Hepinize merhabalar, bu alışık olduğumuz bir giriş oldu artık iki kelime...
Sizler kitabı ne zaman okumaya başladınız bilmiyorum ama ben bu kitabı kafamda tasarlayıp yazmaya başlayalı tam 2 yıl oluyor. 25 Ağustos 2023... Bu girişi biraz uzun tutacağım ama söylemeden geçmek de istemiyorum...
Ben çocukluk hayali yazar olmak olan biriydim. Her fırsatta kitaplar okur, her boşlukta bir iki kelime karalardım. En umutsuz hissettiğim anların birinde zihninde beliren bu kurguyla size merhaba dedim ve konu buralara geldi. İyi ki de geldi. Efsun benim hep yara bandım olarak kalacak çünkü hem final olan ilk kurgum hem de kendimi ne zaman kötü hissetsem sizlerin sayesinde hissetmiş gibi bildirimler gönderdi... Dilerim sizlere de kendilerini sevdirmişlerdir, kendinizden bir şeyler bulmuşsunuzdur bu kitapta. Bir gün kitabımızı elimizde tutup imza günleri yapmak nasip olur mu bilmiyorum ama o zamanı beklemeden size sıkıca sarılıyorum. O küçük kızı çok mutlu ettiğiniz için çok teşekkür ederim :) Son kez keyifli okumalar, yorumlarda buluşalım ❤️🩹
****
Güneşin kavurucu ışığı, kışlayı çorak bir taş gibi parlatıyordu. Ortalık sessizdi. Eğitim alanı boş, koğuşlar sessiz, nöbet kulelerinde sadece nöbetçi askerlerin gölgeleri seçiliyordu. Timin göreve çıkmadığı nadir günlerden biriydi.
Selim, elinde su matarası, gömleğinin ilk iki düğmesini açmış, askeri kütüphanenin arkasındaki terkedilmiş küçük beton oturma alanına geçmişti. Kimsenin uğramadığı, sessizliğe gömülmüş bir köşeydi burası. Rüzgâr bile hafifti, sanki onun düşüncelerine karışmamak istercesine.
Yere oturdu. Başını geriye yasladı. Yüzü, yorgunlukla göğe dönüktü. Aklında ki düşünceler bir türlü susmak bilmemişti. Gözlerini kısa bir an kapatıp tekrar açtı. Tuzak, Serhat ve Yiğit... her şey böyle başlamıştı. İntikam hırsıyla kendini bile yaktığı dönemlerde tanışmıştı fizyoterapist Efsun ile. Şehri inletecek öfkesi ancak onun gözlerine bakınca durulmuştu. Bir insan kaç defa ölürdü, kaç defa yeniden doğardı? Tam da böyle bir günde kardeşim dediği adam karşısında belirmişti. Evlenmişti de, memleket gözlüm dediği kadınla dünyalar tatlısı bir oğlu vardı artık.
Elini alnına götürdü. O an, ağır adımlarla yaklaşan birini duydu. Dönüp baktığında, üzerinde sade bir kamuflaj olan Tuğrul Albay'ı gördü. Sert yüz ifadesine rağmen, gözlerinin içi insan sarrafı gibi bakıyordu. Her askerin ne zaman konuşmaya, ne zaman yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu bilirdi.
"Komutanım!" dedi, dimdik durarak.
Sağ eli alnına giderken sesi net ve kararlıydı:
"Yüzbaşı Selim Karacalı, emrinizde komutanım!"
Tuğrul Albay, gözlüğünü düzeltti ve birkaç adım öne çıkarak Selim'in selamını aldı. Hafifçe başını salladı.
"Rahat ol, Selim. Sohbet etmeye geldim."
Selim derin bir nefes alarak rahat pozisyonuna geçti. Ama yine de saygısını bozmadı. Gerginliğini fark eden Albay, göz ucuyla boş beton bankı gösterdi:
Selim önce biraz tereddüt etti ama sonra yerine oturdu. Saygı çizgisini hiç bozmadan, gözlerini yere indirdi. Kendisinden neredeyse bir nesil büyük olan bu adam, sadece bir komutan değil, sahada kan ter içinde yoğrulmuş bir örnekti onun için.
"Ben seni ilk gördüğümde, gözlerinin arkasında iki şey vardı. Kayıp ve umut. İyi bir komutan olursun dedim içimden. Haklıymışım. Ama iyi bir baba olmak daha başka bir mesele."
Selim başını salladı.
"Baba olmak... bu laf gün geçtikçe daha ağır geliyor omzuma komutanım."
Tuğrul albay gülümsedi. Onun için evlat biricik kızı, ardından askerleriydi. Ne çok beklemişlerdi kızlarına kavuşmayı da o doğar doğmaz tüm hayatları o olmuştu...
"Daha da ağır gelecek," dedi düşünmeden.
"Bizim yükümüz hiçbir zaman hafiflemez yüzbaşım. Hele mesele evlatsa... Bak etrafına, ailesi olmayan nice askerler var. Şehadet haberini ulaştıracağımız kimseleri kalmamış olanlar var."
Selim dudaklarını dişleyip başını salladı. Yakından tanıdığı birkaç arkadaşı vardı bu anlatıma uyan. Kimi ailesine kavuşmak için can atarken onlar zaman geçmesin isterdi.
"Vatan," dedi albay derinlerde hissettiği yoğunlukla. "Hepimize ana da olur baba da. Onu korumak da bizim işimiz evlat."
"Var olsun," dedi Selim gururla. Albay, yüzbaşı konusunda hiç yanılmamıştı. Selim'i ilk gördüğü günden itibaren en ağır görevleri vermişti, belki de en çok onun sınırlarını zorlamıştı. Yine de pes etmemişti, isyan etmemişti.
"Bak Selim... Bizler birer askeriz. Gideceğimizi bilerek yaşar, dönemeyeceğimizi bile bile severiz. Ama senin çocuğun, eğer bir gün büyüyüp de 'Babam vatanı için gitti' diyebiliyorsa... sen aslında hiç gitmemiş olursun. Yaşarsın, onun içinde."
Serhat geldi aklına. Sabırsızlıkla bellediği oğlunu daha kucağına alamadan şehitlik makamına ulaşmıştı. Berke artık daha hareketli bir çocuk olmuştu. Babasının resimlerine bakıp baba diyordu. En son izledikleri video da parkta oynarken birden bayrağa dikkat kesilmişti. Baba, diyerek inatla bayrağı göstermişti. Cephe de sırt sırta savaşan adamların gözünden birer damla yaş süzülmesine sebep olmuştu bu.
Bir sessizlik oldu. Rüzgâr, artık biraz daha serin esiyordu. Uzakta bir karakol köpeği havladı. Gölgedeki sessizlik, Selim'in yüreğine işleyen kelimelerle derinleşti.
Albay yavaşça gülümsedi. Şapkasını düzeltti. Sonra hafifçe Selim'in omzuna dokundu öyle bir dokunuş ki, ne emirdi ne teselli. Bir tür geçiş: bir komutandan bir babaya, bir adamdan başka bir adama...
Selim, gözlerini uzak dağlara çevirdi. O an zihninde sadece bir şey vardı: Efsun'un gülüşü ve oğlunun sesi.
Birkaç saniye sonra ayağa kalktı. Tok bir sesle selam verdi:
"Sağ olun komutanım. Konuşmalarınız için teşekkür ederim. İçimde taşıdığım yükü biraz hafifletti."
Tuğrul Albay da ayağa kalktı. Selamı aldıktan sonra gözlerini kısıp baktı:
"Yükün azalmadı Selim. Ama artık nasıl taşıyacağını biliyorsun."
Sonra arkasını döndü. Ayak sesleri tekrar o sert ritimde uzaklaştı. Geride kalan sadece bir rüzgâr, bir gölge ve gözlerinde kararlılık taşıyan bir yüzbaşıydı.
****
Kara bir gece örtüsü gibi dağların etrafını saran karanlık, yıldızların titrek ışıklarıyla bile delinmiyordu.
Sis, toprağın ve ağaçların arasından sessizce yükseliyor, rüzgârın fısıltılarını taşıyordu.
Hava, derin bir soğuk ve nemle doluydu.
Nefesler beyaz beyaz havada yükseliyor, sessizliğin içinde yankılanıyordu.
Selim, timinin öncüsüydu.
Yüzündeki çizgiler sertti; yorgun ama kararlı.
Bedenindeki her kas, her kasılma savaş için hazırdı.
Adımlarını yumuşak ama kararlı atıyor, her an bir pusuya düşme ihtimaline karşı tetikteydi.
Karanlık, onların en büyük düşmanıydı belki de.
Ama Selim, gözlerini karanlığa alıştırmıştı artık.
Timin geri kalanı, Selim'in işaretleriyle birer gölge gibi ilerliyordu.
Akın, Yiğit, Tuna, Mert... Hepsi nefeslerini tutmuş, kulaklarını en ufak sese açmıştı.
Her adım, ölümle dans gibiydi.
Selim durdu.
Küçük bir açıklığa geldiler.
Haritasından baktı, düşmanın kampının tam yakınındaydılar.
Önünde, az ileride, düşman askerlerinin küçük kamp ateşleri yanıyordu.
Kamp, hafif duman ve gölgelerle dalgalanıyordu.
"Mevziyi alıyoruz," diye fısıldadı Selim.
Tim sessizce pozisyon aldı.
Düşmanı çevreleyeceklerdi.
Tam o sırada, sisin içinden bir gölge hareket etti.
Bir silah sesi patladı.
Birinci ateş açılmıştı.
Çatışma başladı.
Kurşunlar havada ıslık çalarak uçuşuyor, toprak yer yer parçalanıyordu.
Selim, nişangahını düşmana çevirdi, ateş ediyordu.
"Sağdan gelin! Akın, Tuna destek verin!" diye komuta verdi.
Tim uyum içinde hareket ediyor, her biri kendi hayatını ve arkadaşlarının hayatını korumak için savaşıyordu.
Ama düşman sayıca fazlaydı ve hazırlıklıydı.
Patlamalar birbirini takip etti.
Bir bomba patladı, toprak Selim'in ayaklarının dibinde havaya fırladı.
Bir anda sağ bacağına keskin bir acı yayıldı.
Diz kapağının hemen üstünde, sıcak ve koyu bir sıvı ıslanmaya başladı.
Selim sendeledi.
Dizleri yere geldi.
Kan, koyu ve ağır, toprakla karışıyordu.
"Yaralandım!" diye bağırdı.
Mermi sesi kesilmiyordu.
Timin üyeleri onu korumak için ateşi yoğunlaştırdı.
Yiğit hemen yanındaydı.
Selim'in yüzündeki acıyı, baygınlığı gördü.
"Beni bırakma!" dedi Yiğit, ellerini onun yüzüne koyarak.
Selim, zor nefes alıyordu.
"Git... timi koru... ben burada kalacağım..." diye fısıldadı.
Ama Yiğit başını salladı.
"Hiçbir yere gitmeyeceğim. Sana söz veriyorum."
Selim'in bilinci bulanıyordu.
Kafasının içinde aile görüntüleri dönüyordu.
Efsun'un sakin ama güçlü sesi...
Bora'nın gülüşü...
Yıllardır bekledikleri, kavuşamadıkları sıcak yuvanın resmi...
Bir an, karanlık onu tamamen sarmak üzereydi ki.
Ama o vazgeçmedi.
"Yaşamalıyım..." dedi kendi kendine.
Yiğit, Selim'i sırtına aldı.
Mermiler ıslık çalarak üzerlerine yağıyordu.
Toz ve duman içinde ilerlemek zordu ama Yiğit yılmadı.
Timin geri kalanı, çevreyi temizlemeye başladı.
Akın ve Tuna düşmanı püskürtüyordu.
Her dakika, Selim'in yaşama şansı artıyordu.
Uzaktan helikopter sesi duyuldu.
Selim, güçlükle gözlerini araladı.
"Beni bırakma..." dedi.
Yiğit, nefes nefese:
"Hayır devrem. Daha çok yaşayacaksın. Döneceksin."
Ve o an, Selim'in zihninde tek bir cümle yankılandı:
"Ailem, onlar için buradayım, buraya dönmeliyim."
Kanla karışmış toprak kokusu, yerini soğuk ve steril bir havaya bırakmıştı artık.
Selim, sedyede yatıyordu; vücudu ağır, bilinci bulanıktı.
Her nefes alışında, yaşama olan savaşını hissediyordu.
Doktorların aceleyle verdiği komutlar, çevresindeki telaş... Hepsi bulanık bir görüntü gibiydi.
Ama onun zihninde tek bir şey vardı:
Efsun'un sesi.
"Korkma Selim, biz buradayız."
Ve küçük Bora'nın gülen yüzü, minik elleri...
Kan kaybı hayatını tehdit ediyordu.
Ama o vazgeçmiyordu.
"Yaşamalıyım," diye fısıldadı kendi kendine.
"Sevdiklerim için, onlar için..."
******
Zaman ağır aksak ilerliyordu.
Selim, ölümün kıyısında bir yerdeydi ama her an yeniden doğmaya hazırdı.
Bilinci gelip gidiyordu; rüya ile gerçek arasında bir yerde.
Bir sabah gözlerini araladı.
Karşısında Efsun'un yorgun ama umut dolu bakışlarını gördü.
Bora, karyolasında usulca uyuyordu.
Efsun'nun sesi titriyordu ama kararlıydı:
"Selim, uyan artık... Seni bekliyoruz."
Selim, güçlükle ama içtenlikle fısıldadı:
"Efsun... Bora... sizi gördüm."
Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.
Yaşamak, yeniden başlamak demekti.
⸻
Zamanın ağır ağır akışına karşın, Selim'in içindeki umut büyüyordu.
Küçük adımlar, zor nefesler... Ama her adımda biraz daha hayata bağlanıyordu.
Efsun hep yanındaydı.
Bora, küçük elleriyle babasının elini tutuyor, ona güç veriyordu.
Selim, onların sevgisiyle yeniden doğuyordu.
Bir akşam, gözleri dolu dolu, ama yorgun ve huzurluydu:
"Bora... sen benim en büyük zaferimsin," dedi.
Efsun, usulca yanıtladı:
"Ve sen de bizim her şeyimizsin."
O an anladı Selim:
Hayat, savaş meydanlarından çok daha büyük bir mücadeleydi.
Ve bu mücadeleyi kazandığında, gerçek kahramanlık başlamıştı.
******
Buradan sonra ufak bir zaman atlaması olacak canlarım... Final bölümünde bütün çiftlere az az da olsa değinmek istediğim için bundan sonra ki hayatlarını 3 yıl sonrasından okuyacağız. :)
******
Selim, timin toplandığı küçük kamp ateşinin etrafına oturdu.
Gözleri arkadaşlarının yüzlerinde geziniyordu; her biri yaşadıkları zorluklara rağmen dimdik ayaktaydı.
"Hasret kaldım size. Siz de iyisiniz umarım."
Gülümseyerek ekledi:
"Bakıyorum, herkes yoluna devam etmiş, büyümüş."
Yiğit, başını salladı:
"Devrem, seni burada görene kadar zor günler geçirdik. Ama birbirimize daha sıkı sarıldık. Senin yokluğun hissedildi tabii ki."
Akın, hafifçe tebessümle başını salladı.
"İpek'le biraz daha yaklaştık. Geçmişin yükünü biraz olsun attık. Artık daha güçlüyüz."
Tuna, kucağında Güneş'i tutarak:
"Bizim küçük güneşimiz büyüyor, her gün yeni bir mucize yaşıyoruz. Merve ve ben ona hayatı sevdiriyoruz."
Mert, omzunu hafifçe Selim'e dayayarak:
"Ecem ve bebekle zor ama güzel zamanlar geçirdik. Senin gibi güçlü biri dönünce, iyileşmek daha kolay olacak."
Yavuz, hafifçe gülümseyerek sırasını kullandı. Hepsi tek tek hayatlarında ki gelişmeleri anlatıyordu.
"Yeliz'le gelecek planları yapıyoruz artık. Senin de aramıza dönmenle tamamlacağız bu aileyi inşallah abi."
Selim, derin bir nefes aldı.
"Her birinizin hikayesi bana güç veriyor. Biliyorum ki, birlikteysek aşamayacağımız engel yok."
Bir süre sessizlik oldu, sadece kamp ateşinin çıtırtısı ve uzaklardan gelen gece sesleri vardı.
Sonra Selim, gözlerini her birine tek tek dikti:
"Biliyorum, bu yol kolay değil. Ama her adımda birbirimize destek olmak zorundayız. Çünkü burası, sadece bir görev yeri değil, bizim ikinci evimiz."
Mert, gözleri dolu dolu konuştu.
"Abi, seninle tekrar yan yana olmak her şeyi anlamlı yapıyor. Sen yokken ne bileyim, babam parka gideceğimize söz vermiş ama götürmemiş gibi hissediyorum."
Selim gülümsedi, dostlarının omuzlarına dokundu.
"İyi ki varsınız. İyi ki birlikteyiz."
Hepsinin farklı bir hikayesi, derdi vardı. Söz konusu vatan olduğunda hepsi aynı üniformada aynı yerde aynı beden oluyordu. Hepsine gururlu birer bakış attı. Beraber başarmak değildi onların ki, beraber tarih olmaktı belki de...
⸻
Selim hafifçe gülümsedi ve söze başladı:
"Bakıyorum da... Herkesin hayatı ayrı bir hikaye olmuş. Gidip gelen, büyüyen, gelişen... Bize dair ne çok şey var aslında."
Yiğit, kucağında küçük Elva'yı hafifçe sallayarak, gururla bir bakış attı.
"Biliyor musun amcası, Elva tam bir küçük Zeyno. Babasına neler neler yaptırıyor.
Geçen gün yanımızda Bora vardı, gülüyorlar, eğleniyorlar.
Ama bizimkiler dalga geçiyor; 'Bora ile evlendireceğiz Elva'yı' diye.
Ben de diyorum ki, daha daha fazla büyümeden, bu evlilik işine girmeyelim!"
Herkes güldü.
Selim en sevdiği konuya geçiş yapılınca yarı ciddi yarı şakaya vuran bir ifadeyle güldü.
"Bora dediğin, o huysuz ama iyi kalpli delikanlı mı? Benim oğlum olan?
O evlense, küçük Elva ile ne tür savaşlar çıkar acaba?"
Yiğit başını salladı. Elva doğduktan sonra Bora ile resmen birbirlerine savaş açmışlardı.
"Valla o çocuk küçük adam tam bir çapkın. Ama Elva'yı kıskanıyor gibi duruyor. Babasından kıskanmak mı? Var mı böyle şey?
Ama ne yapsın, kızım benim her şeyim."
⸻
Akın, yanındaki İpek'e bakarak gülümsedi:
"Biz evlendik, artık aile işi biraz daha resmi oldu. Ama biliyor musun Selim, Burak'la işler daha da komikleşti.
Burak, yeğenimi o kadar kıskanıyor ki, neredeyse dayısı olmama rağmen bebeği bana göstermiyor.
Bir kere bile 'Hadi dayına göster' dedik, yok! 'Dayı değilsin sen!' diyor."
İpek kahkahalarla:
"Evet, Burak tam bir baba gibi davranıyor. O küçük prensese, hem baba hem örnek gibi.
Bazen 'Burak, bırak dayılık yapmayı, baba ol!' diyorum, ama o kendine has bir şekilde devam ediyor."
⸻
Tuna, Güneş'i nazikçe kucaklayarak söze katıldı:
"Bizim Güneş, hayatımızın tam ortasında. Merve'yle her gün yeni bir mucize yaşıyoruz.
Ama büyütmek öyle kolay değil; geceler uykusuz, gündüzler koşuşturma...
Ama ne olursa olsun, onun gülüşü bütün yorgunlukları alıyor."
Merve kocasının sözlerine katıldığını belirtircesine başını salladı.
"Evet, Güneş bizim ışığımız. Bazen düşünüyorum da, o küçük hayat bize ne büyük anlamlar katıyor."
⸻
Bade, gülümseyerek:
"Ercüment'in ikiz kızları tam bir enerji deposu.
Evde iki küçük kasırga gibi dönüyorlar, anneleri hep peşlerinde.
Ama ne yalan söyleyeyim, onlar olmasa ev biraz eksik olurdu."
Ercüment esprili bir tavırla konuştu.
"Doğru! Ama iki küçük yaramazla baş etmek tam bir macera. Bazen kendimi kayıp hissediyorum ama onların gülüşü her şeyi unutturuyor."
"Ercüment'in ikiz kızları mı? Bu ikiz kızlar senin askerlik arkadaşın mı oluyor abiciğim," dedi Yiğit kucağında ki kızını pışpışlamaya devam ederken. Bade gözlerini devirdi. O sırada baba demeyi alışkanlık edinmiş kızları Ercüment'i görünce "babba" diye bağırmaya başlayınca gözleriyle işaret etti.
"Aklımdan şey sahnesi çıkmıyor," dedi Yavuz gülmemek için dudaklarını ısırarak. Kaya imayı anlayınca sözü devraldı.
"Ercüment geliyorlar!"
"Sana hep geliyorlar yavrum."
"Kızlar geliyor Ecü!"
"Eylül de gelecek mi? Masal hasta değil miydi?"
"Bizim kızlar!"
"Okuldan arkadaşlarına diyorsun... Sadece kızlarsa sorun yok, erkekler gelmesin de."
"Babaları şapşallığa devam ettiği sürece kızlarım gelemiyor ki oğullarım gelsin!"
Herkes kahkaha atmaktan iki büklüm olmuştu. Doğum başladığında Ercüment ile Bade'nin arasında geçen konuşma artık timin eğlence mekanizmasıydı. Kaya'nın taklit yeteneğine ayrıca güldü Rümeysa.
"Kaldır elleri havaya!"
Duydukları ani emirle hepsi birbirine bakarken sonunda herkes sesin geldiği kaynağa döndü.
"Bana bak Akbulut, anladık benden rütbelisin ama saniye başı emir veremezsin."
"Serçe parmaklarında oje olan bir adama emir vermem zaten," dedikten sonra gülüşünü tutamadı Akın.
Ercüment dün gece kızları ve Bade ile yaptığı makyaj denemelerini hatırlayınca ellerini gizlemeye çalıştı. Onların hikayesi de böyleydi... Çocukluktan çocuklarına uzanan bir aşk hikayesiydi...
⸻
Mert, Ecem'e bakarak derin bir nefes aldı.
"Biz de İnci ile hayatın tadını çıkarıyoruz.
Bazen zor ama aileyle birlikte her zorluğun üstesinden geliyoruz.
Selim abi, senin dönüşün bizi gerçekten güçlendirdi."
Ecem, tatlı bir gülümsemeyle onayladı.
"Evet, Selim aramızda olunca sanki eksik olan parça tamamlanıyor. Yoksa bana kim Ece diyecek..."
Abartılı bir şekilde göz devirdiğinde en çok gülen Efsun oldu. Yıllar geçse de bu konu asla geçmeyecekti. Mert kızını kucağında uyutmaya çalışırken Ecem kızlardan dedikodu kapma peşindeydi. Kaya karşısında ki manzaraya bakıp başını salladı. "Ne o Kaya Bey, beğenemediniz mi?" Soru Kaya'nın beklemediği yerden gelmişti. Zor olsa da baba olmayı istediğini söylemişti, artık korkmuyordu...
"Ama hepsi babalarıyla vakit geçiriyor. Annelerine düşkün olmaz mıydı bu bebekler?"
Rümeysa olumsuz vaka der gibi başını salladı. Kaya hala etrafını gözlemleyip baba olmak hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışırken Selim omzuna vurup yanına çekti. "Akışına bırak aslanım."
⸻
Yavuz, Yeliz'e göz kırptı.
"Bizim de planlarımız var. Birlikte gelecek hayalleri kuruyoruz.
Umarım her şey gönlümüzce olur."
Yeliz kocaman gülümsedi. Uzun zamandır hayatında eksik olan şeyi bulmuş gibiydi.
"Kesinlikle. Bazen düşünüyorum, bu dostluk ve aile ne büyük bir şans."
Selim, derin bir nefes aldı:
"Gerçekten... Biz sadece bir tim değiliz.
Biz birbirimize sımsıkı bağlı bir aileyiz.
Ve her birimizin hayatı, yaşadığı zorluklar ve mutluluklar...
Bize güç veren, ayakta tutan şey bu."
O sırada Yiğit, Elva'yı kucağından indirdi, hafifçe tebessümle:
"Şimdi sıra küçük Bora da.
Bakın bakalım o da amcasını ne kadar kıskanıyor."
Herkes kahkahalarla gülerken, Selim esprili bir şekilde:
"Sen ne biçim amcasın Yiğit? Yeğenini kıskanıyorsun!"
Yiğit aldırmadı:
"Kıskanıyorum işte! Nasıl kıskanmayayım? Onun her şeyim olduğunu bilsin istiyorum."
"Amcası değil de kayınbabası olmasın o," dedi Burak. Bora bir köşe de kendi halinde oynarken Yiğit etrafı hızlıca kolaçan etti. Elva doğduğu günden beri bu espiriler timde asla bitmemişti. Aslında bunu en çok isteyen kendisiydi ama iş ciddiye binince...
"Orada dur bakalım Hızır, damat bey oğlumuz ne iş yapar, nasıl bir kişilik olur daha nereden bileceğiz?"
"Oğlumdan şüphen mi var?"
"Al işte. Babasına bak oğlunu al."
"Evii," bu Bora'nın Elva'ya taktığı bir lakaptı. Elva babasının yanında oturmuş oyun oynarken annesinden öğrendiği gel gel işaretini yapıyordu Bora'ya.
"Babası ben kızımı vermem demiş, kızı gel prensim gel diyor," derken cümlesini tamamlayamadan kahkaha attı Yavuz.
"Gelme prensi gelme," dedi Yiğit hiç düşünmeden ama Bora çoktan adımlayarak yanlarına gelmişti. "Gigi," dedi Yiğit'i görünce.
"Bir zamanlar gigi dedi diye çok mutlu olan adam şimdi demesin diye dua ediyor," dedi Akın.
"Evii, ayaba?" Bora en sevdiği arabasını Elva'ya verdi. Selim bir kolunu başına yaslamış oturur vaziyetten kalktı, evde yere düşse binayı yıktığı arabayı kendi elleriyle Elva'ya vermişti.
"Kardeşim, üzgünüm ama benim oğlan çoktan seni seviyorum demiş. Gerçi niye üzülelim? Sen bulmuşun oğlum gibi damat. Daha ne istersin?"
"Oğlum olmasını,"dedi Yiğit komik bir hırsla.
"İnat ettim lan. Oğlum olursa Asel'i senden almak için elimden geleni yapacağım."
Selim konu kızına gelince ciddileşti.
"Kızımın evlenmek istediğini nereden çıkardın?"
Gecenin ilerleyen saatlerinde, kamp ateşi etrafında sohbetler derinleşti.
Ailelerin, dostlukların, yaşanan komik ve zor anıların hikayeleri paylaşıldı.
Her kahkaha, her göz yaşı, onların arasındaki bağları daha da kuvvetlendirdi.
Güneş hafifçe batmaya yaklaşırken, piknik alanında neşe ve kahkahalar yükselmeye devam ediyordu.
Ama tam o sırada, Akın ile Burak'ın "baba sohbeti" biraz hararetlendi.
⸻
Akın, hafif çatık kaşlarla baktı.
"Bak Burak, ben kardeşimin evlenmesine başta karşı çıktım, biliyorsun. Eylül'ün elini vermek kolay değildi. Kardeşim benim kadar şanslı değildi, ben ona sahip çıkmak zorundaydım."
Burak alaycı bir gülümsemeyle konuştu.
"Abi, senin kıskançlığını hala atlatamadık. Şimdi mi sevgi dolu dayı oldun? Hadi ama! Masal seni deli gibi seviyor diye gururlanma, o seni sadece oyuncağı sanıyor."
Tam bu sırada minik Masal, babasının bacaklarının etrafında dolanırken neşeyle bağırdı:
"Dayı Akın! Ben seni çok seviyorum!"
Akın'ın yüzü birden aydınlandı, gururla yere eğilip küçük kıza seslendi:
"Ben de seni çok seviyorum Masal! Dayın burada, korur seni her zaman."
Burak hemen araya girdi:
"Hah işte! Sevme onu kızım, o senin dayın, oyun arkadaşı... Asıl ben babanım, gerçek kahramanım!"
Akın gülerek:
"Bırak Burak, Masal senin elinden tutuyor ama ben o küçük kalplerde taht kurdum bile!"
⸻
Akın, Masal'ı kucağına aldı, minik kızı salıncağa götürürken:
"Burak, senin 'baba'lık sınavların devam ediyor. Günün birinde ben de seni dayı rolünde göreceğim."
Burak, esprili bir şekilde:
"Abi, sen önce evlilik işini hallet, sonra çocukları düşünsene. Masal'ın annesi Eylül'ü daha kolay ikna ettim ben, sen kime karşı geliyorsun?"
Akın hafif sinirli bir hale büründü.
"Ben sadece korumak istedim kardeşimi, ama o inadından vazgeçmedi. Şimdi Masal sayesinde yumuşadım."
Burak, minik Masal'ın elini tutarak:
"Bak Gökçe, dayını seviyorsun ama seni baban kadar sevmez. Bunu unutma."
Masal kafasını salladı, sonra ikisine birden:
"Ben ikinizi de seviyorum! Çünkü siz benim kahramanlarımsınız."
*****
Efsun, uzun bir aradan sonra askeriye kampüsünde fizyoterapist olarak görevine dönmüştü.
Koridorlar hâlâ aynı sessiz ve disiplinli havasını taşıyordu, ama onun için artık farklıydı.
Yaşadığı zorluklar, ailesine duyduğu sevgi ve sorumluluk onu daha da güçlendirmişti.
Her gün askerlerin yaralarını, sadece bedenlerinde değil ruhlarında da iyileştirmek için çalışıyordu.
Onun varlığı, timin tüm fertlerine güven ve umut veriyordu. İlk günün akşamı eve geldiğinde yemek bile yemeden uyumak için odasına geçmişti. Çok geçmeden Selim geldi. Elleri, Efsun'un tenine ilk dokunduğunda, dünya aniden yavaşladı.
Parmak uçları, hafifçe ve nazikçe, sanki bir ressamın tuvale dokunduğu gibi, Efsun'un kolundan başlayarak omzuna doğru yumuşakça kaydı.
Her temas, hem bir fısıltı hem de bir çağrıydı; içten gelen bir arzu, uzun yılların hasretiyle karışmıştı.
Efsun, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı; Selim'in eli teninde gezdikçe, kalbi ritmini hızlandırdı, bedeninde sıcak bir dalga yayıldı.
O sıcaklık, sadece bir dokunuştan çok daha fazlasıydı; o anda aralarında görünmez bir bağ oluştu.
Selim, parmaklarını yavaşça Efsun'un saçlarının arasına soktu, nazikçe saçlarını araladı.
Başını hafifçe eğip boynuna doğru eğildi; dudakları tenine ilk kez değdiğinde, ince bir titreme hissetti Efsun.
Selim'in nefesi, boynunda hafifçe dalgalanırken, orada bıraktığı yumuşak öpücük, içinde fırtınalar kopardı.
Efsun'un elleri, Selim'in omuzlarına dolandı, parmak uçları hafifçe bastırarak karşılık verdi; aralarındaki mesafe neredeyse tamamen yok olmuştu.
Selim, vücudunu Efsun'a daha da yaklaştırırken, onun teninin sıcaklığını tüm hücrelerinde hissetti.
Her temas, her dokunuş, derin bir sevgi ve tutku seliydi.
Selim'in elleri, sırtından aşağı doğru inip beline dolandığında, Efsun'un nefesi kesildi.
Bedenleri birbiriyle konuşuyordu; kelimeler anlamsızdı, çünkü bu temasın dili çok daha kuvvetliydi.
Selim, dudaklarını yavaşça Efsun'un kulak memesine yaklaştırdı; orada bıraktığı yumuşak öpücükle, içten gelen fısıltılarla:
"Seni her şeyden çok seviyorum," dedi.
O ses, sadece kulaklarında değil, ruhunun derinliklerinde yankılandı.
Efsun, ellerini Selim'in boynuna dolarken, tüm dünyası o an içinde eriyip kayboldu.
Her parça, her dokunuş, her nefes, onları birbirine daha da sıkı bağladı.
Tenleri arasında bir dans vardı; yavaş, zarif ama bir o kadar da ateşli.
Ve o gece, yıldızların altında, iki beden tek bir ruh gibi uyum içinde atıyordu.
Selim'in elleri, Efsun'un teninde dolaşırken, yavaş yavaş zamanın tüm yükü hafifliyordu.
Her dokunuş, içinde saklı kalan umutların, özlemin ve sevginin diliydi.
Efsun, Selim'in gözlerine baktığında, orada yalnızca güveni değil, sonsuz bir sadakati gördü.
Bedenleri birbirine sımsıkı sarılırken, nefesleri uyum içinde dans ediyordu.
Selim, Efsun'un saçlarından tutup yüzünü nazikçe kaldırdı, dudaklarını onun dudaklarına bastırdı.
Öpücükleri, sıcak ve derin; yılların birikmiş suskunluğunu ve aşkını anlatıyordu.
Efsun'un kalbi hızla atıyor, vücudu Selim'in varlığıyla tamamlanıyordu.
İçinde büyüyen bu sevgi, her geçen saniye daha da güçleniyor, ruhlarını sarmalayan bir ateşe dönüşüyordu.
Selim, Efsun'un sırtına hafifçe dokunarak onu yere yatırdı; tenleri arasındaki temas kesilmedi.
Parmak uçlarıyla Efsun'un cildinde gezindi, her dokunuşunda ona "Buradayım, seni seviyorum" diyordu.
Efsun da elleriyle Selim'in göğsünü yokluyor, kalp atışını hissediyordu; bu yakınlık, ikisini de hayata bağlıyordu.
Gecenin sessizliğinde, sadece onların nefesleri ve kalp atışları vardı.
Her an, yeni bir keşif, yeni bir sözcük olmadan paylaşılan derin bir iletişimdi.
Selim, gözlerini kapattı; Efsun'un sıcak teninde huzuru, sonsuz bir sevgiyi buldu.
Efsun, Selim'in kollarında kendini evinde gibi hissetti; burada, o anda, dünya sadece onlardan ibaretti.
O gece, yıldızların altında yaşanan tutkulu anların ardından, günler yavaş yavaş birbirini kovaladı.
Efsun, içinde büyüyen o minik mucizeyi hissetmeye başlamıştı; kalbinin derinliklerinde hafif bir kıpırtı, umut dolu bir ışık yanıyordu.
******
Rüzgâr hafif esiyordu. Havanın ne sıcak ne de soğuk olduğu, tam da dışarıda masa kurmak için uygun olduğu bir yaz akşamıydı. Selim ve Efsun'un evinin bahçesi, sarı ışıklarla, cam fenerlerle ve renkli çiçeklerle süslenmişti. Masalar özenle hazırlanmış, her detay düşünülmüştü. Askerî görevlerden bir süreliğine uzak olan tim, nihayet hep birlikte rahat bir nefes almak için toplanmıştı. Herkes buradaydı: Efsun, Selim, Bora, küçük Asel... Tuna, Merve, Güneş... Akın, İpek... Ercüment ve Bade... Kaya ve Rümeysa... Yavuz, Yeliz, Burak, Eylül, Mert, Ecem...
Masada kahkahalar yükseliyor, çocukların neşesi büyüklerin kalbini ısıtıyordu. Bora, elinde oyuncak bir telsizle babasının üniformasını giymiş gibi ciddi bir hâlde diğer çocuklara "Tim toplanıyor!" diye sesleniyordu. Asel, henüz bir yaşındaydı, Efsun'un kucağında kıkırdayarak etrafı izliyor, her alkışta ellerini sallıyordu.
Selim, omzuna hafifçe ceketini atmış, bir yandan Ercüment'le gülüşüyor, bir yandan da Mert'in anlattığı yeni baba olma anılarını dinliyordu.
Tuna, elinde gitarla sandalyeye oturup yavaşça eski bir türküyü mırıldandı. Güneş hemen yanına oturup elleriyle tempoya katıldı.
İşte tam da her şeyin çok güzel gittiği bir anda, sofraya kısa bir sessizlik çöktü. Bu, birden bire değil ama fark edilmeden gelen bir hüzündü. Herkesin gözleri dolmadan önce yüreği dolmuştu. İpek sessizce, önündeki şarap kadehini kaldırdı:
— "Bunu Serhat için..." dedi.
Efsun, başını eğdi. Selim gözlerini kapattı bir an. Serhat... Tim'in ilk operasyonunda kaybettikleri, hep bir adım önlerinde koşan, her zaman gülümseyen, yüreği en temiz olanlarındandı. Onun adı anıldığında, kalabalığın içindeki herkesin gözlerinde aynı parıltı, aynı sızı belirirdi.
Akın hemen ardından Berker'in adını andı.
— "Ve Serhat'ın devresi Berker'i.. O da en az onun kadar delikanlıydı..."
Kadehler havaya kalktı. Sessizlik, kısa sürede saygı dolu bir hatıraya dönüştü. Yavuz'un sesi çatallaştı.
— "Onlar olmasa biz burada olmayacaktık belki. Hepimiz bir eksikle tamamız artık."
Bir süre kimse konuşmadı. Rüzgâr ağaçların yapraklarını hafifçe sallarken, masanın üzerinde Serhat'ın ve Berker'in fotoğrafları belirdi. Bade getirmişti onları, gizlice. Herkese sürpriz yapmıştı. Küçük çerçevelerde gülümseyen o yüzler, gecenin ışığında hiç unutulmayacakmış gibi duruyordu.
Sonra, yavaşça konuşmaya başladı Kaya. Herkesin sustuğu, hatta bir anda ona döndüğü o an, Kaya ilk kez içine tuttuğu duvarları indirdi:
— "Ben... ben çocukken anne babamı kaybettim. Hep yalnız büyüdüm. Askerlik bana aile gibi geldi. Sonra babamı buldum. Ama... baba olmak hep korkuttu beni. Ya yapamazsam? Ya sevemezsem... ya kaybedersem?"
Kaya başını önüne eğdiğinde, Rümeysa onun elini tuttu. Sesi titriyordu, ama cesaretliydi:
— "Kaya, biz zaten aileyiz. Ve... bunu sana bu gece söylemek istedim çünkü bu sofradaki sevgiye bakınca korkmamana sebep olsun istedim. Ben hamileyim."
Masadan kısa bir sessizlik, ardından coşkulu bir alkış yükseldi. Kaya şaşkınlıkla ona baktı, önce inanamadı, sonra yutkundu ve gülümsedi. O gülümseyiş, yıllarca içinde biriktirdiği bütün korkuların yıkılışıydı.
— "Gerçekten mi?" dedi, neredeyse fısıltıyla. Rümeysa başını salladı. Kaya onun ellerini tuttu, ilk kez bu kadar göz önünde, bu kadar çıplak bir duyguyla:
— "O zaman... baba olmayı öğrenirim. Seninle."
Yaşadığı her şey tek tek gözünün önünden geçti.
Şu isimsiz kaya gibi çocuk!
İsimsiz!
Paralar nerede?
Ekmek bulduğunuzu Batak bilmesin.
Kaya doğduğu günü bilmiyormuş.
Ben nereliyim sorusuna nasıl cevap verilir bilmiyorum...
Efsun, o an dayanamayıp ağlamaya başladı. Onun gözyaşları mutlu olanlardandı. Asel'i Merve'ye uzattı, Bora babasının kucağına tırmanmaya çalışırken, Selim eşine yanaştı.
— "Biliyor musun?" dedi usulca, "Bora gibi çocuklar bizim için savaşanların mirası... Asel gibi kızlar barışın sesi olacak bir gün."
Efsun Selim'in göğsüne yaslandı.
— "Onları beraber büyütüyoruz ya... Ne olursa olsun, yeter bana..."
Selim başını salladı. Masada çocuklar koşuşturuyor, büyükler birbirlerine sarılıyor, türküye geri dönülüyordu. Ama o akşamın havası değişmişti bir kere. Artık daha anlamlıydı kahkahalar... Daha kıymetliydi dostluklar.
Çünkü ne yaşanırsa yaşansın, bir aradaydılar. Ve her şey bu birlikle güzeldi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, bahçenin tam ortasına bir kamp ateşi yakıldı. Çocuklar biraz önce kurulan küçük çadırın içine girip oyuncaklarını taşırken, büyükler battaniyelere sarınmış halde ateşin etrafına dizildi. Alevlerin dansı, her yüzü farklı aydınlatıyor, kimi zaman gölgelerle oynamış gibi hatıraları canlandırıyordu.
Tuna, gitarını eline aldı, başını hafifçe eğip tellerin üstünden baktı:
— "Serhat'ın en sevdiği türküyle devam edelim mi?"
Kimse cevap vermedi, çünkü cevaba gerek yoktu. Tuna'nın parmakları tellerin üzerinde süzülmeye başladığında, içten ve sade bir melodi yayıldı. "Ah Bir Ataş Ver"di. Herkesin içinde yanmaya hazır bir hatıraya dokunan türkü...
Türküler devam ederken sıra doğum günü şarkısına gelmişti. Pembe elbiseli küçük Asel babasının kucağına sımsıkı sarılmış bir halde şaşkınlıkla önünde ki pastaya bakıyordu. Efsun da oğlunu kucağına aldığında pastayı hep beraber üflemişlerdi. Fotoğraf faslı da bitince Bora arkadaşlarıyla oynamaya geri dönerken Asel babasının kucağında son derece rahattı.
"Yalnız komutanıma yakıştı baba olmak," dedi Mert gururla.
"İki tane çocuğu var. Belli değil mi," diyerek güldü Yiğit. Selim'in bir sınırı yoktu. Efsun ile bir aile kurduktan sonra kaç tane çocuklarının olacağını hiç hayal etmemişti. "An, ne" Asel'in çok anlık ve zor söylediği bir kelime olmuştu. Efsun bu kez mutluydu. İki evladı da son derece babalarına düşkünken arada hatırlanmak güzel hissettiriyordu.
Ercüment, elinde çayıyla Bade'ye döndü. Bade, başını onun omzuna yaslamıştı. Gecenin yumuşaklığında daha az inatçı, daha fazla sakindi:
— "Çocukken ne kadar kavga etsek de, işte buradayız Ercü."
— "Çocukken sana çamur attığımda ağlamıştın."
Bade güldü. "Çünkü sen taş atmıştın," diye çıkıştı. Ercüment başını iki yana salladı.
— "Ama şimdi sana bir ömürlük ev kurmaya çalışıyorum. Belki biraz çamurlu olur ama..."
Bade gözlerini kocaman açtı. "Yine evlilik mi teklif ediyorsun şu romantik anda?"
Ercüment gülümsedi.
— "Hayır... Bu kez evliliği teklif değil, kabulleniyorum. Çünkü biz zaten olmuşuz, Bade."
Bade'nin dudaklarındaki gülümseme, gece boyunca en çok akılda kalanlardan biri oldu.
Yavuz, ateşe doğru eğildi, ellerini ovuşturdu. Yanında oturan Yeliz, dikkatlice ona baktı.
— "Hiç anlatmadın, neden asker oldun?"
Yavuz, bu soruya ilk kez açıkça cevap verdi:
— "Ben mahallede babasız büyüyen çocuklara bakardım hep. Biri ağlayınca herkes susardı. Ama askerler geldiğinde hep güvenlik hissi gelirdi. Ben de birinin güveni olayım diye oldum."
Yeliz başını salladı. "Ve şimdi... birilerine 'ev' gibi geliyorsun, biliyor musun?"
Yavuz'un yüzü utangaç bir gülümsemeyle aydınlandı.
—
Akın, kucağında İpek'in başını taşır gibi nazikçe tutuyordu. İpek dalmıştı, elinde boş bir fincan vardı. Bir an sustu, sonra mırıldandı:
— "Biliyor musun, ben hâlâ bazen Berker'in bizimle olmadığına inanıyorum. Arada kalabalıkta biri gibi geliyor, göz ucuyla bakınca kayboluyor ama..."
Akın usulca elini onun elinin üzerine koydu.
— "Bazen bazı yokluklar varlıktan daha yakın oluyor. Ama ben buradayım. Gerçekten."
İpek gözlerini kapattı. "Biliyorum."
—
Burak ve Eylül, kamp ateşinin biraz uzağında bir bankta oturuyordu. Burak dalgın, Eylül ise sessizdi.
— "Çok kalabalığız ama bu gece bir garip." dedi Eylül.
Burak başını salladı. "Çünkü herkes hem dolu hem boş. İçimiz dolu, ama masada eksikler var. O yüzden."
Eylül, usulca Burak'ın parmaklarını tuttu. "Sen benim masamdaki tamamsın, eksik değilsin."
Burak, ilk kez bu kadar açık duymuştu o cümleyi. Cevap vermedi, ama gözleri doldu.
—
Kaya, hâlâ Rümeysa'nın söylediğini sindirmeye çalışıyordu. Herkes gülüşürken, o ateşe bakıyor, kendi içine dönüyordu.
Rümeysa onun dizine hafifçe vurdu:
— "Bak, korkmak normal ama kaçmak olmaz."
— "Kaçmıyorum. Sadece... içimdeki çocukla konuşuyorum. Ona diyorum ki 'bak büyüyoruz, artık biz baba oluyoruz.'"
— "O zaman içindeki çocuğa bir isim bul, çocuğumuza da kardeş olur."
İkisi de güldü. Kaya ilk kez korkunun içinde umutla baktı geleceğe...
—
Selim ve Efsun, çocuklar uyuduktan sonra biraz uzaklaşmıştı. Bahçenin sonunda, ağacın altındaki salıncağa oturmuşlardı. Selim, Efsun'un omzuna başını koydu.
— "Bora'nın sesi az önce Serhat gibi yankılandı. Duydun mu?"
— "Duydum," dedi Efsun. "Bir çocuğun sesi, bir şehidin yankısıysa... biz asla unutmayız Selim. Ve biz yaşıyoruz diye onlar da yaşıyor."
Selim, Efsun'un elini tuttu.
— "Bir Asel, bir Bora... İki küçük umut. Her gün yeniden başlıyoruz."
Efsun karnına baktı, sonra gökyüzüne. "Yıldızlar kadar çocuk olsa, hepsine yer var kalbimizde."
—
Gece, yavaş yavaş sona erdiğinde herkes birbirine sarılarak vedalaştı. O gece kimse evine eksik dönmedi. Kalpler doluydu. Anılar hüzünlü ama onurluydu. Yeni hayatlar, bebekler, umutlar vardı.
Ve her şeyden önemlisi: Bir aradalardı.
Güneş, denizle buluşan ufuk çizgisinde ağır ağır yükseliyordu. Efsun ve Selim'in evi, artık sadece bir ev değil, birlikte yaşanmışlıkların, dostlukların, kayıpların ve kazanılan umutların buluştuğu bir yuva olmuştu. O sabah, içeriden tatlı bir telaş yükseliyordu.
Mutfakta Efsun, Bade, Merve ve Ecem sabah kahvaltısını hazırlıyordu. Eylül kahveleri getiriyordu, Rümeysa masa örtüsünü düzeltiyordu. Asel mama sandalyesinde elleriyle masaya vurarak ilgiyi üzerine toplamaya çalışıyordu. Mutfak cıvıl cıvıldı.
Salonun köşesinde Selim, Akın ve Ercüment Bora'ya puzzle yapmayı öğretirken; Kaya sessizce pencere önünde durmuş dışarı bakıyor, yanında oturan Yavuz'un minik kızı Güneş'e sessizce bir masal uyduruyordu.
Rüzgâr, perdeleri hafifçe uçurduğunda bir defter sayfası açıldı. Efsun'un tuttuğu anı defteriydi bu. İçinde notlar, fotoğraflar, Serhat'ın düğünden önce yazdığı kısa bir mesaj, Berker'in kahkahalı bir fotoğrafı vardı. Efsun defteri eline aldı, gözleri buğulandı ama gülümsedi.
O gün, herkes için özeldi. Hem Asel'in ilk adımlarını kutlamak, hem de yıllar sonra hâlâ birbirlerinin yanında olabilmenin değerini hatırlamak içindi.
⸻
Bahçede Toplanma
Bahçede yine o büyük masa kurulmuştu. Bu kez masanın ortasında bir boşluk vardı. Üzerine iki çerçeve bırakılmıştı. Serhat'ın ve Berker'in fotoğrafları... Çerçevelerin yanına herkes birer hatıra bırakmıştı.
Mert küçük bir bebek patiği koymuştu; "Siz olsaydınız, oğluma bakarken gözleriniz parlar, saçını okşardınız," demişti.
Yavuz eski bir künye bırakmıştı. Kaya bir çocukluk resmi koymuştu, kimsesiz zamanlarından bir kare.
Akın ise kendi yazdığı kısa bir mektubu çerçevenin altına sıkıştırmıştı:
"Berker, hâlâ bir şey olduğunda içimden sana anlatmak geliyor. Biliyorum, sessizlik içinde de cevap veriyorsun."
Gözyaşları, artık yas değil; bir aradalığın şükrüydü.
⸻
Selim, ayağa kalktı. Herkes sustu. Gözleri nemliydi ama sesi netti:
— "Bugün burada Gökçe ve Gözde'yi kutladık. Ama bilirim ki onların attığı her adım, bir şehidin bıraktığı boşluğu da doldurmaya çalışıyor. Onların her 'baba' deyişinde, Serhat'ın hayalleri yankılanıyor. Biz bu sofrayı kurduk, çünkü bir gün onların kuramadığı sofralarda bir sandalye boş kaldı."
Efsun, eşinin yanına geldi. Onun elini tuttu.
— "Birlikte ağladık, birlikte büyüdük. Ben Asel'in gözlerinde Serhat'ın gülüşünü, Bora'nın inatçılığında Berker'in cesaretini görüyorum. Onlar gitmedi... Bizde kaldılar."
Bade, gözyaşlarını silerek konuştu:
— "Her sabah uyanırken hâlâ Ercü bana dönüp, 'Bugün de nefes alıyoruz Bade,' diyor. Ve bu basit cümle... artık bir mucize gibi geliyor bana."
Kaya, zorla yutkundu. Sonra cesaretini topladı:
— "Ben annesiz, babasız büyüdüm. Ama şimdi baba oluyorum. En çok korktuğum şeydi. Ama... Rümeysa sayesinde korkmamayı öğrendim. Bu masa, bana aile ne demek onu öğretti."
Kendi elleriyle annesini adalete teslim etmiş ve babasına senin bir oğlun var, diye aylar sonra söyleyebilmiş bir adamdı o...
Yavuz, kadehini kaldırdı.
— "Hayat bize çok şey öğretti ama en önemlisi şu: Kaybettiğin şeyin yasını tutarken, kalanlara sımsıkı sarılmayı unutma."
⸻
Bora ve Güneş birlikte oynamaya başlamıştı. Asel, adımlarını hızlandırmış, Efsun'un eteğine tutunup gülüyordu. Bu sesler, hayattaki en gerçek şifaydı.
Masadaki herkes bir süre sustu. Sadece çocuk sesleri duyuldu. Sonra, Merve ayağa kalktı ve Serhat'ın eski bir ses kaydını açtı. Serhat bir düğün eğlencesinde şunları söylemişti:
"Bir gün burada olmazsam... kahkahalarınıza karışırım. Unutmayın beni... yaşarken sevmiştik birbirimizi."
Gözyaşları sessizce aktı.
⸻
Gece çökerken, herkes yıldızlara baktı. Efsun, Selim'in yanına oturdu. Çocuklar uyumuştu. Selim, Efsun'un saçlarını arkaya topladı, kulağına fısıldadı:
— "Serhat'a söz vermiştik hatırlıyor musun? Yaşayacağız demiştik. Gülmeye devam edeceğiz. Gittikleri yere ışık olsun diye."
Efsun başını ona yasladı.
— "Yaşıyoruz. Hem de birlikte... Hem de tam kalbimizin içinden." Az önce not almayı bitirdiği defterinin kapağını kapattı. Gözlerini kapatıp sevdiği adamın göğsüne yattı.
"Bazı kelimeler yola çıkmak gibidir... Gitmeden önce söylenmeleri gerekir."
Sevgili hayatımın parçaları...
Bu mektubu yazarken ellerim titriyor. Ama korkudan değil.
Kalbim dolup taştığı için.
Bu mektup bir veda değil belki. Ama bir teşekkür, bir dokunuş, bir sarılma gibi düşünün. Çünkü bazı hikâyeler anlatılmadan tamamlanmaz. Bazı insanlar söylenmeden gidilmez.
Selim...
Sen benim yoldaşımdın. Bir savaşın ortasında değil, hayatın ortasında buldum seni. Yüreğim senin omzunda sığınağını buldu.
Asel ve Bora'ya nasıl bir baba olduğunu gördükçe sana her gün yeniden âşık oldum.
Beni en korktuğum gecede yalnız bırakmadığın, ilk kalp atışını birlikte duyduğumuz o günü unutmadan yaşadım.
Sana bir ömür yetmedi belki... Ama bir ömrü seninle yaşadım, o yetti.
Asel'im... Bora'm...
Anneniz size bir dünya bırakmadı belki...
Ama sizi dünyaya bırakabildi ya, en büyük mucizem o.
Bir gün düştüğünüzde kalkarken babanıza bakın.
O başınızı okşarken göreceksiniz ki, ben hep oradayım.
Sakın unutmayın, anneniz sizi çok sevdi.
Öyle çok ki, kelimelere sığmaz.
Eylül, Bade, İpek, Merve, Ecem...
Her gülüşünüz, her kahve sohbetiniz bana "hayat devam ediyor" dedirtti.
Yorulduğumda elimi tuttunuz.
Bir kadının başka bir kadına omuz oluşunu yaşattınız bana.
Kardeş gibi sevdim sizi.
Yiğit, Mert, Yavuz, Akın, Ercüment, Tuna, Kaya...
Her biri yüreğinde iz taşıyan adamlar...
Yalnızca bir tim değil, bir aileydiniz.
Serhat'ı, Berker'i yitirdiğimizde susarak ağladık, aynı yere çömeldik, aynı boşluğa baktık.
Ama o gün bile birlikteydik.
Ve birlikte kalanlar, kalan her şeyden değerlidir.
Rümeysa...
Bazen yalnız kalmak istemeyenlerin bile yalnızlığa alıştığı bir zamanda geldin.
Kaya'nın içinde yıllardır tuttuğu korkuya dokundun.
Hayatına can katıyorsun.
Sen sadece bir kadın değil, bir umut oldun.
Kaya...
Babasız geçen çocukluğunun yaralarını sakladın hep.
Ama bugün baba olmaktan korksan da, sevmenin seni değiştirdiğini gördüm.
Kendinden kaçma artık.
Senin içindeki çocuk çoktan affetti seni.
Ve...
Serhat ve Berker...
İlk kahramanlarımız...
Gözünüzle değil, yüreğinizle savaştınız.
Sizinle başlayan hikâyemiz, sizsiz tamamlandı ama asla eksik kalmadı.
Unutulmadınız.
Her sofrada bir yeriniz, her duada bir isminiz var.
⸻
Son olarak...
Bu satırları okuyan sana.
Beni hiç tanımamış olabilirsin.
Ama kelimelerimin arasına sıkışmış bir anıya denk geldiysen, işte o zaman tanımışsındır aslında.
Bir gün yolun çok karanlık gelirse...
Yıldızlara bak.
Ben oradayım.
"Bir kadın vardı,
Kırıldı ama eğilmedi.
Sevdi ama vazgeçmedi.
Gitti ama unutulmadı."
Sevgiyle,
Efsun
******
Madem vedalaşıyoruz bu da benden gelsin 🥹❤️🩹
Bu hikâyeyi okuduğun için sana teşekkür ederim.
Birbirine sıkı sıkıya tutunmuş insanların, kayıplarına rağmen yeniden nasıl yeşerebildiğini anlatmaya çalıştım.
Belki sen de bir kayıp yaşadın, belki kalbin hâlâ eski bir sızıyı taşıyor.
Ama unutmamanı istediğim bir şey var:
Her veda bir yok oluş değildir.
Bazen bir iz bırakmak içindir.
Bazen "ben buradaydım" demek içindir.
Ve bazen sadece... devam edebilmek içindir.
Efsun'un hikâyesi bitti.
Ama belki senin hikâyen yeni başlıyor.
Aşka, dostluğa, hayata... yeniden ve inatla.
Eğer bir gün kendini yalnız hissedersen, bu sayfalara geri dön.
Çünkü burada, hep bir yerlerde,
Birileri susarak da olsa seni anlıyor.
Ve eğer bir gün kendine "devam edebilir miyim?" diye sorarsan,
Efsun'un cevabını hatırla:
"Kırıldım. Ama kaldım."
Teşekkür ederim.
Bu hikâyeye, kalbine yer açtığın için.
Ve her şeyden önemlisi...
İyi ki vardın.
— Livasayina 🦋
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
99.24k Okunma |
6.99k Oy |
0 Takip |
76 Bölümlü Kitap |