Hepinize merhabaa. Yine yeniden bir aradayız, bundan sonra ki bölümleri final erken gelmesin diyerek arayı biraz daha açarak atacağım. Umarım keyifle okumaya, yorum yapmaya devam edersiniz. Bu bölümün 14 Şubat'a denk gelmesi planda yoktu ama bizimkiler bir jest yaptı sanırım. Hepinizin sevgililer günü kutlu olsun. Bu ara dualarınıza çok ihtiyacım olduğu bir dönemdeyim, dualarınızda beni de unutmazsanız sevinirim :) Keyfili okumalar...
◇
Yıldızlar kendilerince mi dağılmıştı gökyüzüne, her birinin yeri belli miydi önceden? Gök bu kadar mavi, güneş bu kadar sarı mıydı önceden? Dünya çekilebilir bir yer miydi önceden de? Hepsinin cevabı koca bir hayırdı. Yaklaşık yirmi dört saat öncesi hayatımda milat diyebileceğim bir defteri açmıştı. Yoğun tempo, eve döndüğümüz de halen iğne atsan yere düşmez denecek misafirler... Ancak yüzümüzde ki gülümseme hepsine bedeldi. İçi gülen siyah gözler ise bu dünya da ki en büyük varlığımdı. Misafirleri gönderdikten sonra üzerimi değiştirip makyajımı sildim. Salona dönmeden önce odamda ki küçük aynaya bir bakış attım, hızlıca. Yüzüm hala parlıyordu. Saçlarımı düzeltip odadan çıktım. Annemler şimdiden dönüş için hazırlık yaparken bizimkiler buldukları köşeye baygın düşmüştü. Bade herkese Türk kahvesi yapmaya çalışırken Eylül'ü de yanına almıştı. Kaya yine telefona dalmış, Yiğit ve Yavuz kendi arasında bir şey konuşuyordu.
“Hey güzeller güzeli,” diyerek ortama abartılı bir giriş yapan Alp'ten başkası değildi. Herkesin bakışları bana dönerken yüzlerinde oluşan gülümseme içimi ısıttı. Kemal amca koltukta bir yer işaret ederek oturmamı söylerken sessizce dediğini yaptım. Ela abla ve Levent abi kendi evlerine dönerken Çiğdem ve Poyraz abi de Asenayı uyutmak için onlarla beraber gitmişti. Babamın dalgın, annemin telaşlı bakışları içimde bir yerlerde ağırlık hissetmeme sebep oldu. Annemler sabah erkenden yola çıkacak, bizde birkaç saat sonrasında görev yerlerimize dönecektik. Düğünden önceye kadar görevimiz bizi beklerdi.
“Bir şeyi unutmuşuz gibi hissediyorum ama ne,” diyerek kısık bakışlarla ortamı inceleyen Ercüment oldu. Bade'nin getirdiği kahveyi alırken odağı değişti. Yiğit daha önce gelen kahvesinden kalan son yüzünü da içtikten sonra fincanı telaşla masaya bıraktı.
“Damat yok ula!”
Eve döndükten sonra Selim'i bende görmemiştim. Ortamı hızlıca incelediğimde abimin de olmadığını fark ettim. Alp'in olduğu yere sinmesine bakılırsa aklıma gelenler doğruydu. Ben bakarım, bahanesiyle salondan çıkıp odalara bakmaya başladım. Misafir odası. Abimlerin kaldığı odanın balkonunda konuşuyorlardı. Odaya girip onların beni göremeyeceği bir acıya geçtim. Yanlarında Oğuz da vardı. Üzerinden çıkarmadığı beyaz gömleği ile mümkünmüş gibi daha sevimli görünüyordu.
“Halam bundan sonra burada mı kalacak,” sorusuyla ortam sessizleşti. Düğünler mutluluk vericiydi ama yıllar sonra kavuştuğum yeğenimden bunları duymak duygularıma ara vermişti. Selim, yeğenimi kucağına aldı. Oğuz düşünmeden kollarını boynuna doladı.
“Biz zaten halan ile aynı yerde çalışıyorduk. Aynı şehirde yani. Farklı evlerde yaşıyorduk, bundan sonra beraber yaşayacağız.”
Oğuzdan bir sevinç nidası yükseldi. Küçük ellerini yumruk yapıp havaya kaldırdı. “Sizi görmeye geldiğimiz zaman sizde kalabilir miyim o zaman?”
“Ne zaman istersen.” Selim'in gülümsemesiyle Oğuz sıkıca sarıldı. Abim hala sessizdi. Oğlu kadar neşeli değildi. Oğuz yere indikten sonra masaya oturup arabasıyla oynamaya başladı. O kendi cevabını almıştı. Abim balkonun demirine yaslandı. Söylemek istediklerini toparlamaya çalışıyor gibiydi.
“Yıllar önce sevdiğim kadın eşim olduğunda bende senin gibiydim biliyor musun?”
Selim de benim gibi şaşırmış olmalı ki sessiz kaldı. Abimin bu denli yumuşak bir giriş yapacağını düşünmemiştim. “Her fırsatta soluğu yanına almak istiyorsun, gözlerin her yerde onu arıyor. Kalbin ağzında atıyor. Ama,” dediğinde asıl konuya geldiğini belirtircesine boğazını temizledi. “Senin eşin ben kız kardeşim.” İlk kez birinin ağzından eşin kelimesini duymak farklı hissettirmişti. Artık birbirimize eş olup hayatımızı ortak etmiştik.
“Senin kız kardeşin benim canımın ta içi olur.”
Ansızın öyle söylenir mi be adam? Gülümsememi bastırmaya çalıştım. Burada olduğumu görmüşler miydi bilmiyorum ama onları dinlemek benim bit hayli hoşuma gitmişti.
“Peki onu üzersen, kırarsan sana ne olur?”
“Önce Tahir baba, sonra sen.”
“Ee sen olmuşsun,” dedi abim. Sesinden güldüğü anlaşılıyordu.
“Benimde sana bir sorum var,” dedi Selim. Abim sessiz kalıp soruyu bekledi. Cebinden çıkardığı siyah misketi gördüğümde gözlerim doldu. Hala yanında mı saklıyordu? Abim de bir şeyler hatırlamış gibi miskete bakakaldı. “Tanışmamızın ilk günlerinde bile bana güvenip çocukluğunu, kimseye göstermediği yaralarını bana emanet eden bir kadına ben aşık olmam mı? Gözlerine her baktığım da memleket gibi değil, memleket demem mi? O imzalar sadece resmiyetin bir parçasıydı. Ben kardeşini gördüğüm ilk an verdim o sözü kendime. Bu kızı üzersen kendi cehennemini yaşarsın dedim, ki yaşadım da. Değil bir başkası sen bile ona zarar verecek olsan beni karşında bulursun. Şimdi izninle, eşimin yanına gitmem lazım.”
Selim kapıya yöneldiği sırada abim gözünden akan bir damla yaşı elinin tersiyle silip seslendi. Adımları olduğu yerde dururken omzunun üzerinden geriye döndü. Ben koltuğun arkasına sığınırken abim konuştu; “Ailemize hoş geldin Karacalı...”
Ben ne ara ağlamıştım bilmiyorum ama yere düşen bir damla yaş mutluluktandı. Hayatımda belki de hiç olmadığı kadar mutluluktan ağlamıştım. Hepsi de Selim sayesinde olmuştu. Henüz üzerini bile değiştirememişti. Boynunda sarkan papyonu, dağılan saçları, birkaç düğmesini açtığı gömleği... Bu adam benim kocamdı! Selim odadan çıktığında önce balkona çıkmayı düşündüm. Ama bu konuşmaların ardından direkt abim ile konuşmaya cesaret edemedim. Bende odadan çıktığım da kucağında Güneş ile gezen Merve karşımdan geldi.
“Seni Allah gönderdi kızım,” dedi bebeğini kucağıma tutuştururken. Güneş ağlamaya devam ederken annesi bari teyzende sus kızım, diye dua ediyordu. Kucağımda ağlayan bebeği susturmak için ileri geri hareketler yapmaya başladığım da işe yaramış gibi ağlaması azaldı. Salona girdiğimde boynunu sıvazlayan Selim ile göz göze geldim. Güneş de artık ağlamayı bırakmıştı.
“Sustu mu o?”
Mert'in sorusuna bakılırsa Güneş herkesi tek tek gezmiş ancak susmamıştı. Güneş ağlamak yerine gülümsemeye başladığında artık kocam olan adamın yanına oturdum. İnsan daha farklı hisseder miydi, hissedermiş. Güneşi havaya kaldırıp ikimizi de görebilmesini sağladım. Güneş hem bana hem Selim'e oyunlar yaparken Tuna ve Merve yorgunluktan baygın düşmüş gibiydiler. Ecem ben ilgilenirim, diyerek onları uyumaya gönderirken salondakiler yavaş yavaş dağılmaya başladı.
“Eline de çok yakıştı,” diye fısıldayan Bade'yi duymazlıktan gelmeye çalışsam da gülümsedim. Akın, İpek'in omzuna yatmış bizi izlerken Eylül bunu fırsat bilerek Buraktan tarafa yaklaştı.
“Adam bir evlendi, etrafa gülücük saçmaya başladı,” dedi Ercüment kendi kendine konuşur gibi.
“Evlilik deyip de geçme oğlum. Ben bir evleneyim, adak adadım adak,” diyerek hayıflanan Akın oldu. İpek kolunu çekiştirse de umursamadı.
“Yalnız Kaya komutanım bile sabahtan beri telefondan başını kaldırmıyor, sahiden bir sap ben kaldım. Azıcık bana da mı okuyup üfleseniz?”
Kaya eline geçen yastığı Yavuz'a fırlatınca herkes kahkaha attı. Rümeysa'ya tüm günü detaylıca anlatmışsa ne olmuştu ki? Mert bu konularda tecrübeli konumuna geçtiğinden sessiz kalmayı tercih ediyordu.
“Kimin yeğeni be,” diyerek konuyu değiştiren Ecem oldu. Bugün pek konuşmamıştı. Şirin annenin yaptığı ikramlıkların tadına bakmakla meşguldü. Güneş yeniden dikkatleri üzerine çektiğinde bu kez Mert'in kucağına gitmek için bir hamle yaptı.
“Benim yeğenimmiş,” diyerek herkesi güldürmeyi başardı. İpek ile Ecem uzun sayılabilecek bir süre bakıştıktan sonra Bade, Ecem'in kolunu çekiştirdi. Eylül gülerek Burak'ın omzuna yattı. Ne oluyordu burada? Bir ben mi bilmiyordum?
“Karpuz mu tutuyorsun lan,” diyerek giriş yapan Yiğit oldu. “Daha çocuk tutmayı bilmiyorsun, bir de baba-” diyerek devam eden Burak oldu. Ercüment konuşan kişilere tek tek dönüp bakıyordu. Anlaşılan Ben, Selim ve o bilmiyordu sadece bu mevzuyu.
“Sessiz sinema mı oynuyoruz anasını satayım,” dediğinde “Ecü!” diyen Bade oldu. Mert elinde havalandırdığı bebeğe bakarken şaşkın şaşkın karısına baktı. Ecem önce bize baktı, başını salladı.
“Burak söyledi o devam etsin,” dedi. Burak önce ben ne alaka diye sorgulasa da kabul etti.
“Baba nasıl olacaksın? Şimdi etrafında bunca bebek varken iyi prova yap 9 ay sonra görürüm seni.”
Mert yeğenine gülümsedi. “Benim çocuklarla aram hep iyidir, hem 9 ay ne komutanım, 9 gün yeter.” Ses tonu sonlara doğru azalırken yavaş yavaş anlamış gibiydi. Kucağında ki yeğenini yanında oturan Kaya'nın kucağına verdi. Ayağa kalktı, hepimize tek tek baktı. “Benim 9 ay bebek provası mı yapmam gerekiyormuş?”
“Bu müjdeyi verme hakkımı elimden aldığın için seni kınıyorum Burak.”
Ecem sözlerini bitiremeden kocasının kolları arasında havalanmıştı. Ecem genç bir anne olmayı hep hayal ediyordu, bu habere de çok mutlu olduğu kesindi. Anlaşılan nikahtan önce öğrenip bu telaşe de bizlere söylememişlerdi. Herkes kısa bir tebrik faslının ardından odalara dağılmaya başladığında salonda sona kalan biz olduk. Koca bir günün ardından artık başbaşa kalmanın huzuruyla derin bir nefes aldım. Ayaklarım yerden havalanırken Selim'in kucağındaydım.
“Adet derlerdi,” dedi ardına saklanmaya çalışır gibi. Düğüne kadar yine ayrı kalmamız beklense de herkesin uyumasını fırsat bilip beni odama getirdi. Uykum hafif, bir şey olursa giderim, demişti. Ev bu kadar kalabalıkken risk alamazdık. Kapıyı kapattı. Papyonunu çıkarıp bir köşeye fırlattı. Ben yatakta uzanırken çok geçmeden o da yanıma geldi. Düğünden sonrası için anlaşmıştık, nedendir bilinmez ikimiz de her şeyin o günden itibaren değişeceğine, yeniden başlayacağına inanmıştık. Yanımda böyle yakışıklı yakışıklı gülümsemesi işleri zorlaştırmaktan başka bir şey değildi.
“Neyse ki düğüne de az kaldı. Bir hafta çalışacağız, sonra ben Manisa'ya gideceğim,” dediğimde gömleğinin yakalarıyla oynadım. “Sonra sen geleceksin. Sonra,”
“Düğünümüz,” diyerek tamamladı cümlemi. Hemen ardından dudakları ile tamamladı. Sert, kararlı ve istikrarlıydı öpüşü. Elim boynuna giderken o da belimi sıkıca kavradı. Öpüşü bir süre sonra boynuma doğru indi. Gözlerimiz buluştuğunda istemeyerek de olsa geri çekildi. Verdiği sözü yine tutacaktı anlaşılan. Üzerini değiştirme bahanesiyle ayağa kalktı. Dolapta hangi ara koyduğunu bilmediğim kıyafetlerini aldı. Üzerini değiştirdikten sonra makyaj masasına yaslandı. İlk günden itibaren yaşadıklarımızı düşünür gibi orada öylece kaldı. Yatağa geldiğinde başımı göğsüne koydum. Kesinlikle huzur tam olarak burasıydı. O saçlarımı koklarken ben kulağımın altında ki kalp atışını dinledim. Birkaç saatlik uyku ikimizin de tüm yorgunluğunu alıp götürmeye yetmişti de...
◇
Düğünden iki gün önce
Manisa da ne yapılır, neyi meşhur, araştırmam an itibariyle bitmişti. Kullanabileceğim bütün detayları kullanmaya çalışmıştım. Ben dün gelmiştim. Annem ve Pelin sağ olsun çoğu hazırlığı halletmişti. Yemekler hazır olarak gelecekti. Evde de gerekli organizasyonlar yapılmıştı. Annem gelecek olan misafirler için kalacak yer ayarlarken biz İpek ile detayların üzerinden geçiyorduk. Ecem hamile, Merve anne olduğundan bu ikiliyi geç gelmeye ikna etmiştik.
“Bence hepsi çok güzel oldu. Peri masalı gibi,” dedi İpek. O da hazırlıklar ile ilgilenirken heyecanlanıyordu. Darısı en kısa zamanda onun başınaydı. Duvağın nasıl duracağını modeller üzerinden görüp iyice emin olduktan sonra dergiyi kapattım. İpek'e iyi iş çıkardık bakışı attım. Pelin'in getirdiği meyve suyu ödül gibi geldi.
“Bence bir arayı hak ettik.”
Çocuklarına rağmen bize de vakit ayırıp başından beri her adımda yardımcı olmuştu. Biz onların düğünlerini sadece resimlerden görsek de kendi şartları ile en güzelini yapmışlardı. Teşekkür edip meyve suyunu aldım. Düşünmekten yorulan bedenime iyi gelmişti soğuk bir şeyler içmek. Çocuklar öğlen uykusuna yatmıştı. O da bunu fırsat bilip kendi tarifi olan meyve suyunu hazırlamıştı.
“Oğuz şimdiden çok heyecanlı, badi geliyor diye diye uyudu.” Oğuz ve Alp kız vermekten çok damat alıyordu. Aksi gibi Alp de öğlen uykusuna yatmıştı. Zaten dersler yorucu, evlilik daha yorucu abla, diye diye söylenip durmuştu. “Yaman da rahat.” Bu daha çok bir itiraftı. Abimin içinin rahat olması hareketlerine de yansımıştı. Pelin ve İpek koyu bir sohbete dalmışken hızlıca mesaj attım.
Kocam beyler ne haldeymiş?
Yok ya, fazla yeni gelin gibi olmuştu. Sanırım espri yapayım derken daha komik bir duruma düşmüştüm. Neyse ki Selim'in mutluluktan bunlara dikkat edecek hali yoktu.
Hasretinden kendini dağlara vurmuş.
Attığı resme bakılırsa sahiden de dağdaydı. Eğitim yapıyorlardı. Tim kendi arasında bir eğitimde olduğundan görmüş olmalıydı mesajı.
Benim güzeller güzeli eşim bir resim atarsa günüm daha güzel geçebilirmiş ama.
Pelin ve İpek hangi ara konuşmayı bırakıp bana odaklanmıştı bilmiyorum. Pelin ben bu yollardan geçeli çok oldu bakışı atarken İpek gülerek geçiştirdi. İyi hadi konuş konuş, demelerinin ardından çabucak bir resim çektim. Nasıl çıkmışım diye bakmadan gönderdim. Birkaç dakika boyunca cevap vermedi.
Timdekiler nerede de böyle rahat konuşuyorsun, dediğimde birkaç saniyelik bir video attı. Hepsi şınav çekiyordu. Yavuz hariç. Videoyu kızlara da gösterirken üstten ekrana düşen mesaj hepimizi güldürdü.
Herkes ne kadar aşıksa o kadar şınav çeksin, dedim. Yavuz hariç hepsi aldı başını gidiyor.
Yavuz ekibin tek bekarı olarak isyan bayraklarını çekmişti. İçlerinde en hızlı ve seri hareketlerle şınav çeken de Akındı. Selim kısa bir süre sonra göreve döndüğünde İpek geçmişte ki anılarından birini anlattı. Akın'ın eğitim sırasında bilerek yaralanıp tedaviye gelmesini... Sedye de uyuyakalmasını.
“Babamı ikna ettim aslında. Güven konusunda haklıydılar ama madem sen de bu kadar çok istiyorsun tamam, dediler.”
Pelin bir abla edasıyla ikimizin de ellerini avuçlarının arasına aldı. Samimiyetle gülümsedi. “Aşk bir yağmur gibidir. Hangi ara ıslanırsınız bilemezsiniz ama en çok da o yağmur da ıslanmayı seversiniz. Sonrasında tohumlar filizlenir, evlilik yolunda adımlar atılır, sonra çiçekler açar çocuğunuz olur... Her şeyin başında aşık olduğunuz adam geliyor,” dediğinde bahçeye gelen abim karısının yanağına bir öpücük bıraktı. Kucağında uykudan yeni uyandığı belli olan kızıyla beraber oldukça sevimli duruyordu. Pelin Nazlı ile ilgilenmek için giderken abim de onunla beraber gitti. Akın da eğitimi bitirmiş olacak ki saniye geçmeden İpek'i aramıştı. Etrafımda ki aşıklara gülümseyerek baktım. Hepsinin ayrı bir hikayesi vardı. Herkesin hikayesi kendine, sonu şansınaydı. Parmağımda ki yüzüğe bakarken düşündüğüm şey de buydu. Bir insana kocaman bir iyi ki diyebilmek. İyi kileri tek bir kişide toplayabilmek...
◇
Yüzüme örtülmüş kırmızı bir örtü, etrafımda dönen arkadaşlarım. Mekan kına gecesi. Açık bir alanda kendimizce organize ettiğimiz daha doğrusu kızların onu da biz yaparız yahu diyerek her detayını kendileri yaptığı bir organizasyondu. Selim sabah gelmişti. Bizim düğüne kadar görüşmemiz yasaklanmıştı. Hem kına gecesinde kız kıza kalabilmek için hem de gelinlikle düğünden önce görmemesi için kızların koyduğu bir engeldi bu. Erkekler evde vakit geçiriyordu. Ağlama kısmını atlattıktan sonra elime yakılan kınaya baktım. Üzerine giydirilen eldiven ile gelin benim, diyebilirdim. Benimle işleri bittikten sonra şarkılar yerini daha hareketli şarkılara baktı. Kızlar kendini eğlenceye kaptırırken annem dünürü ile oldukça hararetli bir şekilde konuşuyordu. Telefonuma koştum. Kendimi çekip kameraya elimde ki eldiveni de gösterdim. Selim resmi attığım an gördü. O da bunu bekliyor gibiydi.
Ağlatmışlar güzelimi.
Kına gecesi için bile olsa ağlamamı istemeyen bir adamdı. Bunu söylerken de ciddi olduğunun farkındaydım.
Sen ne durumdasın?
Abin kayınpederi ile maziyi yad ediyor. Baban da pür dikkat onları dinliyor. İşin garip tarafı bizimkiler de ortama karışıp sohbete kaptırdı kendini. Senden işaret gelmesini bekliyordum.
İşaret? Kaçıracak mısın beni?
Sen sadece beni bekle. Mesaj attığım zaman arka kapıya doğru dolan.
Şaka yapıyor olma ihtimalini ben bile inanmaya inanmaya düşündüm. Sahiden çevrim dışı olmuştu. Telefonu masaya bırakıp sahnede oynayan ekibin arasına katıldım. Bir gözüm sürekli telefondaydı. Mesaj gelene kadar kendimi ortada herkese gösterdim. Telefonun ekranı yandığı an çok yorulduğumu söyleyip içecek bir şeyler alacağımı söyledim. Bade benimle gelmeyi teklif etse de gerek yok diyerek ikna etmiştim. Telefonu alıp mesaja baktığım da beklediğim kişiden geldiğini görünce dediği gibi usulca arka kapıya dolandım. Selim'in de dediği gibi bizi bahane ederek kendilerine eğlence ortamı kurmuşlardı. Dışarıya çıktığım an derin bir nefes aldım. Selim Yiğit ile beraber gelmişti.
“Haydi diye diye getirdi beni buraya, yokluğumuz belli olmadan dönmemiz lazım. On dakikanız var,” diyerek ileride nöbet tutmaya başladı Yiğit. Üzerimde ki bindallıyı Selim beni süzünce hatırlamıştım şakasız...
“Güzel, ne güzel olmuşsun görmeyi görmeyi.”
Aynısı onun için de geçerliydi. Gün geçtikçe daha çekici mi oluyordu bu adam ne? Yanağımı öptüğünde bayramlık kıyafetlerini gösteren çocuklar gibi kıyafetlerimi gösterdim. Gözleri parlarken her bir detayı ayrı ayrı inceledi. Başımda ki tacı, elimde ki kınayı... Gözleri mi dolmuştu? İnsanlar çok mutlu olursa gözleri dolar demişti. En başından beri çok mutluydu ya zaten... Yiğit ıslık çaldığında ona eliyle bir işaret yaptı. Yiğit avuçlarını açıp dua ederken Selim, on dakika daha istedim, demişti. Bu adamı zehir de olsa yut Efsun...
“İşte bu kadın benim karımdır diye tüm Karadenize haykırmazsam bana da Karacalı demesinler.”
“Karadeniz zaten bize yeterince şahit bence. Karadeniz'in en yakışıklı adamı kocam olmuş, illa ki şahittir.”
Bu kez onu öpen ben oldum. Yiğit vakitsiz öten horoz gibi dakika geçmeden yanımıza geldiğinde istemesek de vaktimiz dolmuştu. Ben içeriye girene kadar gitmediler. Yeniden salona geldiğimde bu kez daha neşeli hissediyordum. Sahneye geçtiğim de kızlar nereden geldiğimi sorgulamadan beni de aralarına dahil ettiler. “Bu kez ses etmedim ama yarın gelinlikle seni erkenden göremez öyle. Abim olsa da bir yere kadar canım,” diyerek göz kırpan Bade oldu. Sonradan öğrendiğim bilgilere göre Ercüment'in ilacını almayı unuttuklarını söyleyerek dışarıya çıkmışlardı. Babamların karşısında sahte bir ağrıyla kıvranan Ercüment'i düşünerek güldüm. Bade istedi diye bunu da yapmıştı...
◇
Ve beklenen gün.
Evde bir bayram havası, sabah erkenden kuaföre yollanan gelin, yanımda benden çok koşturan arkadaşlarım... Düğünümüz pek de geç bir saat de değildi. Daha fazla vakit geçirebilmek adına erken bir saat belirlemiştik. Birkaç gündür nasıl işe gidip geldiğimi bir ben bir Allah biliyordu. Yorgun, neşeli, buruk. Selim halinden gayet memnundu sonunda o gün geldiği için, damat o olduğu için memnundu. Yüzüme makyaj yapan kız arada bir çenemi tutup sağa sola çeviriyordu. Gidişattan memnun olmuş olacak ki makyajın son kısımlarına geçti. Çekim işlerini hallettiğimiz için doğrudan eve gidecektim. Sanırım çok da fotojenik bir çift değildik kendi düşüncemize göre böyleydi yani. Genelde habersiz çekilen resimlerimizi seviyorduk. Göz göze, sadece birbirimize gülümsediğimiz. Makyaj bitince aynada kendime bir bakış attım. Dalgalı saçlarım ilk defa bu kadar dolgun duruyordu. Küçüklükten beri ince bir gelinlik hayal ederken üst kısmı dar, alt kısmı geniş bir gelinlik tercih etmiştim. Selim ailesi ile beraber gelip beni evden alacaktı, plan böyleydi. Alp salona giriş yaptığında elleriyle gözlerini kapattı.
“Bu güzellik benim ablam mı?”
Kardeş mi düşman mı belli değildi. Makyajım pek yoğun değildi. Hatta makyajı yapan kız bile gözlerin çok güzel, bu yüzden işim daha kolay oldu demişti. Abim de peşinden geldiğinde ikisi birden buğulu gözlerle bana baktılar. Kızlar da hazırlıklarını bitirip oldukları yerde öylece bizi izlemeye başlamıştı. Ben bu anı ölsem unutmazdım. Hele abimin koluna girip gelinlikler içinde yürüyecek olmayı abim nerede anne, diye ağlayan küçük kıza anlatırdım. Onların eşliğinde salondan çıkarken kızlar da eşyaları toparlayıp geride kaldı. Onlar partnerleri ile gelecekti. Eve gidene kadar kimse konuşmadı. Misafirler salona gidince evde sadece aile bireyleri kalmıştı. Gerçi, ailemiz bile kalabalıktı...
Beni boş bir odaya aldıklarında babam ve annem yanıma geldi. Annem nazar duaları okurken babam tutamadığı göz yaşını silmekle meşguldü. Yüzüme örtülen kırmızı duvak görüş açımı daraltsa da bu kadarı bile kalbime dokunmaya yetmişti. Geldiklerini öğrenince abim belime kuşağı bağladı. Oğuz kapı tutmak ile görevliydi. Herkes muazzam bir şekilde kendi görevinin başındaydı. Geldiler, sesi duyulunca aşağıdan gelen araba sesleri eşliğinde ayağa kalktım. Alp koluma girmiş bekliyordu. İlk günden beri Selim'e hayran olan çocuk gitmiş yerine son derece ciddi bir delikanlı gelmişti. İşaret geldiğinde Alp'in koluna sımsıkı girerek çıktım dışarıya buradan gerisini babam devraldı. Kalabalığın içinden görüş alanıma giren Selim hareket etmeyi bırakıp öylece donakaldı. Dışarıya çıkarken duvağı açmışlardı. Duvak güzeldi de nefes alması biraz zordu. Neyse neydi artık uslu bir çocuk gibi ne dedilerse yapmıştım. Salona gidene kadar da açık kalsındı, ne olurdu? Selim'in karşısında durduğumuz da bir yandan davul zurna çalan adamlar ritmi daha da artırdı. Babam elimi tutup Selim'in avucunun içine bıraktığında elimi sımsıkı kavradı. Babam, omzuna vurup kulağına çok kısa bir şey söyledi ve geri çekildi. Artık bizim kısmımız başlıyordu. Selim'in yanağına akmaya hazır bir damla göz yaşını görünce düşünmeden sildim. Aklıma geçenlerde, Berkerden sonra söylediği sözler aklıma gelmişti.
Gözyaşımın akmasına izin vermezsin, düşmeden tutarsın, benim seni tuttuğum gibi.
Herkes alkışlarken biz onlara kocaman gülümsedik, dualar ettik. Misafirler arabalara giderken Yiğit kumalıktan nedimeliğe terfi ederek kapımızı açtı. Herkes arkamızda konvoy halinde gelirken gelinliği düzeltip koltuğa oturdum. Selim hala elimi sımsıkı tutuyordu, bırakırsa gidermişim gibi.
Yiğit aynadan bize bir bakış attıktan sonra kornaya bütün kuvvetiyle bastı.
“Kardeşim evleniyor be,” dedi neşeli olduğunu belli eden gür sesiyle. Arka arkaya açtığı karadeniz şarkıları eşliğinde salona giderken lal olmuş gibi konuşamıyordum. İlkokul da gösteri yapacak bir çocuk gibi heyecan ve utançla bekliyordum. Salona geldiğimiz de bizi kendi odamıza alıp misafirlere Hoşgeldin, demek için gittiler. Bizim ekipten bir kısmı son hazırlıkları kontrol ederken diğerleri sürekli yanımıza gelip bizi kontrol ediyordu. Ne kadar süre beklediğimizi bilmeden öylece kocama baktım. Biraz dalgın gibiydi.
“Sana da mı kına gecesi yaptılar,” dediğimde irkilmiş gibi dalgın ifadesini toparladı. Volta atmayı bırakıp yanıma oturdu. Yüzüne baktığım da bir şeyler düşündüğünü anlıyordum. Hatta gözlerinin altı da kızarmıştı.
“Dün bir rüya gördüm. Önce ışıklarla dolu bir yere düştüm dedim, sonra Berker geldi. Aslında bütün tim oradaydı ama yine ön planda onlar vardı, şakalaşıyorlardı Serhat ile. Serhat oğlunun peşinden gitti Berker karşıma geçip avucuma bir şey bıraktı. Ne olduğunu görmedim hatta elimi açmayayım diye sımsıkı tuttu elimi. Emanetiniz komutanım, dedi sadece. Sonrası yok.”
Hepsini tek nefeste anlatmıştı. Anlatırken de o ana dönmüş gibiydi. Yüzünde ki dalgın ve duygulu ifadeyi Ecem'in gelip bize hadi, demesiyle toparladı. İpek ve Akın sağdıcımız olarak sürekli peşimizde koşturmuştu. Odadan çıkarken de gelinliği düzeltip çıkmama yardım ettiler. Duvak yeniden yüzüme kapanmıştı. İpek'in uzattığı çiçeğimi de alıp Selim'in koluna girdim, aslında sığındım. Odadan salona gidene kadar kalbim öyle hızla atmaya başladı ki bir an duracağını düşündüm. Davetliler bizi kapıda gördüğü an kuvvetle alkışlamaya başladı. Onların sesiyle yarışan müzik eşliğinde salonda ilerlerken girişte ki askerlerin yanından geçmek hoşuma giden başka bir güzel detaydı.
Salonun ortasına geldiğimiz de ikimiz de olduğumuz yerde durduk. Selim duvağı açıp alnımı öptü. O andan itibaren salonda ki herkes yok olmuş gibiydi, sanki ikimiz vardık sadece. Herkese hızlıca bir bakış attıktan sonra düğünün giriş kısmı hızlıca başlamıştı. Eylül duvağı aldıktan sonra Selim ellerini belime yerleştirdi. İlk dansımızdaydı sıra. Fikrimin ince gülü çalmaya başladığında bedenlerimiz bizden bağımsızmışcasına hareket etmeye başladı. Bu şarkıyı bilerek seçmiştik hatta seçmişti. O gün ki gördüm seni, yakın ah yaktın beni, kısmında alnını alnıma yasladı. Bizim dansımız bitene kadar salondan hiç ses çıkmadı. Arada bizi çeken kameramana kocaman gülümseyerek birkaç poz verdik. Şarkı bittikten sonra başka bir şarkı çalmaya başladığında bu kez diğer çiftler de bize eşlik etmeye başladı. Kadınım, diyordu bu kez sanatçı.
“Benim güzel gelinim,” diye fısıldadı kulağıma. En çok ben seviyordum ya. Kitaplarda ki gibi bir aşkı bulacağımı düşünmezken böyle bir adamı kocam yapmak da benim başarımdı. Dans şarkıları bittiğinde sıra oyun havalarına gelmişti. Selim karşıma geçip yerini aldığında çalan şarkı kahkaha atmama sebep oldu. Hemen yan tarafıma geçen Ercüment gülerek göz kırptı. İnsanları seven bir insandım ama bazı insanlar oldukları yerde bize zarar vermekle meşguldü. Bunun yürüyen örneği olan amcamın eşi de sahnede görüş alanıma girdiğinde Ercüment'in göndermeli şarkıları ile komik bir başlangıç oldu. Kilo mu aldın sen, mahallede mi yaptırdın bu makyajı, bu oğlan da fazla mı uzun ne diyerek sevdiğim adamın boyuna bile bir kulp bulmuştu. Şarkılar yerini artık gelenek haline gelmiş şarkılara bırakırken karşımda sanki sadece bana karşı oynayan Selim'e baktım. Ankaralı olabilir miydi? Bu konuda da oldukça becerikliydi. Hız kesmeden devam eden şarkılara bir nokta da dur diyerek dinlenmek adına yerime geçtim. Şarkı da usulca son bulurken misafirler de yerlerine geçmişti. Suyumu içerken kulağıma dolan şarkı sahiden mi, dememe sebep oldu. Selim ve beraberinde sahneye çıkan arkadaşları. Abim ve Alp. Hepsi zeybek oynayacaktı. Efelerin efesi, çalmaya başladığında Selim hepsinden öndeydi. Onlar arka tarafta ona uyum sağlarken benim tüm dikkatim onun üzerindeydi. Annem umarım tüm nazar dualarını okumuştu. Ercüment'in bahsettiği üç şarkı olayını tamamlamışlardı ama zeybek bana da sürpriz olan bir detaydı. Bütün endamıyla hiçbir yanlış yapmadan yaptığı hareketlerine baktım. Bu adam benim kocam, diyenlere çok mu gülmüştüm ben... İnsanlar gayet haklılarmış böyle tepkiler vermekte. Şarkının yükselme kısımlarında Selim'in havaya kaldırdığı eliyle arkasında ki ekip de hareketlendi. Bir ara abim ile karşılıklı oynadılar, bir ara değil hatta bütün zeybek boyunca gözlerime baka baka yaptı her bir hareketini. Zeybek hangi ara bitti anlamamıştım. Tüm salon beğeniyle alkışlarken bende ayağa kalkıp alkışladım. Pastamızı da kesip onun dağıtılmasını beklerken takı törenine geçtik. Tuğrul amca takı törenine başlamadan bir konuşma yapmak istemişti. Tuna'nın düğününde de kısa bir konuşma yapmıştı. Kendince bir gelenek haline getirmişti bunu.
“Kıymetli misafirlerimiz hepiniz Hoşgeldiniz öncelikle,” dedi yine otoriter ama içten bir tonlamayla. Ben de ev sahibiyim yahu, demişti. Öyleydi. Bade annesinin yanında hayran bakışlarla babasını izlerken Ercüment de kendi ailesinin yanında gözünü bile kırpmadan dinliyordu. “Sizlerin çok fazla vaktinizi almak istemiyorum ancak birkaç kelam etmek isterim. Görmüş olduğunuz bu güzeller güzeli çift benim de evlatlarım. Ulaş ile daha önceden tanışıyorduk. Benim bir oğlum yoktu ama diğerleri gibi o da bir oğlum oldu. Vatanına aşık bir adam karısına da aşık olur, kendimden bilirim,” demeyi de ihmal etmedi. Yeliz teyze utanarak gülümsedi. “Hele bakmayın böyle durduğuna karadeniz uşağudur da. İnadı inat, sözü söz. Ama o da bir yerde duruldu işte. Yiğidin boynunu yine bir tek sevda büktü. Efsun kızım hayatımıza girdikten sonra hem bize hem onun hayatına güzellikler getirdi. İki evladım da sizlerin huzurunda gelecekleri adına böyle bir adım attığı için oldukça gururluyum. Yuvanızdan mutluluk, yüzünüzden gülümseme eksik olmasın. Aşık olduktan sonra ast üst olmaz. Komutan eşiniz olur. Ulaş'ın kulağını da bizzat ben çekerim,” dedi şakayla karışık ciddiyetle. Kısa bir süre daha konuştuktan sonra teşekkür edip konuşmayı bitirdi. Bana bir bilezik, Selim'e tam altın taktı. O yerine geçtikten sonra önce aileler, sonrasında misafirler takıya başladı. Yiğit'in gözleri parlıyordu. Birkaç masa ötede duran Zeynep'i görünce yüzünde ki gülümseme bir daha da silinmemişti zaten. Selim sayesinde ulaşıp ben davet etmiştim Zeynep'i. Arkadaşı Yeliz ile beraber katılmıştı o da. Kına günü geldiği için Yiğit ile de o zaman konuşmuştu. Önce bir hesaplaşma geçmişti aralarında. Yiğit'in çocukluk aşkı da ona aşıktı. Bunu öğrendikten sonra heyecandan yerinde duramaz bir hale gelmişti. Berker'in annesi, Melahat teyze yanımıza geldiğinde ikimizin gülümsemesi de soldu. Biz ertelemek istesek de o inatla izin vermemişti buna. Çantasından çıkardığı bir altını önce bana taktı ardından kutuda ki diğer altını Selim'in yakasına taktı. Buna daha bir duygulanmıştı. Eliyle altını okşadı. “Komutanım çok mutlu anne, evlenecekler Allah'ın izniyle. Hep hayalimdi düğününde altın takmak. Al bunu sakla, ben senden alırım demişti. Onun emanetiydi,” dediği an gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Melehat teyze ayakta duramayacağı için giderken ayaklarımın yanında hissettiğim hareketliliğe baktım. Başka bir şaşkınlık daha... Berke adımlayarak yanımıza gelmişti. Zaten takı faslının da sonlarında olduğumuz için pek kimse kalmamıştı. Melehat teyze de en son gelmeyi beklemiş olacaktı. Elif mahcup bir ifadeyle gelirken sorun yok diye gülümseyip Berke'yi kucağıma aldım. O da gömlek giymişti. Babasının hediyesi olan künyesini gösterir gibi elini ağzına götürdü. Ben sandalyeye oturana kadar Berke'yi Selim kucakladı. Misafirler çalan şarkılarla yeniden hareketlenirken Burak ve Eylül de yanımıza geldi. Berke hepimizin neşe kaynağı, emanetiydi. Elif buruk bir gülümseme ile bizi izlerken en büyük destekçisi Rümeysaydı. Berke kendince bir şey anlatırken onu masanın üzerine oturtup Selim'e baktım.
“Rüya değilmiş, Füsun,” dedi inanamaz bir halde. Kardeşleri en mutlu gününde de yalnız bırakacak değildi ya... Burak olayı biliyormuş gibi duygulandı. Eylül ne olduğunu bilmediğinden durumu anlamaya çalışıyordu. Berke Selim'e gülümsediğinde Yiğit de kucağında ki Umay ile yanımıza geldi.
“Evli çiftler kucağına önce hangi bebeği alırsa bebeklerinin cinsiyeti o olurmuş. Devreme bak, erkek babası olacak demek ki. İnşallah yani.”
Ortamda ki duygusal havayı yine dağıtmayı başarmıştı. Zeynep topukluları ile bir savaş verdikten sonra o da yanımıza geldi. Yiğit'in bundan sonra her daim ensesindeydi. Yiğit kucağında ki yeğenini daha bir sıkı sarmaladı, gelen sevdiğine baktı.
“İşi şansa bırakmadım. Benim de kızım olsun da gör sen.”
“Hadi ben evliyim, sen nesin?”
Selim'in hassas noktasını bulmuştu. Adam utanmasa havada uçan kuşa ben evliyim, diyecekti. Yiğit, "bende kendimi evli sayıyorum bugünden sonra," dedi umursamaz bir tavırla.
Berke Eylül'ün kucağına gidip oynamaya başladığında Burak'ın tüm dikkati de oraya kaydı. “Senin oğlan benim kızın peşinde koşsun da gör sen. Kız istemeye geleceksin kapıma, oo devrem.” Selim buna memnuniyetle güldü.
“Oğlum da babasının izinden gider tabii.”
“Yalnız atladığınız bir başka detay, Akın'ın çocuğu ile benim çocuğum kuzen olacak. Adam çocuğumu göstermez lan bana, dayıyım ben diye,” diye isyan bayraklarını çeken Burak oldu.
“Sana boşuna mı Hızır, dedik abi?” Kaya da gelmişti. Ardından Rümeysa. Bizim masa oldukça güzel bir hal almıştı. İnsanlar oyun oynama derdindeyken biz burada çocuklarımızı konuşuyorduk. Kaya, Rümeysa'nın elini bir an olsun bırakmadan yapıyordu her şeyi.
“Düğün bitmeden karşılıklı bir oynamayacak mıyız,” dedi Yiğit. Selim'in koluna girip onu yeniden sahneye indirdiğinde bende Yavuz'un getirdiği suyun ardından sahneye inmeye karar verdim.
“Hayır-”
Başka bir tepki verecek olsa da kendini dizginleyip dişlerini sıktı. Bana suyu verirken koluna birisi çarpmış ve takım elbisesi meyve suyu olmuştu. Bardağı bana verdikten sonra hiddetle geriye döndü. “Afedersiniz,” dedi kibar bir ses.
Zeynep'in arkadaşı Yeliz'di bu.
“Affedemiyorum hanımefendi. Bu takım elbiseye tam bir maaşımı verdim neredeyse.”
“Fazla ücret almışlar demek ki,” dedi umursamaz bir edayla.
“Elbiseniz için de öyle. Baksanıza kumaştan kesmişler. ”
Başımı eğip onların atışmasını izlerken onlar bunun farkında bile değildi. Yavuz sahiden sinirlenmişti. Yeliz bana hayırlı olsun deyip gideceği esnada Yavuz seslendi.
“Numaranı vermeyecek misin?”
Yanımıza gelen Akın ne oluyor bakışları atıyordu. Yeliz de aynı şaşkınlıkla neden, diye sordu.
“Kuru temizlemeye vereceğim. Ceketin son halini atarım size izi kaldı mı diye.”
Yeliz imayı anlamış gibi Zeynep'ten ulaşabileceğini söyledi. Yeliz giderken Akın arkadaşının ensesine vurdu. “Şuna bak, ayak üstü kıza yürüyor.” Yavuz hoşnut bir şekilde gülerken komutanının kolundan çekiştirip sahneye götürmesine izin verdi. Onların peşinden bende gittim. Son kısımlarda özellikle yanıma gelen Oğuz ve Pelin ile oynadım. Çiçek atma sahnesinin ardından düğünün de sonuna gelmiştik. Asıl evimiz Şırnak da olsa da Selim'in kısa bir süre önce açıkladığı sürprizi ile burada da bir evimiz olmuştu. Bizim eski yazlık evimizi babamlarla beraber yeniden düzenleyerek burada bir ev haline getirmişti. Bahçede arkadaşlarımız ve misafirler ile vedalaştıktan sonra arabaya bindim. Düğün kadar yorucu başka bir şey yoktu.
“İyi iş çıkardık bence,” dediğimde kemerini taktıktan sonra burnumu sıktı.
“Başardık, ortak.”
Ortak, eş. Bundan sonra ki yaşantımızda artık böyleydik. Birbirimizin hayatına ortak, ruhuna eş... Evimize giderken ikimizin de yüzünde yorgun ama kocaman bir gülümseme vardı. Evlenmiştik artık, başka hiçbir engelimiz kalmamıştı.
Evin kapısını açarken hem yorgun hem de tarifsiz bir huzur içindeydim. Gün boyu süren telaş, düğün heyecanı, kutlamalar, davetlilerle ilgilenmek derken bütün enerjim tükenmişti ama içimdeki mutluluk her şeyden fazlaydı. Parmağımdaki alyansı fark edip başparmağımla hafifçe okşadım. Artık resmen evliydik.
Selim, arkamdan valizi içeri çekip kapıyı kapattı. "Sonunda," diye mırıldandı, ceketini çıkartıp sandalyeye bırakarak bana döndü.
Yüksek topuklu ayakkabılarımı çıkarmaya çalışırken gülümseyerek ona baktım. "Ne sonunda?"
Selim birkaç adım attı, gözlerinde tanıdık bir parıltı vardı. "Eve geldik. Kalabalık bitti. Gürültü bitti. Şu an sadece sen ve ben varız."
Bir kahkaha attı. "Düğünü sen mi yaptın, ben mi? Senin kadar yorulmuş olamam."
Selim kaşlarını kaldırıp başını hafifçe yana eğdi. "Kolay mı sanıyorsun? Bütün gün gözümü senden ayırmamaya çalıştım. O kadar güzeldin ki... Kimse sana fazla yaklaşmasın diye dikkat kesildim."
Gözlerimi devirdim ama içimde bir yerler de kelebekler yine kanat çırpmaya başlamıştı. "Kıskanç koca moduna bu kadar çabuk gireceğini tahmin etmemiştim."
Selim, bir adım daha yaklaşıp avuçlarını belime yerleştirdi. "Girmedim. Zaten hep öyleydim, sen fark etmedin."
Yanaklarım kızardı. Düğün boyunca Selim’in bakışlarının neden hiç üstümden ayrılmadığını şimdi daha iyi anlıyordu. Elimi gömleğinin yakasına koydum. "O kadar yoruldum ki şu an buraya oturup uyuyabilirim."
Selim, hafifçe kaşlarını çatıp başını iki yana salladı. "Olmaz. Gelin olduğun ilk akşamı kapının önünde uyuyarak geçiremezsin."
Cevap verir gibi esnedim. "Bence yapabilirim."
Selim, aniden eğilip bedenimi kucağına aldı. Şaşkınlıkla bir ses çıkardım. Kollarımı boynuna doladım. "Selim!"
Selim göz kırparak kapıyı ayağıyla kapattı. "Ne oldu? Kocan olduğuma göre seni eşikten atlatmam gerekiyor."
Gülerek başımı iki yana salladım. "Bu batıl inançlar da seni bozmuş."
"Bu bir gelenek," dedi Selim ciddi bir ifadeyle ama gözlerinde eğlenceli bir ışık vardı. "Sen de eşine saygı duyman gerektiğini unutma."
Kıkırdayarak başımı göğsüne yasladım. "Bundan sonra seni çekemeyeceksem neden evlendim ki?"
Selim yatak odasına gitti, kapıyı omzuyla hafifçe açtı. Loş ışık, odanın içinde yumuşak bir sıcaklık yaratıyordu. Bedenimi nazikçe yatağa bıraktı ama geri çekilmedi. Ellerini yatağın iki yanına koyarak bana baktı.
"Ne oldu?" diye sordum, yorgun ama mutlu gözlerle ona bakarak.
Selim başını hafifçe yana eğdi. "Bütün gün 'Efsun Karacalı' diye hitap etmemek için zor tuttum kendimi."
Kalbim mümkünmüş gibi hızlandı. İsmimi onun soyadıyla birlikte duymak tuhaf ama güzel bir his uyandırmıştı içimde. Elimi Selim’in yüzüne uzattım, yanağını hafifçe okşadım. "Ben de henüz alışamadım ama… güzel."
Selim, elini kaldırıp parmaklarımı dudaklarına götürdü, hafifçe öptü. "Çok güzel."
Sonra yavaşça yanıma uzandı. Başımı onun göğsüne yasladı, Selim’in eli belime yerleşti.
"Füsun," dedi Selim, sesi uykulu ama hâlâ neşeliydi.
"Efendim?"
"Artık yanımdasın. Ve bir daha asla bırakmam."
Selim’in düzenli atan kalbinin ritmini dinleyerek gözlerimi kapattım. Gülümsedim.
"Ben de bırakmam, Selim."
Annemlere geldiğimizi haber verdikten sonra yatak odasının kapısını kapattığımda derin bir nefes aldım.
Odanın içi hafifçe loştu. Perdelerin arasından süzülen sokak lambasının ışığı, mobilyaların gölgelerini duvarlara yansıtıyordu. İçeri girdiğimde, Selim’i pencerenin önünde durmuş sigara içerken gördüm. Ceketini çıkarmış, gömleğinin ilk iki düğmesini açmıştı. Kolları sıvalıydı ve yorgun ama huzurlu bir ifadeyle şehrin sessizliğine bakıyordu.
Odanın ortasında bir an duraksadım. Bir şey söylemem gerekiyordu belki, ama ne söyleyeceğimi bilemedim. Kalbimin hızlanışını, parmaklarımın hafifçe titrediğini hissettim. Gözlerim Selim’e kaydığında, onun da başını çevirip bana baktığını gördüm.
Selim, bana doğru birkaç adım attı. O ağır adımları attıkça nefesim istemsizce hızlandı. Selim’in yüzü her zamanki gibi sert ama içinde bir yumuşaklık vardı. Gözlerindeki bakış, hiçbir kelimenin anlatamayacağı kadar çok şey söylüyordu.
Aramızdaki mesafe azaldığında, Selim elini nazikçe kaldırıp yanağıma dokundu. Parmakları, yüzümde sıcak bir iz bırakıyordu. “Yorgun musun?” diye sordu, sesi loş odada yankılanan bir fısıltı gibiydi.
O an yorgunluk hissetmiyordum ama kalbimin atış hız yüzünden konuşmakta zorlandım. Hafifçe başımı salladım. “Biraz…”
Selim’in başparmağı yanağımda gezindi, sonra parmaklarını saçlarımın arasına daldırdı. “Heyecanlı mısın?”
Onun gibi gülümsedim. “Sence?”
Selim de hafifçe gülümsedi. “Öyle görünüyor.”
Derin bir nefes aldım. Bütün gün düğün telaşıyla uğraşmıştık ama şimdi, burada, sadece ikimiz vardık. Ve bu, ikimiz için de bir ilkti.
Selim başını eğip alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Burnuma dolan kokusunu içime çektim. O kadar tanıdık, o kadar güven vericiydi ki…
“Biraz korkuyorum,” diye itiraf ettim fısıltıyla.
Selim kaşlarını hafifçe çattı ama gözlerinde her zamanki gibi bir anlayış vardı. “Neden?”
Gözlerimi kaçırarak hafifçe omuz silktim. “Her şey… çok yeni. Biraz garip hissediyorum.”
Selim başını yana eğerek yüzümü dikkatlice inceledi. Sonra elini belime koyup, başparmağını hafifçe sırtımda gezdirerek benj kendine çekti. “Biliyorum,” dedi yumuşak bir sesle. “Ben de.”
Bu beklenmedik itiraf, içimdeki gerginliği biraz azalttı. Selim her zaman güçlü, her zaman kontrolü elinde tutan adamdı. Ama şimdi, onun da en az benim kadar heyecanlı olduğunu görmek garip bir rahatlama hissi vermişti.
Selim, başını eğip yanağıma hafif bir öpücük kondurdu. Sonra kulağıma fısıltıyla konuştu. “Sen nasıl istersen.”
Başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerinde yansıyan ciddiyet ve sabır, içindeki bütün tereddütleri susturdu.
Parmaklarımı Selim’in gömleğinin yakasına götürdüm ve hafifçe tuttum. “Biliyorum.”
Selim, hafif bir nefes verdi. Sonra başparmaklarını yüzümde gezdirerek, başını eğip dudaklarıma nazikçe dokundu. Öpücüğü aceleci değildi, sabırlıydı, sakin ve derindi.
Gözlerimi kapattı ve o an, tüm dünyayı unuttum. Her şey durmuştu, tüm sesler susmuştu. Belimi kavrayan eli son derece sıkı sarsa da bir kuş tüyü kadar hafif hissettiriyordu. Bedenimi kontrol etmesine izin verip sadece ona eşlik etmeye başladım.
Bundan sonrası, sadece bize aitti...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.7k Okunma |
5.74k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |