Kehaneti söyledikten sonra canlılarımıza veda edip soluğu North ailesinin malikanesinde aldık. Babam bizi endişeyle karşılarken diğerleri gülümsemiş ikizler de üzerime atlamıştı.
"Yeni haberler mi var çocuklar?"
"Biz iyiyiz baba peki siz nasılsınız?"
"Nasıl olduğumuz dilinizin ucundan çıkacak kelimelere bağlı Lily!"
Ciddiydi, onu daha önce bu kadar ciddi görmemiştim. Kraliçe meselesini tüm gece boyunca kafasına takmış olmalıydı ki göz altları biraz çökmüştü.
"Nur topu gibi bir kehanetimiz daha oldu."
"Tamam gelin, gelin içeri ve anlatın."
Geniş odaya geçerken Petunya yanıma gelip sarıldı. "Biraz endişeli sadece hepimiz gibi, aldırma. Bu işin üstesinden geleceğiz çünkü kızımızı yeni bulmuşken saçının teline zarar gelsin istemeyiz." Güven verici gülüşü beni rahatlatırken peşinden gittim.
Göğsüme sakladığım notu çıkarırken Antuan gözlerini devirmişti. "Dört elementin özünde saklı alfa ruhları. Yıldızlara çizilen döngüde bir araya geldiğinde Basillan'ın dengesini koruyan özel olanlara seslen, çağrıya uy! Kıvılcımın öfkesi, dalgaların ninnisi, köklerin yankısı, rüzgarın melodisi ve hepsi. Elementlerin dilini anlayan yön versin birleşimin yankısına. Küllerinden doğmazsa eğer kaybolur dengenin anahtarı karanlıkta. Ve kaos hüküm sürer yerin kalp atışında. Unutma, her seçim bir kader mühürler kehanet ışığı tamamlandığında."
Okuduktan sonra oluşan kısa sessizliği Soil bozdu. "Dört ayrı alfadan bahsettiği kesin. Kıvılcım Alex, dalgalar Ran, rüzgar Borias ve kökler ben. Hepsi diyor birde, hepsi de sensin Lily." Yere oturup eliyle önüne toprak serpiştirdiğinde bir yıldız oluşturdu. "Yıldızlara çizilen döngü, işte beş tane uç nokta var ve beş kişiyiz. Beşimiz tamamlanıp dengeyi koruyan özel olanları çağıracağız. Peki bunlar kim? Profesörler mi?"
Sessizlik.
"Küllerinden doğmazsa eğer dediği kısım bir anka kuşuna ait olabilir mi?" Soruma Antuan cevap verdi.
"Sembolik anlamda olabilir, yenilenmek tazelenmek anlamında."
"Kaos hüküm sürer yerin kalp atışında. Çocuklar yerin kalp atışı toprak, toprağın temelinde kaos başlar diyor. Kaos denilince aklınıza ilk ne geliyor?" Babama baktım, ardından Soil'e... Bana meyve vermek istemeyen ağacın koruyucusu toprağa kan bulaştırdın demişti. İkimiz de aynı şeyi düşünüp fısıldadık. "Kan."
"Yani kehanette bizden istenilen şeyi yapmazsak gerçekten kan dökülecek ve ortalığı kaosun saracağı kadar çok olacak. Kalp atmayı bırakırsa insanlar ölür. Yerin kalp atışı durduğunda ise Basillan ölecek." Antuan'ın söylediklerinden sonra biz süre yeri izledim. O da haklıydı.
Her seçim bir kader mühürler kehanet ışığı tamamlandığında...
Son satır buydu, seçimimize özel bir kader mi olacaktı?
Mum ışığında geceye kadar tartışıp konuyu iyice masaya yatırmıştık. Ardından orada kalmak istemeyen Antuan bizi odama aktarmıştı. "Lily güzel Lily'im. Sana bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Tüm bunlar seni korkutuyor mu? Gerekirse canımdan geçerim, senden geçmem."
"Şşt şşt şşt böyle konuşmayı kes. Antuan, ben mutluyum ve bu ömrüm hayatım boyunca ilk kez bu kadar mutlu olduğum günler. Sen varsın diye katlanarak artan mutluluğuma, yokluğunla ket vuramazsın. Beni bu kadar düşünüyorsan eğer, her ne olursa olsun, benim için kendini de düşünmelisin. İkimiz için başka bir ihtimal yok. Başka bir ihtimal olsun istemiyorum, ben yalnızca seni istiyorum. Seninle dolu bir hayat istiyorum. Antuan ben seni çok seviyorum."
Gözlerinin içi parlarken gülümsedi. "Güzel, beyaz, masum zambağım. Sana ölürüm, senin için ölürüm ancak birlikte yaşamak için de savaşırım. Seni çok seviyorum." Dudaklarımız bizden beklenmeyecek naziklikte birleştiğinde kalbimde yanan ışığın manevi olduğunu hissettim. Ama değildi.
Antuan yavaşça geriye çekildi ve bileğimi kendine çevirdi. Dişlerini gösterecek kadar neye güldüğüne anlam veremezken yine o karıncalanmayı hissettim. Ancak bu sefer içime neşe yayıyordu. Gözlerim yavaşça aşağıya doğru inerken idrak etmemle kalp çarpıntım aynı anda başladı. Bu akıldan uçup gidebilen bir şey olmamalıydı ama her seferinde geri plana atmayı başarıyordum.
Bileğimde oluşan dövmeye hayran gözlerle bakarken Antuan gibi ben de incelemeye başladım. Minik bir taç dövmesiydi ama başındaki sivri kısım dikkatli incelendiğinde bir hançer olduğunu gösteriyordu. Tacın alt kısmı üç boyutlu gibi duruyor ve gerilmiş bir yay gibi gözüküyordu. Diğer sivri uçlarında ise bu yayın oklarının bulunduğunu gördüm. Antuan gülümseyerek dövmeme baktı ve yaklaştırıp sıcak bir öpücük bıraktı.
"Bak, burada da bir hilal var."
O çok mutluydu ancak gözüm onun bileğine takıldığında bir boşlukla karşılaştığım için ben mutlu olamıyordum. "Ama, ama Antuan." Kısık çıkan sesime dayanamazmış gibi yeniden öptü beni. Bileğimi tuttuğu elini çevirdi ve diğer elini üzerinde gezdirdiği an açığa çıkan o dövmeyi gördüm. İşte şimdi kalbimin sesi dışarıdan duyulacak gibi heyecanlanmış ve ağzım açık kalmıştı.
Onun kral tacı şeklindeki dövmesini sarmaşıklarla dolu zambaklar süslemişti. Gözlerimden anında düşen damlalar bileğine yol olunca bende ay olan kısımda onda güneş olduğunu fark ettim. Tacının sivri uçları onun ışınları gibi uzamıştı.
"Sen, sen..."
"Bu detay yeni eklenmiş benim güzel zambağım."
"Antuan, benden gizledin mi yani? Dövmemiz oluştu, bizim eşlik mührümüz oluştu."
"Hem de güneş ve ay gibi özel sembolik detaylarla. Lily, gece ve gündüz bir döngüdür. Biri olmadan diğeri tamamlanamaz," dedi ve artık nazik olmayan dudakları büyük bir tutkuyla dudaklarıma kapandı. "Nihayet..."
(128) Part 2
Elleri tenimde gezinirken, birbirimize karışırken bu kez elementlerimizi hiç kullanmamıştık. Tamamen bizdik, özümüzle ve içgüdülerimizle hareket etmemiz feci bir tatmin duygusu yaratmıştı. Dudakları tenimi ezberler gibi gezerken aldığım hazzı ona yansıttığım için çıldırıyordu.
Eşlik mührüm çıkmış ve bu mührün karşılığı ona çoktan varmıştı. Bu bizi hem bedensel hem de zihinsel bir şekilde bağladığı için hiç susamadığım kadar susamıştım ona. Yer altı kaynaklarından arınan elmasların sıkılmış suyu gibi nazik ve tatminkar bir şekilde geçiyordu yudum yudum boğazımdan.
Titremelerim artarken kollarım cansızca boynuna dolandı ve alnını alnıma yasladı. "İyi ki varsın ruhumun kadını."
Bu tüm süreç boyunca söylediği sözlerin en yücesi gibi geldi kulağıma. Kalbinden kopup gelen her cümleye bu şekilde aç olduğumu hissettim. "Ruhunun kadını seni bunun için de mükafatlandıracak."
"Onur duyarım eşim."
Ah, işte kalbimle zoru olduğuna dair bir kelime daha. "Antuan." Zaten vücut ısılarımız yükselmişten beni yeniden yakıp kül etmenin anlamı neydi? Altında kıvranırken çapkınca gülümsedi.
"Sakın beni susturmaya kalkma! Bu kelimeyi gözlerine bakarak kullanmak için ne kadar beklediğimizi bilemezsin."
"Biliyorum."
"Bilmiyorsun!" Hareketleri sertleşirken onu kışkırtmak için yeniden bildiğimi söyledim, sonra yeniden ve yeniden. Tekrar edecek halim kalmayana kadar bilmediğimi çok net bir şekilde izah ettikten sonra dizlerinin üzerine yükselip memnun bir şekilde baktı. Ne diyebilirdim ki bazı anlar tepeden bakmak oldukça hoş olabiliyordu.
Ardından beni kucakladığı gibi aktardı ve bir sonrasında onun siyah çarşafının üzerindeydi. "Neden buradayız?"
"Eh biraz fazla ıslandı o yatak. Hem yastığımda kokun bitti, tazele!"
"Emredersiniz hükümdarım."
"Mmm, işte bu hoşuma gitti."
"Eşim demen kadar mı?"
"Eşim demen kadar."
Kucağında çıplak bir şekilde uzandırıp, yavaşça örtüyü üzerimize serdi. "Yatarken en fazla bu kadar uzak durmanı istiyorum benden."
"Yani hiç?"
"Yani hiç!"
Bir eli sırtımda yükselip alçalırken kollarında mayışmak üzereydim. Öyle güzel bir şeye sahip olmuştum ki huzuru tüm hücrelerimi sarmıştı. "Antuan?"
"Sana neden söylemedim? Doğru soru mu?" Başımı salladım sessizce ve cevabını bekledim. Saçlarımın arasından derin bir nefes aldı.
"Bana karşı mecbur hissetmeni istemedim güzelim. Tamamen kendi saf ve arınmış duygularınla gel istedim, sen bana gel istedim ama bu süreçte senden bir yere kadar uzak kalabildim."
"Sende iz ne zaman belirdi?"
"Seni alıp evime getirdiğim zaman." Hayretle ona dönüp bakarken gözlerimi öptü sakince. Adalet de bir yere kadar demiştim ve şimdi neden bunca fedakarlık yaptığını daha iyi anlıyorum. "Sen ileride eşin olacağını bildiğin birini yüzüstü bırakıp gidebilir misin? Onun için her şeyi yapmak bir yana onu tanımak istersin. Nelerden hoşlanır, nasıl şakalar yapar, nelere güler, bardağı nasıl tutar... Tüm bu süreçte benim için parlamayı bekleyen bir mücevher gibiydin Lily."
"En başında bunu anlatsan senden kaçardım doğru. Çünkü bilinmez ve kötü bir şeyin içine düşmüştüm. Ama sonra kabullenirdim."
"Kabullenirdin ve hiçbir zaman bana gerçekten mi aşık olduğunu yoksa izimizden dolayı manipüle mi edildiğini hiçbir zaman anlayamazdın." Derin bir nefes daha aldı. "Valeri'den kötülük gördüğünü biliyorum, cezasını çekmesinde benim için bir sorun yok bunu düşünme. Ve bundan sonrasında sana bir kötülüğü dokunur mu diye yine düşünme. Çünkü gerezada bir gün karşısına çıktığımda bunu ona neden yaptığımı sordu ve bu izi gösterdim. Artık benim için anlamını biliyor, tüm hırsından ve saçma intikamından geri çekilmiş olmalı. Ailem de öyle. Val biraz farklı büyüdü, annemin hırslarının kurbanı oldu o yüzden hata üzerine hata yapabilme potansiyeline sahip farkındayım."
"Adeline öyle değil."
"Değil çünkü onu koruyabildim."
"İyi bir abi olduğunu biliyorum."
"Bazı şeylerin geç farkına varan bir abi."
"Bunun için kendini suçlama, neticede bir insansın ve herkes önce kendini düşünmelidir bu hayatta. Bak uçaklarda ne derler biliyor musun? Maskeyi önce kendine sonra çocuğa takın, sebebi ise kendini kurtarmadan bir başkasını kurtaramayacağındır."
"Affedersin ama uçak ne?" Hiç beklemediği bir yerden kahkahayı patlatınca afalladı. Böyle bir konunun ardından deli gibi gülen bir tek ben olabilirdim zaten.
"Kocaman bir metal, kanatları var, motoru var, içinde koltukları var ve sen oraya oturup kemerini bağlayarak havada yolculuk yapıyorsun. Uzak şehirlere ülkelere daha kısa yolculuk yapmak için. Biz normal insanların kullandığı bir taşıma aracı."
Sakince dinledikten sonra parmağını burnumun ucuna vurdu. "Sen normal bir insan değilsin çok bilmiş. Sen elementlerin ve benim kraliçemsin."
"Bu sana hükümdarım dediğimde hissettiğin şeyle aynı kapıya çıktı. Onur duyarım hükümdarım."
Saçlarımın arasında kaybolan öpücükler ve sırtımda gezinen sıcak parmakların etkisiyle sessizlik içinde çok geçmeden uyuyakaldım.
***
Bu sabah her şey harikaydı, gece hissettiğim ne varsa gücüme güç katmış bir şekilde neşeyle gezinmiştim. Hala Antuan'ın üzerinde yatarken yaramazlık yapmış, birlikte suyun altında temizlenmiş, keyifle kahvaltı hazırlamış ve iştahla yemiştik.
Birlikte önce gerezaya, ardından akademiye aktarmış ve derslerimize girmiştik. Ders saatlerini artık iş yüküne göre ayarlamış ve her şeyi rayına oturtmuştuk. Neşemi kimse bozamaz gibi geliyordu. Ta ki hava almak için akademinin arkasındaki yeşillik alanda tek başıma oturana kadar.
Havadan ayaklarımın ucuna süzülen bir kağıt parçasına sakince baktım. Kağıdı açarken de içimde bir merak yoktu. Ancak açtığım an mürekkep Orion ve Soleil'in korku dolu yüzünü yansıtıp duman şeklinde kaybolana kadar. Ayağa fırladığımda çevremde kimse yoktu. Zaten havadan gelmişti ama bunu kim göndermişti?
Kağıtta yeni bir yazı oluştu; kardeşlerine bir şey olsun istemiyorsan sessizce ve tek başına ormana doğru ilerle...
Tanrım! İkizleri kaçırmışlar mıydı?
Kim buna cesaret edebilirdi? Henüz gizemi biz çözememiştik, başkasının çözmesine imkan yoktu. Çevreme attığım bakışlar eşliğinde derin bir nefes aldım ve ormana doğru ilerlemeye başladım. Karşımdaki her kimse ondan daha güçlüydüm.
"Greinner, Naiads; ikizlerin başına bir iş gelmiş olabilir. Buna dair bir not aldım ve tek başıma gitmem isteniyor. Onlara belli etmeden beni takip et, Naiads sen de Sapphire aracılığıyla Antuan'a bilgi ver. Kimse kendini açığa çıkarmasın. Kardeşlerimi kurtarıp geleceğim."
Zambak bu tehlikeli!
Zihnime gürleyen ateşin sıcaklığını hissettim.
Arada mesafe olacak, izlendiğinden emin ol, geliyorum!
Ben de geliyorum ve her kimseniz kardeşlerimi size yem etmeyeceğim! Tanrım bana güç ver, zira hırs ve cesaret fazlasıyla mevcut...
(128) Part 3
Ormanın içinde ilerlerken gökyüzündeki ateş kıvılcımları hareket ediyordu. Bu belki diğerlerini korkutabilirdi; ignisler dışında diğerlerini. Ateş benim elementimdi ve sanılanın aksine şu an bana güç veriyordu.
Anaerkil bir sistemde bir kadını tehdit edip ormana çekmek ne kadar doğruydu? Bunu yapan mutlaka cezalandırılmalıydı, korkmalıydı, elbette o ananın bizzat kendisi değilse...
Büyülerimi zihnimden geçirirken bilekliğime baktım, güçlerimi kısıtlayan bilekliğe. Bugün ona ihtiyacım olacaktı. Kehanetteki gibi hepsi olarak düşünemezdim. Ateş ve suydum diğerlerini bu işe katmadan sıyrılacaktım.
Derinlere doğru ilerlerken gökten çekilen alev yerine sadece dumanını bıraktı gibi karardı ortalık. "Orion, Soleil?" Korku dolu yüzleri gözümün önüne gelince kalbim acıdı, kim bilir ne kadar ağlamışlardı. Abla diyerek boynuma sarıldıkları, gülümsedikleri anları hatırlayınca iç çektim. Ardından duyduğum hışırtıya kulak kesildim.
Bu Greinner değildi, olsa hissederdim. Keza Antuan'da değildi. Korseme sıkıştırdığım orta boy hançeri çıkararak savunma pozisyonunda etrafı taradım. Kimse yoktu ancak hışırtı son bulmuyordu. Olduğum yerde bekleyip düşündüğüm sıra bacağıma dolanan sarmaşıkları gördüm.
"Dur! Sana dur dedim." Toprak onunla özel olarak temasa geçmeden durmazdı, ya kendi özelliği buydu ya da büyülenmişti. Ellerimle çekiştirip kurtulmaya çalışıyordum ama nafileydi, zarar vermek istemiyordum. "Sarmaşık, derhal geri çekil!" Çekilmedi elbette, çekilmediği gibi etimi sıktırmaya başladı. "Hey hey hey, bacağımı mı kopartacaksın?" Elimle halledemediğimi anladığımda hançeri kullandım. Bir bacağımdakini kesince solmuş gibi geriye çekildi, diğerine de bir darbe attığımda aynısı oldu.
"Huh, biri bana ne kadar saçma bir anda olduğumu hatırlatabilir mi? Kardeşlerim kayıp siz oramı buramı sarıyorsunuz?" Adımlarımı daha temkinli attım. Bir gölün yakınlarından geçtiğimi anladığımda yüzüme serinlik gelmişti. Yol burada dikleşiyordu, gölü geçip karşıya geçmem gerekliydi. Normal insanlar Profesör Ethan'ın dediği buz çiçeğini arayabilirdi ama ben bir aquaydım. Suyun yüzeyinde parmaklarımı gezdirdim ve adımlarıma karşı dirençli olmasını rica ettim. Ancak bunun için tenimle temas etmesi gerekiyordu. Ayakkabılarımı çıkarıp suya bastığımda dibe batmak yerine havada durdu.
İşte bu kadar, su üzerinde yürüyerek hızlıca karşıya geçtiğimde artık ayakkabılarım yoktu. Onları elime alırsam hançeri tutamazdım. Tamam ayaklarımdan daha önemli bir mevzum vardı.
Ateşten geriye dumanının kaldığı hava kararmıştı evet ama şimdi bu karanlık sis gibi etrafımı sarmaya başladı. Hava. Tanrım sen yardım et. Gözümün önünü göremezken elimdeki hançerle hafifçe yoklayıp ileriye adımlıyordum ancak bu şekilde ilerlemem mümkün değildi.
Bulduğum en yakın ağaca tırmanma kararı aldım. Daha sık ağaçlara denk geldiğim şanslıydım ve tahmin ettiğim gibi sis sadece aşağıda vardı. Oysaki bulutların üzerine değil ağaçların üzerine çıkmıştım. Benimle uğraşıyordu.
Hava gibi düşünme Lily, normal bir insan gibi düşün çok zor olmamalı çünkü yıllarca bu şekilde yaşadın!
Kendime verdiğim kısa moral cümlesinden sonra maymun gibi ağaçlar arasında zıplamaya başladım. Ama birinin tırtıklı yüzeyi acele ettiğim için kolumu çizmişti. "Ahh, ayaklarımı umursamazken bir de kolum sürtündü! Tamam, tamam sakinim çocuklar bekliyor." Sisin aşağıda dağıldığını anladığım an atladım ve bu sinir köklerime kadar beni yerimden zıplattı. Düştüğüm yerde bakınırken kimseyi hissedemiyordum.
Bir anda gökyüzü açıldı ve ateş kıvrımlarıyla yeniden göğü kapladı. Ayağa kalkıp adım attığım yerdeki cam kırıklarını görmediğim için hissettiğim acıyla soluğum kesildi. "Ahh, lanet olsun!" Kenara çekilip camı çıkardım ama acısı hala benimleydi. Ancak sonra bir şey oldu; cam kırıkları ateşin sıcaklığını kendine çeker gibi parladı ve gökten bir yıldız gibi kayan kıvılcım tüm camların içine geçti.
Ateş altındaki otları tutuştururken ormanın ortasında bir halkanın içinde kalakalmıştım. Elbette camlar bilinçlice bu şekilde yerleşmişti.
"Ateş beni yakmaz, ateş beni yakmaz, buradan çıkabilirim." Çıkabilirdim de zira yükselen ateş bir anda şeytani form almasaydı. Boynuzları olan bu yaratık dişlerini gösterince geri çekildim. Kimseye rica edecek takatim kalmamıştı. Hançerimi ona doğru savurduğumda içinden geçtiğini görünce küfrettim.
Elimde oluşturduğum alev topunu ona doğru gönderip bir küre gibi kıstırmasını sağladım. Acı çığlıklarıyla başarılı olduğumu anladım. Sevincimi bile yaşayamadan devamında üç form daha gördüm. Beni yakamıyor ama bunaltıyorlardı, üç yandan kıstırılmış olmama ayrıca öfkelendim.
Şimdi Greinner'a söylesem bunları tek nefesiyle yok ederdi ama o zaman kardeşlerime ulaşamazdım. Antuan'ın söyledikleri geldi aklıma. Basit ve etkili düşün! Düşün, düşün, buldum... Alevler içinde kalın bir halat oluşturup tüm boynuzlu alev formlarını bir araya getirip bağladım ve birbirine kenetledim. Ardından arkasını su katmanıyla güçlendirdiğim alev topuna sarıp kurtuldum.
Tanrım fazla güç tüketimi yapmıştım. Gömleğimin yakasını açıp ferahlamaya çalışarak ilerledim. Önümdeki toprağa iki kez yansıma düşünce gülümsedim. Bunun ne demek olduğunu anlamıştım.
Ormandaki hışırtıları takip ederek ilerlerken gözümü dört açmıştım. O kadar gergin ve temkinliydim ki çakmak çaksalar çıkardığım duygu asidinden patlayabilirdik. Duyduğum ıslık sesiyle beraber anında eğildim ve arkamdaki ağaca bir ok saplandı. Okun sahibini ararken havadan hissettiğim kıvılcım yalnız olmadıkları yönündeydi.
"Neredesiniz çocuklar sizden ne istiyorlar?"
Hançerim dışında bir savaş aletim yoktu ama bu onlara yenileceğim anlamına gelmiyordu. Zikzaklar çizerek hızla koşmaya başladım. Arkamdan gelen oklar sayesinde tahmini kaç kişi ve nerede olduklarını planlayıp daha önce yapmadığım bir şeyi denedim. Ateşi ve suyu birleştirmeyi. Sıcak ve bunaltıcı buharı geriye doğru gönderdiğimde bir müddet onunla ilgilenirlerken aradan sıvıştım.
Koşarken ayağıma takılan taş sayesinde ileride gördüğüm çukurun üzerinden geriye doğru gidip hızlanarak atladım. Bunu yaptığım anda toprak kıvrılmaya başladı ve içinde çatlaklar oluştu. "Siktir!"
Hayır ben bir şey yapmamıştım. Elementim zihnimde bir düğümde bağlıydı. Toprak kıvrılırken dengemi kaybettiğim için yalpalayarak yürüdüm. İstesem havayı kullanıp dengemi sağlayabilirdim ama elimi kolumu bağlıyorlardı. Önüme doğru aniden atılan uzun siyah bir şeyi görünce geriledim. "Hassiktir! O da neydi öyle?"
Merakım havada kalmadı zira ardından birkaç tane daha fırladı. Siyah parlak derisinin içinde kırmızı damarları gözüken yılanlar yavaşça bana doğru süzülüyordu. Burnundan dumanlar çıkarken içi bir lav gibi yanıyormuşçasına tıslıyorlardı. Gözleri parlak bir közden ibaretten kıvrılıp geldiği toprağa külünü bırakıyordu.
"Kül yılanları Zambak, dalgalar oluştur."
Greinner zihnime gürleyinceye kadar biri çoktan bacağımı sarmıştı. Bu normal bir ateş değildi ve canımı yakıyordu. Yorulmuştum, ayaklarım yara bere içinde kalmıştı ve yine o yansımayı gördüm. Daha önce sözleştiğimiz gibi iki kere işaret veriyordu, Antuan buralardaydı ama yavaşça başımı iki yana doğru salladım. Beni tek görmelilerdi, kardeşlerime bir şey olsun istemiyordum. Bir iki yılanla başa çıkmak çocuk oyuncağı olmalıydı.
Suyu bir dalga olarak sertçe bedenine sıçrattığımda bacağımdaki sızısı hafifledi, kıvrılarak geri toprağa doğru indi. Ardından diğeri o kadar yükselmişti ki neredeyse benim boyuma erişecekti. Ateş saçan dilini gördüğüm an suyu keskin ve sivri bir buz haline getirip onu ortadan ikiye ayırdım. Tanrım neler yapıyordum böyle, resmen bir savaşın ortasında kalmıştım ve kurtulamazsam geriye tek bir seçenek kalıyordu; ölmek...
Anlık bir sessizlikten sonra sesler daha da artmaya başladı. İkiye ayırdığım yılandan kurtuldum derken iki ayrı yılan olarak karşıma çıkıp canlanmasını beklememiştim ama. "Yok artık, defolun gidin benim sizinle işim yok kardeşlerimi kurtarmaya çalışıyorum."
Gitmedi ve üzerime atıldı. Suyla baloncuk yapacak enerjiyi kendimde bulamıyordum. Eğer bilekliğimi çözersem tüm enerjimi kendime çekebilirdim. Tamam Lily, hemen solma biraz daha diren kızım, kurtaracaksın onları.
Yeni bir buz ile onları kesmeyi aklımdan bile geçirmezken su ile söndürmeye çalıştım.
"Arkanda Zambak!"
Kendimi yeniden koruma altına almaya çalışırken çevremi sarıyorlardı. Greinner nerede bilmiyordum ama bana verdiği direktiflerle her yerde gözüm varmış gibi çılgınca hareket ediyordum. Ta ki toprak yeniden kıvrılıp ayağımın altındaki dengesini bozana kadar.
Daha çok kül yılanı ifşa olmam anlamına gelirdi. Ancak tek bir tane çıktı, okkalı kalın ve korkutucu bir yılan. Bu mağaranın içinde gördüğüm ejder başlı yılana benzemiyordu. Derisi yanmış ağaç kabuğu gibi pütürlü ve solmuştu.
"Kül anası!"
"Vay anasını? Nasıl baş edeceğim ben bu prensesle?"
"Gelip kızartayım tamamen kül olsun ne dersin?"
"Su buna işlemez mi?"
"Çene çalacağına dene? Gidip baktım çocuklar gözüküyor iyiler şu an ama korkmuşlar."
"Ay bunu niye en başında söylemiyorsun nefesi bir yerimden alıyorum sabahtan beri."
"Sormadın ki?"
"Greinner!" Bu sefer ben onun zihnine gürlemiştim. "Bakın doğadaki canlıların yaşam alanlarına çok saygı duyarım. Amacım size zarar vermek değil beni anlayabiliyor musunuz?"
Tıss.
Harika, anlamıyorlardı.
Bana doğru koca bedeniyle ilerlemeye çalışınca yapacağım hamleye hazırlanırken arkamdan önüme doğru atılan başka bir şey oldu. Artık yardım çığlıkları atacağım anda Greinner tarafından susturuldum, bu sorun yok demekti. Bu kadar stres ve gerginlik fazla geldiğinden olanları hemen idrak edemedim. Kül yılanlarına karşı ışıltılı derileri olan yılanlar gelmişti ve onları kovalamaya başlamıştı. Yılanların ışıltısı beni bile etkilerken diğerleri anında kaçtı. O ana baba yılan bile hem de...
Ardından bir tanesi geri dönüp bana doğru yaklaşmaya başladı. Ben onu zarar verir mi diye incelerken o da beni inceliyor gibiydi. "Bak, beni duyuyor musun bilmiyorum yardım ettiğin için teşekkürler. Umarım kendin yemek için av kavgası yapmamışsınızdır. Kardeşlerimi bulmaya gidiyorum söz sana yiyecek getiririm."
Ellerimi öne doğru uzatıp konuşurken bir andan adım atıp uzaklaşmaya çalışıyordum ki onu duydum. Ses tonu bilge bir kalınlıkta çıkarken kalakaldım.
"Merhaba insanım."
Ne? Toprak elementimin canlısı, maranım bu muydu? Beni mi seçmiş ve kurtarmıştı?
(128) Part 4
"Merhaba insanım."
"İnsanım mı? Sen, yani sen benim maranım mısın?"
Sesi çok bilge ve kadınsı geliyordu. "Öyle görünüyor, beni takip et." Şaşkınlığıma bakıp güler gibi söylemişti.
"Çok güzelsin."
Tıss.
Peki, bu da bir cevap niteliğinde sayılırdı. Diğer yılanlardan geri dönen olup ayağıma dolanmaya çalışınca gerildim. "Sakin ol şu ayaklarının haline bak, elementini kullansan şifa bile depolardın. Çocuklarım ayağını saracak, acı hissetmeyeceksin."
"Ama onlara basmış olacağım, yapamam. Eve dönünce sararım ben kendim."
"Canları yansa onlara bunu yapmalarını söylemezdim kızım!"
"Evet, anladım. Sanırım şu an benim gibi alık birini neden başına bela ettiğini sorguluyorsun?"
Geriye doğru dönüp kül yılanının sardığı bacağıma doğru kıvrılarak uzadı. Oranın acısını da bizzat kendi keserken aksayan bacağın artık daha rahat gibi hissettim. "Alık ve aptal saptal bir tip olsaydın beni rüyanda bile göremezdin. Henüz yeterli tecrübeye sahip olmadığını dile getirebilirsin evet. Düz devam et." Bunu söylerken kulağıma yaklaşıp dilini çıkarıp tıslamasa da olurdu.
İki yılan ayağıma sarılmışken zaten havada süzülüyor gibi görünüyordum. "Şey, beni biraz tedirgin ediyorsun açıkçası?"
Canlı ve tıslamalı bir kahkaha duydum. "Tedirgin olsan bayılırdın, tıpkı ejderhanı gördüğün an gibi."
Ağzımın içinden küfür mırıldanırken zihnimdeki sesler çoğaldı. Naiads ve Greinner da gülüyordu. Düşmanı uzakta aramaya gerek yoktu işte.
"O koca huysuz ejder benim dedikodumu mu yapıyor?"
"Yapmıyorum Zambak! Diğerlerinin yanında bayıldığını unutma ve şu parlayan şeye çok dikkat çektiğini söyle."
Greinner artan canlı sayımı kıskanmış olabilirdi. Tamam her zamanki huysuzluğunun yanı sıra biraz da gergin gibiydi. Dakikalar birbirini kovalarken ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama alevli gökyüzü yerini buza bırakmış ve mavinin soluk karanlık tonunun altında ilerliyorduk. İleride bir mağara görünce parlak yılan kolumdan aşağı doğru kıvrıldı ve ben rahat bir nefes alırken mağaraya doğru süründü.
Tıslama sesi artarken zihnime yansıdı. "Gel kızım, kardeşlerin burada."
"Greinner?" derken çoktan adım atmıştım bile.
"Git Zambak, aklının karıştığını biliyorum ama canlın olmayan hiçbir varlık senin zihnine erişemez. Kimse kadim duvarların ötesine öylece geçemez."
Görüp görmediğini bilmeden kafamı salladım ve koşarak mağaraya girdim. İkizler bir sandalyeye sırt sırt verilmiş bir şekilde bağlanmış ağlıyorlardı. Dahası yılanı gördükleri için ağlamaları şiddetlenmişti.
"Git dedim git buradan, seni babama söyleyeceğim!"
"Orion, Soleil? Buldum sizi sonunda."
"Abla?"
"Abla..."
Hani sokakta annenin elini bir anlığına bırakır ve kaybolduğunu anlarsın ya, kalbin sıkışır, gözlerin dolar. O bir saniye içinde dehşete düşer duyguların. Sonra onu geri bulduğunda duygusal bir boşalma yaşayıp hüngür hüngür ağlamaya başlarsın. Hıçkırarak ağlamaları onlara uzattığım yardım eliyle birlikle şiddetlenmiş ve iyice yükselmişti. Artık yılana bakıp korkmuyorlardı bile çünkü onları koruyacağımın güvenini çoktan almışlardı.
"Ştt, tamam tamam geçti. Ben buradayım, sizin için geldim."
"Abla çok korktuk."
"Abla ayağına yapışmış!"
"Hayır onlar dostlar, zararsız, sizi bulmama yardımcı oldular. Canım, canlarım, dur bir öpeyim seni. Oh, ne çok özlemiştim. Size bir sır vereyim mi; ben de çok korktum." Gözyaşları eşliğinde kıkırdama sesi duyunca ikisini de bağrıma basmıştım. Artık ben de ağlayabilir miydim? Çok ihtiyacım vardı.
"Canım ablam benim, hepsi bizim yüzümüzden nasıl yorgun görünüyorsun?"
"Siz buraya nasıl geldiniz çocuklar?"
"Biz arkadaşlarımızla oynuyorduk ama onlar senin hakkında kötü şeyler söylediler?" Ne! Birde kardeşlerimi mi zorbalıyorlardı?
"Ne gibi şeyler güzelim?"
"Söyleme Soleil, ablam üzülür."
Soleil üzgün gözlerle hem bana hem kardeşine baktı ve başını eğdi. "Abla kardeş arasında sır olsun mu bu?"
"Sahiden mi?"
"Sahiden."
"Senin sonradan geldiğini, ortalığı karıştırdığını, aileleri dağıttığını ve asıl gerezaya kapanması gereken kişi olduğunu söylediler. Bizim ailemiz dağılmadı ki abla, aksine sen gelince tamamlandık. Ben de onlara benim ablam çok güçlü dedim. Geç öğrenmesine rağmen elementler üzerinde etkisi bir numara dedim. Biraz seni övmek ve hava atmaktı amacım."
Sözü Oreon devraldı. Bana bakan soluk mavi gözlerine tebessüm ederek baktım. "Birden çok elementle ilgilendiğini ağzımızdan kaçırdık abla. Onlar da inanmadılar. İki elementi olan lanetlidir dediler bu sefer. Daha bir sürü şey işte."
Bunlar bir çocuğu düşüncesi olmazdı, muhtemelen anne babasının düşüncesi dile vurmuş ve çocuğa kadar uzanıp taşmıştı. Element olayını evdekilerden başka duyma ihtimali olan yok demişti babam ve çocuklar evdeydi. Sadece biraz gaza gelmeleri sırrımı ifşa etmelerine yetmişti ama bunun için onlara kızamazdım.
Bugün buraya element gücümü denemek için çağrıldığımı biliyordum. Ne öğrendiler bilmiyorum ama güçlerim bu gidişle daha çok sınanacaktı. Belki de onlara hiç açık vermedim diye diğer elementleri elemişlerdi.
Ah, Basillan beni neden zorluyorsun bu kadar? Sessiz sakin bir yaşam sürmeme neden izin vermedin?
Çocuklara tekrar sarıldıktan sonra mağaranın içine saydam bir duvar çektim. Bundan önce yine iki kez işaret yansıması yapan Antuan'a gelmesini söylemiştim. Bu şekilde ormanın içinden dönmek çok sakıncalıydı, üstelik yanımızda çocuklar varken. Antuan bizi aktarırdı ve sebebini yanımızdaki parlak yılanlara bağlayabilirdik.
"Antuan abi?" İkizlerin aynı anda konuşmasıyla ona döndüm. Yüz ifadesi oldukça sert ve gergindi. Bakışlarından anladığım şeyler vardı ama onları yalnız bırakamazdım. "Bakma öyle yerimde olsan sen de aynısını yapardın."
"Eğer haber vermemiş olsaydın Lily, eğer haber göndermemiş olsaydın..."
"Ştt tamam geçti," dediğim an ikizler kıkırdadı. Onları da bu şekilde teselli etmiştim değil mi? Dayanamayıp ben de güldüm. "Merak ediyorum Antuan, canım, bana neyle işaret gönderdin?" Cebinden çıkardığı küçük üçgen şeklinde aynayı görünce sırıttım.
"Seni zeki, ukala ve seksi adam?" Sessizce söylediğim şey hoşuna gitmiş olacak ki çapkınca gülümsedi.
"Büyü yapmak iz bırakabilirdi, özellikle işaret büyüleri. Bazen dümdüz düşünmek gerekir ve genel olarak büyülerim olmasaydı neler yapardım diye düşünmeye bayılırım."
"Artık gidiyor muyuz?" İkizlerin parıltılı gözlerine bakarak onayladım.
"Birazdan gidiyoruz." Önce maranımla konuşmam ve öğrenmem gereken şeyler vardı. Bir müddet daha beni bekledikten sonra Antuan'la bir bütün olup sarıldık ve hep birlikte aktardık. İkizlerin ilk aktarma macerası olduğu için bunu abarta abarta aralarında konuşup kendilerini şanslı saydılar. Ancak o minik dillerinin ucunda kalıp asla dışarı çıkmamalıydı bu olay.
***
Kapının önünde o halimizi gören Bayan Petunya neredeyse bayılacaktı. Çocuklar koşarak ona sarılıp biraz da omuzlarında ağlayınca o da dayanamadı. Ardından Bay Rafael ve Soil geldiğinde mevzuyu enine boyuna konuşup kendi aramızda tartışmıştık. Bu kez konuşmanın bir kısmında çocuklarda vardı ve tam olarak neler söylendiği bulmuştuk. Rafael babaları olarak biraz sert bir çıkış yapmış bunun ailemizin sırrı olduğunu ve kimseye anlatmamaları gerektiğini iyice akıllarına kazımıştı. Sonra çocuklarının başına gelenlerden haberi olmadığı için kendine kızmış, bana önce teşekkür edip sonra kızmış ve verimli bir gece geçirmiştik.
Işıltılı yılanların derileri ayak tabanımdaki yaraları büyük ölçüde geçirmişti. Gece orada kalmayı kabul etmeyen Antuan beni evime getirmiş ve tüm yaralarımla özel olarak ilgilenmişti. Elementinin meziyetinin iyileştirici gücünü ayrıca öğretmişti.
Aktarma ona özgü bir yetenek olduğu için büyü izi bırakmadığını ve kolayca fark edilmeden takip ettiğini anlatmıştı. Elbette rütbeli kişiler de aktarabiliyordu ama onunki mesafe olarak fark etmiyordu ya da gücünü tüketmiyordu. Greinner'ın dev cüssesiyle nasıl fark edilmediğini sorduğumda ise aldığım cevap Zamador yarışlarındaki gölge ejderhayı peşine taktığıydı. Ejderhalar arasında sözü geçen ve belli bir ağırlığı olan bir ağır abiydi kendisi. Bunu duyunca vay çakal demiştim...
Üzerimdeki saten geceliği elementini buza çevirip buz yanığıyla eritirken alttan alttan ne yapmaya çalıştığını inceledim. "Gizlenmiş yaralarını gördüm ve onlara da şifa olmak isterim güzel zambağım."
"Bu şifa senin salyanda saklı sanırım." Alay ederek sorduğum soruyla gözleri parladı.
"Bugün sana müdahale etmemek için ne kadar kendimi sıkmam gerekti bilemezsin. Haliyle gerildim de, şimdi müsaade et ki biraz gevşeyim. Koynundaki zambak kokusuyla biraz mayışıp sakinleşeyim. Yoksa yaptığın zekice ve kıvrak hamleler yeniden aklıma dolacak ve bu sefer kendime engel olamayacağım."
"Hmm ne kadar kıvrak hamleler?"
"Duymak istiyorsun demek, öyleyse duymaktan ötesine gitmeye hazır ol. Zira artık eşlik mührün de açığa çıktığına göre beni hiçbir şey tekrar ediyorum hiçbir şey durduramaz," dedi ve ben şifamı aldım hem kulaklarım hem de bedenim doyuma ulaştı. Gün sabaha çalarken ikimizde de gerginliğin g si kalmamıştı. Neticede yeni bir tartışma için kendimizi iyi hissetmemizin gereği vardı. Gün sonunda onunla ne yaşarsak yaşayalım, buraya uzandığımızda kendimi her daim iyi hissedecektim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
47.34k Okunma |
4.48k Oy |
0 Takip |
117 Bölümlü Kitap |