115. Bölüm

115. Bölüm

Mav Perikal
mavperikal

(137) Sevgili Kadim Büyüler

 

Kar Basillan'ın her köşesini sarmaya devam ederken Rafael sonunda düşüncelerini soyutlamış ve kızının yanına girebilmişti. Cam küvetin içinde ıslak giysileriyle öylece uyuyan kızını görünce gözyaşlarını tutamadı. "Güzel kızım yıllar sonra karşıma çıkıp bana can oldun, şimdi verdiğin o canı ellerinle alma ne olursun. Lily, sana yalvarıyorum bu büyüyü aş! Seni ele geçirmesine izin verme. Sen en fazlasısın." Toprak elementini kullanıp cam küvetin etrafını bir sürü mis gibi kokan çiçekle ve zambaklarla çevirdikten sonra kızının alnını öpüp odadan çıktı. Odayı buhrana sokmak istemiyordu. Sonra sırayla Petunya geldi, bir fırsatını bulan Soil geldi ve ablasını öyle görmeye dayanamadı.

"Bunca zaman sonra yalnızca Basillan'ın kurtuluşu için burada olmuş olamazsın. Hem tam da kurtulmuş sayılmaz abla, üstelik artık bir ablam olma fikrine alıştım... lütfen kalk. Sana istediğin kadar liçi meyvesi bulacağım söz."

Dakikalar geçerken Antuan kapıda göründü. Rafael ondan iyi bir haber beklerken o Orion'un kaçırıldığını söyleyince ortalık karıştı. "Çocuklarımı bilerek mi istiyormuş kahpe! Onu ellerimle boğacağım. Kraliçe değil kuyruklu yılan."

"Sakin olun lütfen nerede olduğuna ulaştım kurtaracağım elbette ben yalnızca haber vereyim dedim."

"Peki Soleil? İkizi olmadan ne yapıyordur kim bilir?"

"Kızlar iyi bir problem yok. İçeri kimse giremezdi ama Orion'a toprakla fısıldayıp dışarı çekmişler."

"Tanrım! Rafael neler duyuyorum? Git ve kurtar çocuklarımızı! Ben burada Lily'nin yanında kalacağım endişe etme." Petunya'nın gözyaşları durmak bilmiyordu. Kocası ondan daha soğukkanlı olduğu için onu aramaya kendisi değil o gitmeliydi.

Antuan Soil'e baş işareti yapınca birlikte çıktılar dışarıya. Toplanma alanına gelene kadar diğer mavi kanlar da çoğu şeyi öğrenmiş ve aralarında bilgi paylaşımı yapmışlardı. "Orion'u gücü için çağırmış," dedikten sonra detayları hızlıca anlattı ve onların olduğunu tahmin ettiği yere doğru hızlıca gittiler.

Bu arada kraliçeye ve çocuklarına ulaşamayan halk isyan çıkarmıştı. Sarayı yuhalayıp kraliçenin tahttan inmesi gerektiğini söylüyorlardı. Evet savaş telaşlı geçmişti ama bir çift gözü olan herkes orada kimlerin olmadığının gayet farkındaydı. Basillan halkı sinirli, yorgun ve mutsuzdu.

Antuan etrafı tararken ayakkabısının ucundan gelen kırılma sesi dikkatini çekti. Soil bunu görünce iç çekti. "Bu ablamın Orion'a hediye ettiği kolye."

"Orion çok zeki bir çocuk bize bir ipucu bırakmış. Buralarda bir yerlerde bir şeyler olmalı." Antuan ve Hughie göz göze gelince, adam elindeki büyüyü hava elementiyle kullandı ve gizlenen her şeyin açığa çıkmasını sağladı. Hava dalgalandı ve bir sis gibi yayıldı önce ardından gizlediği gerçeği ortaya çıkarırken herkes bir anda kılıçlarına sarıldı ama sandıkları gibi değildi. Yüzlerce düşman içi sıkılmış meyve suyu kutusu gibi havası alınmış bir şekilde büzüşüp kalmıştı. Ortadaki taşın üzerindeki rün her şeyi anlatıyordu bilene. Rafael bunu biliyordu. Oğlunun küçükken anlattığı masalları yeniden şekillendirip ona sormasından sonra bir şeyleri çözmüş ve birlikte ona fark ettirmeden çalışmaya başlamışlardı. Bu yüzden o kaçırıldığında hemen ne için olduğunu anlamıştı.

"Orion yok baba!"

"O kendini kurtarmıştır kızım." Adamın içi rahattı. Düşman avuçlarının içine paketlenip verilmişti. "Yapılacak tek bir şey var. Savaş esnasında halkın güvenliği ve yine onların huzuru için arayışa çıkmadan, yetkili aramadan karar verme yetisine sahibim. Ben gereza hükümdarı Antuan Garcia, sizden el birliğiyle içimizdeki hain kraliçe dahil, düşmanı yok etmeyi teklif ediyorum." Kalıp bu kadının cezasını acılı yollardan çıkarmak Antuan'a göre değildi. Eline düşmüştü ve fırsatı varken ondan sonsuza kadar kurtulacaktı. Kalmasını ve gerezaya hapsedip beslemeye hiç niyeti yoktu. Ejderhaların onu kızartmasındansa kendi elleriyle tarihe gömmeyi istedi. Çünkü içindeki bir his bu işi bugün bitirmezse daha da hırslanıp başına bela olacağını fısıldıyordu.

"Hükümdar Antuan Garcia ile olağanüstü halden dolayı ek yetkili aramadan yasak büyüyü yapmayı kabul ediyorum." İlk onaylayan Mara olmuştu. Kraliçenin dehşet verici yüzüne tiksintiyle baktı. Ardından profesör Gabriel, Soil, Alex, Valeri, Boreas, Victor, James, Hughie ve Rafael onayladı. Hep beraber ellerini havaya kaldırdılar ve büyülü sözleri söylemeye başladılar. Elementi hava olanlar tılsımı kuvvetlendirdi ve şeffaf bir ağı onlarca düşmanın üzerini sardı. Elementi su olan Antuan bu ağın üzerinden buz parçacıkları gönderirken toprakla sıkıştırıp ateşle sağlamlaştırıyorlardı.

Ağ havada büyüdü büyüdü ve nihayet hepsini içine aldı. Ardından hepsinin elleri havadayken bitirici sözleri söyleme başladılar. Ağ tüm koçbaşlarını, düşmanı ve kraliçeyi sımsıkı sardıktan sonra tuz buz olup patladı. Etrafta buz fırtınası gibi düşman bedenin dağılışını izlediler. Hepsi eliyle yüzünü bu fırtınadan korurken darbe almamaları mümkün değildi. Çok fazla güç kullandıkları için güçten de düşmüşlerdi ama kalan düşmanın büyük bir kısmı yok edilmişti. Onları bu kadar zekice paketlediği için Orioan'a bir teşekkür ve ödül borçlulardı. Artık etrafta bir düşman yoktu, fırtına dinince zeminde yalnızca onların tozu kalmıştı. Onu da Soil ve Rafael toprağa çekip hapsettikten sonra tamamen bitmişti.

Artık kraliçe yoktu ama tehlike bitmiş sayılmazdı. Basillan'daki ölülerin arasından kimlerin çıktığını bulmaları gerekiyordu. Acil kurul toplandı ve dört büyük bilgelerle birlikte önemli kararlara varıldı. Lily hala uyanmamıştı, Soil ve Valeri çocukları görmek için Antuan'ın önderliğinde gizli bir girişten içeri girdiklerinde Orion'u göremediler. Bir umut çocuk buraya dönmüş demişlerdi ama düşmanla birlikte olmasa da Orion hala kayıptı. Soil kız kardeşine sarılırken Valeri kızına ve eşinin en küçük kardeşi Rayna'ya sarılıyordu. "Benim güzellerim, hiç korkmayın, her şey geçecek."

"Kötü şeyler oluyor ve bize söylemiyorsunuz değil mi abla? İkizim nerede?"

"Şu an her şey yolunda bir tanem bana güven," dedi Soil birkaç dakika önce kraliçeyi parçalamamış gibi. "Orion'a zihninden ulaşmayı denedin mi?"

"Denedim ama kapalı, sanki bir duvar örmüş ve beni dışarıda bırakmış gibi. Bunu yalnızca küs olduğumuz zamanlarda yapardı. Abla Orion bana küstü mü?"

"Hayır güzelim o bir kahraman ve belki güç tüketimi onu yormuştur."

"Lily ablamın yanında mı bende onu görmek istiyorum?"

Saçlarını okşadığı kardeşine yeniden sarılınca birkaç damla kaçıverdi gözlerinden. "Burası en güvenli yer sizin için."

 

**

 

Kraliçenin sakladığı diğer çocukların yeri hala bulunmamıştı. Defterin bahsettiği yere gittiklerinde çoktan oradan ayrılmışlardı. Ya hala topraklarında kalan düşmanlar mevcuttu ya da içerideki hainler bu planı sürdürmeye devam ediyordu.

Lily hala uyanmamıştı.

Korkunç savaşın üzerinden üç gün geçerken yerin altından çıkan ölüleri aramakla uğraşıyorlardı. Bu durumu herkes bilmediği için arama gizli bir süreçten geçiyordu ama çocukların kayboluşu sır olmadığı için halk her yerde onları arıyordu. Bu kadar çok çocuğun nereye saklanabildiği ise koca bir muallaktı.

Antuan küvetin içinde duran sevdiği kadına içi gider gibi baktı. Elini alnı ve saç dipleri arasında gezdirip okşarken gözlerini ne zaman açacağını merak ediyordu. "Güzelim, mis kokulu zambağım... sence de artık uyanmanın zamanı gelmedi mi? Seni çok özledim," diye fısıldayıp elinin üzerini öptü. "Lily'm hangi adam için sevdiği kadını bu şekilde görmek dayanılırdır? Dışarıdan yıkılmıyor gibi gözükmem gerekiyormuş ama içim paramparça. İçimde çoktan alt üst oldu bir şeyler. Lütfen, canım, lütfen..." deyip bir lütfene sığdırmak istedi içindeki zelzeleyi. Gözlerinden akan yaş küvetteki suyun içine damladı ve Lily'nin zihninde bu ufacık sesle bir deprem oldu. Tüm damarları şiddetli bir şekilde sarsılıyormuş gibi hissediyordu ancak dışarıdan gözüken kıpırdamadan uyuduğuydu. Aquası olan Antuan'ın bizzat elementiyle oluşturduğu su, gözyaşıyla elbette tepkimeye girecekti. Bunu fark etmedi ve hüzün dolu bakışlarla odadan çıktı.

Antuan hızlıca zihninde neler olup bittiğini tarttı.

Çocukları bulamamışlardı.

Orion hala kayıptı.

Lily uyanmamıştı.

Krallık düşmüş ve kraliçe yok olmuştu üstelik halk isyan başlatıyordu.

Hala kuytulara saklanmış düşmanlar olduğuna emindi.

Tıpkı etrafta dolaşan ölü insanların olduğu gibi...

"Kafam kazan gibi," diye fısıldayıp kendini koltuğa bıraktı. Adeline abisine bir fincan çay uzattı.

"Al lütfen mate çayının içine biraz kedi otu kökü ekledim. Yorgunluğuna iyi gelirken sakinleşirsin abiciğim."

"Seni üzmek istemem güzelim ama kedi otunu götüme soksam sakinleşemem şu an."

Adeline günlerdir ilk defa kıkırdadı. "Sen çok terbiyesiz olmuşsun. Uyanınca Lily ablama söyleyeceğim." Antuan'ın yüzünde yorgun bir gülümseme oluşurken kardeşini kolunun altına aldı. Bardağı diğer eliyle kavrayıp hepsini tek dikişte içti gönlü kırılmasın diye. "Uyansın yeter ki, ona her şeyi anlat. Bu çay işe yarıyor mu dersin, uykum gelmeye başladı kızım?"

Bir dönem annesinin baskıları yüzünden ailesinden uzaklaşmıştı evet ama babasının yokluğunu kardeşine yaşatmak istemiyordu. Onun eksikliğini aratmamak için elinden geleni yapacak kendi kızı gibi koruyup kollayacaktı.

 

**

 

Mavi kanlar defterlerini yakın zamanda kullandıkları için tekrar çocuklarının yerini sorup öğrenemiyorlardı. Üstelik aynı soruyu ikinci kez sorduklarında cevap almayabilirlerdi. Boreas ankasının üzerinde uçarken ormanlığın içinde gördüğü kızla beraber inişini gerçekleştirdi. Violet üzgün bir şekilde dolaşırken duyduğu kanat sesleriyle arkasını döndü. Onunla konuşmaya hazır olmadığı için adımlarını hızlandırdı. Neredeyse koşar adım adamdan kaçacaktı ama Boreas havayı kontrol altına alıp onun önünü kesmeseydi...

Ağır adımlarla artık kaçamayacak olan kızın yanına giderken öfkeden kızarmış güzel yanaklarına takıldı gözleri. Yanına gelip başını omzuna doğru eğdiğinde "Nereye gidiyorsun bu kadar acele," diye sordu sanki ondan kaçmasının ihtimali hiç yokmuş gibi.

"Cehennemin dibine! Hades mesaj iletmiş bir kişilik yerimiz kaldı ne olur gel diye."

Keyifle güldü. "Tüh, iki kişilik kalsaydı birlikte giderdik ama bundan sonra yalnız başına o kadar uzağa gitmene izin veremeyeceğim."

"Sizden sizin alan olmadı sayın alfam." Alay eder ses tonu gömleğindeki alfa olduğunu belli eder altın renk rozete bakıp gözlerine tırmandı.

"Aramızdaki rütbeyi savaşın tam ortasında bir öpücükle taçlandırıp kaldırdığımı sanıyordum, Güzel Violet." Kızın yanına iyice yaklaşıp ensesinde yaptığı topuzdan firar eden birkaç küçük saçı nazikçe yerine koymaya çalıştı. Sanki en önemli işi buymuş gibi odaklanmıştı ama kalın parmakları arasında ince saçlar çabuk kayboluyordu.

"Bana bak alfa bozuntusu, anlamadıysan anlatayım; o gün adrenalin bedenimde çok yüksekti ve bir yerden çıktı. Buna farklı anlamlar yükleme."

"Evet o güzel adrenalinin benim dudaklarımdan dilime kadar uzanması fevkaladeydi. Hızlanan nabzını ve kalbini duymasaydım bile yine de buna inanmazdım. Adrenalinmiş, siktiğimin adrenali kim oluyor da seninle benim arama giriyor."

"Düzgün konuş!"

"Konuşmazsam ne yaparsın, dilime acı biber mi sürersin?"

"Evet sürerim," dedi Violet çenesini havaya kaldıran bir meydan okumayla. Önüne bariyer olarak çektiği hava sıkılaşıp zaten kızın belini sarıyor gibi duruyordu ve bu istemsizce onun Boreas'ın kolu olduğunu hissettiriyordu. Bu sefer arada kalan mesafeyi gömleğinin yakasından tutuğu gibi onu kendine çekerek sıfıra indirdi. Dudaklarını dudaklarına sürttüğünde aralarında gerilimi bir anda üç katına çıkararak arttırmıştı. Şimdi Boreas'ın gerçek kolları dolamıştı Violet'ın belini.

Bu öpücük bizzat kendisinden geliyor ve ilkinin acısını çıkarmak için hırsla devam ediyordu. Boreas etrafını yeniden havayla bütünleştirdi ve kimsenin onları görmediğine emin oldu. Arkada kalan anka kuşu ise içinden söyleniyor ağaçların yapraklarını kemiriyor gibi yapıp oyalanmak için geri tükürüyordu.

Her şey müthiş bir hazla devam ederken dudağının bir kenarına fazla baskı kurulduğu için içinden gelen ufak mırıltıyı durduramadı Violet. İşte şimdi biber zamanıydı. Dilini dudakları arasından iterken ateş elementini tam o noktada toplamış ve adamın ağzını yakmaya başlamıştı. Ne olduğunu anlayan Boreas ilk temasla irkilse de ateşin dozu yüksek olmadığı ve bu anı bozmak istemediği için bu duruma katlandı. Dudağının kıvrılan kısmını fark eden Violet yeteri kadar acı çekmediğine emin olup dozu biraz daha yükseltti. Böylece acı biber yemiş gibi yanmıştı ağzının içi. Ama itiraf etmesi gerekir ki hala çekilmemiş olması onu etkilemişti.

Kendi yanmıyor, yakıyordu. Karşılığında bir şikayet bile hissetmiyordu. Hatta elleri belinden sırtına dolanmış ve kendine daha da çok yaslamıştı. Violet bundan daha çok haz aldığını fark edince dilini yeniden hareket ettirmeye başladı. Dudaklarının üzerinde gezdirdiğinde şimdiden şişmeye başlamış olduğunu gördü ve iştahla adamın dolgun dudaklarına yeniden kapandı.

Yavaşça geriye doğru çekildiğinde "Çektin cezanı aferin güzel Boreas," diye fısıldadı.

"Bu bir cezaysa her gün yaramazlık yapabilirim." Çarpık gülüşüyle Violet'ın kalbini daha da hızlandırdı ama ağzını açarak havayı içine çekip yeniden üfledi. "Sanırım sayende bir ejderha oldum," demesiyle birlikte Violet'ın kahkahası gökyüzüne yansıdı. Boreas onun yanında kendini daha rahat hissediyordu. İlk defa birine karşı soğuk ve mesafeli durmak istemiyordu.

Ilımlı bir ses tonuyla konuşmadan önce gülümseyen yüzünü birkaç saniye izledi. Bu durumda bile aklından çıkmıyordu, artık ondan ayrılmak istemiyordu ve bu bir delilikti. "Burada ne yaptığını şimdi öğrenebilir miyim peki? Koçbaşının hepsi tamamen silinmedi bunu biliyorsun değil mi?"

"Çocukları arıyorum, belki bir iz bulurum. Abimlere yardım etmek istiyorum. Rayna'yı da kraliçeyle göndersek kahrolurmuşum, bu yüzden diğer anne babaları anlayabiliyorum."

"Tamam diğer bölgeyi birlikte gezmeye ne dersin?"

"Öpmek yok derim!" diyerek hızlı adımlarla ilerledi Violet. Arkasında sırıtan bir Boreas kalmıştı ve havayı yeniden kontrol edip ona yetişmek için adımlarını hızlandırıyordu. "Söz veremem, canım her biber istediğinde kapındayım bundan sonra..."

 

***

 

Olivia, Lily'nin yanına gitmeye korkuyordu. Ona gerçek bir dostluğu tattırıp öylece ortadan kaybolmasına razı değildi. Odasına girmeye çekinmişti ama ejderhasıyla camının önünden uçarak cam küvetin içindeki bedenine şifa dilemişti. Onu o halde görünce üzüntüsü daha da çoğalmıştı. Evlerinden biraz uzaktaki tepeye ejderhasıyla beraber konumlanmış ve çevreyi incelemeye başlamıştı. Düşman birliklerinden birini gördüğü an defterine sarılacaktı ama arkadan duyduğu kanat sesleri dikkatini dağıttı. Ejderhası Borteaux tepki vermeyip homurdanmasına devam ettiği için gelen kişinin tanıdık olduğunu ve tehlikeli olmadığını düşünmüş ve hareket etmemişti.

Bir süre sonra ejderha iniş yaptı, biri bacağından kayarak yere indi ve adım sesi duyulmaya başladı. Bir yere kadar kimliği belirsizdi ama bir yerden sonra tepedeki rüzgar onun kokusunu taşıdı burnuna. Tam arkasında bir adım gerisinde bekleyen adamla birlikte yeniden nefeslendi. "Neden buradasın Victor?" Onun gelişini anlayan Victor gülümsedi.

"Demek bir aslan gibi insanları soluyorsun?"

"Aslan değilim!" Hala ona dönmemişken sesi sakin çıkıyordu. Sanki sinirleri alınmış gibi hareket etmesi yaşadığı bu korkunç durumdan ötürüydü.

"Yelelerin öyle söylemiyor ama?"

Şaşırdı Olivia ve zeytin gözlerini omzunun üzerinden adama dikerek baktı. İlk defa biri onun kıvırcık saçları için böyle bir benzetme yapıyordu. Victor bir adım daha atıp yaklaştı ve kısık bir sesle itirafta bulundu. "Sana bir sır vereyim mi Olivia, ben aslanları çok severim." Tepedeki esinti kızın kirpiklerine kadar titretti. Neydi bu yaşadığı? Kalbine doğru yayılan bir titreşim mevcuttu. Belki de damarlarındaki kanın dolaşımını bile hissediyor olabilirdi şu an, o kadar tuhaf şeyler oluyordu. Sesini bulabildiğinde cevapladı.

"Ormanların kralı olduğu için mi?"

"Cık. Her daim güçlü durabildiği için. Olivia neler hissediyorsun? En yakın arkadaşın bir büyüye yenik düştü ve benliği yerinde değil."

"Sus." Gözlerini doldurmamak için çok uğraştı ama sıktığı çenesinden bu kadar belli oluyordu ki durmadı.

"İşler karıştı ve Basillan'ın sonu belli değil."

"Sus dedim."

"Arkadaşının uyanıp uyanmayacağı da belli değil ve sen onun yanına gidemedin bile."

"Sus dedim sus!" Öfkesini ellerinden çıkardığı ateşle beraber Victor'a göndermişti ama o da bir ignisti ve etkilenmezdi. Bunun yerine omzuna, göğsüne, nereye denk gelirse vurmaya ve içinde taşan öfkeyi atmaya başladı. Victor'un uzun saçlarındaki örgüyü dolamıştı bir eline de. Adamın amacı içindeki bu strese dışa vurmasıydı. Bir süre onu izlemiş ve içine attığına şahit olmuştu. Olivia ona hırsla vurduktan sonra kollarındaki gücü tükenmiş gibi yavaşlamaya başladı. Tam bu sırada yere düşmesine izin vermeyen Victor kollarıyla sardı ve ona yeniden güç verdi. Kendine bir dayanak olduğunu gören Olivia gözyaşlarını daha fazla tutamadı ve başını omzuna gömüp sarsılarak ağlamaya başladı.

Victor son zamanlarda aklından çıkaramadığı aslan yelesi gibi kuvvetli saçları yavaşça okşamaya başladı. Hoşlandığı kadının göğsünde dinginleşmesi ona da ayrı bir huzur veriyordu. Olivia tüm gücünü bir kenara bırakmış ve hem savaşın gerginliğini hem de arkadaşının belirsiz durumuna tüm gücüyle üzüntüsünü belli etmiş içinden atmıştı. Victor ise dakikalarca ayakta kaldığı için ejderhası Konor huysuzlanmış ve kuyruğuyla sırtına destek olmuştu. İçinden buna gerek olmadığını söylese de sessiz sevgisini göndermişti.

Nihayetinde bir dağın tepesine oturup ayaklarını aşağı sallandırdıklarında Olivia'nın başı Victor'un omuzundaydı. "Sence iyileşecek mi dersin?"

"Umarım, o iyi biri."

"O iyi ve güçlü biri. Harvey'lerin arasında nasıl bocalamadan kaldı aylarca? Düşündükçe hayret ediyorum. Biz burada doğduk ve büyüdük, bu yüzden her şey normal ve sıradan geliyor ama büyü dışı bir evrende yaşayıp buraya gelmek deli saçması bir şey. Yine de iyi idare etti..."

"Evet ve şimdi ne olursa olsun arkasında bulunan insanlar için bir şekilde gözünü açacağından eminim."

"Açmalı yoksa onu mahvederim! Bana o kadar güzel bir arkadaşlık duygusu tattırdı ki şimdi öylece gidemez."

"Olivia?"

Saçlarını rüzgardan geriye doğru iten kız mırıldanarak baktı. "Hım?"

"Sana bir sevgilinin duygusunu tattırmayı teklif etsem kabul eder misin?"

Hıçkırdı Olivia, bu da nereden çıkmıştı? Genelde susamlı şeyleri yedikten sonra başlayan şaibeli hıçkırığı şimdi midesinde yabancı bir madde görüp tepki veriyordu. Diyafram kasının kasılması gibi kelebekler oluşmaya başlamıştı bile içeride. Zeytin gözleri şimdi farklı bir derinlikte bakıyordu ona. Bu kadar ani ve net bir şekilde böyle bir soru duymayı beklemiyordu. "Ne- Victor ne?"

"Sevgilim olur musun? Çok mu ani oldu bilmiyorum ama ben net bir adamım. Dışarıdan da gözüktüğü gibi bu taraklarda çok işim olmaz, soğuk ve hatta biraz kabayımdır ama genel olarak bunu şahısları sevmediğim zaman yaparım. Eh bir de üst rütbenin alt rütbeyle iletişimi söz konusu. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun konuştuğumu hissediyorum. Seni bir süredir aklımdan çıkaramıyorum gözümü kapattığım an gözlerin geliyor önüme. Bocalıyorum ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum ama eğer sen de istersen seni daha fazla görmeyi ve birlikte vakit geçirmeyi isterim. Hep yalnız olacağımı düşünürdüm ancak orada seni kurtarmak hayatımın en önemli işiymiş gibi geldi ve seninle ilgili olan her şeye devam etmek istiyorum."

Olivia rüzgardan önüne gelen saçlarını arkaya doğru ittiğinde gülümsüyordu. "Saçma yanaşmalar ve tavlamak için şaibeli oyunlar yok, bunu sevdim. Hatta bu teklifi komple sevdim. Olur Bay Victor sevgili olalım ama baştan söylemeliyim ki standart kurallar benim için geçerli değildir." Bu kez kolunu Victor'a sarıp içten bir şekilde gülümsedi.

"O zaman sana bir sır daha vereyim Bayan Olivia; standartlardan hiç hoşlanmam." O da kolunu zeytin gözlerin sahibine sardı ve derin bir nefes alıp dudaklarını çok beğendiği aslan yelesi saçların üzerine bastırdı.

 

***

 

Orion zihninde duyduğu fısıltılara daha çok çekildi. Gözlerini açmaya çalışıyorsa da bunu henüz başaramıyordu. Etrafı sarılmış dar bir tabutun içindeymiş gibi tepki de veremiyordu.

Uyan toprak evladı, şimdi gün yeniden doğdu. Kalbin ışığa aç, adını duyur- gel...

Bu sözler kulaklarında derin bir çınlama ardına çınlama bırakıyor ve kafasında bir cırcır böceği ötüyormuş gibi hissediyordu.

Uyan toprak evladı, gün yeniden doğdu; gel.

Orion nihayet kirpiklerini birbirinden ayırmayı başardı. Havaya baktığında ise gözlerinin artık yeşil gördüğünü fark etti. Bedeninin hissiyatı yavaş yavaş kendine gelirken öylece neler olup bittiğini hatırlama çalıştı. Gözlerini bu yeşil görüşle sağa sola çevirdi ve etrafı taradı. Ardından nihayet ellerini hissetti, avucunun arasında sımsıkı sakladığı rünü de hissedince gülümsedi. Toprak onu almış ve bir süre içinde saklamıştı. Yattığı yer toprağın dibi değil üstüydü. Sadece ufak bir çukur açıp içine girmiş gibiydi ama üzerini kaplayan yosunlar ve bitkiler orada hiç kimse yokmuş gibi gösteriyordu. Orion toprakla ve doğayla bütünleşmişti.

Ellerini kımıldatıp bacaklarını kendine çektiğinde bir gariplik fark etti. Girdiği yere sığamıyormuş gibi dururken sesli bir şekilde esnemeye başladı. İkizi olsa bunun için odanın içinde kovalar dururdu. Gülümsedi Orion kardeşini hatırlayınca ama bu çabuk söndü çünkü kardeşi yanında değildi. Muhtemelen zihnine fısıldayıp duran da ikizlik bağıyla kendisiydi.

Ellerini iyice hareket ettirip yüzünün önündeki otları almaya çalıştı. "İyi bari, bitkilerden dolayı yeşil görüyormuşum. Yoksa artık gözlerim de doğaya uyum sağladı sanacaktım." Çevresine bakınıp kimsenin olmadığını gördüğünde üzerinde kalan diğer bitkilerden de kurtuldu. Bu durumda derisi biraz kurumuş bir toprak gibi gözüküyordu ama eminim ablası Lily elementiyle tenine biraz canlılık katardı. Soil ondan önce Lily'yi düşündüğünü bilse üç gün trip atardı bu yüzden bu durumu içinde saklamalıydı.

Nihayet yattığı yerden kalktı ve çukurun ona göre biraz küçük kaldığını fark etti. Elindeki rün taşını çukurun içine atıp toprağı sevdikten sonra "Sağ ol dostum, harika bir iş çıkardın," dedi ve toprak kendi kendine kapanmaya başladı. Elementi onu düşmanlardan korumuştu. Orion bedenini esnetmek için kolunu bacağını gererken bir anda etrafı daha yüksekten gördüğünü hissetti. Bu gariplikle kolunun ve bacağının boyuna baktı. Ayakkabılarını yeni almıştı nasıl bu kadar sıkmaya başlıyor diye düşündü ve gerçeği anlamayı saniyeler boyunca reddetti. Çünkü pantolonunun ve üzerindeki gömleğin kolları kısa geliyordu.

"Boyum mu uzadı? Ne kadar uzun süre kaldım toprakta? Bu nasıl mümkün olabilir?" diye düşünüp kulaklarını dikti ve sesleri takip etti. Su akıntısını hissettiği an adımlarını oraya doğru yöneltti. Bir derenin kenarına eğildiğinde ise boylu boyunca toprağa uzanıp kafasını yüzeye çıkartarak baktı. Ancak irkilip hemen arkasını kontrol etti. Kimse yoktu! O zaman suyun üzerinde gördüğü suret kime aitti? Korkarak başını yeniden uzattı. Bir insan böyle bir şeyin başına gelebileceğini nerden bilebilirdi ki?

"Bu benim, tanrım! Büyümüşüm. Yıllarca toprağın içinde kaldığıma inanamıyorum. Ailem nerede, Basillan'a ne oldu?" Avuçlarının içine aldığı suyla elini yüzünü yıkayıp gözlerini ovaladı ama sonuç yine değişmedi. İkiz bağından Soleil'e ulaşmaya çalıştı. Kim bilir ne kadar üzülmüşlerdir diye iç çekti ama kardeşi çağrısına çabuk döndü.

"Orion, sonunda bana dönüş sağladın. Nasıl sevindiğimi anlatamam canım ikizim, nasılsın, neredesin, iyi misin?"

"Sanırım iyiyim Soleil vücudum yerli yerinde, geliyorum endişelenme. Ama önce seninle görüşmem lazım evdekilere bir şey söylemeden bahçenin bizim saklandığımız bölümüne gelir misin?" Kısa bir sessizlik oldu.

"Ben Antuan abimin gizli kütüphanesindeyim Orion, dışarı çıkamam. Peşinde kimse olmadığına eminsen sen buraya gel, herkes senin kahraman olduğunu söylüyor. Birde seni çok özledim."

"Geliyorum kardeşim."

Aralarındaki bağı kapattı ve bu garipliği düşünmeye başladı. Eğer ikizi hala oradaysa sandığı gibi seneler geçmemişti tam bir muamma olan kendinin nasıl bu hale geldiğiydi? Ayrıca demek artık o bir kahramandı...

 

***

 

Toprağın derinliklerinden süzülüp gelen bir kadın hala kullanabildiği hava elementiyle bulduğu evin duvarlarına tırmanmış penceren içeriyi gözetliyordu. Birkaç gün saklanıp neler olduğunu anlamaya çalıştıktan sonra gerisi bir sökük gibi gelmiş taşlar yerine oturmuştu. Her yerde güçten düşmesi konuşulan ve hakkında yazık denilen kızın başındaydı şu an. Pencereden içeri adım attığı gibi yanına ilerledi. Titreyen elleri cam küvetin içindeki kızın saçlarında ve ellerinde dolandı. Gözlerinin kapalı olması masum bir uykudaymış gibi gözükse de yavaş atan kalbini hissedebiliyordu.

"Benim güzelim, mis kokulum, kızım." Elini tuttuğu gibi dudaklarına götürüp öptü. Uzun solgun saçları, canı çekilmiş gibi gözüken solgun bedeni vardı ama küvette yatan kızı gördüğü an gözleri parlamıştı. Bir annenin yavrusuna olan sevgisi ve şefkati ölüp tekrar dirilse bile aynı kuvvetle devam ederdi. "Yavrum, bir kere bile sarılamadım sana, koklayamadım, doyamadım bedenine." Suyun içinde dönen parıltılar elementlerinin burada olduğunu ve ona şifa vermeye devam edip koruduğunu gösteriyordu.

"Lily, annen geldi, annen seni çok seviyor. Lily, canım kızım. Tüm kalbimle mutlu ve huzurlu uzun bir yaşam diliyorum sana. Şöyle biraz doya doya bakayım sana. Tıpkı yanında açan zambaklar gibisin, öyle masum öyle zarif. Ölmeden önce tek dileğimdi sana bir kez olsun sarılmak, seni kollarımda hissetmek ve koklamak. Tanrıların duaları kabul etmek için garip entrikaları olsa da şükranlarımı sunmaktan geri duramayacağım. Bedenim cansız ve buraya ait değilim anneciğim ve şimdi ne yapmam gerektiğini biliyorum. Seni gördüm ve bu her şeye değerdi." Kollarını suyun altından Lily'e dolayan kadın yüzünü, gözünü, ellerini doyasıya öptü. Gülümsedi, öyle çok gülümsedi ki artık yanakları ağrıdı. Artık gülümserken ağlamaya başlamıştı.

"Benim güzel zambağım, beni hiç unutma, hiç unutma kalbinde minik bir ışık zerresiyim ben. Hep oradayım. Bahçene senin için bir ağaç diktim, artık bir de oradayım. Güzel kızım, büyümüş ve şefkatli, güçlü harika bir kadın olmuşsun. Benliğinden hiçbir zaman vazgeçme Lily, büyü senden değil sen ondan güçlüsün." Lily'nin kollarını kendi boynuna dolayıp havayla birleştirirken ayrılmamasını sağladı. Uyandığında hatıralarına bakıp bir kez de olsa anneme sarılmışım demek için bunu yapıyordu. Hatta yanaklarını birkaç saniye dudaklarına bastırdı onu öpmüş sayılsın diye. Onun hatıralarına en güzel kelimeleri fısıldadı. Tüm bunları bir rüyanın içindeymiş gibi dinleyen Lily ise kapalı gözlerinden iki damla yaş akıttı küvetin içine. Onlar da birer parıltı olup döndüler diğer elementlerle birlikte.

"Vakit geldi anneciğim. Seni çok seviyorum, sevgim ve beni yeniden döndürmen sana şifa olacak. Sakın üzülme çünkü ben bu ana ait değilim, toprağın dibinden çıktım ve yine toprağın dibine döneceğim. Uyanmamı neden beklemedin deme çünkü şimdi yapacağım büyü yalnız benim vazgeçişimle senin şansını hızlandırıp benliğini harekete geçirecek. Bu bir fedakarlık değil, bu bir annenin yavrusunu yıllar sonra bağrına basabilmesinin en havalı hediyesi. İyi varsın yavrucuğum, iyi ki varsın güzel yaşa. Seni hep gülümseyerek izlediğimi ve gökteki güneşin senin için bu şekilde açtığını unutma. Ben çok güçlü bir evlat doğurdum seninle gurur duyuyorum. Şimdi uyan, kalk ve topraklarına sahip çıkıp koru. Bu halk seni bekliyor. Uyan Lily, uyanış ve yeniden doğuş seni bekliyor. Dün dengeleri alt üst ettiğin gibi toparlama vakti, sevgiyle kal..."

Yaklaştığı an kalbine doğru dudaklarını bastırdı ve atması gereken yere atalarından öğrendiği kadim büyüleri fısıldadı. Madem dengeler değişmişti, o da durumu kızının lehine çevirecekti. Kollarının arasından yavaşça bir duman gibi etrafında dönmeye başladı ve en son sonunda parıldayan elementler gibi kalbine kondu. Oradaki küçük ışık huzmesi büyüdü ve büyük bir patlama gibi odada yayıldı. Odanın kapısının eşiğinden tüm evi aydınlattığı gibi civarda oturan halk da bu parıltıdan nasibini alıp bir şeyler olduğunu anladılar. Odada oluşan titreşimler dışarıdan fark edilecek gibi değildi. Hava ağırlaştı, her bir toz tanesi ağır çekimle etrafta uçuşurken ışık huzmesi sisle etrafını sardığı kadını tamamen saydam bir tabaka haline getirip hafif bir meltemle esmesini sağladı ve kadim büyüsü kızının minik kalbine doğru yeniden yol alıp içine işledi.

Su dolu küvetin içinde yatan Lily boğulur gibi ıstırap içinde bir nefes alarak göğsünü şişirdi ve nihayet gözlerini açtı...

 

 

 

 

Bölüm : 18.05.2025 00:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...