Hepinize merhaba okurballarımmmm. Yeni bir bölümle daha buradayız. Beklediğimiz sahneler sonunda geldi diyebiliriz evet, yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin lütfen. Keyifli okumalar...
◇
Memleket havası denilen şey sahiden vardı. Her şehrin esen rüzgarı bile farklıydı. Bu güzel şehir ne zamandan beri bana böyle hissettirir olmuştu bilmiyorum ama aynı memleketim gibi kokuyordu, onun gibi hissettiriyordu. Yolculuktan sonra deliksiz uyumam, sabah herkesten önce dinç bir şekilde kalkmam kesinlikle bundandı. Bana verilen oda Ela ablanın eski odasıydı. Onun çocukluk zamanlarından birkaç parça eşya ile hala kendini koruyordu. Selim'in odasında da çocukluğuna dair birkaç parça anı vardı; çerçeve içinde ki resimler, aldığı madalyalar... Henüz kimse uyanmadığı için sessiz bir şekilde odadan çıkıp mutfağa ilerledim. Gizli bir iş üzerinde çalışır gibi kahvaltı için gerekli şeyleri hazırlamaya başladım. Masaya birkaç tabak koyduğumda ocakta ki çayın altını yaktım. Belime dolanan eller aşinası olduğum o sıcaklığın sahibiydi. Burnu saçım ve boynum arasında bir noktaya saklanırken birinin görme ihtimali ile olduğum yerde geri dönüp yüzüne bakmayı seçtim. Saçları karışmış, yüzünde hala yastık izi olan adam... Benim yakışıklılık algım kesinlikle bu kadardı. “Ben mi uyandırdım,” dediğimde yanağımı öptü, dudağıma yakın bir noktadan. Ailesinin evinde olduğumuzu unutmuş gibi davranıyordu. “Gün doğmuş, ben de bunu hissedip uyanmışım,” diyerek yaptığı ima ile gülümsedim. Çay demlediğimi görünce memnuniyetle başını salladı. “Karadeniz genleri öncesinde de varmış sende,” dediğinde saçlarımı geri savurdum. Şirin teyze şehir de tanınıp sevilen bir kadındı, onun gelini olmak yeter de artardı bu noktada. Sağ olsun, bütün detayları ilmek ilmek işlemişti bana da. Selim bir kenara çekilip duvara yaslanırken dilimlediğim domatesi de masaya koydum. Önce masaya ardından bana baktı.
“Kuymak da güzel gider bence.”
Bence de güzel giderdi ama onu yapmayı bilseydim. Daha önce birkaç kez yesem de nasıl yapıldığını bilmiyordum. Bu noktada açık vermiş oluyordum. Ellerini yıkayıp dolaptan gerekli malzemeleri çıkardı. Beraber yaparız o zaman, demekti bu. Memnuniyetle yanında ki yerimi aldım. Yemek yaparken annesine yardım eden bir çocuk gibi söylediği şeyleri uyguladım. Ancak bu dereye su eklemek gibi bir şeydi. Bir süre sonra mis gibi kokan bir kuymağımız vardı. Onu da masanın ortasına koyup masayı süzdü, bana dönüp göz kırptığında dudaklarında memnun bir gülümseme de belirdi. İçerden sesler gelmeye başladığında çok geçmeden Kemal amca ve Şirin teyze de yanımıza geldi. İkisi de önce masaya ardından tek tek bize, son olarak da ikimize birden geçti.
“Benim evlatlarım erkenden uyanmış da kahvaltı hazırlamış görüyor musun Kemal,” derken her zaman ki gibi şivesi ile konuşmuştu. Sanırım onun gözünde her zaman küçük iki çocuk olarak kalacaktık. Selim ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı.
“Ben geldiğimde Efsun çoğunu halletmişti zaten. Bugün kahvaltılar ondan.”
Kemal amca sandalyesini çekerken gülerek bana baktı. Şirin teyze de eşinin karşısında ki sandalyeye oturdu. “Eline sağlık kızım, kuymak da olduğuna göre bizim oğlan da dokunuşunu eklemiş sanırım.” Herkes yerlerine otururken başımı salladım. Şirin teyze oğlunun küçükken de ablası ile kahvaltı hazırladığı anları anlatırken çok memnundu. Onu dinlerken yediğim kuymak ağzımda eşsiz bir tat bıraktı. Selim'in elinden ilk kez yiyordum. Yine bulduğu ilk boşlukta göz kırptı. Beğendiğimi anlamış olmalıydı. Bugün ki göz kırpışları henüz uyanamamış olan zihnim için iyi değildi. Bedenen dinç olsam da içim de bir yerlerde hala uyuyordum. Kahvaltı keyifle bittikten sonra Selim bana yardım etme bahanesi ile yanımda kalırken annesi ve babasını salona gönderdi. O masayı toplarken ben bulaşıkları makineye yerleştirdim. Bir şey söylemek için ağzını açtığında kahve makinesine koyduğum kahveye şaşkınlıkla baktı. Babasının kahvaltıdan sonra Türk kahvesi içtiğini biliyordum. Konuşmaktan vazgeçip dolaba yaslandı, eriyip gideceğimi bilmeden usul usul izledi beni. Kahve de hazır olduğunda onu fincana alıp salona geçtim. Kahveleri servis edip Şirin teyzenin yanına sokuldum. Kemal amca gazetesini bırakıp kahvesini içmeye başladı.
“Tatil ne zaman bitiyor,” diye sorduğunda Selim'in verdiği cevapla dumura uğradım. “Nikahtan sonra.” Nikaha ortalama iki hafta kadar falan vardı. Hafta sonu için gelmemiş miydik buraya? Nikah zaten burada olacaktı ama hazırlıklı gelmemiştik.
“Aslında biz hafta sonu için geldik,” diyerek anlatmaya başladı. “Komutan arayıp evraklar tamam, işlerini bitir gel dedi sabah.”
Demek Tuğrul amca ile konuşmak için erken uyanmıştı. Zaten nikah için birkaç gün izni vardı ama halletmesi gereken evraklar vardı. Bade'nin anlattığına göre gece gündüz çalışıp o evrakları teslim etmişti. Nikah da sorun çıkmasın diye gece gündüz çalışıp işlerini birkaç gün değil birkaç hafta öncesinden bitirmişti!
“O zaman tatili ya uzatacaksınız ya da gidip geri geleceksiniz,” diyen Şirin teyze bitirdiği fincanı önünde ki masaya bıraktı. Selim bu kararı bana bıraktığını söylediğinde herkesin odağı bana çevrildi. Hazırlıklı gelmemiştik. Beni birkaç hafta burada tutacak eşya yoktu ama gidip gelmek de yorucu olacaktı. Burada kalırsak hem hazırlıkları yakından takip edebilir hem de kıyafet sorununu bir şekilde halledebilirdik. Kararımı bu şekilde açıkladığım da herkes memnun görünüyordu. Birkaç saat daha salonda oturup sohbet ettikten sonra biz eksikleri almak ve mekan bakmak için evden kovulurcasına gönderilmiştik. Rize'nin dağlarına karşı sevdiğim adam ellerimi sımsıkı tuttu. Gezdiğimiz her bir yerde gururla yürüdü, elimi bir an olsun bırakmadı. Bir giyim mağazasına geldiğimiz de önce günlük birkaç şey aldım. Sonrasında dışarda da giyebileceğim birkaç parça kıyafet daha aldım. Askı da elime aldığım beyaz bir kazak zihnimde bir ünlem oluşturdu. Nikah da giyeceğim elbiseyi kızlar ile hallederiz diyerek sona bırakmıştık, şu an giyecek bir şeyim yoktu.
“Kazakla benden daha çok bakıştın,” diyen Selim'le kazağı yerine asıp acil durum çağrısı veren bakışlarımı yüzüne çevirdim. Elbise olayını kısaca anlattığım da anlayışla başını salladı. Bu mağazadan aldıklarımızı ödedikten sonra Selim'in önerisi olan başka bir mağazaya gittik. Burası elbiselerin ağırlıkta olduğu bir mağazaydı. Nikah olacağı için fazla abartı olmasına gerek yoktu. Düğün bir süre sonra Manisa da yapılacaktı. Nikah ikimiz için de işlerimizi kolaylaştıracağından onu önce yapmak ikimiz adına da daha mantıklı gelmişti. Elimde ki çantaları mağazada ki koltuğun üzerine bıraktı. Yanımıza gelen satıcıya durumu anlattığım da birkaç model gösterdi. Nikahtan sonra daha çok arkadaşlarımızın planı olan kutlamadan dolayı orayı da idare edecek bir model olmalıydı. Blazer ceket ve pantolon dan oluşan bir takım ile birkaç elbise modeli seçtim. Önce beyaz, ince askıları olan elbiseyi denedim. Bacak kısmında derin sayılabilecek bir yırtmaç vardı. Saçlarımı açık bırakmam da elbise için güzel olmuştu. Kabinin perdesini açıp dışarıya çıktığım da Selim telefonla konuşuyordu. Çıktığımı fark edince bana döndü. Telefonda ki kişi her kimse bir süre konuşmadı, ardından telefonu kapatıp cebine kattı. İlk defa görüyor gibi bir ifadeyle adım adım yanıma geldi. Bir şey söyleyeceği sırada yanağına düşen bir damla yaş şaşırmama yetmişti. İlk denediğim elbisede bu tepkiyi verecekse...
“Çok, çok güzelsin.” Cümlesinin hemen ardından gelen hapşırık gülümsetti. Sahiden sevmişti. Ellerimi tutup gözlerimin içine, en derine baktı.
“Ağladın mı sen,” dediğimde başını iki yana salladı.
“Duygulandım. Ağlamak genelde üzgünken olur. Ama ben şu an mutluyum, hatta dünyanın en mutlu adamıyım. Karşımda bir an seni böyle görünce duygulandım işte,” dediğinde az önce yaş süzülen yanağına bir öpücük bıraktım. O böyle konuşursa ben daha çok aşık olurdum mümkün gibi. Birkaç model daha denedim, hepsini ayrı ayrı çok beğendi. Sonunda hangisi olduğunu söylemeden birini satın aldım. Mekan olarak da babasının önerdiği mekan ilk durağımız oldu. Geniş bir yerdi, hatta şehrin eşsiz manzarası da göz kırpıyordu. Nedense burası, dedim. Gözümde canlanan sahnelerle burası gözüme hoş gelmişti. Salonun sahibi ile konuşup anlaştığımız da kalan birkaç işi daha halledip eve döndük. Şirin teyzenin hepimizin sevdiği yemekleri yapması yorgunluğun üzerine ilaç gibi gelmişti. Yemeğin ardından biraz daha vakit geçirdikten sonra odama döndüm. Haftaya annemler de gelecekti. O zamana kadar biz de Şirin teyze ile evi düzenleyip misafirler için hazırlık yapacaktık. Uykumu almam lazım düşüncesi ile yatağa yattığımda aynı zamanda telefonuma da birkaç mesaj geldi.
En sevdiğimle en sevdiğim yerdeyim ama seninle uyumak varken tavanla bakışıyorum.
Sayılı gün çabuk geçer demişler ya, ona inanmaya ne dersin?
Saydım bitti, derim.
Ayrıca anneme söyleyelim sana nazar için bir şeyler hazırlasın.
O nereden çıktı?
Elbise çok yakıştı, biraz daha dokunuş yapınca bu katlanacak. Davetliler de seni görüp ne güzel gelin, diyecek. Herkes maşallah demez maalesef.
O zaman benim de sana bir şeyler yapmam lazım.
Davetiye vermememiz gereken başka birisi var mı? Çağla gibi, mesela.
Onları ablam halledecek merak etme.
Onları? Birden fazla kişiler mi yani?
Hepsi kız değil. Erkekler de var.
Onları da ben istemedim.
Bir de Yiğit'e çapkın, dersiniz.
Bu nedir ula, birkaç gün sonra nikahımız olacak hala seni seven kızları konuşuyoruz.
Anma şunun adını, papyon mu kravat mı sohbetine girmek istemiyorum tekrar.
Ayrıca başkalarının düşüncesi beni alakadar etmez. Ben onları görmüyorum, cennetten inmişcesine dünyama giren bir kadına aşık olmakla meşgulüm.
O meşgul olman bir an bile bitmesin. Ki diğerlerini fark etme. Bugüne bugün nikahlı kocam sayılırsın...
Ben çoktan nikah kıymışız gibi yansıtıyorum zaten. Ama daha resmi olacak, evet.
Ve sen, benim en güzel meşguliyetimsin. Bir saniye olsun vaz geçersem kalbim kurusun. Birkaç gün sonra atacağımız imzalar da sadece resmiyete bunun şahidi olsun.
Keza Allah, kendi katında gözleri yeşilin en güzel tonu olan, gülüşüyle baharı getiren kuluna nasıl aşık olduğumu, uğruna feda edeceğim her şeyi biliyor. Gün sayıyorum, yetmiyor saniyeleri sayıyorum. Yolun sonunda seninle olmak varsa o yoldan bir an olsun ayrılmadan canla başla yürürüm.
Ben senin kadar güzel konuşamıyorum belki ama kalbimde ki yerin kalbimden büyük. Her halin, her huyun sadece bana özel sanki. Diğerlerine inat hepsini ben görebiliyorum. Uykudan uyanınca nasıl bir çocuk gibi olduğunu, sinirlenince ellerinle oynamaya başladığını... Seni çok seviyorum Karacalı, bütün sınırları aşacak kadar çok.
Her güne şükür ederek başladığımı bilmesen de olur.
İşte onu bilirim, çünkü aynısını bende yapıyorum...
◇
Aileler gelmiş, organizasyon tamamlanmaya yakın, her şey yolundaydı. Gözümün önünden hızlı hızlı geçen insanlara bakarak derin bir nefes aldım. Evlenmek bu kadar zor muydu? Normal şartlarda ertelemeyi düşündüğümüz düğünümüz Berker'in annesinin, "Bu anı görmeyi çok istiyordu, o da aranızda gibi düşünün bu gece," diyerek ısrar etmesiyle gününde olmuştu. Bayılmaya yakın bir durumda olduğumu fark edince Bade kolumdan çekiştirip beni balkona çıkardı. Nikah salonunda olup bitecek bir şey için evde ki bu ummalı hazırlık neyin nesiydi? Nikah yarın olmasına rağmen ev misafir yönünden de oldukça kalabalıktı. Yapılan kap kap yemekler, üzerinden tekrar tekrar geçilen temizlikler derken yemek ve çamaşır kokusundan bayılmama az kalmıştı. Timde ki herkes kızlarla beraber bugün sabah erkenden gelip hızlı bir şekilde işlerin başına geçmişlerdi. Ecem'in ilaç niyetine getirdiği bir bardak soğuk suyu içtim.
“Ben bu kadar heyecan yapmadım,” dediğinde hak verdim. Sahi bu olaylarda daha ciddi durmuştu. Bu kadar heyecan yapmamıştı. Benim ise heyecan hissim hiç bitmiyordu. Selim arkadaşları ile beraber dışarda ki işleri hallederken Eylül çalan telefonunu açtı. Kızlar yavaş yavaş yanımızda toplanmıştı. Herkes buradayken Eylül, telefonun ucunda ki Burak'ın yemeğe gideceğiz davetini hepimiz adına kabul etti. Şirin teyze misafirler için yaptığı yemeklerden yiyebileceğimizi söylese de en azından benim için farklı bir mekana gidip hava almak güzel olacaktı. İpek'in getirdiği kıyafet çantamdan rahat ama şık duracak bir kombin seçip hazırlandım. İnanılmaz bir hız vardı, bir an önce kendimi dışarıya atmak istiyordum.
Geldim.
Kızları hazır olup olmadıkları konusunda kontrol edecekken telefonuma gelen mesajla gülümsedim. Hepimiz aynı yere gidecek olsak da belli ki ayrı ayrı gidecektik. Aynı saniyelerde dışarıya çıkan İpek de aynı mesajı almış olacak ki telefonunu gösterip gülümsedi. Çantamı alıp aşağıya indiğimde sanki ilk buluşmamız gibi derin bir nefes alıp çıktım dışarıya. Her zaman ki gibi arabasına yaslanmış bekleyen adamın tek farkı artık müstakbel kocam olmasıydı. Ceket ve pantalondan oluşan kombinime baştan sona bir bakış attı.
“Gelin hanım çok mu darlanmış ne?” cümlesinde gerçekçi bir hava olsa da ironik tarafı ağır basıyordu. Evin yoğun temposunu anlatıp arabaya bindim. Sabahtan akşama kadar olanları anlatmamı sessizce dinledi. Gideceğimiz mekan çok uzak da değildi, kısa sürede arabayı park etmesinden anlaşıldığı üzere yakın bir yer seçmişti. Arabadan indiğimiz de elimi tutarak ilerledi. Diğer çiftler de peşimizden gelirken biz öncesinde gidip bizim için ayrılan masaya oturduk. Selim karşıma oturduğunda Ercüment ve Bade de hemen arkamızdan gelip yerlerine oturdu. Diğer çiftler de geldiğinde masa artık tamamen dolmuştu. Ancak herkesin bakıp bakıp güldüğü, onun ise ne oluyor bakışı attığı bir şey vardı. Ercüment'in yanağında kı ruj izi de bizimle beraberdi. Timdekiler arkadaşlarına bakarak gülerken o ise ne olduğunu anlama derdindeydi.
“Dilimin ucuna birçok cümle geldi ama kibar olmaya çalışacağım,” dedi sabırla. “Yüzümde herhangi bir tiyatro oyunu mu sahneleniyor arkadaşlar?” Herkes kahkahalarla gülerken Bade ne olmuş ki, moodundaydı. Garson siparişlerimizi aldıktan sonra Yiğit tokat vurur gibi arkadaşının yanağına koyduğu eliyle ruju sildi.
“Sil lan şunu artık, kendi karizmanı çizdin bizimkine de bulaşma.”
Ercüment şimdi anlamış gibi bakışlarını sevdiği kadına çevirdi. Aralarında yaşanan anın etkisiyle olduğu belliydi. Masadan aldığı peçeteyle yanağını silerken utanmış gibiydi. Selim onların sohbetinden çok telefonuyla ilgileniyordu. O telefonunu kapattığında ben kendi telefonumu aldım.
Gülmemek için dudaklarını ısırıyorsun.
Rujun bozuluyor.
Bu şekilde bozulmasın bence.
Son mesajı okuduğumda anında başımı kaldırdım. Göz göze geldiğimiz de yine o yarım gülümsemesi dediğim çapkın gülümsemesi vardı. Evlilik bu adamı şimdiden değiştirmişti. Gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmazken gelen yemeğime odaklanmaya çalıştım. Biz yemekleri yerken mekanda duyulmaya başlayan şarkı canlı müzikti. Genç denebilecek bir adamın söylediği şarkı mekan için yeterli bir tonda kulaklarımıza doldu.
“Müzik olayını bilmiyordum işte,” dedi Yavuz. Yemekler bitene kadar şarkı devam etti. Sonrasında verilen kısa bir arada tüm çiftler yan yana oturdu. Sahneye daha yakın bir yerde bulunan koltuklara geçtiğimiz de bende benimkinin kucağına sokukdum. Başım göğsünün sağ tarafında kalırken olduğum yere kuruldum. Gelen içecek servisinden ikimiz için de bir şeyler alıp pipetli olanı bana uzattı. Yavuz hepimize kınayan bir bakış attı.
“Sormazlar mı insana bu çocuğun suçu ne diye?“
Yiğit başını yasladığı koltuk da mesajlaşırken yüzünde ki gülümsemeden anlaşıldığına göre Zeynep ile konuşuyordu. Mesajlaşma işi bitince telefonu kapatıp rahat bir pozisyon aldı.
“Besbekar kalmasaydın sende urfalı. Uzatma geç otur işte yanıma.” Yiğit bekar sayılmasa partneri yanında değildi. O da bunun yerine arkadaşını tercih etmişti. Yavuz başa gelen çekilir bakışıyla söyleneni yaptı. Adam yeniden sahneye çıktığında önce gerekli düzenlemeleri yaptı. Sonrasında arkasında ki ekip arkadaşlarına gerekli talimatları verdikten sonra şarkıya başladı. Çözemezsin, söylemişti bu kez. Ses tonu şarkıya oldukça güzel eşlik ederken gözlerimi kapattım. Mekan hem dekor olarak hem organize olarak çok güzeldi.
Ölüm gibi bi gün.
Dudağımda zehir gibi.
Füsun, değil mi bu?
Basma türlü mümkün değil.
Adamın sesine eşlik edip kulağıma fısıldayan bir ses daha vardı. Oldukça yakından tanıdığım, her kelimesine ayrı anlam yükleyen bir ses. “Yarın eşim olacaksın. Seninle her şey o kadar güzel ki, yürüdüğüm yolda bir an olsun dönüp geriye bakmadım. Karşımda ki hayalin bir kez olsun silinmesin diye.” Dinlediğimi biliyordu. Herkes müziğe ve sevdiğine odaklandığı için bizi duyan da yok gibiydi. “Evlilik teklifi çok hava da kaldı gibi oldu benim için. Gerçi gözlerine bu teklifi haykırdıktan sonra bir çift sözün ardına sığınmaya gerek var mı bilmem ama seninle her yol eve çıkar, her yara iyileşir Efsun.” Söylediği her söz kalbimde ağır bir etki bırakıyordu. Edebiyat kitaplarından okur gibi konuşması ayrı, sadece benim duymam için fısıldayan sesi ayrıydı. “Nikahımız henüz gerçekleşmedi. Bu yüzden hala bu soruyu sorabiliyorum. Belki de son kez soruyorum, gerçi. Benimle evlenir misin?” Başımı kaldırdığımda saçlarım göğsüne doğru uzandı. Gözlerimiz birbiri ile buluştuğunda mekanın loş ışığı yüzümüze yansıdı.
“Benim de cevabım her daim evetti. Yarın bu evet'i daha bir duyguyla ve gururla söyleyeceğim.” Alnımı öptü. Başımı tekrar göğsüne koydum. Bu sırada sahnede ki adam şarkıyı bitirip göz kırptı; Selim'e! Bunu o mu ayarlamıştı? Sırf sözlerinde füsun geçiyor diye günlerdir dinlediği tek şarkı bu olmuştu. Seni seviyorum demesine gerek bile kalmadan çok seviyordu. Şarkılar birbirini takip ederken İpek ve Akın da kendi aralarında bir şeyler konuşuyordu. Ercüment ve Bade sarılırken Eylül ve Burak el ele tutuşup birbirlerinin gözlerine bakarak şarkı söylüyordu. Ecem ve Mert ise konserdeymiş gibi bazen şarkıya eşlik ediyor bazen sarılıp dans ediyordu. Şarkılar bittiğinde mekanda bir alkış tufanı koptu. Adam sahneden inerken Selim'e de yumruk yaptığı elini uzattı. İkili bu şekilde selamlaşırken bizim için de artık gitme vakti gelmişti. Saat çok geç olmadan dönmemiz gerekiyordu. Aksi halde Şirin teyze bizi eve almazdı. Herkes kalacağı yerlere giderken bizim yuvamız belliydi. Eve geldiğimiz de herkes çay içip hararetli bir şekilde sohbet ederken aileler sabah erken kalkacaksınız, diyerek okula giden çocuklarını uyutur gibi bizi de uykuya göndermişlerdi.
Odaya geldiğim de üzerimi değiştirip makyajımı temizledim. Yarın için gerekli olan her şey hazırdı. Kuaföre gitmeyi istemediğim için evde hazırlanmayı seçtik. Bade ve Ecem gibi arkadaşlarım olduğu sürece makyaj ve kombin konusunu düşünmeme gerek kalmıyordu. Yatağa uzandığım da vücudumun yorgunluğunu hissetsem de gözlerim kapanmadı. Sağa sola dönmeyi sürdürürken telefondan kısık sesle bir şarkı açtım. Gözümün önünden geçen sahnelerle beraber ağırlaşan göz kapaklarım daha fazla direnmeden uykuya teslim oldu.
◇
Güneş uyanmadan uyanılır mıydı? Uyanmaktan kastım doğmasıydı. Hava hala gece gibiyken biz çoktan uyanıp ayılma seansına geçiyorduk. Nikah saati çok da geç bir saat olmadığından hazırlıklar da erken başlıyordu. Damat tarafı için bu bir operasyon gibiydi. Hepsi oyalanmadan uyanıp işe koyulmuştu bile. Makyaj masasına oturtulurken annemin getirdiği tostumdan kalan son parçayı da yedim. Babam ve Kemal amca annemlerden daha sıkı bir ikili olmuşken abimler de dün erken saatlerde gelip birkaç günlüğüne bir otele yerleşmişti. Alp bir yandan hazırlıklara yardım edip bir yandan çocuklara bakarken Güneş bu durumdan fazlası ile memnundu. Tuna ve Merve'nin kızı olan Güneş garip bir şekilde kardeşim ile bağ kurmuştu. Kucağına gittiği an başını göğsüne koyup huzurlu bir pozisyona geçiyordu. Bu ikiliyi koridor da tekrar gördüğümde gülmeden geçemedim. Ecem'in makyaj hazırlıkları tamamdı. Elbisem uygun bir makyaj yaparken Bade saçım ile ilgilendi. İpek, Eylül, Merve ve Rümeysa önce kendileri hazırlanıp ardından aramıza dahil olurken hava da artık aydınlanıyordu. Saatler süren uğraşlardan sonra makyajım bitti. Elbisemi düzeltip aynada ki görüntüme baktım. İşte şimdi hazırdım. Ecem ustalık eserine bakarken Bade kendi hazırlıklarına başladı. Kapı çaldığında herkes bir şeylerle meşgul olduğundan direkt içeriye girdi.
“Kızlar yemek-” abimin sözleri görüş alanıma girmesiyle yarım kaldı. Kapıdan başını uzatıp bizi yemeğe çağırırken olduğu yerde öylece kalakaldı. “Abisinin güzeli,” dediğinde yıllar önce ki çocuk Efsun durdu karşısında. Abim, diyerek sevmesi hep o günleri hatırlatırdı. “MaşAllah. Çok güzel olmuşsun,” dediğinde yanağına bir damla yaş süzüldü. Biraz konuşalım mı, dediğinde başımı salladım. Eylül odanın balkonunda konuşabileceğimizi söylediğin de biz balkona çıkarken onlar hazırlıklarına devam ediyordu. Rahat olması adına kapıyı kapattım. Abim ikimize de birer sandalye çekti. Elbisemi toplayıp oturdum. Derin bir nefes aldı. Gökyüzünden yardım ister gibiydi.
“Söyleyecek çok şey var, zaman çok yok. Hele bizim zamanımız o geçip giden yıllarla beraber hiç yok. Yıllar sonra karşına bir adam çıkıp ben abinim, dedi. Çok garip Efsun, yaşadıklarımız normal değil. Kendi adıma çok özür dilerim. Koşarak abine anlattığın dertlerine, başarılarına tanık olamadığım için. Şimdi karşımda saatler sonra evlenecek bir kadın olarak duruyorsun.”
Kesik kesik aldığı nefesler, sık sık duraksamaları zorlasa da konuşmaya devam etti. “İçim şundan rahat, kocan olacak adam seni bana karşı bile korudu. Gerekirse abinin karşısına geçip ayağını denk al, diyebildi senin için. Vatanına aşık bir adam eşine de aşık olur, bunu da çok iyi bilirim ama abilik işte. Gözünden tek damla yaş düştüğü anda onu da mahvederim. Emin misin, diye sormayacağım. İkinizin de gözlerinden okunuyor zaten. Ama olur da bir şey olursa burada bir abin olduğunu ezber et, hep çok iyi bil olur mu?”
Cevap vermemi beklemeden gitmesi şaşırttı. Abim başından beri bize destek olan taraftı. Selim'i de ne kadar eleştirse de sevdiğini de çok iyi biliyordum. Makyajım bozulmasın diye ağlayamamak daha zordu. Ellerimi yüzüme sallayıp hava almaya çalıştım. Odaya geldiğim de kızlar da hazırdı. Önce resim çekimi ardından nikah olacaktı. Evde ki hazırlıklar bitince İpek'in şoförlüğünde çekim alanına geldik. Çiçeklerden oluşan mekan ikimizin de ortak isteğiydi. Yıllar önce beni çiçeklerin içinde resim çeken adamla şimdi nikah çekimimiz oluyordu. Ben arabadan inmeden önce Yiğit'in itelemesiyle Selim geldiğinde heyecandan kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Beni de elbisemi de ilk kez görecekti. Kapıyı açtığında elini tutup aşağıya indim. Bakışları bir an olsun benden ayrılmadı. Gözünü dahi kırpmadan pür dikkat baktı.
Bakışlarının ardında gezen duyguyu tam olarak sezemesem de dudaklarından dökülen çok güzelsin, itirafı beğendiğinin göstergesiydi. Elimi sımsıkı tuttu. Bırakırsa gidecekmişim gibi tutuyordu. Akın fotoğrafçıyı yönlendirirken bakışları İpek'e takıldı. Sevdiğini gören herkes lal olmuş gibi dönük bir hal alıyordu. Ercüment, Bade'nin yanına koşar adım gelip sırt dekoltesini kapatmak ister gibi elini yerleştirdi. Burak, Eylül'ün yanına geldikçe Akın'ın ses tonu yükseliyordu. Söylediği şeyleri yüksek bir sesle telaffuz ederken kendince uyarı veriyordu. Fotoğrafçı kısa bir selamlaşmanın ardından vaktimiz az olduğu için gerekli bilgilendirmeleri yaptı. Poz vermektense birbirimize bakıp, ellerimizi sımsıkı tutmak yeterliydi. Hatırlamak istediğim anlar bunlardı. Sayamadığım kez resim çekinmiş, ve gülümsemiştik. Selim nikah da papyon, düğün de kravat anlaşmasına uyup papyon takmıştı. Düğünümüz nikahtan bir süre sonraydı. İkimizin de izinleri sıkıntıda olduğundan ve nikah işlerimizi daha çok kolaylaştıracağından böyle bir şey düşünmüştük. Bizim çekimlerimiz bitince son olarak hep beraber gülümsedik kameraya. Çekimler bittiğinde son kez kameraman ile görüşüp nihayet salona gitmek üzere yola çıktık. Yiğit şoförlük yaparken son ses açtığı şarkılarla o da en az bizim kadar keyifliydi. Salona geldiğimiz de annemler kapıda durmuş gelenleri selamlıyordu. Bizi gelin, damat odasına alıp görev yerlerine geri döndüler. Yarım saat geçmek bilmezken kapı çaldı. Gelin, demekti bu. Ellerimiz zaten bir an olsun ayrılmamıştı. Ben elbisemi toplarken Selim de ağır adımlarla ilerledi. Odadan çıkıp sahneye ilerlerken bacaklarımı hissetmiyordum. Salon beklediğimden çok daha kalabalıktı. Çiçeği tutan elim uyuşmuş gibiydi. Selim'in çektiği sandalyeye oturdum. Şuracıkta bayılmazsam şükürdü. Nikah memuru kısa bir süre sonra gelip konuşmaya başladığında önce kendini tanıttı, ardından bizler için gerekli olan bilgileri sordu. Benim şahidim İpek olmuştu. Seçmek çok zor olsa da yapılan son oylama ile belirlenen isim o olmuştu. Selim'in şahidi ise yıllardır belliydi; Yiğit.
Nikah memuru konuşmasını bitirip asıl soruya geçtiğinde mikrofonu bize uzattı. “Hiç kimsenin etkisi altında kalmadan Kemal oğlu Ulaş Selim Karacalı'yı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” Çok uzun zamandır hayal edip beklediğim an işte buydu. Soruyu duymak içimde ki kelebeklerin sayısız kez kanat çırpıp heyecanımı artırmasına sebep olurken gözlerim gözlerini buldu. Gözlerinin içine kadar gülüyordu. Gamzesi de belliydi. “Ömrümce evet,” dediğimde gelen alkış sesleri kulağımı acıtacak kadar güçlüydü. Sıra Selim'e geçtiğinde sorunun bitmesini sabırla bekledi. O da benim gibi gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmedi. “Hem bu dünya da hem öteki dünya da, evet!” İki cihanda da eşimsin, demişti. Şahitler de evet dediğinde imzalar atıldı. Ayağına bastığım da gülümsemem büyüdü. Buna gerek yoktu aslında, dedi iç sesim. Selim alnımı öptüğünde her şey inanılmaz bir güzellikle ilerliyordu. İmzalar bitince nikah memuru konuşmasını yapıp nikah cüzdanını bana uzattı. Memur bizi tebrik edip giderken cüzdanı havaya kaldırıp salladım.
“Nikahın imamını da kıyarım, hükumetini de,” diyen şarkı salonu doldurdu. Ercüment'in ayarladığı şarkılar çalarken biz sırayla gelen tebrikleri kabul ettik. Kutlama için ayarlanan salonda toplandığımızda her yeri inceledim. Burası tamamen sürpriz olmuştu. Timdekilerin kızlarla beraber ayarladığı bir organizasyondu. İşin komik tarafı gençlerden başka kimse yoktu. Annemler misafirlerle eve geçerken bize verilen görev evlenmekti. Çalan şarkılar, hazırlanan çerezler... pistin kenarında daire haline gelmiş arkadaşlarımız ve tam ortada gülmekten yanakları ağrımış iki aşık insan.
“Yeni evli mi oldunuz siz şimdi?” Ercüment nerede olduğunuzu anlayın deyip bizi kendimize getirmeye çalışır gibi konuştu. Selim beni kolunun altına alıp arkadaşlarımıza döndü. “Evlendik,” dedi kendini ikna etmeye çalışır gibi. Adam o kadar çok beklemişti ki bu anı, haka inanamıyordu. Herkes bize gülerken benimki daha yeni yeni kendine geliyordu.
“Yaz günü uşiyirum
Yandum tutuşiyirum
Aklumi aldunbaştan
Duzyolda duşiyirum.”
Bağırır gibi söylediği mani mümkünmüş gibi daha çok gülmemize sebep oldu. Saçlarımı öptü. “Evliyim ula, değil kardeniz tüm dünya duysun!” Mert ve Tuna'nın ıslıklarına karışan alkış sesleri, yürü be komutanım, mesajıydı. Çalan hareketli şarkı hepimizi coştururken Selim papyonunu çıkardı. Boynunda bir tarafına sarkık duran papyonu, üstten bir iki düğmesini açtığı gömleği ile nefes kesici görünüyordu. Su ikramını geri çevirmeden büyük bir bardak suyu bekletmeden içti. Herkes eğlenirken sürekli sahnenin ortasına itilip odak olan çift bizdik. Dans etmekten yorgun düşene kadar eğlenirken artık ayakta duracak gücümüz kalmadığında olduğumuz yerlere oturduk.
Mekan, loş ışıkları ve hafif müzikleriyle hoş bir ambiyanstaydı. Masada kahkahalar yükselirken Selim, elimi yeniden sıkıca tutmuş, beni göz hapsine almıştı.
Yiğit, gözlerini devirerek "Tamam anladık, evlendiniz, elini bırak artık devrem. Efsun kaçmayacak!"
Selim içten bir şekilde güldü. "İşte bu yüzden düğün yapmadım, sırf sizden kaçmak için. Ama yine de buldunuz yolunu."
Akın "Oğlum, düğün olsaydı sahnede çiftetelli oynarken seni görmek isterdim ama kaçırdık!"
Düğünde bir oyun oynayacağını biliyordum ama hangisi olduğunu söylememişti. Elimi tutan elini biraz sıktım. "Merak etme Akın, evde oynatacağım onu."
Selim gözlerini kısarak, "O konuda bir anlaşma yapmadık diye hatırlıyorum, Füsun." Cevabıma meydan okur gibi bir cevap vermişti.
Burak güldü. "Komutanım, kadın dedi ki oynayacaksın, oynayacaksın!"
Yavuz, "Efsun’a direnmek beyhude, biz de zamanında denedik ama olmadı."
İlk tanıştığımız zamanlarda ki ciddiyetime atıfta bulunmuştu. İlk tanıştığım kişilerle daha soğuk biri olduğun doğruydu. Yine de gururla doğruldum. "Çünkü zekiyim."
Kaya "Seninle tartışmak akıl kârı değil zaten." Sen de Rümeysa konularına gir, on da on bir ortamdı sahiden.
Garson, içecekleri ve atıştırmalıkları getirirken Merve gülümseyerek eğildi. Sesini duyurmak istiyor gibiydi. Bir yandan da hala ayakta olup dans eden kardeşime bakıyordu. Alp kucağında ki Güneş ile beraber dans ederken Poyraz abi ve abimler bebekleri huysuzluk yaptığı için gitmek zorunda kalmıştı. Merve "Efsun, balayına nereye gideceğinizi belirlediniz mi?" Diye sorduğunda bu konuyu hiç detaylı konuşmadığımızı fark ettim. "O konuda Selim’in bir sürprizi varmış."
Selim, "Var tabii ki," dedi masum bir ifadeyle. Bana söylediği tek şey de buydu; sürpriz.
Yüzüne şüpheyle baktım. "Ama söylemiyor. Beni kaçırmayacağına dair garanti verebilir misiniz?"
Ercüment anında destek çıktı. "Komutanım, Efsun’u kaçırıyorsanız bile haber verin de ona göre operasyon düzenleyelim."
Selim memnuniyetle güldü. "Kimse bana operasyon çekemez. Ama kaçırma kısmı doğru olabilir."
Trip atar gibi kollarımı kavuşturdum. "Bana sorarsanız kaçırılan ben değilim, asıl sen kaçırıldın."
Mert, "Adam daha ilk günden evlilik hayatının gerçeğiyle yüzleşti." Dediğinde Ecem'in sorgulayan bakışlarıyla göz göze geldi. Anında sessizkeştiğinde dikkatlerden kaçmadı.
"İlk kavgalarını canlı izliyoruz. Not alalım mı," diye soran Yiğit oldu.
"Not alın çünkü bunu Selim’e karşı kullanacağım."
Selim elinde ki meyve suyu bardağını havaya kaldırdı. "Sağlığımıza içiyorum."
Gece ilerledikçe sohbet derinleşti, müzik ritmi arttı. Timdekiler Selim’in ilk zamanlar ne kadar sert biri olduğunu, benimle tanıştıktan sonra nasıl değiştiğini anlatıp dalga geçiyorlardı.
"Eskiden bir gülümsemek bile zor gelirdi komutanım, şimdi ağzı kulaklarında," dedi Burak.
"Sizin için değilmiş demek ki Burak."
Burak göz devirdi. Selim'in söylediğini şakayla karışık ciddiye vurmuştu.
Tuna, "Efsun’un sihirli elleri işe yaramış," dediğinde bu kez ben bardağımı havaya kaldırdım.
"Bu bir fizyoterapi başarısıdır!"
Herkes kahkahalarla gülmeye devam ederken, Selim’in elini sıktım ve göz göze geldik. Kulağına eğildim kısık sesle "Bu geceyi hep hatırlayalım, olur mu?" diye sorduğum da gülümsedi.
"Benim aklımdan çıkarmam mümkün mü?"
Salonda artık düğün havası bitmiş, kutlama da tam anlamıyla sürüp gitmişti. Selim, her zamankinden farklıydı. Gözlerinde alışılmış sertlikten çok, içten gelen bir neşe vardı. Omzuna sert bir el indi, yan tarafına döndüğünde Yiğit sırıtarak kaşlarını kaldırdı.
'Devrem, hepimiz şahidiz. Bugün resmen teslim oldun!'
Akın kahkahasını bastı. 'Efsun yengem seni esir aldı Ulaş!'
Selim, kahkahalar arasında elindeki içeceği bir kez daha kaldırıp meydan okurcasına baktı. 'Ulan, bugüne kadar neler gördüm ama en güzel esaret buymuş be!'
Tuna ve Mert tezahürat yaparken Burak, 'O zaman bu akşam tim komutanımız için içiyoruz beyler!' diye bağırdı.
Yavuz ve Ercüment Selim’in omzuna birer tokat attı, Kaya ise ağırbaşlı ama neşeli bir ifadeyle başını salladı.
Selim, elindeki kadehi havaya kaldırdı. 'Beyler, ben hayatımın en büyük operasyonunu tamamladım. Düşman yok, kayıp yok, zafer büyük! Bu zaferin adı Efsun Karacalı!"
Bir operasyonu ilk kez beraber tamamlamıştık, baştan sona. Bu operasyon da ortağım Selim olmuştu. Bunun için ne kadar şükür etsem azdı. İlk andan itibaren yaptığı her şeye sadece kocaman bir iyi ki, demekle kalıyordum. Kalbimi emanet ettiğim adamın kalbinde iki aşk vardı; Ben ve vatan. İşte bu da aşık olduğum başka bir olaydı. Artık gerçekten eşim olan adama baktım hayran hayran. Hala evliyim ben, sözleri ile bir şeyler anlatırken kızlar bunlar şimdiden evli moduna girdiler, diyerek konuşuyordu duyduğuma göre. Selim'in gözleri gülüyordu. Ağlamaktan kızaran gözleri uzun zaman sonra gülmekten bu hale gelmişti...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.7k Okunma |
5.74k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |