13. Bölüm

7.BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

Hepinize yeniden merhaba. Normalde 6. Bölüm 100 okunma olduğunda bu bölümü atacaktım ama dayanamadım. Bugün yorumlarınızı okumak istiyorum o yüzden bölümü erken atıyorum. Satır arası yorumlarda fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın hepsini cevaplayacağım🤍

 

                                             ◇

"İnsan; geçmişin hasretçisi, geleceğin özlemcisi, yaşadığı anın şikâyetçisidir."

- Charles Bukowski

 

Okuduktan sonra hafızamda yer edinen bir cümle olmuştu bu. Her zaman geçmişe dönmek isterdim, geleceği görmek o kadar da merak uyandırmazdı.

 

Sonuçta gelecekti, ama geçmiş? Geçmişte yaşananlar, kişiler..

 

Bazıları geri gelemeyecek kadar çok uzağa giderken, hayatımın belki de en mutlu anları o zamanlarda kalmıştı.

 

Yaşadığım ana gelince, bir masalın içindeymişim gibi hissettiren dostlarım ve o vardı.

 

Attığı son mesajdan sonra cevap verememiştim, verecek bir cevabım yoktu. Benim ona anca teşekkürüm olurdu, özür dileyecek bir şey yapmazdım, yaptırmazdı...

 

Yarı açık olan penceremden yüzüme yansıyan güneş ışınlarına inatla gözlerimi biraz daha kapatmayı denedim. Bugün işe koşar adım gidemezdim.

 

Ama olmuyordu, üzerimde hissettiğim o görünmez güç kollarımdan tutup çekiyordu sanki tüm bedenimi.

 

Önce bacaklarımı yere değdirip ayağa kalktım, gün daha yeni başlıyordu. Artık alıştığım için erken de uyanıyordum.

 

İpek ve Ecem hala uyuyordu, onları uyandırmadan sessizce bir kahvaltı hazırladım. Bugün tek başıma yürümek istiyordum, kahvaltıyı edince bir not bırakıp evden çıktım.

 

Hava artık bahar gelmeye başladığı için ısınıyordu, alerjim olduğunu hesaba katmazsak oldukça güzel havalardı.

 

Çiçeklerin polenleri arada sırada hapşırmama sebep olsa da keyifli bir yürüyüşün ardından revire gelmiştim.

 

Kaya ve Berker revire yakın bir alanda sohbet ediyordu, gülümseyerek bir baş selamı verdim.

 

İkisi de başını eğerek beni selamlarken odama girmiştim. Bugün albayın dediğine göre bir asker gelecekti. Yaklaşık iki hafta sürecek bir tedavisi vardı.

 

Önlüğümü giydikten sonra koltuğuma oturup biriken raporları doldurmaya başladım. Evde havanın soğuk olduğunu düşündüğüm için kalın bir kazak giymiştim. Terlediğimi hissedince kazağı çıkarmaya karar verip kollarımdan geçirdim.

 

Tam o an kapım açılmıştı, kazağın boyun kısmından gelenin kim olduğunu gördüğümde hızlıca koltuğun üzerine fırlatırcasına attım elimde ki kazağı.

 

Başında bordo beresi, üzerinde üniforması ile Komutan karşımdaydı. Beresinden görünen küçük saç tutamlarından anladığıma göre yeni banyo yapmıştı. Hala ıslak görünüyordu.

 

"Ulaş Selim Karacalı, Emredin Komutanım," dedi yüzünde ki gülümseme büyürken.

 

Sanki karşısında bir komutan varmış gibi hazır ola geçip bir elini alnına götürmüştü.

 

"Benden de mi emir alıyorsun, herkese özel bir durum mu bu?"

 

Rahat konumuna geçip yanıma geldi. Gerçekten bu soruyu sorup sormadığımdan emin olmak istercesine yüzümü inceledi.

 

"Sence Efsun? Herkesten emir alan bir tipe mi benziyorum?"

 

Benzemiyordu tabii ama bir anda karşımda onu görmeyi de beklemiyordum. Bir de yine aynı saatte, saat tam 10.00 da..

 

"Hayır, benzemiyorsun da dün artık tedavi bitti diye konuşmuştuk?"

 

Başını geriye çevirip kapının üzerinde duran küçük saate baktı. Vakti varmış gibi rahat bir şekilde koltuklardan birine oturdu.

 

O yerine geçerken ben de Ecemden iki Türk kahvesi istemiştim.

 

Ecem çöpçatan bir bakış atarak yüzümü kızarttıktan sonra odadan çıkmasıyla tekrardan başbaşa kalmıştık.

 

"Haftaya göreve gidiyoruz."

 

İçtiğim kahvenin boğazımda kaldığını hissederken bozuntuya vermemek adına önüme düşen saçlarımı geriye savurdum.

 

Tepkimi merak eder gibi yüzümü inceledikten sonra kahvesinden bir yudum daha aldı.

 

"Tabii, göreviniz bu ama zor olmaz değil mi senin için? Sonuçta göreve tekrar döndükten çok kısa bir süre sonra göreve gideceksin. Daha çok dikkat etmen lazım."

 

Ecem'in içeriye girmesiyle cevap vermekten vazgeçti. Yeni gelecek hastanın raporlarını masama bıraktıktan sonra odadan çıkan arkadaşıma şüpheli bir bakış attı Selim.

 

"Ben bir söz verdim, aldığım sorumluluk daha da arttı. Dikkat etme konusu da bende merak etme."

 

Etrafı inceledikten sonra bir şeyler daha söylemek istermiş gibi yüzüne baktı.

 

"Ece az önce ne getirdi? Yeni hastan mı var?"

 

Yasin Demirci

 

İki haftalığına kolları yüzünden tedavi alacak hastam artık oydu.

 

Ecem'in getirdiği kağıtlarda da kişisel bilgileri ve yaralanma sebebi gibi bilgiler yer alıyordu.

 

Kahvemden son yudumu da aldıktan sonra masanın üzerinde birleştirdiğim ellerime dayanarak öne doğru eğildim.

 

"Evet, iki hafta sürecek bir tedavisi süreci var yeni hastam ile."

 

Aldığı cevaptan memnun olmamış gibi kaşlarını yukarıya kaldırdı.

 

"Adı yok mu bu hastanın?"

 

Ben içimden gülmemek için dudaklarımı dişlerken o gayet ciddi görünüyordu.

 

"Hasta bilgileri özeldir, seninle bunları mı paylaşmamı istiyorsun?"

 

Duyamayacağım kadar fısıltıyla bir şeyler mırıldandı. Ciddiyetini korumaya devam ederken benim yüzümde ki gülümseme büyümeye başlamıştı.

 

Siyaha çalan gözleri odayı bor kez daha baştan sona inceledikten sonra tekrar gözlerimi buldu.

 

"Bak Efsun, anlıyorum ciddiyetini ama askeriye benim de askerlerim demek. Bir süredir uzak kaldım zaten, son durumlardan çok haberim yok. En azından ismini söyleyemez misin şu hastanın?"

 

Düşününce Mert'in önderliğinde toplanan altın gününe gitmeyi kabul etse son gelişmelerden haberdar olabilirdi. Bu konuyu da konuşmayı zihnimin bir köşesine not ettikten sonra tekrar gözlerine odaklandım.

 

"Yasin, Yasin Demirci."

 

Bir süredir tuttuğu nefesini oh, diyerek dışarıya verirken artık gülümsememi tutmaya çalışmadan olabildiğince dışarıya yansımıştım.

 

Yasin anladığıma göre tanıdık birisiydi, ben yaklaşık iki gün önce albayın odasında tanışsam da Selim önceden tanıyor gibiydi.

 

Çıkardığı beresini heri taktıktan sonra saate baktı, gitme zamanı geliyordu.

 

"Yasin, kardeşim sayılır. Gerçi biraz çenesi düşük ama özünde iyidir. Gözüm arkada kalmaz."

 

O ayaklanırken bende geçirmek için ayağa kalktım. Göreve gidene kadar tekrar görüşürdük belki ama garip bir andı içinde bulunduğumuz şu zaman.

 

Sanki bir veda konuşması yapılmış gibi..

 

Selim gittikten sonra kendimi tamamen koltuğuma bırakmıştım.

 

Haftaya gidiyorlardı, kaç günde gelirler bilmeden bir haber bekleyecektik. Tanıştıktan sonra ilk göreve gidişiydi bu, çocuğunun okuldan dönmesini bekleyen bir anne gibi bekleyeceğime emin bir şekilde yerimde doğruldum.

 

Çalınan kapıyla beraber yeni hastam gelmişti. Yasin.

 

Bugün tedavi yoktu, sadece bilgilerini kayıt edip bir program oluşturacaktık.

 

Siyah saçlı, gür kaşları olan orta yapılı bir adamdı Yasin. Esprili, duygusal bir yapısı var gibiydi.

 

Odaya girdiği andan itibaren yüzünde güller açarken, sorduğum bütün sorulara da ciddiyetle cevap vermişti.

 

Yaklaşık yarım saat sonra Yasini de yolcu ettikten sonra İpeğin bahçeye çağıran mesajını görmemle kendimi dışarıya atmıştım.

 

Olabildiğince derin nefesler alıp bir bankta oturmuş, dalgın dalgın askeriyeyi izleyen İpeğin yanına oturdum.

 

Geldiğimi fark edince irkilir gibi olsa da çabuk toparlamıştı.

 

Aramızda ki bağ ilerledikçe balım, diye sevmeye başlamıştı benide. Diğer kızları sevdiği gibi, en özelinden..

 

"Haftaya görev varmış," dedi bilip bilmediğimi sorgular gibi.

 

Ben derin bir nefes alıp başımı sallarken bakışlarını askerlerin bulunduğu alandan çekip yüzüme dikti.

 

"Ne merak ediyorum biliyor musun? Kaya, bizimle de mi konuşmak istemez acaba?"

 

Beklemediğim bir yerden gelen soruydu bu, daha önce bende hiç düşünmemiştim.

 

Arkadaşlarıyla da konuşmak istemediği için değil, konuyu açmak istemediği için anlamamıştı.

 

"Sadece bedeni yaşayan birinin, anlatacak hikayesi olmaz," demişti en son sorulduğunda..

 

"Bilmiyorum, çok hassas bir konu bu. Ama bir gün deneyebiliriz?"

 

Doldurduğu çay bardaklarından birini bana uzatırken kendininkinden bir yudum aldı.

 

Biz bir süre daha konuşmaya devam ederken Ecem'in revirden çıktığını görmüştük.

 

Hızla bizden tarafa gelen Ecem'e el sallarken arkasında kalan kişi dikkatimi çekmişti.

 

Hürrem Sultan misali, üzerine kapanan kapıyı var gücüyle itip güneş gözlüğünü çıkaran, kahverengi saçlarını geriye atan bir kadın.

 

Hemen yanında oldukça uzun, esmer bir erkek de vardı.

 

Üçünün de adımları bize doğru yaklaşırken şaşkın bakışlarla İpeğe döndüm. O da şaşırmıştı ama gelen kişilere, onları da tanıyor olmalıydı.

 

"Efsun," dedi son heceyi uzatırken adını bilmediğim kadın.

 

Ayağa kalkarken yüzüme samimi bir gülümseme kondurmaya çalıştım.

 

"Poyraz, bizim kız bu. Efsun," dedi yanında ki adama beni tanıtır gibi.

 

Ben ne olduğunu anlamadan kadın çoktan kollarının arasına sarmıştı vücudumu.

 

"Çiğdem abla, Hoşgeldiniz," dedi İpek beni durumdan kurtarmaya çalışır gibi.

 

Adının Poyraz olduğunu öğrendiğim adam kadına göre daha ciddi duruyordu. Birine benzetiyordum duruşunu ama kim olduğunu bir türlü hatırlayamıyordum.

 

"Hoşbulduk İpeğim, nasılsın?"

 

Beni bir nebze de olsa serbest bırakıp İpek ile konuşmaya başlayınca derin bir nefes aldım.

 

"Ben Poyraz Selçuk Karacalı, Ulaş'ın abisiyim," dedi elini uzatırken.

 

Çivi gibi olduğum yere sağlandığımı hissederken sanki bütün sesler bir uğultuya dönüşmüştü.

 

Uzattığı elini kavrarken gülümsemeye çalıştım.

 

"Efsun bende, Efsun Aktay. Selim'in doktoruyum."

 

Artık doktoru değildim, ama problem yoktu. Bütün detayları biliyor gibi duran halleri durumu bozuntuya vermemişti.

 

İpek Ecem ile beraber muayene için giderken biz de benim odama geçmiştik.

 

Selim'in abisi ve yengesi ile karşı karşıyaydım. İzmir de öğrendiğime göre yengesi hamileydi, amca oluyorum demişti.

 

Çiğdem oldukça bakımlı, bir o kadar da dobra görünen bir kadındı. Girdiği ortamda Hürrem Sultan misali gölgesini bile konuştururdu.

 

Poyraz ona göre daha ciddiydi, kardeşi gibi.. Selim'e benzeyen bir yüz tipi vardı ama daha esmer tenliydi, sağ kaşının hemen altında küçük bir yara vardı.

 

Ecem fırsat bulur bulmaz kahvelerimizi getirirken odadaki sessizlik de yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı.

 

Çiğdem sürekli konuşup bir şeyler anlatırken Poyraz konuşmadan beni izliyordu. Bir şeylerden emin olmak ister gibi her hareketimi inceliyordu.

 

"Öncelikle tanıştığımıza çok memnun oldum," dedim nihayetinde söze başlarken.

 

Çiğdem sessizleşirken ikisinin de bakışları üzerimde yoğunlaştı.

 

"Ulaş için geldiniz sanıyorum."

 

Ben hariç herkes Ulaş dediği için konuşurken bende onlara katılmak zorunda kalıyordum. Poyraz abi onaylandığını belirterek mırıldandı.

 

"Böyle emrivaki gibi oldu sana da diyeceğim zaten emrivaki oldu. Kusura bakma Efsun. Biz dediğin gibi Ulaş'ın iyi olduğunu gözümüzle görmek istediğimiz için geldik. Çiğdem seni görünce de dayanamadı işte," sözünü tamamlamadan eşine bir bakış attı.

 

Geldiklerinden beri Çiğdemi bazı konularda uyarsa bile gözlerinde hala parlayan o aşkla bakıyordu eşine. Poyraz Selçuk Karacalı'nın eşi Çiğdem Karacalı...

 

Çiğdem kahvenin yanında ki kurabiyelerden bir ısırık alıp kendisini izleyen eşine kocaman gülümsedi.

 

"Efsun'u görmüşüm karşımda, öylece dursa mıydım Poyraz?"

 

Merak ettiğim asıl soru, beni nasıl tanıyorlardı? İlk görüşte bizim kız bu, diyip kocaman sarılacak kadar nasıl biliyorlardı?

 

"Ulaş anlatmıştı," dedi Poyraz abi aklımda ki soruları cevaplar gibi.

 

"Anlattı anlattı, uzun uzun anlattı. İlk görüşte tanıyacak kadar öğrenmişim demek bak işte," dedi kalan son parça kurabiyeyi de ağzına atarken.

 

Selim anlatmıştı, her bir detayıyla..

Ben de onu anlatmıştım gerçi, anneme anlattığım ilk hastam olabilirdi. Babamın her telefon açışında Ulaş oğlum da yanında mı sorusunun muhatabı da olabilirdi..

 

Kısa süreli sessizlik devam ederken kapım çalmıştı. Gir, diye seslendiğim de gelen kişi Yasindi.

 

Girer girmez önce beni selamlamıştı. Çiğdem ve Poyraz abiyi görünce anında hazır ola geçip selama durmuştu.

 

Ben şaşkın bakışlarla onları izlerken Çiğdem kendini belli edecek derecede gözlerini devirdi.

 

"Komutanım?" diye seslendi şaşkınlığını üzerinden atınca.

 

Poyraz abi, ciddiyetle yerinden kalkıp Yasine sarılırken Çiğdem durumdan hiç memnun olmamıştı.

 

"Yasin, nasılsın kardeşim?"

 

Poyraz abi tekli koltuğa geçerken Yasin de aldığı uyarıyla Çiğdemin yanına oturmuştu.

 

"İyiyim Komutanım. Hoşgelmişsiniz, geldiğinizi bilmiyordum."

 

Poyraz abi Yasin ile sohbet etmeye devam ederken Çiğdem içmeye devam ettiği kahvesinden küçük küçük yudumlar alıyordu, her seferinde bir şeyler mırıldanarak..

 

"Deniz yenge, sen de Hoşgeldin," dedi Yasin yan tarafında oturana Çiğdemin varlığını yeni hatırlar gibi.

 

"Deniz mi? Ben hep diyordum bu çocuğun psikolojik sorunları var diye. Adımı bile hatırlamıyor Poyraz," diye söylendi kendini acındırmaya çalışır gibi.

 

"Yenge sen demedin mi bana Çiğdem yenge deme diye? Bende kendimce bir isim uydurdum, öyle sesleneyim dedim."

 

Çiğdem fincanını masaya bırakırken eliyle başını ovuşturmaya başlamıştı. Poyraz abi yumuşayan ifadesiyle onları izlerken ben de sessizce ona ortak olmuştum.

 

Anlaşılan bu ikilinin oldukça eğlenceli bir sohbet tarzı vardı.

 

"İç güveysi, Erzurumdan at, Şırnakta karşına çıkıyor işte," diye mırıldandı Çiğdem.

 

Yasin artık daha rahat bir tavıra bürünmüştü. Biz konuşmadan onları izlerken onlar kendi aralarında atışmaya devam ediyordu.

 

"Alınıyorum yenge, iç güveysi falan," dedi Yasin ciddiyetle.

 

Çiğdemin aniden gözleri parladı, bakışlarını yanında ki Yasine çevirdi.

 

"Lütfen alın Yasin, belki o zaman daha akıllı bir şey olursun. Alınabiliyorsan alın lütfen," dedi rica eder gibi.

 

Yasin arkasına yaslanırken kocaman gülümsedi.

 

"Sen yabancı mısın yenge? Sana da mı alınacağız, ayıp ediyorsun."

 

Çiğdem artık mırıldanmadan direkt duyabileceğimiz bir sesle sabır çekmişti.

 

Poyraz abi ve ben kendimizi tutamayıp gülerken onlar bizi fark etmemişti bile.

 

Kaç saat geçmişti bilmiyorum ama oldukça hızlı geçmişti zaman. Onlarla tanışmak çok hoşuma gitmişti, samimiyetleri kısa sürede kendini hissettirmişti.

 

"Yasin, kaybol lütfen. Rica ediyorum artık git, bayılacağım bak şaka değil."

 

Bir eli karnına gittiğinde Poyraz abi ciddileşmişti. Yasine Ulaş'ı çağırmasını söyleyerek yanımızdan gönderirken derin bir nefes aldı.

 

"Selimden duymuştum, hamileymişsiniz. Tebrik ederim," dedim gülümserken.

 

Çiğdem giden Yasinin ardından derin nefesler alırken Poyraz abinin gözleri parladı.

 

"Öyle, baba oluyorum. Sağolasın Efsun."

 

Amca Ulaş Selim Karacalı...

 

Aklımdan geçmeye başlayan film şeridine benzer sahneleri yarıda kesip ana döndüm.

 

Yasin abisinin geldiğini söylemeyecekti Selime, sürpriz olacaktı.

 

Çalınan kapıdan anlaşıldığına göre onlar da gelmişti.

 

Artık üniformasını hiç çıkarmıyordu, sabahkine benzer bir görüntüyle yine odamdaydı.

 

Kapıyı açar açmaz karşısında abisini ve yengesini görmesiyle şaşkın bakışları üzerlerinde gezindi.

 

"Abim," dedi cılız çıkan sesi.

 

Ben üşüdüğümü hissederken onlar da sarılmıştı.

 

Abisinden kolları ayrılırken ışıldayan gözleriyle Çiğdemi süzdü.

 

"Çiğdem, yengem," kollarını bu kez de Çiğdeme sarmıştı.

 

Sadece üç kişiyle kocaman bir aile tablosuydu sanki karşımda ki.

 

İkisiyle de tek tek ilgilendikten sonra tekrar yerlerine oturdular.

 

"Efsunla da mı tanıştınız?" dedi meraklı çıkan sesiyle.

 

"Tanışmak mı? Efsun zaten bizim kız, Ulaş. Senin bize anlattığın ilk günden beri o da bizim aileden oldu sanki. Efsun şöyle, Efsun böy-"

 

"Çiğdem," dedi uyarır gibi.

 

Aralarında yaş farkı olmadığı için zaman zaman adıyla sesleniyordu.

 

Bilmeden onların ailesinden de olmuştum, muhabbetim geçecek kadar sevmişlerdi beni, hiç görmeden...

 

"Efsun artık benim de kardeşim," dedi Poyraz abi gülümserken.

 

Bir anlığına karşımda onun değil de abimin olduğunu düşünmüştüm. Belki o da böyle esmer olurdu, belki kumral saçları daha da açık renge dönerdi..

 

Belki o da şimdilerde baba olurdu...

 

Selim aklımdan geçenleri anlar gibi baktı yüzüme.

 

"Senin abin de senin kahramanın tabii ama, abimi kendi abinmiş gibi sayabilirsin Efsun. Sadece sana değil, herkese abilik yapacak bir yüreği var onun," dedi hayranlıkla abisini izlerken.

 

Yüzünde ki belli belirsiz gülümseme ile başını öne eğerek eyvallah dercesine gözlerimize baktı.

 

"Kardeşimin iyileşmesini sağlayıp ona bizim yokluğumuz da destek olacak Efsun bir kıza ayırabileceğim tek kişilik bir kontenjanım var," dedi samimiyet akan sesiyle.

 

Gözlerimin artık daha da dolduğunu hissederken aldığım nefesle bu histen kurtulmaya çalıştım.

 

"Benim de artık bir Poyraz abim var," dedim sesimi duyabilecekleri bir seviyeye çıkarmaya çalışırken.

 

Çiğdem gözünden akan yaşı silerken ortamın havasını dağıtmaya çalışır gibi başka bir konuya girmişti.

 

Hava yavaş yavaş kararmaya başlarken onları yolcu edip odamda tek başıma kalmıştım.

 

Hissiyat olarak oldukça yorucu geçen bir gün olmuştu.

 

Selim artık kendi evinde kalmaya başladığı için abisigil de bu gece orada kalacaktı. Sabah erkenden yola çıkmaları gerekiyordu.

 

Göz kapaklarım uykuya mağlup olurken masanın üzerine koyduğum başımı hareket ettirmeden kalakaldım.

 

Gözlerim yavaş yavaş kapanırken kendimi bir tüy kadar hafif hissediyordum..

 

                                 ◇

 

Bazı rüyalar olurdu, tekrar uyuyup devamını görmek istediğimiz. Bazı rüyalar olurdu bir an önce uyanmak istediğimiz..

 

Ne kadar süre uyumuştum bilmiyorum ama saçlarımı yüzümden çekip üzerime ceketini örten Selim'i görmüştüm aralanan gözlerimin ardından..

 

"Efsun," dedi fısıltıyla. Uyandığımı kontrol etmek istercesine.

 

"Selim, sen ne zaman geldin?"

 

Gözlerimi açtığımda artık masamda olmadığımı anlamıştım, sedyede uyumuştum. Beni kaldırıp buraya yatıran kişiyi tahmin etmek de zor değildi.

 

"Çok olmadı, uyuyakalmışsın. Burası daha rahat olur diye yatırdım."

 

Üşüdüğümü hissedince üzerimde ki cekete daha sıkı sarıldım.

 

Omuzlarım ağrımaya başlarken acıyla yüzümü ekşittim.

 

"Ben üşüyünce rüya görüyorum biliyor musun?"

 

Garip ama doğruydu. Uyurken üşürsem o zaman rüya gördüğüme inanırdım. Yine öyle olmuştu ama bu kez rüyama abim gelmişti, ilk kez böyle gerçekçi gördüğümü hatırlıyordum.

 

Sedyenin üzerine çıkıp yanıma otururken gözleri gözlerimi buldu.

 

"Ne gördün?"

 

Yüzümü inceleyen gözlerine çocuk gibi gülümsedim. Söz vermiştim, abime..

 

"Abimi.. Ama bu kez daha farklıydı. İlk defa böyle gerçekçi gördüm, konuştu benimle," dedim.

 

Umursamaz gibi değildi, aksine merakla pür dikkat söylediklerimi dinliyordu.

 

"Hani o misketin hikayesini sana anlatmıştım ya, yine orada ki gibi oldu. Sanki bir dağ başındaydım, birinden kaçar gibi koşuyordum. Sonra düştüm, bir tarafımda abim vardı. Ama çocuk hali ile değil, yüzü aynıydı ama büyümüştü Selim. Bu kez gerçekten sakalları çıkmıştı."

 

Ellerimi avuçlarının arasına alırken ısındığımı hissettim.

 

"Yanıma geldi ama kaldırmadı, tuttu ellerimden aynı böyle," dedim gözlerimle elimizi işaret ederken.

 

"Arkasında sen belirdin, elimi senin avuçlarına bıraktı. 'Bundan sonra böyle abim, ben senin düştüğünü hep göreceğim ama o seni kaldıracak. Benim seni o halde görünce canımdan can gidecek ama o seni benim gibi ayağa kaldıracak, gözüne yaş değdirmeyecek,' dedi. Sonrası yok Selim, sonrası karanlık, boşluk," dedim yanağıma süzülen göz yaşını hissederken.

 

Boşta kalan elini kaldırıp yanağıma düşen damlaları sildi.

 

Bir süre konuşmadan öylece parmakları yüzümde gezindi. İçimi ısıtan gözlere baktım, siyahlarında kendimi gördüm..

 

"Abin haklı Efsun. Bundan sonra düşmek yok, izin vermem. Olur da düşersen, tutamazsam bir gün kaldırmaya mutlaka gelirim. Seni yerde bırakmam."

 

Baş parmağı burnumun yanından yanağıma doğru bir yol çizerken bakışları yumuşadı.

 

"Yaş düşmesin füsun gözlere," dedi ikimizin duyabileceği bir tınıda.

 

O yanağıma düşen damlaları kurulamaya devam ederken fark etmiştim ağladığımı.

 

'Füsun, büyü demekmiş kızım,' demişti Ecem.

 

Hem onun hem de benim beklemediğim bir anda başımı göğsüne yaslayıp sarıldım. İhtiyacını hissettim belki de..

 

Elleri şaşkınlıkla havada kalırken vücudumu usulca sardı. Kırmaktan korkar gibi elini koyacağı yeri bile dikkatle seçer gibiydi.

 

Kulağımın hemen yanında hızlı atan kalbi ninni gibi gelmişti. O hapşırırken ben bulduğum konumdan memnun bir şekilde etrafı inceliyordum.

 

Çenesini saçıma yasladı. Sakallarını kesmişti, göreve ciddiyetle başlamıştı.

 

"Efsun," dedi daha önce hiç duymadığım bir tonlamayla.

 

Kalbimi bir anda sarıveren sesine tutunup başımı yukarıya kaldırmaya çalıştım. Sadece çenesini görebiliyordum. Losyon kokusunu içime çektim.

 

"Ben seni almaya gelmiştim, ama tam tersi oldu sanırım."

 

Bugünü abisi ve yengesi ile geçireceğini düşünerek bende eve geç gitmeyi düşünmüştüm. Artık işler yoğunlaşmıştı, çok uzun süreli olmasa da sürekli hastalar geliyor ve rapor tutuluyordu.

 

"Almaya?" dedim sorar gibi.

 

Hı, diye mırıldandı.

 

"Abim ve yengem benim evde. Çiğdem tutturdu Efsun'u da çağıralım diye. Sormaya gelmiştim ama uyumuşsun."

 

Çiğdem yengecilikte zirve noktalardan biriydi. Kısa süreli gözlemlerime dayanarak bile çıkarabildiğim bir sonuçtu bu.

 

"Ama saat geç olmadı mı?"

 

Aslında geç sayılabilecek bir saat değildi ama kaç saattir uyuduğumu bilmiyordum. Oldukça zaman geçmiş de olabilirdi.

 

"Geç değil aslında, altı buçuk. Bir de," dedi duraksarken. Cevabını merak eder gibi başını eğip yüzüme baktı.

 

"Yemekler bugün tahmin edemeyeceğin bir kişiden."

 

Beline sardığım kollarımı geriye çekerken yüzü artık tamamen karşımdaydı. Yüzüme düşen saçları hızlıca çekip gözlerine baktım.

 

"Gelmem için şaka mı yapıyorsun? Ciddi misin?"

 

Önce baştan aşağıya beni bir süzüp ardından gözlerini devirdi.

 

"Benim şaka yaptığımı ne zaman gördün Füsun? Doğru söyledim işte, abim ile yemek yapmayı çok severim. Bugün de beraber hazırladık bir şeyler. Gelmek istemiyorsan gelmezsin."

 

Cümlesini tamamladıktan sonra ayaklanıp bir süre öylece bekledi. Bu özelliğine alışmıştım artık. O bana her zaman dürüsttü, o yüzden şaka bile yapsam çok ciddiye alıyordu.

 

Arkasına dönüp kapıya ilerlerken ellerimi geriye dayayıp gülümsedim.

 

"Sen buraya beni almaya geldiğini söylememiş miydin Komutan? Görev tamamlanmadı sanırım, sence?"

 

Önce omzunun üzerinden bir bakış atıp ciddiyetimi ölçercesine düşündü. Ardından tamamen geriye dönüp yine karşıma geçti. Üniformasını çıkardığı için tamamen adapte olduğum hali ile karşımdaydı.

 

"Ben bana verilen emri her zaman tamamlarım Efsun."

 

Bir adım daha yaklaşırken tek kaşını kaldırıp ifademi incelemeye devam etti.

 

"Al diyorsun?"

 

Aslında tam olarak bu bakışı kastetmemiştim ama kararım tabii ki değişebilirdi.

 

Bozuntuya vermeden başımı salladım. Öyle olsun, dercesine başını salladıktan sonra iki adım attı. Artık tamamen karşımda, yanımdaydı.

 

Yavaş hareketlerle üzerime doğru eğilirken odaklanmaya çalıştım. Ya o gerçekten yavaş hareket ediyordu ya da ben ağır çekimde görüyordum yaşananları.

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırırken direkt gözlerime odaklandı.

 

"Harlanmaya hazır ateşe bir kıvılcım daha çak Efsun, kabul."

 

Artık ateş de kıvılcım da yetmişti. Her yer yansındı, ortada ki ateş harlansın ki bizde yanalımdı.

 

Ben cevap bile vermeden kendimi kollarında bulmuştum. Bir eliyle belimden bir eliyle dizlerimden kavrayıp tek hamlede kucağına almıştı bedenimi.

 

Saçlarım geriye doğru savrulurken ikimizin de gözleri birbirine kenetlenmiş gibiydi.

 

Siyaha çalan gözlerde yeşilin yansımasını görmek gibiydi bu..

 

"Sen sadece yanmayı mı bilirsin komutan?" dedim, belki de fısıldadım.

 

Arabanın yanına geldiğimizde koltuğa oturmamı sağladıktan sonra kolunu kapının üst kısmına dayayıp başını aşağıya eğdi.

 

"Yanmayı çok iyi bilirim evelallah da, yakmak çok bana göre değil Efsun. Çok barbarca," dedi hınzırlıkla.

 

Halbuki kendisi de çok iyi biliyordu ki oldukça iyi bir yakıcıydı...

 

Kalbimin alev aldığını hissettiren gözleri bile tekte elemişti bu sözünü.

 

Kapımı kapatıp kendi koltuğuna oturmasını izlerken hıçkırık tutmuştu. Annemin sözü kulağıma dolmuştu.

 

"Heyecan yaparsan hıçkırık tutar kızım, sakin ol."

 

                                 ◇

 

Tek kişinin yaşadığına inanılmayacak kadar geniş bir ev, huzur veren bir bahçe ve oldukça lezzetli görünen yemeklerle dolu bir masa.

 

Tek başıma olsam hepsini yerim diye geçirdim içimden. Kokuları bilr midemi bayram ederken daha fazla dayanamadan tabağıma yemeklerden almaya başladım.

 

Poyraz abi ve Selim sakin bir şekilde yemeklerini yerken Çiğdem de benim gibi hızlı hızlı yemeye başlamıştı.

 

Anlaşmış gibi yemek boyunca kimse tek bir kelime dahi etmemişti. Yemekler yenince herkes salona geçerken ben de bulaşıkları makineye yerleştirdim.

 

Kapının yanında duran iki tane bavul vardı, biri küçücük, biri oldukça büyük.

 

Bavullardan çektiğim bakışlarım Çiğdeme döndü.

 

Oldukça duru bir güzelliği vardı, insanın sürekli bakmak istediği bir hali..

 

"Çiğdem, ilaçlarını içtin mi?"

 

Kendisine göz deviren eşine bıkkın bir bakış attı Poyraz abi.

 

"Poyraz, hayatım. O ilaçları içince kilo alıyorum, rahatsız oluyorum. İçmeyeceğim dedim."

 

Selim onları kendi haline bırakmayı tercih ederken ben keyifle izliyordum.

 

"Ama o ilaçlar hem senin için hem de bebeğimiz için oldukça önemli. Doktorun söylediklerini hatırlamıyor musun?"

 

Çantasından çıkardığı ilacı hızlıca içti Çiğdem. Elinde mi su bardağını çarparcasına onu izleyen kocasının önüne bırakırken Selim bile elinde ki telefondan başını kaldırıp onlara bakmıştı.

 

"Ben bunları içip içip kilo alacağım, sen de bunları söyleyip duracaksın. Al içtim, istediğin oldu mu?"

 

Selim'in onları merak ettiğini düşünürken o masada ki bardağı almış kırılıp kırılmadığını inceliyordu.

 

Poyraz abi derin bir nefes alıp Çiğdemin yanına oturdu.

 

"Çiğdem, ruhumun baharı," diye başladı sözlerine.

 

"O ilaçları içmen gerekiyor. Hem kilo da almıyorsun ki, alsan ne olur? Ben seni her halinle çok severim. O halinle de çok severim."

 

Çiğdemin bir anlığına yumuşadığını düşündüm. Önce elini tutan ellere bakıp ardından hızlıca ayağa kalktı.

 

"Şişman halimi çok severmiş, bu halimle çok sevme Poyraz!"

 

Biz ne olduğunu anlamadan Çiğdem odanın birine kapanıp kapıyı çarpmıştı.

 

"Of Çiğdem, of," diye söylene söylene arkasından giden Poyraz abiye umursamaz bir bakış attı Selim.

 

Elinde ki bardağın sağlam olduğuna emin olduktan sonra yavaşça yerine geri bıraktı.

 

"Merak etme bardağın kırılmadı da cidden şu an merak ettiğin şey o mu?"

 

Önce düşünür gibi tavanı inceledi. Ardından evet, der gibi başını salladı.

 

"Hep böyle sinirli mi olacak?"

 

Biraz endişeli bir soruydu bu. Gülmemek için duruşumu dikleştirip cevapladım.

 

"Hamilelik hormonları, alışacaksın mecburen."

 

Kaşını kaldırıp başını salladı. Bugün farklı bir şeyler var gibi davranıyordu. Samimi, çok samimi...

 

"Bütün hamileler böyle oluyorsa, vay halimize."

 

Gülsem mi, şaşırsam mı ikilemi arasında kalırken Poyraz abi gelmişti.

 

Kendini bırakırcasına koltuğa yayılırken sesli bir nefes aldı.

 

"İçerde, gelmeyecekmiş. Kilo alınca giyeceğim diye alışveriş yapıyormuş, kapının ardından kredi kartımı istedi."

 

Ben kendimi tutamayıp gülerken Selim önemli bir vaka inceler gibi pür dikkat bakışlarla etrafı inceliyordu.

 

Sanırım gözü korkmuştu..

 

Saat ilerlerken Selim beni eve bırakmıştı. Bu kez tüm gece konuşmasının aksine tek bir cümle etmeden eve gelmiştik.

 

Yarın Poyraz abi ve Çiğdem gidecekti, evden çıkmadan önce vedalaşmıştık.

 

Nihayet evime girdiğimde üzerimde ki ceketi ve çantayı bir kenara fırlatırken kendimi koltuğa bıraktım.

 

Kızlar uyumamıştı, sürpriz olarak Bade de gelmişti üstelik.

 

Onların hızlı hızlı başlayan meraklı sorularına dayanma gücü dileyip gözlerimi kapattım.

 

Anlaşılan bu gece hiç bitmeyecekti, kızlar noktasından virgülüne kadar her şeyi öğrenmeden bırakmazdı..

 

                                                                              ♡

 

Evett, sevgili okurlarımız. Bu bölüm şu ana kadar yazdığım bütün bölümlerin içerisinde en kısa olanı oldu farkındayım. Bu bizim Liva değil sakın demeyin, bozuşuruz. Şaka bir yana bu bölümde okuduğumuz Yasin ve Deniz karakterimiz gerçek yaşantıdan alınmış isimlerdir.

 

Bu yüzden ayrı bir önemi var, umarım sizde beğenirsiniz..

 

Bu arada okumalar güzel ama büyümek için sizlerin o değerli yorumlarına ve oylarına ihtiyacımız var. Destek olursanız çok seviniriz.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere,

 

"Yaş düşmesin füsun gözlere..."

Bölüm : 27.08.2024 21:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...