin aslı olduğuna eminim."
"Şifacı mı getirip oraya koydu acaba?" diye sordu Aren. Ona tuhaf tuhaf baktım. İhtimal dahi vermiyordum ama o, "İmkânsız değil," dedi.
Pamir'e döndüm. "Tam da bugün şifacı bu kolyeyi bulmam gerektiğini söylemişti bana."
"Kolye onda olsaydı onun yanına gittiğinizde kolyeyi size vermez miydi?" diye sordu Pamir.
"Bölgenin şifacısından bahsediyoruz," dedi Aren. "Onun bu tarz durumlarda açık açık yardım ettiği pek görülmemiştir."
"Nasıl geldiyse geldi," dedim. "Bu, şu an için önemli değil. Alsondro'ya gidip kolyeyi okuttuğumuzda kolyenin gerçek olup olmadığını anlarız."
"Atlas şu an yolculuk yapmayacaktır," dedi Aren. "Bizden biriyle git. Hatta Perla'yı al yanına."
"Ah, doğru ya!" dedim. "Perla'nın Alsondro'ya girişi yasaklandı. Söylemeyi unutmuşum. Ceza olarak buna karar vermişler. Yalnızca iki hafta sonra cezası sona eriyor. Hem ben tek başıma giderim. Zaten Tarnit Dağı'na yine Yamin ile birlikte gideriz. Siz işlerinizle ilgilenin."
"Basit bir cezayla atlatması iyi oldu," dedi Aren. "Bu durumda bir de ceza alması iyi olmamıştı."
"Yamin kardeşlerini ceza konusunda ikna etmiş," dedim. "Bir yandan onun gerçeği öğrenmesi iyi oldu."
"Evet, öyle oldu sahiden."
Aren yerinden kalktı. "O hâlde size iyi eğlenceler. Ben işlerimin başına dönüyorum."
O gitmeden önce, "Atlas'a bir bakıp ondan sonra işinin başına koyulsan olur mu?" diye sordum. "Hem benim Alsondro'ya gittiğimi söylersin."
"Elbette."
Sessizlik içinde yerinde oturan Pamir'e döndüm. "Sende bir hâller var. Her şey yolunda mı?"
"Aslında," dedi. Yerinde huzursuzca kıpırdadı. "Sana söyleyeceğim bir şey var."
"Aslında sana değil," diyerek kendini düzeltti. "Herkese söylemem gerekiyor ama bunu herkese söyleyemem. Özellikle de Perla'ya asla söyleyemem. Bu konuda bana yardımcı ol."
"Birinden daha şüpheleniyorsun," dedim. Öğle vakitlerinde konuştuğumuzda kendini ele vermişti ama o sıra herkes Perla'ya odaklanmış durumdaydı ve bu yüzden Pamir'in hâlleri kimsenin dikkatini çekmemişti.
Usulca başına salladı. "Perla bunu duyduğunda yıkılır," dedi. "Ona söyleyemem. Diğer şüphelerimi, Kunter hariç, onunla paylaşmıştım ama bunu paylaşmaya cesaret edemiyorum."
"Kim?"
Masanın üzerine koyduğum kolye ile oynamaya başladı. "Emin değilim bu arada," dedi. "Yalnızca diğerleri gibi o da dikkatimi çekti çünkü herkesten gizli görüşmeler düzenlemeleri hiç normal değil. Bunu arada biz de yapıyoruz ama bizim geçerli bir nedenimiz var. Aslında, belki, onlarında geçerli bir nedeni vardır. Bilmek mümkün değil."
"Pamir artık kimden şüphelendiğini açıklayacak mısın?"
"Pardon," dedi. "Bu gizli saklı yapılan görüşmelere Perla'nın babası da katılıyor." Sonra hemen sustu. Bu, çok da şaşırtıcı değildi açıkçası. Nitekim Aldo Bey fazla patavatsız ve göze çarpan bir isimdi. Böyle bir işe bulaşmış olması bana normal geliyordu ama Pamir'in endişesini anlayabiliyordum. Dostunu öylesine savunan biri söz konusu babası olunca kim bilir nasıl bir tepki verirdi?
"Yöneticilerin çoğu bu görüşmelere katılıyor yani?"
Başıyla onayladı beni. "Belki de Perla haklıdır," dedim. "Tek amaçları benim hükümdarlığımı düşürmek istiyor olmaları olabilir. Belki Kunter de beni yetersiz gördüğü için katılmıştır bu görüşmelere."
Sessiz kaldı. O, benim düşündüğüm gibi düşünmüyordu. Demek ki gördükleri masum şeyler değildi.
"Neden benimle Alsondro'ya gelmiyorsun?"
"Ben mi?" diye sordu. "Ne işim olur benim orada?"
Kolyeyi işaret ettim. "Onu okutacağız işte. Hem beni korursun." Son sözlerimde elbette ciddi değildim ama o, beni fazlasıyla ciddiye aldı. "Doğru söylüyorsun. Tek başına gitmen çok tehlikeli."
"O hâlde ben de seninle geleyim," dedi sonunda. "Şimdi mi gideceğiz? Önce Perla'ya haber mi versem?"
Kolyeyi aldım ve ayağa kalktım. "Eminim Aren ona da haber verir Pamir," dedim. "Sen endişe etme."
Oluşturduğum geçide buyur ettim onu. Onun arkasından da ben girdim. Umarım Yamin'in boş vakti vardır. Onunla son gelişmeleri paylaşmalı ve sabahın ilk ışıklarında yola çıkmalıydık. Geldiğimiz odada Pamir'i tek başına bıraktım ve sarayda Yamin'i aramaya koyuldum. Bu kata bakmanın manasız olacağını düşündüğümden doğruca üst kata çıktım. Kısa süren arayışın ardından onu, haftalar önceki gibi balkonda buldum. Lakin bu sefer kâğıtlarla ilgilenmiyor, kararmış göğü seyrediyordu.
"Yamin."
Sesim onu irkitti. "Bir sorun mu var?"
Çevreye bir göz attım. "Aşağıdaki odaya geçelim mi?"
Sakın adımlarla beni takip etmeye başladı. Pamir'i bıraktığım odaya geçene kadar da bu böyle devam etti. Pamir, Yamin'i gördüğünde saygıda kusur etmeyip hafifçe eğildi.
Lafı hiç dolandırmadan, "Haftalar önce maskeli adamın benden aldığı kolyeyi bulduk," dedim. Kolyeyi çıkarıp Yamin'e uzattım. "Doğrusu Pamir buldu. İşin ilginç kısmı kolyeyi sarayımızın bahçesinde bulmuş."
"Daha çok o beni buldu gibi," dedi Pamir. "Onu oraya birisi koymuş gibiydi."
"Kolyeyi size getirdiğine göre bize yardım etmek isteyen biri olmalı," dedi Yamin. "Ama neden kolyeyi açıkça getirip size teslim etmedi ki?"
"Aren bölgenin şifacısı olabileceğini düşünüyor."
Yamin şaşkınlığını gizlemedi. "O, bu kolyeye nereden erişmiş ki?"
"Bilmem," dedim. "Sabah yeninden Tarnit Dağı'na gitme ihtimalimiz var mı? Eğer işin varsa biz Pamir ile gideriz. Yolu ezberledim sayılır."
"Hep birlikte gidelim," dedi Yamin. "Kaybolma ihtimaliniz var."
"Nasıl uygun görürsen."
Sabahı edene dek o odadaydık. Bir ara Yamin işleri olduğu için yanımızdan ayrıldı. Biz de odalara çekilip uyumak yerine Pamir ile muhabbet ettik. Konuştuklarımız genelde can sıkıcı konulardı ama aynı zamanda konuşulması gereken konulardı. Pamir'in, saydığı isimlerden neden şüphelendiğini uzun uzun dinledim. Bu gizli görüşmelerin sebebini bir an önce öğrenmeliydik. Pamir'in onları fark ettiğini fark etmemeleri büyük şanstı ya da rol yapıyorlardı. Çoktan bu durumu fark etmiş olabilirdiler. Eğer öyleyse Pamir'in can güvenliğini sağlamalıydık. Zira böylesi kişiler, eğer gerçekten de düşmanla işbirliği yapıyorlarsa, aramızdan birini öldürmekten çekinmezlerdi.
Pamir kendi zihninde bu noktaya hiç değinmemiş bile. Ben, onu çevresindekilere karşı uyardığımda yaşadığı şaşkınlık ve aydınlanma bunu anlamamı sağlamıştı. Katrin'e döndüğümüzde bunu diğeriyle paylaşacaktım. Bu, Pamir'in minik bir ricasıydı ve onu kırmak istemedim. Diğerleri neyse ama Perla'ya bunu kesinlikle söyleyemeyeceğini defalarca kez dile getirdi. Ben de bu büyük, korkunç ama alınmaya değer sorumluluğu üzerime aldım ve onun ricasını kabul ettim.
Bu sorumluğu almış olmasına almıştım ama ben de bunu nasıl söyleyeceğimi pek bilmiyordum. Kıvrıla kıvrıla, sürüne sürüne, bir şekilde söyleyecektim ve üzerimdeki yükten kurtulacaktım. Umarım Perla, bunu bir süre kendisinden gizlediği için Pamir'e darılmazdı. Bana kalırsa sevgilisinin neden bu yola başvurduğunu anlayacak ve onun bu yolu seçmesini anlayışla karşılayacaktı. Yine de bu düşüncelerimi Pamir ile paylaşmadım. Onun daha fazla bu konuyu irdelemesini ve kendisine işkence etmesini istemiyordum.
Aklımın bir köşesinde ise Atlas vardı. Her daim soğukkanlı olan, kaygılardan çoğunlukla uzak yaşayan Atlas'ın içerisinde süzüldüğü durum beni geriyordu. Yakınındaki birilerinden şüphelendiğinde bir şekilde bunun üstesinden geliyordu ama görünen o ki, şüphelerini doğrulayan şeyler gözlemlediğinde soğukkanlılığını koruyamıyordu. Ki bu çok normal ve anlaşılabilir bir durumdu ama onu hiç böyle görmediğim için bu durumu yadırgamış, dahası bu durum karşısında endişelenmekten ve korkuyla dolmaktan kendimi alamamıştım. Neyse ki yanında Aren vardı. Onun bir şekilde dostuna destek olduğuna dair inancım tamdı.
Sabahın erken saatlerinde oluşturduğumuz geçitle Tarnit Dağı'nın eteklerine geldik. Hemen ardından atlarımıza binip Jar Taşı'nın olduğu yere doğru gittik. Bugün havada soğuk meltemler esiyordu. Gök koyu maviye çalan rengiyle boğucu görünüyordu. Gökte bir tane olsun bulut yoktu ama sanki birkaç saat içinde yağmur yağacak gibi bir his akıyordu uçsuz bucaksız gökyüzünde. Çok uzaklarda, ormanı süsleyen dağların arasından sis bulutları yükseliyordu. Daha da ilerilerde gök çoktan laciverte bulanmıştı ve belli ki yağmur yağıyordu. Neyse ki buralarda ne yağmur ne de sis bulutları dolaşıyordu. Atlarımız önlerinde uzanan yolda rahat rahat koşturuyordu.
Fakat havada can sıkıcı bir boğuculuk vardı. Âdeta yeryüzündeki tüm oksijen çekilmiş gibiydi. Dağın tepesine doğru çıktıkça etrafa göz atıyor ve her seferinde bölgeyi çevreleyen gri dumanın arttığını görüyordum. Sis dumanı buraya doğru yayılıyordu. Bu da demek oluyordu ki geri dönüş yolunda sorun yaşayacaktık. Çok umursamadan atımı sürmeye devam ettim.
Jar Taşı'nın bulunduğu açık alana vardığımızda atlarımızdan indik. Çok uzaklardan çan sesi gibi yankılı bir ses duyuluyordu. Yamin, "Sanki bir sorun var gibi," dedi ve keskin gözleriyle etrafı kolaçan etti. "Havada bir uğursuzluk var."
Pamir eliyle karşıdaki dağları işaret etti. "Oradan bir duman yükseliyor."
Gösterdiği yere baktığımda ateş dumanına benzer bir dumanın gökyüzüne doğru bir çizgi şeklinde yükseldiğini gördüm. Yamin, "Alisa hızlıca kolyeyi okut. Ben bir etrafa göz atacağım," dedi ve yavaştan yanımızdan ayrıldı.
Elimdeki kolyeyi Jar Taşı'na yaklaştırdım ve buz mavisi alanın içine doğru koydum. Taramanın bitmesini beklemeye başladık. Yamin artık etrafta görünmüyordu.
"Sen de rahatsız olmuş hissediyor musun?"
"Evet," dedi Pamir. "Gerçekten de havada bir uğursuzluk var. İşimiz hemen bitse de saraya dönsek."
Tarama devam ederken göğe süzülen dumana yeniden baktım. Ciddi bir sorun olsaydı kardeşler Yamin'e haber yollardı diye düşünüp içimi rahatlatmaya çalıştım. Bir hareketlilik hissettim. Dönüp arkama baktığımda Pamir'in yere eğilmiş bir hâlde gri taşta yazanları okuduğunu gördüm. Hızla yanına gittim.
"Ne diyor?"
"Alisa artık kolyeyi alabilirsin."
Tedirginlikle kurduğu cümle itiraz tanımıyordu. Mavi taşın yanına vardım ve aceleyle, kolyeyi koyduğum yerden aldım ama elimi geri çekemedim. Biraz daha zorladım ama elim taşın içinden çıkmıyordu.
"Pamir elim sıkıştı."
Pamir sanki ne olduğunu anlamış gibiydi. Ona anlamaz gözlerle baktım. Tüm bölgede bir boru sesi yankılandı. Çok uzaklardan başka başka uğursuz sesler doldu kulaklarımıza. Tepemizde birkaç kartal kanat çırpmaya başladı. Elim hâlâ taşın içindeyken, yandaki gri taşta yeni yazılar belirmeye başladı. Ne yazdığını ben göremedim ama Pamir hepsini tek tek okuyabildi. Sonunda elimi taştan kurtarabildim.
"Alisa çabuk ata bin," dedi Pamir. "Hemen gidelim buradan."
"Neler oluyor?"
Gök müthiş bir şekilde gürledi. Yamin yeniden görüş alanımıza girdi. "Hemen saraya dönelim," dedi. Atına doğru ilerledi.
Boru sesi yeniden yankılandı. Yamin bize baktı. "Ne oldu?"
"Alisa'nın eli Jar Taşı'na sıkıştı."
Yamin ancak o an anlayabildi. Lakin ben hâlâ bir şey anlamamıştım. "Neler oluyor?"
"Onu buradan çıkarmanın bir yolu var mı?" diye sordu Pamir.
Yamin hızla atına ilerledi ve heybeye koyduğu taşı alıp geçit oluşturdu. "Çabuk geçin!"
"Neler olduğunu açıklayacak mısınız?"
Çok uzaklardan yeni bir boru sesi duyuldu. Pamir beni geçide doğru itti. Karanlığın içine vardığımda bir an gerildim. Bir süre sonra geçit kapandı ve bir ışık yayıldı etrafa. Pamir'e ve elinde tuttuğu meşaleye baktım. "Hadi, beni takip et."
"Neler oluyor Pamir?"
"Tuzaktı," dedi. "Kolye bir tuzaktı. Bunu anlayamamış olmamız çok aptalca."
"Ne tuzağı?"
"Jar Taşı elini okudu ve elinde lanetin izleri var Alisa ama o lanete neyin sebep olduğunu yalnızca biz biliyoruz," dedi Pamir. "Jar Taşı Alsondro yönetimine bağlı. Orada okutulanlar bölge sahipleri tarafından gözlemleniyor. Taş elinde lanetin izine rastladı ve daha kötüsü, el izin bu evrendeki Alisa'nın eliyle bizzat uyuşuyormuş. Jar Taşı'nda çıkan sonuç bu. Bölgedekiler senin kendini korumak için etkin bir büyü yaptığını sanıyorlar. Kısacası Alsondro bölgesinde hain ilan edildin ve şu an aranıyorsun."
O an her şey çok saçma geldi bana. "Saklanacak mıyım?" diye sordum dehşetle.
"Teslim mi olacaksın?"
"Evet, daha mantıklı değil mi? Hem bu lanetin Demitre'nin kolyesinden geçtiğini açıklarız. Sonuçta dün, orada, Demitre'nin kolyesini de okuttum. Sonuçların uyuştuğunu görünce masum olduğumu anlayacaklardır."
Pamir ses etmeden yürümeye devam etti. Yer altında bir yerdeydik. Toprak yolda yavaş ve temkin adımlarla sessizce ilerliyordu. "Burası neresi?"
"Alsondro'da bulunan gizli bir geçit. Buradan Katrin'e varmalıyız ya da bilmiyorum açıkçası. Ne yapacağımızı bilmiyorum. Yamin bizi buraya gönderirken ne düşünüyordu acaba? Burada mı saklayacağım seni?"
"Pamir bence teslim olmalıyım."
"Alisa!" diye öfkeyle seslendi Pamir. "Anlamıyor musun? Efendi Yamin neden seni saklamak istedi? Koskoca hükümdar bile yakalanmadan korkuyorsa, yakalandığında ne olacağını düşünemiyor musun? Tuzaktı diyorum. Geçen gün Demitre'nin yanına gittiğinizde, onu o hâlde gördüğünde artık bir şeyleri anlamış olman gerekirdi. Alacağın şey basit bir ceza değil. Ölümünü bile isteyebilirler. Daha kötüsü Demitre gibi seni de bir yere hapsedebilirler. Bunu mu istiyorsun? Yakında tüm diyarca hain ilan edileceksin. Saklanman gerekiyor. Sorun çözülene dek saklanmalısın."
"Nasıl anlayamadık?" diye sordu Pamir. Yol boyunca kendi kendine söylenmeye devam etti. Basık, havasız geçitte, saniyorum ki, saatlerce yürüdük. Toprak zeminde, yer altında olmamıza rağmen, yer altına açılan demir bir kapının yanına vardık. Pamir hızla kapıyı açıp içeri göz gezdirdi.
"Önce benim inmem daha güvenli sanırım. Oraya bir bakmalıyım."
Duvara dayanmış merdivenleri kullanarak aşağı indi. Bir süre ondan ses gelmedi. Yalnızca yüreğimin sesini duydum; yüreğimin isyan eden, korkan sesini. Sonra bana seslendi. Dikkatlice aşağı indim. Karanlığa doğru uzanan yolun kenarlarına bağlı birkaç kapı vardı. Demir kapıların çoğuna zincir vurulmuştu.
"Bunlar ne?"
"Biraz burada duralım. İyice dinlen. Lakin sonrasında nereye gideceğimizi bilmiyorum."
Açtığımız kapıdan içeri geçtik. Küçük bir sığınak gibiydi. İçeri girip kapıyı kilitledik. Pamir meşaleyi söndürdü.
"Karanlıkta duralım. Ateşin izini sürebilirler."
"Ya bizi burada bulurlarsa ne olacak? Nereye kaçacağız?"
"Seslerini duyarız zaten. İleriye doğru kaçacağız. Yani sanırım. Ben de bilmiyorum Alisa."
Bir süre sessizce oturduk. Yüreğimde engin korkular yatıyordu. Huzursuzdum. "Ne zamana dek saklanacağız?"
"Diğerleri sorunu çözene dek," diye cevapladı. "Umarım Valmir hemen döner ve mührü kıracak büyüyü de yanında getirir."
"Ne?" diye sordum dehşetle. "Sorun derken hangi sorundan bahsediyorsun? Beni buradan gönderecek büyü yapılana dek saklanacak mıyız?"
"Diğer sorunun çözüleceğini sanmıyorum Alisa," dedi Pamir. "Bir kere hain ilan edildiysen hainsindir. Bunun geri dönüşü yoktur."
Aldığım nefesler yetmiyordu bana. Valmir'in buraya dönmesi ve büyünün hazır hâle gelmesi haftalar demekti, belki de aylar. Valmir'in, Antropedos'tan istediği şeyi alacağına dair kesin bir inancımız da yoktu. Gittiği o yoldan eli boş dönebilirdi.
"Biraz dinlen Alisa," dedi Pamir. "Yarın yer altından çıksak ve doğruca Katrin'e gitsek seni orada daha iyi koruruz. Eğer yanlış hatırlamıyorsam bu yolun ilerisinde yukarı çıkan bir çıkıntı vardı. Orayı kullanıp ormana çıkmalı ve Katrin'e girmeliyiz. Zaten sınırda Ural ve ordusu bekliyor. Peşimize Alsondro ordusu takılırsa Katrin ordusu bizi koruyacaktır."
"Lakin tüm bunlar Katrin ve Alsondro'nun bir savaşa girmesi demek," dedi yeniden konuştuğunda. "Umarım Efendi Yamin sorunu düzeltmenin bir yolunu bulur. Yoksa Katrin ve Alsondro birbirine girecek. Ya tüm bunlar olurken düşman da kendi ordusuyla bize saldırırsa? Tanrım! Biraz daha dikkatli olmalıydık."
"Pamir," dedim. "Sabah olduğunu nasıl anlayacağız?"
"Bir yolu yok," dedi. "Biraz dinlen ve yola koyulalım."
Elimle ceplerimi karıştırdım. "Kolye, sanırım orada düşürdüm. Jar taşının oralarda. Bir sorun olur mu?"
"Sanmam. Bu saatten sonra ne işimize yarayacak ki o kolye?"
Aradan kaç saat geçmişti bilebilmek mümkün değildi ama kendimizi hazır hissedip yola çıkmıştık. Pamir'in sözüne ettiği kapıyı arıyorduk. Bedenimde, buraya ilk geldiğimde bile hissetmediğim türden bir korku vardı. Sanırım ölmekten korkuyordum; öldürülmekten. Tedirginlik, çaresizlik ve korku kanıma karışmıştı ve uzunca bir süre kanımdan temizlenmeyecekti.
Çok da uzun olmayan bir yürüyüşün sonunda aradığımız kapıyı bulduk. Pamir elinden geldiğince sessiz bir biçimde açtı kapıyı. Kapının diğer tarafını önce kendisi kontrol etti. Başıyla işaret edip beni yanına çağırdı. Onun peşinden kapıdan geçtim. Sol tarafa doğru biraz daha yürüdük. İleride, yukarıdan gelen gün ışığı yolu aydınlatıyordu. Ormana çıkan merdiven oradaydı.
Pamir daha da sessiz olmaya çalıştı. Ona uydum ve ben de daha yavaş ve sessiz hareket etmeye başladım. Merdivenin yanına yaklaştıkça ormandan gelen sesleri daha net duymaya başladık. Yukarıda, beton basamakların son bulduğu yerde birkaç kişi vardı. Ayak seslerini duymak mümkündü. Pamir endişeyle bana baktı. Dur işareti yaptı ama kendisi ilerlemeye devam etti. Yolun sonuna geldiğinde, duvarın köşesinden yukarıya, ormana doğru baktı. Yeniden bana doğru geldi.
"Burada dur ve eğer git diye seslenirsem geldiğimiz yöne doğru hızla ilerle, hatta koş," diye fısıldadı.
Onu onayladım. Yeniden merdivenin olduğu köşeye ilerledi. Sonra köşeden döndü ve gözden kayboldu. Saniyelerin geçmesiyle yukarıdan boğuşma sesleri geldi. Bir an Pamir'in yanına gitmeyi düşündüm ama sonra vazgeçtim. Onun sözüne uyumalıydım. Yeniden bir şeyleri mahvetme şansımız yoktu.
"Alisa, buraya gel!"
Koşa koşa merdivenlerin oraya gittim ve basamakları hızla çıktım. Yerde cansız yatan birkaç bedenin arasından geçtim. Bu görüntü üzerine düşünmek daha istemiyordum. Alsondro süvarilerinden birkaçını öldürmüştü. Sanırım artık onun da canı tehlikedeydi.
Başıyla atları işaret etti. Hızla ata binip Pamir'in peşinden ilerledim. Son hızla sürdüğümüz atlarla Katrin sınırına gitmeyi planlıyorduk. Pamir nereye gittiğini biliyor gibiydi. Onun peşinden atımı sürmek dışında hiçbir şey yapmadım. Düşünmedim bile.
Hava dünkü uğursuzluğunu devam ettiriyor, biriktirdiği tüm lanetini dışa vuruyordu. Gök bugün güneşe ev sahipliği yapmıyordu. Lacivert göğde artık kuşlar dahi uçmuyordu. Aynı ıssızlık ormanda da vardı. Tek bir hayvan sesi dahi duymuyor, hiçbir canlıyı görmüyorduk. Orman, sahipleri tarafından terk edilmiş gibiydi.
Ormanın gerilerinden gelen sesler kötü haberin yolcusuydu. Alsondro ordusu peşimizdeydi. Artık kendimizi savunabileceğimiz bir noktada değildik. Çoktan onların birkaç adamını öldürmüş ve adlarımızı düşman listesine kalın harflerle yazdırmıştık. Geriye dönüp baktığımda kimseleri göremiyordum ama buraya doğru koşan atların sesleri kulağıma çoktan dolmuştu.
Pamir bir an yolsun hedeften şaşmıyor, ne tarafa gitmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu da zaten doruklarda olan hızımızı hiç yavaşlatmamamızı sağlıyordu. Gölge misali peşimizde koşturan atlar, ne kadar hızla ilerliyor olursak olalım sanki gitgide bize daha fazla yaklaşıyordu.
Nihayet ormanın bitimi gözümüze gözüktü. Bölgenin diğer tarafta kalan kısmı, Katrin, sınıra ordularını dizmişti bile. O kalabalığı görmek, geçen saatlerin ardından bir nefesin, hasret kaldığım bir nefesin bedenime nüfuz etmesini sağladı. Sınıra vardığımızda bize ait olmayan atları durdurduk. Lakin önümüzdeki ordu kenara çekilip yolu bizlere açmadı.
Ordunun gerisinden Ural çıkageldi. "Teslim olmadığınız müddetçe Katrin sınırına girişiniz yasak."
Ormanın derinliklerinden can çekişen atların sesi geliyordu. Vaktimiz daralıyordu.
Pamir sınırın diğer kısmına dikkat kesildi. "Katrin Hükümdarı'nı Katrin sınırına almak için şart mı koşuyorsun Ural?"
Ural geri adım atmadı. "Tüm diyarca hain ilan edildi kendisi ve adına yapışmış olan bu ünvanı temizlemedikçe Katrin Hükümdarı olmasının bir önemi kalmayacak."
Orduya göz attım. Bu, Valmir'in hazırladığı ruh ordusu değildi zira hepsi bizim gibi insandı.
"Teslim oluyor musunuz?"
"Diğerleri nerede?" diye diretti Pamir.
"Diğerlerinin daha önemli işleri var. Sınırı korumak benim işim," dedi Ural. Bana döndü. "Katrin Hükümdarı'nın emri bu. Teslim olmadığınız müddetçe sizi içeri alamam."
Sınıra geldiğimizden beri devam eden sessizliğim yine bozulmadı. Lakin Pamir diretmekte ısrarcıydı. "Bu yaptığından ötürü günün birinde cezalandırılacağını biliyorsun değil mi?"
"Kim cezalandıracak beni?" diye sordu Ural. "Bana bu emri veren Katrin Hükümdarı mı?"
Nal sesleri daha yakından gelmeye başladı. Pamir geriye doğru baktı. "Beni takip et Alisa."
"Kaçak olmayı tercih ediyorsunuz demek. O hâlde tercih ettiğiniz macerada size iyi eğlenceler!"
Ural'ın sözlerini duymazdan gelip Pamir'in peşinden atımı hızla sürmeye başladım. Bizim Alsondro topraklarının ortasına doğru atlarımızı sürdüğümüz vakit, yolumuzun üzerinde, Katrin sınırına doğru gelen süvariler belirdi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
745 Okunma |
114 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |