Ve finalden önceki son durak da bitti. Son özel bölümümüz sonra ki bölüm final... Bol yorum bekliyorum 🙈❤️
****
Sabah, revirin penceresinden içeri sızan ışık, beyaz fayansların üzerinde titreyen bir huzme gibi duruyordu. Temmuzun ortasıydı ama revirin içi serindi. Temizlik kokusu, taze kaynatılmış kantin çayı ve bir de gül... her sabah aynı yere bırakılan, sapı biraz eğrilmiş, sessiz bir teşekkür gibi duran bir gül.
Ecem, pencere önündeki küçük vazoyu değiştirmedi o sabah. Önceki sabahkini hâlâ kaldırmamıştı zaten. İkincisini onun yanına koydu. Sessizce. Sanki bir şey eksilse, gül kırılacak değil de kendi kalbinden bir parça dökülecekmiş gibi. Kimseye söylemedi ama her sabah gelen o çiçeği mutfağa götürüp küçük kavanozlarda saklıyordu. Gülleri kurutuyor, yapraklarını ince ince kıyıyor, sonra onları reçele dönüştürüyordu. Öyle tatlı, öyle kırılgan bir şeydi ki bu—bir başkasının sessiz sevgisinden bir tat yapmak.
Askeriyede duygular fazla yer bulmazdı. Beton gibi disiplinli, zaman gibi keskin bir dünyaydı burası. Ve işte o betonun ortasında bir çocuk vardı. Mert. Rütbeler içinde en düşüğü, sessizlikte en yükseği. Göz göze gelmeye utanıyor, selamı yanlış verdiği her an alnında ter birikiyordu. Ama elinde tuttuğu bir demet gül, onun kalbinin tek silahıydı.
Mert, her sabah saat altıda kalkıyordu. Timin geri kalanı hâlâ horul horul uyurken o sessizce botlarını giyiyor, küçük kantin kulübesine gidip, kalan son gülleri seçiyordu. O gün hangi renk varsa, o. Ne seçiciliği vardı, ne hesabı. Yeter ki bir tanesi Ecem'in eline değsin. Yeter ki bir sabah, o vazoyu boş bulmasın.
Selim, revirin yanındaki avluya çıktığında Mert'i uzaktan izledi. Omuzları hafif düşük, başı önde yürüyordu genç asker. Elindeki çiçek, bir savaş alanına götürülür gibi sıkıca sarılmıştı. Selim gözlerini kısmıştı. Tanıyordu bu sessiz hâlleri. Kendini yaktığını fark etmeyen bir adamın yürüyüşüydü bu.
"Yine mi gül?" dedi Selim, yavaşça yanına yaklaşırken.
Mert başını kaldırmadı.
"Evet komutanım."
"N'olacak böyle?"
"Bilmem... belki bir sabah, 'teşekkür ederim' der. Belki... başka bir şey."
Selim hafifçe gülümsedi.
"Gül uzatıyorsun ama kendi kalbini hiç göstermiyorsun Mert. Kimi sevdiğini bile bilmeyen bir kadın, nasıl senin olacağını anlasın?"
Mert sustu. Cevabı yoktu. Belki de olmasını istemiyordu.
O sırada revir kapısı açıldı. Ecem dışarı çıktı. Elinde yine o eğri saplı gül... ama bu defa farklı bir şey vardı. Gülü göğsüne bastırmadı. Gülü tutan eliyle başını hafifçe yana eğdi, uzaklara baktı.
"Yalnız bir adam sevmiş olmalı beni," dedi sessizce, kendi kendine. "Konuşmadan, anlatmadan... ama belki de dünyadaki en dürüst hâliyle."
O anda göz göze geldiler. Mert, elindeki diğer çiçeği saklamaya çalıştı. Ama çok geçti. Ecem, bakışını onun üzerinde tuttu. Ne gülü aldı, ne döndü. Ama ilk kez... ilk kez gülümsedi.
Ve o gün Mert, çiçeği revirin kapısına bırakmadı.
Elinde tuttu. Eve döner gibi, bir savaştan sağ kurtulmuş gibi... ilk defa bir şeyi olduğu gibi taşıdı.
Ecem'in "Tatlısın diyorum, anlamıyorsan git komutanlarına sor" cümlesi, havada asılı kaldı bir an. Mert'in yüzü kıpkırmızı oldu. Yanıt veremedi. Yanıt veremedi çünkü köşeden çıkan iki adamın bakışları ciğerine saplandı.
Tuna kollarını açmış, gülmemek için dudağını ısırıyordu.
"Yapma ya Mert! Yani biz bir ayda arazide tuzak kurmayı öğrendik, sen hâlâ revirde gönül tuzağına düşmeye çalışıyorsun ha?"
Selim ise ciddi adımlarla yaklaştı.
"Boralar, bu nedir? Subay disiplini böyle mi olur? Revirin önünde, sap gibi dikilip gönül alma çabaları... Bu nedir oğlum? Dilekçe mi yazıyorsun, ilan-ı aşk mı?"
Mert tökezledi, "Komutanım ben sadece... biraz konuşacaktım da..."
Selim gözlüklerini çıkardı, pantolon cebinden mendil çıkarır gibi yaptı.
"Bari mendil uzat da, gözyaşlarını silsin kız. Bu ne naiflik Mert, bu ne romantizm?! Revir önünde Romeo olursan, çatışma anında n'olursun ben sana söyleyeyim mi?"
Tuna gülmekten iki büklüm oldu.
"Mert, bak ben senin devrenim. Biz seninle karavanda sıraya girdik, araziye beraber çıktık. Ama böyle nazik, böyle güllerle gönül alan bir halini hiç görmemiştim. Sana artık 'Reçel Komando' diyelim mi?"
Ecem kıkırdıyordu artık. Ama Mert... o utangaç çocuk, bu sefer geri adım atmadı. Dik durdu, Ecem'e baktı.
"Yalnızca söylemek istedim. Sizi görünce sabahlarım güzelleşiyor. O yüzden her sabah o çiçeği bırakıyordum. Reçel olmuş ya da solmuş... önemli değil. Yeter ki siz fark etmiş olun."
Ecem'in yüzündeki gülümseme biraz daha derinleşti.
"Fark ettim Mert. Hem de ilk sabah."
Tuna, Mert'in omzuna bir şaplak indirdi.
"Yine de oğlum, bana söylemeden aşk itirafı yapılmaz! Hani birlikte büyümüştük, hani sırttan bıçaklanmazdık, ne oldu bunlar?!"
Selim başını iki yana salladı.
"Devre kankası olmak da ayrı dert, komutan olmak da. Neyse, Boralar. Sen yine de bize fazla örnek olma. Timde herkes gül bırakmaya başlarsa, reviri bahçeye çeviririz."
Tuna elini kaldırdı.
"Yalnız komutanım, bir şey diyeyim mi? Bu kızın peşinden giden ilk asker Mert değil... ama gülü reçel yapan ilk kız da Ecem. Bu hikâyede tat var."
Selim kıkır kıkır gülerken başını salladı.
"Hadi dağılın. Aşk sahası değil burası. Devreler dağılsın, kalpler dairesine başka zaman geçersiniz."
Ecem içeri girerken kapının eşiğinden dönüp baktı.
"Bu sefer reçel değil," dedi Mert'e.
"Bugün çiçeklikte kurutacağım. Çünkü bu sabahın anısını saklamak istiyorum."
Ve kapı kapandı. Mert gülümsedi.
Tuna omzunu dürttü.
"Bak kardeşim... devremin gönlü fethedildi.E artık ben de karımla mı flörtleşsem acaba?"
Mert gözlerini devirdi.
"Devrem yapma, ölürüm ben o çekişmeden."
*****
Tim, öğleden sonra kısa süreli bir iç tatbikata hazırlanıyordu. Hafif arazi eğitimi, biraz koşu, biraz gözlem, ama en önemlisi: Selim'in deyimiyle "beyin yerine gönlünü kullanan askerlerin disiplini hatırlaması" günüydü.
Tuna, Mert'in yanında duruyordu. Üzerinde haki tişört, güneşten kavrulmuş teniyle tam bir "sahada devre" havasındaydı.
"Bak kardeşim, senin bu Ecem mevzusu... evet güzel. Romantik falan. Ama artık tatbikata dönmeliyiz. Önce kalbini eğittin, şimdi sırada parkur var."
Mert gülümsedi ama sessizdi. Düşünceli.
Derken Selim'in sesi yankılandı:
"Timin en nazik askeri hazır mı?"
Tüm tim döndü, Mert'e baktı.
Selim devam etti:
"Çünkü bugün ona özel bir parkur hazırladık. Adı: Aşk Tatbikatı."
Kahkahalar yükseldi.
İpek, revirden izlemeye gelmişti. Ecem de onların arasında ama gülüşünü saklayamıyordu. Elinde su matarası, Mert'e uzaktan bakıyordu. Sessiz ama destek verir gibi.
Selim devam etti:
"Mert Boralar! Emrimle şu testlere tabisin:
1. 30 saniyede gül yaprağını kurutmadan taşıma.
2. 20 metrelik parkur boyunca, 'Ece' kelimesini söylemeden sevdiğini tarif etme.
3. Gül reçeli yapım süresini doğru tahmin etme."
Tuna kolunu kaldırdı:
"Komutanım, son aşamaya 'Ecem'i kıskandırmak için diğer hemşireye selam ver' maddesini de ekleyelim mi?"
Selim gözlerini kıstı.
"Oğlum o zaman tatbikat değil, cenaze töreni olur."
Gülüşmeler arasında Mert parkura çıktı. Utanıyordu ama gülümsüyordu da. Çünkü Ecem gülüyordu.
İlk test: Gül yaprağı taşıma.
Mert, revirin önünde bulduğu solmuş gül yaprağını iki parmak arasında tutup koştu. Parkurun sonunda İpek bekliyordu.
"Yaprak ezilmiş," dedi İpek.
Mert, nefes nefese cevap verdi:
"Kalbimi verirsem daha yumuşak olur."
Tuna arkadan bağırdı:
"Yav he he! Gönül tarlası mı burası?!"
İkinci test: "Ece" demeden tarif.
Selim kollarını bağladı.
"Tarif et bakalım, sevdiğin kim?"
Mert derin bir nefes aldı.
"Sabahları sessizliği seven, gözleri gül gibi ama dikeni de olan biri. Yanına yaklaşınca korkuyorum ama her sabah ona uğramadan içim rahat etmiyor."
Kalabalık "Ooo!" diye bağırdı. Ecem gözlerini kaçırdı ama gülümsüyordu. Hafifçe yanağı kızardı.
Üçüncü test: Gül reçeli süresi.
Efsun kolunda saatle geldi.
"E hadi bakalım şef, gül reçeli kaç saatte olur?"
Mert düşündü.
"Yıka, kurut, beklet, şekerle... bir gün. Ama bir ömür saklanır. Çünkü uğruna zaman ayırırsan güzelleşiyor."
Bu cümleden sonra timde sessizlik oldu. Tuna bile konuşmadı.
Selim başını iki yana salladı.
"Bırak parkuru, git kızın yanına oğlum. Sen bu kadar lafı o güle söyleyeceğine, bir kere 'çay içer miyiz bir gün' deseydin belki şimdi birlikte reçelin dibini sıyırıyordunuz."
Mert ter içinde, ama cesaretle yürüdü. Ecem'in yanına geldi.
"Çay içer miyiz bir gün?"
Ecem hafifçe başını salladı.
"Reçelin yanında kurabiye de getir, olur."
Tuna bağırdı:
"Tim tamam! Boralar aşkı kazandı, parkur başarısız ama gönül %100!"
Selim gülümsedi.
"Disiplinsiz ama mutlu. Bu da bir zaferdir."
Kışlanın hemen dışında, küçük bir tepenin yamacında sessiz bir çay bahçesi vardı. Askeriyeye aitti, ama revir personeli ve tim üyeleri zaman zaman buraya dinlenmeye gelirdi. O gün hava serindi, gökyüzü pamuk gibi bulutlarla kaplıydı. Sessizliğe serçelerin sesi karışıyordu.
Ecem, masa örtüsündeki kırmızı-beyaz karelere bakarak oturuyordu. Yanında kendi yaptığı bir kavanoz gül reçeli vardı. Kapağına küçük bir not iliştirmişti:
"Zamana bıraktım. Tadı sana benzesin diye."
Mert karşısına geçti. Ellerini dizlerinin üstüne koydu. Ne yapacağını bilemiyordu ama oradaydı. Bu onun için zaferdi zaten. Diz çökmeden kalbini açmak, sipere yatmadan dürüst olmak... zor şeylerdi.
İlk konuşan Ecem oldu.
"Hiç bu kadar sessiz kalabileceğini düşünmemiştim."
Mert gözlerini kaçırmadan baktı.
"Seninle konuşmak kolay da... saçmalamadan konuşmak zor."
Ecem güldü.
"İlk gülü getirdiğinde ne düşündün? Gerçekten bir şey olabileceğini mi?"
"Hayır," dedi Mert. "Sadece o gün moralin bozuk görünüyordu. Biri sana küçük bir iyilik yapsa... belki bir anlığına iyi hissedersin diye düşündüm. Sonra fark ettim, her sabah seni görmeden günüm başlıyormuş gibi hissetmiyorum."
Ecem hafifçe başını eğdi.
"Ben de ilk sabah fark ettim. Gülü mutfağa koydum. Reçel yaptım. Ama asıl kıymetli olan... o gül değildi. Beni fark etmen... buydu değerli olan."
Tam o anda arka masadan bir mırıltı geldi.
Tuna ve İpek, şapkalarının altına gizlenmiş şekilde oturuyordu. Efsun da yanlarındaydı.
"Bence şimdi elini tutsun," diye fısıldadı Tuna.
İpek dirseğiyle dürttü.
"Sessiz ol! Çocuk hâlâ utanıyor zaten."
Mert bir an durdu. Sonra gözlerini kaçırmadan Ecem'e doğru eğildi.
"Elini tutabilir miyim?"
Ecem cevap vermedi, sadece elini masanın üstüne bıraktı. Cevap gibi sessizdi, ama her şeyden daha netti.
İkisi de konuşmadan oturdu bir süre. Önlerine gelen çaylar soğuyordu ama kimsenin umrunda değildi.
Sonunda Ecem gülümsedi.
"Ben senin gibi birini hiç tanımadım."
Mert başını eğdi.
"Ben de ilk kez biriyle gerçekten bir şey 'olur gibi' hissediyorum."
Tuna arka masadan boğazını temizledi.
"Şimdi reçel açılsa da yesek?"
Efsun gülmekten yerlere yattı.
Mert gözlerini devirip başını iki yana salladı.
"İşte timin katkısıyla romantizmi ancak bu kadar yaşayabiliyoruz."
Ecem ise kahkahasını saklamadı.
"Senin timini seviyorum," dedi. "Seni bu kadar gerçek yapan şey onlarla birlikte büyümüş olman. Bu sessiz, mahcup halini koru Mert. Ben, o utangaç adama alıştım artık."
Mert, gül reçelinin kapağını açtı. Küçük bir kaşık aldı, Ecem'e uzattı.
"Bu tat, sabırla bekleyenlerin ödülü."
Ve o gün... askeriyenin disiplinli, kuralcı duvarlarının arasında bir masa örtüsüne dökülen reçel damlası gibi minik bir aşk filiz verdi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
99.23k Okunma |
6.99k Oy |
0 Takip |
76 Bölümlü Kitap |