(102) Işık Portalı
Zambak?
"Greinner?"
Hala nasıl bağ kurabildiğimizi anlamadığım ve anlık olarak korktuğum için içeceğim dudaklarımın arasından firar edip Antuan'ın gömleğine dökülünce bakakaldım.
Alışkanlıklar ne kadar çabuk oluşuyordu değil mi? Zihnim günlerdir sessizliğe alıştığı için onun sesi zihnime gürleyince neye uğradığımı şaşırmıştım.
Antuan burnunun üzerini tutup gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. "Bana bir gömlek borçlusun."
"Olur." İtiraz etmeden hemen kabul ettiğim için duraksadı. Dirseklerini masanın üzerine yaslayıp bana yaklaştıktan sonra yüzümü inceledi.
"Ne oldu?"
"Ne olmuş?"
"Bir şey olmuş?"
"Oldu evet."
"Dışarıdaki ejderhayla mı alakalı?"
"Sen nereden biliyorsun be kahin misin?" dediğimde gülümsedi ve keyifle arkasına yaslandı.
"Demek gözünde bir kahin kadar her şeyi bilenim öyle mi? Olabilir neden olmasın? Sadece uçarken çıkardığı buharı aynadan gördüm o kadar, kahin değil dikkatliyim."
Ona başımı sallayıp zihnimde Greinner'a tutunacak bir kıvılcım aradım. "Greinner, sen, nasıl? Nasıl iletişim kurdun benimle?" Gergin bekleyişim bir zamanlar alıştığım ama sonra tamamen koptuğunu düşündüğüm sıcacık bir buharın zihnime yayılmasıyla son buldu.
"Şuna bak ne anlatıyor o hergele dişi? Bana böyle gülmemiştin!"
Antuan kendi kendine söylenirken sesini tekrar duydum.
"O bir dişi değil!"
"Biliyorum," dediğinde beni kontrol ettiğini anlayıp kaşlarımı çattım. Karşı taraftan bakınca imkansız gibi durabilirdi ama ben de mabadımdan uyduruyor değildim.
Seni de ben seçtim derken şaka yaptığımı mı düşünüyordun Zambak? Ya da seni burada öylece bırakıp arkamı dönecek bir ejderha mıyım ben?
"Bilmem, öylesin sandım." Biraz homurdandı bu söylediğime. İçten içe onu ne kadar özlediğimi kendime itiraf edemiyordum.
Dışarı çık da seni biraz közleyim, belki kendine gelirsin.
Antuan da az önce dışarıda olduğunu söylemiş ama şoktan adamı takmamıştım bile. Masadan kalkıp koşarak kapıya gittiğimde, Antuan'ın bir peçete alıp sakince ağzını sildiğine şahit oldum. Tabii sakin olurdu; neticede onun ejderhası önce kaybolup sonra geri gelmemişti.
Dışarı çıktığımda kapının az ilerisinde sert gri derisiyle öylece oturup beni beklediğini gördüm.
Gel ve sarıl Zambak, duyguların hala bana akıyor.
"Greinner? Seni çok özledim ve çok kırgınım."
Biliyorum, bu yüzden kendimi affettirecek bir şey başardım.
Sarıldığım derisini okşarken başımı kaldırıp kırmızı gözlerine baktım. Çok garipti çünkü daha önce gözlerinin içinde gezen açık mavi çizgileri görmediğime yemin edebilirdim.
"Şu ejderha bozuntusuna nasıl sarıldığına da bakın." Bu homurdanma Antuan'dan çıkmıştı ve çıkar çıkmaz Greinner ona bir tehdit ateşi yollamıştı. Karşılık olarak sırıtmayı uygun gören adama gözlerimi devirdim.
"Yani sen hala benim ejderham mısın? Ama sen hiç benim olmamıştın ki?"
Ayrılık acısı çeken aşık insanoğlu gibi konuşmayı kes Zambak.
Burnundan çıkan sıcak buhar saçlarımı dağıtınca gülümsedim.
Tamam, ben de seni çok özledim.
"Duygularını hissedebiliyorum Greinner, sarılınca zihnimdeki o saydam tabakanın kırıldığını hissettim. Bir taraf mı seçmek zorunda kaldın?"
Hayır, Basillan'da bir ilki tercih edip iki insana birden sahip oldum.
"Ne? Yani hem Valeri'nin hem de benim canlım mısın artık?"
Evet, en başından beri öyleydi, seni de seçtiğim andan beri. Yalnızca ruhun bedenine yeniden kavuştuğunda bağımız biraz zedelendi ve yaralandığım için güçten düşüp iletişim kuramadım.
"İyi misin şimdi? O şeytanla seni paylaşmayı nasıl başaracağız?"
Artık orası da size kalmış. Şimdi sana anlatacaklarımı dinle ve artık böyle kırgın bakmayı bırak. Bazı şeyler gerekliydi, öylece gerekli.
"Dinliyorum." Buna anlattıktan sonra karar verecektim. Kırgınlık kolay geçen bir şey değildi ama şu an yanımda olması kendimi inanılmaz iyi hissettiriyordu. Tek başıma olmadığımı anlatır gibi yanımda dikiliyordu işte. Aramızdaki şey yalnızca Valeri'ye özel değildi ve buna çok sevinmiştim. Muhtemelen ondan kopup yalnızca bana da gelemezdi. Canlıyla insanı arasında tuhaf bir bağ vardı ve bunu yaparsa ondan birçok şey götürebilirdi. Ya da bu direkt yok oluşuna sebep olurdu ve bunu asla istemezdim.
Üzerinde uğraştığın o iksiri doğru kişiye ulaştırdım.
"Ne?" bu sez sesim zihnime fısıltı gibi yansıdı. Antuan bizi duyamadığı için yüzümü görebileceği bir yere geçmiş ve öylece duruşumu garipsemiş gibi bana baktı. "Yani Ruddy'e iksire gönderdin mi? Başardık mı gerçekten Greinner? İyileşecek mi?"
İyileşti bile.
"Sahi mi bunu nasıl anladın hemen?"
Burada geçen zaman saniyeler içinde akıyor biliyorsun. Orada aylar yaşanıyor bu süreçte. Ben yazdığın notu yapıştırdığın o iksir şişesini gönderip bir ışık portalı oluştururken o çoktan bunu kullanmış, iyileşmiş ve yine aynı portalla cevabını göndermişti.
"Portal mı? Cevap mı? Birde cevap mı var hani nerede?" Sahiden tüm bunlar mümkün oluyor muydu? Bu kadarı da imkansız değil miydi? Bu evrenin ve ihtimallerinin bir sınırı hiç mi yoktu yani?
Greinner pençelerinin arasından ayaklarımın ucuna buruşmuş bir mektup zarfı bıraktığında neredeyse bir yaprak gibi titreyecektim. Yaşadığım dünyanın yüzyıllar öncesinden şimdiki zamana bir alışveriş yapmıştık ve bu yeteri kadar tüyler ürperticiydi.
Al ve oku, sonrasında vermem gereken bir şeyler daha var.
Antuan mektubu görünce yaklaştı ve huysuz bir sesle sordu. "O da nedir?"
"Mektup?"
"Hadi ya? Mektup olduğunu görebiliyorum, kimden geldiğini göremiyorum?"
"Eski kocamdan," dediğim an dumur olmuş bir ifadeyle baktı bana.
"Ne? Bu da nereden çıktı? Zamanlar arası bu mümkün mü?" Aşırı telaşlı halini görünce elimdeki mektubu açamadım bile. "Lily, sor şu ejderhana; bugün mektubunu gönderip yarın da kendisi gelir miymiş?"
Greinner yine onun yakınına bir ateş gönderdi.
Zambak şöyle şu hükümdar bozuntusuna, oradan buraya o zamanın içinde bulunan bir insanı getirmek mümkün değil, korkmasın.
"Neden korkacak ki?" Bu soruyu sesli sorduğumu, Antuan da tekrarlayınca fark ettim.
"Neden korkacakmışım?"
"Korkmana gerek yokmuş, o zamanın insanını buraya çekemezmiş."
"İyi." Karşılığında verdiği tepki bu olsa da başını çevirip küfrettiğini duydum. "Neye bakıyorsun canım, mektubunu okusana çok heyecanlandın?" Bu seferki canım, diğerleri gibi değildi. Adam beni birkaç günde manyak etmiş, canım'ların tonlamasını seçer olmuştum. Ona gözlerimi devirip elimdeki mektubu açtım. Kağıt o zamanlara ait gibiydi, yumuşak ve kalın. Mürekkep ve tüylü bir kalemle yazdığına emin olduğum mektubu açtım.
Sevgili Lily;
Seni bir an olsun aklımdan çıkaramazken yaptığın iyiliklerin bir sonunun gelmemesi olağanüstü; tıpkı senin gibi.
Neredesin, ne yapıyorsun bilmiyorum ama notta yazdığın; güvendeyim ve gelmenin imkansız olduğu bir yerdeyim yazısına güveneceğim. Öyle olmasa bana bunları gönderemezdin değil mi?
Bu verdiğin karışımın da senin gibi büyüleyici olduğunu biliyorum. Duymayı beklediğin o cevabı gönül rahatlığıyla vereceğim; iyileştim. Senden sonra ruh halim gittikçe bozulduğu için gerileyen her şey daha kötü üzerime gelmişti. En son hiçbir şey yapmaya mecalim yokken yataklara düşmüştüm.
Herkesin umudu kestiği ve bir sabah gözlerimi sonsuzluğa kapatıp bir daha açamayacağımı düşünmesinin üzerinde hepsini sarsıp geçtim. Gönderdiğin o ilacı bir an oldun düşünmeden içtim, zaten kaybedecek bir şeyim yoktu. Sonra sihirli bir değnek değmiş gibi yavaş yavaş sıyrıldım kötü hislerimden.
Organlarımın bile iyileştiğini hissettim bilmem inanır mısın? O günün akşamına kadar yavaşça her şey düzeldi ve tüm gücüme bir günde kavuştum. Kendimi enerjik hissettiğim o dakika, o mucizeyi de hissettim ve ayağa kalkabildim. Yıllardır tekerlekli sandalyeye mahkum kalmış bir adamın öylece oradan kalkıp yürüyebilmesi, kimseye muhtaç olmaması fevkalade muazzam bir duygu.
Sana şükranlarımı ne kadar sunsam az, iyi ki varsın ve bir yerde var olmaya devam ediyorsun. Sözlerini dikkate alacak ve seni hafızamın da kalbimin de en değerli yerine kaldırıp kilitleyeceğim. Böylece dediğin gibi hayatımı yeniden inşa etme şansım olacak. Seni çok seviyorum, bir dost, bir arkadaş, tutunacak bir dal, bir insan ve en çok karım olduğun için.
(Biliyorum artık eski karım, biliyorum beni o anlamda hiç görmedin ve sevmedin. Bu yüzden eğer orada yeni bir kocan varsa ona haksızlık etmek istemem. Göç eden bir kuş gibi, bir mevsim geldin kondun kalbime. Kara kış vakti geldiğinde senin de sıcak ülkelere uçma zamanın geldi.)
Sakat bir adama ailesi bile yüz çevirmişken sen yeni bir hayat sundun. İyiliğinle evime dokundun, hayat verdin. Şimdi ben de sana tüm kalbimle dua ediyorum. Umarım kalbine dokunacak o adamı bulur ve tamamlanırsın. Biliyorum biliyorum sen eksik hissetmezsin ama bir noktada onu bulduğunda tamamlanacaksın ve bu eksiklik kabak gibi ortaya çıkacak.
O an geldiğinde senin için çırpındığını göreceksin. Dünya bir yana sen bir yana diyebilecek ve en yakınlarına bile seni savunup karşı durabilecek. Bir dağ gibi arkanda olan varlığını hissedip daha da güçleneceksin. Bir dokunuşu ve sözüyle kendinden geçecek duygularının tüm çıplaklığıyla arşa çıktığını hissedeceksin. Bazı geceler onu düşleyecek ve yokluğunu bileceksin, gerçek anlamda bir yokluk değil hislerinin yokluğu.
Bu adamı bulup tamamlandığında yıldızlara bakıp gülümse, bir şekilde hissetmeyi denerim. Bu hayatta neler oluyor bu mu olmayacak. Kendine çok iyi bak Lily White, değdiğin her yeri adın gibi çiçeklendireceğine eminim.
Ufak hediyemi ise yürüdüğün yollara serpilen çiçekler gibi düşün. Zamanında o çiçekleri sen bana sermiştin, şimdi ise ben sana seriyorum. İtiraz edersen kalbimi kıracağını ve sana darılacağımı bil. Daha da itiraz edersen bunu eski kocandan bir nafaka olarak gör. Emeğin gibi hoş olsun, sende hoş ol.
Sevgilerimle,
Ruddy Bennet.
Mektubu şok olmuş gözlerle okurken yaptığım ilk şey neden bahsettiğini anlamak için Greinner'a bakmak oldu. Sonrasında diğer pençesini kaldırdı ve aradaki büyük keseyi önüme bıraktı. Kesenin içini açıp baktığımda ise gözlerime inanamadım. Yaptığım iyilikler kurtarıcı olarak en ihtiyacım olan zamanda karşıma çıkmış ve mükafatlandırılmıştım.
Kesenin için parıl parıl parlayan değerli taşlar ve altınlar doluydu...
(103)
"Aman tanrım, bu gerçek mi yoksa bir rüyada mıyım? Antuan çimdikle beni!"
Yüzüme hayali bir su topu yediğimde ferahlığını ve darbesini hissedip kafamı sağa sola salladım. "Hassiktir gerçekmiş."
"Ne var onun içinde?"
"Özgürlüğüm, özgürlüğüm var."
Antuan merakla yanıma gelip torbanın içine baktı ve kaşlarını hayretle kaldırdı. "Ne yani tüm bunları eski kocan mı gönderdi? Neden bunu yaptı, ona param yok mu dedin?"
"Ne münasebet! İyiliklerim karşısında hediye olarak göndermiş," dedim ve torbanın ağzını sıkıca bağlayıp kendime yapıştırdım.
"Teşekkür Greinner, sen en havalı ve biricik ejderhasın." Zihnime gönderdiği sıcak buhardan sonra gitmesi gerektiğini söyleyip çenesiyle başımı hafifçe kaşıdı ve büyük kanatlarıyla tozu dumana katıp üzerimizden uçup gitti. Ardından mutlu gözlerle bakıp gülümserken Antuan'ın garip yüzüyle karşılaştım.
"Kullanacak mısın onları?"
"Elbette kullanacağım ihtiyacım var."
"Tüm koşulları sana ben de sağlayabilirdim, yardım ediyorum neticede."
"Hangi sıfatla pardon?"
"O hangi sıfatla bunu yapıyor?"
"Eski kocam, istemezsem nafaka olarak kabul et dedi, bu terimi zamanında ona ben öğretmişken bana karşı kullanması oldukça ironik üstelik."
"Bende..." dedikten sonra sustu ve başını çevirdi. "Nafaka ne? Garip garip konuşmaya başladın."
"Nafaka, evli çiftlerin boşanmasıyla, erkeğin kadına ödediği bir miktar paraya denir. Yani çalışmıyorsa çocuğu varsa açta açıkta kalmasınlar diye. Tabii burası büyülü bir diyar olduğu için sana garip geliyor olabilir."
"Ne yapacaksın onlarla?"
"İlk başta kendime yaşayabileceğim bir alan oluşturacağım ve kimseye daha fazla yük olmayacağım."
"Bana yük olmadığını söylemiştim."
"Üzgünüm ama öyle hissetmiyorum. Benim yerimde kendini düşün, oturup kalkıyor, yiyip içiyor ama bir faydan dokunmuyor. Şimdi biraz olsun o mahcupluğu hissedebildin mi?"
Bu sefer o bana baktı ve tıpkı benim yaptığım gibi oflamaya başladı.
"Üzülme yardımların için seni yemeğe çıkarır ve gömleğini telafi ederim." Gözlerini devirerek dağ evinden içeri girdi ve bana sesini duyurmak için yükseltti.
"Bir yemekle kurtulabileceğini sanma!"
Hazır dışarıda yalnız kalmışken kahkaha atıp etrafımda dönmeye başladım.
"Zengin oldum." Uzatarak avazım çıktığı gibi bağırdım. Kendimi burada ilk defa yarını düşünmeyecek kadar rahat hissediyordum. Belki yurdu birkaç gün erteleyip önce kendime bir ev kurar ve orada yaşamaya başlardım. İçeri gireceğim an camdan kaşlarını çatıp bana baktığını görünce sırıttım.
"İtiraf et bana alıştın."
"Evet alıştım," demesini dan diye beklememiştim.
"Yine de hazıra güvenmemek lazım. Baksana burada çalışabileceğim bir iş var mı?"
"Yok."
"Ya neden kızdığını anlamıyorum, sonsuza kadar burada kalamam. Madem bu kadar iyilik seversin, son kez yardım et bana hadi, bir iş bulalım."
"Alfa çocukları sıradan bir işte çalışamaz. Bu yüzden kime gidersen git olur mu öyle şey deyip senden kaçarlar."
"Yapma be? Ne olacak o zaman?"
"Onlarla yaşamak bir an bile aklından geçmedi değil mi?"
"Öylece nasıl yaşayabilirim ki?"
"Yemek, içmek, giymek, barınmak gibi unsurları kolayca ortadan kaldırırsın. Mücevherlerin de sana kalır gezer tozarsın."
"Burada öyle gezilecek yerler var mı?"
"Var tabii. Gideriz birlikte istersen. Ayrıca bu kadar istekliysen sana iş verecek birini biliyorum."
"Sahi mi? Kim, kim, kim? Söyle kim ha?"
Sırıtarak bana baktı ama cevap vermedi. Ardından kaldığı yerden devam etmek ister gibi masaya oturup kadehini eline aldı. Daha sonra kaşlarını çatarak gömleğine baktı. "Gömleğimi çıkarmam senin için sorun olmaz umarım?" deyip düğmelerini açtığı an ben de ona kaşlarımı çattım.
"Neden çıkaracakmışsın?"
"Çünkü onu kirlettin ve yapış yapış oldu, tesadüfe bak ki odama gidip yenisini alamayacak kadar üşengecim."
"O güzel parmaklarını şıklat ve kendine bir giysi oluştur Antuan," deyip başımı anında ondan çevirdim.
"Büyü gücü kullanamayacak kadar yorgunum."
"Yorgunum bıdı bıdı, üşengecim bıdı bıdı. Yarın gidiyorum ondan sonra istersen çıplak gez evinde." Sonra aklıma takılan şeyle ona döndüm. Elindeki bardağın içindeki sıvıyı çalkalar şekilce dalgınca bana bakıyordu. "Sahi yorulunca büyü yapamıyor muyuz?"
"Evet," deyip nefes verdikten sonra "hayır," diye düzeltti.
"Evet mi hayır mı?"
"Yani çok kullanırsan senden bir şeyler götürmeye başlar elbette. Basit büyülerde sorun olmaz."
"Anladım bugün denizdeki basit büyü değildi o zaman, yorulduğuna göre."
Ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp bana baktı. "Bunları detaylı öğrenirsin bana sorma, öğrenince soracağın bir ton şey olacak zaten. Burada kalabileceğini biliyorsun, sana rahatsız hissettirmemek için ne yapabilirim?"
"Antuan çok naziksin, teşekkür ederim benim için bir sürü şey yaptın zaten. Bir erkekle daha aynı evin içinde yaşamak istemiyorum beni anlayabiliyor musun?"
"Anlıyorum, peki ısrar etmeyeceğim," dedi ve önce kadehi tutan eline sonra da bileğinde bir şey varmış gibi baktı odaklanarak. "Toprağın eski alfası senin yurt köşelerinde kalmaman için elinden geleni yapacaktır."
"Karar bana ait."
Aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi. "Elbette sana ait. Sadece düşündüm de, ondan önce bir atak yapıp senin için bir ev tutarsak fazla ısrar edemez. Tabii arada onda kalman şartıyla falan."
"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
Yeniden gözlerime baktığında garip hissettim. "Çünkü sen aşık olup kavuşamadığı o kadından bir armağansın ona. Seni bırakmak istemeyecektir, nasıl baktığını gördün. İçinde kalan pişmanlıkları, yaşayamadığı ukdeleri tokat gibi yüzüne çarparken seni görüp her şeyi telafi etmeye çalışacak."
Yeniden hüzün sardı kalbimin bir yerlerini. Ölen o kadının, öz annemin acısı sızlattı ruhumun derinliklerini.
"Peki bu şimdiki karısına haksızlık olmaz mı?"
"Olmaz, onun sana olan hislerini gördüm. İçinde kıskançlık ya da nefret yok, keza bakışlarında da öyle ama ona bir an olsun bakmadığın için bunu anlayamazsın. Sen o kadından öncesiydin, haksızlık ve kıskançlık olması için sonrası olman gerekir. Önemli bir detay daha var; senin için gözyaşı dökmüş olması."
"Bu sanırım süt anne kadar değerli bir şey?"
"Süt anne mi?"
"Yakın zamanda doğum yapan kadınların birinin sütü gelmezse bir başka anne o bebeği emzirir ve süt annesi olur. Çocuklar da süt kardeş. Ben de bu durumda süt gözyaşı falan mı oluyorum?" Beklenmedik bir şekilde kahkaha attı.
"Sana gözyaşı akıttı, duygularını harmanladı, enerjisini gönderdi... bunu o kadar içten yaptı ki sana yetenek genini aktardı canım, genler yalnızca aileden aktarılır. Var ki o içtenliğin derecesini sen düşün. Demem o ki o kadın senin süt annen. Üzgün ve kırgın olduğunu biliyorum ama onlara şans vermelisin. Gerçek ve birbirine bağlı iyi bir aile bazen çoğu şeye bedeldir. Bunu istemememin bir başka sebebi de asla yalnız kalmanı istemiyor olmam. Bir ailen, bir çevren oldukça daha çok güleceksin, kendini buraya daha çok ait hissedeceksin."
"Ama benim zaten bir ailem vardı, onları çok sevip deli gibi özlüyorum hala. Bu yaşımdan sonra pardon karışıklık olmuş bunlar senin ailen değildi deyip yabancı insanları koydun karşıma."
"Tamam, affedersin sulanmasın o gözlerin hemen. Hissettiğin bu acı senin de kalbinden yavaşça silinecek. Burada yaşadıkça, alıştıkça, o korkunç acı ve onlara ait hatıralar seni üzmemeye başlayacak."
Koltukta oturduğum yerde yüzümü yaslayıp ona doğru baktım. "Antuan bu dediğin gerçek mi?" Başını aşağı yukarı sallayıp kadehin dibinde kalan son içeceği de içti. "Tüm bunları nereden öğreniyorsun?"
"Özel kütüphanemden araştırıyorum," dediğinde ıslık çaldım. Ne kütüphaneymiş arkadaş? Gözlerim yorgunluktan kapanmak için direnirken yeniden ana baktım. "Antuan, sorar mısın o kütüphanene; canlımın gözlerinden biri neden turuncu olmuş ve ejderhamın gözünün içinde neden artık mavi dalgalar var?"
Gözlerim kapanıp elim boşluğa düşerken hissettiğim tek şey masadan kalkıp yanıma geldiği ve hayret eder bir ses tonuyla "Ne?" diye sorması oldu.
(104) Haberci Parşömen
Lily'e baktıkça huzuru daha da çoğalan Antuan ne yapacağını bilemiyordu. Onun gücünün bir nebzesini öğrenmiş ve her eşyi öğrenmesi durumunda çok güçlü olacağını biliyordu. Dikkatleri başka yöne çekmezse şayet, kraliçe bunu duyarsa itibarı zedelenebilirdi. Halk onu gücü ve merhameti için seçmişti. Lily'nin ondan tek eksiği bilgisiydi.
Denizde bilmeden yaptığı o şov duyulmaya başlandığında buna kimin cüret ettiği de araştırılacaktı elbet. Onu gördüğü ilk anda Eros'un ona verdiği yetenekler sayesinde farklı bir şey olduğunu hissetmişti, şimdi ise bu his ona yakın durarak daha da çoğalıyordu. Lily ise sonu olmayan bir kitabı üçüncü kez okumak istemiyordu. Üç bilinmeyenli denklemin ortasında kalmış ve çıkmak için çabalarken, Antuan'ın yapabildiği tek şey onu sıkmamaktı.
Duyguların insan hayatı için ne denli önemli olduğunu o bilirdi. Güçlendirir, kibirlendirir hatta boğup delirtebilirdi. Bu yüzden müstakbel eşine kendini bir müddet söylemeyecek, onun delirmesine engel olacaktı. Yaşadığı her şey zaten zordu, şimdi bir de onunda aynı evde yaşamaya zorlayıp diğerleri gibi davranırsa bir farkı kalmaz ve onu hepten iterdi.
Yapacağı tek şey daima arkasında olup destek vermek olacaktı. Bu destek güçle ya da parayla olacak bir şey değildi elbette, manevi destekti. Ailesiyle arasına köprü olacaktı, hayatla arasına köprü olacaktı, Basillan'la arasına bile köprü olacaktı.
Kolunun düştüğü yere bakıp iç çekerek yanına gittikten sonra sonu düzgün bir pozisyona getirip yatırdı. Yüzüne dağılan çiller bile hoyrat ve asiydi. Saçlarını bir kenara itip kadını bir müddet izledikten sonra üzerini örttü.
"Varlığım hep yanında olacak canım," dedikten sonra evden çıkıp özel kütüphanesi olarak bahsettiği yere gitti. Aslında burası yer altında gizli bir mahzendi ve topraktaki dostlarından yardım isteyerek oluşturmuştu. Dağ evinin ilerisinde gövdesi geniş bir ağacın yanına gelip elini bastırdı. Ağaç tuğla gibi dökülüp içeri doğru göçtüğünde girdi ve ardından geri kapandı. Sarmak merdivenlerden inip mahze mahzene giriş yaptığında sırıttı. Bir gizemi daha çözmeye gelmişti.
Burayı bir sığınak olarak düzenleyen Antuan, aynı zamanda tünel görevi de görmesini istediği için birkaç girişi daha vardı. Zamanla ve tek tek uğraşarak yaşanabilir bir yer oluşturmuştu kendine. Az büyü kullanıp, çokça bilek gücü kullanarak, hayvan dostlarından yardım alarak aylarca sürmüştü mahzenin yapımı. Aksi bir durumda büyünün devre dışı kalacağı bir anda yok olup gitmemesi için kendince aldığı bir önlemdi bu.
Tünelin bir ucuna girdi ve kütüphanesini görünce keyifle gülümsedi. Aklı uyuyan Lily'de de kalmayacaktı çünkü çıkmadan evi koruma çemberine almıştı. Dövme ona ulaşmasa bile, kendinde bulunan dövmeyle artık bazı şeyleri hissedebilecekti. Tabii bunun için yoğunlaşıp tetikte durması gerekecekti. Lily'nin dövmesi yakın zamanda oluşacak gibi gözükmüyordu, zira Antuan da kafasının karışmasını istemediği için bunun hemen olmasını istemiyordu.
Kütüphanenin ortasındaki sembolün önünde durdu ve kargo cepli pantolonunun kenarındaki hançeri çıkarıp avucunun ortasına bir kesik attı ve mavi bir kan damlası sembolün üzerine damladı.
***
Mahzenden çıktığı gibi tan ağarmıştı, gözüyle etrafı tarayıp bir sorun olmadığını anlamış ve sırt kaslarını rahatlatmıştı. Ancak Evinin önüne uçan anka kuşuyla bu düşüncesi bir duman gibi dağıldı.
Hava grubunun taşıyıcı çalışanı canlısından indi ve sırtındaki çuvalımsı şeyin içinden bir parşömen çıkarıp Antuan'a uzattı.
"Sayın hükümdar, haberci parşömeniniz var."
Antuan bir taşıyıcıya, bir arkasındaki anka kuşuna bir de elindeki parşömene bakıp duruyordu.
"Ne var onun içinde?"
"İlk elden özel kişilere teslim edilmesi gereken bir haber."
Haberci parşömenin özel teslimatı mühim konuları içerirdi ve baskısı yalnızca sayılı kişilere gönderilirdi. İlk etapta haklın eline düşmez ama sonradan çözülünce haber baskıya giderdi. Antuan burnundan sesli bir şekilde verdiği nefesten sonra, taşıyıcının elinden parşömeni aldı ve anında onunla, taşıyıcının arkasındaki çuval arasında bir bağlantı olup maytap gibi patladı. Bu elden teslim edildiğine dair bir işaretti.
"İyi günler hükümdarım."
"İyi olacağını pek düşünmüyorum artık havacı?"
Hava grubu taşıyıcısı saygıyla başını eğdikten sonra anka kuşuna bindi ve havayla bütünleşip saydam bir görüntü aldı. Taşıyıcı görevini hava grubundan üst düzey kişilerin yapması bunun için önemliydi. Herkes havayla bütünleşemezdi, taşıdığı haber önemli olduğu için bir başkasına uçarken yakalanmaması gerekiyordu.
Antuan şimdiden başını ovalayıp parşömenin mührünü kırdı. İçinde dönüp duran görsel denizin damlalarının gökyüzüne kadar sıçrayıp civardaki yerleşim yerlerine bir şimşek gibi çaktığıydı. Evler büyüyle korunaklı olduğundan kimse hasar görmemişti ama yürüyen birkaç kişinin yaralandığı yazıyordu. Asıl soru şuydu; bu güçlü büyüyü kim yaptı?
Parşömene bir süre orada dikilip baktıktan sonra buruna gelen kokularla dikkati dağıldı ve içeri girdi.
Lily çoktan uyanmış canı sıkıldığı için biraz arka bahçesi gezmiş orada bulduğu bitkilere şaşırmış, sulamıştı. Sonra gördüğü yapraklara ise hasretle bakmıştı. Biraz inceledikten sonra ise denemekten ne çıkar diyerek bulduğu yaprakları toplayıp mutfağa girmişti. Pirinç bulması sandığından zor olsa da bir kabın içinde görünce yaşadığı sevinci haykırmış ve yaprakları haşlamaya başlamıştı. Yemek işlerinde çok iyi değildi ama bazı şeylerde kimse eline su dökemezdi.
Bunun başında ise yaprak sarması geliyordu. Antuan havayı koklayarak mutfağa girdiğinde Lily'yi onun gömleği üzerindeyken görünce hayretle izlemeye başladı.
"Günaydın canım, üşüdün mü?"
Kendi elbisesinin üzerine gömlek giymesini başka neye yoracağını bilemediğinden bu soruyu sormuştu.
"Günaydın hükümdar, hayır üşümedim. Sadece güzeller güzeli elbisemin kirlenmesini istemediğim için senin halihazırda kirlenmiş olan gömleğini önlük olarak kullandım." Sadece gömleğe odaklanan Antuan kadının gülümseyen yüzünü son anda yakalamıştı. Ne var o tencerede? Evimi yakmaya mı karar verdin sonunda?"
"Çok nankör bir insansın, burada saatlerdir yaprak sarmak için uğraşıyorum. Gelsene pişmek üzere tadını beğenecek misin merak ediyorum." Antuan koca bir kahkaha attığında nedenini anlamadığı için omuzunun üzerinden dönüp baktı. Kapının girişine tek omzuyla yaslanmış adam keyifli görünüyordu.
"Neye gülüyorsun be?"
"Yaprak mı kaynatıyorsun onun içinde gerçekten. Dolap ağzına kadar doluydu ama sen bir zürafa gibi ot mu yemek istedin?"
Lily teessüf eden bakışlarını adama yolladı. "Parmaklarını yiyeceksin hala ot mot diyorsun. Ayıp adam."
"Ayıp adam mı, bazen çok ilginç oluyorsun söylemiş miydim?"
Lily umursamayıp tencereden çıkardığı yapraklardan birini adamın ağzına doğru tuttu. Antuan tek kaşını kaldırıp ilginç bir nesne inceler gibi inceledi. "Bu ne böyle ok ucu gibi, zehirlemesin? Hem nereden topladın bu yaprakları?"
"Senin bahçenden. Başlayacağım okuna da ucuna da ye artık şunu!" dedi ve sıcak yaprağı adamın ağzına tıktı. Antuan'ın ağzını yaktığını anlayınca ise çoktan oraya üflemeye başlamıştı bile. Sıcaklık geçmiş ama yakın temasın ve dudaklarının arasından çıkan havanın nüksettiği sıcaklık artmıştı. Boğazını temizleyip geri çekilen adam "Tamam, geçti," deyip çiğnemeye başladı. Yoksa olmadık şeyler düşünüp kendini zora sokup duruyordu.
"Nasıl?" diye hevesle soran kadına baktı.
"Tam anlayamadım az önce biraz daha ver bakayım. Yaprağı yaprağa dolayarak mı pişirdin ne var bunun içinde?"
"Pirinç var," diyen Lily bir yaprak daha tuttu ağzına. Yorumunu bekliyor ama Antuan bir türlü konuşmuyordu.
"Bir tane daha-"
"Uşağın mı var ayı? Al da kendin ye beni sinir etme." Oysa onun ellerinden yediği için tadı daha da lezzetli geliyor gibiydi. Bu tepkiye sırıtan Antuan, kadını çıldırtmış olmanın verdiği zevkle tabağı eline aldı. Biraz daha bakayım, pek anlamadım diye diye koca bir yaprak sarması dolu tabağı bitirmiş Lily'nin ağzını açık bırakmıştı.
"Harikaydı, daha önce hiç, bir otu seveceğim aklıma gelmezdi. Bunun adı ne demiştin?"
"Hiç benzer bir şey yok mu yani burada?"
"Varsa da ben yemedim. Biraz daha var mı?"
"Var ama birlikte yiyelim, koca tencereyi bitireceksin diye ödüm kopuyor şu an," dedi sırıtıp. "Adı yaprak sarması, aslında üzüm yaprağından yapılır, uç yaprak derler yeni çıkmaya başlamış tazecik ve incecik yapraklar toplanıp haşlanır ve iç harcı hazırlanır. Sonra sararsın tek tek. Yemesi zevkli ama yapımı zor işte."
Teşekkür etmek amaçlı kadının elini tutup dudaklarına götürdü. "Bu parmaklarla mı sardın bunları, ellerine sağlık," diyerek bir de az önce ağzına yaprak götürdüğü parmağını öptü.
Bu harekete şaşıran Lily " Afiyet olsun, sonra bir daha yaparım," dedi.
"Sen böyle marifetlerin olduğunu söyleseydin açık arttırmadan bunları satar köşeyi dönerdik."
"Hala dönebiliriz?" deyip sırıtan kadına şaşırarak baktı.
"Yok ya, doyumsuz seni?"
Gülerek kahvaltıda yenmeyecek bir şekilde sarmaları yiyip sohbet ettikten sonra asıl konu geldi. Cebindeki parşömeni görmesi için Lily'ye uzattı.
"Nedir bu gazete mi?"
"Sayılır. Bu baskı yalnızca üstteki insanlara gönderiliyor."
Lily meraklanıp içini açtı ve görüp okuduklarıyla şok oldu. "Ne yapacaklar ki bulunca?" "Sorgulanacak, arayışta..."
Yetkililerin dikkatine;
Dün öğlen saatlerinde denizin taşkınlık yaptığı tespit edildi. Tanrı Poseidon yakın zamanda şiddetli bir sarsıntı meydana getirmişti, bu yüzden taşkınlığın onun içi olmadığını biliyoruz.
Suyla birleşip arşa çıkan kıvılcımlar şiddetli bir yıldırım olarak geri döndü ve birkaç hanenin üzerine çöktü. Evler korunaklı olduğu için hasar almadı ama dışarıdaki birkaç insan yaralandı.
Buna sebep olan kişiyi görüp biliyorsanız arayışa bildirmeniz önemle rica olunur. Zira bu güçte bir büyü yapacak kişinin kayıtlarımızda olmaması bizi şüphelendiriyor.
Kayda geçmemiş gizlenen büyüler üzerinde çalışmalarımız devam ediyor.
Esenlikler dileriz.
Morgana Lyra Scrollweaver
Haberci parşömen gazete yorumcusu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
47.34k Okunma |
4.48k Oy |
0 Takip |
117 Bölümlü Kitap |