67. Bölüm

45.BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

Herkese merhaba uzun zaman sonraaa. Bu bölümü hep bu olaya ayırmış gibi olduk ama bence değdi finale son 5 bölüm artık… keyifli okumalar…

 

                               *
 

 

Sabah, odanın içine süzülen solgun ışıkla başladı. Yatak odamız gündüzü ilk selamlayan mekanlardan birisi olabilirdi. Pencerenin ucundan esen serin rüzgâr, perdeyi nazikçe dalgalandırıyor, odaya taze bir bahar kokusu taşıyordu.

 

Uykulu gözlerime vuran güneş ışıklarına rağmen gözlerimi ağır ağır açtım. Uyanışımın ilk saniyeleri hâlâ bir düşle gerçeğin arasında asılıydı. Başımı yana çevirdiğinde, Selim’i gördüm. Yanımda, yatağın sıcaklığında, yüzünde derin ama huzurlu bir uyku iziyle uyuyordu. Uyurken daha genç görünüyordu; gergin çizgiler silinmiş, göz kapaklarının altında bir çocuğun uykusu saklanmış gibiydi. Uykulu, dalgın yüzüne bakmaya devam ettim. Son yaşananlardan sonra o da yeterince yorulmuştu. Evleneli birkaç ay kadar oluyordu ama yıllardır evliymişiz gibi bir sıcaklığı vardı içimde. Aynı çatı altında uyanmak, onun nefesini duymak, sabahın ilk anlarında birlikte olmak… Bunlar hâlâ kalbimde hayretle karışık bir şükür uyandırıyordu.

 

Selim uyanmadan usulca yataktan çıktım. En ufak bir sese kıpırdandığından evde ajan gibi gezer olmuştum. Ayak parmaklarımın ucunda yürüyerek mutfağa geçtim. Güne kahveyle başlamak öğrenci evimden sonra bir alışkanlık haline gelmişti. Ama ocağa kahveyi koyduğu anda, midemde bir sancı belirdi. Hafif bir dalga… Sonra ikinci, üçüncü… Ani, bastırıcı bir mide bulantısı yükseldi. Bir şey midemi sımsıkı sıkıyor gibiydi. Elimi tezgâha dayadım, derin bir nefes aldım. İçimden ona kadar sayıp derin bir nefes aldım. Kahve kokusu aniden itici gelmeye başlamıştı. Halbuki en sevdiğim kokulardan biriydi. Burnumu tuttum, ağzımı elimle kapatıp önce ocağı kapattım ardından hızlı adımlarla banyoya yöneldim. Birkaç dakika sonra döndüğümde Selim uyanmıştı, yatak hâlâ dağınıktı ama o mutfakta endişeli gözlerle beni bekliyordu. “İyi misin?” diye sordu Selim, sesinde ki endişe her bir kelime de kendini belli ederken.

Derin bir nefes almaya çalışıp başımı salladım. “Sanırım biraz midem bulandı. Belki açlıktan olmuştur.”

Selim yaklaştı, alnıma elini koydu. “Ateşin yok.”

“Geçer… Belki dün yediğim bir şey dokunmuştur.”

“Bugün dinlen sen. Timdekiler gelmeden yemeği ben hallederim,” dedi Selim gülümseyerek. Evleneli birkaç ay olmasına rağmen doğru düzgün misafir çağıramadığımız için en ağır misafirler ile başlamıştık serüvene. Gözlerimi devirdim. “Sen makarna yaparsın, çay demler, sonra ‘bu da yemek sayılır’ dersin.”

Selim omuz silkti. “Ne var bunda, timde de öyle yapıyoruz.” Gayet ciddi görünüyordu. Biraz daha iyi olduğumu hissedince en azından yardım etme teklifimi kabul ettirdim. Menüyü önceden hazırladığım için sonra ki aşamalar kolay olmuştu. Saat ilerledikçe evin içi kalabalığa hazırlanır gibi görünüyordu. Her zamanki ciddiyetimle masayı kurmuştum. Bardaklar, çatallar, peçeteler; her şey yerli yerindeydi. Bu hep dikkat ettiğim bir adım olmuştu. Ama hazırlık sırasında zaman zaman durup mutfağın kapı eşiğine yaslandığım, gözlerimi kapattığım anlar olmuştu. Yemeklerin kokusu midemi bulandırıyordu. Özellikle soğan ve yağ… Başımı çevirmek, havayı kesmek istiyordum ama misafirler gelecekti. Zamanımız az kalmıştı ayrıca Selim bu hastalığın ilerlediğini öğrenirse her şeyi boşverip benimle ilgilenmeye devam edecekti. Soğuk algınlığı olduğunu düşündüğümden büyütmeye gerek yoktu. Endişeli halleri daha huysuz oluyordu… Saat yediye doğru kapı çaldı. Bulanan mideme inat yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirip açtım kapıyı. İçeri giren ses, kahkaha, tokalaşmalarla ev bir anda canlandı. Selim’in timinde ki bütün askerler ve onların eşleri, benim arkadaşlarım olan ekiple ev birden neşeli bir hale dönmüştü. Eve girdikleri anda çizmeleri çıkarmış, evimizin salonunda yıllardır geliyormuş gibi rahatlamışlardı. “Komutanımın evine misafir olmak başka bir duygu!” diye bağırdı Yavuz.

“Bir de çeyrek altın taksaydın,” dedi Selim gülerek. Düğünde ki takı törenine imada bulunduğu için masada ki herkes gülüştü.

Herkesle sohbet etmeye çalışsam da yüzümdeki solukluk, gözlerimin altında biriken yorgunluk fark edilmeyecek gibi değildi. Ecem yüzümde bir şey arar gibi her detayını tek tek inceliyordu.

 

Sofra donatılmıştı. Herkes tabaklara saldırır gibi yemeklere yöneldi. Sadece ben olduğum yerde durup iştahla yemek yiyen ekibi izliyordum… Güneş, babasının kolları arasından sıyrılıp Selim’in kollarına gittiğinden Selim onunla meşguldü. Çorbanın kokusu bile midemi kaldırıyordu. Zorla bir kaşık aldım. Yutmak değil, koklamak bile zordu. Sessizce su içtim. Selim göz ucuyla beni izlerken bir yandan da Güneş’e yemek yediriyordu. “Devremi ehlileştirmişsin valla Efsun,” dedi Yiğit bir kaşık daha alırken. “Timde bu kadar sakin değil,” dedi Ercüment de. Mutfağa gitmek için ayağa kalktığımda yeniden yükselen bir bulantı dalgasıyla birkaç saniye öylece kaldım. Kimseye belli etmeden mutfağa gelip soğuk suyla ellerimi yıkadım. Selim hemen ayağa kalktı. Güneş’i yan tarafında ki Yiğit’in kucağına bıraktığında Yiğit kucağında ki bebeğe kısa bir bakış attı. Kapıyı açtığında tezgâha yaslanmış halimi abında fark etmişti.

“Efsun… yine mi?”

“Geçer… Lütfen uzatmayalım.”

“Yarın doktora gidiyoruz. Bu iş ciddi belli ki. Hastasın, ne demek uzatmayalım?” Kısa bir konuşmanın ardından yeniden salona döndüğümüzde biraz daha iyi hissediyordum. Erkekler yemekten sonra kendi arasında bir sohbete dalmışken Ecem’in beni çekiştirmesiyle kızlar mutfağa geçmemiz konusunda ısrar ediyordu.

 

“Efsun? Neden hasta olduğunu söylemedin,” dedi İpek. Hastayım desem günler öncesinden hazırlanmış yemek iptal olacaktı.

 

“Hiçbir şey yemedin zaten,” dedi Bade. Eylül, Rümeysa, Zeynep ve Yeliz arkadaşlarını onaylarken Ecem ve Merve beni pür dikkat incelemeye devam ediyordu.

 

“Gözler yorgun bakıyor,” dedi Merve.

 

“Koku hassasiyeti de başlamış,” dedi Ecem.

 

İpek anında beliren bir gülümsemeyle gözleri parlarken yanında ki Bade’nin kulağına bir şeyler söyledi. “Yani?”

 

“Benim hamilelik sürecine yoldaş geliyor, diyorum kızım,” dedi Ecem. Sözler bıçak gibi kesilirken ne kadar olduğunu bilmeden öylece baktım boşluğa. Hamile miydim? Bu ihtimali hiç düşünmemiştim. Ama bütün koşullar tek tek uyuyordu.

 

“Çifte teyze oluyoruz o zaman,” dedi Eylül. Selim yarın hastaneye beraber gitmek istese de onunla gidemezdim. Misafirler gittikten sonra hastalık konusunu yeniden açıp yarın hastaneye gideceğimizi söylediğinde kızlarla yaptığımız plana uyup onlarla gideceğimizi söyledim. Gelmek için ısrar etse de zorla ikna olmuştu. Yaptığı bitki çayını içtikten sonra dizlerine yattım.

 

“Güneş bugün hep seninle oynamak istedi,” dedim gülümseyerek.

 

“Aramızda kalsın ama en sevdiği amcası benim bence de,” dedi. Bebeklerle arası hep iyi olmuştu. Yeğenleri, benim yeğenlerim… Oğuz’un örnek aldığı tek kişilik olabilirdi şu an. “Tuna’ya baba deyişini duymadın mı?” dediğinde hafif bir şaşkınlıkla yüzüne baktım. Öyle içten söylemişti ki. “Baba, dediği an Tuna’ya her şeyi yaptırabiliyor. Bazen eğitim aralarında da görüntülü konuşuyorlar.” Biraz duraksadı. Bir şeyin hayalini kurar gibi belli belirsiz gülümsedi. Evlenmeden önce bu evin mutfağında beraber yemek yaparken kurduğumuz hayal gelmişti aklıma…

 

“İmrendin mi?”

 

Başını salladı. “Sen niye ağladın ki,” dediğinde tuttuğumu sandığım göz yaşlarının usulca aktığını fark ettim.

 

“Öyle duygulandım işte,” dediğimde avucumu öptü. O bebeklere olan sevgisini anlatırken benim gözlerim daha fazla dayanamayarak tamamen kapanmıştı.

 

*

 

Sabah olduğunda içimde tarifsiz bir his vardı. Bugün her şeyi öğreneceğim bir gün olacaktı. Selim’i işe gönderdikten sonra İpek’i aradım. Doktor bir arkadaşına beraber gidecektik. Hastaneye giderken bulanan midem bile dikkatimi dağıtamadı. İpek’in arkadaşı Derya Hanım bizi sıcak bir gülümsemeyle karşılarken önce birkaç soru sordu. Ardından kan tahlili istedi. Her şey sanki o kadar hızlı ilerliyordu ki… Sonuçların çıkmasını beklerken İpek elimi sımsıkı tuttu.

 

“Kan tahlillerinizin sonuçları geldi, Efsun Hanım,” dedi yumuşak bir ses tonuyla. Derya, önce İpek’e ardından bana baktı. “Ve size güzel bir haberim var.”

 

Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Gözlerim doktorun yüzünde gezindi, bir şey söyleyemiyordum. Sadece başımı hafifçe eğip, bekledim.

 

“Beta hCG seviyeniz oldukça yüksek. Bu da şu anlama geliyor…” Derya kısa bir duraksamayla devam etti. “Tebrik ederim, hamilesiniz.” Ellerim bir anda karnıma gitti, gözlerim nemliydi. O an dünyada sadece ben ve içimde yeşeren o minicik hayat vardı. Yanımda oturan İpek ise sevinçten ne yapacağını bilemiyordu.

 

“Canım benim…!” dedi İpek, gözyaşlarını gizlemeye çalışarak. “Bunu Selim’e nasıl söyleyeceksin?”

 

Başımı hafifçe salladım, dudaklarımda gizleyemediğim belirsiz bir tebessüm vardı. Gözlerim hâlâ uzaklara dalmış gibiydi.

 

“Henüz bilmiyorum,” dedim sessizce. “Önce kendim sindirmek istiyorum. Bu… öyle büyük ki. Birdenbire içimde bir hayat var, İpek. Onun kalbi benim kalbimde atıyor gibi.”

 

İpek, elimi tuttu. “Selim bu haberi duyunca deliye döner. Sevincinden ne yapacağını şaşırır. Ama haklısın, önce senin buna alışman gerek. Birkaç gün kendinle kal.”

 

Doktor Derya, birkaç öneri ve ilk haftalar için dikkat edilmesi gerekenleri anlattıktan sonra hastaneden çıktık. Güneş, gökyüzünde narin bir sıcaklıkla parlıyordu. Sanki dünya, bu sırrı onurlandırmak istercesine parlıyordu.

 

Aniden adımlarımı yavaşlattım. Elimi tekrar karnıma götürdüm. İçinden “Merhaba,” diye fısıldadım. “Daha baban bilmiyor, ama seni çok sevecek, eminim…”

 

*

 

Kızlar bu haberle havalara uçmuştu. Onlardan başka kimse bilmiyordu. Yaklaşık bir hafta sonrasında artık söylemeye karar verdim. Gün geçtikçe değişsen davranışlarımdan zaten Selim’in dikkatini çeker olmuştu. “Olan şeyin kokusunu alıyorsun da komşuların kavurduğu soğanın kokusunu nereden alıyorsun be güzelim,” diye söyleniyordu. İşten gece geç saatlerde geldiğinden yorgunluğu yüzünden akıyordu. Üzerini değiştirmek için yatak odasına gittiğinde takı kutumu kaybettiğimi söyledim. Yaklaşık yirmi dakika sonra geldiğinde elinde bir kutu vardı. Kalbim deli gibi çarpsa da bir şey yok gibi görünmeye çalıştım.

 

“Bahsettiğin kutu bu mu?”

 

“İçine bakmadın mı? Anlardık oradan,” dediğimde her şeyi anlayan adam dalgın dalgın yüzüme bakıyordu. Son hastalığından sonra iyice yorgun bir adama dönüşmüştü. Kutuyu açacağında nefesimi tutup bütün odağımı güzüne verdim. Tek bir anını, tepkisini kaçırmak istemiyordum. Önce üstte ki tek bebek patiğini aldı. Hemen altında ki hamilelik testini gördüğünde notu da kutudan çıkardı. Elleri titriyordu.

 

Bizim şafağımız dokuz ay sürecek babacığım. :)

 

Nota baktı, baktı… yüzünde hiçbir ifade yok gibiydi. Oturduğu yerden ayağa kalktı. Pratiği inceledikten sonra notu yeniden okudu. Gözleri nihayet gözlerimi bulduğunda dudaklarını ısırdı. “Gerçek mi bu?” Beklemediği bir haber miydi? Gözünden bir damla yaş süzüldüğünde elinin tersiyle kuruladı. “Füsun,” dedi sesi titrerken. “Bu öyle bir haber ki, eğer gerçek değilse kendimi hazırlamak istemiyorum. Nasıl toparlarım bilmiyorum,” dedi yalvarır gibi.

 

“Gerçekse?”

 

Artık ikimizin göz yaşları da kontrolsüzce akmaya başlamıştı. Sımsıkı sarıldı, boynumu öptü. “Dünyanın gelmiş geçmiş en mutlu adamı olurum,” dedi. Öyle de olmuştu. Titreyen ellerine inat notu sımsıkı kavradı. Patiği öptü. “Bebek,” dedi karnıma bakarken. Dokunmaya korkuyor gibiydi. Koltuğa oturdum. Biraz daha ayakta durursam bayılacak gibi hissediyordum. “Bizim,” dedi tek tek. Elini tutup yavaşça karnıma koydum.

 

“Kurban olurum size,” dedi. Karnımı incitmekten korkar gibi okşadı. Bir anda ayağa fırladı. “Baba oluyorum ben,” dedi. “Ben oluyorum baba oluyorum,” dedi. Bir süre bunu hazmederken telefonunu eline aldı. Gözyaşlarım artık kahkahaya dönmüştü. Herkesi arayıp ben baba oluyorum, diyecekti artık. Yanıma otururken abisini aradığını gördüm. Görüntülü arama çok geçmeden cevaplandı. Poyraz abiler, annesigilin yanında olduğu için hepsine söylemiş olacaktı. Önce bana baktı, başımı salladığımda gülümsedi. Kısa bir konuşmanın ardından “anne, bebek kıyafetleri hazır mı,” diye sordu. Şirin teyze elinde ki örgüyü gösterdi. “Az kaldı annem. Bitti bitecek,” dedi.

 

“9 aya biter mi,” dediğinde şirin anne elinde ki örgüyü yanında ki eşinin kucağına fırlattı.

“Amca oluyorsun komutan,” dediğinde Poyraz abi gururla gülümsedi. Ekranın diğer ucunda sevinç nidaları yükselirken şirin anne benimle konuşmak için telefonu aldı.

 

“Oy benim güzel kızım,” dedi. Merak ettiği soruları sorarken daha yedi haftalık, dedim. Herkes tek tek konuşup tebrik ettikten sonra Poyraz abi telefonu kapatmadan Selim ile konuştu.

 

“Attığın her adımda üç kişiyi düşünmeye hazır mısın bundan sonra aslan parçası?”

 

“Canımı Uğurlarına sermeye hazırım,” dedi.

 

“Seninle gurur duyuyorum aslanım,” dedikten sonra telefon kapandı. Onun ailesi öğrenmişti… Sıra benimkilerdeydi. Babamı aradı.

 

“Oğlum,” diyen babamı görünce gülümsedi.

Onlarla da kısa bir hal hatır sonrası mevzu asıl konuya gelmişti. “Ben hamileyim,” dedim gözyaşlarımı göstermemeye çalışarak. İkisi de sen ne zaman büyüdün der gibi bakıyordu…

 

“Siz de anne baba oluyorsunuz,” dedi babam. Annem ağlıyordu. “Benim küçük kızım büyümüş de anne oluyor Tahir,” dedi. Babam da Selim’e birkaç şey söyleyip telefonu kapattı. Babalık dersi veren vereneydi. Sadece timdekiler kalmıştı artık… Selim ben onlara yapacağımı biliyorum, diyerek Mert’i aradı. Yüzük olayından beri ona bir garezi vardı.

 

“Sizin şu altın gününü bizim evde yapmaya karar verdik. Bu sefer biz de katılıyoruz,” diyerek telefonu kapattı.

 

“Niye dalga geçtin çocuklarla?”

 

“Evladıma yatırım yapıyorum artık. Kadınlar gibi altın günü yapan onlar. Getirsinler bakalım altınları,” dedi gayet ciddiyetle.

 

Evladıma…

 

“Bizim bebeğimiz,” dedim yeniden. İnanması hala zor geliyordu. Abimin aradığını görünce annemlerden duymuş olabileceğini düşündüm. Alp, Oğuz ve abim. Meraklı üçlü tam kadro ekran başındaydı.

 

“Önce kardeşimle evlenmekte rest çektin, şimdi de baba olup mu rest çekiyorsun,” diyerek dalga geçen abime baktım. O da iki çocuk babasıydı…

 

“Badi,” dedi Oğuz yanında ki amcasının kafasını koluyla ittirirken.

 

“Eline su döker miyim bilmem ama elinden bir su içerim artık,” dedi benimki. Yine gönülleri fethetmeyi başarmıştı.

 

“Bence gerek yok,” dedi abim. “Sende en az benim kadar iyi bir baba olacaksın.” Abim benimle de özel olarak konuştuktan sonra yanında ki kavga eden ikiliye dayanamayıp telefonu kapattı. Ertesi gün Selim işe gitmemişti. Yumurtasız, soğansız bir kahvaltı hazırlamıştı. Taze sıktığı meyve suyuyla beraber kahvaltımı yapmamı izledikten sonra evde ki bütün çayı demleme içine koyulmuş gibiydi. Salonda ki birkaç gazeteyi kaldırmak için elime aldığımda ağır bir şey taşıyormuşum gibi elimden aldı.

 

“Yandık mı demeliyim?”

 

“Hiç nazlanma güzelim,” dedi itiraz kabul etmem, sesiyle. Timdekiler apar topar gelmişti. Yiğit devresini süzen gözlerle inceliyordu.

 

“Sen? Bizi arıyorsun? Altınları hazırlayın, güne bende katılıyorum diyorsun? Başımıza taş yağmadığına şükür. Neyin var, iyi misin?”

 

“Hiç bu kadar iyi olmamıştım,” dedi Selim bana bakıp göz kırpmayı ihmal etmeden. Şaka olduğunu düşünsem de hepsi çeyrek altınlarını alıp gelmişti. Yavuz aldığı emirle çayları servis ederken sıra Selim’in mevzuyu anlatmasına gelmişti.

 

“Baba oluyorum,” dedi hiç düşünmeden. Yüzbaşı olduğunu söylerken ki gibi gururluydu.

 

“Yandım,” diye bağırdı Mert. Yavuz son çayı ona verirken üzerine dökmüştü. Yiğit içtiği çayı püskürtürken Ercüment de öksürmeye başlamıştı. “Daha çok yanarsın sen,” dedi Tuna. Hepsi komutanlarını tebrik ederken sessiz kalan tek bir kişi vardı; Yiğit.

 

“Babalığı en iyi taşıyacak adamlardan birisin,” dedi Kaya.

 

Zaten son zamanlarda coşan hormonlarım her şeye ağlar olmuştu. Selim beni kolunun altına çekip saçımı öperken herkes gülümsüyordu. Herkes en az bizim kadar sevinmişti. Timdekiler keyifle sohbetine devam ederken Yiğit balkona çıktı. Selim peşinden gittiğinde bende kapıya kadar onları takip ettim. Yiğit hala konuşmadan sigarasını içiyordu.

 

“Kardeşini tebrik etmeyecek misin,” dedi benimki.

 

Yiğit omzunun üzerinden başını çevirip kısa bir bakış attı. Selim artık bütün mutluluğunu onunla paylaşmak istiyordu. Sigarasını söndürüp geri çekildi.

 

“Devre oldun, kardeş oldun, komutan oldun. Şimdi de baba mı oluyorsun lan?” Gözleri mi dolmuştu onun? Selim’i kendisine çekip sarıldı. Ellerini sırtına vurdu. “Allah analı babalı büyütsün. Babalık sıfatını da en güzeliyle taşıyacağından zerre kuşkum yok,” dedi. Ben salona döndüğümde kısa süre sonra onlar da gelmişti. Mutluluktan zaman kavramını unutmuş gibiydik. Mİsafirler gittikten sonra ben aldığım emirlerle koltuğa uzanırken Selim kendi hazırladığı tariflerle bitki çayları yapıyordu. Bu kez o benim dizlerime yattı. Bir eli karnımdaydı. Asla ayrı kalmak istemiyor gibiydi.

 

“Bebekler anne babalarının sesini tanırlarmış,” derlerdi.

 

“Bebeğin beşiği çamdan,” diye başladı. Uzun zamandır özlediğim sesi kulaklarıma dolarken gülümsedim. “Bey babası gelir Şam’dan,” kısmını söylerken o kadar içten söylüyordu ki baba olmayı hep beklemiş gibiydi. Bu kadar kısa sürede çok çok mutlu olmuştu.

 

“Rabbime de sana da binlerce şükür,” dedi. “Benim hayatım bu kadarmış,” dedi kendi kendine konuşur gibi. “Önce annen şimdi sen. Hayat eksik parçaların bu Ulaş Selim, demiş bana. O minicik bedenine binlerce şükür evlat,” dedi.

 

Saçlarıyla oynamaya başladığımda gözleri uykuyla uykusuzluk arasında gidip geldi. Sonunda dayanamayıp uyur gibi olduğunda uyumadan önce birkaç şey söyledi. “Serhat ve Berker de haber almış mıdır…”

Bölüm : 01.05.2025 17:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...