107. Bölüm

106. Bölüm

Mav Perikal
mavperikal

(129)

 

Alex bizimleydi. Antuan ona kıl olsa da benimle birlikte Harvey malikanesine gitmiş ve onunla konuşup ikna etmiştik. Bir süredir göremediğim kızımla da saatlerce sarılıp hasret gidermiştik. Valeri hakkında hiç konuşmuyorduk ama oradan temiz bir şekilde çıkıp çocuğunun yanında olmasını istiyordum. Bir çocuğun anneye en ihtiyacı olan dönemlerinde onsuz kalması Chloe'ye haksızlıktı. Üstelik ben de başımdaki hiç bitmeyen olaylar yüzünden onunla sık görüşemiyordum.

Soil zaten alfa olarak en başından beri bizimleydi. İki alfa da tamamdı. Sırada Ran ve Boreas'la konuşmak kalmıştı. Ran tarafından bir sorun çıkacağını düşünmüyordum ama havanın alfası beni biraz tedirgin ediyordu. Antuan'la akademiye gelmiş ve bir noktada ayrılmıştık. Onunla tek konuşmak istememe ters ters baksa da arada bir gerilim çıksın istemiyordum.

Girebileceği yerlere bakıp çıkarken pes etmek üzereydim. Aerların bu kadar gizemli takılmasına gerek var mıydı gerçekten? Açık mavi korseliler etrafta çok az geziniyordu.

Koridoru dönerken biriyle çarpıştım ve başın anlık olarak döndü. "Lily?"

"Soil sen miydin?"

"Tamam sürü halinde gezip dikkat çekmemek konusunda anlaşmıştık ama neden tek başına olduğunu sorabilir miyim?"

"Avımı ürkütmemek için?"

"Havalı alfa avında mısın?"

"Evet ve bulamadım." Bunu söylediğim an Soil gözlerini kapatıp odaklandı ve yeniden açarken sırıttı. "Gel benimle."

"Bu da neydi?"

"Alfalar arası iletişim ağı gibi bir şey, hissedebiliyoruz."

"Keşke bunu en başında söyleseydin."

"Sormadın ki?"

"Tanrı aşkına sormam mı gerekiyordu? Sizi bana sayıyla mı verdiler?"

Zihnimde gürleyerek gülen Greinner ve Naiads'a hesabımı sonra soracaktım. Herkes benimle alay ediyordu. Soil beni bir kapının önüne bıraktı ve yanağımı hızlıca öpüp "İyi şanslar," dedi. Kaçtı desek daha doğru olur.

Kapıyı açıp içeri gireceğim sıra görüntüsü anlık olarak bulanıklaşan Boreas'ı neredeyse kaçıracağım sanıp telaşla bağırdım. "Naber?"

Görüntüsü yeniden netleşti ve omzunun üzerinden hızla bana döndü. "Ne istiyorsun üçkağıtçı?"

"Yok dolandırıcı." Ağzımın içindeki mırıltımı duymuş gibi hafifçe gülümseyip hemen ciddileşti. "Konuşmak istiyorum."

"Benimle ne gibi bir bağın olabilir de konuşmak isteyebilirsin?" Ukala gülüşünün orta yerine yumruk atmalı şiddet eğilimimi bastırdım ve gülümsedim. Gidip yanındaki masaya zıpladığımda artık onun önünde durduğum için daha iyi bir görüş açısı yakaladım. Kazınmış saçları onu her zamankinden daha sert biri gibi gösteriyordu. Cam kadar keskin mavi gözlerini üzerimden çekmezken derin bir nefes verdim.

"Aktarma mı yapıyordun?" Bunu yapmadığını biliyordum çünkü aktarabilseydi anında ortadan yok olurdu. O ise yavaş yavaş siliniyor gibi gözüküyordu. Şey gibi, havayla bütünleşiyor gibi.

"Bu senin o küçük burnunu hiç alakadar etmez aqua!"

"Tamam en başından başlayalım mı? Ben Lily," diyerek elimi uzattım en azından bir centilmen gibi sıkmasını bekliyordum. Gözlerini devirip isteğimi yerine getirdi. "Merhaba Lily, ben Boreas seni burada hiç görmemiştim." Güzel, bu oyunuma ayak uyduracak demekti.

"Beni burada görmedin çünkü daha önce Basillan'da bir başkasının bedeninde açtım gözlerimi. O başkası hamileydi ve onun çocuğunu doğurmak zorunda kaldım, daha önce çocuk doğurmadığım için hoş bir deneyimdi diyemeyeceğim. Hiç senin olmayan bir çocuğu doğurmadığın için beni anlamazsın ama empati yeteneğin gelişmiştir umarım. Burada birçok haksızlığa maruz kaldım, kendi benliğimde yaşamaya ve evrene uyum sağlamaya çalışıyorum. Ancak aksilikle bir türlü yakamı bırakmıyor, anlarsın ya. Şimdi de başıma bir kehanet çıktı."

Elini hiç bırakmadığım ve direkt olarak gözlerine baktığım için yaşadığım bazı anları özelliğimle onun zihnine aktardım. Bu onun için de garip bir deneyim olmalı ki kaşları çatıktı. Bana bakıyor ama görmüyordu zira zihni meşguldü. Ona kehanetin başını okuduğumda kendisi ile ilgili olan kısmı aldı ve zihin aktarımını durdurdum.

"Kısacası yardımına ihtiyacım var Boreas. Buraya gelme nedenim basit bir şey değil, garip bir şekilde bizden olmayan kişilerle aramızda bir savaş başlayabilir." Bu sefer hakimiyeti o eline alıp elimi biraz daha sıktı.

"Ne malum bu savaşı geldiğin yerdeki insanlarla beraber senin planlamadığın?"

"Ne?" Afallamıştım. Hiç böyle bir karşılık alacağım aklıma gelmemişti. "Bunu yapıyor olsam bile -ki yapmıyorum- neden gelip herkese ifşa edeyim ki?"

"Eğlenmek için."

"Boreas lütfen mantıklı düşün ve saçmalamayı kes. Birisi Basillan'a kılıç aktarmış, daha önce burada hiç olmayan bir modelde! Bir kılıç aktaran yüz kılıç da aktarır ve bunu sonra muhafızlara çevirir. Kehaneti çözmek için alfalara ihtiyacım var."

"Üzgünüm Lily sana güvenmiyorum. Tanıştığıma hiç memnun olmadım." Son kez güçlüce elimi sıktı ve tahmin ettiğim gibi havayla kendini bütünleştirip gözden kayboldu. Belki duvarın içinden geçip kendini balon gibi boşluğa salmıştır bilmiyordum. Tek bildiğim onu aramıza katmanın zor olacağıydı, ya da hiç olmayacağı. Bu durumda kehanet gerçekleşir ve biz savaşta mağlup olan taraf olurduk. Düşüncesi bile tüylerimi ürpertirken odadan çıktım.

Köşede beni bekleyen Soil'in yanına gittiğimde merakla bana bakıyordu. Başımı iki yana salladım. "Olumsuz. Keçi mi yoksa alfa mı anlamadım!"

"Üzülme sonra yeniden denersin."

 

***

 

Karma ders olarak sevgilimin eğitmeni olduğu derse girerken tedirgindim. Bunun hoş karşılanmayacağının bilincindeydim ama kimse çıkıp bir şey demeye de cesaret edememişti. Eşlik mührümüzden de henüz haberleri yoktu.

Terazi sanatları dersi... Kapıdan içeri girdiğimde göz göze geldiğim sevgilim hiç renk vermeden elini öne uzatıp içeri davet ettiğinde gülümsedim. Yuvarlak masanın etrafında dizilirken bir daha bana bakmamıştı. Kendi masasının önüne gelip yaslandığında bize bir hikaye anlatmaya başladı. Bitirdiğinde inisiyelerden birini seçip adil olanın ne olduğunu sordu. Yuvarlak masanın ortasındaki mermer sütun döndü ve terazinin bir ucu ağırlaşıp aşağı indiğinde diğeri havada kaldı.

Kızın yüzüne teraziden üzerindeki taştan kırmızı ışık yansıdığında şok olmuştu. "Kırmızı ışık bir dengesizlik var demek. Ben adil olanın ne olduğunu sormuştum, sen ise sana göre adil olanı anlattın. Şimdi bir kere daha düşün ve yeniden adil olanı söyle."

Kız yeniden konuştu ama ışık kırmızıdan maviye dönmedi. Bir başkasına sordu, bir başkasına ve yeniden bir başkasına. Göz bebekleri ikinci kez beni bulduğunda derin bir nefes aldım.

"Vicdanın sesini bastırmak adil olan değildir. Bu yanlışı düzeltmekte öyle. Asıl adalet en baştan bunu bir seçenek olarak bile görmemektir. Diğer türlü ortaya koyulan yanlışlığı yalnızca adaletin kuralları eşliğinde düzenleyebiliriz."

Terazinin mavi ışığı yüzüme yansıdığında gülümseyemedim. Biz adil davranmaya çalışıyorduk evet ama gelen kehanet kime göre adaletli olacaktı bilmiyordum. İçimde kaynayan bu duyguyu Antuan'ın parlayan gözleri bile söndüremezken dersi bitirdik.

Sonra sırasıyla birkaç ders daha alıp çıktık. Bunlardan biri Agatha'nındı ve bana bakan hoşnutsuz bakışları artık açık açık seçiliyordu. Zeytin ve Soil arasında dersleri paslaşarak bitirdikten sonra evde eşim okulda eğitmenim olan yakışıklı adamın yanına gittim ve evimize aktardık. Ellerini hiç belimden çekmeyip sıkıca sarıldı. "Bu kadar zeki olmak zorunda mısın?"

"Zekanın bazı yaşanmışlıklarla doğru oranda arttığını düşünüyorum, ne diyorsun?"

"Göreceli bir kavram ama tartışabiliriz. Mesela bunu yemek yerken yapalım."

Mutfağa gittiğimizde benim genelde oturduğum onun çalıştığı anlardan birinde onu izliyordum. Bir işe yaramak adına sofrayı kurup getir götür yaparken arada ağzıma bir şeyler tıkıyor, tıkmadığı zaman ise nefes kesen bir öpücük kapıyordu. "Evet anlat bakalım."

"Hiç mücadele etmeyen biri zekasını daha kıvrak kullanamaz bana göre."

"Biraz daha açar mısın?"

"Zorluk görürsen beynin çalışır. Bir daha bu başına gelinde nasıl davranacağını bilir ve düşünürsün. Başına gelmemesi için de düşünürsün, gerekirse faaliyete geçersin. Elementini ne kadar zorlarsan o kadar esneyip açılıyor bunu öğrendim. Bugün sorduğun soru da kimsenin başına bu gelmediği için yüzeysel cevaplar duydun hep. İşin garibi kimse hala bir gün başına gelebileceğini düşünmedi. Antuan?"

Demek istediğimi anlamıştı, bunu gözlerinde görüyordum. Sıcak tencereyi tabağımıza boşaltırken kemikli çenesine baktım. "Kimse savaş olacağını düşünmüyor."

"Evet ve o gün geldiğinde pratik mücadele etmedikleri için zayıf düşeceğiz. Yani tamam öz savunma dersi var ama bu onlar için bir eğlence. Elementle devasa büyüler yapmak yasak olduğu için sınırlarını kimse bilmiyor. Dahası, karşımızdaki bizler gibi normal olmayabilir. Varsayalım ki daha güçlüler, bizimki birse onlarınki iki, o yüzden olabildiğinde bilinçli olmalıyız. Şakayla karışık değil, temel kurallarla hayatta kalmak için değil, savaşta hayatta kalmak için çalışmalıyız."

"Bunu paylaşıp işleri sıkılaştırma zamanı geldi öyleyse. Benim güzel zeki zambağım."

 

 

 

(129) Part 2

 

Bugünü tamamen kendimize ayırmıştık. Ateşli gökyüzünün altında öyle yerlere aktarmıştık ki hayran olmuştum. Çiçeklerle dolu bir vadi vardı. Aralara karışan iksirlerde özel olarak kullanılan bazı çiçekler de mevcuttu. Keza orada profesör Ethan'ı görmüş ama o bizi görmeden yeniden aktarmıştık. Elindeki mini büyüteciyle iksir yapımı için çiçek özü topluyor olmalıydı.

"Savaş kapıda madem, öncesinde şöyle güzel birkaç anı toplayalım istiyorum."

"Memnuniyet duyarım sevgilim."

Bu aktarma yapmadan hemen önceki konuşmamızdı. Sonrasında bir mağaraya aktarmıştık, bütün özel ve gizli yerleri göstermek için yemin etmiş gibiydi. Aklıma da anlayana kadar iyice kazıyordu. Önce gösteriyordu akşam ise haritadan inceletecek ve sınava tabii tutacaktı.

"Bölgenin bir kısmını gayet iyi biliyorum. Alex'in verdiği haritayı tüm detaylarıyla ezberlemiştim."

"Her yeri ezberlemekte fayda var Lily. Dediğin gibi güç konusunda ne durumdalar bilmiyoruz ama kendi evimizdeyiz, bölge hakimiyeti bizde. Bak burası benim gençlik yıllarımda keşfettiğim bir yer. Gözden uzakta, sessiz, kimsesiz. Bazı anlarda evden çok bunalırdım. Annem biraz garip bir kadın ve her şeyi kontrol altına almak ister. O anlardan birindeyken kaçış noktam oldu işte."

Gözümün önünde genç Antuan mağaranın bir duvarına çökmüş tek başına oturuyordu. Yalnızlık aslında sandığımız kadar korkunç değildi. Yoğun insan trafiğinden kaçındığımız ve kabuğumuza çekildiğimiz bir an illaki vardı. "Yak bakalım şu meşaleyi."

Ateşi çağırıp istediğini yaptım. Mağaranın içine girdiğimiz için gökyüzünden tamamen korunmuş oluyorduk. Tanrıların bizi izliyor oluşu içimden gülmeme neden olurken Antuan'ın gözlerine yansıyan ateşe baktım.

"Sence tanrılar bizi sürekli izliyor mu?"

"Hayır izlemiyor."

"Çok net konuştun, yarın bir gün karşıma ben tanrıyım diye çıkma sakın?"

"Ben zaten bir tanrıyım, zambak tanrısı. Tek farkımız onlar bana değil ben onlara tapıyorum." Elimi alıp dudaklarına götürürken gülümsedim. "Gel bakalım burası sadece boş bir mağara değil." İlerleyince daralan alandan sonra merdivenlerden indik. Duvarlara dokunurken dokuyu hissetmeye çalıştım. Burası nasıl oluştu, kimler adım attı, yerleşme mevcut mu hepsi zihnime dolsun isterdim.

Meşaleyi ileri doğru uzatınca küçük bir su birikintisi gördüm. "Aa sığ mı bu acaba? Sadece ayaklarımızı sokup eğlenecek miyiz?" Neşeyle sorunca gülümsedi.

"Git bakalım sok güzel ayaklarını içeri."

Ufak topuklu ayakkabımı köşeye çıkardım ve elbisemi elimle yukarı doğru toplayıp bir adım attım. Attığım o adımla beraber su yükseldi ve o boşluğa doğru akın akın dolmaya başladı. Omzumun üzerinden dönüp ona baktığımda sırtını taş duvara yaslamış gülümseyerek beni izlediğini gördüm. Gözlerinden gözlerime doğru sevgi, hayranlık ve şefkat akıyordu.

Artık elbiseme tutmama gerek kalmayacak kadar yükselen suyla beraber parmak uçlarımla ona su attım. "Gelsene?"

"Gelemem, sana bir şey göstermek istiyorum."

"İyi ya gel de buradan göster."

"Arsız kadın," deyip kahkaha atışı doldu kulaklarıma. "Şimdi ellerin suyun içindeyken aquayı hisset. Elementi zihninde bir şekle sok. Sonrasında şunu tekrar et; sana ve senden oluşan her şeye, aqua, aqua, aqua, serbest bırak ve göster sırrını bana. Bunu yaparken gözlerinde parlayan elementinle birlikte bir müddet onu yüceltmelisin. Ruhunun elementi olduğuna ikna et, onu sev, kötü duygularını at. Su saftır, sen de saf ol. Hadi dene bakalım."

Zihnimi berraklaştırdım ve söylediğini harfiyen uyguladım. Maneviyatı yükseltmek için gözlerimi kapatıp ruh gözümle elementime ulaştım ve söyledim. "Sana ve senden oluşan her şeye, aqua, aqua, aqua, serbest bırak ve göster sırrını bana." Suyun coşma sesi geldi kulağıma. Ardından sahile vuran dalgalar gibi çağladı. Sonra ise kanat sesleri duydum. Gözlerimi aniden açtığımda karşımda duran gözler beni ürkütmek yerine sakinleştirdi. "Çok güzelsin, nesin sen böyle?"

"Aquanis; suyun perisi." Sesi çok genç çıkarken sırtındaki kelebek kadar büyüleyici kanatlarına baktım. Safir rengi gözleri parlarken etrafımda kanat çırpıp dönmeye başladı. Boyu bir kolum kadar olan bu varlık oldukça hassas ve kırılgan oluyordu. Suya doğru başını sokup ıslık tarzında melodili bir ses çıkardı ve etrafımızda onlarcası olmaya başladı. Mavinin, yeşilin ve gümüşün tonlarındaki kanatları muazzamdı.

"Ben de Lily. Ruhumun elementinin büyüleyici canlıları var demek ki." Uzun saçları salınarak yanıma geldi. "Ruhunun elementi bu canlıları herkese göstermez."

"Şanslıyım o halde?"

"Şanslı değil iyisin, özün iyi ve saf. Hadi uzan da etten kemikten bedenini biraz rahatlatalım." Gözlerim Antuan'ı bulurken omuzlarını silkmesiyle gözlerimi devirdim. Kendimi doğru konuma getirip suyun içinde sırt üstü dengede durmayı başarınca etrafımı sardılar. Minik parmaklarımı etlerimi çekiştiriyor gibiydi. Tek tek saç diplerimden parmaklarıma kadar etkileyici bir masaj yaptılar. Tek meziyetlerinin bu olmadığını ve onlarla tanışmamın boşuna olmadığını biliyordum.

Elimin altına çarpan kanatlarını sevgiyle okşadım. Ne ara gözümü kapatıp açtım bilmiyorum ama artık çevremde bir ışıltı mevcuttu. "Seni kutsadık özel olan, ruhunun elementinin canlıları sana şükranlarını sunuyor."

"O şükran bana ait. Hamama gitsem bu kadar rahat etmezdim." Gevşeyen gülümsememle birlikte kendilerine özgü bir selam verip yeniden etrafımda dans ederek uzaklaştılar. Hala suyun yüzeyindeyken Antuan nihayet adım atmaya karar vermiş gibi kımıldadı. Elindeki meşaleyi suya basıp söndürdüğü an karanlıkta kaldık sandım ama öyle olmadı. Aquanislerin kelebek kanatlarını çırparken etrafa bıraktığı ışıltılı toz bizi aydınlatmaya yetiyordu.

Boynuna kadar battığı sudan sadece gözleri gözükecek şekilde yanımda doğru yüzmeye başlayınca derin bir nefes aldım. Avına yaklaşan timsah görüntüsü bile beni yükseltmeye yetmişti. Komple suya battı ve yanıma gelmesini beklerken altımdan yaklaştı. Suyun üzerinde yatar vaziyetteyken belimde hissettiğim dudaklarıyla gözlerimi kapattım. Ben yumuş yumuş bir haldeyken oyun mu istiyordu? Bana uyardı...

Dokunuşuyla beraber sıcaklayan bedenimi anlamış gibi elementini buza çevirdi. Sırtıma doğru yükselen dudaklarıydı ama aşağı doğru inen buzun ta kendisiydi. Kımıldamama izin vermezken bu kez parmaklarıyla masaja başladı. O bana dokunarak işkence ediyordu ama ben onu dokunmadan bile yakabilirdim. Havayla ateşi birleştirip ona dokunduğum anda erkeksi mırıltısı doldu kulaklarıma. O dokunuşunu ne kadar aşağı indirmişse ben de o kadar indirdim.

Elbisem yavaşça yukarı doğru sıyrılırken, kalçalarımı sert bir şekilde tuttuktan hemen sonra hissettiğim dudaklarla birlikte inledim. "Antuan Garcia, sen bu hayatta gördüğüm en fena adamsın!"

Cevap vermeye tenezzül etmedi. Zira diliyle bana verdiği cevaplar bambaşkaydı, ne kadar fena bir adam olduğunu gösterecek türden bir cevaptı...

Zaten mayışmış bedenimin erimesine az kalmıştı. Kafasını bacaklarımın arasından gülümseyerek çıkardığında saçlarından tuttuğum gibi kendime çektim. Bedenime yaslanan bedeniyle denge merkezim sallantıdaydı ama tam bu noktada suya sıkıştırdığım hava koştu yardımıma. Elementlerim onları bu şekilde kullanmamdan oldukça hoşnuttu bence.

"Demek sudan bir yatağın var ve ben üzerindeyken bile yıkılmıyor Lily Garcia."

Ona soyadıyla seslenmemin etkisini içimi titretecek bir şekilde verdi. Yamuk gülümsemem yüzümde belirirken "Ben Lily White canım. Soyadı mevzusu oldukça karmaşık başına iş çıkarma."

"Kim demiş karmaşık olduğunu canım? Benim eşimsin ve bu olası tüm ihtimalleri ortadan kaldırıyor."

"Antuan yoksa sen maço bir adam mısın? Biraz bunu konuşalım."

"Konuşalım, ahh!" Konuşamadı çünkü hava onun uzvunu benim parmaklarım gibi sıkmıştı. "Senden aldığım eril enerji her ne kadar hoşuma gitse de kendi özümle var olmak isterim."

"Kendi özünle var olmak istiyorsan önce Lily North olmalısın."

"Şöyle yapmaya ne dersin? Ben senin değil, sen benim soyadımı al mesela."

"Bunun mümkünü bile, ahh! Lily, konuşuyoruz dursana."

"Konuş canım dinliyorum devam et."

"Bilmiyorum mümkünü var gibi de şu an. Daha geniş bir zamanda konuşmaya ne dersin?"

"Hani anaerkil topluluğuydu burası. Öyle olsa herkes kadının soyuna geçerdi. Bence sadece lafta konuşuyorsunuz bunu. Ya da kadınlar önemlidir adı altında bir topluluk kurmuşsunuz ve tam olarak anlamını bilmiyorsunuz."

"Lily White North Garcia mı olsun istiyorsun?" demesiyle bir kahkaha attım. Sesim mağaranın duvarlarına çarpıp bana geri geldiği için hoş bir yankı oluşturdu. Tamam biraz da kötü karakter kahkahası gibi oldu. "Bence senin ağzın fazla boş duruyor şu an." Dudaklarıma kapandığında nefessiz kalana kadar oradan ayrılmayacağını biliyordum ve bu oldukça işime geliyordu.

Kalçamda dolanmak isteyen elleri ıslak elbisemle zor olduğu için onu kenara çekiyor sanırken büyük yanılmıştım. Kulaklarıma dolan yırtılma sesiyle birlikte göz göze geldik. "Bana bir elbise borçlusun!"

"Bu borcu hemen şimdi zevkle ödeyeceğim canım. Tenine tenimi giydirerek."

 

***

 

 

(129) Part 3

 

Gideceğimiz yer bitmediği ve yırttığı için artık mini olan elbisemle birlikte yeniden aktardık. Bir ağacın önünde durduğumuzda önce çevreyi kolaçan ettim. Rüzgarın fısıltısından başka bir şey gelmiyordu kulağıma. Cebinden çıkardığı mini iksir şişesini açtı ve sağ elime döktü. Tüm parmaklarıma yaydıktan sonra ağaç kovuğuna bastırmamı istedi. Bu biraz acı bir işlem olduğu için kaşlarımı kattım ama karşılık olarak omzuma bir öpücük aldım. Hafif bir ışık yayılıp bir anda kapar gibi yapıştırdığı elimi serbest bıraktı ve ardından ağaç bir bölme gibi açıldı.

"Vay, havalıymış." Kısık sesli gülüşüyle beraber belimden hafifçe ittirerek içeri girmemizi sağladı. Sonra ağacın içinden kökleriyle oluşmuş gibi duran merdivenlerden aşağı indik.

"Burası benim en gizli yerim."

"Kütüphanen," diye fısıldarken toprağın altında böyle geniş bir alan bulabileceğimi düşünmüyordum.

"Evet kütüphanem." Parmak uçlarımla her birine dokunarak ilerlerken geriye çekilip sırtını yasladı ve bir müddet keşfetmeme izin verdi. Kitapların isimleri bile oldukça ilgi çekiciydi. Köşede duran bir kapıyı araladım ve içinde duran büyük yatağı gördüm.

"Bu yatağı buraya nasıl sığdırdın?"

"Sadece seninle bir gün burada yatacağımızı düşünmem yetti." Az önce yaptığımız küçük kaçamağa rağmen hala enerjimin ve isteğimin yerinde olmasına şaşkındım. Çapkın bir bakış atıp incelemeye devam ettim.

"Buraya benden başka kimse giremez ve bulamaz. Büyü kullanmadan oluşturduğum için herhangi bir büyüden de etkilenmez."

"Tek başına nasıl yapabildin burayı böyle?" Yanına gittiğim an kollarını bulan ellerim yavaşça dokundu. "Bu kollarla daha neler yaptın anlatsana."

"Bu kollarla değil ama parmaklarımla neler yapabildiğimi az önce gördün varsayıyorum."

"Gördüm," deyip iç çekişime gülümsedi.

"Hayvan dostlarımdan yardım aldım. Elementim toprak değil ama bir çok orman dostum var benim. Hükümdar olmamın da etkisi var tabii ama zamanında onlara yaptığım iyiliklerin karşılığını burayı yaparken vermek istediler."

"Tabii ya adaletin bekçisi, sadece insanlara değil hayvanlara da müdahale ediyor. O yüzden daha sağlam olduğuna eminsin!"

"Evet canım. Gelirken eline döktüğüm sıvıyla birlikte artık sende giriş izni kazandın."

"Ama yaptığın iksiri herkes yapabilir?"

"Hayır yapamaz çünkü iksire kendinden bir şeyler katman gerekiyor."

"E biri saç telini kopardı diyelim ne olacak?"

"Öyle değil, özümden bir şeyler katmam gerekiyordu, büyü gücümle..." Parmaklarım anında dudaklarını bulup susturdu. Hayret dolu sesimle bir süre önce sindirip sonra konuştum.

"Antuan, bunu neden yaptın. Seni zayıf düşürecek bir şey istemiyorum. Buraya girmem bu kadar önemli değildi, bilmezdim olur biter."

"Yanılıyorsun güzel zambağım. Bu odaya girmen o kadar önemli ki... Elimizde savaşın olduğu bir kehanet var ve biz şimdiden önlem almalıyız. Yeraltında dinlenebileceğimiz, saklanabileceğimiz ve o an kaçabileceğimiz bir alanın olması o önemli. Bunu kendim için yıllar önce yapmıştım, içten içe bir gün bir sorun çıkarsa diye aklımı kemiren kurtları dinledim işte."

Parmaklarım yanağını kavrayıp okşadı. "Biz buna ileri görüşlülük diyoruz, sen içimdeki kurtlar diyorsun. Gerçekten bir savaş olma ihtimali beni ürkütüyor. Dünyadan başka bir evrene geliyorsun, bu mükemmel bir evren ama daha tadını çıkaramadan ardından gelenlere bak."

"Lily sana ant içerim, Basillan'ın her karışının tadını çıkaracaksın. Belki savaş olmayacak, ama ihtimaller can sıkar. Aklımız geride kalmasın. Buranın haritasını sana anlatacağım, başka bir yerde gösteremem. İyice öğrenmen gerekiyor çünkü gizli mahzenimin tek giriş noktası bu değil."

"Bunu başka yapanlar da var mıdır?"

"Zor, yapsa da ifşa olur. Terralar toprağın altında olan her şeyden haberdar olur Lily."

"Ama buradan olmadı çünkü toprak dostların normal bir yuva gibi gizledi. Ah, Antuan, hep demiştim çok fenasın."

"Sana daha çok fenayım. Şimdi seninle bir eş yemini edeceğiz. Bunu birine söyleyeceğinden değil sırrımız ileride geçireceğimiz herhangi bir sorgulamada ifşa olmasın diye."

"Heyecanlandım." Bu ilk eş yeminim değildi ama kendi bedenimde kendi eşimle ilk yemimindi. Minik bir iğneyi alıp ucunu ateşle yakmamı istedi. Mikrobu kırılan iğneyi önce benim parmağıma batırdı ve kanını dövmesinin üzerine bastırdı. Ardından aynı işlemi onunla yeninden tekrarladık. Parmağımın ucunu öptükten sonra gülümsedim. Minik bir acıyı bile söz konusu ben olunca istemiyordu.

Bileklerimizi dövmelerimiz üst üste gelecek şekilde kavradıktan sonra "Sponsalis Juramentum," dedi bu eş yemini demekti. Tekrar ettim.

"Eşimin sırrını koruyacağıma ve bu sırra sadık kalacağıma yemin ediyorum." Yeniden tekrar ettikten sonra mavi, parlak bir iplik bileklerimizin etrafını sardı ve sonra dövmemizin içine girer gibi kayboldu.

"Başlıyorum; benim bir diğer özelliğim kanımın mavi olması. Mavi kan soydan gelen seçili kişilerde olan bir büyüdür. Normalde kırmızı görünür ama büyü bileşenleri içindeysen mavi olarak akar. Hep özel kütüphanem diye bahsettiğim bu yerde çok özel bir defter var. Bu defterin kilidini kanım sayesinde açıyorum, kan akıtmayı bedel olarak görebilirsin. Deftere ne yazarsam cevabını alırım. Bu yüzden söylediğim her şeyden ve doğruluğundan eminim."

Ortadaki sembolün önüne doğru gitti ve eliyle bir çağırma büyüsü yapıp hançeri yakaladı. Dur dememe kalmadan koluna açtığı kesik yere mavi bir şekilde akıp damladı. Aynı anda defterlerin birinden tık diye kilit açılma sesi duydum. Yanına yaklaşıp kolundaki kesiğe dudaklarımı bastırıp çektikten sonra kesik yok olunca göz göze geldik.

"Sen bana zaten şifasın ama hançer kendi kesiğini kapatıyor. Merak etmiyor musun?" diye masanın üzerini gösterdi.

"Bedel ödemek zorunda kaldığın hiçbir şeyi merak etmiyorum Antuan. Bu defter sana bir şeyler veriyor evet ama aynı şekilde götürüyor mu?"

"Kısmen, çok büyük şeyler değil ve sık kullanmıyorum zaten. Defterin delisi olursan seni sıradan bir ölüme bile değil yok oluşa çevirir, hiç var olmamış gibi."

"Antuan..."

"Korkmana gerek yok, defterin gücü bilindiği için çoluk çocuğun eline değil iradesi güçlü ve kendini koruyabilen kişilerin eline geçiyor. Aynı zamanda onunla dehşet verici şeyler yapmaya başlarsan yer değiştiriyor, sıradaki sahibine giderken senin zihnindeki tüm detayları da alıp götürüyor. Yoksa herkes peşine düşer ve kaos olurdu."

"Anladım." Gözlerim onda dolanırken öyle kısık sesle konuşmuştum ki duyduğundan emin değildim. Bu yükleme biraz fazla gelmişti.

"Asıl söylemek istediğim şeye henüz gelmedim."

"Ne, bir sır daha mı?"

"Kehanette aynen şu yazıyordu; Basillan'ın dengesini koruyan özel olanlara seslen, çağrıya uy! Şimdi parçaları birleştir." Elimle ağzımı kapatıp bir süre sindirmeye çalıştım.

"Kehanetin bir kısmını daha çözdük yani, demek istediği çoğul ekiyle daha fazla mavi kan olduğu mu?"

"Evet bunu diğerlerindense önce seninle konuşmayı tercih ettim."

"Çağrıya uy diyor, onları çağırmanı istiyor." Sıkıntılı bir nefes verip başını salladı. "Ben Boreas'ı ikna edemedim. Ya onlarda da aynısı olursa ve biz bu işi halledemezsek?"

"Denemeden bilemeyiz, o küçük kuşu bana bırak ben hallederim."

"Kim olduklarını bilmiyorken nasıl çağıracaksın?"

"Sanırım bunu da defterden öğrenmem gerekiyor. İl açtığımda bir sürü maddesi vardır onlardan birinde eminim yazıyordur."

İşte şimdi içim ürpermiş bir şekilde deftere yöneldim. Hafif yıpranmış cildine parmak uçlarımla dokundum. "Demek bu defter senin için oldukça özel, işte şimdi kıskandım. Hepsi senin suçun Antuan, bana kıskanacak hiçbir malzeme vermediğin için az önce bir defteri kıskanmak zorunda kaldım." Cümlem biter bitmez kıkırdarken bir anda kendimi az önceki masanın üzerinde buldum, defterin üzerinde oturarak. "Dur, dur, dur ne yapıyorsun o-"

"Hiçbir şey, tekrar ediyorum hiçbir şey senden daha özel ve önemli değil benim için. Bir defteri kıskanıyorsan onu aşağılamana yardımcı olurum canım, seve seve."

Bir anda bacaklarımın arasına girip dudaklarıma yapışınca şaşırdığım için karşılık veremedim. "Adaletten bahseden kalbin söz konusu ben olunca bir defteri"

Susturuldum. "Cansız varlıklar adil dünyama dahil değiller."

"Ama o sana tüm bilgisini sunuyor."

"Sen de bana ruhunu, kalbini ve kendini sunuyorsun. Kıyas mı yapalım illa?" Oturduğum için daha da kısalan elbiseme şöyle bir baktıktan sonra iç çekti. "Söyle bana güzel zambağım, ben durdurulamaz bir doyumsuz mu oldum? Daha saatler önce yeni içmişken yeniden tenine susadım." Bacaklarımla kalçasını sarıp kendime yasladım. Çoktan hazır olduğunu görmek gülümsememe neden oldu. Elleri bacaklarımda dolanırken gözlerindeki parlayan elementini gördüm. Suyu bana işkence etmek için hazırlıyor gibiydi. Kollarımı da boynuna dolayıp dudaklarına doğru fısıldadım.

"Ya da sadece ay dönümü oluyor sevgilim." Verdiği sabırsız soluğu içime çekerken ikimiz de atak yapmadık. "Artık seninle eş olduğumuz için ay dönümlerinden etkilenebiliriz. Malum özel insanların soyları son bulmasın diye birbirlerine çekiliyorlar." Kendini bana tekrar yasladığında başımı geriye doğru attım.

"Soyum yalnız sana ait Lily. Ona iyi bak ve ne zaman istersen o zaman bana kendini yeniden üret."

"Minik beyaz zambaklar mı görmek istiyorsun?" dediğim an burnu boynumdan yavaşça yükseldi ve kulaklarımda durdu.

"Şu an değil ama elbet bir gün..." Önümüzü göremediğimiz bir evrene çocuk getirmek kimse için kolay olmazdı. Ama bu savaşı kazanırsak şayet sevdiğim adamdan ilk ama aslında ikinci çocuğumu doğururdum. Chloe'nin aklıma dolmasıyla onu koruyacak şeyler düşünürken tenimde dolaşan dudaklarıyla bu pek mümkün olmadı.

"Pekala, şu yeni yatağı denemeye ne dersin canım?"

 

***

 

Günü tamamen kendimize ayırıp yer altında olduğumuz için sabah mı oldu yoksa ben mi dinlenip uyandım bilmiyordum. Toprağın içinde minik hava delikleri olduğu için içeride oksijensiz kalmak gibi bir sorun yoktu ama ben havadan odayı tamamen yenilemesini istemiştim.

Birazcık yana doğru kayarak esnemek istediğim an bacaklarımdan tutup yeniden üzerine çekti. Kıkırdarken tam ağzıma layık omzuyla denk geldiğim için oradan bir ısırık aldım. Asla bu hareketlerimden rahatsız olmuyor ve uykusuna devam edebiliyordu.

"Hadi uyan bakalım güzel eşim." Mırıldandı. "Kaç saattir buradayız bilmiyorum gün ışığına çıkmaya ne dersin. Yoksa çok mu yordum seni dün gece?"

"Beni yorman mümkünmüş gibi? Hemen sana ne kadar enerjik olduğumu gösterebilirim."

"Tamam kuduruk inandık kalk hadi."

"Beş dakika daha."

"Beş dakika daha mı? Bunun tüm evrenlerde olması çok manidar." Yeniden kolunu etrafıma sardı ve yaslandığım göğsünde kalp ritmini dinleyerek yeniden mayıştım.

Gözlerimi açmaya çalıştığımda bu kez o benim saçlarımla oynuyordu. Çıplak tenim aniden ürperince ateşi çağırdım. "Vay, asıl bu çok havalıydı." Yeniden ısınırken gülümsedim. Eli kolumda yukarı aşağı dolanırken omzumdan öptü.

"Kalkıyor muyuz son kararın mı?"

"Kalkıyoruz. Yapmamız gereken işler var."

"Karnım açıktı Antuan, ne yiyeceğiz. Sakın beni ye deme bu sefer yemezler!"

"Yedin yiyeceğin kadar zaten, öyle demeyecektim. Dolap var içeride, sen bir göz at canın ne isterse onu yaparım." Yapmalıydı, o parmakları her konuda ustayken yemek konusunda asla eksik kalmıyordu. Damak tadımı buraya özgü yiyeceklerle ve özellikle sevebileceğim bir tarzla donatmıştı ki inanamamıştım.

Sersem adımlarla yataktan inip dün gece tamamen yırtıp bir kenara attığı elbiseme baktım. "Göğüs kısmını sağ bıraksaydın bunu giyinebilirdim," deyip göz devirdim.

"Ama o zaman nasıl-" Attığım bakışla susup çapkınca sırıttı ve dilini dudaklarında gezdirdi. "Pişman değilim, yine olsa yine yaparım." Yapardı evet, bu yüzden kenara koyduğum gömleğini üzerime geçirdim. Düğmelerini iliklerken karşımdaki aynadan onu takip ediyordum. Gözleri öyle ışıldadı ki daha önce böyle bir manzaraya sahip olmadığını anladım. Anlaşılan buradaki hiçbir kadın kocasının kıyafetini giymiyordu ama ben bu tabuyu yıkacaktım.

"Bir şey mi söylemek istiyorsun canım?"

"Söylenecek bir dolu şeyim var ama benim gömleğim üzerine dün üzerinde olan elbiseden nasıl daha çok yakışır onu düşünüyorum."

"Bu biraz da duygusal bakış açısı aslında. Yaşadığımız romantik anlar, aramızdaki tensel çekim ve içinde bulunduğumuz durum bir araya gelince ufak manaları özel sayıyor." Dediğimin tek bir zerresini bile anlamadan büyülenmiş bir şekilde bana bakarken usulca başını salladı. Gözüme komut bekleyen evcil bir hayvan gibi gözüktüğü için kıkırdadım. Yerden tokamı almak için eğilecektim ki "Eğer eğilirsen yemek yemeyi unut!" diye boğuk bir tondan konuştu ve eylemim havada kaldı. Onun yerine büyüyle tokayı havalandırdım.

İçeriye göz attığım zaman mini bir dolap görmüştüm. Ağzına kadar erzakla doluydu. Sonra diğer odaya geçtim, orada büyük bir dondurucu vardı. Yanındaki tahta kapaklı dolabın içinde ise kuru malzemeler ve konserveler vardı. Genel olarak toprağın altı soğuktu ve bir zarar görmezdi evet ama oldukça fazla olması beni düşündürdü. Antuan gerçekten burayı bize bir sığınak gibi hazırlıyordu. Tüylerim yeniden ürperdiğinde ilk dolaba gittim ve kalın peynirlerden ve salamlardan çıkardım. Hala yatakta oyalandığı için şansını kaybetmişti. Ona tost yapacaktım.

 

***

Kahvaltıdan sonra defterin başına geçmesini ve sürecin nasıl işlediğini merakla izledim. Bu arada tostumu beğenmişti, ya benim ellerimden yediği nadir şey olduğu için ya da arada yemek işini bana yıkabilmek içindi. İkisi arasında muallakta kalmıştım.

Kolunu kestiği hançere bakmak bile istemiyordum. Yeniden defterin kilidinin açıldığı sesi duydum ve Antuan ilerledi. Köşeden bir tüy kalem alıp mürekkebe batırdı ve deftere sorusunu yazdı. Defter mürekkebi emdikten bir süre sonra cevap verdi. Sadece isim yazmamıştı, devamında nasıl ilerleyeceğimizi de yazmıştı çünkü Antuan bu soru işinde oldukça çetrefilli davranmıştı. Tek bir cümleye sığan ve her kelimesi ayrı bir cevap isteyen o cümle...

İsimlerden ilki beni oldukça şaşırttı. Hatta bir sonraki ve hatta daha sonraki de... Gözlerim ardına kadar açılırken göz göze geldik ve defteri kapattı. Ben şaşkınca bakakalırken o çoktan tüm detayları okumuştu.

"Tamam, ilk durağımıza gidelim."

"Nasıl bu kadar sakinsin?"

"Biri hakkında ufak bir tahminim vardı diyelim o yüzden senin kadar şaşırmadım."

"Aklı başında insanlar öyle mi? İşte buna gülerim," deyip alay ettiğimde bakışları defterdeydi. Tahmin etmişti ancak emin olamadığı şeyden şu an emin oluyordu, onu anlayabiliyordum.

Victor Simon. İgnis alfasının kolu, aynı zamanda bir gereza çalışanı olarak görmüş olsam da şimdilerde özel olanların arasındaydı. Mavi kanlı... Bu yüzden miydi beni Antuan'ın yanında görünce yumuşaması?

"Sence bunu daha önce soran olmuş mudur?"

"Olabilir, ben hiç düşünüp bakmadım. Gereksiz detaylar yüzünden kendimden eksiltemem." Başımı salladım ve geldiğimiz gibi ağaç kovuğunun içinden dışarıya çıktık.

"Sence biz burada ne kadar uzun kalmışızdır? Zaman algımı mı yitirdim?"

"Hayır bebeğim, ay döndü ve blanet ayıyla karşı karşıyayız."

"Karanlık bir ay gibi duruyor."

"Kara delik derler." Elini belime sarıp gökyüzünü inceledi. Tamamen mi karanlıkta kalmıştık şimdi? Uzay boşluğunun içinde gezinen bir galaksi gibiydi. Ortada insanı içine çekebilecek kocaman bir boşluk ve çevresinde parıldayan gümüş parıltılar vardı.

"Antuan korkarak soruyorum; Blanet ayı hangi tanrının burcu olarak soruluyor?"

"Hades."

Yeraltı dünyasının ve ölülerin tanrısı olan Hades yani... Tüm bunlar koca bir tesadüften ibaret miydi? Hayır değildi çünkü gelen ilk kehanet şöyleydi; doğduğunda yeni gelen, akacak gökten semboller, tanrılar bozuşacak, ruhun yansıması son bulacak...

 

***

İlk durağımız Victor Simon'dı ancak hükümdar bey herkesi tek tek gezmeyeceği ve onu buraya çağıracağını söylediği için gerezaya gelmiştik. Uzun siyah örgülü saçlarıyla kapıdan içeri girdiğinde sürmeli gözleri önce beni buldu. İkimize de bir baş selamı verdikten sonra Antuan'ın işaretiyle karşımıza geçip oturdu. Konuşurken Antuan'ı bir kere bile kesmemiş ve yüzünde hiçbir şaşkınlık belirtisi oluşmamıştı.

"Birlikte miyiz, var mısın?"

Başını kendinden emin bir şekilde bir kez salladıktan sonra hafifçe gülümsedi. "Birlikteyiz, varım!" Bizimle misin diye sorup herhangi bir dışlama metni sunmamış ve birlikte, eşit olduğumuzu dile getirmişti. Antuan çok fena kelime oyunu yapan ve kalbimi fethedip bir de orada hüküm süren hükümdardı.

Karşılıklı bakıştıktan sonra Victor odadan çıkıp gitti. Erkeklerin anlaşması en fazla bu kadardı işte. Ben Boreas'a dil döksem de kabul etmemişti. "Viktor'un özel gücünün büyük bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunu hiç belli etmiyor ve kendi halinde dolanıyor. Baksana mavilerdenmiş ama bir böbürlenme görmedim ben."

"Victor iyi bir adamdır, ben çevremde tekinsiz insanlar bulundurmam güzelim."

"Asıl şoku koluyken bir anda kendinden özel olduğunu gördüğünde Alex yaşayacak," deyip güldük.

"Benim için bir şey yapar mısın?"

"Ne olduğuna bağlı?" Bak sen der gibi kaşlarını oynattıktan sonra oturduğum sandalye kımıldamaya başladı. Beni yavaş yavaş kendine yaklaştırdıktan sonra ona gidişimi büyük bir zevkle izleyip tek hamlede kucağına çekti. "Maranınla bağın ne durumda?"

"Hiç denemedim."

"Dene o halde, sürekli onu düşünmezsen hemen bağ kuramazsın."

"Sanki seni düşünmekten fırsat kalıyor da?"

"Gurur duydum," deyip çekmecesinin birini açtı ve içinden aldığı zambak çiçeğini bana uzattı.

"Antuan, çekmecende mi saklıyorsun, teşekkür ederim."

"Bu senin için değil canım," dediğinde bozulan suratıma bakıp güldü. "Benim için, senin kokunu özlemekten deli olduğum anlarda biraz da olsa yatışabilmem için." Fena değil fesfenaydı... "Sen şimdi bu çiçeğe iyice dokun özüne odaklan, topraktan soluduğunu hisset ve maranınla iletişime geçmeye çalış."

"Peki ne isteyeceğim?"

"İkinci maviyi de bizi getirmesini."

 

***

 

Tara ile iletişime geçmem kolay olmamıştı ama nihayetinde başarmıştım. Adını bile sormamış olduğum için kendi söylediğinde biraz utansam da o an sıkışık bir durumda olduğumuz için üstelememiştim. "Akıl tutulması mı yaşadık, Greinner'a söyleyebilirdik?"

"Bağ kurduğun herkesle aranı güçlü tutmalısın, ejderhan zaten cepte."

"Sen çakalsın!"

"Senin için bugün çakal da olurum sorun değil, akşama beni neden parçalıyorsun diye sorma o zaman?"

"Edepsiz adam, sus artık. Parlayan bir yılan dikkat çekmez mi? Dahası terra olduğumu öğrenebilirler."

"Maranın oldukça bilge biri halledecektir. Hem bırak biraz da onlar düşünsün." Çok rahat durduğu için sorgulamadım.

Işıltılı yılanım çocuklarından birine bu işi yaptıracağını söylemesinin üzerinden oldukça zaman geçtikten sonra kapı açıldı. İçeri gülümseyerek girip önce bana gülümsedikten sonra Antuan'a başıyla selam verip oturdu.

"Hoş geldin James Harvey."

"Beni görmek istemişsiniz hükümdarım?"

"Evet, yardımına ihtiyacımız var."

Saygısını son derece belli eden James ara ara bana bakarak konuşmayı dinlemiş ve bazı övgü kısımlarında bakışları değişmişti. Valeri'nin bedenine yeni geçtiğim zamanlar masanın başında abisi ile kıyaslanmaktan oldukça hoşnutsuz göründüğünü hatırladım. Dilinin ucuna gelen ancak söyleyemediği şeyler yüzünden bizzat kendi anne babası tarafından kıyasa tabi tutulup hor görülmüştü.

Bir kardeş için ne kadar gurur kırıcı bir andı. Alex'ten onlara karşı asla böyle bir tutum görmemiştim ama Harvey ailesi de statüye oldukça önem veriyordu.

Nihayet konuşmasını bitirdiklerinde bana döndü. "Biliyor muydun James?"

"Senin Val'in bedeninde olduğunu mu, hayır. Bir yerden sonra bir şeyler sezsem de kurcalamak hoşuma gitmedi. Aramız iyi olduğu için sanırım bencillik yaptım. Bir de defterin bazı sorumlulukları var, biliyorsun," deyip elini ensesine attı. "Demek artık sırdaşız ha?"

Gülümseyerek başımı salladım. Mahcup oluşunu gözlerimle gördüğüm için konuyu uzatmamıştım. Zira zamador turnuvasında Alex'le ilgili birkaç şey söylerken bana tuhaf tuhaf bakmıştı. Belki o an sezmişti, belki de başıma saksı falan düştüğünü düşünmüştü bilmiyorum. Büyüyle dolu bir evrende bile olsan senin içine başkası kaçmış diye düşünmek akla ilk ihtimal olarak gelmiyordu.

"Bu yolda beraber miyiz James?"

"Beraberiz sevgili Garcia'lar." Gözünü gizlemediğim dövmeme dikip konuşmaya devam etti. "Senin adına sevindim. İyi ve mutlu olmayı hak ediyorsun Lily. Önce ruhunun ve kalbinin güzelliği ile tanıştık sonra ise kendinle, seni tanıyan birinin aksini dilemesi çok zor bir ihtimal."

"James, teşekkür ederim." Ufak bir baş selamı verip hükümdarın geniş odasından çıktı. Antuan'la yeniden göz göze geldiğimizde ise sıradaki maviyle iletişime geçeceğimize emin oldum. Bu sefer o değil bizzat biz onun ayağına gidecektik.

Demir parmaklıklarla kaplı mahzenlerin yanından geçerken duyduğum sesler iç karartıcıydı. Antuan onlarla asla konuşmamam için söz verdirmese üzülüp istediklerini yapacak kıvama gelebilirdim. Ancak biliyorum ki adaletin hükümdarı onları haksız yere burada tutmazdı.

Cezası azaldığı için daha sakin bir hücrede tutulan mavi kana doğru yürürken gergindim. Uzun zaman sonra ilk kez yüz yüze gelecektik. Üstünde yırtılmış kıyafetlerle bir köşede oturup duvarı tırnağıyla oyarken adım seslerimizle başını kaldırdı. Başını bize çevirip bakmadığı için oraya neden geldiğimizi merak ediyor olmalıydı.

Niyahet ağır ağır çevrilen kafası önce Antuan'ı ardından beni buldu ve yorgun düşmüş gözleri şok ile açıldı. Çatılan kaşları neler olduğuna anlam veremiyordu ama birazdan her şey çözülecekti. Bu işbirliğini kabul ederse cezası giderek azalır hatta belki tamamen ortadan kalkardı. O buradan çıkmaya can atardı ama biz bu kenahet için bir şeytanı ortalığa salmaya ne kadar can atardık onu bilemezdim.

"Valeri?"

"Abi..."

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 18.03.2025 14:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...