100. Bölüm

99. Bölüm

Mav Perikal
mavperikal

(108) Çarmın Büyüsü

Kurdeleli iskelet kafadan gözlerimi ayırıp elinde fincanla bekleyen Antuan'a baktım. "Şaka yapıyor olmalısın?" Başını sırıtarak iki yana salladığında ise emin oldum. "Hayır yapmıyorsun!" Bu kez ise aşağı yukarı onay vermekle yetindi. "Gel komşum bir yerlerde kahvem olacaktı," derken yapay gülümsemem o içeri girince hemen söndü. Kahve falan yoktu tabii...

"Sabah kahvaltını yaptın mı?"

"Yapmadım, uyuyordum şayet gelmeseydin devam edecektim. Ne komşusu ya ayrıca?"

İskelet kafasını koltuğun üzerine koyup kendi de yanına oturdu. "Dağ evi beni çok sıkmıştı değiştirme kararı aldım. Etrafta hiç insan yok biliyor musun? Birlikte yaşadığımız şu kısacık günlerde varlığına alıştığımı inkar edemeyeceğim. Bu yüzden taşınma kararı aldım."

"Buradan ev satın aldın yani, ben geldim diye mi?"

"Bak işte orada yanılıyorsun canım, buraya yeni gelen sensin, ben geri geldim." Koltukta iyice yayılırken karşısında kollarımı birbirine bağlamış bekliyordum. "Nasıl yani?"

"Yan ev zaten benimdi."

"Bu işte parmağın var yani?"

"İftira! Evi sen seçtin beğendin."

"Nedense sana inanmakta güçlük çekiyorum."

"Sen bilirsin canım, bak ev hediyesi bile getirdim sana." Eliyle iskeletin kapasına pat pat diye vurdu. Hediyeye saygısızlık yapılmazdı ama bu da biraz şeydi, şey... Ürkünç!

"Bu bir hediye mi? Yerime birilerini koydun sanmıştım." Attığı şen kahkaha kulağımın pasını silerken öylece yüzünü izledim.

"Doğru söylüyorsun canım bir tane de kendime almalıyım. Ancak bu kardinal kafatası senin."

"Kardinal kafatası mı? Sanki bir yerden anımsadım bunu."

"Ona özel büyüler yaptığında seninle bir arkadaş gibi konuşur. İstediğin yere götürebilirsin ve gördüğün gibi aksesuar takmaya bayılıyorlar." Tedirgin bir şekilde iskelet kafasına bakıyordum. Bari devamı olsaydı da geceleri korku filmi çekseydik. Ay sanırım ben bundan korkacaktım... Kaba davranma Lily! Koltuğun diğer ucuna kıvrıldım ve parmak ucumla tedirgince dokundum.

Merhaba Lily beni sevdin mi?

Çığlık atıp geriye doğru kaçtığımda iskeletin ağzı kıpır kıpır açılıp kapanıyor ve sanırım gülüyordu.

"Konuşacağını bilirken neden bu kadar korktun?"

"Ama büyüleyeceksin demiştin Antuan? Gerçi ben ejderha görmüş, deniz erkeği görmüş kadınım bundan niye korkuyorsam?" deyip duraksadıktan son yeniden gözlerine baktım. "Bu... birinin kafası değil, değil mi?" Yeniden güçlü bir kahkaha attı. Bu kadar eğlenmesinin sebebini anlamıyordum. Bu adamlar ölülerin kafasına ağaç dikip yetişmesini sağlayan adamlardı sonuçta. Çok da güvenmemek lazımdı.

"Affedersin bir an boş bulundum. Tamam bakma şöyle... Özel bir büyüyle üretiliyor. Herhangi bir erkeğin kafasını eritip sana getirecek halim yoktu zaten?"

"Ölü bile olsa mı?"

"Ölüsü de dirisi de uğrayamaz canım."

"Tamam o halde, merhaba kafa. Antuan'ı evden nasıl kovacağımı söylersen seni sevip sevmeyeceğimi düşünürüm."

Onu kovman kabalık olur çünkü ona gömlek borcun var Lily.

"Hadi ya? Şuna bak işbirlikçisi getirmiş evime!"

Ellerini dizlerine bastırıp ayağa kalktığında gidecek sandım ve bir an gerildim. Böyle atışıyorduk değil mi, ciddiye almazdı? Tedirgin gözlerle onu izlerken "Senin misafirperver olacağın yok," dedi ve ilerlemeye başladı. Kalbim birinin parmakları arasında sıkışırken diyeceğim kelimeleri toparlayamadım ama adımlarının dış kapıya değil de mutfağa doğru gittiğini görünce inanılmaz rahatladım. "Gidip kahvaltıyı kendim hazırlayım bari."

Rahat bir nefes verdiğimde nasıl oluyor da saniyeler içinde böyle bir duygu karmaşasına girdim anlamıyordum. "Tanrım, küstü diye ödüm koptu," diye mırıldandığımda iskeletten çıkan ses beni yerimden zıplattı. Bir an için orada olduğunu unutmuştum.

O sana küsmez, rahatla.

O bana küsmezmiş, bu da nereden çıktı? Tekrar onunla iletişime girmeden sakin adımlarla mutfağa gittim. Dolaba aldığımız birkaç şeyi çıkarmış ve işe koyulmuştu. İtiraf etmeliyim ki yemek konusunda harika işler çıkarıyordu. Midemi onun ellerine bırakmaktan asla çekinmezdim.

"Bugün akademiye gitmek istiyorum ama yolu uzak mı kaldı emin değilim?"

Doğradığı salatalıklardan birini dudaklarımın arasından içeri itti ve önüne döndü. "Doğrusunu söylemek gerekirse biraz uzak. Yani akademiyle ilişiğim olmadığı için civarında bir evde oturmak istemezdim elbette. Ama sen de burayı seçtiğin için uzak kaldın, ne yapabiliriz bir bakalım." Konuşurken bir salatalık daha itmişti dudaklarıma. Bu sefer ki büyük olduğu için ısırıp bıraktım ve eli öylece kaldı. Birkaç saniye içinde toparlanıp kalanını kendi yedikten sonra yaptığı işe devam etti.

Ben de boş durmayıp çayımı hazırlamaya başladım. Normal bir çay bulmak o kadar zordu ki yer aromalı şeylerle doluydu ve burada bir kesim sütlü çay falan içiyordu. Damak tatlarına karşı güvenim çok düşüktü bu yüzden.

Seni ben götüreceğim Zambak, kapıdayım.

"Aaa Greinner gelmiş beni o götüreceğini söylüyor."

Antuan ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp içine devam etti. Masaya otururken kahve yerine çay içerek bana eşlik etmeye başladı. Ağzına bir parça peynir atarken "Bugün hakkında nasıl hissediyorsun, endişeli misin? Eğer öyleyse sana girişe kadar eşlik edebilirim," dedi.

Söyle ona, onu asla taşımam!

"Onu taşımana gerek yok Greinner adam aktarabiliyor." Zihnime yığılan ılık homurtu karşısında gülümsedim. Her zamanki gibi huysuzluk ediyordu.

"Endişeliyim evet, herkesin çoktan haberi olduğunu düşünürsek yeni dedikodu malzemelerini görmek için can atıyor olmalılar. Ama hayır bunu tek başıma atlatabilirim, sağ ol."

"Rica ederim. Söyledikleri şeyleri aldırma ve hiçbir şeyin senin suçun olmadığını unutma. Arayış seni haklı buldu ve konu kapandı."

"Tamam, elbette ben suçsuzum ve sinir ederlerse onları su topuna hapsedeceğimi söylerim." Ellerini havaya kaldırarak şaşırmış gibi yaptı.

"Vuu bu ürkütücüydü, emin ol işe yarar bir tehdit. Tabii aerler suyu havayla sana göndermez, terralar çamur turtası yapmaz, ignisler ateşin isiyle seni bunaltmazlarsa işe yarayabilir."

"Keyifle gülüyorsun hükümdar ama aerin, aquanın, terranın ve ignisin ben olduğunu unutuyorsun. Üstelik bunu bana sen ve altını çizerek söylüyorum daha yeni söylemişken."

"İşte benim kızım. Eminim tüm bunları içinde tutup bir tehdit unsuru olarak kullanamayacağını anlamışsındır. Hatta herhangi bir unsur için. Tetikendiğin anlarda hepsi olarak düşünme ve bir aqua olsa ne yapardı diye düşün. Suyun inanılmaz büyük bir gücü var onu hisset. Damlacıkları birleştir ve istediğini oluştur, tamam mı?"

"Tamam anne."

"Lily ben ciddiyim." Kaşlarını çatmış bana bakarken bilerek çayımı gürültülü bir şekilde içtim ve kaşları daha da çok çatıldı.

"Tamam ciddisin, sadece anlarsın ya biraz bunalıyorum ve bu birazın boyutu oldukça değişkenlik gösteriyor."

"O zaman bu çarmı sana takmama izin ver," deyip cebinden şık bir kutu çıkardı.

"Çarm mı o da nedir?"

"Bileğe takılan zincire verdiğimiz ad budur. Kadınlar için süslü şeyler işte." Kutunun kapağını açtı ve zincirin ucunda sallanan figürü gördüm.

"Bu akademinin logosu değil mi?" Neler olduğuna anlam veremesem de ışıldayan taş oldukça hoşuma gitmişti. Sandalyemi tek hamlede kendine doğru çektiğinde bacaklarının arasındaki boşluğa doğru girdim. Bileğimi nazikçe çevirdiğinde klipsi taktı ve görmem için ucunu çevirdi. Elimi bırakmadan bir an önce ise sıcak dudaklarını kısacık bileğimde hissettim. Bu garip andan hemen çıkamadığımı ancak bunun beni rahatsız etmediğini fark ettim.

Düşünce yapım belliydi ancak bir şeyler sanki bu düşünceyi yavaşsa sise buluyor gibi hissediyorum. İlk günlerdeki net tavrım ortadan kayboluyor diye korksam da onun şu an için arkadaşlığı bana iyi geliyordu. Her arkadaşının bileğini öpüyor mu bilmemekle beraber bunu düşünmekten de rahatsız olduğumu fark ettim.

"Sayılır ama biraz değişik ve büyülüsü. Logoda olan ejderha ateşi, yılan sarmalı ve anka kuşu kanadının bir anlamı var; bu senin bu elementlerdeki gücünü kısıtlayıcı bir çarm. Herkes kadar o elementleri kullanabilirsin. Çıkardığında ise engelleyici unsur ortadan kalkmış olur. En azından güçlenene, temel eğitimleri alana ve kendini iyi hissedene kadar seni idare edecektir."

"Teşekkür ederim Antuan."

"Önemli değil, senin için yaptığım hçbir şey için bana teşekkür etmene gerek yok. İçimden geliyor Lily, öylece, ansızın yapmak istiyorum."

Sandalyemi çektiği için hala çok yakın duruyorduk ve teninden yayılan koku gittikçe hoşuma gitmeye başlıyordu...

Aquaların rengi pembeydi, Lily suya düşüp gerezaya atılmadan önce mavi kuşak yazmıştım. Gerçi bir önceki bölüm pembe ama aşk olsun ben hevesle yazarken mavi diye atıvermişim ortaya biri de çıkıp sular pembeydi dememiş... :)

(109)

Boğazımı temizleyip geri çekildiğimde nazikçe gülümsedi. O da arada oluşan bu tuhaf şeyin farkındaydı ama bunu zorlamayarak o kadar iyi yapıyordu ki... Konuyu değiştirmek için taşı inceliyormuş gibi yaptım.

"Bu taşlar bir yerden tanıdık geliyor sanki?"

Eliyle ensesini kaşıyıp gözlerini kaçırınca cevabı aldım. "Evet senin taşlarının içinden aldım ve mavi kan büyüsüyle dövdüm. Bu yüzden son derece güçlü. Ona dokunduğun an seni hissetti bile."

"Ruddy'nin gönderdiği değerli taşlar nasıl bu kadar önemli bir büyüyü kaldırabilir ki?" Söylediği her şey kafamı karıştırmıştı.

"Ruddy mi? Sana eski kocanın gönderdiği eşyayla bir hediye, koruyucu büyü yapacağımı düşünmedin herhalde?"

"Bu da ne demek? O taşlar dedin, çuvaldan çıkmıştı?"

Derin bir nefes alıp boynunu yana doğru eğdi ve yüzüme baktı. "O taşların asıl sabihi Greinner, Lily. Ejderhanın özelliğini biliyor olduğunu düşünmüştüm. O bir pretiosum, elmas pul ejderhası. Zamanı gelince tenindeki atıkları değerli taşlara çevirebiliyor ve bu taşlar çok ama çok özel."

Kaşlarım ve gözlerim aynı oranda açılınca bakakaldım. "Ne kadar aptalım, zamanında bana bir kolye hediye etmişti ama bu taşların anlamını anlamadım." Fısıltımın içine gür sesiyle karıştı.

"Aptal değilsin, yalnızca çok şey yaşadın ve bu detayı kaçırdın. Bir nevi sana karşı söylemediği şeylerle bunu telafi etmeye çalıştı ama Ruddy'nin çuvalına koymak işine geldi. Çünkü yaptığı iyiliği kendi manevi değerini yükseltmek için yaptı sana gösteriş olsun diye değil. Ejderhan tuhaf bir yaratık."

"Bu çok zarif bir hareketti," deyip çarmın üzerinde parmaklarımı gezdirdim. "Greinner'ı seviyorum, o tuhaf değil. Huysuz, bilge ve iyi bir ejderha. Bana uymayan şeyler yaptı diye ona kızdım evet ama kendi açısından haklı. O yüzden yaşadığımız bu tuhaf şeyi rafa kaldırmak istiyorum. Yani bunu sürekli karşıma çıkararak kendimi yıpratamam öyle değil mi? O benim ejderham ve konu kapandı." Gülümserken Antuan'ın gözlerindeki hayran bakışlara şahit oldum.

"Sen çok güçlü bir kadınsın ve bunu sık sık tekrar et. Yerinde başkası olsa şimdiye kadar çoktan kafayı yerdi."

"Belki de burada doğan ruhuma tanıdık gelen şeyler olduğu için içsel bir depresyon yaşamadım. Olamaz mı?" Olabilirdi, gerçekten ara ara çökmüş, hatta bunalmıştım ama ilginç bir şekilde sineye çekme anlarım olmuştu.

"Olabilir canım, şimdi akademiye gitme zamanı."

***

Beyaz uzun gömleğimin beline pembe renkli kuşağı bağlarken tuhaf hissettim. Ella'nın benim için özenle kullandığı ürünlerden hoşuma giden şeyleri aldığım için şimdi bir asma yaprağıyla bakışıyordum. Gerçi bu tam asma yaprağı gibi değildi ama süngerimsi bir dokusu vardı. Kokuyu cildime sürüp yüzümü nemlendirdikten sonra ufak bir makyaj yaptım.

Ben utanılacak bir şey yapmamıştım, bu yüzden güçlü görünmem önemliydi. Kumral uzun saçlarım biraz kabarık duruyordu ama bunun için ne yapacağımı bilmiyordum. Normal bir gün olsa kafaya takmazdım elbette ama burada beni hazırlayan bir Ella yoktu ve herkesin gözü üzerimde olacaktı. "Tamam, gerginlikten kızaran yanaklarım sayesinde üçüncü bir gözüm daha oluşacak orada. Derin bir nefes al, nefes al Lily. Bir şey yok defalarca gittiğin yer işte!"

Kendi kendime telkin verip odadan dışarı çıktım. Koltukta oturup iskeletle konuşan Antuan beni görünce şöyle bir süzdü. "Ne, bir şey mi var? Neden öyle bakıyorsun?"

"Makyaj mı yaptın sen?"

"Evet kadınlar makyaj yapar unuttun mu?"

"Zaten yeteri kadar dikkat çekiciydin, şimdi daha çok dikkat çekiyorsun?" Ona gözlerimi devirip ayakkabılarımı giyinmeye gittim. "Cık olmamış!"

"Olmayan ne pardon? Rujumun rengi mi?"

"Yok o güzel, fazla güzel, böyle kiraz gibi..." Ne diyeceğini unutmuş bir hali vardı ama sonra toparladı. "Saçların makyajına göre olmamış canım, yapmamı ister misin?"

"Sen saç yapabiliyor musun ki?" İşte buna şaşırmıştım.

"Elbette," deyip çevik hareketle bir sandalye getirdi ve önüne oturdum. Önce tarar gibi parmaklarını geçirdi saçlarımın arasından. Sonrasında şekillendirmek için kullandığımız metotla parmağına dolayıp bıraktı. Gerçekten yapabiliyor gibiydi. Ama sonra aynadaki yansımasını gördüm, gözlerindeki şefkati gördüm. Bilinmeyen bir şeyler vardı. O kadar özenli davranıyordu ki saçlarım okşanıyormuş gibi hissediyordum. "Su dalgası yaptım, dön bana bakayım?" Yüzümü çevirinde başarılı bir çıkarmış gibi gülümsedi. "İşte şimdi daha da dikkat çekici oldun."

"Ne o, bundan memnun olmamış gibisin?" Yapay gülümsemesinden başka tepki vermedi. "Bana da öğretsene nasıl yaptın?"

"Öğretemem. Yani bu biraz karışık, ben yaparım saçlarını."

"Antuan sürekli seni mi çağıracağım?"

"Çağır ne olmuş, gönlümüzden koptu diyoruz işte."

Sandalyeden ayağa kalkıp aynaya doğru gittiğim an arkamdan geldi. "Son bir dokunuş daha yapacağım." Merakla o dokunuşu beklerken başımın üzerinde ince bir taç hissettim. Minik deniz yıldızları ve deniz kabukları vardı. Saçlarımın arasına inen hafif uzun zincirin uzunda gümüş bir kuyruk vardı.

"Çok güzel oldu, şey gibi..."

"Bu aqua gibi."

"Evet aqua gibi. Kendimi aquanın prensesi gibi hissettim. İşte şimdi kimse önümde duramaz," deyip kıkırdadığımda o da gülümsedi.

Aquanın prensesi akademiye teşrif etmeye hazır mı acaba?

"Of! Bu kadar erken gelmeseydin Greinner!"

Aynı anda kapıdan çıkınca kızıl gözlü ejderimi otururken gördüm. Yaklaşıp sert derisini okşarken çenesi saçlarımda gezindi. "Bugün bozmasaydın bari?"

Niye neyi varmış bugünün?

"Şaka mı yapıyorsun herkes beni merak ediyor?"

Evet bu yüzden tüm heybetimizle akademinin ortasına giriş yapacağız.

"Beni bir posta gibi oraya bırakıp kaçacaksın değil mi?

Gerilmene gerek yok Zambak. Gelmeden önce bazı konulara kulak kabarttım ve seni suçlayan birini görmedim.

"İçime su serptin şu an. Sen iyi bir dedektif ejderhasın. Benim için ajanlık yaptığına inanamıyorum." Çenesinin altına dokunup kedi gibi yanaşınca biraz homurdansa da sesini çıkarmadı. Ta ki Antuan'ın bizi izlediğini gördüğü ana kadar. Oraya doğru alev püskürtünce elbette suyu kullanıp bundan kurtuldu ama kaşları çatık bakmaktan da geri kalmadı. "Ştt evimi yeni aldım yakarsan ben de senin çıranı yakarım ona göre," dedim ve üzerine tırmandım. Nasılsa artık tek ateş üfleyen o değildi. "Hoşça kal Antuan." Kollarını birbirine kavuşturup başını bir kez eğip selamladı ve bir an sonrasında havadaydık.

Bu hissi çok özlemiştim. İnsan kaybettiğini düşündüğü şeyi yeniden kazanınca değerini daha iyi anlıyordu. Sert derisinin kıvrımlı yerlerinden tutup rüzgara karşı uçmak zordu. Bu yüzden başımı ona yasladım ve bir kuş gibi özgürce kanat çırptığımı hayal ettim. Alçalmaya başladığında ise gözlerimi açtığımda akademinin devasa, taştan kulelerini gördüm. Etraftaki inisiyeler dağınık bir şekilde yürüyordu ancak Greinner'ın rüzgarını hissedince hepsinin ilgi odağı olmuştum.

Önce taş duvarın üzerinde pençeleriyle yaslanıp birkaç taşın dökülmesine sebep olmuştu. "Ne yapıyorsun acaba şov zamanı mı? Dikkat çekmeyelim deyince sen gerçekten ya?" Fısıltılı bağırışımdan sonra ortaya doğru bir alev püskürttü. Geriye doğru kaçıştıkları için benim için yolu açtığını anladım.

Kırmızı halı seremedik prensesim ama elimizde kırmızı ateşimiz var.

Kıkırdayarak tepesinden inmeye çalıştım. "Greinner sen insan olsan ağır abi olur rajon falan keserdin kesin. Ayrıca bu çok seksi bir hareketti."

Daha iyisiyim; ağır ejderha. Son söylediğini duyduğum iyi oldu, seninkinin ateş çıkaramıyor olmasıyla dalga geçeceğim bir müddet.

"Seninki kim?"

Kim olacak o kara kara bakan sırık insan?

"Antuan mı? Yoo hiç kara kara bakmıyor gayet güzel bakıyor," dediğim an bu sefer ateş benim yakınımdan geçti. "Bana bak, bana artistlik yapma demedim mi, tutuşturuveririm kuyruğunu!" Beni o kadar ciddiye almamıştı ki zihnimde kahkahasını bile hissetmiştim.

Uçup gittiğinde geride bıraktığı rüzgarı dalgalı kumral saçlarımı savurdu ve olduğum konumda bu tuhafıma gitti. Kızıl saçların suratıma çarpmasına alışmıştım ve akademi sınırları içerinde bunu öylece garipsemiştim işte. Dik bir şekilde kimseye bakmadan yürüyüp taş yolu geçmeye çalıştım. Fısıltılar kulağıma doluyor ama onları duymamak için içimden şarkılar söylüyordum.

Çantamdaki çarkı çıkarıp sıradaki dersin ne olduğunu bulacağım sıra kenarda durdum birinin bana çarpmasıyla elimdeki çark yere düştü. Ağır bakışlarla ayakkabısından başlayıp suratına doğru çıktığımda gördüğüm mor saçlarla birlikte derin bir nefes aldım.

"Pardon bilerek çarptım," deyip sinsice güldüğünde suyun hortumunu kullanıp yere düşen çarkın havaya doğru yükselmesini sağladım. Şu işe bakın ki bir anda hortumu kontrol edemedim ve çark hızla dönüp Scarlett'in kolunu kesti. E tabii kağıttan olduğu için biraz acıtmışta olabilirdi.

"Pardon bilerek çarptım!" Buna şu an boyun eğersem bir daha kendimi asla affetmezdim. Ayrıca koca bir akademiye de rezil olurdum. Öfkeli gözlerle bana bakıp kolundaki kesiğe parmağını değdirdikten sonra onu ağzına götürüp yalayacağını düşünmemiştim. Tanrım karşımda bir deli vardı. Delilerin yapabileceği şeylerin sınırı olmazdı ve an itibariyle aramızda bir savaş başlatmış olabilirdim.

"Imm, kendi kanıma her zaman bayılırım ama tatmak istediğim bu sefer seninki olacak."

"Şu işe bakın ki ben senin dengin değilim canım." Bunu söylediğime ben bile inanamamıştım. Antuan tüm benliğimi yavaş yavaş ele geçiremeye başlamış gibiydi. "Alex'le ilgilenmiyorum ve bir daha sakın etrafımda dolanmaya cüret etme."

"Vay, bunlar boyundan büyük laflar yalnız. Şu işe bakın ki etrafında zaten hiç kimse yok. Bu yüzden benim için kolay lokma olacaksın." Bana doğru bir adım yaklaştığında kolunu tutup kendime daha çok çektim. Bunu beklemediği için gözlerindeki şaşkınlıkla birlikte alevi de arttı. Elini boynuma attığında dışarıya nasıl bir görüntü veriyorduk bilmiyorum ama işler normal değildi.

"Ne o Alex'ten vazgeçip bana mı yürüyeceksin yoksa?" Şuh bir kahkaha attıktan sonra yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Ne yapıyordu bu manyak? Onu kolundan çektim diye öpüşecek halimiz yoktu herhalde!

"Hiç fena fikir değil, sırf onunla aynı yatakta yattın diye bile bir tur sana sarılabilirim pembe civciv."

"Çok yaklaştın, öpüşeceksek haber ver?" Kendimi koruma altına alıp dalga geçmek adına kulağına doğru eğilmiştim.

"Cık, onu bu dudaklarla öpmediğin için seni öpmeyi tercih etmem. Duydum ki çocuğu sen doğurduğun için üzerinde hak iddia etmişsin? Bu ona daha yakın olmak için mi?" Enseme bastırdığı avucundan vücuduma bir sıcaklık yayılıyordu. Suyla kendime şeffaf bir kalkan oluşturup anında rahatladım. Çevik bir hareketle onu yere doğru eğdim ve dans ediyormuş görünümü sergiledim. Madem böyle başlamıştık böyle devam etsindi.

Ateş yalnızca onda yoktu ve bunu mor saçlarının ucundan çıkan dumanları soluyarak anlamıştı. "Neler yaptığını biliyorum ama artık o kadın değilim. Seni son kez ikaz ediyorum Scarlett bir dahakine vals ediyormuş gibi görünmeyiz, seni direkt nakavt ederim." Onu kaldırıp önünde kibar bir reverans yaptıktan sonra gülümseyip arkamı döndüm. Bizi izleyen gözler çoğalmıştı.

"Kimsen yok aptal, benim için kolay lokma olacaksın?" Bana yaklaştığını hissedip su kalkanını genişlettim ve yavaşça arkamı döndüm ama kıvırcık saçlar görüş açımı kapatmıştı. Olivia, Scarlett'in elini havada yakalamış ve "İnsanlara arkadan sinsice saldırmak tam senin yapacağın bir iş patlıcan kafa. O yalnız değil, ben varım, yapabileceklerimi hayal et ve bizden uzak dur Scarlett!" dedi ve bedeninden yukarı bir ikaz dumanı yükseldi. Duman havaya karışıp bir yay ve ok şeklini alıp Scarlett'in içinden geçince nefesimi tuttum. Olivia az önce onu, benim için tehdit etmişti. Biraz geriye saralım; yalnız değil ben varım demişti!

Scarlett'in yüzü de saçları gibi mor bir renk aldığında arkasını dönüp öfkeyle geçip gitti. Gittiği yerdeki otlar da öfkeden nasibini alıp tutuşup yanıyordu. Taş binanın uzun balkonunda birbirimize bakakalırken tepkimi merak eder gibi baktığında gülümsedim. "Olivia?"

"Zeytinim demeni tercih ederim Lily..." Parlayan boncuk gibi gözlerine bakarken bunu duymak az önce yaşadığım her şeyi silip atmıştı. Gülümsemem yüzümü kaplarken ona bir adım attım ve o ise bana koşarak geldi. Kollarımızı birbirimize doladığımızda etraftan çıkan alkış ve ıslık seslerine şaşırdım kaldım. Mutluluktan tüylerim ürpermiş ve gözlerim dolmaya hazır bekliyordu ama Olivia'nın kıvırcık kabarık saçları bile beni korumak ister gibi saklıyordu yüzümü.

"Sen..."

"Ben seni hep hissediyordum. Çünkü o bana hiç zeytinim demez, yani böyle sahiplenerek söylemezdi. Bacağımızda geçmeyen bir yara izimiz vardı ve bunu hiçbir büyüyle geçiremedi, çirkin buluyordu ama bu iz sende yoktu. Üstelik izin olmamasına mutluluk çığlıkları falan atmadın. Başlangıçta garip bir şeyler olduğunu hissetmiş ve arkadaşımı korumak için seni gözlem altında tutmaya çalışmıştım içten içe, ama şimdi asıl korumam gereken kişi sensin. Lily, kendini düşünmeden benim hayatımı kurtardın, Valeri bunu asla yapmazdı. Evet sonunda ölümcül bir şey yoktu ama tırnağı kırılsa saatlerce söylenen biri, benim için bir fedakarlık gösterdi ve o sendin. Teşekkür ederim, bana hiç tanımadığın biriyle de çıkarsız bir arkadaşlık nasıl kurulur öğrettiğin için."

"Sanırım ağlayacağım," diye fısıldadığımda nefeslenir gibi güldü.

"Sakın, şimdi değil. Az önce şov yaptık gözyaşlarını hemen geriye itekle ve omuzlarını dik tut. Buradan tüm ihtişamımızla çıkalım. Söz veriyorum ki artık ağlayacak bir omzun var!"

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten, söz. Zeytin sözü."

"O zaman artık senin de ağlayacak bir omzun var."

"Gerçekten mi?"

"Söz, zambak sözü!" Kıkırdayarak geri çekildiğinde saçlarını arkaya doğru havalı bir şekilde savurdu ve yürümeye başladık. Pembe ve turuncu kuşağımızla izleyiciler için ilginç bir arkadaş seçimi olabilirdi ama bence biz kusursuz olacaktık.

"Dersler kişiye özel şekillenebiliyor, temel eğitimler için programımı seninkiyle denk tutmaya çalışacağım. Scarlett'i dert etme bir daha bulaşamaz."

"Kime bulaştığını bilse elbette bir daha bulaşmazdı."

Uzun koridorda yürümeye devam ederken bana bakıp gülümsedi. "Elbette, toprak alfasının yıllar sonra ortaya çıkan kızına bulaşmak aptal cesaretidir." Bunu kast etmemiştim ama böyle anlaması işime geldi. Beni yakmaya çalıştığı o eline yalnız bir değil dört elementle karşılık verebilirdim... Tamam zorda kalmayana kadar vermezdim çünkü ben kötü biri değilim. Evet değilim.

"Neyse hiç çarkı çevirme çünkü seni G.G çağırdı, önce ona gidiyoruz."

Suyun kulesine doğru giderken sessizce başımı salladım. Onu arayışta görmüştüm ama tepkisini merak ediyordum. Kemersiz kapıdan içeri geçerken bir güzel ıslandığımız için sudan çıkmış balığa dönmüştük anında. Suyun alanı bir gölün üzerindeydi ve ıslanmamış olanı kabul etmiyordu. Önce suyla kutsanmalıydın.

Profesör Gabriel bir nilüfer yaprağının üzerinde oturmuş ve gözleri kapalı meditasyon yapıyor gibi görünüyordu. Rahatsız etmeli miyiz diye birbirimize bakarken kapalı gözlerinin ardından seslendi. "Gelin kızlar, kendinize bir yaprak seçip oturun. Olivia bunu kolaylıkla yaparken ben adımımı atıp zıpladığım anda suyun içine düştüm. Sanki su zihnimi ele geçirmiş gibi şiddetli dalgaları yüzüme çarparken boğulmuş gibi hissediyor ama boğulmuyordum. Antuan'la suya atlıyor, Naiads'ı görüyor ve onun su aygırını ellediğim anı hissediyordum. Çırpınışlarım yüzüne çıktığımda son buldu ve derin bir nefes alıp devasa yaprağa tırmandım.

Profesör bana gülümseyerek baktı. "Suyun hafızası vardır." Evet vardı ve ben dışarıdan bir gözle olay anını hatırladığım için Antuan'ın bana olan bakışını yakalamıştım. Bana hep mi böyle bakıyordu? Saçlarımdan damlayan sular sırtıma süzülürken düşündüğüm tek şey buydu. Yanımda olmak için ısrarcı davranıp şirinlik yapmasının altında yatan sebep benden hoşlanıyor olduğu muydu?

Beni tanıyalı daha o kadar uzun süre geçmemişti ki? Yani birinden böyle pat diye hoşlanabilir miydiniz? Ansızın, öylece... Yaptığı bazı imaları hatırladım. Bu zamana kadar benden hiç rahatsız olmamıştı doğru, hep ben kendimi kısıtlamıştım. Çünkü yaşadığım saçma şeyler ancak benim başıma gelebilirdi. Yani sanki bir akıntıya kapılırsam yine başa döneceğim gibi geliyordu. Hayır, ben korkuyordum, güçlüydüm evet ama korkuyordum.

Çünkü bazı anlar bir his tarafından sarmalanıyordum, ne yapacağımı bilemeyip kalıyordum öylece. Ancak asıl olay şuydu ki Antuan'la bir yola girersem ve sonu diğer ikisi gibi olursa bunu kaldıramayacağımdı. İşte yaşadığım aydınlanma burnumun direğini sızlatırken Profesörle göz göze geldim. Gözyaşlarımdan göle damlayan damları fark ediyor gibi bakıyordu. Oysaki yüzüm ıslaktı, görmemesi lazımdı, görmeyeceğine güvendiğim için bir anlığına kendimi salmıştım. "Şey tuzlu su burnumu sızlattı."

"Evet, yapar arada öyle şeyler, aydınlanmaya hoş geldin Lily." Buranın bir göl olduğunu ve tatlı su olduğunu hepimizin biliyor olduğu gerçeğiyle kimse ilgilenmedi. Nilüfer yaprağımın yaydığı ışıltıya baktım. Bir şeyleri kabullendiğim için mi olmuştu bu? Onu izlerken akışkan cübbesinin üzerindeki deniz kabuklarını da inceledim. Boynundaki keşiş yengeci kabuğu sanki parlıyor gibi geldi bir an. "Elementel meditasyon ve manipülasyon dersi sana böyle hissettirebilir. Zihninin gerilerinde kalmış düşünceleri sen itiyor olabilirsin ama varlığı hep oradadır. Burası da benim sihrimle kaplı, kendinle yüzleşme anın. Zihninde en derine ittiğin o soru yüzeye çıktı suyla beraber. Nasıl hissediyorsun Lily?"

Şu an terapideydim sanırım. "Az önce güçlü hissediyordum ama şu an üzerime su tutulmuş bir tavşan gibi."

"Güç nedir sence?"

"Güç; zor deneyimlerden geçerken uyum sağlayabilme, olaylarla baş edebilme, kendini toparlayabilme ve iyileştirmedir." Sakin bir sesle verdiğim cevap onu tatmin etmişe benziyordu.

"Evet, sen de saydığın tüm bu engelleri aştın o yüzden seni kutluyorum. Sen çok güçlü bir kadınsın Lily. Bir başkasının bedeninde yaşayabildin hem de aylarca. Bir başkasının çocuğunu doğurdun ve ona baktın sen, hem de hiçbir çıkar gütmeden. Şimdi yaşadığın tüm bu duygusal karışıklıkları harmanladın ve kalbini bununla dolduruyorsun. Oysa yer açman gerekiyor, yer aç ki rahatlayasın. Sen artık bir şeyleri yapmak zorunda olduğun o kadın değilsin, özgürsün ve tamamen sensin. Yer aç Lily, kendini yıpratma. Zihnindeki o karmaşayı suyla yıka."

Söyledikleri zihnimde bir bir oluyordu. Gözlerimi yengeçten ayıramadığım için bunun bir hipnoz yöntemi olduğunu anlayabiliyor ama cevap veremiyordum. Bir su hortumu oluşmuş ve karanlık olan tüm renkleri içine barındırıp uzaklara doğru taşımıştı. Ardından ateş gelip kalıntıları yakmış ve havaya isini bırakmıştı. Hava gelip meltemiyle onları hapsedip boşluğa doğru taşıdı. Şimdi toprağın içinde bir tohum vardı. Tohumun üzerine damla damla su aktı ve filizlenip toprağı deldi. Tüm elementler benimle, beni iyileştirmek için buradaydı.

Kalbimi ferahlamış hissettim. Ne bulunma korkusu, ne Valeri'ye ne olacak korkusu hiçbir şey kalmamıştı. Bu kadar boşluk oluşunca önce özlem geldi oraya. Chloe kendini fark ettirmişti işte. Sonra heyecan geldi, korkusuz sadece heyecan. Şimdi Antuan'ın arkamdan merak edip beni incelediği bakışları görüyordum. Sonra gurur geldi tuhaf bir biçimde ve bir an sonra Olivia'yla sarıldığımı gördüm. Hepsi harikaydı hepsi. En son bir gevşeme geldi ve gümüş bir ışık etrafımı sarıp beni rahatlatmıştı. Bu Bayan G.G olmalıydı.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Tertemiz, bembeyaz bir zambak gibi." Ben beyaz zambaktım ve insan özünü elbet bulur dönerdi...

***

O kadar hafiflemiştim ki, omuzlarımda bu kadar karmaşayı nasıl taşıdığıma hala inanamıyordum. Meditasyon dersi sandığımızın aksine saatler sürmüştü. Orada zaman algını yitiriyordun. Öğrendiğime göre kişinin yükleri ona ne kadar ağır geliyorsa o kadar uzun sürdüğüydü. Benimki bir ömrüme sığmıştı sanırım.

Zihnime dolan buğulu sıcaklıkla Greinner'ı hissettim. Daha sonra o sıcaklığın takip etmemi hissettirdiği o yola doğru döndüm. Olivia'yla ayrılmıştık ve artık evime dönecektim. Evime, bana ait olan yeni başlangıçlarımın yuvasına.

Bir kapının önünde yoğunlaşan sıcak buharla oraya girmem gerektiğini anladım. Kapının aralığından kafamı uzatınca gördüğüm görüntü beni oldukça mutlu etmişti. Alex kucağında Chloe'yle oturmuş beni bekliyordu.

"Chloe?" Sesimi duyar duymaz tepki veren bebeğim beni gördü ama yine de inmedi babasının kucağından. Bir yabancı gibiydik ama olsun, onu görmek buhün hissettiğim özleme çok iyi gelmişti. Özlemin yoğunluğu da buhar olup uçmuş ve kalbimi biraz daha hafifletmişti.

Ona bakarken yaşadığımız o anlar bir bir gözümden geçerken suratında şaşkınlık izi buldum. O minik ağzını açmış gözlerimin içine tutuklu kalmış bakıyordu. Bağlantıyı koparıp Alex'e baktım. "Ne oldu?" O sırada Chloe babasının kucağından indi ve paytak adımlarıyla bana doğru yürümeye başladı. "Bebeğim, gel. Merhaba."

Göz teması kurmak için çöküp onu beklerken dibime kadar gelmesini beklememiştim. Elini yanağıma koyunca ise tüm bedenim mutlulukla doldu. Ama asıl mutluluk sebebim kelimelerinde gizliydi. "Zambı?" Gözlerim dolu dolu yanağımdaki elinin üzerine koydum elimi.

"Sanırım yeteneğini ona yansıttın ve yaşadığınız anları gördü."

"Nasıl artık beni hatırlıyor mu?" Şaşırıp kalmıştım bunun olduğuna. Görmüş olabilirdi ama o görüntüde ben annesiydim ama kendimi kendim gibi göstermiş olabilirdim.

"Zambı ee ee?"

"Evet bebeğim, ben seni uyutuyordum. Zambı değil zambak."

"Zambı," deyip ortadaki dişlerini göstererek neşeli bir gülücük çıkardı. Onu kucağımın arasına alıp bağrıma bastığımda mis gibi kokusunu soludum. Evlat böyle bir şeydi işte, her ne kadar sahip olmasam da duygularımız artık birdi. Her zaman söylediğim ninnilerden kulağına mırıldanıp söylerken kucağımda uyuyakaldı ve minik burnunu öptüm.

"Uzun süredir ilk defa bu kadar kısa sürede uyuyakaldı."

"Teşekkür ederim onu getirdiğin için, ben de gelecektim ama henüz ailene..."

"Onları düşünme, Chloe seviyor, tabii bende. Seni bir dostum olarak çok seviyor ve değer veriyorum Lily."

Teşekkür ederim Alex, sen iyi bir insan ve iyi bir arkadaşsın."

Tamam yeter bu kadar duygu durumun bugün içimi deşti, eve dönüyoruz!

"Greinner sesleniyor gitmem gerek." Yeniden öpüp kokusunu içime hapsettikten sonra onu babasının kucağına teslim ettim ve gülümseyerek odadan çıktım. İşte şimdi enerji dolmuştum. Ona bir şekilde vakit geçirdiğimizi anlatabilmiş olmak inanılmaz bir histi. Beni tanıması harikuladeydi. Her şey yavaş yavaş yoluna giriyordu ve bu içimdeki gücü daha da coşturuyordu.

"Huysuzlanacağına iletimini kesebilirdin koca adam, neredesin?"

Millete gelince hissede hissede gidiyorsun, beni de bul!

"Nasıl yani, saklambaç mı oynayacağız? De bir ejderhayı nerede görsem bulurum. Hem o sıcaklığı sen yayıyorsun sandım zihnime?" Sadece homurdandığı için net bir cevap alamamıştım. "Millet dediğin benim çocuğum?"

Ben de ejderhanım sesime gel.

"Anlaşıldı bugün şakacı günündesin!"

Akademinin arkasında duvarın üzerinde anten gibi kurulmuş beklerken görünce sırıttım. "Unuttun sanırım kanatları olan sensin, ben uçamıyorum. Bu durumda sırtına kadar oradan tırmanamam-" derken bir hızla üzerime gelip neye uğradığımı anlamadan pençeleriyle kaptığı bedenimi sırtına yerleştirdi. Havayı dolduran çığlığıma ise ateşini püskürterek cevap verdi.

Bazen çok konuşuyorsun!

"Bana bak daha bugün nötürlendim, sinirlendirme beni!"

Daha hızlı uçup aklımı aldığı için söylenmeye devam edemeden duracağımız anı bekledim. Yavaşladığı an eve geldiğimi anladım ama gözlerimi açmaya korkuyordum. Bu yüzden inmeyince yine pençesiyle halletti bu işi. Ancak ayaklarımın üzerinde durmak yerine birinin kollarına konmuştum. Gözlerimi yavaşça açtığımda yüzüme bakan Antuan'la karşılaşmam bir oldu.

"Beni mi bekliyordun canım?" Sorumla birlikte ifadesiz yüzü aydınlandı ve gülümsemeye başladı. "Her zaman." İşte yine aynısını yapıyor böyle cevaplar veriyordu bana. "Sanırım biraz yorulmuşsun, yorgunluğunu alacak bir şey biliyorum," dedi ve bahçedeki büyük havuza doğru kucağında taşıdı beni.

"Derin bir nefes al," dediğinde atlayacağımızı anladığım için temkinli yaklaştım. Suyun içine onun kucağındayken atladığı için kolları daha da fazla sıkı tutuyordu beni. Gözlerimi açtığımda yine beni izlediğini gördüm. Dibe doğru düştük, düştük, düştük ama bir türlü inemiyorduk. Havuz mu bu kadar derindi yoksa birbirimize bakmamız ağır çekimde mi ilerliyordu bilmiyorum.

Sonra suyun renginin daha berraklaştığını gördüm ve aslında artık çoktan havuzda olmadığımızı anladım. Havuza atlamış ama arada bir şekilde mevcut olan bağlantıyla Antuan'ın gizli yerine girmiş ya da aktarılmıştık...

Su kalbimin ritmini sakinleştirirken hala kucağında durduğum adamın boynuna kolumu doladım, sanki düşecekmişim gibi. "Antuan?"

"Hmm?"

"Benden hoşlanıyor musun?" Böyle dan diye sormamı beklemiyor olacaktı ki kaşları havaya kalktı. Sonra gözlerini bir an olsun kaçırmadan cevapladı. "Lily, senden çok hoşlanıyorum. Gördüğüm ilk saniyeden itibaren. Bu sana sıradan gelebilir ama değil."

"Anlıyorum."

"Anlıyorsun?"

"Evet anlıyorum ama korkuyorum."

"Biliyorum. Sana söz veriyorum hiçbir şey korktuğun gibi olmayacak."

"Söz mü?"

"Söz," dedi ve beni tek koluyla tutarken parmağını havada çevirip ufak bir çizik attı. Kan damlası denize yayıldığında bunun artık ona göre bir yemin olduğunu biliyordum. Kolu yeniden olması gereken yere gittiğinde ise boynundaki elimi sıkılaştırdım ve onu kendime çektim. Bir aqua olduğumuz için suyun içine girdiğimizde balıklar kadar rahat edebildiğimiz için şanslıydık. Yoksa onu öperken nefesim kesilebilirdi.

Dudaklarım dudağının kenarına ufacık bir temasla dokunduğunda artık ayaklarımız yere değmiş ve ben bir duvarın kenarına yaslanmıştım...

Bölüm : 18.03.2025 14:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...