(130) Engel Geçidi
"Valeri?"
"Abi?"
En az onun kadar biz de buraya olduğumuza şaşkındık. Hali perişandı, saçları karman çormandı ve göz altları çökmüştü.
"Nasılsın?"
"Gördüğün gibi," diyerek mırıldandı ama herhangi bir atağa geçmedi.
"Bir kehanet geldi ve mavi kanları toplamam gerekiyor." Uzatmadan söylediği için Valeri bir anda dondu kaldı. Duvarın dibinden kalkıp parmaklıklara yaklaşması saniyeler sürdü.
"Ne? Sen nasıl? Ne? Bunu başka kim biliyor?" Dehşete düşmüş ifadesinin sakinleşmesini bekledik.
"Beş mavi kan dışında Lily biliyor, diğerlerine özel olduğunu söyleyecek ama detayları vermeyeceğiz. Valeri bu senin için harika bir şans. Şimdi bana tüm gerçekleri anlatmanı istiyorum. O büyüyü yapmana defter mi yardımcı oldu?" Kirlenmiş yüzünü eliyle kaşıdıktan sonra başını aşağı yukarı yavaşça salladığında derin bir nefes aldım.
"Defter faciaya yol açmaz, baksana her şeyin bir anlamı varmış. Yerime geçecek olan ruhu o seçti, benimle dönecek olanı da öyle. Abi ölemezdim, aptal bir büyü neticesinde yürüyen bir cesede dönüşemezdim, ama deftere sorulan soruların nokta atışı olması gerektiğini sonradan fark ettim fakat bunu ifşa edemezdim. Elimden alırlardı, beni kullanırlardı ve başlangıçta gelmek istemediğim son onların elinden olurdu."
"Tüm bunlar bana olan davranışlarının cevabı değil Valeri?"
"Elbette değil, kıskanç ve gözü dönmüş bir kadının davranışlarıydı. Hazmedemedim, çünkü yerime bir insan değil bir ruh gelecekti. Kocamla bir aşk yaşamayacak, çocuğumu sahiplenmeyecek, elimden almayacak ve ben gelince siktir olup gidecekti!"
"Düzgün konuşmazsan gidiyoruz!"
Antuan'ın öfkeli bir şekilde arkasına dönmesiyle ellerini kaldırması bir oldu. Parmaklıkları tutarken ellerini yakmasıyla geriye doğru savrulup acı içinde bağırdı. "Dur! Tamam dur! Özür dilerim tamam mı? Mührünüzü bilemezdim yerimde kim olsa aynı şeyleri düşünürdü Lily, olaylara benim penceremden de bak lütfen. Ben de çocuğumdan ayrı kalmak istemezdim, annemin beni başından attığı gibi ondan uzak kalmamak için planlar yapıyordum. Onun gibi otoriter bir anne olmak istemiyordum. Ama geldiğim durum beni her şeyin gerisine savurdu." Elleriyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladığında gözlerim Antuan'ı buldu. Kaşları çatık bir şekilde kardeşine bakarken öfkeli bir nefes verdi.
"Birlikte olmak istiyorsan tüm detayları atlamadan söylemelisin Val, o gözünün sürekli dönmesinin arkasındaki sebebi de ondan nasıl kurtulacağımızı da. Aksi halde anlaşamayız ve sen de hayallerini gerçekleştirmek için uzun bir süre burada beklemek zorunda kalırsın!"
"Anlatacağım abi söz. Buradan kurtulmak istiyorum, çıkar beni ne olursun."
"Bakacağız."
***
Valeri'yle uzun ve beyin yakan bir konuşma yaptıktan sonra son mavimizi bulmaya gidiyorduk. Ancak bu o kadar kolay değildi çünkü tepenin ardındaki evde oturduğu söylenilmişti. İnsanlardan çok hoşlanmadığı için bilerek zorlu bir yol seçmiş ve aktarma gibi büyüleri reddetmişti.
"Şu pelerini de güzelce takalım bebeğime."
"Emin misin buna ihtiyacımız olacağından?"
"Eminim, bu çantayı yanımıza boşuna almıyoruz ihtiyacımız olacak." Çanta dediği beline taktığı ve her bölgesinde çıkıntıları olan bir kemerdi. "Bugün akademinin olmaması ne hoş bir tesadüf oldu öyle." Yandan attığı bakıştan sonra saçlarımı kendi elleriyle toplayıp arkaya itti ve pelerinimin kapüşonunu başıma geçirdi. Belimde kılıç ve gövdemde hançerlerin olduğu bedenimi saran sıkı bir yelek mevcuttu.
"Gelmemen konusunda hala son derece netim."
"Geçtik buraları canım, neden tekrarlayıp duruyorsun. Beraber gideceğiz nokta, ünlem, ünlem."
"Tamam, öyleyse benimle bu zorlu yolculuğa hazır mısın? Tehlikeli yerlerden geçeceğiz."
"Tehlike benim göbek adım bebeğim," dediğimde erkeksi bir gülüş döküldü dudaklarından. Ellerime muhtemelen soğuktan çatlamasın diye parmakları kesik bir eldiven geçirirken her parmağımı tek tek öpüp bıraktı.
"Bir yere kadar aktarabiliyoruz, sonrası bizde."
Gözlerimi kapatıp açtığım an kendimi bir ormanın girişinde buldum. Antuan elimi sahiplenici bir tutuşla kavradı ve vakit kaybetmeden çalıların arasına daldık. Şimdilik her şey yolunda gözüküyordu ama karadelik gibi olan gökyüzü bize pek kolaylık sağlamayacak gibiydi. Görüş açımızı kapattığı için teessüf eder bir bakış attım havaya. İyice iç kısımlara geldikten sonra burnuma hoş olmayan kokular geldi. "Sen de kokuyu alıyor musun?"
"Evet, işte başlıyoruz. Gözünü dört aç canım. Kılıcını kınından çıkarsan iyi olur."
"Tam olarak ne ile karşılaşacağımız hakkında bir fikrin-" var mı diye soracaktım ama ilerden göz alıcı bir parlaklık yayıldı. Ardından fısıltıyı andıran kahkaha sesleri. Birileri aklımızla oynamayı seviyordu anlaşılan.
"Elmas impler, oyuncu yaratıklar bizi biraz oyalayabilir. Sana zarar vermelerine izin verme güzelim."
Bir parıltı tepemde hortum gibi dönerken Antuan'ın elini bırakmış ve arkasına geçmiştim. Sırt sırta vererek birbirimizi o engelden koruyacaktık. Elmasın parlaklığı gözlerimi alırken yavaşça söndü ve geriye çirkin bir şey bıraktı.
"Dış güzelliğe aldanma diyenler o kadar haklı ki." Antuan'ın alaycı gülüşü onlara karşıydı. Karşımda gördüğüm şey daha önce şahit olmadığım bir varlıktı. Kambur sırtının kenarlarından yarasa kanatları sarkarken akrep kuyruğu arkasından sallanıyordu. Tüyleri alınmış gibi büzüşüp kalmış derisi komik gözükürken sivri pençeleri hiç komik görünmüyordu. Uzun boynuzunun önündeki sivri kulakları konuşmadan önce sallandı. Sonra aralarında fısıltıyla kahkaha atmaya devam ettiler. çevremizde dönerken biz de onlara uygun hareket ediyorduk.
Kılıcımı kınından çekerken havada çıkardığı o ses tüylerimi ürpertmeye yetse de bunu öğrendiğim o ana şükranlarımı gönderiyordum. Havda toz bulutu gibi parlayarak dönerken bana yaklaşmasına izin vermeyip kılıcımı salladım. Çıkan tiz çığlık ona zarar verdiğimi gösteriyordu.
"Bir şey sorabilir miyim?"
"Önemli mi?"
"Sayılır, burada hayvan hakları yasası var mı? Zira az önce birini yaralamış olabilirim ve hükümdarımın kollarında gerezaya atılmak istemem."
Hareket eden ayakları durdu ve buna hayret eder bir şekilde sessizleşti. "Şu pozisyonda olmasaydık kahkaha atardım. Hükümdarının kollarındayken seni atacağı maksimum yer, yatağı olur."
"Vav işte şimdi etkilendim. Savaşın ortasında beni yükselterek aklından ne geçiyor öyle senin?"
"Sevişmek elbette, aklımdan geçmeyen bir an yok ama bu başka bir günün konusu olsun. Bunlar hayvan değil, yaratık canım. Altını çizmek istediğin tek şey bu olsun lütfen ve sen ona zarar vermezsen o sana zarar verecek." Fısıltılı kahkahalar artarken parıltısı yeniden kayboldu ve sivri dişleriyle bana tıslamaya başladı. Yaklaştığı an kanadını delip geçen kılıcım yüzünden attığı çığlık içimi ürpertirken arkasındaki yaverinin bana bulaşmasına neden oldu. Savaş öncesi bunlarla uğraşmam belki de benim için pratik olduğundan Antuan buraya gelmeme çok karşı çıkmamıştı.
Bana uzanan pençesine bir darbe atınca düştü ama tam olarak yaralayamadığım için yeniden kalkıp saldırmaya başladılar. Antuan üç tanesini çoktan etkisiz hale getirmişti. "Oynama Lily, saldır! Sana tekrar gelecek fırsatı onlara bırakma!" Almam gereken tek gaz buymuş gibi kılıcımı boynundan geçirdiğim yaratık havaya parlak bir ışık saçarak yere düştü. Ben ise yaşadığım dehşet karşısında donakalmıştım. Bu yüzden diğerinin pençesinin koluma dolanmasına müsaade etmiş oldum. Kuyruğu bacağıma dolanırken sivri dişlerini göstererek bana gülümsedi. İşte asıl korkuyu onun pençelerinin arasındayken tatmıştım. Tetiğe geçmeme neden olan asıl olay bu oldu. Kılıç için artık yersizdi ama bacağımda asılı duran hançeri çıkarmanın tam zamanıydı. Dişlerini bana geçireceğini anladığım an elimi sırtına doladım ve hançeri göğsüne doğru sapladım. Gülen yüzü darbemin etkisiyle donakaldığında gevşeyen pençesinden kurtuldum. Yine de bu kollarımı çizmesine mani olmamıştı.
Bizimle alay eder gibi tepemizde gezenlere bu kez acımadım. Arbede esnasında Antuan'dan biraz ayrıldığım için saçlarımdan tutulup geriye doğru çekildim. Yere düştüğüm an kılıcıma ulaşan parmak uçlarım kabzayı anında kavradı ve bulunduğum yerde takla atarak arkamdakinin de işini bitirdim. Bedenim adrenalinden çıldırmış durumdaydı. Antuan şu an beş tanesiyle birlikte mücadele ederken arkasından birinin akrep kuyruğunu onun boynuna dolayacağını anladığım vakit diğer hançerin de çıkma vakti gelmişti. Suyla ateşi birleştirip elde ettiğim sıcak buhar dalgasını onlara doğru gönderdim ve hepsini içine alacak bir balon oluşturdum.
"Sonunda bir elementin olduğunu fark ettin demek ki canım?"
"Antuan, beni mi deniyordun?"
"Nasıl çarpıştığını görmem lazımdı. İçindeki vahşetin açığa çıkma zamanı geldi masum zambağım."
Su buharı onları yakarken artık etkisiz hale gelmişlerdi. Kolunu boynuma atıp beni kendine çektiğinde keyifle ıslık çalmaya başladı. Onlarla öylesine oynadığına inanamıyordum. "Zambağın artık eskisi gibi masum değil Antuan..."
Keyifle gülümseyip başımı öptükten sonra "Onlar karanlık varlıklar Lily ve savaşlarda birileri ölür. Böyle durumlarda ekip işi önemlidir, güç kontrolü önemlidir. Bunları seninle çalıştık, ona zarar verdiğin için yaşadığın şok sana arkadan diğerinin saldırmasına ve artık nefes alamamana sebep olur. Bunu söylemek bile dişlerimin gıcırdamasına neden oluyor, Kendine dikkat et, kendine dikkat etmek zorundasın yoksa nefes almayan tek kişi sadece kendin olmazsın."
"Keş şunu Antuan, bana bir zarar gelmesi durumunda kendine zarar verdirecek halin yok, böyle bir şey yaparsan seni hiçbir zaman affetmem. Kainatın neresinde olursam olayım asla affetmem."
"Nefes almak sadece yaşamaktan ibaret değil, sen benim ruhumun kadınısın ve bundan sonrasında sensiz bir yaşam ruhsuz bir kabuktan ibaret olur."
"Tamam ikimize de bir şey olmayacak kes artık." Bir ağacın dibinde açan zambağı alıp saçımın arasına taktı.
"Keserim elbette, kadınım ne derse o!"
"Hanımcısın sen?"
"Ne demek istediğini anlamadım ama Lily'ciyim ben." Durup yüzüne baktığım an dudaklarımdan hızlı ama etkili bir öpücük koparıp gönlümü aldı. Orman daha devam ediyordu ama biz bir göletin önünde durmuştuk. "Biraz mola verelim ister misin?"
"Olur, başımıza bir iş gelmeyecekse?"
"Gelirse atlarız içine canım ne olacak?" Kaşıyla gölü işaret etmişti. Bir ağacın dibine oturduğunda hançerlerimi ve kılıcı çıkarıp suyun içinde yıkadım. Bu tuhaf varlıkların pis atıkları hançerimi kör etsin istemezdim. Antuan ise belindeki tuhaf kemerden bizim için iki sandviç çıkardı. Bir yandan yerken bir yandan haritaya bakıyorduk.
"Orman gittikçe uzuyor, gölün içinden geçsek kestirmeden gitmiş oluruz. Ama göl ne kadar güvenlidir bilmiyorum buraya ilk kez geliyorum, daha önce bu bunakla işim olmamıştı."
"Ya öyle konuşma duyar muyar başımıza iş açılır. Güzelce halledelim bu konuyu işte." Homurdanarak yemeğine devam etti. "Şimdi uzun yol güvenliyse onu tercih edelim ama her iki yolda da karşımıza engel çıkacaksa kestirmedeki engeli geçerek gidelim."
"Uzun yolun garantisi yok elbette. Öyleyse dalıyor muyuz?"
"Üç deyince," deyip saymaya başladım ve bir an sonrasında buz gibi suyun içindeydik. Su bizim alanımız olduğu için daha rahat oluruz diye düşünerek yüzmeye başladım. Eliyle ileriyi gösteren Antuan'ın peşine takıldım. Elementimiz su olduğu için yüzerken yorulmak gibi bir derdimiz yoktu, öyle ki suyun içinde farklı deneyimler ile yaşamışlığımız vardı. Küçüklü büyüklü balıklar bizi görünce yolumuzdan çekiliyordu ve ben onların yanında geçerken hepsine el sallıyordum.
Gökyüzündeki karadeliğin çevresindeki gümüş ışık dibe kadar vuruyordu. Bu yüzden yanından geçtiğim su altı mağarasını net bir şekilde görebilmiştim. "Antuan sence bunun içinde bir canlı yaşıyor mudur?"
"Olabilir, sessiz olalım," deyip elimi tuttu ve tam o anda gölü siyah bir sıvı kapladı. Elimi tutuyor olmasa şimdiye onu çoktan kaybetmiştim. Hemen belinin kenarından sarkan kancayı eliyle yoklayıp kemerime tutturdu ve biz yeniden sırt sırta verdik. Kılıcımı elime alırken bu sefer zarar vereceğim canlının bir deniz canlısı olduğunu bilmek pek iyi hissettirmedi.
"Naiads burada sana ulaşabiliyor muyum?"
Lily, bir sorun mu var?
"Bir göletin içinde gizli görevdeyim, beni hissettin mi?"
Hayır, yasaklı bir yer mi?
"Olabilir, göl siyah bir sıvıyla kaplandı."
Lily, derhal uzaklaş oradan bu Kraken, mürekkebini salgılamış! O yaratığın ininden geçerek ne yaptığını sanıyorsun?
"Görevdeyim diyorum azarı bırak ve ne yapmam gerektiğini söyle."
Ahtapotla kalamar karışımı gibi bir yaratık ama devasa boyutlarda onu kendi bölgemizde istemediğimiz için deniz canavarı ilan edilip zamanında buradan sürülmüştü. Başından çıkan bir sürü kolu var yapıştı mı bırakmaz. Kolunun size değmesine engel olun.
"Antuan bu Kraken'in sıvısıymış."
"Hassiktir!" Tepkisinden onun ne olduğunu anladığını varsaymıştım. Kemerinin ceplerinden çıkardığı ve bizi gizleyeceğini düşündüğüm yaprakları hemen çevremize sararken parmağını dudağına götürüp sessiz olmamı istedi. Şimdi durumu eşitlemiştik işte. Sıvısı sonucunda etrafı göremiyorduk ama o da bizi göremiyordu. Kılıcımı hazır pozisyonda koruyup yavaşça ilerlemeye başladık. Ne kadar büyük olduğunu bilmediğim yaratığı merak ederken çevremi iyice kolaçan ettim. Yavaşça yukarı doğru yüzerken ininin içinde mi diye kontrol edecektim ki taş duvarın bir anda gözlerini açmasıyla irkildim.
Yüz kere siktirler olsun ki o bir mağara girişi değildi. O krakenin bedeninin şekliydi ve deminden beri oraya yapışmış bir şekilde bizi izliyordu. İrkildiğim an Antuan elimi daha sıkı tuttu ve anında yukarı doğru hareket ettik. Fazla merak iyi değildi evet, ne kadar büyük olduğunu görünce bundan emin olmuştum. Hızla atılarak yukarıya doğru giderken onun bir zıplaması bizim kaplumbağa hızımızla yarışmaya başladı. Kafasının üzerinde bulunan kolları sayesinde değil bir adım on adım önümüzdeydi. Tek artımız bizi göremiyor olmasıydı ancak bu hızla üzerimize gelirse çarpışıp muhakkak ifşa olacaktık.
Hızlı koşmam gereken yerlerde hep arkamdan canavar kovalıyor diye düşünüp koşardım. Kötü haber, canavarlar gerçekti ve arkamdan kovalıyordu. Tanrım ben bunu hak edecek ne yaptım? Hani bu sadece gece tuvalete koşarken yaşanan bir durumdu? Hani yatağın altında canavarlar olmazdı?
Dokunacının bana değmesine ramak kala kılıcı sallamış ve o kolun bir kısmını kesmiştim. Siyah sıvı yavaşça kırmızıya boyanırken sinirle bağırıp diğer kollarını da sağa sola savurdu. Element! Aptal Lily elementini kullan.
Havayı suyla harekete geçirip onun hızını düşürdüm ve karşı koyamayacağı bir güçle dibe itmeye başladım. Buna rağmen yüzeye çıkması iki üç sıçramasına bakardı. Nihayet der gibi sırıtarak bana bakan Antuan'a hesabımı sonra soracaktım. Suyun üzerine çıkan başımla birlikte çevreyi taradım ama karşımda bir dağ gibi kayadan başka bir şey göremiyordum. Yorgunca nefesimi verip "Tırmanacak mıyız?" diye sordum.
"Tırmanacağız."
"Daha ne kadar yolumuz var?"
"Biraz daha var canım." Elementlerimi yüksekten kullanmam ve adrenalin gücümü biraz düşürmüştü. "İstersen benim bastığım yerlerden gel," dedi ama ona kızgın olduğum için önden yüzüp bir an önce o kayaya ulaştım. Çıkıntıları vardı ama kolayca tırmanacak kadar değildi. Bu yüzden toprağa ulaşıp dokunduğum yerde kendime oluşturduğum çıkıntılarla hızla tırmanmaya başladım. Omzumun üzerinden hala suyun içinde kalan Antuan'a bakıp "İstersen benim bastığım yerlerden gel," dediğimde sırıttı.
"Harikasın bebeğim, savaş anında beni şöyle yükseltmeyi kesecek misin?"
"Kesmeyeceğim, gör bak sana daha neler yapacağım." Arkama doğru yaklaşması için adımlarımı biraz ağırdan aldım. Başını belimin seviyesine getirdiğinde ise aşağı doğru baktım ve kalçamla bakışıyor olduğunu gördüm. Hızla kalçamı suratına itip yüzüne bir darbe vurunca afalladı. "Antuan buradan düşersen seni beklemeden devam ederim!"
"Beni kalçanla tokatladın az önce. Sanırım bunu aşamayacağım."
"Kıyamam acıdı mı?" O zaman biraz sevmekte fayda vardı. Yüzüne yeniden ufaktan dokunduğumda gözlerini kapattı.
"Bir kayanın başında sınav vereceğimi düşünseler hayatta inanmazdım."
Tırmandım ve o ne zaman gerekli yere gelirse o zaman bir darbe daha vurdum. Tam kayanın zirvesine çıkmış kendimi öne doğru itip düzlüğe yükselecektim ki kalçamı dişlemesiyle çığlık atmam bir oldu.
"Çok bile dayandım. Delirttin beni şurayı çıkana kadar." Kabul bu sefer ben afallamıştım. Önünde eğilip öylece kaldığımı görünce bu sefer bir şaplak attı. Savaş anında yükselmekle ilgili ne dediysem zihnimden buhar olup uçtuğu an bu andı işte. Hızla tırmandım ve onun gelmesini bekledikten sonra hançerimle üzerine saldırıp yere devirdim. Boynuna değmesine ramak kala olan hançerime baktı ve sırıtmaya devam etti.
"Bu ne için canım? Güzel kalçanda dişlerimin izini bıraktığım için mi?"
"Hayır denizin dibinde beni korkuttuğun için."
"Yani seni dişlemem hoşuna gitti?"
"Beni dişlemen her zaman hoşuma gider Antuan!"
"O zaman şunu aradan çekelim ve hazır dişlerim kamaşmışken görevimi yerine getireyim." Elimdeki metal parçası çoktan yeri boylarken dudaklarıma atılıp bahsettiği görevi yerine getirdi. Elleri kalçalarımı bulduğunda ise malum yeri acıttığını düşünüp eliyle okşayarak gerekli tedaviyi yaptı. Nefesim kalmayıp geri çekildiğimde gülümseyerek beni izledi. "Şimdi ben bunu sürekli hatırlarım ne yapacağız?"
"Şu adamı bulalım Antuan Garcia, sonra bunu sana bizzat ben hatırlatacağım söz!" Üzerinden kalkıp elimi ona uzattığımda tuttu ama yükünü vermeden kendi kalktı. Kayanın ucuna baktığımda topraklı bir alan gördüm. "Bence buradan yuvarlanıp gidelim nasıl fikir? Hızlıca varmış oluruz."
"Bahsi geçen yer Rüzgarlı Ada olarak anılıyor olabilir. Bu da o kadar kolay geçemeyeceğiz demektir. Şimdi pelerinlerimizi yeniden giyelim ve maskelerimizi takalım."
Giydiğimiz pelerine büyü yapmıştı ve tüm kıyafet ve aksesuarlarımız aynı renk olmuştu. "Bukalemuna döndük."
"İhtiyacımız olacak canım." Kayadan aşağısı bir yokuş gibi duruyordu ancak adım atınca bunun yalnızca görünen kısmı olduğunu gördüm. Bir müddet sonra rüzgar esmeye başladı. Merakımdan bekledim biraz daha ama öyle kuvvetli esiyordu ki neredeyse yerimden geriye doğru savrulacaktım. Havayı kullanıp zihnimde şekillendirdim ve kendi rüzgarımın önüne bir bariyer kurdum. "Antuan neredesin elini ver?" Elini kalçamda hissettiğimde gözlerimi devirdim.
"Büyünü benim için genişletip gücünü tüketme bebeğim. Arkandan geldiğim zaman rüzgarım yarı yarıya kesilmiş oluyor." Onu duymam için bağırması gerekiyordu ve maalesef ki dediği doğruydu. Daha başımıza neler geleceğini bilmeden kendimi tüketemezdim.
Bir noktada bacaklarım sızlamaya başladığında ne kadar yürüdüğümüzü hesap etmeye çalışıyordum. Arkamı dönüp baktım ve uzun bir çöl yolu gördüm. Sıradan toprak bir arazi değildi ve bunu içindeyken fark edemiyordun. "Antuan ada dediğin yer çöl çıktı. Bir yerden timsahlar falan da çıkmasın sakın?"
"Sanmıyorum şurada biraz durup şu içelim."
Mataralarımızı çıkarıp kana kana suyumuzu içtik. Öyle susamıştım ki çenemden birkaç damla su yere dökülecek kadar hızlı dikmiştim matarayı. Su damlaları hızlı bir biçimde kum tarafından emilirken rüzgar esmeye devam ediyordu.
"Biraz hafifledi gibi ha? Bu tepelerin hiç sonu gelmeyecek gibi acaba aynı yerde dönüp duruyor olabilir miyiz?"
"İyi bir haber veremeyeceğim çünkü bıraktığım işaretler rüzgar tarafından çoktan yok edilmiştir." Olduğum yere oturup biraz soluklanmak istersen elementimi serbest bıraktım. Aksi takdirde beni yoruyordu. Rüzgarın yönünü hesaplayıp arkamı ona göre dönmüştüm ama Antuan dönmüyordu. "İkimiz sırt sırta vermeliyiz ki arkamızda gözümüz olsun bebeğim." İtiraz edemeyecektim. Ellerimi arkaya doğru yaslayıp nefesimi düzenlemeye çalışırken birden elime bir şey değdi.
"Şimdi de elimi mi tutmaya çalışıyorsun?"
"Elini tutmuyorum Lily." Aynı anda eğilip elime baktığım an çığlık atıp üzerinde duran yengeci atmaya çalıştım.
"Git, git dedim." Çoktan kıskasıyla avucumun iç kısmını tutmuştu. Antuan onu alıp attığında bile yanması geçmedi.
"O da mı bizim gibi kamufle olmuş hiç gözükmüyordu." Sekiz bacaklı, iki kıskaçlı ve normal boyutlardan iri sarı bir yengeçti.
"Hemen gidelim buradan. Yaşlı bir adamla konuşacağız diye çekmediğimiz eziyet kalmadı."
Rüzgar durdu, toprak dalgalandı ve sarsılmaya başladı. Sonra kırt kırt sesler duydum ve gittikçe artıyordu. Gözümü dikmiş ve kılıcımı çekmiş ne olacağını beklerken kumun içinden yavaşça süzülerek az önceki yengeçten çıktı. Sonra bir tane, sonra bir tana daha ve daha da fazlası. "Antuan?" Kıskaçlarını kapatıp açarak bize doğru geliyordu hepsi.
"Sakin ol, bu kadarsa hallederiz."
Bu kadar değildi. Hemen büyü kullanıp onları hapsetmeye bazılarını uzaklaştırıp kontrol altına almaya çalıştı. Ben ise havayla uzaklaştırıyordum. Bunları kılıçla denk getirmeye çalışsak getiremezdik. Ama arkalarından çıkan ve bir köpek kadar büyük olanları şişleyebilirdik. "Bana bakın, uzak durun yoksa pişirir yerim sizi." Karşılığında aldığım tek ses kıskaçların çatırtısı oldu. Kaçacağımız bir göl yoktu. Aktarım yapamıyorduk ve elimi kaptığı o yer yanmaya başlamıştı. Kum toprak formunda olmadığı için hakimiyet kuramıyordum. Sıcak buhar onlara etki etmemişti çünkü burası zaten sıcaktı. "Buz!" diye bağırıp arkamdan diğerlerine buz gönderirken onu suyla harmanlayıp göndermeye çalışıyorduk. Ancak bu sadece bizi yoruyordu. Hem kara hem deniz hayvanı olduğunda amiyane tabirle ona giren çıkan yoktu!
Sayıları gittikçe artarken bizi çevrelemelerinden nefret ettim. Bir elimle elementimi kontrol ederken diğeriyle kılıcımı savuruyordum. "Bir şey deneyeceğim koru beni!" Kumun üzerine oturdum ve en azından toprakla havayı birleştirip beni buradan uzaklaştırmasını sağladım. Altımdaki kum bir kaykay gibi kayarken tahmin ettiğim gibi olmuştu. "Anturan tutun bana!" Kancayı yeniden belime geçirdi ve ben havadan altımdaki toprakla birlikte beni buradan kaydırmasını istedim.
Yengeçler peşimizden gelirken boyutları giderek artıyordu. Gücümü çok kullandığım için yeteri kadar odaklanamıyordum. "Buraya kadar gelip yengeçlere yemek olmayız değil mi? Daha çözecek kehanetimiz var."
"Deniyorum." Gerçekten deniyordu. Üzerimize saldıran bir grubun çaresine bakıyordu ama toprağın içinden hemen bir yenisi çıkıyordu. Bize yandan yandan yaklaşan büyük yengecin birine hançerimi gönderdiğim gibi yere yığıldı. O an içimden baş edemeyeceğimize dair kötü bir his geçti. "Gittikçe çoğalıyorlar." Bağırarak havayı onlara yönlendirdim ve etrafımızdakileri bir köşeye savurdum. Çok sinirlenmiş ve panik olmuştum. Gidenlerin yeni hemen doluyordu. Çaresiz gözlerim Antuan'ı bulurken savaşmaya devam ettiğini gördüm. "Seni buraya hiç getirmemeliydim."
"Sus böyle söyleme, kurtulacağız." Yeniden bir büyü yaptım ve yaklaşanları kovdum. Boyutu büyüyen yengeçler giderek korkutucu olmaya başlarken duyduğum kanat sesiyle birlikte karanlık gökyüzüne baktım.
"Kurtulduk, benim bebeğim geldi." Koyu gri bedeni ve kırmızı gözleriyle ağzından püskürttüğü alevi yengeçlere yönelttiğinde saniyelik de olsa kaçıştılar. O saniyeler içinde ejderhamın pençeleri arasına alınmıştım bile. "Greinner en sevdiğim ejderham!"
Neden bana haber vermiyorsun Zambak?
"Çünkü seni bunun için yormak istemedim."
Az daha boktan bir yengeç tarafından kıstırılıyordun!
Zihnime gürleyen sesi o kadar haklıydı ki hiçbir şey diyemedim.
Seni hissettiğim an takip etmeye başladım. Bana güvenmiyor olabilirsin ama senin iyiliğinden başka bir şey istemiyorum Lily!
Adımla seslenince bu kadar ağırıma gideceğini düşünememiştim. O da bana kızdığı için adımla seslenmişti ve ben o kızdığım Zambak lakabına bu kadar alıştığımı yeni fark ettim. "Sana güveniyorum bunu da nereden çıkardın?"
Bensiz neden buraya geldin?
"Antuan var diye."
"Antuan'ın kanatları bile yok!" Kıkırdarken bir yandan onun eline uzanmaya çalıştım ama ön bacaklarını açarak bizi ayırmayı başardı.
"Yine bana huysuzluk mu ediyor bu koca oğlan hani barışmıştık?"
Greinner cevap olarak kükreyince sessizleştik. Benim koca kahramanım bizi kurtarmıştı ve derin bir soluk almıştım. Sonunda normal taşlık bir yere geldiğimizde ise Greinner inişe geçti ve ben de tamamen kendimi ona teslim edip gözlerimi kapattım. Antuan'ı örseleyerek beni ise kibarca bıraktıktan sonra peşimizden dev adımlarıyla yürümeye başladı. Normal taşlık dediğim yer beni üşütmeye başladığında ise bu imtihanı da donarak vereceğimizi düşündüm.
"Ya neymişsin de neymişsin sen bu yaşlı halinle buralara nasıl geliyorsun acaba? Daha yengeç ve deniz canavarı bölümüne gelemeden ormanda emerler bunun kanını." Kulağıma dolan yoğun ve cızırtılı kahkaha Antuan'a ait değildi. Hayır Greinner'a da ait değildi, e ben de gülmüyordum. Başımı çevirip çaresiz bir suratla ona baktığımda omzunu silkti. "Duyuyormuş demek ki..."
"Sağ ol ya. Dondum ben." Pelerinin altına ulaşan elleri sanki orada gizli bir fermuar varmış gibi açıldı ve içinden bir kat daha kumaş çekti. İnce tüylü bir kürk gibi durmasına sevinmiştim. Her yerimi yeniden sardıktan sonra soğuğu biraz olsun kırmıştık. Enerji kaybettiğim için acıkmıştım da ama şu an elimi dışarı çıkarıp tek lokma yemek yiyemezdim. Greinner yanıma doğru ateş püskürtünce biraz olsa ısındım ve omzumun üzerinden geriye doğru minnettar bir şekilde baktım. Kırmızı gözlerinin içindeki yansımadan kendimi görmem gülümsetti. İçimden geçenleri zaten hissediyordu. Yorulduğum için elementimle kendimi ısıtmaya çalışmam beni yıpratırdı. Bu yüzden gidene kadar Greinner'ın ateşinden beslendik.
Kendi pelerininin bir kısmını daha benim omzuma atıp bedenine iyice yaslandığım Antuan başımı öptü. "Birbirimize sokulursak daha çabuk ısınırız canım."
"Bana biraz fırsatçılık ediyormuşsun gibi geldi."
Söyle ona seni ısıtan zaten benim. Ağzından ateş bile püskürtemiyor, onun ateş elementi bile yok.
Greinner o bir ejderha değil.
Evet, sevimsiz bir insanoğlu.
Söylediğine kıkırdarken Antuan bunu kendi üzerine alınmış olmalı ki "Fırsattı olsam soyunalım derdim ve inan bana öyle daha çabuk ısınırdık." Bunun üzerine sevgili ejderham tamamen ısınmamız amaçlı bir ateş daha üfledi başımızın üzerinden.
"Pelerinimi tutuşturma koca oğlan o bana lazım. Ben de bu geçidin görevi neden yok diyordum, meğerse arkamızdan geliyormuş." Greinner devasa bir kükremeyle ona karşılık verince pelerinin içinden çıktım ve sert derisini okşamaya gittim.
"Sakin ol koca oğlan, sen iyi bir ejderhasın ve insanının mühürlüsünü yakmayacaksın!"
Hah bir de bu çıktı başımıza. Bu hükümdar bozuntusuyla mühürlenmenden daha korkunç ne olabilir?
"Önümüzde ne zaman olduğunu bilmediğimiz bir savaşın olacak olması mesela? Sence de daha korkunç değil mi bebeğim?" Burnundan üflediği buhar yüzümü yalarken gözlerimi kapattım. Çenesindeki çıkıntılı deriyle başımın üzerinde gezindi. Bu onun beni sevme şekliydi.
"İşte kara gözüktü." Antuan'ın seslenmesiyle gözümü ileriye diktim ve bir kulübe gördüm. Gözden uzak yaşamak için katlanılan bu çileli yol yalnızca bir kulübe için miydi?
"Sanırım o da senin gibi düşünüyor. Senin de dağ başında bir evin var hükümdar, söylenme sakın."
"Ben de dağ evime aslanlı tuzaklar kurarım şimdi, ilham aldım."
"Hani kimsenin gelmesinden çekinmediğin evine mi canım? Yani çoğunun bilmediği gizli evine böyle bir tuzak kurmanda ki amaç nedir?"
Keyifli bir nefes aldıktan sonra yeniden kolunu omzuma attı. En fazla bu kadar uzak durabiliyordu işte. "Hmm, kıskandın demek." Gözlerimi devirdim. "Kıskandın, kıskandın. Yine de senden önce dişi sineğin bile evime adım atmadığına emin ol. Bilirsin herkesle aram iyi değildir." Benimle olan arasına nazar değmeseydi bari. Tam cevap vereceğim an Greinner bizi yine pençelerine hapsetmiş ve mesafeyi minimuma indirmişti. Çok iyi olmuştu gerçekten yürüyecek dermanım kalmamıştı.
"Hatırlat sana bir büyük baş kızartacağım."
Bu unutabileceğim bir teklif değil Zambak.
Sevinmiştim. Çitlerin önünde daha rahat bir iniş alanına bizi bıraktı ve yeniden uçup gitti.
Etrafı kolaçan edeceğim, keyfinize bakın.
Garip bir şekilde burası karlıydı. Adımların karın içine gömülerek kapıya doğru ulaşırken çevreyi inceledik. Sonunda kapı açıldı ve bize doğru gülümseyerek bakan adam gözüktü.
"Hoş geldiniz çocuklar."
Hughie Pride, zamador yorumcusu ve aynı zamanda Olivia'nın büyükbabası. Ona söyleyemezdik çünkü bu gizli bir bilgiydi. Belki beni torununun arkadaşı olarak tanıyor ve bunun için gülümsüyordu. Ya da daha genel düşünürsek hükümdar tüm bu yolları aşıp onun ayağına gelmişti. Uzun beyaz sakalının arasında örgülere şöyle bir göz attığımda geri çekildi ve eliyle içeriyi gösterdi.
"Hadi gelin, yorulmuşsunuzdur."
"Sayenizde yorulduk efendim. Mekan tercihiniz epey etkileyiciydi."
"Buraya kadar sağ salim geldiğinize göre siz de fena sayılmazsınız. Üstelik söyleyeceğiniz o önemli şeyi de merakla bekliyorum." Yaşlı sesi yavaş ve gizemli çıkıyordu. İçeri geçtikten sonra oturacak bir yer bakındık. Bir tane koltuk ya da kanepe yoktu, yerde minderler sıralanmıştı. Köy usulü seviyor diye düşünüp minderin tekine geçip yerleştiğimde Antuan dehşet içinde ayakta kaldı.
"Ne kadar çabuk uyum sağladın öyle?"
"Memleketi de böyleydi, şeyin, şeyin..." Kimin memleketi böyleydi? Bakışlarına anlayış dolarken elimi tutup sıktı ve sessizce yanıma oturdu. Hafızamda oluşan bazı boşlukların farkındaydık ama ara sıra bilgiler çok yakından hatırlıyormuşum gibi geliyordu. Hep buradaymışım, Antuan'la ve en başından beri ailemin yanındaymışım gibi geliyordu işte.
Hughie Pride elini yukarı doğru kaldırdı ve ortasından yayılan ışıkla köşedeki masanın üzerinden bir tepsi taşıdı bize doğru. "Büyü avucunuzun içine mi doluyor?"
"Senin parmak uçlarında mı kızım?"
"Bilmem yani tam olarak hangi noktada olduğunu hiç düşünmedim."
"Elime büyülerimi topladığım bir obje yerleştirdim. Yaşlı insanlar baston kullanır biliyorsun ama yanında değilse bir etkisi olmaz. Ben de böyle bir çözüm buldum işte."
"Bu fikri size veren defteriniz miydi? Özel, değişik ve çılgın fikirlere sahip bir defter?"
Keyifli bir gülümsemeden sonra "Neden bahsettiğini anlamıyorum, önce karnını doyurmaya ne dersin?" dedi ama bundan pek emin değildim.
"Aç değilim teşekkürler."
"Ye çocuk! Buraya kadar çıkabilmenizin ödülü olarak gör ve küçük kızımın en yakın arkadaşını zehirlemeyeceğimden emin ol!"
Olivia'ya küçük kızım diyordu anlaşılan. Antuan'a baktığımda sıcak çorba kasesini eline aldığını gördüm. Ardından kemerinden çıkardığı bir kaşıkla çorbasını karıştırdığını...
"Kendi kaşığımı kullanmayı tercih ederim Bay Hughie." Ardından kaşığı benimkine soktu ve "Sıcağa benziyor hayatım biraz soğusun öyle ye," dedikten sonra çorbayı içti, yuttu, hiçbir şey olmadı.
"Temkinli insanları severim evlat." Antuan içince bir şey olmadığı için çorbamı kaşıkladım. Muhtemelen kaşığında farklı bir büyü vardı ve koca çınar bunu anlamıştı. "Olivia nasıl?"
"Son gördüğümde gayet iyiydi. Yoksa sizi sık ziyaret etmiyor mu?" Alaylı konuşmam ona derin bir nefes aldırdı. Buraya hangi aklı başında insan gelmek isterdi ki, üstelik bir kere geldikten sonra? "Elinize sağlık, fırtına tepesinden sonra içim ısındı." Laf sokmadan duramayan dilime bir darbe vurmak istedim ama sonra bunu Antuan'ın yapmasını rica edecektim. Belki karşılıklı vuruşurduk... Edepsiz düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve adamın bana kızmaması için dua ettim.
"Ateşe yaklaşabilirsin genç bayan kemiklerin de ısınır." Yaklaştım. O kadar eziyet çektikten sonra konuşmak elbette ki hakkımdı. "Şimdi anlatın bakalım, sizi buraya taşıyan o önemli neden ne?"
"Savaş çağrıları olan bir kehanet aldık efendim. Alfalar ve özel olanları içeren bir kehanet. Beş mavi ve alfalar toplandığında mutlak bir ritüel yapmamız gerektiğini düşünüyorum."
"Beş mavi, bunun detayını kimden öğrendin?"
"Defterden."
"Defter bizi açık etmez!"
"Konu mühimdi ve etti."
"Kehaneti söyle!"
"Doğduğunda yeni gelen, akacak gökten semboller. Tanrılar bozuşacak, ruhun yansıması son bulacak. Bununla birlikte Mara bir kılıç gördüğünü söylüyor üzerinde güneş sembolü olan bir kılıç. Basillan'a ait olmayan yapıda olan bir kılıç. Birbirine değen evrenlerden biri bize bir nesne göndermeye çalıştı ve bunun devamı gelirse felakete döneceğinden endişeliyiz."
"Bu kadar mı?" Ne düşündüğünü belli etmeyen gözleri bizi süzüyordu.
"İkinci bir kehanet daha var. Dört elementin özünde saklı alfa ruhları. Yıldızlara çizilen döngüde bir araya geldiğinde Basillan'ın dengesini koruyan özel olanlara seslen, çağrıya uy! Kıvılcımın öfkesi, dalgaların ninnisi, köklerin yankısı, rüzgarın melodisi ve hepsi. Elementlerin dilini anlayan yön versin birleşimin yankısına. Küllerinden doğmazsa eğer kaybolur dengenin anahtarı karanlıkta. Ve kaos hüküm sürer yerin kalp atışında. Unutma. Her seçim bir kader mühürler kehanet ışığı tamamlandığında."
"Pentagram yansıması." Fısıltısını duydum ama bir anlam veremedim. Avuç içiyle yeniden masaya uzandı ve orana bir kağıt kalem çekti. Beş köşeli bir yıldız çizdiğinde bunun sembolik olduğunu düşünmüştüm. Sonra aynı yıldızın içinden geçen bir yıldız daha çizdi. Ortada bir yerde kesişim kümesi bırakmış gibiydi. Gerçek hayatta geometriyi nerede kullanacağını düşünen küçük Lily'ye çarpıcı bir cevaptı bu.
"Bu yıldızlardan biri alfaları, diğeri mavi ruhları temsil ediyor evlat. Kıvılcımın öfkesi," deyip yıldızın bir ucuna üçgen işareti çizdi. "Dalgaların ninnisi," dedi ve biz çizgi çizdi. Bu şekiller beni anında hamileyken Gabriel'in annesinin şifahanesine gittiğim güne götürdü. O da karnıma böyle semboller çizip bebeğin hangi elemente ait olduğunu bulmuştu. "Köklerin yankısı," dedi ve yıldızın bir ucuna kareyi çizdi. "Rüzgarın melodisi." Yıldızın diğer ucuna yuvarlağı çizdi. "Ve hepsi." İç içe geçen yıldızın kesişim kümesinin içinde kalan yıldızın ucuna ise sarmal bir işaret çizdi. "Burada olduğuna göre sanırım hepsi sen oluyorsun kızım? Çünkü diğer yıldızda maviler var. Hepsini buldun mu evlat?"
Antuan yalnızca başını salladı. Bir işe kalkışıyorsak bir şeyleri gizleyemezdik ve benim hepsi olduğumu şak diye ortaya çıkarmıştı. "Ritüeli bu on kişiyle yapacağız demek, herkese haber verdiniz mi?"
"En son size geldik."
"Peki hepsi onayladı mı?" Gözlerim Antuan'ı buldu. Boreas onaylamamıştı ve ben hallederim demişti ancak onu halledecek vakti yoktu.
"Bir kişi emin değil, diğerleri birlikte çalışmayı kabul etti. Peki siz kabul ediyor musunuz efendim?"
"Buraya çıkabildiğinize göre bu cevabı almış olmalısın çocuğum." Kabul etmişti, tüm bu eziyet işe yaramıştı. Geriye yalnızca uyuz havacı kalmıştı. Rahat bir nefes alıp pencerenin önüne gittim. Bay Hughie ve Antuan durum değerlendirmesi yapıyordu. Gökyüzüne baktığımda kara deliğin etrafındaki gümüşi halka genişledi ve ışığı Greinner'ın olduğu yere vurdu. Bir güneş ışığı gibi çarpıcı bir etki verirken onun gölgesine odaklandım. O an aklımdaki yapbozların birleştiği andı. Anladığım bir saniyelik anı Antuan'la göz göze gelince ona da hissettirdim. Konuşmasını bölüp hızla yanıma geldi. "Ne oldu canım?"
"Eskiden insanlar zamanı ölçmek için güneşi kullanırlarmış. Gölgesi ne tarafa vuruyorsa saati ona göre belirlermiş." Parçaları birleştirmesi zor olmadı.
"Mara'nın gördüğü kılıçta güneş ve onun yere düşen yansıması vardı. Lily sen çok zeki bir kadınsın." Yaşlı bir adamın yanında olup olmamayı umursamadan öptü beni.
"Ruhun yansıması son bulacak Antuan. Ruh eğer bizsek zamana son vermeyi planlıyorlar; saatleri durdurmayı planlıyorlar. Zaman akmazsa ne olur?"
"Zaman akmazsa insanlar da akmaz," dedi bilge çıkan sesiyle Bay Hughie.
"Doğduğunda yeni gelen sensin. Sen geldin ve gökten semboller aktı, aylar kısaldı Mara bu sembolü gördü, sen denize düştüğünde yukarı farklı semboller çıkardın şimşekler çaktı. Tanrılar bozuşacak, Poseidon hırçınlaştı deniz taştı, belki de bu çoktan oldu ya da daha kötüsü olacak. Ruhun yansıması son bulacak, zaman duracak. İlk kehaneti çözdük güzelim."
"Küllerinden doğmazsa eğer kaybolur dengenin anahtarı karanlıkta. Antuan, benim hepsi olabilmem için bir canlım eksik. Küllerinden doğan tek canlı nedir?"
"Ankakuşu! Ankan hala seni seçmedi."
"Belki de Boreas bu yüzden güvenmiyor bana. Hava ile ilgili bir şeyler hissediyor olabilir. Ankam beni almaya gelmediyse ben ona giderim."
"Tamam sıradaki yolculuğumuz belli oldu. Anka avına gidiyoruz..."
İkimizde Hughie'ye veda edip Greinner'ın sırtına binince bir canlım daha olmasına tahammül edemez gibi homurdanıyordu. Ancak bunun olması gerektiğinin o da farkındaydı ve bizi daha önce hiç görmediğim bir yere doğru götürmek için kanat çırptı...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
47.34k Okunma |
4.48k Oy |
0 Takip |
117 Bölümlü Kitap |