53. Bölüm

ÖZEL BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

Hepinize merhaba. Son birkaç bölümü arka arkaya attım, bunu da sizi bekletmemek için atıyorum. Çok uzun tutmayacağım bir bölüm o yüzden sürpriz bir karaktere özel bölüm yazayım dedim. Umarım seversiniz, zaten tanıyorsunuz kendini daha da yakından bakalım kimmiş kendisi? Keyifli okumalar...

 

                                 ◇

 

Vatan eğer uğrunda ölen varsa vatandı. Bayrak gökte dalgalandığı kadar özgür, gölgesi oldukça hürdü insanoğlu. Yeni yetme birçok askerden oluşan topluluk komutanlarını dinlerken birinin gözü daima bayraktaydı. Rüzgar da heybetli çırpınışını büyülenmiş gibi izliyordu elanın en koyu tonu olan gözleri. Kahverengi, sarı arası saçları berenin içinde kalmıştı.

 

"İşte uğruna canımızı adadığımız bayrak bu, beyler. Bolatlı'nın baktığı gibi bakacaksınız! Minnettar, gururlu, hayran..."

 

Serhat adını duyunca komutanına döndü. Dalıp gitmişti, kızmasını istemezdi. Herkesin bakışını üzerinde hissedince başını öne eğdi. Elif'in dediğine göre şimdi yanakları al al olmuş olmalıydı. Herkes sessiz olduğuna göre komutan kızmamış olmalıydı. Bir süre daha bekledikten sonra herkes ayrıldı. Serhat kendisine söylenen timin yanına gitti.

 

Kıdemli Üsteğmen Ulaş Selim Karacalı

 

Kapının yanında yazan isme imrenerek baktı. Her rütbeye ayrı saygısı vardı. Hele ki bütün askeriyenin dilinden düşmeyen bu komutan onun komutanı olduğu için daha da mutlu hissediyordu. Kapıyı yavaşça çaldı, kendisi bile zor duyarken içerden gür bir ses, "gel Bolatlı," diye seslendi. Üzerini düzeltip içeriye girdi. Selamlaşmanın ardından komutanının izniyle oturdu. Sert birine benzemiyordu. Anlatıldığı kadar heybetliydi. Uzun boylu, kaslarının ise maşallahı vardı.

 

"Astsubay çavuş Serhat Bolatlı. Demek evlendikten sonra Boralar timine dahil oldun."

 

Öyleydi. Sonunda Elif ile evlenmiş ve görevine devam etmişti. Ağzı kulaklarına varsa da sevincini bastırarak komutanını onayladı. Ulaş Selim ellerini masanın üzerine koyup öne doğru eğildi. Gözleri askerinin üzerinde odaklanmıştı.

 

"Eşini geride bırakıp geldin. Sıcak yuvanı, gözü yaşlı aileni?"

 

Bu açıdan düşününce zordu. Ancak çocukluk hayali olan mesleği eline almanın gururu hepsine bedeldi. Komutanının siyah gözlerine bakarak kendince izin aradı. Siyah gözler ne kadar ciddi bakıyorsa bir o kadar da abi hissiyatı veriyordu.

 

"Değmez mi komutanım? Ben eşimi bırakıp gelirim, başka birisi çocuğunu başka birisi ailesini. Bir şeylerden feda etmek lazım."

 

Başka birisi çocuğunu...

 

Yeni bir askere göre oldukça açık sözlü ve cesurdu Serhat. Ulaş geldiği ilk andan itibaren tanıyordu Serhat'ı. Cevabını bildiği soruları soruyordu.

 

"Hem devrem de burada. Berker, Berker Gümüş. Ailemin bir kısmı benimle, timdekiler de ailemiz olacak zamanla."

 

Berker ve Serhat. Harbiyenin gözü kara iki askeri. Yolları burada da ayrılmamıştı. Bekle sen çocuğuma bile adını koyacağım, diyen Serhat son derece kararlıydı. Berker ise bu haberi aldığında ağzı kulaklarına varmıştı.

 

"Hiç mi kötü düşüncen yok?"

 

Komutanının sorusuyla bir süre sessiz kaldı. Daha önce hiç tanımadığı insanlara hemen alışmıştı, sevmişti de. Kötü düşündüğü hiçbir şey yoktu. Başını sallamakla yetindi. Kara gözler o kadar derin bakıyordu ki bir an cevap veremedi.

 

Ulaş Selim koltuğundan kalkıp odada birkaç volta attı. Penceresinden bahçeye baktı. Yiğit'i anımsamıştı. O da en az bu kadar konuşkan ve gözü karaydı. Serhat'ın beklemediği bir anda elini omzuna koydu. "Hoşgeldin aslanım." Gurur tam olarak bu demekti, imrenerek baktığı komutanı kendisine hoşgeldin demişti. Bu anı o kadar çok beklemişti ki... Gerekli belgeleri halledip bahçeye çıktı. Bir grup topluluğun arasında ona seslenen devresini görünce adımlarını oraya yönlendirdi.

 

"İşte geldi," diyerek devresini tanıttı Berker. Gözlerinin içi gülerken Serhat'ın durumunu kısaca özetlemek geçti. Çiftçi bir aile, çocukluk aşkı sayılan bir eş ve devrecilikleri.

 

"Bence bana benziyor," dedi askerlerden biri.

 

"Geveze misin, laubali misin o zaman?"

 

Herkes kahkaha atmaya başladığında Serhat ilk konuşan askere baktı. Ulaş Selim'e benzeyen ama daha kumral olan bir askerdi. Hepsi adını söylediğinde kendinden bile beklemediği bir başarıyla neredeyse hepsinin adını aklında tuttu.

 

"Sesi de güzeldir komutanım, yemek de yapar."

 

Berker bütün detayları timdekilere anlatıyordu. Ercüment olduğu yere çöktü. "O zaman bir türkü dinlemeden şuradan şuraya gitmem." İçlerinden biri hariç hepsi oturdu. Siyah saçlı, uzun boylu ve hiç konuşmadan ciddi duran bir asker. Kaya. Ben giderim işte, der gibi bir havası vardı. Başta utanma da komutanlarının ısrarı üzerine söylemeye karar verdi. Ulaş Selim de geldiğinde heyecanı ikiye katlandı.

 

"Gel devrem gel, Bolatlı show varmış."

 

Ulaş devresinin yanına otururken eliyle omzunu sıvazladı. Rahat bırakın çocuğu, diye fisıldadığında hepsi duymuştu. Biraz daha ciddiyete bürünüp dinlemeye devam ettiler.

 

Ah, bir ataş ver, cıgaramı yakayım

Sen sallan gel, ben boyuna bakayım.

 

Hepsinin sesi bıçak kesmiş gibi kesildi. Bu kadarını beklemiyorlardı. Şarkıyı söyleyen kişinin sesine o kadar benziyordu ki sesi, hipnoz olmuş gibi dinliyorlardı.

 

Uzun olur gemilerin direği,

Çatal olur efelerin yüreği.

Yanık olur anaların yüreği.

 

Ulaş da mırıldanıp kendi kendine söyledi. Yiğit'in aklında çocukluktan beri sevdalı olduğu Zeynep, Akın'ın aklında imkansız olarak düşündüğü aşkı İpek, Mert'in aklında yeni gelen hemşire, Ercüment'in aklında ise albayın kızı...

 

Ulaş Selim kimseyi düşünmedi, düşünecek kimi vardı ki zaten? Arkadaşları gibi boşluğa bakıp gülümsemezdi, dağ başında olmasına rağmen ilk fırsatta birine haber vermezdi. Vatandan başka aşk sığar mıydı ki yüreğine? Serhat türküyü bitirdiğinde hepsi alkışladı. "Ben sevdim bu çocuğu," dedi Yiğit.

 

"Sen onlara bakma, hoş geldin kardeşim." Akın abi sıcaklığı ile karşıladı yeni gelen arkadaşını. Kaya bile dudaklarına tembel bir gülümseme yerleştirip selam verdi. Kısa sürede kendini sevdirmişti Serhat.

 

İsmet çay servisi yaparken masada ki herkesi selamlamayı ihmal etmedi. En az Serhat kadar neşeli bir havası vardı onunda. "Sen yeni evlenip mi geldin buraya?" Ercüment'in sorusunu onayladı Serhat. Elif'ini bırakıp gelmişti. "Çocuğun var mı?"

 

Göreve gelmeden önce olanları düşündü. Elif'in bir şey söylemek istemesi, Serhat'ın göreve gideceğini öğrenince söylememesi acaba, dedi içinden. O kadar şanslı bir insan mıyımdır? "Yok komutanım."

 

"Görev bizi bekler beyler," diyerek ayaklanan Ulaş ile hepsi anında ayağa kalktı. Akşama Mert'in evinde toplanacaklardı. Konuşmak için hayli zamanları vardı. Askeriyeye girdiklerinde Serhat eşine bir mesaj attı.

 

Elif'im, söyleyeceğim bir şey var, demiştin. Neden bilmiyorum ama aklıma geldi öyle, zamanı gelmedi mi?

 

                                  ◇

 

Büyük ve bakımlı bir ev. Bir askere göre fazla büyük bir evdi. Ve sürekli evdeymişçesine bakımlı bir evdi. Berker ve Serhat ilk defa geldikleri evi incelerken diğerleri kendi evleri gibi kuruldu. "Altınlar geldi mi?" Tuna'nın sorusuyla hepsi cebini gösterdi. Ulaş ümitsiz bir şekilde başını salladı. İsterlerse asker olsunlar yine de büyümeyeceklerdi. Mert'in ikramları bittiğinde o da devresinin yanına sokuldu.

 

"Şimdi Serhat ağabeycim, iş dışında rütbeleri bir kenara bıraktım. Sorun yoktur umarım."

 

Mert'in abi demesi garip gelmişti. Aralarında pek yaş farkı yoktu. Yine de hiç kardeşi olmayınca abi kelimesini ayrı bir seviyordu Serhat. Sorun olmadığını söylediğinde Mert anlatmaya devam etti. "Birimiz bir şey anlatıyor ve o haber ne kadar rağbet alırsa biz de o kişiye altın veriyoruz. Kendi aramızda bir şakalaşma olarak başladı aslında."

 

"Sonra da ticarete döndü."

 

Bu sözleri söyleyen Selim olduğu için hiçbirisi cevap veremedi. Yiğit bile bir an sessiz kaldı. Ne olmuştu devresinin anılarını gizlice anlatıp altınları annesinin gelini için aldığı altınların yanına koyduysa?

 

"Bana bak Karacalı, bir gün sende kör kütük aşık olacaksın. Ama nasıl aşık, böyle sersem gibi, liseli aşıklar gibi. İşte o zaman seni doya doya anlatıp altınları alacağım. Hem çeyrek de değil tam!"

 

Yiğit'in sözlerine omuz silkti. Hayallerine veda etmesi gerekiyordu. Vatandan başka aşk mı olurdu bir gönülde? Çağlayı da kesin bir dille reddetmişti.

 

"Aslında haberler bende."

 

Tuna sazı eline aldı. Herkes merakla onu dinlerken Kaya ve Selim yardım et çığlıkları atıyordu. Ortamda bulunmayı seviyorlardı ancak bu tarz etkinliklerde işleri yoktu. "Merdoyu da kaybettik. Komutanımın anlattığı gibi bir aşık oldu kendisi."

 

Serhat da onlara eşlik etti. Bakışları merakla büyüdü. Dudaklarına bir gülümseme yerleşti. İlk zamanlar olmasına rağmen aralarına almaları hoşuna gitmişti. "Devrem dedim hain çıktı lan." Mert'in feryatlarını kimse umursamadı. "Bir hemşire uğruna," dediği anda Akın bir ıslık çaldı. Kendisi doktor İpek'e yıllardır aşıktı. Evlenmeye çok da yakınlardı, eskiden.

 

"Bismillah de lan. Kız daha yeni geldi sayılır. Hem İpek'in ev arkadaşı o."

 

"Komutanım, eline diken battı diye pansuman yaptırmaya gitti. Elini bıçak kestiğinde bile hastaneye gitmedi bu adam." Ecem hemşire oldukça dik başlı ve güzeldi. Mert'in dikkatini ilk saniyeden itibaren çekmişti. Akın altınını ortaya atıp aradan çekildi.

 

"Bende de var haber."

 

Yiğit sözü kaldığı yerden devraldı. Ulaş'a bakmamaya çalışarak konuştu. "Çağla buraya gelmiş." Hepsi aynı ağızdan ne, diye bir tepki verince Selim ayağa kalktı. Çağla çocukluğundan beri Selim'e aşık bir insandı. Bunu artık hepsi biliyordu.

 

Selim bahçeye sigara içmeye çıktığında ardında kalan fısıltıları duymadı, duymak istemedi. Aşk bu değildi, olamazdı. İstedikleri kadar konuşsunlardı. Sigarasını yakıp dudaklarına götürdü. "Aşkmış," dedi alayla. Var mıydı ki bu devirde karşılıksız seven, görevine rağmen kabullenen? Telefonunu çıkarıp gelen bildirimlere baktı. Manisa'da trafik kazası. Haberi okudu.

 

Emekli albay Tahir Akay'ın da içerisinde bulunduğu araç bariyerlere çarptı. Alev alan araçtan Albay ve ailesi kurtuldu.

 

Daha önce duyduğu bir isim değildi. Geçmiş olsun, diye geçirdi içinden. Birkaç haberi daha okuyup sayfadan çıktı. Sigarası da bittiğinde Yiğit'in yanına geldiğini fark etti. "Küstün mü?"

 

Yiğit böyleydi. Ne yaparsa yapsın ufak bir çocuk gibi peşinden gelir kendini affettirirdi. Selim devresine ciddi bir bakış attı, "başımın belasısın." Ardından gelen gülümsemenin ardından Yiğit derin bir nefes aldı, Selim'in yaptığı gibi bahçe duvarına yaslandı. O da kendine bir sigara yaktı.

 

"Ama ne yapayım, seninde Çağladan başka aşk haberin yok ki. Gizli kutusun, asıl olaylar sende ama gizlilik de sende."

 

Umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. "Sende dedin, yok. Çağla da kendi kendine düşünüp bir şeylere yoruyor. İleriye gideceğini tahmin etmemiştim."

 

Yiğit güldü. Sigarasından çektiği nefesi havaya üflerken çıkan dumanı seyretti. Artık bırakmaya çalıştığı için daha az içiyordu. "Ben devremi kimseye vermem, vermem de elbet bana bir rakip gelecek. Hadi nazlanma komutan, yok mu hayalinde birisi?"

 

Bir an mantıklı geldi bu soru. Hayalinde birisi vardı, ama bu kişi sadece hayaldeydi. Gerçekte böyle birisini bulması pek mümkün değildi ona göre. "Rize gibi yemyeşil gözleri olsun, vatan gözlü olsun. İnatçı olsun, tuttuğunu koparsın. Güçlü olsun, beni bile etkisiz bıraksın. Kendini ifade etsin, seni alt etsin."

 

Yiğit özellikle son cümleyle ıslık çaldı. Bu kadarını düşünmemişti. Devresinin omzuna vurdu şakayla karışık. "Aşk ne bilmem diyen adama bak, baya efsunkar bir anlatım oldu bence de devrem."

 

Selim konuşmayı uzatmadan içeriye girdi. Yiğit de koşar adım peşinden gitti. Ortamda konuşulan konu her neyse herkes sustu. Serhat bir köşede telefonla konuşuyordu, eşi önemli bir şey söyleyecekmiş, diyerek açıkladı Berker. Mert çay servisi yaparken Serhat'ın anlık yükselen sesiyle tepsiyi yukarı kaldırdı. "Yandım lan!" Ercüment'in pantolonuna dökülen çay, Mert'in korkması, Serhat'ın Allah, diye bağırışı...

 

Akın ve Tuna gülmekten konuşamadı. Ercüment Mert'e ateş püsküren gözleriyle bakarken Mert tepsiyi bırakıp oturdu. Bir hata daha yapmak istemiyordu. Serhat telefonu kapatıp koşa koşa geldi. "Niye bağırıyorsun lan? Yandım, yandım." Serhat'ın bakışları bir anlığına dökülen çaya kaydı. Gülümsemesini yüzünden silemedi. Ercüment başta kendisine güldüğünü düşünse de bu gülüşün genel olduğunu fark etti.

 

"Eşim ile konuştum komutanım."

 

Ellerini iki yana açtı, yüzünde ki gülümseme ne kadar büyüyebilirse o kadar büyüdü. "Baba oluyorum, baba!"

 

Berker anında ayağa fırladı. Devresine sıkıca sarıldı. Herkes yaşananları unutup arkadaşlarını tebrik etmek üzere ayaklandı. Serhat bunu önceden hissetse de bir anda duyunca kendine hakim olamamıştı. "Allah analı babalı büyütsün." Babacan bir tavırla komutanına sarıldı. Tuna'nın çabasıyla ortalıkta oradan oraya yürümek yerine koltuğa oturdu. Adını sorsalar söyleyemezdi şu an. Herkes bebek hakkında sorular sorup bir şey söylerken Kaya ilk kez birine imrenerek baktı. İnsanlar baba olduğunu öğrenince bu kadar seviniyor muydu?

 

"Serhat," dedi kendisi bile sesli söylediğinin farkında değil gibiydi. Pek konuşmadığı için herkes sustu, herkes ne söyleyeceğini merak etmişti.

 

"Sen o bebeğin babasısın, o da senin bir parçan doğru mu?"

 

Serhat kafa salladı. "Can parçam, can."

 

Kaya'nın gözlerinden garip bir ifade geçti. Tehdit, uyarı, nasihat. Adına ne denirse. "Çocuğuna hiçbir şey yapmasan bile babalık yap, oğlum de. Eğer bir gün olur da o çocuk senin yüzünden üzülürse bakışlarım karşı ki dağları değil seni bulur." Berker az da olsa bahsetmişti durumunu. Kaya'nın bu tepkisini ona yordu. Hen yetim hem öksüzdü Kaya.

 

"Emredersiniz komutanım."

 

Herkes bir şeyler sordu, adı ne olacak, cinsiyeti ne, ne zaman doğacak, ne zaman görmeye geliriz?

 

"Ben time sonradan geldim ama sizi tanıyordum. Komutanım düğün zamanlarımda çok yardımcı oldu, Ercüment Komutanım üşüdüğümü görünce montunu verdi ve daha niceleri. Çocuğum bunları bilecek, belki de içimden gelecek. Ama bayrağına, sizlere her daim bağlı olacak. Zaten adı da Berker olacak. Time katıldığım gün bebeğimin haberini aldım. Ne mutlu bana, artık onu emanet edebileceğim bir sürü amcası var."

 

Hepsi sessizleşti. Babalık haberini aldığı an şehitlik düşünmesi zordu. Bebeğini kendisi büyütsün isterlerdi. Erkek mi kız mı olacağı bile belli değildi. Her biri kendi bebeği gibi bakardı ama babası ile büyümesi hepsinin tek duasıydı.

 

Yiğit bugün toplanan altınları Serhat'ın önüne bıraktı. Herkes şaşırmıştı. Kayseridekiler Yiğit'i görse duygulanırdı tan şu an. "Komutanım?"

 

"Konsepti önceden söyledik zaten. Sende durdun durdun en büyük bombayı söyledin. Bunları hakkettin. Yeğenimize feda olsun hepsi. On hazırlık olsun, al."

 

Serhat komutanlarının emri üzerine altınları aldı, cebinden çıkarmadığı bize sardı. Gitme vakti geldiğinde oluşan kalabalığı fırsat bilip askerini kolundan bir köşeye çekti Selim.

 

"Benim hediyemi almayacak mısın?"

 

Kalın bit tomarı Serhat'ın avucuna bıraktı. Serhat elinde ki mevlaya bakarken dudakları aralandı. Komutanı altın vermemişti ama altından daha çöm para vermişti. "Eşin şu an senden uzakta, aynı zamanda hamile. Elbet ihtiyaçları vardır, şimdilik bunlarla idare et. En ufak bir şey olduğunda ilk ve tek benim haberim olsun."

 

Komutanı öyle net bir dille konuşmuştu ki Serhat avucunda ki parayı cebine kattı. Belki yaptığı yanlıştı ama dolan gözleriyle komutanına sarıldı. "Vatan da bizler de size minnettarız. Çocuğum sizi hep bilecek, sizlerle büyüyecek. Komutanlık, abilik, babalık... Hepsini yaptınız. Hakkınızı helal edin komutanım. Size de bu günleri görmek nasip olsun ki borcumuzu ödeyelim."

 

Selim boynuna sarılan askerinin omzunu sıvazladı. Babalık en büyük hayaliydi, aşk konusunda pek ümitli olmasa da kim bilir belki o da bir gün baba olurdu. Daha fazla dikkat çekmemek için diğerlerine katıldıklarında Serhat'ın yanağına bir damla yaş süzüldü. Eve giderken Elif'e mesaj attı.

 

Senden sonra ki en büyük iyikim bu time gelmek oldu. Bebeğimizin bir sürü amcası var, gözüm arkada değil.

 

Kendi seçtiğim ailem onlar. Abilerim, kardeşlerim. Gözün arkada kalmasın Elif'im. Sırtımı aslana yasladım gözümü ite diktim.

 

 

Bölüm : 10.12.2024 01:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...