97. Bölüm

96. Bölüm

Mav Perikal
mavperikal

(99) Gizli Mabed

 

"Kızım?"

 

Duyduğum ses iliklerime kadar üşümeme neden oldu. Benim bir annem babam vardı, bu zamana kadar öyle sanmıştım. Daha beni unutmalarının acısını çekemezken şimdi biyolojik babam olduğu söylenen adam arkamdan sesleniyordu.

 

"Buna hazır değilsen koluma girmen yeterli, kimseye tek bir açıklama daha yapmak ya da kimseyle yüzleşmek zorunda değilsin."

 

"Her şey üst üste geldi değil mi? Ben nelere dayandım, buna mı dayanamayacağım Antuan? Daha büyük bir şey olamaz herhalde, bünyeme hepsini alayım da sonra topluca yıkılır zırıl zırıl ağlarım."

 

"Ağlama fikrinden hoşlanmadım canım." Kaşlarını çatmış bunu söylerken dönüp arkama baktı. "Hala bekliyor," diyerek rapor verince içimde derin bir of çekip olmadık şarkılara girme isteği dolansa da nihayet arkamı döndüm. Yüzleşecektim, bununla da yüzleşip sonra kendimi dibe batıracak ve yeniden yüzeye çıkaracaktım. Belki ignislerin gizli mağaraları gibi bir yer bulur ve avazım çıktığı kadar bağırırdım. Ya da en güvenlisi psikolojik bir destek almak olurdu. Burada bunun adını kahinle sohbete doğru koymuş olmadıklarını umdum.

 

İlk anda gördüğüm soluk mavi gözler dna testi istemeyecek kadar netti. Bakışlarımı kaçırdım ama sonra yeniden döndüm. "Varlığına inanamıyorum, sen gerçeksin?"

 

"Bazen buna ben de inanamıyorum," diye mırıldandım. Öz babam karşımdaydı ve ben ne hissedeceğimi bilmiyordum. Bana bir adım yaklaştı ve yüzümün her yerini incelemeye başladı. Dudağımın üzerindeki beni görünce gözlerini kapatıp birkaç saniye kendini toparlamaya çalıştı. Koyu renkli saçları ve buğday teni vardı. Gözlerimi ondan, saçlarımı yasak aşkından almış olmalıydım, öz annemden...

 

İçimde onu yüz üstü bıraktığı için bir öfke oluştu. Yanındaki eşine de alfa kızına da bakmak istemedim bir an. "Üzgünüm," deyip biraz bocaladıktan sonra "beyefendi," diye devam ettim. Adını bile bilmediğim gerçeği yüzüne bir tokat gibi vurunca anında elini uzattı.

 

"Rafael, Rafael North. Bu geç kalınmış tanışma için asıl ben üzgünüm. Konuşacak öyle çok şey var ki. Seni öğrendiğimden beri bu yaşta bir adama yakışmayacak kadar kıpır kıpırım. Bir yanlışlık olabilir mi diye zihnimi kemiren o küçük detay seni görür görmez gözlerine bakar bakmaz kayboldu. Lütfen seni tanımamıza izin ver, bizi tanımak için bir şans ver kızım. Birlikte malikaneye gidelim."

 

Hala havada duran elini alıp kısa ve kibar bir şekilde sıkıp bıraktım. "Lily White, Rafael Bey. Zihnim bunları düşünemeyecek kadar yorgun ve dolu. Biraz suların çekilmesini bekleyelim bence bu tanışma için."

 

"Ama?"

 

"Bunca zamandır yaşanan gecikme biraz daha yaşanabilir. Anlaşılmayı ümit ediyorum."

 

"Anladım kızım, haklısın biraz dinlenme süren olmalı ama nerede kalıyorsun? Yurttan yarın için bahsettiler. Senin için herkesten uzak bir oda temin edebilirim. İstemediğin müddetçe kimseyle konuşmaz, görüşmezsin." Sabit duran bakışlarımdan ötürü bu teklife sıcak bakmadığımı anlamış olacak ki geri adım attı. "Her ne kadar bunu istemesem de sana biraz zaman vereceğim. Bu adamın yanında kalmıyorsun umarım?"

 

"Bu adam dediğiniz kişi günlerdir bana yardım eden kişi Rafael Bey. Sizce ben soyundan geldiğini öğreneli bu kadar az zaman olmuş bir adamdan kapris çekecek gibi mi gözüküyorum?"

 

"Tamam sakin ol ama senden vazgeçmeyeceğimi de o güzel aklına sok. Seni kazanmak için elimden ne geliyorsa yapacağım." Konuşurken uzattığı parmağa memnuniyetsiz bir şekilde baktım.

 

"Çok gerginim konuşmayı burada sonlandıralım hoşça kalın." Arkama dönüp ona ve yanındakilere bakmak istesem de bakamadım.

 

"Bırak baba, buna aldırmayacak kadar meşgul. Üzerindeki elektriği toprağa bassa bile atamaz gibi gözüküyor ama belki içine gömersek rahatlayabilir."

 

"Soil, seni yanlış anlayabilir!"

 

"Şakaydı, bu bir terra deyimi."

 

Baba kız arkamdan konuşurken kendimi bu ailenin çok dışında hissettim. Üstelik şaka yapmayacak kadar düz bir tonda söylemişti. Ölmemi istiyorsa şayet sırasını beklemeliydi. Zira listenin en başını kızıl şeytan çekiyordu. "Bir uçurum kenarına gidelim, sonu denize açılan olsun," deyip Antuan'ın koluna girdiğim an saniyeler içinde ortadan kaybolduk. Saydam hava beni içine çekti yuttu, evirdi çevirdi ve en sonunda ayaklarım yere bastı. Bu kez yanımda iksir yoktu ve ben daha fazla dayanamayacaktım. Bir taşın yamacına gidip içimde ne var ne yok çıkarırken bu korkunç duygularımın da benden bir irin olarak kopmasını diledim. Aktarma yapmanın yan etkileri berbattı!

 

Antuan'ın yaklaşan adım seslerini duyunca "Gelme," diye bağırdım. Bir bu eksikti gerçekten. Yeteri kadar sefil halimi görmemiş gibi kusarken görmesine de gerek yoktu. Yakınmama aldanmayıp saçlarımı eline topladı ve bana yardımcı oldu. Ben ise ayakkabısına da bulaştırdığım için hıçkırarak ağlamaya başladım. Konunun ayakkabıya bulaşan leke olmadığını ikimiz de biliyorduk.

 

Sanki bu hiç yaşanmıyor gibi avucunda oluşturduğu suyu yüzüme çarptı ve ağzımı temizledi. Bir sonrakini saçlarımı geriye yatırmak için kullandı. Diğerini ise dudaklarıma doğru uzattı ve avucunun içinden birkaç yudum alıp çalkalamama sebep oldu. Gözyaşlarım bağırtılarım eşliğinde aşağı düşerken sessizce durup yüzüme baktığında söylediği şeyi hiç beklememiştim.

 

"Şu an sana sarılsam sanki her şey bir anlığına duraksayacak gibi geliyor." Şaşkın gözlerimle ona bakıp burnumu çekerken denemekten ne çıkar diye kollarımı ona doladım ama zaman durmamıştı. Birkaç gündür tanıdığım ve bana yardım edip adaleti sağlamak için yanımda duran adam ne kadar kötü olabilirdi ki? Konu bir yerden sonra artık güven de değildi. Beyaz gömleği gözyaşlarımla ıslanırken parmakları saçlarımda dolaştı.

 

Kaç dakika kollarının arasında ağladım bilmiyorum. Bazen birinin yanında olması iyi geliyordu işte. Zihnim ip yumağı gibi birbirine dolaşırken benliğimi kaybediyormuş gibi hissettim ve ayağa kalktım. Bu uçurumu bu yüzden istemiştim. Valeri'nin gözünden gördüğüm görüyü şimdi gerçekleştirme zamanıydı. Bir anda koşarak uçuruma doğru gitmeye başlayınca "Lily," diye seslendi ancak oralı olmadım. Yarınlar yokmuş gibi uçurumdan atlayıp suyun dibine kavuşmaktı tek dileğim.

 

Arkamdan söylediği "Bunu yapacağını biliyordum," homurtusu kulaklarıma hava tarafından dolduruldu. Sonrasında ise yanımdan hızla biri daha düşmeye başladı. "Arkamdan atladığına inanamıyorum manyak adam!"

 

"Niye, su yalnız senin değil ya?"

 

Uçurumdan düşerken rüzgar kulağıma basıncını doldurdu ama ben yine de ona ters ters bakmaya devam ettim. Aşağı inerken yaşadığım o adrenalin tüm bedenimi baştan aşağı sarsmıştı. Sanki bu bir oyunmuş gibi üçten geriye doğru saymaya başladı ve nihayet tüm hızımla suya düşüp dibe doğru çekildim.

 

Bedenimi saran buz gibi su şok etkisi vererek beni titrettiğinde gülmeye başladım. Başımda ziller çalıyordu ama ben kafayı yemiş gibi hissediyordum. Tanrım bu dalış o kadar iyi gelmişti ki. Bir anda günlerdir atmak istediğim o öfkeyi ve stresi suyun içinde çığlık atarak yapmaya başladım. Ancak sesim duyulmadığı gibi parmak uçlarımdan çıkan kıvılcımlar suyun üzerinden yılan gibi kıvrılarak yukarı doğru patladılar. patladılar.Ba

 

Başka hiçbir eylem göstermeden dibe doğru çökmeye devam ediyordum ki bileğimi tutup beni peşinde sürüklemeye başladı.

 

"Ne yapıyorsun be? Bırak da ağız tadıyla depresyona gireyim."

 

"Gel gel sonra girersin. Ortamın anasını ağlattın zaten."

 

Ağzımdan çıkan baloncukları duymadığına emindim. Zira ben de onun sesini zihnimde duyuyordum. Sanırım iki aqua suyun altında böyle iletişim kuruyordu.

 

"Tamam bırak geliyoruz işte."

 

"Tepkilerin asi bir ergen gibi canım."

 

"Şu an tek istediğim asi bir ergen olmak canım."

 

Ona canım dediği anda yüzmeyi bırakıp öyle bir baktı ki ne olduğunu anlamadım. "Ağzımdan kaçtı," derken sırıtmaya devam ederek ilerledi. Gömleği suyun içinde dalgalanırken ara ara bedenini açığa çıkarıyordu. Bunu fark edince kendi elbiseme baktım, neyse ki fena durumda değildik. Deniz anası gibi dalgalanıp geri gelen tek şey saçlarımdı.

 

Büyük bir kayanın önüne geldiğimizde iki eliyle birden baskı yapmaya başladı. Normal bir yerde olsaydık kayayı itmeye çalışan tek manyak olarak tarihe geçebilirdi ancak biz Basillan'daydık. Elinden çıkan çıtırtılar kayayı eritti ve ben onun aslında bir yosun olduğunu anladım. Açılan yuvarlak delikten içeri girmeden önce bana başıyla gel işareti yaptı.

 

Off şurada dibe çökmek isterken önüme yeni bir gizem koyması hiç hoş değildi. Meraklı kişiliğim bu deliğin içine girmek için çoktan yüzmeye başlamıştı bile. Arkamızdan kapanan kaya sayesinde gün ışığımız iptal olmuştu ama tam karanlıkta kalacağımızı düşünürken yavru deniz analarının bedeniyle yaydığı ışık önüme fener gibi yansıdı. Her yerde ve oldukça sevimliydiler.

 

Delik giderek genişlemiş ve önce bir havuz boyutu, ardından da denizin devamı gibi bir genişlik açılmıştı. Burayı görünce gözlerime inanamadım.

 

"Deniz altındaki gizli mabedime hoş geldin canım."

 

(100) Birden Fazla Canlı

 

İgnislerin, ejderhaların ulaşacağı yükseklikte gizli sığınakları vardı. Demek bu durum aqualarda bu şekilde değişiklik gösteriyordu. "Mabed derken, tüm aqualar?"

 

"Hayır burayı ben oluşturdum, yalnızca bana ait."

 

"Ben neden biliyorum o zaman?"

 

"Böyle bir yere ihtiyacın olduğunu düşündüm. Seninle paylaşabilirim."

 

"Çok güzel." Muhteşemdi, güzel demek yetersiz kalırdı. Kayaların arasından, zeminden çıkan çiçekler öyle çoktu ki. Büyük ve yumuşak yaprağına dokunduğum an bir anda elimi sarınca ne yapacağımı bilemedim. Sonra bir şey oldu, çiçek elimle bütünleşti ve elim yok oluverdi.

 

"Antuan, elimi yedi hey?"

 

"Sakin ol, canın acımıyor elin hala burada," deyip parmaklarını parmaklarım arasından geçirirken hissettim. Evet buradaydı, yine de bunu el ele tutuşmadan anlayamaz mıydık? "O zaman bu çiçek?" Başını evet anlamında sallayınca heyecanlandım. Çiçek elimle bütünleşip elimin görünmesine engel olmuştu.

 

"Yani ben bu çiçeği bütün bedenime sararsam?"

 

"O güzel aklın ve küçük ağzın burada gördüğü her şeyi unutacak ve konuşmayacak. Bunları bizzat ben oluşturdum burada. Her bitkinin ve hayvanın suyla bütünleşen mükemmel yetenekleri vardır. Yalnızca görmek gerekir. Ben yalnızca gerezanın hükümdarı değilim, suya da hükmetmeyi severim."

 

"Seni kimse engellemiyor mu?"

 

"Niçin engellesin ki? Faydalı şeyler yapıyorum."

 

"Faydalı mı? Görünmez olup insanlara zarar verebilir, onların özel anlarına müdahale edebilir ve eşyalarını çalabilirsin?"

 

"Yok ya? Hep kötülüğe çalışıyorsun bakıyorum da? Ya da Basillan için önemli bilgileri bu sayede öğrenebilir, mahkumlar arasında dolaşıp suçlarını itiraf etmelerini sağlayabilirim. Birinin eşyasını çalmaya ihtiyacım yok!"

 

"Özel anlarına müdahale etmeye ihtiyacın var ama?"

 

"Sadece görmek istediğini görüyorsun. Bana ne bir başkasının özelinden, ben işimi yapar kenara çekilirim."

 

"İyi, bu çiçek ne işe yarıyor öyleyse?"

 

"Söylemeyeceğim, sinirlerimi bozdun."

 

"Lütfen söyle, sana hırsız ve üçkağıtçı demeyeceğim bir daha."

 

"Yok birde deseydin." Eliyle bana doğru gönderdiği su dalgasıyla birlikte geriye doğru dengem kayınca şaşırdım.

 

"Savaşmak mı istiyorsun?" dediğimde sırıttı.

 

"Hayır."

 

"İstiyorsun, istiyorsun?" deyip bir dalga da ben ona gönderdim. Minik su toplarını kar topu gibi bana atmaya devam ederken bu şekilde bir su savaşı yapacağım aklımın ucuna bile gelmemişti. Can yakmıyor ama şiddeti çarpıyordu.

 

"Tamam dur dinlen biraz yoruldun."

 

Gerçekten nefes nefese kalmış ama içimdeki irinlerin bir kısmını daha dışarı çıkarabilmiştim. Zihnimin az da olsa boşaldığını hissediyor ve bunu zaten benim için yaptığını anlıyordum. "Şuraya doğru oturmanı tavsiye ederim."

 

Dediği yere doğru gidip kendimi boşluğa bıraktım. Aslında boşluk olmadığını otururken anladım. İki yana doğru açılan bir ağız gibi yumuşak ve rahat bitkinin üzerindeydim. "Bunu o diğer bitki mi yaptı?" diye sorunca başını salladı. "Neden peki?"

 

"Bir başkası, giremez ama şans eseri girdi diyelim kullanıldığını anlamasın diye. Aslında küçük bir ev sayılır burası, daha görmediğin işe yarar bir sürü şey var."

 

"Yatak da var mı?" diye soruverdim bir an. Göz göze geldiğimizde ise garip bir atmosfer oluştu.

 

"Evet var, uyumak istersen şu köşede." Ne diyeceğimi bilmediğimden başımı salladım. Ev deyince aklıma neden ilk yatak geliyordu ki?

 

"Elimi attığım her şeyin altından bir şey mi çıkacak şimdi?"

 

"Elini nereye atmak istediğine bağlı?"

 

Garip bir diyalog kurarak ilerliyorduk. Birden ayağa kalktım ve başka bir köşe olarak düşündüğüm yere geçtim. "O zaman burada mutlaka bir şey vardır." Elimle yokladığımda gerçekten yumuşak bir şeye denk gelmiştim.

 

"Bence ona dokunmak istemezsin, uzaklaş." Biraz tedirgin mi olmuştu yüzü?

 

"Ne ki bu?" Elimle yoklamaya devam ederken büyük ve yumuşak bir deri seviyor gibiydim. Ancak sonra elime başka bir şey geldi. "Bu yumuşak çıkıntı da ne?"

 

"Siktir! Çekil oradan dedim. Canlımı taciz ediyorsun!"

 

Bir anda bağırıp geri çekildiğimde canlısının ne olduğunu bile bilmiyordum. Neresine dokunmuştum. "Aağğğ," diye zaten suyun içinde olan elimi hızla silmeye çalışırken, onun da boynunun kızardığını gördüm. Sinirlenmiş miydi? Haklıydı. Benim canlımı taciz etse ben de sinirlenirdim.

 

"Tamam oğlum sakin ol korkacak bir şey yok."

 

"Oğlum mu?" Korkunç gerçek yüzüme şak diye vuruldu.

 

"Sağı solu ellemek istemenden anlamalıydım amacını. Söylesene bedenim tehlikede mi şu an? Oğlumu küstürdün bile."

 

"Ne diyorsun sen ya? Sapık mıyım ben?"

 

"Bir canlıyı ellediğine göre."

 

"Senin de görünmez canlın olmasaydı. Özür dilerim canlı kardeş istemeden böyle bir hukukumuz oluştu, affet, mazur gör, büyüklük sende kalsın ha?" derken bir köpek gibi silkelenmesiyle üzerindeki yapraklar suyun içinden yüzeye doğru ilerledi ve kalakaldım. Büyüklük gerçekten ondaydı, çok büyüktü, çok çok büyüktü. "Bu, canlın bu mu? Devasa bir su aygırın mı var yani?" Hayret dolu çıkan sesime ters bir bakış attı.

 

"Aygır demezsek yalnız alınıyor?"

 

"Amma da narinmiş. Hipopotam diyeyim öyleyse?"

 

Gür bir ses çıktığında bunu da dememem gerektiğini anladım. Gereksiz bir ne diyeyim geyiği yapacak durumda olmadığım için başımı salladım. "Su atı denilmesini tercih ediyor."

 

"At mı, yalnız beygir değil aygır bu. At dediğin uzun, dört bacaklı, mükemmel bir kuyruğu olan ve dıgıdık dıgıdık giden hayvan. Sen basıksın, kocamansın, bir kere kafan bedeninin yarısı kadar." Şaşkınlıkla saçmalamaya devam ederken çıkardığı sesleri duyunca duraksadım.

 

"Lütfen sus artık. Tamam oğlum sakin ol."

 

"Tamam tamam, pardon." Elimi yetmezmiş gibi bir de üzerime sildikten sonra "Naiads neredesin? Milletin canlısı gizli gizli onu gözetliyor sen-" dememe kalmadan Antuan diğer elini boşluğa doğru uzattı ve dev çiçek yaprağını indirdi. Yaprak yukarı doğru dalgalanarak giderken arkasında itişen iki tane deniz canlısı daha vardı. Biri benim canlım Naiads, diğer ise tanımadığım bir denizkızıydı.

 

"Tek gözetleyen milletin canlısı değil," deyip ona ters ters bakan Antuan'ı görünce gümüşi kuyruğunu sallayarak bana geldi.

 

"Seni çok merak ettim."

 

"Sana haber yollamıştım." Bu kez Antuan'a ters bakan Naiads'tı.

 

"Evet yolladın ama görmeyi tercih ederdim." Başımı yukarı aşağı sallayıp onayladım. Haklıydı ama gelecek durumda değildim. O da denizin içinden bu kadar yardımcı olabiliyordu.

 

"Burada olduğumu nasıl anladın?"

 

"Suya girer girmez nerede olduğunu biliyordum. Bunu hep hissederim. Bağımız genişleyince sen de hissedeceksin." Anladığımı belli eder gibi başımı salladım.

 

"O kim arkadaşın mı?"

 

"O benim asıl canlım," diye cevap veren Antuan'a şaşkınca baktım.

 

"Nasıl yani e bu aygır," diyemeden yeniden böğürmeye yakın sesler duyunca dilimi ısırdım. Sus işte sus istemiyor hayvan dış görünüşüyle yargılanmak, saygısız Lily!

 

"Birden çok canlın olabilir bazen. Bazılarıyla bağ kurmasan bile seni sevip yardım edebilirler," derken su aygırının başını seviyordu. Gümüş saçları beline kadar uzayan denizkızı Antuan'ın yanına gidip onu da sevmesi için garip hareketlerde bulununca bu durumu neden garipsedim bilmiyordum...

 

(101) Tenimdeki Ay Işığı

 

Gümüş saçları Antuan'ın koluna dolandı ve başını onun omuzuna koydu. Daha bir saat evvel ben orada ağlıyordum. Tamam, bunu düşünmeyecektim.

 

"Sapphire kontrol edebildin mi?"

 

"Bu tamamını kontrol edebileceğimden daha güçlü bir dalgaydı." Konuşurken kuyruğunu sallıyor ve saçı gibi gümüş yoğunlukta olan kuyruğundan mavi parıltılar sızıyordu.

 

"Tamam, buradan çıkınca bakarım sağ ol."

 

"Rica ederim Antuan, senin için bir şeyler yapmaktan hoşlanıyorum," dedi cıvıldayarak ve su aygırının üzerine doğru oturdu. "N'aber yakışıklı, küs müyüz?" Su aygırı derin homurtular çıkardı ve denizkızı kuyruğunu sallanıp onu neşelendirmeye çalıştı.

 

"Her şey yoluna girdi mi?"

 

"Az önce bir şey mi oldu?" Naiads'la aynı anda konuşunca gülümsedik. Farklı renkli gözleri sürekli oraya bakmamı sağlıyordu.

 

"Önce sen?"

 

"Her şey yoluna girdi sayılır. Valeri ceza aldı ama bundan mutlu olmadım. Adalet yerini buldu işte. Buraya nasıl geldiğimi biliyor musun?"

 

Naiads, Sapphire'e baktı ve başını salladı. Anlaşılan o Antuan'a sormuştu ve canlısı da benim canlıma söylemişti. "Ailenle anlaşırsın umarım."

 

"Umarım," dedim büyük bir boş vermişlikle. İçimde yıkılan binaların enkazını kaldırmadan öğrendiğim her şey, molozların üzerine inşa edilmeye başlayan yeni binalar oluyordu ve ne kadar sağlam bir yapı olacağından emin değildim. "Ee bunu şu an konuşmak istemiyorum sorumun cevabını alayım?"

 

"Denizde bir patlama meydana getirdin haberin yok mu?"

 

"Ne? Patlama mı? Yani atladıktan sonra bir takım öfkem açığa çıktı ama ne kadar patlama olmuş olabilir ki?"

 

"Denizi taşırıp suları yüzeye atacak kadar. Hatta kulağıma gelen fısıltılar büyük damlalar halinde gökyüzüne kadar sıçrayan sular olduğu konusunda."

 

"Ne olmuş sıçramışsa? Burası bana neler yaptı, ben deniz taşırmışım çok mu?"

 

"Anlamıyorsun, herkesin öfkesi bu şiddette olmaz. Sen bedenine döndüğün gün de yer sarsılmış büyük bir deprem tehlikesi atlatmıştık. O gün olanlar tanrının gazabıydı ve bizi şöyle bir silkeleyip sarsmıştı."

 

"Sakın bana tanrısal kıvamda olduğumu söyleme, yolarım o pullarını?"

 

Naiads pullarına bakıp kaşlarını çattı. "Bunu yapmayacaksın!"

 

"Elbette yapmayacağım sadece şakaydı," dedim sevimlice gülümseyip. Her şeyi ciddiye almaya gerek yoktu bence.

 

"Tanrısal kıvamda değilsin, ama sıradan bir aquanın geçirdiği öfke nöbeti gibi değildi. Sende daha güçlü bir şeyler var Lily. Başlangıçta iki gözümde maviydi. Ama seni o çeşmenin içinde görüp enerjini hissettiğim an seçmeye karar kılmıştım. Daha sen beni görmeden hem de. O günden sonra tek gözüm turuncuya kaydı. Bunun seninle ilgili olduğunu düşündüm."

 

Suyun içinde hareket ettikçe sallanan saçlarımı ellerimin arasına aldım. "Tüm bunların ne anlama geldiğini bilmiyorum. Bana o kadar şiddetli gelmemişti."

 

"Öğreniriz, sen su da olduğun için hissetmedin ama dışarıda olanlar mutlaka hissetmiştir."

 

Onun gözleri takılacaktı şimdi de zihnime. Bir sürü şey vardı; yarın yurda gidecektim mesela, Chloe'yi görmeye gidecektim, uygun buldukları an bir oturum daha yapacaktık kraliçenin emrine göre, herkes kim olduğumu öğrenecek ve ben akademiye sıfırdan başlayacaktım. Tamam sıfır bilgim yoktu ama yine de bir şeyler biliyordum. Şimdi temeli de öğrenecektim.

 

Biz konuşurken bizi hiç bölmeyen Antuan ve denizkızı bir köşede sohbet ediyordu. Yüksek sesle ofladığımda dönüp bana baktı.

 

"Daha iyi misin?"

 

"İyiyim." Su gerçekten iyi geliyordu.

 

"Canlın yanında olduğu an sana enerji de veriyor aynı zamanda."

 

"Öyle mi teşekkür ederim Naiads."

 

"Rica ederim Lily."

 

"Dinlendiysen çıkabiliriz, ben çok acıktım, senin de öyle olduğunu düşünüyorum."

 

Dinlenmiştim gerçekten. Naiads bana asker selamı tarzında bir el hareketi yapıp, kuyruğuyla kolumu okşadı ve gülümseyerek yüzmeye başladı. Ardından Sapphire de onu takip etti.

 

"Çıkalım, vücudumdaki balıksı şeylere hala alışamadım. Zaten dibe çöküp ağlamama vakit bile vermedin, bir daha seninle gelmeyeceğim."

 

"Duygularıyla denizi ayran çalkalar gibi çalkaladı, neymiş dibe çöküp ağlamamış. Al ağla, tamam çök şuraya ağla da gidelim bu nedir ya?"

 

Tepkisi o kadar komikti ki tüm isteğim bir anda geri gitti. Onun yerine kahkaha atarak yüzmeye başladım. Omzumun üzerinden dönüp baktığımda şakaklarını ovalayarak bana ters ters bakıyordu. "Hadi gelmiyor musun? ÜÜzülme yarın kurtuluyorsun benden," deyip güldüm. Ama o daha da sertleşti. Hiç ses çıkarmadan yosunun kapladığı ve dışarıdan bir kaya gibi gözüken yeri eliyle eritti ve kapımızı açtı.

 

"Saat o kadar geç oldu mu ya?" Ayın ışığı suyun içinden parlarken kıvrılarak yüzeye doğru çıktım. Sanki tenimde gezinmesi kutsal bir şey gibi hissedip mutlu oldum çıkarken. Emin olduğum bir diğer şey ise gizli mabedin buradan sıyrıldığıydı. Çünkü ay ışığı namına bir şey göremediğim için zamanın bu kadar aktığını hesap edememiştim.

 

Çıkar çıkmaz vücuduma yapışan ıslak kıyafetlerimin kurumasını bekledim ama öyle olmadı. "Ee kurumadı bu? Daha önce Naiads'ın verdiği kıyafet kurumuştu." Arkamdan suyun içinden bana doğru geldiğini bildiğim Antuan'a bakarken nutkum tutuldu. Ne olmuştu böyle? Önce suyun içinde rengi açılmış gibi duran ve sinirini hissettiğim gözlerini gördüm. Sonra başını çıkardı ve bir köpek balığı gibi yaklaşmaya devam etti. Ardından sular saçından damlarken omzunu ve bedenine yapışan ıslak gömleğini izledim. Gözlerim biraz daha aşağılara kayarken bundan vazgeçip arkamı döndüm hemen. Geride homurtusunu duyarken esen rüzgar beni kendime getirip titretmeyi başardı.

 

"Çıkmadan önce büyülüyorsun canım."

 

"Neden büyülemedin o zaman?"

 

Hala arkam dönüp konuşmam canını sıkmış olacak ki beni çevirmek yerine önüme gelip bekledi. "Benden kurtuluyorsun deyip kaçmasaydın söyleyecektim ama sen giderek sinirimi bozuyorsun."

 

"Öyle mi? O halde ben denizin altına geri döneyim. Orada uyur uyanırım."

 

"Yok ya?"

 

Somurttum. "Hem sinirlerim bozulmasın istiyorsun hem de beni yanında istiyorsun. Bir karar ver hangisi?"

 

"Sinirimi bozmayan sen." Bir adım daha atıp yaklaştığında çıplak ayak uçları parmaklarıma dokundu. Ayakkabılarımız denize girdiğimiz andan itibaren yok olmuştu ve onun yerine ayaklarımız yüzmeyi kolaylaştıran perdeli bir şeye dönüşmüştü. Şimdi ise olağanüstü normaldi. "Üşüyorsun, önce seni kurutalım," diyerek ellerini yüzümün iki yanına koydu. Gözlerimin içine bakarken kaçırmak yerine bu defa yumarak büyüyü bitirmesini bekledim. Sabah saçlarıma dokunması kurutması için yeterli olmuştu. Şimdi bedenim için yüzüme mi dokunması gerekiyordu?

 

Derin bir nefes aldığını duydum. Parmakları hafifçe yanaklarımı okşadı. Sonra yüzüme yapışan ıslak saçlarımı çekti ve parmak ucunu saçıma doladıktan bir an sonra saçımın ağırlığının kalktığını hissettim. Elleri saçımdan omzuma, oradan da parmak uçları tüy kadar hafiflikle kollarımdan aşağı indi. Dokunduğu yer kuruyor mu yoksa sızlıyor mu emin olamıyordum. En sonunda bileğime doğru indiğinde parmaklarını yeniden parmaklarımın arasına geçirdi ve bir müddet öyle bekledi.

 

Bu kez gözlerimi açtığında onun gözlerinin kapalı olduğunu gördüm. Ay ışığının altındaki sessizlikte konuşsam bomba etkisi yaratacağını düşündüğüm için "Ne uzun bir büyüymüş?" diye fısıldadım.

 

"Tüh, konuşmasaydın tam bitiyordu, şimdi biraz daha beklemek zorunda kalacaksın." Ses tonunda artık sinirden eser yoktu, açtığı gözlerindeki bakışları yumuşaktı, öfke de silinip geçmişti. Göz göze gelmemize rağmen ellerimi bırakmadı. Sonra ise onun avucundan benim avucuma akan bir kıvılcım hissettim. Nihayet tamamen kurumuştum.

 

"İşte bitti," diyerek yavaşça parmaklarını parmaklarımdan sıyırdı. Üzerimi sadece kurutmamış aynı zamanda değiştirmişti de. Sanki su gibi akıp gidecek duran kumaş rüzgarın etkisiyle dalgalanıyor ve parıldıyordu. Arayıştaki gibi boğazıma kadar kapalı değildi. İnce askılıydı ve ölçülü bir dekoltesi vardı. Bedenimi sararak aşağıya doğru uzanıyordu.

 

"Çok güzelmiş," diye beğeniyle fısıldadım.

 

"Ay ışığı altında daha güzel gözüküyor evet." Yumuşak gözlerinin içinde dolanan beğeni parıltılarının farkındaydım.

 

"Elbise mi?"

 

"Evet elbise. Aqualar genelde bu tarzda giyinir. Yani kumaşta, işte anladın."

 

"Kendini niye kurutmadın."

 

"Sana bakarken kurutuyordum ama dikkatimi bozdun."

 

"Tüh, biraz daha mı bana bakarken kurumanı beklememiz gerekecek?"

 

Sorum karşısında önce bir afalladı, sonra ise sırıtan yüzüyle kahkaha atmaya başladı. Bir an sonrasında ise kupkuru ve yeni kıyafetlerle karşımdaydı. Tıpkı üzerimdeki elbisenin kumaşından olan bir gömlek tenini sarmıştı. Onu incelediğimi anladığında "Beğendin sanırım."

 

"Ay ışığı altında daha güzel gözüküyor evet," dedim ve gülerek alt dudağını dişleri arasına aldı daha fazla gülmemeye çalışır gibi.

 

Gözlerimin içine bakarak "Gir koluma," dedi ve tıpkı bir çift gibi uyumlu kıyafetlerle deniz kenarından ayrılıp dağ evine aktarıldık.

 

Karnımız gerçekten çok aç olduğu için birlikte yemek hazırlamaya başladık. Maalesef bu konuda üstün yeteneklerim olmadığı için daha çok getir götür yapmıştım. Hazırladığımız masaya bir mum ışığı koyup yaktı. Zaten küçük olan masanın iki ucuna oturduğumuz zaman kendimi özel bir yemek davetinde gibi hissettim. Ancak yanlış anlayacağım herhangi bir şey yapmadı ve söylemedi.

 

Sıradan bir sohbet ve yemeğin ardından içeceğimi yudumluyordum ki zihnimde onu duydum.

 

Zambak?

 

Ağzımdaki tüm içecek yaşadığım şokla birlikte tam karşımda oturan Antuan'ın güzelim gömleğine dökülürken ne olduğunu anlamaya çalışır gibi baktı büyüyen gözlerime.

 

"Greinner?"

Bölüm : 10.02.2025 20:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...