10. Bölüm

6. BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

İki günde İki bölüm mü? İlginiz için teşekkür ederim diyerekten sürpriz bölüm getirdim size bugün de💗

 

İki gün üst üste bölüm attım. Başlarda haftada bir bölüm atmayı düşünüyordum ama ilginiz için çok çok teşekkür ederim. Yorumlarınızı dikkate alarak bu tarihi öne çekmeye çalışıyorum. Bundan sonra her bir bölüm 100 okunma ve 20,25 civarlarında yorum aldığında yeni bölümü atacağım. Bu şekilde bir düzene girdirebiliriz belki zaman işini.

 

Okurballarımm sizleri cok cok seviyorum, Livasayina olarak bir kez daha teşekkür ediyor ve yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar..

 

Bir okyanusun içinde çaresiz çırpınışlarımıza benziyordu hayat. Önce yavaş yavaş suyun güzelliğine aldanıp derinlere inerken ardından gelen boğulma hissi...

 

Kaç kez boğuldum, o ince çizgiye geldim de geri döndüm saymayı bırakalı çok olmuştu. Artık boğulmak ya da hayatta kalmak değildi tercihim, bulunduğum konumu idare edebilmekti.

 

Yoksa ölmüşüm, yaşamışım çoktan önemini kaybeden şeylerdi bunlar.

 

İnsan artık acıyı hissetmeyince, doya doya ağlayamadıkça anlıyordu büyüdüğünü.

 

Ben daha çocukken büyümüştüm, Efsun olmuştum. Her geçen gün Efsun'un hayata tutunma mücadelesiydi..

 

Camdan dışarıyı izlerken kararan hava ile yıldızlar kendini belli etmeye başlamıştı. Başımı yavaşça araba kullanan Selim'e çevirdim.

 

Yine aynı, soğuk, ifadesiz yüzü ile karşılaşınca bu kez şaşırmadım.

 

Ercüment ve Bade çoktan uykuya dalınca derin bir sessizlik oluşmuştu.

 

"Acıktın mı?"

 

Yaklaşık bir saat önce hep beraber bir restoran da yemek yemiştik, aç değildim.

 

Aç olmadığımı belirten bir mırıltı çıkardım.

 

"Sadece biraz nefes mi alsak?"

 

O kadar uzun yolu araba ile gidip gelince insanın canı haklı olarak sıkılıyordu. Kemerimi açıp derin bir nefes aldım.

 

Çok uzun sürmeden sahile benzeyen bir yere geldiğimizde arabayı kenara çekti. Ben hızlıca inerken o da peşimden geldi.

 

"İyi misin?"

 

Gözlerimi kapatıp, başımı yukarıya kaldırdım. Tenime ılık ılık değen havayı hissedince gelen rahatlama hissiyle gülümsedim.

 

"İyiyim."

 

Arabada ki termosu alıp yanımıza geldi. Belli ki sırada çay ya da kahve servisimiz vardı. O banklardan birine otururken bende biraz daha ayakta kalarak havanın tadını çıkardım.

 

Kahvelerin hazır olduğunu görünce yanına oturdum. Elinde ki bardağı bana doğru uzatırken bakışlarında çözemediğim bir ifade vardı.

 

"Sen iyi misin?"

 

Bakışları ile etrafı inceledi. Tedirgin bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi.

 

"İyiyim. Sorun yok."

 

Oturuşunu düzeltip sırtını banka yasladı. Avuçlarımı ısıtan kahvemden küçük bir yudum aldım.

 

Kahveyi içince hava daha soğuk gelmişti, kısa süreli bir titremeye sebep olan bu durumu hemen fark etti. Konuşmadan arabadan hırkasını getirip omuzlarıma örttü.

 

"Geceler hala soğuk, üstüne bir şeyler al."

 

Hırkadan gelen koku hoşuma giderken belli etmemeye çalışarak teşekkür ettim.

 

Konuşmadan kahvelerimizi içerken sıkılmıştım. Onu konuşturmanın bir yolu olmalıydı, bu da oldukça çok soru sormak demekti.

 

"Sana bir şey soracağım," diye atıldım.

 

Tek kaşını kaldırırken sor, dercesine bir bakış attı.

 

"Doğum günün geçti ya geçen günlerde, telaşlı zamana denk geldi kutlayamadım. Sen niye kutlamadın?"

 

Doğruydu, yaklaşık iki hafta önce doğum günüydü ve bu şu an aklıma gelmişti.

 

Kahvesinden bir yudum daha alırken umursamazca omzunu silkti.

 

"Her sene Yiğit kutlardı önce, sonra annemler, sonra timdekiler..."

 

Devamını getirmedi, belki de getirmek istemedi.

 

Yiğit olmadan geçirdiği ilk doğum günüydü bu.

 

"Yiğit çok düşünceli bir insanmış, baksana Serhat'ın bile bilmediğimiz videoları çıktı. Kim bilir belki Yiğit de senin doğum günün için bir şeyler bırakmıştır?"

 

Dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu.

 

"Bırakmış, ama izlemedim. Cesaret edemedim."

 

Bardağımı diğer elime alırken boşta kalan elimle dizine dokundum. Öne eğdiği bakışları gözlerime çevrildi.

 

"Benim tanıdığım komutan, her şeye cesaret eder."

 

Bakışlarında ki şaşkınlık kendini hemen ele verirken gülümsedi.

 

"Böyle mi düşünüyorsun gerçekten?"

 

"Öyle düşünüyorum tabii, böyle düşünmesem niye en başından beri sana günde yapman gerekenden fazla hareket yaptırayım?"

 

Yersiz bir itirafta bulunurken yüzümün kızardığını hissettim.

 

Selim ifadesini bozmadan gülümsemeye devam etti.

 

"Ne yaptın, ne yaptın?"

 

Gözleri gözlerimi incelerken omzumun üzerinde ki saçımı arkaya savurdum.

 

"Duydun işte, yaptık bir şeyler. Yaptık ki şu an çok daha iyisin."

 

Bacaklarına bir bakış attı, yara izleri kapanmasa da artık çok daha rahat yürüyebiliyordu.

 

Cevap vermeden başını salladı, teşekkürünü çoktan etmişti.

 

"Uzakta olsak bile video gönderirdi hep," diye başladı anlatmaya.

 

"Bu son göreve giderken de her zamankinden daha mutluydu. 'bak bu sefer hissediyorum büyük bir şeyler var sonunda,' diyordu. Sonra herkes operasyona çıkmaya hazırlık yaparken çekti beni kenara,"

 

Yüzünde ki buruk gülümseme biraz daha büyüdü.

 

'Bana bak Ulaş, her operasyon da aynı şeyi söylüyorum ben sana ama bu sefer başka. Eğer, doğum gününde operasyon hala bitmemiş olursa ve ben senin yakınlarında bir yerde değilsem bu videoyu izleyeceksin,' diye cebime bir flashbellek katmaya çalıştı. Hani birisi zorla para verir, almazsın ama cebine katarken ya bir şekilde işte o şekil," dedi yüzüme dönerken.

 

Gülümseyen gözlerine karşılık bende gülümsedim.

 

"Operasyon bitti, kardeşim yakınlarımda olamayacak kadar uzağa gitti. Bir videoyu açıp başında saatlerce ağlamaktan korktum Efsun," dedi.

 

Onu ilk kez ağlarken gördüğüm günü hatırladım. İnsan kendini anlayan birinin yanında rahat ederdi, ağlardı.

 

Belki benim yanımda da ağlamak isterdi?

 

"Geçen gün konuştuklarımızdan sonra bence artık bazı şeylere eminsin. Yiğit'e verdiğin sözü tut, izle o videoyu."

 

Elini cebine atıp bahsettiği flashbelleği çıkardı. Yanında taşımıştı.

 

"Aslında video telefonumda da var. Ne olur ne olmaz diye oraya da aktarmıştım. Eğer," dedi gözleri yeniden gözlerimi bulurken.

 

"Eğer bunu benimle beraber izleyeceksen hemen açıp izlerim."

 

Şaşkınlığım kısa sürerken kendimi toparladım. Yiğit'i belki de ilk defa bir videodan da olsa görecektim. Selimle beraberken...

 

"İzlerim tabii."

 

Elimizdeki kahveleri yere bırakıp yanıma yaklaştı. Telefonunu çıkarıp söylediği videoyu açtı.

 

Başta siyah bir ekran olan videoya kumral saçlı, kahverengi gözlü bir Yiğit dahil oldu.

 

"Kardeşim," dedi kocaman gülümserken.

 

"Kardeşim," diyerek cevapladı onu Selim'in kısık sesi.

 

"Elimde büyüdün lan, kaçıncı beraber geçirdiğimiz doğum günü oldu saymadım bile."

 

"On altı," dedi Selim anında.

 

Beni oldukça şaşırtan bir cevaptı bu. Yiğit ile çocukluk arkadaşı olduklarını biliyordum ama on altı yıldır beraberlerdi demek..

 

"Her sene önce ben kutlardım tabii, sen de benimkini kutlardın. Malum bu sene operasyona denk geldi, beni bilirsin işimi şansa bırakmam."

 

Selim derin bir nefes aldı.

 

"Bu sefer ki operasyon dediğim gibi oldukça büyük, günler sürecek. Hani olur ya ayrı düşeriz belki o yüzden bırakmak istedim sana bu videoyu da. Şimdi burada olsan, 'bir fotoğrafa, videoya bu kadar bağlanmak saçma değil mi,' derdin. Bizler için değil kardeşim, çünkü Serhat'ın da dediği gibi biz gidince geride sadece onlar kalıyor."

 

Yiğit de dahil olmak üzere kısa süreli bir sessizlik oluştu. Daha önce hiç düşünmediğim o ihtimal beynime çivi gibi saplanırken unutmaya çalıştım. Selim gitmezdi, gidemezdi.

 

"Lafı daha fazla uzattırma lan işte. Doğum günün kutlu olsun, iyi ki doğdun, iyi ki varsın kardeşim."

 

"İyi ki kardeşim," diyerek gülümsedi videoya.

 

Yiğit elinde tuttuğu küçük kekin üzerine bir mum dikti. Çakmakla mumu yakarken kameraya biraz daha yaklaştı.

 

"Ablan o gün pastanın üzerine tek mum dikmişti hatırlıyor musun?"

 

Oluşan kısa süreli sessizlikte Selim'in bakışları yüzüme kaydı.

 

"Evde mum kalmayınca bir tane mum dikmişti sadece," diyerek açıkladı.

 

"O zaman küçüktük tabii, kavga etmeyelim diye 'kim önce üflerse onun dileği kabul olsun,' demişti. Artık büyüdük Ulaş, bu mumu üflemek de senin hakkın. Önce dileğini tut, ardından üfle. Kalbinden geçen o dilek neyse umarım gerçek olsun kardeşim."

 

Selim'in titremeye başlayan eliyle beraber ekran da yavaşça sallanmaya başladı. Telefonu kendine biraz daha yaklaştırıp gözlerini kapattı, dilek tutuyordu.

 

Usulca ekrana mumu üflemek için üflerken Yiğit eliyle mumu söndürerek destek oldu.

 

Video burada bitiyordu. Belki devamında bir şeyler daha vardı ama ne benim gerisini sormaya ne de Selim'in onlara bakmaya cesareti vardı.

 

Telefonu tutan eli öne doğru düşerken başını öne eğdi. Hava karanlık olduğu için ifadesini seçemiyordum.

 

Eliyle yanağına düşen birkaç damla yaşı sildi.

 

"Sesini duymayalı çok zaman oldu Füsun."

 

Titrek çıkan sesine karşılık gözüme biriken yaşlara engel olmak için başımı gökyüzüne kaldırdım.

 

Aklıma o an gelen plana gülümsedim. Buradan döndüğümüzde ona yapacak bir sürprizim vardı artık.

 

Ağladığını anladığımda hiç konuşmadım, hareket etmedim. Ağlasın ki rahatlasındı.

 

"Sen, abinin ses tonunu unuttun mu hiç?"

 

Beynime bir çivi saplanırmışçasına oluşan ağrı canımı acıttı.

 

Bir ara unutmuştum, bulduğum eski videoları tekrar tekrar izleyip en derinlere tekrar kazımıştım.

 

"Bir ara unuttum sandım, sonra karşıma eski videolarımız çıktı. Defalarca izledim onları, 'abim,' deyişini defalarca kazıdım zihnime. Bir daha da hiç unutmadım."

 

Bir süre sonra o da unutacaktı, sonrasında hatırlamak isterse kendine hatırlatması gerekecekti.

 

Elinde ki telefona bakıp başını tekrar öne eğdi. Ağlamaya bir süre daha devam etti.

 

Bakışları bana döndüğünde kızaran gözleri ve yanağında henüz kurumamış birkaç damla göz yaşını görmek canımı en derinden acıtmıştı.

 

"Bunca harabede kazandığım tek şey sensin Efsun, senin anlayışın, kalbin."

 

Yüzüme çarpan ateş hissi ile titredim. Beklemediğim yerlerden vurma konusunda ustaydı.

 

"Sende bunca zaman içimde saklamaya çalıştığım çocuk Efsunu geri verdin bana. Füsun dedin ona, belki farkına varmadın ama başını okşadın onun. Abim gibi,"

 

Cümlemi bitirmeden ayaklandı. Elinin tersiyle gözlerini hızlıca kuruladı.

 

"Abin gibi mi? Yani abi gibi mi yaptım sana bunu?"

 

Anında değişen ruh haline şaşırırken o oldukça ciddiydi.

 

Yanlış bir şey söylediğimi düşünmüyordum. Ayağa kalkıp karşısına geçtim.

 

"Duymayı beklediğin şey neydi bilmiyorum ama gidelim artık. Geç kalacağız."

 

Bu sefer beni beklemeden arabaya yöneldi. Ciddiyetini bozmadan arabasını sürmeye devam etti.

 

Uzun zamandır uyuduğum için uykum açılmıştı. Marketten aldığım meyve suyunu içerken camdan dışarıyı izlemeye devam ettim.

 

Gördüğüm son tabelaya göre Şırnak sınırlarına girmemize çok az kalmıştı.

 

"Ulaş,"

 

Ercüment'in sesini duymamla kısa süreli bir irkilme yaşadım.

 

Uyurken aniden uyanan bir yapısı vardı.

 

"Ne var?"

 

Bade de yavaş yavaş gözlerini aralıyordu.

 

"Bir yerde durmamız lazım."

 

Bade gözlerini ovuşturarak saatine baktı, 03.58

 

"Etrafına bir bak Ercü, nerede durayım ben?"

 

Gerçekten de her yer dağ, taştı. Durmaya müsait değildi.

 

"Lan durmamız lazım dedik işte."

 

Selim kafasını sağa sola çevirirken hallerine gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

"Biraz bekle diyorum bende."

 

Bade de durumu anlayınca gülerek arkasına yaslandı.

 

Ercüment önce onları gülerek izleyen bize ardından Selim'e baktı.

 

"Altıma mı işeyeyim lan?"

 

Artık kahkalarımızı onların da duyacağı şekilde sesli gülerken ikisinin de bakışları bize dönmüştü.

 

"İşe lan. Ama arabamdan in de öyle yap ne yapıyorsan."

 

Arabası kırmızı çizgisiydi. Bir evladı gibi sahiplenmişti onu.

 

"Kaç saattir yoldayız, ne yapayım? Çek kenara işte."

 

Bade artık karnını tutarak gülmeye başlamıştı.

 

"Dağda ne yapıyorsun lan sen? O itlerin peşinden koşarken de çek sağa çok sıkıştım mı diyorsun?"

 

La havle, çekmeye başlayan Ercüment sinirden kızarmaya başlamıştı.

 

"Bana bak ya çekersin kenara ya da arabana yaparım ne yapıyorsam. Rezil ettin lan beni, anasını satayım şu düştüğüm hale bak. Söyleyeceğime pişman ettin."

 

Selim'in ani freniyle hepimiz öne doğru eğilirken Ercüment kapıyı açıp hızla yanımızdan uzaklaştı.

 

"Bir de bana diyorsun Ulaş abi, asıl büyümeyen sizsiniz baksana."

 

Selim'in gözleri gözlerimi buldu. Bu kez alışık olduğum o yumuşak ifade yoktu, sanki hepsinin üzerine bir sis çökmüştü.

 

"İnsanlar bazı insanların yanında hiç büyümez Bade."

 

Ortam sessizleşirken zihnimin içini dolduran sesleri bastırmaya çalıştım.

 

Ercüment'in gelişi bu duruma yardım etmişti.

 

"Oh," çeken Ercüment Bade ile tartışmaya başlamışken yola devam ediyorduk.

 

Diğer arabalar da kısa mesafelerle arkamızdan geliyordu.

 

Yaklaşık bir, bir buçuk saat süren yolun sonunda nihayet Şırnak tabelası görünmüştü.

 

Olabildiğince iyimser bir gülümseme ile baktım karşımda ki manzaraya. Bir süre daha beraberdik, iyi anlaşmamız gerekirdi.

 

Selim önce Badeyi, ardından Ercüment'i bırakınca sıra bana gelmişti.

 

Konuşmadan evin önüne geldiğimizde yine tek bir söz etmedi. Teşekkür edip veda etmeme sadece başını sallarken kendimi bir boşlukta gibi hissetmiştim.

 

Son kez sesini duymak istemiştim belki de.

 

Kapıyı kapatmak için elimi attığım sırada aşinası olduğum ses kulaklarıma doldu.

 

"İyi geceler Füsun."

 

Önceki cümleleri gibi sıcak bir havası olmasa da gülümsedim.

 

"İyi geceler Komutan."

 

Gözlerini yine ilk kaçıran o olurken kapıyı olabildiğince yavaş kapattım. Ben eve girerken o da artık gitmişti.

 

Yarından itibaren kaldığımız yerden devam ediyorduk. Tedavi bitmişti, artık dosyalar teslim edilecek ve Selim göreve geri dönecekti...

 

                                ◇

 

Zaman dursaydı yerinde anılar da durur muydu?

 

Anıları bilmem ama zaman durmuyordu. Dolu dolu iki gün olmuştu başladığımız yere geri döneli.

 

Herkes dinlenmek için izinli sayılıyordu. Tuna bir iki gün sonra aramıza katılacaktı.

 

Yorgun adımlarımı yataktan sürükleyip dolabımın önüne geçtim.

 

Akşamdan hazırladığım kıyafetlerimi üzerime geçirip mutfağa girdiğimde kızlar henüz uyanmamıştı.

 

Kahvaltı masasını hazırlayıp bardağımda ki meyve suyundan bir yudum aldım.

 

Her şey hazırdı ama kızların uyanmasını bekleyecek kadar vaktim yoktu.

 

Dolapta ki çantamı alıp yola çıkmıştım. Bugün üstler ile görüşecektik.

 

Raporlar teslim edildikten sonra Selim işine devam edecekti. Raporları yanıma alıp almadığımı kontrol edip adımlarımı hızlandırdım. Mesafe çok uzun olmadığı için kısa sürede odama gelmiştim.

 

Çantamı kapının yanında ki askıya bırakıp önlüğümü üzerime geçirdim. Saçlarımı düzeltirken gözüm sedyeye takıldı.

 

Çok sevdiği mekanı artık boş kalacaktı onun adına. Bugün tedavi için gelmeyecek olması içimde garip bir boşluk hissi uyandırmıştı. Kafamın içinde ki düşünceleri susturmaya çalışıp masama oturdum. Kalemlikten aldığım bir kalem ile doldurmam gereken yerleri doldurmaya başladım.

 

Saat ona geliyordu, Selim'in her zaman geldiği saat yaklaşıyordu.

 

İşlerimi daha hızlı bitirmeye çalışarak odaklandığım kağıtların arasında kaybolmamaya çalıştım. Evdeyken her şey tamam gibi görünse de benim doldurmam gereken yerler boş kalmıştı.

 

Kapım usulca aralanırken kağıtlara eğdiğim başımı aynı hızla yukarıya kaldırdım.

 

Karşımdaydı, üniforması, bordo beresi ile her zaman ki gibi karşımdaydı.

 

Kapıyı kapatıp karşıma geçti. Hazır ol da bekleyen görüntüsü dudaklarıma cılız bir gülümseme yayılmasına sebep olmuştu.

 

"Komutan?"

 

Beresini gururla düzeltip birkaç adım daha yaklaştı.

 

"Füsun doktor?"

 

Komutanın Füsun doktoru...

 

Önüme düşen saçlarımı geriye savururken ayağa kalktım.

 

Aramızda ki mesafe artık tamamen kapanırken tarifsiz bir duygu doldurmuştu tüm odayı.

 

"Raporlar hazır sayılır, otursana."

 

Bakışları birkaç saniyeliğine sedyeye kaydı. Onun aklından geçenler de benimkiler gibi olmalıydı.

 

Başını öne eğip koltuklardan birine oturdu.

 

Ben masama geri dönerken evrakları artık olabildiğince yavaş dolduruyordum.

 

"Bitti ha," dedi sorgular gibi.

 

İlk defa bitti mi demeden bitti demişti, bitirmişti.

 

"Bitti," dedim.

 

Her hareketimi izlerken iş yapması daha zor oluyordu.

 

Hapşırdığını duyunca belli etmemeye çalışarak gülümsedim.

 

"İmzalaman gereken bir yer var," dediğimde ayağa kalkıp yanıma gelmişti.

 

Bir eli masada, bir eli sandalyenin kenarlarına dayanmış bir halde yanımda bekleyen komutan bende de hapşırma etkisi yaratmıştı.

 

Bozuntuya vermemeye çalışarak imzalaması için elimde ki kalemi uzattım. Gösterdiğim alanları imzalayıp arkasında ki duvara yaslandı. Ben kalan son kısımları da halletmeye çalışırken onun telefonu çalmaya başlamıştı. Bulunduğu konumu bozmadan telefonu cevapladı.

 

"Çağla?"

 

Çağla? İlk defa duyduğum bu isim ablası da, yengesi de değildi. Ecem sayesinde edindiğim bilgileri kontrol ettim. Şimdi her şeyi anlıyordum. Çağla, Selim'e çocukluk aşkı besleyen Çağla..

 

"Evde değilim ben, işteyim."

 

Omzuma değen saçları havalandırıp nefes almaya çalışırken bardakta ki suyumdan büyük bir yudum aldım.

 

"İsteme mi?"

 

İçtiğim su boğazımda kalırken Selim telefonun hoparlörünü açıp masaya bıraktı. İyi olup olmadığımı kontrol etmek için yanıma geldiğinde iyi olduğuma dair bir şeyler mırıldandım.

 

"Annem söyledi, artık büyüdünüz, elinizi çabuk tutun dedi."

 

Çağla'nın sesi telefondan kulaklarıma dolarken hatırladığım bütün nefes egzersizlerini o an yapmayı denedim.

 

"Çağla, her zaman dediğim gibi öyle bir şey olmayacak. İsteme falan yok, biz sadece çocukluk arkadaşıyız. Aramızda başka bir şey olamaz."

 

Ecem'den aldığım bilgilerde 'gerçi seninki kıza yüz vermiyormuş,' maddesi bir nebze de olsa sakinleşmemi sağlıyordu.

 

"Ben hep seni sevdim ama sen hiç beni sevmedin ki zaten Ulaş. Kim bilir, belki de başka birini seviyorsundur sende, benim senin sesini duyunca bile hızlı hızlı atan kalbim bu haldeyken sen başkalarını görünce böyle hissediyorsundur."

 

Çağla'nın durumuna üzülmüyorum değildi ama sevdiği kişinin Selim olması bütün denklemi bozuyordu.

 

Çağla, Selim'in cevap vermesini beklemeden telefonu kapattı.

 

Selim telefonu koltuğun üzerine fırlatırken derin bir nefes aldı. Ben oturduğum koltukta yan dönmüşken o da tam karşımdaydı.

 

Biraz sinirli, biraz şaşkın haliyle.

 

"Kusura bakma, yanında konuşmak istemezdim."

 

Önemli değil anlamında gülümsedikten sonra açtığım çekmeceden tokamı armaya başladım.

 

Ellerini saçlarımda hissettiğimde öylece kalmak istedim ama olmadı. Elime gelen tokayla beraber başımı yana eğip saçımı bağladım.

 

Boşluğa düşen elleri kısa süreli bir şaşırsa da çabuk toparladı.

 

"Efsun?"

 

Raporların neredeyse hepsi tamamdı, kalanlar sonra da verilebilirdi.

 

"Füsun," dedi cevap umar gibi.

 

Bir araya topladığım kağıtları dosyaya katarken yanlarından tuttuğu koltuğumu hızlıca kendine çevirdi.

 

Aramızda ki mesafe tekrar yakınlaşırken gözlerinde ki soğuk ifade içimi ısıtmıştı.

 

"Efsun," dedi bu kez daha ciddi bir şekilde.

 

"Selim," diyerek cevapladığım da çatılan kaşları bir anlığına yumuşadı.

 

"Konuş benimle," dedi rica eder gibi yumuşak çıkan sesiyle.

 

Gülümsedim, ben böyle yaptıkça o daha da kızdı.

 

"Rahatsızlık vermek istemem," dedim.

 

Gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmezken sıktığı çenesi kendini oldukça ele veriyordu.

 

"Rahatsızlık verecek bir durum olsa bile vermezdin Füsun. Niye böyle davranıyorsun bana?"

 

Bu soruyu bende kendime soruyordum ama cevabı yoktu, belki de kaçamaktı.

 

"İşlerimi bitirmeye çalışıyorum, teslim etmem lazım bugün."

 

Bu raporlar için günlerce uğraşsa da şimdi vermemek için elinden geleni yapıyor gibiydi.

 

"Bazen sesleri duymak için,"

 

Cümlesine saniyelik bir ara verirken elleri koltuğumun altında ki pedala gitti. Bir anlığına oturduğum konumdan aşağıya inerken yüzüne baktım. Koltuğu aşağı indirmişti.

 

"Sesin kaynağına yaklaşman gerekir Efsun."

 

Bedeninin üst kısmı artık tamamen kafamın üzerine denk gelirken derin bir nefes aldım. Saçlarımda ki tokaya uzandığında kulaklarımda hissettiğim o sesle nefesim duracak gibi olmuştu.

 

Kalbi duyabileceğim bir seviyede hızlı hızlı atarken Selim çoktan tokayı çıkarmış ve kendi yöntemiyle saçımı bağlamıştı.

 

Geri çekilirken kafamda yankılanan sesleri susturmaya çalıştım.

 

"Bazen,"

 

Bakışları anında yüzüme döndü.

 

"Duyulmayan sesleri de duymak gerekir."

 

Cevap verecek gibi olsa da hızlıca ayağa kalkıp kendimi dışarıya atmıştım. Bünyem kaldırmazdı fazlasını, birkaç dakika sonra tekrar görüşüne kadar olabildiğince nefes depolamam gerekiyordu...

 

                                                                                ◇

 

İçime doldurmak istercesine derin derin aldığım nefeslerle bir nebzede olsa sakinleşmiştim.

 

Ellerimi önlüğümün cebine katıp başımı tekrardan gökyüzüne kaldırdım.

 

Sonsuz mavilik...

 

Sonu görünmese de insanın içinde ki sıkıntıların sonunu gösteriyor olabilirdi.

 

Üstlerle olan toplantıya çok az kalmıştı, önce Tuğrul Albay ile görüşüp ardından onunla birlikte toplantıya katılacaktım.

 

Selim odadan gitmiş olmalı diyerek adımlarımı revire çevirdim.

 

Ecem ve İpek gelen birkaç askere pansuman yapmakla meşguldü.

 

Kapımın önüne geldiğimde derin bir nefes alıp hızlıca kapıyı açtım.

 

Yere düşen çerçevenin camı kırılmıştı.

Şaşkın bakışlarla gözlerime bakan Selim olduğu yerden kımıldamadı.

 

Koşarak yere düşen resmi avuçlarıma aldım. Hasar görmemişti, abim hala sıkıca sarılıyordu bana...

 

"Ben çok özür dilerim Efsun."

 

Sesi oldukça yakınımdayken sanki çok uzak bir yerdeymiş gibi geliyordu.

 

Arkamda kalan koltuklardan birine oturup resmi tekrar inceledim.

 

"Bana değil, kameraya bak abim," diyen sesi doldu kulaklarıma.

 

Abimin beraber kutladığımız en son ki doğum gününde çekilen bir fotoğraftı bu.

 

Ben beyaz elbisemle ve örülü saçlarımla abime bakarken o da siyah kazaklı, her zamanki gibi dağınık saçlarıyla bana bakıyordu.

 

Selim'in yanıma oturduğunu saçlarımda hissettiğim eliyle fark etmiştim.

 

Sanırım o da fark etmişti, saçlarımla oynayınca sakinleşen bir huyum vardı.

 

Bunu genelde babam yapardı, önce kocaman sarılır ardından saçlarım ile tek tek oynardı.

 

"Efsun," dedi sıcak nefesi boynuma değerken.

 

Bakışlarımı birkaç saniyeliğine resimden ayırıp gözlerine çevirdim.

 

Göz altları kızarmış gibi dururken pür dikkat yüzümü inceliyordu.

 

"Önce evden, sonra çerçeveden gitti Selim," dedim cılız çıkan sesimle.

 

Evde ki odası hala duruyordu. Kimse ne odaya girmeye ne de eşyaların yerini değiştirmeye cesaret edemiyordu.

 

Bazen hala "Abi," diyordum evin içinde gezerken. Artık farklı olan tek şey "abim," diyen birinin olmayışıydı.

 

"Bak ben çok özür dilerim. Kırılmasına ben sebep oldum ama söz," dedi çenemden tutup beni kendine çevirirken.

 

"Belki o eve geri getiremem ama çerçeveye geri getirebilirim abini."

 

Buğulanan gözlerimden ağlayacağımı fark edince düşünmeden boynuna sarıldım.

 

Şu an tek ihtiyacım olan buymuş gibi hissettiren adama sıkıca sarıldım.

 

Yanağımdan süzülen yaşlar omzunu ıslatırken ellerini belimde hissettim.

 

"Ben Selim olmaya devam ettiğim sürece yaraların bir daha hiç kanamayacak Efsun. Söz veriyorum," diye fısıldadı kulağıma.

 

Saçlarımı düzeltip burnunu biraz daha bastırdı.

 

Gözyaşlarımı elimle kurulayıp geri çekildim. Ağlarsam gözlerim kızarırdı, birazdan gideceğimiz toplantı da öyle görünmek istemediğimden kendimi çabuk toparladım.

 

"Bende sana söz veriyorum, Selim'e dokunabilmek için ne yapmam gerekiyorsa yapacağım. Sana yardım edeceğim."

 

Gülümsedi, buruk gibi, kırgın gibi yüzüme bakıp gülümsedi.

 

Ulaş onun kimliğiydi. Komutan tarafıydı, Selim ise askerlerine abi olan, etrafındakilere kendini sevdiren bir çocuğa benzeyen tarafıydı.

 

Masanın üzerinde ki dosyayı kolumun altına sıkıştırdım.

 

Mesajı almış gibi aynı anda ayağa kalkıp yanıma geldi.

 

Ben masanın üzerinde ki telefonumu da yanıma alırken Selim de beresini düzeltip adımlarımı takip etmeye başlamıştı.

 

TUĞRUL ALTINOK yazan odanın önüne geldiğimiz de kapıyı çalan ben oldum.

 

Kapıyı açan Albay bizi görünce gülerek selam verdi.

 

"Hoş geldiniz çocuklar," dedi gülerek.

 

Selim anında hazır ola geçerek "Sağol!" diyerek cevapladı.

 

"Rahat Karacalı, rahat," dedi albay gülerek omuzuna vururken.

 

Bade sayesinde Albay ile olan samimiyetimizi ilerlemiştik. İş dışında bizim için Tuğrul amca olmuştu artık.

 

"Raporlar hazır," dedim elimde ki dosyayı gösterirken.

 

"Tebrik ederim Efsun kızım, oldukça başarılı bir süreçti. Haydi o zaman, siz de geldiğinize göre toplantıya geçelim."

 

Albay önde biz arkada ilerlerken daha önce hiç görmediğim bir odaya gelmiştik. Siyah ve ahşap renklerin hakim olduğu odada sadece upuzun bir masa ve bir projeksiyon vardı.

 

Masada daha önce hiç görmediğim ama rozetlerinden kim olduklarını tahmin ettiğim kişilerin yanında Burak ve Ercüment de vardı.

 

İkisi de bakışlarımız buluşunca tebessüm ederek kısa bir baş selamı verdiler.

 

Albay gerekli açıklamayı yapıp yerine otururken biz de yerlerimize oturmuştuk.

 

"Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Bugün çok kıymetli meslektaşımız, evladımız Ulaş Selim'in göreve devam edip edemeyeceğini kararlaştırmak üzere toplandık," diyerek ilk girişi masanın en ucunda oturan kel birisi yapmıştı.

 

Rütbelerini bilmiyordum.

 

"Önceki fizyoterapistimiz Handan Hanım emekli olunca yerine Efsun atandı. Daha genç yaşlarında olmasına rağmen geçmişi oldukça önemli başarılarla dolu," dedi Erdem komutan önünde ki dosyayı incelerken.

 

Onu tanıyordum, Albayın odasında karşılaştığımız zaman oldukça yardımcı olmuştu.

 

"Atandıktan sonra ilk hastası oldu Ulaş, aslında iki taraf için de önemli bir vakaydı bu Komutanım," dedi yan tarafında ki adama dönerken.

 

"Öyle Erdem. Şimdi öncelikle Efsun'un verdiği raporlara ve bilgilere bakacağız. Ardından Ulaş ile kısa bir soru cevap yapıp kararımızı vereceğiz."

 

Ahmet Komutan en rütbeli olanıydı. Son sözü o söylerdi hep. Elimde ki raporları önlerine bırakırken açıklamaya başladım.

 

"Vakanın en başında bacaklarında ve kollarında oldukça derin yaralar vardı. Kollarında olanlar bir problem teşkil etmezken batan parçaların dizine gelmesiyle yürümekte zorlanıyordu. Yaptığımız tedavi boyunca bunları göz önünde bulundurarak devam ettik. Bize ayrılan süre de tedavimiz tamamlandı, önünüzde ki raporlarda detaylar yazıyor."

 

Erdem komutan elinde ki dosyayı inceledikten sonra yan tarafında ki adama uzattı.

 

Ahmet Komutan boğazını temizleyip masanın üzerinde ki ellerini birbirine kenetledi.

 

"Raporlar tedavinin iyi geçtiği yönde," diye başladı cümlesine.

 

Herkes artık pür dikkat onu dinliyordu. Ercüment ve Burak da oturuşlarını düzeltip dinlemeye başladılar.

 

"Kısaca sizlerle de konuşmak isterim çocuklar. Bir daha böyle bir duruma düşmek istemem biliyorsunuz."

 

Bakışları önce herkesin üzerinde tek tek gezinirken ardından sadece bana döndü.

 

"İlk görevin olmasına rağmen oldukça başarılı kızım. Tebrik ederim."

 

Dudakları gülümser gibi hafifçe yanlara kıvrılırken kafamı sallayarak küçük bir teşekkür ettim.

 

"Şu son bir buçuk ay hepimiz için çok zor geçti. Aramıza yeni katılanlar da oldu. Yavuz ve Burak. Onlar da kısa sürede uyum sağlayarak oldukça başarılı mücadeleler gösterdiler. Keza Ulaş da tedavisini ona ayrılan zaman da tamamlayıp söz verdiği gibi aramıza döndü. Sözlerime başlamadan önce bunları da dile getirmek istedim."

 

Bizim dörtlü kendi arasında ufak bir sözsüz tebrik faslı yaşarken Ahmet Komutan tekrar söze başladı.

 

"Vaktinizi fazla almayayım. Zaten her şey ortada. Şimdi söyle bakalım Karacalı, bıraktığın yerden devam ediyor musun?"

 

Selim'in bakışları hepimizin üzerinde tek tek gezindi. Oturduğu yerden hazır ola geçip sesini düzeltti.

 

"Hiç bırakmadım ki Komutanım."

 

Komutanlar kendi arasında gülerken Ercüment Burak'ın kulağına bir şeyler fısıldadı.

 

"O zaman bir de arkadaşlarına soralım. Ardından kararı açıklarız."

 

Bu kez konuşan Erdem komutan olmuştu.

 

"Burak ve Ercüment teğmenim, sizlerin söylemek istediği bir şey var mı?"

 

Onların kararı da etkili olacaktı, bir ay boyunca timde Selim'in eksikliğini yaşayanlar onlardı.

 

Ercüment ve Burak önce Selim'e bakıp ardından kendilerini izleyen komutanlarını cevapladı.

 

"Bir ay ayrı kalmak bize yetti de arttı Komutanım."

 

Ercüment cümlesini bitirir bitirmez Burak devam etmişti.

 

"Ulaş komutanımı aramızda görmek isteriz artık. Siz de uygun görürseniz," diyerek gülümsedi.

 

Selim ikiliye başını sallayarak teşekkür ederken Ahmet komutanla beraber herkes ayağa kalkmıştı.

 

"Aldığımız karara göre," Cümlesine devam etmeden önce onu izleyen bakışlarımızı süzdü.

 

"An itibari ile görevin kaldığın yerden senindir Karacalı."

 

"Sağol!" Selim olduğu yerde hazır ola geçip komutanlarına teşekkürünü etmişti.

 

Komutanlar tek tek Selim ile görüşüp odadan ayrılırken biz bize kalmıştık.

 

"Heyt be," dedi Ercüment neşeyle.

 

"Seninle sırt sırta mücadele etmek için sabırsızlanıyorum Komutanım," dedi Burak Selim'in elini sıkarken.

 

"Daha önümüzde çok zaman var Şanlı," dedi gülümsemesi büyürken.

 

Ercüment ve Burak ardı ardına cümleler kurup Selim ile konuşurken Selim'in bakışları bana çevrilmişti.

 

"Efsun?"

 

Bense orada olduğumu unutmuş gibi onları izliyordum. Aramızda ki mesafeyi kapatmak için attığı adımları hızlandı.

 

"Biz çıkalım hızır," diye fısıldadı Ercüment Burak'ın kulağına.

 

Başka bir şey demeden onlar odadan çıkarken biz de baş başa kalmıştık. Az önce komutanlarla beraber toplantı yaptığımız odada..

 

"Selim?"

 

Beresini çıkarırken karışan saçlarını eliyle düzeltti. Önce beresine gururla baktıktan sonra gözlerimi buldu bakışları.

 

"Bu berenin anlamı bende çok özel. Onu bana geri verdiğin için tekrar defalarca kez teşekkür ederim."

 

Beresine, üniformasına aşık birisiydi. Bütün aşkı uğrunda savaştığı al bayraktı.

 

"Ben teşekkür ederim. Benim için oldukça keyifli bir süreçti."

 

Hala tedavinin bittiğine inanmayan bir tarafı vardı. Ne zaman bittiğinden konu açılsa kaşlarını çatıp sessiz kalıyordu.

 

O önde ben arkada dışarıya çıktığımız da derin bir nefes aldım. Bulunduğumuz koridor da birçok asker vardı. Bir kısmı oradan oraya koşarken bir kısmı birbiriyle sohbet ediyordu.

 

"Oo Ulaş Komutanım," diye koşarak yanımıza gelen askere bir bakış attım.

 

Daha önce birkaç kez Mert'in yanında görsem de adını bilmiyordum.

 

"İsmet?"

 

İsmet olduğunu öğrendiğim asker Selim'e bir selam verdi. Bana da gülümseyerek başını sallamıştı.

 

"Döndünüz demek Komutanım. Allah bir daha ayırmasın."

 

Bütün Askeriye dört gözle Selim'in dönüşünü beklemiş gibiydi. Herkes tarafından tanınması da başka bir mevzuydu.

 

"Döndüm aslanım. Sağ olasın."

 

İsmet söylemek istediği başka şeyler de varmış gibi olduğu yerde huzursuzca kıpırdanıp dururken Selim onu inceliyordu.

 

"Komutanım, ben baba oluyorum," dedi bir anda.

 

Selim'in kaşları şaşkınlıkla havalanırken bende kocaman gülümsedim.

 

"Tebrik ederim," dedim.

 

"Sağ olasın yen-, doktor abla."

 

Heyecandan yerinde duramayan bir hali vardı.

 

Selim aniden öne atılıp sıkıca sarıldı karşısında gülüp duran İsmet'e.

 

"Oldu demek sonunda ha?"

 

İsmet babasına sarılır gibi güvenle sarılmıştı Selim'e.

 

"Tedaviler işe yaramış Komutanım. Geçen izne gittiğimde öğrendik. Daha minicik, bir aylık," dedi gözleri dolarken.

 

Ben konuyu yeni yeni anlamaya çalışırken İsmet dolan gözlerini eliyle kuruladı.

 

"Allah analı babalı büyütsün," dedi Selim.

 

Birkaç saniyeliğine sessiz kaldıktan sonra elini İsmet'in omzuna vurdu.

 

"O zaman verdiğimiz sözü tutmanın vakti de geldi?"

 

İsmet bir süre düşündükten sonra dudakları yukarıya kıvrıldı.

 

"Kaya ile konuş, bilgileri o sana verir. Ben revire haber veririm."

 

"Çok çok teşekkür ederim Komutanım," diyen İsmet koşarak yanımızdan uzaklaşırken biz de bahçeye çıkmıştık.

 

Revire doğru ilerlerken bankların önünde durdu. Bedeni bana doğru dönerken ayakta durmamak adına arkamda kalan bankların birine oturdum.

 

"Söz?"

 

Yanıma oturduğunda bakışları tekrardan bana dönmüştü.

 

"İsmet, acemilerden. Geçen sene evlenmişti ama çocukları olmuyordu. Tedaviye başlamışlardı. Gerisi duyduğun gibi işte," devam etmeden önce bir süreliğine nefes almak için sessiz kaldı.

 

"Çok umutsuzdu. Bir gün konuştuğumuzda söz vermiştim. Gerçi o zaman Yiğit de vardı. 'Sen baba olacaksın, biz de burayı şenlik yerine çevireceğiz. Sen umudunu kaybetme yeter,' demişti ikimiz adına da."

 

Artık alışmıştım Yiğit'e, Yiğitli anlara..

 

Bugün aldığımız güzel haberler çoğalıyordu. Aniden aklıma gelen fikirle gülümsedim.

 

Selim'in doğum gününü kutlamak istiyordum, bugün hem İsmet'in baba olacağını öğrendiğimiz gündü hem de Selim'in göreve dönüş günüydü.

 

Hepsini bir arada kutlayabilirdik. Öncesinde İsmet ile konuşup ondan da fikir almam gerekiyordu. Ardından Kaya ile detayları konuşabilirdim.

 

"Yiğit'in sözleri artık Selim'e emanet," dedim.

 

Artık adını duyduğunda gözleri dolmuyordu. Bir noktaya dalıp burukça gülümsüyordu.

 

"Öyle."

 

Ecem'in askerlerden birini yolcu ettiğini görürken el salladım.

 

Bizi görünce adımları bizden tarafa hareketlenmişti.

 

"Ee nabersiniz?"

 

Gelir gelmez neşeyle aramıza oturmuştu.

 

"Ece? Neyse iyi oldu geldiğin bende İpek ve sana bir şey soracaktım."

 

Ecem, Ece dediğini duyar duymaz gözlerini devirirken bense gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

Selim oturduğu yerden biraz daha geriye kayıp arada ki mesafeyi açarken Ecem bacak bacak üstüne atmıştı.

 

"Dinliyorum? Ama dur İpek'i de çağırayım o zaman."

 

Koşarak tekrar revire ilerlerken Selim sesli bir nefes verdi.

 

"Bu kızı hiç anlamıyorum."

 

"Ece demesen düzelir belki?" dedim gülmemek için dudaklarımı dişlerken.

 

"Düzelmez. Böyle kabulleneceğiz artık," dedi yüzümü incelerken.

 

Ecem İpek'in koluna girmiş bizim yanımıza ilerlerken Selim ayağa kalkmıştı.

 

Ecem ve İpek bankta yanıma otururken Ecem Selim'i inceliyordu.

 

"Teşekkür ederiz yer verdiğin için."

 

Bu kez gözlerini deviren Selim oldu.

 

"Sen zaten yer olmasa da otururdun bir şekilde İpek'i de arada ezme diye ben kalkayım dedim."

 

İpek ne oluyor bunlara dercesine gözlerime bakarken boşver anlamında başımı salladım.

 

"Ulaş? Bir şey soracakmış dedi Ecem?"

 

İpek Selim'i benden önceden tanıyordu. Hem Akın'ın arkadaşı oluşundan hem de artık zamanla birbirlerini tanıdıklarından aralarında soğukluk yoktu.

 

İsmet'in durumunu kısaca anlattı Selim.

 

"Bizim her zamanki yer belli, Kaya'nın amcasının yerini biliyorsunuz. Akşama orada toplanacağız. İsmet'in birkaç arkadaşı da olacak. Gelmek isterseniz,"

 

Selim cümlesini tamamlayamadan Ecem teklifi havada kabul etmişti.

 

"Ben alıştım artık sizinkilerle zaman geçirmeye sanırım. Baksana kaçıncı etkinlik oldu bu."

 

İpek bana fikrimi sorarken gidebileceğimizi söyledim.

 

Ecem'in ardından o da kabul etmişti. Artık Akın'ın olmasını da sorun etmiyordu. Aralarında ki buzlar tamamen erimese de zamanla o da olacaktı.

 

"Akşam altı gibi geçeriz biz. Siz de o zamana gelirsiniz."

 

Başka bir şey söylemeden yanımızdan ayrılmıştı.

 

Ecem hızla ayaklanıp karşımıza geçerken İpek bana biraz daha yaklaşmıştı.

 

"Yemin ederim odun bu adam. Enişte dedik bağrımıza basalım dedik, laf sokmaktan beter etti."

 

İpek beni şaşırtarak gülerken benim yanaklarım anında kızarmıştı.

 

"Enişte ne kızım? Sus bir duyan olacak."

 

Ne var, dercesine gözlerini gözlerime dikerken kocaman gülümsedi.

 

"Neyse onu boşverin de bir an önce işleri bitirip eve gidelim. Hazırlanacağız daha."

 

Benim artık günlük hastam yoktu. Bir sonra ki hastanın ne zaman geleceği de belli değildi. İpek ve Eceme göre bana daha az ama sürekli hastalar geliyordu.

 

"Benim işim bitti aslında, hastam yok başka," dedim.

 

Ecem'in gittikçe solan gülümsemesiyle beraber elini omzuma attı.

 

"Desene artık komutanın tedavi de bitti. Ama takma kafana, onun başka tedaviler bitmedi anlaşılan."

 

Ortamdan kaçmak için İsmet ile konuşacağımı söyleyip yanlarından koşarcasına ayrıldım.

 

Onlar da pansuman için tekrar revire girmişlerdi.

 

Kalabalık olan bahçede gözlerim İsmet'i ararken ağacın dibinde oturup telefona bakan İsmet'i görmüştüm.

 

Geldiğimi görünce ayağa kalkıp karşıma geçmişti.

 

"Bir sorun mu var abla?"

 

Artık askeriyenin ablası Efsun da olmuştuk.

 

"Yok. Bir soru soracağım sadece," dedim.

 

Tabii dercesine kafasını salladı.

 

"Bugün akşam kutlama için bir araya geleceğiz ya, onu söyleyecektim. Geçen günlerde Selim'in doğum günüydü. Biliyorsun Yiğit olmayınca o da kutlamak istemedi. Göreve de geri döndü artık. Bende düşündüm ki, bir araya gelmişken hepsini beraber mi kutlasak?"

 

İsmet anında gülümsedi.

 

"Kutlayalım tabii abla. Zaten Komutanım bu süreçte bana çok yardımcı oldu. Bende ona teşekkür etmiş olurum. Siz merak etmeyin ben tanıyorum Hayri amcayı, dekorasyon için konuşurum ben."

 

Birkaç detay daha konuştuktan sonra teşekkür ederek Kayayı bulmaya gittim.

 

Her zamanki gibi yola bakan duvarın dibinde sigara içiyordu.

 

"Kaya?"

 

Sigarasından son bir nefes daha alıp çöpe attı.

 

"Efsun?"

 

Kaya ile aynı yaşta olduğumuz için abla demiyordu ama oldukça samimi bir Efsun deyişi vardı.

 

İsmet ile konuştuklarımızı ona da anlattım. Daha önce güldüğünü görmediğim dudakları burukça gülümsedi.

 

"Doğum günü? Güzel düşünmüşsün. Olur."

 

İfadesi yeniden eski haline dönerken aklıma Ecem'in sözleri gelmişti.

 

'Kaya, doğduğu günü bilmiyormuş.'

 

Çok ayrı bir hikayesi vardı. Herkesten olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu. İçinde kendinden bile sakladığı bir çocuk vardı, hikayesini çok merak etsem de o anlatana kadar kimse öğrenemeyecekti.

 

"Gelmek istersen tabii," dedim.

 

Öne eğdiği başını kaldırıp gülümsedi.

 

"Gelirim Efsun."

 

Teşekkür edip yanından ayrılırken derin bir nefes almaya çalıştım nafile olduğunu bile bile. Eceme eve gideceğimi söyleyen bir mesaj attım.

 

Yürüyerek de kısa sürede varabilirdim, onlar işlerini bitirip geleceklerdi.

 

Odamdan çantamı ve telefonumu alıp eve doğru yürümeye başladım. Hayri amca bütün organizasyonu hallediyordu, eksik olan bir şeyler daha vardı. Hediye almam gerekiyordu.

 

Bulunduğumuz yer dolayısıyla gezip hediye alacak fırsatım yoktu. Evde bir şeyler yapmayı düşünsem de yapabileceğimi düşündüğüm bir şey yoktu.

 

Eve ulaştığımda kapıyı kapatıp kendimi salonda ki koltuğa bıraktım. Hem düşünmek için hem dinlenmek için oluşuna bu vakti değerlendirdim.

 

Düşünmeye devam ederken odama çıkıp kırmızı bir elbise seçmiştim.

 

Askıda ki elbiseye uzandığım sırada yere düşen şeye döndü bakışlarım.

 

İzmir'e gittiğimizde aldığım bir bileklik. Vitrinde görünce almak istemiştim, erkek bilekliğiydi ama Alp'e veririm diye düşünmüştüm.

 

Meğerse o bileklik Selim'in hediyesiydi..

 

Gümüş zincir bir bileklikti. Yerde ki siyah kadife kutuyu usulca elime alıp masaya koydum.

 

Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi olmuştu.

 

Elbisemi giyip saçlarımı yapmaya başlamışken saat dörde geliyordu.

 

Açılan kapıdan anladığım kadarıyla İpek ve Ecem de gelmişti.

 

Maşa yapmayı bitirdikten sonra salona kızların yanına gittim. İpek giyinmek için odasına giderken Ecem mutfakta bir şeyler atıştırıyordu.

 

"Badeye haber vermedik biz," dedim bir anda.

 

"Ercü haber verecekmiş ona," dedi ağzına bir kaşık daha mısır gevreği katarken.

 

Tabağını bitirdikten sonra o da giyinmek için odasına gitmişti. Ben artık hazırdım, diğerlerinden önce gidip kontrol etmeliydim.

 

Yaklaşık yirmi dakika sonra Ecem ve İpek de hazırlıklarını bitirip geldiklerinde yola çıkmıştık.

 

Arabayı her zamanki gibi İpek kullanıyordu. Ecem'in ve İpeğin ortak parası ile alınmış bir arabaydı bu ama Ecem'in ehliyeti yok hükmündeydi.

 

Artık yerini benimde öğrendiğim mekanın önüne geldiğimiz de hep birlikte arabadan inerek giriş yapmıştık.

 

"Kızlar," diye el sallayan Badeyi buldu gözlerim.

 

Siyah bir tulum giymişti, kumral saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Oldukça güzel görünüyordu.

 

O da yanımıza gelirken artık salona girmiştik. Hayri amcanın gitmesi gerektiği için yerine Aliyi bırakmıştı.

 

Daha önce Tuna'nın düğününü kutlamak için geldiğimiz masa bu kez balonlarla süslenmişti.

 

"Pasta mutfakta, bakmak ister misin abla?"

 

Ben Ali ile mutfağa geçerken kızlar masaya çoktan kurulmuştu.

 

Mutfak gri, mermer bir tezgahtan ve bir ocaktan ibaretti.

 

Tezgahın üzerinde ki pastayı önüme koydu Ali.

 

Çikolatalı, üzerine henüz mum dikilmemiş bir pastaydı.

 

"Pasta bu abla, ustam ayarladı. Size göstermemi söylemişti. Var mı başka istediğin bir şey?"

 

Bir köşede durmuş dikilmeyi bekleyen mumları uzandım.

 

Beş tane vardı, elim sadece birine gitti. Diğerlerinden daha uzun duran beyaz muma..

 

Pastanın üzerine dikkatle yerleştirirken Aliye gülümsedim.

 

"Şimdi tamam oldu. Çok teşekkür ederim size de emekleriniz için."

 

Ali de aynı şekilde gülerek cevap verdi.

 

"Ne demek abla. Görevimiz bu. Ama nasıl yapalım? Sen mi götüreceksin pastayı?"

 

Bunu bende düşünmemiştim. Ercüment'e ya da Burak'a da götürtebilirdik ya da direkt Ali de götürebilirdi ama ben götürmek istiyordum.

 

Selim'in yıllar sonra tek mumla üfleyeceği pastaydı bu..

 

"Olur, gelsinler hallederiz o zaman."

 

Ali mutfakta kalırken ben kızların yanına geçmiştim. Mert, Kaya ve Yavuz da gelmişti.

 

Hepsine Hoş geldin deyip yerime oturdum. Çok geçmeden diğerleri de gelmişti. Selim siyah bir kısa kollu ile siyah bir pantolon giymişti.

 

Artık aşinası olmuştum, Selim'in siyahı..

 

Herkes birbirine Hoş geldin deyip yerlerine otururken samimi bir sohbet başlamıştı.

 

Selim hariç herkes biliyordu doğum günü konusunu. Ercüment'e işaret yaptığım sırada o Selim'i de konuya dahil ederken ben de usulca mutfağa geçmiştim.

 

"Buyur abla."

 

Alinin uzattığı pastayı elime alıp duruşumu düzelttim. Titreyen ellerimle pastayı düşürmemek için mücadele ederken çoktan mutfaktan çıkmıştım.

 

Arkamdan gelen Ali ışıkları daha düşük bir seviyeye ayarlarken herkesin bakışları bana dönmüştü.

 

"İyi ki doğdun Ulaş," nidalarının arasından kulağıma gelen iyi ki doğdun komutanım kısmı gülümsetmişti.

 

Ben Selim'in sandalyesinin arkasında dururken Selim de ayağa kalkmıştı.

 

Bakışlarında ki şaşkınlık bir çocuğu andırırken gülümseyerek pastayı önüne doğru uzattım.

 

Bakışları yüzümden pastaya inerken mumu gördü. Üflenmeyi bekleyen tek mumu.

 

"Dilek tut, tek bir mum, kabul olmasını çok istediğin tek bir dilek," diye fısıldadım ikimizin duyabileceği seviyede.

 

Gözleri gözlerimi bulurken birkaç saniye öyle kaldı. Ardından derin bir nefes alıp mumu üfledi.

 

Herkes alkışlamaya başlarken ben de elimde ki pastayı masaya bırakmıştım.

 

Pastayı bırakır bırakmaz boynuma sarılan kollar şaşırtırken öylece kalakalmıştım.

 

"Teşekkür ederim Efsun," diye fısıldadı kulağıma.

 

Masadan duyduğum mırıltıları anlayamasam da tahmin edebiliyordum.

 

Selim geriye çekilirken yine hapşırmıştı. Ercüment durumu fark edince kolundan tutup kendine doğru çekti Selim'i.

 

"İyi ki doğdun kardeşim," derken sıkıca sarıldı.

 

Ercüment geriye çekilirken yanında ki Burak elini uzatıp Selim'in elini kavradı.

 

"Nice yıllara Komutan."

 

Selim başını sallayarak teşekkür ederken bütün ekip tek tek doğum gününü kutlamaya başlamıştı.

 

Sıra en son Kayaya geldiğinde elini havaya kaldırdı. Selim Kayanın havadaki elini avuç içine çarpıp gülümsedi.

 

"Doğum günün kutlu olsun abim."

 

Selim Kayayı göğsüne çekip sarıldı.

 

Ben çantamdan hediyemi çıkarırken herkes yerlerine geri oturmuştu.

 

Yanıma gelen Selim'e elimde ki kutuyu uzattım.

 

"Hediye de mi aldın?"

 

Almıştım, farkında olmadan hemde.

Başımı sallayıp kutuyu biraz daha öne uzattım. Eline aldığı kutuyu inceledikten sonra açtı.

 

"Bu," dedi cılız çıkan sesi.

 

"Bu çok güzel Efsun, teşekkür ederim."

 

Sarılmak ve sarılmamak arasında ki ince çizgide kaldığını gördüğümde bu kez öne atılan ben olmuştum.

 

Kollarımı usulca beline dolarken sakallarını saçımda hissetmiştim.

 

"Bana böyle hissettirme Efsun," dedi fısıldarken.

 

"Kibriti düşün, o da yanarken karşısındakini de yakmıyor mu?"

 

Belimde ki elleri biraz daha sıkılaşırken Akın'ın boğazını temizlemesiyle geri çekilmiştik. Ben yerime otururken Selim kutudan çıkardığı bilekliği bileğine takıp kutuyu cebine kattı. Benden başka hediye alan olmamış diye düşünürken Berker öne atıldı.

 

"Benimde bir hediyem var Komutanım."

 

Elinde ki küçük kutuyu Selim'e uzattı.

 

Selim Berker'e teşekkür ettikten sonra kutuyu açtı.

 

Bilekliğe benzeyen, gümüş bir kolyeydi bu.

 

"Yiğit Komutanımın kolyesi, size bırakmıştı. Geçen gün yere düşürmüşsünüz, kırıldığını görünce tamir ettim."

 

Selim kolyenin üzerinde parmaklarını gezdirirken boynunda ki künyeyi tshirtünün üzerine çıkardı. Kolyeyi de boynuna takıp içeriye kattı.

 

"Sağ olasın," dedi Berker'e gülümserken.

 

Cebinde ki künyeyi çıkarıp gösterdi Berker.

 

"Onlar hep bizimle Komutanım, teşekküre gerek yok."

 

Onlar gözleri ile bizim anlamadığımız bir şeyler konuşurken Ali pastayı servis etmeye başlamıştı.

 

Herkesin önüne tabaklarını verdikten sonra o da Akın'ın yanına geçip oturdu.

 

"İsmet'i tebrik etmek için gelmemiş miydik biz buraya?"

 

Selim yavaşça yavaş şaşkınlığını üstünden atarken İsmetin neşeli kahkahası duyuldu.

 

"Sanki sürekli bir araya mı gelebiliyoruz böyle Komutanım? Gelmişken hem beni tebrik edersiniz, hem de sizin doğum gününüzü kutlarız diye düşündük. Gerçi hakkını yiyemem Efsun abla düşündü," dedi çöpçatan bakışları bana dönerken.

 

Söylenmesi gerekenler söylenmişti, fazlasına gerek yoktu. Herkes kaldığı yerden sohbetine devam ederken günün geri kalanı hep İsmet'e özel olmuştu.

 

Evliliğinden, hayallerinden bahsediyordu. Elif ile tanışma hikayesini beşinci kez de anlattıktan sonra artık saat geç olmuştu.

 

Evlere dönmek için herkes arabasına yönelirken İpeğin önderliğinde biz de evimize gelmiştik.

 

Oldukça yorucu bir günün ardından herkes eve gelir gelmez odalarına çekilmişti.

 

Üzerimi değiştirip makyajımı temizledikten sonra yatağıma uzanıp yorganımı üzerime örttüm.

 

Komodinin üzerinde ki telefonumdan gelen bildirim sesiyle telefonu elime aldım.

 

Selim mesaj göndermişti.

 

Teşekkürler, Selim'e elini bir kez daha uzattığın için.

 

Özür dilerim, yanan kibritin ucunda sende yandığın için..

 

                                                                            ♡

 

Evett, okurballarımız tekrardan merhaba. Liva sizi çok seviyor ve bunu kesinlikle bilin istiyor :)

 

Bölüm diğerlerine göre biraz geç kaldı ama kısa tuttum bu bölümü. Çünkü önemli detaylar vardı, artık göreve de kaldığımız yerden devam ediyoruz alırız bir hayırlı olsun :)

 

Son olarak, kurgu nasıl gidiyor? Yorumlarınız neler? Yorumlarda buluşmak için sabırsızlanıyorum...

 

Liva'dan çokça sevgi...♡

 

 

Bölüm : 23.08.2024 22:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...