59. Bölüm

40.BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

Merhaba okurballarımmmm. Özleştik mi diyeceğim ama arka arkaya baya bölüm atıyorum bence... Finale yakın bu süreci düzenleyeceğiz. Bölümlerde ağlarız güleriz ama siz ne bana ne de kitaplara küsmeyin olur mu? Bu bölümden itibaren boynumda Ulaş'ın künyesi varken yazıyorum artık bu satırları... Merak ettiğim bir şey daha var. Erkek okurlarımız da var mıdır? Çünkü artık sayımız artmaya başladı kaç kişiyiz, kimleriz merak ettim. Ya da hep kız kızamıyız diye... Umarım bu bölümü de çok seversiniz benim sizi çook sevdiğim gibi. Keyifli okumalar.

 

                                 ◇

 

Rüzgar ayrılık kokar mıydı? Kokardı. Kulağınıza o kişinin sesleri gelir, burnunuza o ezber ettiğiniz özlem kokusu dolar kalırdı. Özlemin azı çoğu olur muydu, özlemdi işte. Sadece iki gün geçse de kollarında uyuduğum adam burnumda tüter duruma gelmişti. Gün geçtikçe daha da çok bağlanıyordum sanki. Uzun süredir tanışıyorduk evet ama sevdamız bizden çok daha öncesine dayanıyor gibiydi. Göreve gitmeden önce attığı mesajı noktalarına kadar ezberlemiş olsam da tekrar açtım. Güzelim biz yola çıkıyoruz. Allah'a emanet ol. Sevdam sana, sen Allah'a emanetsin, derdi. Bende onu Allah'a emanet ettim. Ayağına taş değmeden yine bana dönsün diye gittiği andan beri dualar ettim. Kahvemden bir yudum aldığımda çoktan soğumuş olduğunu fark ettim. Yüzümü buruşturdum. Ecem daha biraz önce getirmiş gibiydi, ne ara o kadar zaman geçmişti? Odanın kapısı açıldığında telefonu saklamaya çalışır gibi kapattım. Bade bana göre daha neşeli bir şekilde odaya girdiğinde ona uyum sağlamak için gülmeye çalıştım.

 

“Bu kadar da işkolik olmayın ama... İpek de çalışıyor, Ecem de onu getirecek birazdan.” Çantasından bir kutu çıkardıktan sonra çantasını bir kenara bıraktı. Muzip bir gülümsemeyle masaya geldi. “Kendimi aşıklar arasında not taşıyan liseli çocuklar gibi hissediyorum ama abim görev verdi. Bunu sana vermem gerekiyormuş.” Selim, Bade ile hediye mi göndermişti? Lacivert kadife kutuyu elime aldım. Takı kutusu gibiydi. Bade aç hadi bakışını attığında merakla kutuyu açtım.

 

Ulaş Selim Karacalı, yazan künye karşımda tüm ahengi ile duruyordu. O günden sonra bu detay daha da dikkatini çekmişti. Ne zaman yanımda olsa bir ara hep künyesi ile oynadığımdan bunu düşünmüş olmalıydı. Künyenin altında ki notu aldığımda Bade benden önce elimde ki künyeyi alıp boynuma taktı.

 

Oldun mu asker yareni :)

 

U. Selim.

 

İmza niteliğinde olan, herkese Ulaş S. olup sadece bana U. Selim olan ismi... Hayatımda başıma gelen en güzel şey Selim'i sevmek olabilirdi hatta tartışmasız oydu. Elim boynumda ki künyeyi kavradı. Daha şimdiden göğüs kafesime bir sıcaklık yayılmıştı sanki.

 

“Bize göre fazla romantiksiniz ama ikiniz de çok aşıksınız. En sevdiğim iki insanın bu halini görmek çok güzel yalan söyleyemem.” Bade'nin dizini sıvazladım. Getirdiği hediye de kendi gibi çok güzeldi. Bundan sonra boynumdan hiç çıkmayacak bir künyeydi. Selim göreve gitmeden önce Yiğit'in hediyesinden de bahsetmişti ancak ben onu göremeden gitmişti. Göz ucuyla telefona baktığımda henüz gelen bir bildirim de yoktu. Ecem ve İpek de geldiğinde ben çoktan masadan kaldırılmış ve dedikodu alanına doğru götürülmüştüm. Boynumda ki künyeye bakıp göz kırpan Ecem, kibarca gülümseyen İpek. Bade, Ercüment'in babası ile olan anılarını anlatırken ben garip bir merakla Selimden gelecek mesajı beklemekteydim. Gittiğinden beri hiç yazmamıştı. En kısa zamanda mesajını görmek için dua edip yeniden kızları dinlemeye çalıştım.

 

Dinlen biraz, diyen iç sesim bir nokta da haklıydı. Selim görevden gelince ailelerimizi tekrar ziyarete gidelim, demişti. Bir nevi el öpmek için gidecektik. Bu kez sadece anne babası değil, geniş ailesi beni bekliyordu. Künyenin sıcaklığına tutunup o anı hayal ettim. Sevdiğim adamla beraber çocukluğunun geçtiği sokaklarda el ele yürüdüğümüzü...

 

                                 ◇

 

Boralar Timi

 

Boralar timi her zaman ki gibi sahadaydı. Bu sefer artı bir ile... Bora2 her zaman ki konumuna geçmişti. Elinde ki silahı sımsıkı kavrayıp emin adımlarla yürüyen yüzbaşı hemen önünde ki devresine baktı. Ne çok özlemişti onu böyle görmeyi. Adımlarını hızlandırırken şakayla karışık vurdu devresinin omzuna. Yiğit hasret giderircesine kardeşine bakarken onları gıpta ile izleyen kişi Berkerdi. Komutanı devresi ile buluşmuştu. Kendisi buluşamasa da komutanlarını böyle görmek onu fazlasıyla mutlu ediyordu.

 

Divaneyim divane, günlere gün eklerim.

 

Serhat'ın şehadetinden sonra en sevdiğini sen sevdiği türkü ile anmaya başlamıştı. Yavuz arkadaşının yanına sokuldu. Kendisi Urfalı olsa da severdi karadeniz rüzgarını. Mırıldana mırıldana yürüdü toprak yolu. Candar çok canlar yakmıştı. Şimdi sıra kendindeydi. Berker kardeşini elinden alan bu pislikleri tek tek temizlemeyi görev bilmişti.

 

Kurşun.

 

Hemen önlerinde bir noktaya sıkılan kurşunla hepsi bir noktaya gizlendi. Yiğit devresinin yanına sokulurken Berker'i de yanına çekti. Kaya herkesten ayrı bir noktaya sinip ateş eden teröristi ararken diğerleri de silahına sarıldı. Selim'in telsizden gelen sesiyle atışlar hız kesmeden başladı. Görünürde kimse yoktu. Ellerine düşen kaçıp gidemezdi, bunu herkes bilirdi. Bu görevi de başarıp döneceklerinden şüphe yoktu. Burak, cephane almak için hareket ederken onu sırtından çekerken Akın olmuştu.

 

“Açık hedef olacaksın lan, bir de kardeşin bana emanet diyorsun.”

 

Burak şaşkınlıkla karışık gülümsedi. Eyvallah, der gibi başını salladı. Akın cebinden çıkardıklarını yanında ki adama verip yeniden odaklandı. Bu sefer ki ateş eden kişi Kaya olmuştu. Düşündüğünden uzun sürse de tepede gizlenmiş olan adamı tam isabet edip temizlemişti. Ateşler kesilince hepsi temkinli bir şekilde ilerlemeye devam etti. Günlerdir peşlerinde oldukları adama artık daha da yakınlardı. Hava kararmaya başlarken görüş alanları da daralmaya başlamıştı. Gecenin karasıyla yarışan gözlerini kısıp etrafı inceledi.

 

“Boralar!”

 

Hepsi olduğu yerde hazır ol da durdu. Sığınağa gidiyoruz, demekti bu. Tuna ve Mert ikilisi nöbet için dışarıda kalırken Berker önden girip ateşi yaktı. Yavuz erzakları çıkartırken Ercüment ve Akın da bir şeyler konuşuyordu. Burak, Akın'ın meşgul olduğunu değerlendirmek adına kuytu köşeye çekildi. Kaya bile nöbeti üstlenmek yerine içeriye kaçmıştı. İyi misin? mesajını görünce iyiyim, yazdı hiç bekletmeden. Bakar mısın bana? Hasta olursam falan yani. Hasta olmaktan kastı görev sırasında başına bir şey gelmesiydi. Anında telefonuna arka arkaya üç bildirim düştü.

 

Ben seni herkeslerden daha daha iyi tanırım.

 

Hem ben sana herkeslerden daha daha iyi bakarım.

 

Sen hastam oldun da ben bakmadım mı?

 

Rümeysa yüz yüze konuşma da utangaç gibi görünse de oldukça açık sözlüydü. Kaya'nın sevdiği özelliklerden birisi de buydu. Yiğit etrafında ki adamlara bakıp başını salladı. İş başa düştü diyerekten devresinin yanına gitti.

 

“Bu nedur da, buram buram aşk kokay.”

 

Beceremediği karadeniz ağzına herkes kahkaha attı. Berker ve Yavuz haricinde herkesin bir sevdiği vardı. Onlar bu konuda sessiz kalan taraftı. Tuna bulduğu her fırsatta kızının resimlerine bakarken Mert de her fırsatta Ecem'e kapıyı kilitle, mesajı atıyordu.

 

Selim kendi konservesini aldıktan sonra çantasında ki diğer konserveyi Yiğit'e fırlattı. Uzun zaman sonra operasyona çıktığından düzeni unutmuş olmasını beklemişti ama hiç de öyle görünmüyordu.

 

“Konuş Berker'im, hadi bunların aklı aşktan uçmuş, sen konuş,” dedi bu kez. Berker bir yandan yemeğini yerken bir yandan timde ki arkadaşlarına baktı. Kahverenginin açık tonlarında olan saçları ateşin ışığında bir çocuk gibi durmasına sebep olurken mahcup olmuş gibi güldü.

 

“Her sevda dile dökülür mü komutanım?”

 

Bunu Kaya'ya sormuştu. Yıllardır sevip susan oydu. Kaya bu soruya hazırlıksız yakalanmış gibiydi. Artık eskisi kadar sessiz de değildi. Kendisi bile şaşırsa da yaşama dönmüş gibiydi. “Kimisi kalbe kilit vurur kardeşim.” Ercüment vay anasını bakışını attığında Burak arkadaşını şakayla dürttü. Günün yorgunluğu işte böyle silinip gidiyordu hepsinden. Cebinden bir mektup çıkardı Berker.

 

“Efsun yengelerin bir komşusu var,” dediğinde Selim konuya anında kulak misafiri oldu. Hangi komşuydu bu? “Sevilay öğretmen,” dediğinde hemen tanıdı. “Tesadüfen tanıştık ama o dönem Serhattan sonra bana en iyi gelen şey o olmuştu. Bunu ona söylediniz mi derseniz, söylemedim. Mektup yazdım. Yiğit komutanım gelene kadar söylemeyi düşündüm ama o gelince dur Berker dedim. Belki sende devrenle kavuşursun be oğlum, dedim.” Elinde ki mektubu Selim'e uzattı. Herkes ortada ki mektuba bakarken Selim görmezden gelmeyi tercih etti.

“Lütfen komutanım. Hiçbir şey imkansız değil, görmedik mi? Benim vediam da sizde kalsın.” Arka arkaya gelen ısarlar sonucunda mektubu alıp cebine kattı. Biten konservesini yan tarafına bırakıp ayağa kalktı.

 

“Ayağına taş değsin, canına okurum.”

 

Bana bu mektubu verdirtme. Çık karşısına kendin söyle. Sen devrenle o şekilde buluşma aslanım, demişti arka planda. Konuşma sırası kendine gelmişti. Mağaranın dışına çıktığında sırtını taş duvara yasladı. Rehberinde ilk sırada duran numarayı aradı.

 

“Gelmeyeceğim Ecem,” dedi uykulu bir ses. Kısa bir süre önce uykuya dalmış olduğu belliydi. Konuşmadan öylece dinlemek istedi Selim. Bacağının birini de geriye atıp postalını duvara yasladığında yüzünde yarım bir gülümseme vardı. “Mert nasıl izin verdi ki?” Efsun karşısından cevap gelmedikçe kendi kendine konuşuyordu. Muhtemelen Ecem ikna etmek için arka arkaya aramıştı ve bu aramayı da kim olduğuna bakmadan açmıştı. “Kutlama diyorum, gelmem diyorum. Orada mısın sen?”

 

“Bence de gitme sevgilim,” dedi Selim muzip bir tonlamayla. Oluşan sessizlikten Efsun'un bir anda doğrulduğunu ve ekranda ki isme baktığını görmüş kadar oldu.

 

“Selim,” dedi Efsun. Bütün özlemini sesine sığdırmış gibiydi. Ah şu özlemler olmasaydı, diye düşünürdü hep. Sarılmalar o zamanda bir başka olur muydu?

 

“Saçların bağlamana rağmen özgürlüğünü ilan etmiş, üzerinde beyaz kısa kollu var. Ve şu an yatakta öylece oturmuş telefonda ki isme bakıyorsun.”

 

Yine kısa süreli bir sessizlik oluştu. “Bu sefer boynumda senin künyen, üzerimde de odamda bıraktığın kısa kollu var.” Siktir. Üniformasının yeşil kısa kollusuydu bu bahsedilen kıyafet. Üzerinde künyesini takan Efsun'u düşünmek hiç iyi olmamıştı. Telefon bile zar zor çekerken görüntülü aramamıştı. Olduğunca aramamaya da çalışıyordu. Görevde olabildiğince telefonla konuşmak istemezdi ama Efsun... telefonun internetini kontrol ettikten sonra görüntülü aramaya geçti. Efsun telefonu açtığında önce sadece tavan göründü. Tam seslenecekti ki, kadraja giren kadınla aldığı nefes bile boğazında kaldı. Muhtemelen yorgunluktan silmediği ruju dudaklarına iyice yayılmıştı. Ve evet, üzerinde ki eşyalar Selim'e aitti.

 

“Böyle uykulu görü-”

 

“Baş döndürücü görünüyorsun Füsun,” derken kısık sesle konuşmaya çalıştı. Yiğit de her an gelebilirdi. Cebinden çıkardığı fuları ekrana tuttu. “Bende senden sadece bu var, adil mi şimdi?” Onu ne ara aldın, bakışı yemeyi bekliyordu. Efsun'un kokusunu taşıyan bu fuları masada bırakmaya gönlü el vermemişti. Efsun'un bütün uykusu silinip gitmiş gibiyken Selim'in yüzüne de huzurlu bir gülümseme yayıldı.

 

“Merhaba yenge.”

 

Bu sefer Yiğit'e kızmayacaktı. Son söylediklerinden sonra teşekkür etme borcu varmış gibi hissediyordu. Yanağında ki küçük gamze bile aralarında ki kilometreye laf söylemesi için mantıklı bir seçenekti Selim için.

 

“Bende seni soracaktım. Nasıl gidiyor ilk görevin? Kocamı da ihmal etme.” Selimden gelen hapşırık sesi herkesi kahkahaya boğarken o bunun Yiğit'in yanında olmasından hoşnut değildi. Yiğit omzunu devresine yasladı. Merak etme o iş bende, diye göz kırptı.

 

“Devre dedik diye sırnaşma. Sayılı dakikalarda konuşabilelim diye yırtınıyoruz zaten git diğerlerine bulaş.” Kamera ikisini de net gösterirken Yiğit devresinin yanağından bir makas aldı.

 

“Kızma be uşağum, yengeyi görünce bir selam vereyim dedim. Gidiyorum rahat konuş.”

 

Etrafına bakılarak dışarıya çıkan Ercüment'e bakılırsa hepsi cidden sıraya düşmüştü. Yiğit gittikten sonra da bir süre konuşup istemeye istemeye kapattı Selim. Ercüment hala Bade ile konuşurken içeriye girdi. Omuz omuza verip uyuyakalmış olan Yavuz ve Berker'i görünce tebessüm etmeden duramadı. Kapıya yakın bir yere oturdu. Bu sırada nöbet değişimi de olmuştu. Yanına sokulan devresine gülümsedi. Yiğit bunu bir cevap olarak algılayıp başını kardeşinin omzuna koydu. Hepsi çok kısa olduğunu bildikleri uykuya daldığında bir anlığına dinlendiklerini hissettiler. Hepsi başını sevdiği adama, kardeşine yaslamıştı.

 

Cızırtı.

 

Birkaç saat sonra hepsini uykudan uyandıran ses bu olmuştu. Koşarak gelen Kaya elinde ki telsizi komutanına verdikten sonra geri çekildi. Teröristlere ait olduğu belli olan telsizi bir hışımla alıp havaya kaldırdı Selim.

 

“Sesimi duyiysen komitan?”

 

“Adi şerefsiz,” dedi Selim sıktığı dişlerinin arasından.

 

“Görülmeyeni gören, görünmeden gelen dedikleri sensin demek. Çok duydum methini.”

 

Selim'in de bir lakabı vardı. Çok bilinmeyen, sadece timdekilerin kritik anlarda kullandığı bir isimdi. Telsizi tutan eli yumruk haline gelmişti.

 

“Bize de nasip oldu tanışmak desene. Ama dikkat edesin komitan. Buralar bizlere sığınak sizlere mezar olur. Bizden öncekiler sizden birilerini de alıp gitmedi mi?”

 

“Kes sesini!” Sesi taş duvarlarda yankılanacak kadar gür bir sesle bağırdı. Bastıkları her toprak onların olmuştu olacaktı da. Ölmüş şehitlerine, bu pisliklerden laf söyletmezdi. Bizzat elleriyle verecekti cezasını.

 

“Ya en sevdiğin giderse? Askerin, eşin?”

 

Gözü sinirden dönmüştü. Telsizi sımsıkı tutup ağzına yaklaştırdı. “Saçlarının tek bir teline zarar gelsin o telde seni boyunduruğa vururum şerefsiz.”

 

“Görüşeceğiz komitan, ben diğerleri gibi değilim. Adresi de atabilirim. Kaybedecek bir şeyi hatta şeyleri olan sensin. Buyur gel, misafir edelim.” Telsizden ses kesilir kesilmez Selim telefonunu çıkarıp Efsun'u aradı. Açmıyordu. Geç uyuduğu için uyuduğunu düşünüp kapattı. Öyle olmalıydı. Askerlerini toplayıp gerekli açıklamaları yaptıktan sonra hız kaybetmeden dışarıya çıktı. Bekleyecek zamanı yoktu.

 

“Komutanım, tuzak!” Bir ayağı havada kalırken attığı adım öylece kaldı. Mayın tarlasına düşmüş gibiydiler. Oldukça geniş olan bu arazide işleri zordu. Yavuz'un kontrolünde bir kaplumbağa misali hareket ettiler. Attığı her bir adıma bir küfür savurdu Selim. Koşarak gidip o şerefsizi bulmak vardı... Yolun ormana çıkan kısmına geldiklerinde hepsi derin bir nefes aldı. İlk aşama tamamdı. Ormana yöneldiklerinde Yiğit etrafı kolaçan ederken aniden durdu.

 

“Devrem?” Selim yürümeye devam ederken Yiğit aynı noktada kalmıştı. Herkes ağır adımlarla hareket ederken Yiğit tekrar seslendi. “Devrem!” Titreyen ses tonu ve olduğu yerde sabitlenmiş duran adımlarına döndü herkes. Kötü bir şey görmüş gibi öylece bir noktaya bakıyordu. Selim koşar adımlarla yanına gittiğinde devresinin baktığı noktaya baktı. Başından aşağıya kaynar sular döküldü.

 

Yokuş gibi olan toprağın alt kısmında bir kadın bedeni öylece yatıyordu. Siyah saçları ensesine dökülmüştü. Vücut tipi olarak Efsun'a çok benzese de yüzü görünmüyordu. Aklına telsizde söylenenler geldiğinde dehşetle döndü.

 

“Yok de devrem,” dedi yalvarır gibi. Silahını onun eline tutuşturup kadının yanına indi. Diğerleri de hemen peşinden gelse de görmedi. Kadının cansız bedeni yüzü dönük bir şekilde yatarken saçları biraz da yüzünü kapatmıştı. “Delirdin de, özlemimden delirdin de,” diye konuştu yerde ki cansız bedenle. Kadının kolundan tutup yüzünü çevirdiğinde yüzünde maske olduğunu gördü. Bu denli benzemesi oyun muydu? Değilse de şu an mantıklı düşünebilecek bir durumda değildi. Eli maskeye gitse de parmakları titredi. Dua ede ede açtı maskeyi. Şok olmuş bir ifade beliren yüzünde ne tepki vereceğini bilemedi. Kollarında ki yabancı kadına bakarken başını yan tarafında ki adama çevirdi. “Ölmemiş devrem. Ona bir şey olmamış...” Kadının durumunu bildirdikten sonra diğer ekibin gelmesi için konumu verdiler. Operasyon büyüktü. Boralar Timi Yıldıran Timi ile beraber iş birliği yapıyordu. Diğer tim geldiğinde onlar kadınla ilgilenirken kalanlar yoluna devam etti.

 

“Psikolojik tuzak. Sakin ol, kimseye bir şey olmayacak.” Kendisi de korksa da şu an kendinden daha zor durumda olan kardeşini yatıştırmaya çalıştı Yiğit. Omzunda ki eli tutup başını salladı Selim. Candar sahiden de açık hedef gibiydi. Beceriksiz adamları yerini oldukça açık etmişti. İşin tek zor tarafı cephaneleri ve kalabalık olmalarıydı.

 

Bir gecekondunun önüne geldiklerinde hepsi oldukları yere saklandı. Yıldıran Timi de arkalarından gelip yetişmişti. Selim o timin komutanıyla sözsüz bir iletişim kurup planı onayladığında çevrede ki adamları sessizce hallede hallede asıl hedefe yürüyorlardı. Kaç gün olmuştu geleli kimse saymamıştı ama bugün bu iş bitecekti.

 

“Demek kendi ayaklarınla kendi tuzağına geldin komitan,” sesini duyduğunda Kaya'ya baktı. Yanıt yoktu. Öyle bir yere saklanmıştı ki görünmüyordu. Planı bozmadan ilerlemeye devam etti. Çatışma sürerken bir noktada hala Candar'ı arama kısmı da devam ediyordu. Onların tarafında bir sessizlik oluştuğunda herkes pusuya çekildi. Gecekondudan çıkan küçük bir çocuk görüş alanlarına girdiğinde Candar eğreti bir kahkaha attı. Çocuk ağır adımlarla ilerlerken ceketini açıp bir silah çıkardığında hepsinin yüzünde şok olmuş bir ifade vardı. Silah dışında canlı bomba olması küçük bedenine fazlaca ağırdı.

 

“Hakkınızı helal edin komutanım,” sesi kulağına geldiğinde Berker komutanının bakışını onay sayıp öne atıldı. Yeniden başlayan çatışma da bu kez görev askerlerini korumaktı. Çocuk korkuyla kendisine doğru gelen Berker'e ateş ettiğinde koluna isabet etti. Berker canı acısa da yoluna devam etti. Silahı çevik bir hareketle aldıktan sonra yaralı kolunu tutup çocuğu kenara çekmeye çalıştı. Çocuk Türk bayrağını görünce karşılık vermedi. Berker düzeneği bozmak ile uğraşırken çatışma durmadan devam ediyordu. Yavuz'un anlatımıyla son anlarda bozduğu düzenekten çocuğu kurtardı. Çocuğa askerlerinin olduğu noktayı işaret etti. “Koş,” dedi. Özgürlüğüne koş. Çocuk korkuyla kendisine söyleneni yaparken atışlar hızlanmıştı. Yaralı koluna rağmen silahını kavrayıp saklanacak bir yer bulmaya çalıştı.

 

“Bora 7 bu bir emirdir. Derhal eski konumuna geri dön!” Berker çatışmanın ortasında kalmıştı. Kurşunlar dört bir yanından gelip geçerken aldığı emirle kulaklığına sarıldı.

 

“Asla emrinize karşı gelmem komutanım,” dedi yarası git gide daha da acırken. “Ama,” dediğinde arkadaşları birkaç adım da olsa öne çıkmayı başarbilmişti. Yıldıran Timi yoğun ateşe devam ederken Boralar timi arkadaşını çatışmanın ortasından almaya çalışıyordu. Selim, koruma ateşi ile kendini gizleyerek öne çıkarken Berker'in yara alan kolu gibi kurşun yedi. Elini uzattı.

 

“Gel aslanım. Onların cehenneminden de çıkacağız, gel.” Bir adım ötede görünen el çok uzak geldi Berker'e. Gözleri dolu dolu baktı komutanına. Kendisi yüzünden yara almıştı. “Bora 7,” diye yineledi Selim. Berker elini uzattığı sırada diğer elinde ki silahı ateşledi. Aynı anlarda kendisi de sol tarafından bir kurşun yedi. Atışı isabetli olmuş muydu bilmem ama kendisine sıkılan kurşun onu ayaklarının üzerinde daha fazla tutamaz olmuştu. Bitkin bedeni yere çökerken Selim eliyle ileriyi işaret edip yere çöktü. Berker'in başını dizlerine koydu.

 

“Dayan, dayan Berker'im.” Atışlar daha bir şiddetli gelmeye başladı kulağına. Ne kadar süre devam etti bilinmez ya hepsi bittiğinden ya da geri çekildiğinden atışlar kesildi. Berker nefes almakta zorlanırken komutanının elini sımsıkı tuttu.

 

“Komutanım,” dedi kesik kesik çıkan nefesi ile. Mert yaraya müdahale etmeye çalışırken yanan canını umursamadı. “Devreler sahiden buluşuyor,” dedi buruk bir gülümsemeyle. Selim başını iki yana salladı. Onların kavuşması bu şekilde olamazdı. Birileri telefonla konuşup durumu bildirirken Mert yaraya halen müdahale ediyordu. “Yiğit komutanım geldiğinden beri Serhat rüyalarıma giriyordu.” Mümkünmüş gibi Selim'in elini daha da sıkı tuttu. Kesik kesik aldığı nefesiyle halen konuşmak için kendini zorluyordu. “Biz de buluşmayalım mı be komutanım?” Berker'in kolları arasında ki başını göğsüne bastırdı Selim.

 

“Böyle kavuşmayın. Annene beni gönderme. Babana vatan sağ olsun, deyip ağlatma be aslanım...”

 

Berker susuz kalmış gibi ağzını açıp kapattı. Ağzından usulca süzülen kan hepsinin gözünden gözyaşı akmasına sebep oldu. “Elini çabuk tut Merdo!” Ercüment'in feryat eder gibi çıkan sesi hepsinin irkilmesine sebep oldu.

 

“Komutanım, Berke size, siz Allah'a emanet olun. Siz de beni devremin yanına gittim diye kabullenin...”

 

Berker'in gözleri yavaşça kapanırken Selim tokat atar gibi yanağına vurdu. Kendine gelmesi lazımdı. Bayılmıştı, uyanacak olması lazımdı. Mert başını iki yana sallarken görmezlikten geldi. Daha sıkı sarıldı kucağında ki askerine. Burak çantasından çıkardığı Bayrağı kardeşlerinin üzerine örterken Selim ayağa kalkmadan önce Berker'in alnını öptü. “Rabbim sizi dergahında buluştursun aslanım.”

 

Şehit Berker Gümüş.

 

Diğerleri Berker ile ilgilenirken silahını yeniden kavrayıp koşar adımlarla gece konduya yürüdü. Madem kurallarına göre oynanmıyordu, oynamazdı. Candar kendini güçlü gösterse de hiçbir vasfı olmayan elemanlardan biriydi. Elena kaçmaya çalışırken onu gözünü kırpmadan feda etmiş olabilirdi.

 

Kaya ve Yiğit de arkasından gelirken bütün kapalı kapıları tek açtı. Üst kattan gelen tıkırtıyı duyunca hemen merdivenlere yöneldi. Aralık olan kapıdan bir kadın görünüyordu. Yiğit kapıyı itince kadın endişeyle ellerini havaya kaldırdı. Selim yürürken Kaya silahını hedef alıp konutanını takip etti.

 

“Teslim oluyorum,” diyen ses hiç de yabancı değildi. Silahına daha sıkı sarıldı Kaya. Kadın ağır çekimde arkasına dönerken gördüğü yüze ne diyeceğini bilemedi Kaya. Kendini gizlemek istedi. Onu doğuran kadın bu kadar da kötü olamazdı...

 

“Komutanım, bizzat ben ateş emri istiyorum,” dedi telsizi ucunda ki albayına. Elena'nın gözleri de kendi üzerindeyken kendinden nefret etti. Sağ teslim etmeleri gerektiği için yaşaması gerekiyordu. Sadece kaçmaya çalışırsa durdurmak için atış emri vardı.

 

“Seni doğuran kadına mı ateş edecektin evlat?” Silahını komutanının eline tutuşturup öne atıldı Kaya. Karşısında ki kadının kollarına kelepçeyi takarken gözlerinde nefret duygusu dört dönüyordu.

 

“Anne kavramının senin gibi bir kadında olmasından utanıyorum. Neyse ki annelik sadece karnında taşıyıp sonra hainlerin eline teslim etmek değil.” Kelepçeyi kapatırken kadının kolunu sertçe kavradı. “Abilerimin, kardeşim dediğim adamın şehit oluşunu izledim ben. Senin yüzünden! Sen hala kendine anne mi diyorsun? Baba bile bilmiyor henüz beni. Aldığın ahlar peşini bırakır mı bilmem ama şehit olan kardeşlerimin kanında, benim anne diye ağladığım gecelerde ki göz yaşında boğul.” Elena'yı çekiştirip Yiğit'e teslim ettiğinde Selim'in de odada olmadığını gördü. Dışarıda Elena da Candar da esir alınmış durumdaydı.

 

“Cesur adammış vesselam.”

 

Konuşan Candar'ın ağzına silahı dayayan Selim oldu. Bir tıpa gibi ağzını kapatan silah ile susmak zorunda kaldı Candar. Okan komutan esirleri teslim ederken Berker'in cenazesi de kaldırılmıştı. Selim göz yaşlarını gizlemek uğruna ağaçların arasına daldı. Yumruk yaptığı eli ile ağzını kapattı. Yetmedi, siniri geçmedi. Karşısında ki ağaca bir yumruk attı.

 

Yiğit peşinden geldiğinde kızaran gözleriyle ona baktı. Hesap sorar gibi karşısına geçti. “Geri gelsinler,” dedi omzuna vururken. “Sen nasıl geldiysen onlar da geri gelsinler.” Yiğit çaresizce karşısında ağlayan adamı kendine çekip sarıldı. Göz yaşları usul usul aktı.

 

“Devreler birbirini buldu devrem. Onlar da cennette kavuştu...”

 

O gün göz yaşları Berker'e aktı. Selim'in kanayan eli, attığı çığlıklar Yiğit ve orada ki askerler dışında kimseye ulaşmadı. Elinde kalan tek şey askerinin kanlı beresi olurken yol boyu ona sarıldı. Geri döndüklerinde Tuğrul albay üzüntüyle durumu öğrenip şehit töreni için gerekli detayları bildirmişti. Görevi biter bitmez üniformasını çıkardı Selim. İlk defa üniforması ağır gelmişti. Bereyi de yanına alıp Serhat'ın yanına gitti. Dün gelmişlerdi, gelir gelmez de Efsun'a koşmuştu. Birkaç saat öncesinde kan bulaşan elleri aklına gelince sarılamadı. Bugün gerekli hazırlıklar tamamlanacak yarın da tören düzenlenecekti.

 

“Serhat'ım,” dedi titreyen sesi. Bir sesiyle ortalığı ayağa kaldıran yüzbaşı titreyen sesiyle konuşamaz olmuştu. Mezarın yanına çöktü kaldı. “Çok vaktim yok. Sana iki çift lafım var ondan geldim.” Askerini okşar gibi okşadı kara toprağı. Soğuk hava da üstünü örter gibiydi. “Buldun mu sende devreni? Söyle ona hala çok kızgınım. Sana kavuşmak için beni dinlemedi.”

 

Devreler buluşmasın mı komutanım?

 

“Dikkat et ona, nazlıdır o. Nazlıdır da yüreklidir de. Ne senin ne onun gözü arkada kalmasın aslanım. Aileleriniz vatana, vatan bizlere emanet... Kardeşini ellerinle toprağa verdikten sonra ne yapılır bilmem diyeceğim Allah kahretsin ki biliyorum. Kafayı yemek üzereyim. Gitmem lazım. Sana devreni emanet etmeye geldim. Ne senin gözün arkada kalsın ne benim...” Topraktan güç alıp kalkmaya çalışırken güçlükle doğruldu. Arabaya binerken üzerinde ki toprağı silkelemedi. Aksine yükü daha da arttı. Yolda Efsun'u aradığında kendi evine gittiğini öğrenip direkt yolu değiştirdi. Arabayı bir hışımla durdurup kapıya koştu. Karşısında kıpkırmızı gözlerle duran kadını görünce dizlerinin bağı çözüldü.

 

“Füsun,” dedi ihtiyacı olan bir şey ister gibi. “Beni kollarının arasında saklar mısın?” Efsun'un göz yaşları akmaya devam ederken kapıda öylece duran adama sıkıca sarıldı. Açık kalan kapı hafif bir rüzgar getirirken ikisi de sımsıkı sarıldı. Bu acıyla nasıl yaşanır bir türlü öğrenememişti, öğrenemeyecekti de. Salona geldiklerinde Efsun oturduğunda Selim de hemen yanına oturup başını sevdiği kadının göğsüne yasladı. Sahiden de saklanmak istiyordu. Elinde ki bereden bir türlü ayrılamamıştı. Göz yaşları kontrolsüzce süzülmeye devam ederken çenesi titredi.

 

Saçlarında dolaşan titreyen eller daha da canını acıttı. Bir gün kendisinin şehit haberi gelirse ne yapardı bunu hiç düşünmemişti. Bu acıyı tekrar yükleyebilecek miydi onun omuzlarına?

 

“Kardeşim, kollarımın arasında can verdi...” ufak bir hıçkırık kaçtı dudaklarından. Sanki arka fonda elde vardır bi tek onun kanlı beresi, çalıyor gibi hissetti. Böyle hissetmeyi de sevmedi. Bu kollar ölümden başka bir şeyler de gerirmeliydi. Görevden gelir gelmez Efsun'a sarılamayışı da bu yüzdendi. Zaten kararan hava iyice gece olurken ikisi de gözünü kırpmadı. Ayakta kalabilmek için Efsun'un zoruyla yediği bir dilim ekmek bile midesini bulandırdı. Ertesi gün tören bitene kadar tek damla göz yaşı dökmedi. Mektubu da sahibine teslim etmişti. Törenin sonunda zat zor kendine gelen Melahat teyze, Berker'in annesi yanına geldiğinde Efsun'un elini sımsıkı tuttu. Güç alması lazımdı, tam şu an.

 

“Serhat'ım bekler ana, derdi. Evladım kardeşine kavuştu. Ana yüreği yanmaz mı? Alev alev yanıyor can içim ama evladım mutlu... Bir oğlan şehit verdim bu vatana bir oğlan kazandım.” Şaşkın ama akıcı konuşuyordu. Her cümlesinde göz yaşları sicim gibi akıyordu yanaklarına. “Hele bir komutanım var, aynı sen ana derdi. Üstümü örttü, yemeğini paylaştı, montunu verdi, seni görebileyim diye bilet aldı hatta tatlı yemediği için kendi hakkını bile ben seviyorum diye bana vermişti,” dediğinde yerde ikisinin gözünden de bir damla yaş aktı. Selim bir komutandan çok abi olmuştu hepsine.

 

Ailelerin onu bu denli sevmesi de ondandı. “Yolun Artvin'e düşerse kapım sana sonuna kadar açık oğul. Berker'im göremedi ama ben onun aylar öncesinden alıp sakladığı altını teslim etmek için o düğüne de geleceğim,” dediğinde Efsun bu kez güç almak isteyen taraf oldu. Berker özellikle Serhattan sonra iyice içine kapanmıştı. Yine de komik, kendi halinde takılan bir adamdı.

 

“Hakkını helal et annem,” dedi Selim. “Oğlun kardeşini şehit edenlere ateş edip şehit oldu. Ben kardeşim dediğim adamı ellerimle toprağa verdiğimde ürkekçe gelip kapımı çaldı, acıma şifa olmaya çalıştı. Asıl onun yeri benim başım gözüm üstüne. Bundan sonra Ulaş oğlum var dersin. Ercüment, Akın, Yiğit... Bir Berker eder miyiz bilmem ama en az onun kadar severiz seni.”

 

“Gel buraya deli oğlan,” deyip Selim'e sarılan Melahat teyze gözyaşlarını usul usul akıttı. Eşinin koluna girmesiyke ağır adımlarla yürüdü toprak yolda. Selim o gidince boşluğa düşmüş gibi oldu. Yüzüme baktığında başımı salladım. Başardın sevgilim, dedim. Gözlerimiz konuşmaz mıydı hep? Kelimeler ağzımdan dökülmezken gözlerim konuşsun istedim bu kez.

 

Elimi yeniden sımsıkı tuttu. Tören biter bitmez herkes dağılınca odasına gitti. Bırakmadığı elim sayesinde bende... Ellerini iyice yıkadı. Karşıma geçtiğinde onun gözleri de en az benimki kadar yorgun görünüyordu.

 

“Bu kollar hep kötü şey getiriyor diyorum,” dediğinde iyice yaklaştı. Yanağına süzülen bir damla yaş benimkine de zemin hazırladı. “Sonra bir bakıyorsun yeşil yeşil, belki de sevda da getirmiştir dedirtiyorsun. Sen hiç gitme olur mu,” dedi çocukça bir ricada bulunur gibi. “Ben o acıyla nasılsın yaşanır bilmem. Bilmek de istemem. Şimdi tek istediğim sadece sana sarılmak. Çünkü bilirim her şey bir o zaman geçer.”

 

Cevap vermeden sımsıkı sarıldım. Aşık olduğum adam oldukça büyük bir acıyla karşımda çaresizce ağlarken elimden başka bir şey gelmiyordu. Bunun iyi geldiğini söylediği için sımsıkı sarıldım. Haklıydı, kolları bize ölüm değil sevda getirmişti...

 

 

Bölüm : 11.01.2025 11:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...