102. Bölüm

101. Bölüm

Mav Perikal
mavperikal

"Hoş geldin canım, komşum."

Hoş mu bulduk göreceğiz Antuan Efendi! Komşum kelimesini özellikle mi belirtiyordu yoksa? Cilveyle yardım istiyor gibi yaparken komşuculuk oyununu ben oynayacaktım aslında ama hevesim kursağımda kalmıştı.

"Şey ben, bir şey söyleyecektim. Aslında yardım isteyecektim, ortalarda gözükmeyince geleyim dedim ama..." Gülümsemesi yavaş yavaş soldu.

"Merak ettin yani?"

"Misafirin mi var, neden hala kapıdayım?"

"Aslında evet ama, bunu şu an planlamamıştım." Durduk yere gerilmezdi, ne oluyordu? Adeline ile nasıl bir bağı vardı? Düşündüğüm gibi bir şeyse başta kendimi nasıl affedecektim. Bir anda kelimenin tam anlamıyla kendimi bok gibi hissetmeye başladım. Misafiri vardı, özeldi, beni içeri almıyor ve komşum diyordu. Yani özellikle bir yabancı olduğumu belirtiyordu.

Daha da asılan yüzümün elbette farkındaydı. Üzerime düşeni yapmış sadece gördüğüm için kaçıp saklanmamıştım. En çok nefret ettiğim şey insanların birbirini dinlemeden yargılamasıydı. Ancak görünen o ki burada tuhaf bir şeyler vardı ve açıklamıyordu, hala. Neyi planlamamıştı mesela?

"Anladım, ben sonra," diyebilmiş ve arkamı dönüp gitmek istemiştim ama dönmemle birlikte kolumdan tutup yakaladı.

"Öyle bir şey değil canım, yüzünün asılmasını sevmiyorum."

"Nasıl bir şey o zaman?" Yüzüme bakıp oflamasından ne anlayabilirdim. Göz göz öylece dururken saniyeler geçiyor ama hala açıklayamıyordu. "Önemli değil cidden, Antuan... sonra görüşürüz." Yeniden gitmeye çalıştım ama izin vermedi.

"Tamam gör öyleyse." Zaten görmüş ama bağlantı kuramamıştım, kurmak istememiştim. Lanet olsun üzüleceğimi hissediyordum!

"Antuan, neden hala gelmedin? Sana bu eve bir yardımcı tut dedim kaç kere... Kim gelmiş oğlum?"

Duyduğum ses tonuyla birlikte gözlerim açılırken beynimde hala yankısı vardı. Bu da ne demek oluyordu? Karşımda gergin bir nefes verirken hiçbir yüz ifademi kaçırmamak için özenle incelerken kolumu yavaşça çektim. Bu sefer itiraz etmedi ama benden uzaklaşmadı da.

Karşımda duran kişi benden asla hoşlanmadığını bildiğim Regina Garcia'ydı. Antuan'ın soy adı Garcia'mıydı? Titrek bir nefes verip kirpiklerimi kırpıştırdım. Hiç olmadığım kadar afallamıştım çünkü bir türlü bir araya gelemediğimiz Garcia ailesinin üyesi oydu.

Nefesim şıklaşırken duygularımı kontrol etmek beni oldukça zorlarken ne yapacağımı bilemedim. Antuan, Valeri'nin abisiydi...

(119)

Antuan Valeri'nin abisiydi...

Bana bu bilgiyi bu zamana kadar neden vermemişti? Kandırılmıştım!

Gözlerimden akan hayal kırıklığı onun gözlerine ulaşınca yaşadığım tüm hisleri her zerresine kadar hissetti. Çünkü yeteneğim kontrol dışı bu anı tamamen ona aktarmıştı. Hüzün çöken gözleri başını hızla iki yana salladı. "Hayır!"

Benden saklamıştı, yeniden birine güvenmekten itinayla kaçarken güvenmiş ve kandırılmıştım. Bu bilginin saklanacak neresi vardı? Kendimi kelimenin tam anlamıyla berbat hissediyordum. Ondan köşe bucak kaçmaya hazırlanan ruhum, duvar dibine sinip bağırmaya başlamışken karşısında dimdik ayakta durabildim.

"Bu kadın neden hala burada Antuan! Şimdi de kapına mı dayandı?"

"Anne yeter sus artık! Onun benim için özel olduğunu kaç kere anlatacağım?"

"Kardeşinin kocasını ayartan kimse-" dediği an daha fazla kendimi tutamadım. Öfkelenen zihnim suyu bir halka haline getirip bir anda Regina'nın boğazına sarıldı. Panikleyen kadın ellerini boğazına götürüp yardım isterken gözlerimi bir saniye ondan ayırmadım. "Ben kimseyi ayartmadım, başıma gelen her şey ama her şey kızının suçuyken nasıl ona toz kondurmadan bana yüklersin bütün olanları. Beni tıktığı o hücrenin nasıl bir yer olduğunu bildiğim için arayışa dilekçe verip kendi şikayetlerimi geri çektim ben! İstemesem yapmazdım ama orada olmanın nasıl bir şey olduğunu anlasın istedim. Sonra vicdanım kızından daha fazla ayrı kalmasını istemedi! Ancak o yalnızca bana değil arayışa da hata yaptığı için hala orada. Nefret ediyorum, kötülüğe bulanmış kalplerinizden nefret ediyorum!" Bağırmıyordum ama her kelimem beyinlerine bir çiviyle çakılıyor gibi hissediyordum.

Elementimi üzerinden çekip arkamı döndüm. Boğacak kadar değil, lafını bilmesini sağlayacak kadar sarmıştım onu. Zihnimden bunu aktarırken Antuan'ın müdahale etmemesi bu yüzdendi. "Lily, lütfen dur anladığın gibi değil. Her şey yoluna girmeye başlamışken yeniden başa dönmek istemiyorum." Eli saçlarına ve oradan ensesine giderken karşımda çaresiz duruyordu. Ancak çaresizliğin ne olduğunu ben bilirdim, şimdi o da öğrenmeliydi. Ağlamamak için elementimi sıkı sıkıya tutuyor ve gözyaşlarıma müdahale etmesi için onu besliyordum.

"Bir şeyler yoluna girmesin diye uğraştım, çok uğraştım. Neden biliyor musun yeniden bir boşluğa düşmeyim ve bu boktan hissi tatmayım diye. Sana güvenmiştim Antuan fakat geldiğim şu noktaya bak! Üstelik başında durduğum kısımdan daha berbat bir haldeyim ve bu fiziksel değil... Bunun olmasından içten içe o kadar korktum ki tanrı korkularımı koca bir dağ gibi karşıma dikti." Son cümlemi söylerken işaret parmağımı uzatıp onu gösterdim.

Bir adım daha attığımda peşimden geldiğini hissedip durdum. "Gelme, bana gel diye sana gelmiştim ancak artık bunu istemiyorum. Birinin daha benden bir şey saklamasına tahammül edemem. Sebebi ne olursa olsun Antuan, sebebi ne olursa olsun şu kalbimde yaşadığım şeyi geçirmeyecek. Çok mu basit görünüyor, değil! Kahretsin o kadar basit değil ki içimdeki öfke tüm Basillan'ı patlayacak gibi hissediyorum." Çaresiz çıkan sesime acı dolu baktı.

"Anlatacaktım, benim güzel zambağım-"

"Kendimi evrenin en çirkin şeyi gibi hissederken bana güzel diyemezsin, bırak kolumu."

"Lily lütfen biraz sakinleş, başında bir sürü dert varken öfkenin seni ele geçirmesine izin veremezsin. Verdiğin ufak bir açık fark edilmeni sağlar. Ne yapacaksan bana yap karşındayım, çıkar tüm hıncını benden. Elementlerin zincirini bırakma, sana yalvarıyorum. Her şeyi aşacağız, bunun için tanrılara ant içerim."

Ona bir şey yapamazdım, yaralı kalbimin parçalanmasına neden olurdu bu. Haykırmadım da, bu halde bile benim için bir şeyler söylemesini düşündüm. Kaskatı kesilen omuzlarımı gevşetip sakinleşmeye çalıştım. "Git." Ağzımdan çıkan tek şey bu oldu ve zaten canımı acıtmamak için serbest tuttuğu kolumu çektim parmakları arasından. Bu sefer o benim gidişimi izliyordu. Ona git dedim ama ondan giden ben olmuştum.

O benim evimden çıkarken gidişini izlemek bana yeniden geleceğini bildiğim için umut doluydu ancak benim ondan gidişim ona gelmeyeceğimi bilmenin üzüntüsüyle doluydu. Ağır adımlarla bahçe kapısını açıp çıkarken arkama bakmadım. Çiti geçip yan eve girerken de öyle. Greinner çoktan gelmiş ve çimlerin üzerine kurulmuş beni bekliyordu.

Uçmak ister misin Zambak?

"İstemem," dedim ve deminden beri ne kadar tuttuğum gözyaşım varsa hepsi aynı anda akmaya başladı. Ağlayan adımlarımı ona doğru atarken zihnime yansıttığı ısıyla öfkemi dağıtmaya çalıştı ama denk geldiği su elementi kapı gibi karşısında duruyordu. Suyum, ateşini söndürdüğünde homurdandı.

Öylece ortalık yerde ayakta ne kadar durup ağladım bilmiyordum. Bir yere yıkılmak bile istememiştim. Omuzlarım düşmüşken pençesiyle beni tuttuğu gibi arka ayaklarının üzerine bıraktı. Onun bedenine sarılıp olduğum yerde kıvrılarak ağlamaya başladım. "Sen de biliyordun?"

Biliyordum.

"Söylemedin?"

Ejderhalar insanların hayatındaki her şeye müdahale edemez Zambak. Evrenin bir düzeni var ve bu bilgi sana zarar vermediği müddetçe beni ilgilendirmez.

"Verdi işte ağlıyorum ya?"

Fiziki bir zarardan bahsediyorum.

"Başlayacağım sana da atalarına da... seni de sevmeyeceğim artık."

Bir insanı seçmek ve onun canlısı olmanın getirdiği büyük sorumluluklar var. Düzene müdahale edemeyiz, başlangıçta bunlar için atalarımıza yemin veririz. Soyumuz çok değerli, herkesin olduğu gibi bizim de düzen ve kurallarımız var. Şeytan bir adım attığı için ona karşılık verdiğimde bu kuralı bozmuş sayılmadım çünkü dengeler yerine oturdu. Onlar kan büyüsü yaptı, ben ışığımı kullanıp boyutlar arası geçiş yaptım. İnsanlar için büyük gözüken meseleler ejderhalar için önemsiz ve basittir. Tıpkı şu an sana olduğu gibi, acını ben hissediyorum çünkü seninle bağım var. Bunu hissetmeyen ejderler anlamaz ve hoş karşılamaz. Bu yüzden söylenemeyen bazı şeyler için bana gönül koyma. Eğer Antuan senin ruhuna ve hayatına direkt olarak telafi edemeyeceği bir hatada bulunsaydı onu çoktan kül etmiş olurdum, üstelik ceza almazdım çünkü dengelerdi...

Tane tane her şeyi açıklasa da kalbim bunu kabul etmiyordu işte. Ejderhama kızgınken bile onun bedenine kedi gibi kıvrılmış durabiliyordum ancak aynısı Antuan için geçerli değildi. Üşüyüp ürperdiğim her an burnundan çıkardığı sıcak buharı tenime üfledi ve rahatladım. Bu yeterli gelmiyordu, ihtiyacım olan bir diğer şey suydu. Bu yüzden yavaş adımlarla ondan ayrıldım ve havuzun dibine kadar gittim. Hiçbir şey söylemeden kendimi geriye doğru bırakıp suyun içine daldığımda bedenimi kesen soğuk su beni anında kendime getirdi.

Havuzdan taşan suların Greinner'a sıçraması karşılığında homurdandığını duydum ama varlığını hala orada hissediyordum. Saniyeler içinde su bana kucak açıp hoş bir sıcaklık aldı ve kulaç atıp derinlere doğru ilerledim. Havuzdan denize özel bir geçiş mevcuttu ama bu sadece bize özel bir şeydi. Suyun içinde gözyaşlarım belli olmuyordu, ne yazık ki bu diğer canlım için anlamsızdı çünkü ileriden bana doğru gelen mavi turuncu gözleri seçebiliyordum.

Karşı karşıya gelince harmanlanmış kötü duygularımı daha iyi anladığı için hiçbir şey söylemeden sarıldı. Kuyruğu belime dolanırken ben de ona sarıldım. Ağlayacak birçok omuzum vardı evet, yalnız değildim, kendi benliğimdeydim ve buna rağmen dostlarım, canlılarım ve ailem vardı.

Neler oldu?

"Antuan Valeri'nin abisiymiş."

Ne?

"İşte bilmeyen birinin verdiği tepki. Nasıl mümkün olabilir bu değil mi? Ben nasıl bilmem başından beri yanımda olan adamın soyadını?"

Ona rağmen senin yanında olmuş olmasına da takılabilir miyiz biraz. Lily, adam ailesini karşısına almış senin için, yaşananları bilerek ya da bilmeyerek zihninden bana aktarmıştın o bölgede. Belki de aramızdaki bağ giderek canlandığı için öğrendim bilmiyorum.

"Lütfen beni sakinleştirme Naiads!"

Ama öfkelenirsen dikkat çekeceksin ve ben seni düşünmek zorundayım. Suyun içinden havaya fırlayan öfkeli yıldırımlara ya da su taşkınlarına ihtiyacımız yok.

"Ben neden normal insanlar gibi öfkemi açığa çıkaramıyorum ya?"

Normal bir insan olmadığın için?

"Haklı haklı konuşma Naiads!"

Kırgın olduğunu biliyorum. Öncesinde seni tanımadığı için bu bilgiyi vermedi evet, peki sonra verseydi ne düşünürdün?

"Bana acıdığını mı?"

İlk itiraf ettiğin şey bu olduğu için muhtemelen öyle düşünürdün. Ama sadece hükümdar olup adaleti sağlamak ve gerçekleri açığa çıkarmak için yanında olduğunda daha rahat oldun çünkü görevi bu dedin.

"Ama Naiads bu şekilde öğrenmem neye yaradı söylesene? Önceden bilmiş olsam böyle kahrolmazdım. Annesi benden nefret ediyordu, şimdi ise oğluna yaranmaya çalışacağımı düşünecek. Üstelik arayışta onlara karşı olduğu için daha da fazla öfkeyle dolu. Antuan kardeşini gerezaya attırdı, benim tarafımda durduğu için."

O bir hükümdar, elbette gereğini yapacaktı ama bizzat arayışa katılıp seni destekledi. Normalde oraya katılmaz, diğer çalışanlar gider. Onun evi gereza.

"Bir yerden sonra anlatsaydı anlardım ama kendimi şu an kandırılmış hissediyorum, bitik halde hissediyorum, susuz kalıp yaprakları solmuş bir zambak gibi hissediyorum."

Aldığım enerji aranızda bir şeyler olduğu yönde doğru mu?

"Ufacık bir şeyler olmuş olabilir."

Ufacık mı? Senin suyla her temas edişini biliyorum diyorum bana ufacık diyor. Ben hissel açıdan sormuştum tensel değil... Hadi biraz gezelim.

Beni hızlı bir hamleyle sırtına aldı ve kollarımı boynuna doladı. Denizin içinde yılan gibi kıvrılarak hiç olmadığı şekilde hızla ilerledik. Battık, daldık, çıktık, yüzdük. Zihnimdekileri unutup can havliyle anda kalmak için tüm performansını sergiledi bana. Denizaltı şehrinde yetişkinlere özel bir oyun parkı vardı ve inanamayacağım şeyler mevcuttu. Kuyruklarını kapmaya çalışan bir makinadan kaçarken çığlık çığlığa bağırmıştım mesela. Ya da sonu gelmez devasa kaydıraktan kayarken...

Tüm bunlardan sonra ağlayarak uyumanın o farklı tadı kalmıştı dimağımda...

(120)

Denizaltından Naiads'ın bana forma bulmasıyla ayrılmış, kendimi kuruttuktan sonra deniz kıyısından ayrılmıştım. Kumsalı parmaklarıma astığım ayakkabımla dalgın adımlarla gezerken kanat sesleriyle geldiğini hissettim.

Günaydın Zambak, daha iyi görünüyorsun.

"Günaydın canım," dedim ama fark ettiğim kelimeyle dilimi ısırdım. Greinner diğer canlıma gittiğim için kınayıcı ya da gönül koyucu hiçbir şey söylemedi çünkü asıl elementimin su olduğunu ve bana daha iyi geldiğini biliyordu. Boynuna doladığım kollarımla birlikte kalın gövdesine yattım ve rüzgarın saçlarımı savurmasına izin verdim.

Denizin içinden yine geldiğim gibi havuza açılabilirdim ama beni hissetmesini istemedim. Bu yüzden yanımda ders programını öğrenmek için bir çarkım yoktu ama çağırma büyüsünü öğrenmiştim. Greinner'ın sırtından inip pratik yapma zamanıydı.

Saygısız insanoğlu, çekilin! Ezilmekten de korkmuyorlar!

Söylenmesi kıkırdamama neden olurken ileri doğru püskürttüğü ateş geri gelip benim yüzümü ısıttı. Biz de yürürken yerdeki karıncalar için aynı şeyi düşünüyorduk. O halde Greinner'ın gözünde insanlar bir karıncadan ibaretti...

Gitmeden önce önünde durdum ve beni sevmesine izin verdim. Evet sanki evcil kedisi gibi çenesinin altını kafama sürtüyordu, yakında benden pati de isteyebilirdi. Bir anda kuyruğunu ileriye doğru savurdu ve çığlık sesi duydum. Yere düşen Scarlett öfkeyle bana bakmaya başladı.

"Greinner kuyruğun normal değil ucunda bir balyoz var hatırlatırım, sağa sola sallayıp milleti benim başıma sarma."

Sana sarmasınlar diye uyarı yapıyorum ya işte. Bir dahaki saldığım şey kuyruğum değil ateşim olur.

Hırıltıyla karışık yüksekten gelen sesi gerçekten sinirli olduğunu açıklıyordu.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Seni birime şikayet edeceğim!"

Scarlett yürek mi yemişti de o parmağını bir ejderhama bir bana savuruyordu? Yoksa kendisi de ateş olduğu için mi bu kadar cesaretliydi. Cesareti Greinner'ın uçmak yerine ona doğru yürümesiyle son buldu ve arkasına bakmadan çığlık atarak kaçmaya başladı. Bahçede bulunan herkes gösteri gibi bizi izlerken ejderham başını çevirip bana göz kırptı ve gökyüzünde bir nokta olacak kadar uzağa uçtu.

Ağacın arkasından durup izleyen patlıcan saçlıya gözlerimi devirdim. Büyük işlerin altına giriyordu, büyük... ejderha kadar büyük işler. Fısıltıların arasından taş köprüye yürürken bir an önce zeytinimi bulmayı diledim.

"Scarlett iptal," deyip kahkaha atarak yanımda yürümeye başlayan Soil'e baktım. "Ama ejderhası ile gelirse karışmam tetikte olun. Gerçi Greinner'ın ejderhalar arasında da bir ağırlığı var. Bir kuyruk darbesi de onun ejderine atar. Ne güzel olmaz mıydı kardeşim, şöyle bir kaosa ihtiyacım var; ejderhaların öfkesi... gökyüzü ateşten kızıla bürünmüş heyt be.."

Enerjisi beni yumuşatırken gülmeye başladım. "Kulağa hoş geliyor, ama söz konusu ejderha senin değilse," dedim ve dudaklarını büzüp başını salladı. Sonra göz göze geldik ve duraksadı. "Dur biraz, neyin var, bu kadar kısa sürede ne olmuş olabilir?"

"Kötü mü gözüküyorum?"

"Gözlerin şişmiş Lily, yoksa hükümdarla ilgili mi? Babamın bunu duyması için sabırsızlanıyorum."

"Sakın, hayır. Lütfen söyleme, aralarında ne var bilmiyorum."

"Tamam sakinleş kimseye söylemiyorum ama sen bana anlatıyorsun." Taş köprünün üzerinde etrafta tek tük inisiye varken beni durdurdu ve gözümün içine bakıp sorusunu tekrarladı. Bıkkın bir nefes verdim.

"Antuan Valeri'nin abisiymiş."

"Nasıl yani, zaten öyleydi?"

"Ama ben bunu bilmiyordum ve kendimi kandırılmış hissediyorum hepsi bu," deyip yürümeye devam ederken, uçuş uçuş elbisesiyle peşimden geldi.

"Söylemediyse bir nedeni vardır Lily. Gözlerin şişecek kadar ağladıysan özellikle, muhakkak vardır."

"Nedeni olduğunu biliyorum ama böyle hissetmekten kendimi alamıyorum. Ona çok kırgınım ve bir süre görmek istemiyorum. Biraz kalp kırıklığımı yaşayacağım. En istemediğim şey oldu ve çıldırmak üzereyim ya. Ben ona yeni adım atmıştım Soil, inanarak ve güvenerek. Ancak şimdi üzerimizdeki saydam halkaya bir delik açıldı, yağmur yağarsa ikimiz de sular altında kalacağız."

"Yağar elbette, aqua olmak kolay değildir," deyip gülümsedi ama ciddi bakışlarımı görünce kendini toparladı. "O zaman bir süre bizde kalmaya ne dersin, oraya gelmesi kolay olmaz ve süründürürüz."

"Süründürürüz?"

"Hem kız kardeşim hem de babam adına onun burnundan getirmeye hazırım patron," dedi ve elinden kırbaç gibi ağaç dalları çıkarmaya başladı. Gülerek vurduğum elini kendimden uzağa itekledim.

"Şapşal, kes şunu, sinirliyim diyorum."

"Tamam en sinirli sensin, hadi derse gidelim ve onun canını okuyacak büyüler öğren!"

"Soil!"

"Tamam, sinirliyken bile kıyamıyor imdat!"

***

Simya ve eliksir bilimi sınıfına girmiş ve dokuyucunun gelmesini bekliyorum. Yeni bir büyü denedikleri için buranın yerini değiştirmişlerdi ve aer baş eğitmeni kendisi olduğu için havayı eğip bükerek masa sandalye yapmıştı. Görünmez ve saydam... Raegiams Rasa'nın dört kubbesinden birinin sivri ucu da şeffaf gözüküyordu şu an.

Zaten girişte bir ton sıkıntı çekiyorduk, şimdi birde görünmez masa bulmakla uğraşacaktık. Sarmal asansörden çıkıp iplerle yuvarlak tünele tırmanmak kolay değildi. Kapısını açıp sınıfa girdiğim zamanları anmak için bir mum yakmak istiyordum.

Önden zeytinimin gülümseyen gözlerini arkadan ise minicik yuvarlak gözleriyle Bay Ethan'ı gördüm. Cübbesinde iksir ve otlar taşıyan kemeri ve lekeli yüzüyle bize gülümsüyordu. Boynundaki uzun madalyonu her gördüğümde dikkatimi çekiyordu.

"Sence yüzündeki lekeleri gidermenin bir yolu yok mudur?" diye sordum Soil'e doğru sessizce eğilerek. "Yanlış anlama çirkin bulmuyorum ama ot çöple ilgilenip kendine bunun için bir iksir yapmamasına şaşırdım. Gerçi doğallıktan yana da olabilir..."

"Hiçbiri değil güzel kardeşim. Yüzündeki izler bilinçli olarak tasarlanmış, havayla temasa geçilmesini söylendiğinde yüzünde bir kamufle oluşturuyor."

"İyi ama bunu neden yapıyor?"

"Çünkü simya için değerli bitkiler ve taşlar toplamak zorunda. Deneylerinde kullanmak için bazı zorlu yolları aşması gerekiyor. Ancak yırtıcı hayvanlardan korunmanın yolu gördüğün an kamufle olup etrafa uyum sağlamaktan geçer, yoksa sana koruduğu bitkileri vermezler."

"O zaman cübbesindeki otlar da bu amaçlı?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Çok zekiceydi ancak ben basit düşünüyordum.

"Profesör Mara'dan özel olarak tasarlamasını istedi. Ağaçlık bir alanın içinde durduğunda kokusunu kamufle eden otlar türüyor cübbeden ve orada bir çalı topluluğu gibi saklanabiliyor. Yüzünü de kendi büyüledi bu yüzden işte. Toprak yalnızca bedene etki edebilirdi."

"Vay canına, bu tıpkı," deyip sustum. Soil cevap bekledi ama unutmuş gibi kaşlarımı çatmakla yetindim. Bu tıpkı Antuan'ın gizli bölgesinde kamufle olan aygırı gibi diyecektim. Herkes kendi elementini eğip bükebiliyordu işte. Olivia gelip yanağımı öptü ve yanımdaki boşluğa oturdu. Soil ile birbirlerine baş selamı vermekle yetinip konuşmadılar.

Bay Ethan Kalın ve her daim tozlu olan kitabını kendi havayla bütünleşen masasına bıraktı ve burnunu havaya kaldırıp gözlüğünün ucundan bize baktı.

"Evlatlar nasılsınız?" diye sorup cevap veren bir iki kişiye gülümsedi. Ardından minik gözlük camları beni buldu. "Basillan'a hoş geldin Lily White, yeniden. Böyle girişlere alışkın değiliz o yüzden bir süre seni konuşacağız, aldırma." Gülümserken inisiyelere bir ima yaptığını anladım. Çaktırmadan baktığı sanan tüm gözlere ithafen konuşmuştu. "Bay Rafael'e saygılarımı iletin kızlar. Eski dostum," deyip içli bir nefes verdi. "Bir zamanlar biz de sizler gibi yan yana oturuyorduk."

Demek arkadaşlardı, ne güzel. Biri profesör diğeri alfa olmuştu zamanında. Alfa olan yerini kızına devrederken, Bay Ethan hala dokuyuculuk yapıyordu. "Güzel günlerdi, neyse... biz konumuza bakalım. Bugün ormandaki gizem çanlarından bahsedeceğim. Çaldığı an yaydığı melodi bize yeni bir gizem ya da kehanetin haberini verir. Bu yüzden orman gözcüleri sesleri birbirinden ayırt etmek için gece gündüz dinlerler."

"Bu çan sembolik anlamda mı profesör?"

"Hem sembolik hem fiziki. Kendini bir ağacın kovuğunda saklayabilir ya da dev bir çiçeğin yapraklarının ters dönmesiyle oluşur. Köşelerde buz tutmuş kristaller bile olabilir. Çeşitli şekillerde içine gizlenmiş sembolleri bulunabilir, buna verilen örnekler git gide artar ancak nasıl anlayacağınıza gelince..." Bize doğru yaklaşıp kısık sesle konuşmaya başladığında ortamın gizemi artmıştı. "Büyülü bir çan melodisi duyarsınız önce, sonra sanki rüzgarın salladığı bir çiçek gibi etrafına ışıltılı bir toz yayar. İşte gizem çanınız kendini size göstermiştir."

"Peki ne işe yarıyor bu bitki Bay Ethan?"

"Yakalayabilirseniz şayet evinizin bir yerine koyabilirsiniz, böylece sizi bekleyen bir gizem olduğu an çanını çalmaya başlar ve hazırlıklı olursunuz. Ama bulması çok zordur, neyse ki sizin gibi tatlı inisiyeler için dün gece bir tane buldum. Şimdi köşede duran kapları alıp iksirinizi oluşturmaya başlayın. Sonra size minik bir yaprak parçası vereceğim, böylece sizi yakın zamanda bekleyen bir gizemin olup olmadığını öğrenebilirsiniz."

Dediği gibi kapları aldık ve içine koyulması gereken her şeyi koyduk. Kişinin kendisini de öğrenebilmesi için parmağımıza doladığımız saç telimizle birlikte, gizem çanı çiçeğinden minik parçayı alıp hazırladığımız karışıma batırdık. Eğer çanı çaldığı zamanki gibi büyülü çan melodisi duyar ve etrafa ışıltı parçaları saçarsa, üzerinizde bir gizem var demektir. Anlattıklarından anladığım şey buydu. Herkes işaret parmağının ucuyla bastırarak aldığı çan çiçeğini üç deyince karışıma sokacaktı.

"Bir, iki ve üç."

Ve önümdeki kaptan ışık tozları yayıldı...

(121)

Üçümüz birlikte yemekhaneye gidip bir şeyler yemeden önce Alex'i bulup konuşmak istemiştim. Moralim bozukken minik çiçeğimin sesini duymak istiyordum. Önce kolu Victor'u buldum ve bana aşırı saygılı bir şekilde Alex'in nerede olduğunu söyledi. Demek ki tüm o soğuk tavrı Valeri'ye özeldi.

Ejderha eğitim sahasının içinde onu görünce yanıma geldi. "Lily, bir sorun mu var nasılsın?"

"İyiyim teşekkür ederim sadece Chloe'yi görmek istiyorum çıkışta."

"Elbette, görebilirsin. Ailem evde yok sadece kızlar var ve dediler ki," deyip elini ensesine attı. Muhtemelen çekineceği bir şey söyleyecekti. "EğerChloe'i görmeye gelmek isterse biz de onu görmek istiyoruz. Seni özlemişler..."

"Ne?"

"Özlemişler."

"Beni?"

"Evet seni Lilium. Seni tanıyan kimse hayatından öylece çıkıp gitmesini istemez." Gözlerime tüm dürüstlüğüyle bakıyor gibiydi. Ancak şu an kim dürüst kim değil ilgilenmek istememiştim.

"Olur gidelim ama Soil-"

"O da gelebilir elbette, hiçbir sorun olmaz."

"Tamam, öyleyse görüşürüz."

Yemekhaneye gidip ona durumu anlattığımda onaylamak dışında bir şey yapmamıştı. Sonunda gün bitti ve zeytinimle vedalaşıp Alex'in yanına gittim. Akademi ve ev arasında yürürken herkes sessizdi. Soil, Alex'i şöyle biz süzüp göz dağı vermiş ardından hiçbir şekilde bakmamıştı. Nihayet malikaneye geldiğimizde büyük kapıdan içeri geçtim.

Bahçede Violet ve Rayna ile oynayan çiçeğime baktım. Arkalarında saçları sıkı topuz olan bir kadın sert mizacıyla bekliyordu. Bir süre sessizce onu izleyerek gülümsedim ama sonra beni ilk gören o oldu. Bahçedeki zambaklardan birini kopardığı elini bana doğru uzattı. "Zambı?"

"Ben geldim bebeğim evet." Minik adımlarıyla bana koşarken göz teması kurmak için eğildim ve bekledim. Heyecanlı koşusu kalbimi gıdıklıyordu. "Zambı?"

"Çiçeğim?"

"Çiçi?"

"Evet, çiçek sensin. Chloe çiçek açan demek biliyor musun? Senin için seçmiştim." Kulağına eğilip fısıldamam onu güldürdü. Sonrasında ise kalbimi eritecek o hareketi yapıp minik dudaklarını yanağımla buluşturdu.

"Oyy, eridim gitti." Gözlerimi yumup anın tadını çıkarırken eridim kelimesini tekrar etmeye çalıştı ve onu da kucaklayıp çimlere düştüm. "İşte böyle eridim," deyip gıdıklama başladım. Her gülüşünde minik burnunu, çenesini, saçlarını öperken hoşuna gidiyordu. Soil'in bile gülümseyerek bizi izlediğini görmüştüm.

"Ama Bay Alex?"

"Sen karışma lütfen. İçeri geçip bir şeyler ikram etmeye ne dersin?" Saçı topuz kadın muhtemelen bir dadı olmalıydı.

"Böyle somurtkan dadı mı olur Alexander Harvey?"

"Ortak seçimdi, deneme süresinde sadece."

"Lily abla?" Rayna uzun örgülü saçları ve mavi parlak gözleriyle çekingen bir şekilde bana seslendi.

"Rayna?"

"Ben şey olunca çok üzüldüm, sandım ki sana kötü bir şey yaptım ve benimle küstün. Ancak öyle olmadığını anlayınca da sevindim. Evdeki varlığına o kadar alışmışım ki, her ne kadar öyle gibi durmasa da... Seninle didiştiğim zamanlar için özür dilerim sen çok iyi bir insansın."

"Canım." Ayağa kalkıp dolu gözlerle bana bakmasını istemediğim için ona sarıldım. "Sen yetişkin bir insan değilsin ve hepimiz hatalar yapabiliriz. Sana hiç kırgın değilim, çok sevimli bir çocuksun gözümde. Lütfen üzülme olur mu?"

"Yani benimle sonra da görüşmek ister misin?"

"Elbette isterim." Soylu diye kıyıda köşede büyütülüp çocukların ötekileşmesine sebep oluyorlardı. Bu yüzden çevresinde çok nadir yeni insanlar görüyorlardı. Üstelik hal ve hareketlerine her zaman dikkat etmek zorunda oldukları için kendi gibi olamıyorlardı. Rayna da o insanların arasından beni tanımış ve bana tutunmuştu. Yeni tutunduğu bir dalın aniden kırılması onu bu hale getirmişti belki de. Sıcacık sarıldım ona, küçük bir çocuğa kin besleyecek halim yoktu sonuçta. Ancak aramıza girmeye çalışan minik bir çiçek vardı. "Zambı, zambı?" diyerek itiraz ediyor onu almamı söylüyordu. Gülerek geri çekildim ve onu da alıp yeniden sarıldım.

"Ben de eşlik edebilir miyim?" diyen Violet'ın kolları da üzerimize gelmişti. "İçine bir başkası kaçmış gibi gelmişti hep, ama tüm bu büyülere karşı bunun olacağına ihtimal bile vermemiştim. Meğer gerçekten bir başkası varmış." Kulağıma gelen fısıltısı beni gülümsetti. "Seni özledik Lily, buranın dışında da seninle görüşmek istiyoruz ama bunu söylemeye çekiniyorduk o yüzden abimden rica ettik."

"Elbette Violet, evimin nerede olduğunu sana söylerim, ne zaman isterseniz çıkıp gelebilirsiniz."

"Anlaştık."

***

Birlikte oturduk konuştuk muhabbet ettik... Hem kafamı dağıtmış hem de keyifli bir zaman geçirmiştim. Çiçeğimin mis kokusu bana huzuru hissettirmişti. Ama tam o anda Antuan'ın da kokusunu duyumsamak kalbime anlatamadığım bir şoktu.

Geri döneceğimiz zaman Alex bizim için bir at arabası çağırmıştı ama onca uzun yolu çekemeyecektim. Bu yüzden Greinner geldi ve homurdanarak bizi babamın evine bıraktı.

"Az daha kardeşim elden gidiyor sandım, niye bu kadar seviyorlar seni?"

"Beni tanıyan herkes çok sever So." Adını kısaltarak kullanmama mı yoksa Alex'in daha bugün söylediği cümleyi ona kurmama mı duraksadı bilmiyorum.

"Demek So? Sevdim daha samimi, kimse bana So dememişti."

"Cüret edemediklerindendir," deyip malikaneden içeri girerken gülümsedim. İkizler sesimi duyup duvarın ardından alt alta başını uzatmış bana bakınca onlara da kollarımı açtım. Tatlı cadı Rayna ile arkadaş olmuşsam kendi kardeşlerimle de elbette olabilirdim. Sevgi dolu biriydim ve bu andan itibaren kendimi çekmeyecek bunu onlara da gösterecektim.

Açtığım kollarımı görünce birbirinebakıp bana doğru koştular. Geriye doğru düşeceğim sırada Soil bir ağaç dalı oluşturdu ve beni sabit tuttu. "Yavaş çocuklar, baba söyler misin bana neden böyle sarılmıyorlar?"

"Seni her gün görüyorlar kızım," dedi Bay Rafael keyifle.

"O halde yarın evimi ayırıyorum." Gülümsemesi buraya kadardı ve Soil'e dönüp öyle bir bakış attı ki kıkırdadım. "Bunu unut, eşlik mührün çıkana dek buradan ayrılamazsın. Ben birini çekmeye çalışıyorum bu sefer diğeri çıkıyor."

"Sinirlenme hayatım, bak tüm çocuklarımız yanımızda ve keyifli bir aile yemeği yiyeceğiz."

Bayan Petunya gelip beni çocukların ahtapot kollarından kurtardı ve kendisi sarıldı. "Hoşgeldiniz kızlar, hadi sofraya."

Bilindik lezzetleri tabağıma eklerken rol yapmak zorunda kalmamın hafifliği vardı üzerimde. En son bu kadar kalabalık bir masada hiçbir şey çaktırmamaya çalışan bir kadın olarak oturuyordum. Şimdi ise şunu denemelisin, seversin tarzında yorumlar alıyordum.

Yemeğin sonuna doğru bahçedeki çiçeklerin şiddetli hareketinin sesi geldi kulağıma. Sanki bir fırtına çıkmış ve çiçekler onun habercisiydi. Aile üyeleri birbirine bakarken ben de onlara baktım. "Bir şey mi oldu?"

"Bahçedeki çiçeklerimiz sallandı kızım, bu da demek oluyor kidavetsiz bir misafirimiz var."

"Bu misafir ben olabilir miyim?"

"Sen olamazsın, aile üyelerine bunu yapmazlar." Terra grubu olan herkes bunu hissedebiliyordu ve haliyle ben de duymuştum. Duyduğumu onlar duymamıştı. Bay Rafael gülümseyerek bir şeyler yaptıktan sonra keyifle yanıma oturdu ve bir şeyler anlatmaya başladı.

Yatma vakti geldiğinde benim için hazırladıkları odaya çıkacağım için gergindim. Ayrıca Antuan'ı da deli gibi merak eden yanımı bastırmaya çalışıyordum. Hiç iletişime geçmemişti... Düşünmesem daha iyiydi yoksa ona olan öfkem düşündükçe artacaktı. Kapıyı açan Soil kenara çekildiğinde odamın toprak ve mavi tonlarında dizayn edildiğini gördüm. Rahat ve sade gözüken bir odaydı.

"Sevmediğin bir şey olursa hemen değiştiririz."

"Teşekkür ederim, her şey harika gözüküyor."

"Tamam ben seni uyuman için rahat bırakayım öyleyse, tatlı uykular.

"Tatlı uykular."

Yatağın içerinde dönüp dursam da bir türlü uyku tutmamıştı. Denizin içinde uyumak daha kolaydı ama bu evin havuzu ne yazık ki yoktu. Gözlerimi kapatıp dinlediğimde çiçeklerin hareketini yeniden hissettim ve dışarı baktım. Dikkatle incelemeye başladığımda bir ağacın dallarının hareket ettiğini gördüm.

"O ağaç hep orada mıydı ya?"

Kuşkulandığım ve uyuyamadığım için terliklerimi giyip aşağı indim. Ağacın etrafında dönmeye başladıkça yaprakların hareketi artıyordu. "Bana bak, çok dönüp portal falan açacaksan giderim ha, benim başıma iş açma zaten canım sıkkın!" Yapraklar onay verir gibi sallanıp durdu. "Başıma iş açmayacak mısın?" Yine aynı hareket olunca duraksadım, garip bir şeyler hissediyordum. Ağacın kabuğuna dokunduğumda ise kirlikleri aralandı ve o gözleri gördüm.

"Antuan?"

Babam davetsiz misafiri bir ağaca çevirdiği için mi keyiflenmişti? Antuan beni görmek isteyip buraya gelmiş ve saatlerce kök salmış bir ağaç gibi beklemişti. Ona dokununca gözlerini açması sanırım bir tür büyüydü. Yüzüne doğru kahkaha patlatmamı beklemiyor olmalı ki tüm yaprakları solar gibi eğildi.

"Ey gidi hükümdar sen nasıl düştün bu tongaya?"

Onu babamın oluşturduğu dallardan kurtaracakken hayır der gibi iki yana sallandı dalları. Bu halde bile beni uyarmanın bir yolunu buluyordu çünkü onu çözersem içimdeki terrayı öğrenebilirlerdi. Ancak sırrımı şimdi söylemek istemiyordum. Bunun için tıpış tıpış Soil'in odasına çıkıp onu kurtarmasını isteyecektim. Aksini sanmasını istediğim için ona doğru hafifçe gülümseyip sabahlığımı çıkardım ve etrafına sardım.

"Tatlı uykular Antuan umarım üşümezsin."

Dallarını umutsuzca aşağı indirmişti. Bana söylemediği gerçeği duyunca benim kalbimde bir yaprak gibi solmuştu işte. Bunu hatırlamasını isteyip sessiz adımlarla oradan ayrıldım...

Ehehe kestik

Alın size kaossuz bölüm. Lily biraz kafasını dinlemek istiyor çünkü gerçekten aldanmamak için kendini tuttuğu yerden kırıldı.

Zihninde arka plana atmaya çalışsa da hep bir köşede üzüntü doluydu kuzum🥲

Bakalım Antuan kendini nasıl affedirecek? Babamız şak diye el attı işe 😂 o da izinsiz girmeseydi gizli gizli canım ne yapabiliriz?

Ailemize gittikçe ısınıyoruz bunu kurguya hafif hafif yediriyorum. Dövme henüz yok çok soruyorsunuz ama şu an çıkarsa Lily bundan çekinir ve zorunda kalır bazı hislere, tamamen kendi isteyerek kafasında şekillendirerek gitmesi lazım.

Antuan berjeri yerleştiremediği için çok pişman olacak olsa da sonrası için o berjerde planları var (şeytansı gülüş)

Sormak istediklerinizi sorabilirsiniz✨

Wattpade girebiliyorsanız desteklerinizi oradan da bekliyorum bebekler kullanıcı adım aynı❤️

Ne kadar etkileşim o kadar hızlı yeni bölüm hepinizi çok ama çok seviyorum. Öpücükler 💌 💌 💌

(122) Çekişme

Antuan bir ağaç olmuştu...

Buna kahkahalarla gülmüştüm hem de yüzüne karşı. Ancak sonrasında üzüldüm haliyle. İsteksiz adımlarım Soil'in odasını ararken, kattaki yerini söylediğini ancak unuttuğumu hatırladım. Bunun yerinde ikizlerin odasına girmiştim. İkiz olmak bu kadar güzel miydi gerçekten?

Yan yana yataklarda el ele tutuşarak uyuyup kalmışlardı. Elleri boşluğa sarkıp uyuşmasın diye iki tane kırlenti üst üste dizip ellerinin altına koydum. Ayaklarını uzatma şekilleri bile aynıydı. Onlara kanım kaynıyordu gerçekten, tam bir abla kardeş olacağımız anları hayal etmeden duramıyordum. Meğer ne abla sevgisi varmış içimde? Üstlerini de örttükten sonra minik bir öpücük bıraktım saçlarına. Ardından Soil'i uyandırıp bu ağaçta bir tuhaflık olduğunu söyledim.

"Bahçede kendiliğinden beliren ağaçlar normal midir sence? Daha önce orada olmadığına eminim?"

"Şey aslında," deyip duraksadı ve bana baktı. Şu an onun için kritik bir andı çünkü kendisini ufak bir sınava sokmuştum. Gerçeği söyleyecek miydi yoksa gizleyecek mi? Gözlerini devirerek pencereden dışarıya bakmaya gitti. "Tamam söyleyeceğim ama kızmak yok."

"Neden kızmam gereksin ki?"

"O Antuan desem?"

"Nasıl yani?" Benimde oyunculuk on numaraydı doğrusu, biraz daha şaşırmış gibi yapabilirdim...

"Babam onun bahçeye girdiğini anladığı an ufak bir ders vermek istedi."

"Tamam şimdi sen de onu geri düzelt."

"Seni üzdü değil mi? Düzeltmesem olmaz mı?"

"Soil, bu onunla benim aramda. Lütfen söyle gitsin, uyuyacağım. Uyumadan önce de kontrol edeceğim," deyip kapısını kapattım ve odasından çıktım. Bir süre sonra merdivenden indiğini duydum. Kendi yattığım yere gelip pencerenin arkasına gizlendiğimi düşünüyordum ama Antuan bir hortum gibi dönerek düzeldi ve ilk yaptığı şey bana bakmak oldu. Bu sefer ben ona hayır der gibi başımı salladım. Şu an konuşmak istemiyordum.

Örtüyü kaldırıp yatağın içine girdim ve içimden saymaya başladım. Onu aklımdan çıkarmak için ne gerekiyordu gerçekten? Acaba gitmiş miydi? Tekrar bakarsam merak ettiğimi anlardı bu yüzden bakamazdım. Ancak aklıma gelen şeyle şeytani bir gülümseme elde ettim.

 

Bölüm : 18.03.2025 14:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...