Artık aşinası olduğumuz o kısım burası. Buraya kadar gelen herkes bordo berelidir diyebilir miyiz, bence deriz. Yılbaşı için bölüm atmak istedim ama finallerimden dolayı yetiştirenedim kusura bakmayın. 2025 umarım hepinize bol sevgi ve mutluluk getirir. Buraya kadar gelenler kimleri sevdiniz, nerede güldünüz, nerede ağladınız söyleyin hele...
◇
Aşk bir suya benziyordu. Kimine dev bir okyanus olup içine çekip yutarken kimine yaşam kaynağıydı. Herkesin okyanusu kendisineydi. Hepimiz kendi gemimizin kaptanı değil miydik zaten? Karşımda oturmuş kahvaltısını eden adama bakarken aklımdan geçenler tam olarak bunlardı. Bu akşam biz Bade ile buluşurken o, Yiğit ile buluşacaktı. Ne konuşacaklarından çok yakalanır mıyız korkusu vardı. Peynir sürdüğü ekmeği ağzına atarken bana baktı. Dalıp gittiğimi fark etmiş olmalıydı. Çay bardağıma davranıp odağını dağıtmaya çalıştım. Dün yaşananlar, konuşmalarımız... Hepsi aklımda tekrar tekrar sahneleniyordu. Ben bozuntuya vermeyince o da üzerinde durmadı. Bugün benim yüzümden geç kaldığını düşündüm. Ben masayı hazırlarken o telefonda Burak ile konuşmuştu. Onlar çoktan görevdeydi.
"Akın, hala sinirli mi bizimkilere?"
Reçel sürüp tabağıma bıraktığı ekmeği aldım. Onlar ne alaka, der gibi bir bakış attı. Baş başa kaldığımız zaman başka kimseden konuşmak istemiyordu. Bir de Yiğit'in olmadığı, baş başa kaldığımız zamanlar artık kısıtlıyken bu daha da ağır basan bir duyguydu.
"Burak az önce neden aradı sanıyorsun?"
Burak, Akın'a göre biraz daha üst bir rütbedeydi bunu biliyordum. Ancak gönül işlerinde tüm bunlar yerle bir oluyordu. En rütbelileri Ulaş Selim Karacalı bile yeri gelip sessiz sessiz oturabiliyordu. Başımı iki yana salladım.
"Gelmiyor musun, abi canımıza okuyor," derken Burak'ın taklidini yapıyordu. Akın'a abi demeye başlamıştı kendince. Örnek bir damat modeli olma yolunda ilerliyordu. Şirin teyzelerin memleketten getirdikleri çay ağzımda hoş bir aroma bıraktı. Selim'e göre iki memleketi vardı, oralı olmanın özelliklerini fazlasıyla taşıyordu da ancak bana göre o Rizeliydi. Bir Karadeniz damarı olduğu fazlaca belliydi. Kahvaltı biterken ben masayı toplamaya başladım. Hazırlanıp dışarıya çıkacaktık. Ertesi günlerde yine göreve gidecekleri için bugün biraz izinli gibi vakit geçiriyordu. Bir yere gideceğimizi söyledikten sonra bu konuyu bir daha açmadı. Tabakları mutfağa taşıyıp hazırlanmak üzere odaya geçtim. Buraya bıraktığım birkaç parça kıyafet bu durumlarda kurtarıcım olmuştu. Kot pantolonumun üzerine kazaklarımdan birini geçirdim. Saçlarımı toplamak için tararken odaya Selim girdi. O çoktan hazırdı. Siyah boyunlu kazağı ile gözüme oldukça hoş geldi. Adım adım arkama yaklaştığında elimde ki tarağı alıp tarama işini devraldı.
"Geçen gün bir şarkı mırıldanıyordun. Bir yarim olsun isterdim, gözleri yeşil, diye. Kriterin bu muydu sahiden? Yani mavi gözlü olsam olmaz mıydı?"
Bu akşam Yiğit ile buluşacaktı. Bade'nin teklifine bir an tamam, deyip onları gözetlemeyi kabul etmiştim ama şimdi içimde duyacaklarından korkan bir dürtü vardı. Tarama işini bitirirken saçlarımı incitmekten korkar gibi oldukça yavaş hareketlerle toplamaya başladı. "Evet, memleketim gibi gözleri olsun isterdim hep. Ama konu sensen ister mavi olsun ister kahverengi. Ben yine Efsunumu bulurdum." Saçlarımla işi bittiğinde olduğum yerde geri döndüm. Kalçam aynanın önünde ki dolaba yaslanırken Selim'in karşımda ki duruşu hareket alanımı kısıtlar şekildeydi. Gözlerime öyle içten bakıyordu ki onun gözlerinde ki siyahlık eriyip benim içime akıyor gibiydi.
"Hem olmadı mı zaten?" Elini yanağıma koyduğunda anlık olarak gözlerim kapandı. Bu şekilde sevmesi her zaman daha güzel hissettirmişti. Avuç içi yanağımdayken baş parmağı göz altımı okşuyordu. "Yeşil gözlü yarim?" Seni daha nasıl sevelim be adam? Kalbim sen sen diye atarken, gözlerim her yerde seni ararken söyle daha nasıl seveyim seni? Yanağımda ki elini tuttuğumda gülümsedi. O önde ben arkada dışarıya çıkarken gideceğimiz yer için oldukça heyecanlıydım. En fazla bir saat süren araba yolculuğumuz neredeyse iki saat sürerken heyecanım kat be kat artmıştı. Mağazaların önünde durduğumuz da benden önce inip arabanın kapısını açtı. Elimi kendinden emin bir şekilde tutarken mağazalardan birisine girdi.
Masada oturan orta yaşlı, hafif kilolu bir adam bizi görünce gülerek ayağa kalktı. "Ooo Ulaş'ım," derken benimkine sarıldı. Bana da küçük bir baş selamı vermeyi ihmal etmedi. Mobilya mağazasında ne işimiz vardı? Adam bizi mobilyaların olduğu alana götürürken sorgulayan bakışlarım etrafta gezindi. Koltukların yanına geldiğimiz de adam bizim rahat bakabilmemiz için yanımızdan ayrıldı.
"Mobilya mağazasında ne işimiz var ki?"
Selim çoktan koltuklara bakmaya başlamıştı. Hangisi daha rahat, hangisi daha kaliteli onun derdindeydi. Kollarımı önümde bağlayıp gözlerimi gözlerine diktim. "Evimiz için? Bakmayacak mısın?" Ben söylediği sözleri düşünürken o başka bir koltuğun özelliklerini incelemekteydi. Kolundan tuttuğumda mobilyalar hakkında bir şey söyleyeceğimi bekler gibiydi. "Bende bakarım ama senin bakman daha önemli. Evin en güzel süsü hanımdır, derdi babam. Bende sen seç istiyorum. Ne istersen..." Dudaklarına saniyelik olarak bıraktığım öpücüğü beklemiyordu. Kimse görmesin diye umarak geri çekildiğimde Selim olduğumuz yeri unutmuş gibiydi.
"Ne istersen demedin mi?"
İsteklerimize şu anlık ara vermemiz gerekiyordu. Şimdi uslu uslu alışverişimizi yapıp bir an önce akşam etmemiz gerekiyordu. Koskoca yüzbaşı bir tek benden gelen hareketlere hazırlıksız yakalanıyordu. Bu durum içten içe hoşuma giden bir durumdu ve işin içine cilve katmamı sağlayan bir diğer noktaydı. Eşyalara şöyle bir göz attığımda hiçbir şey gözüme çarpmadı. Selim'in evi bekar bir adama göre oldukça güzel dekore edilmişti. Misafirlerimizi düşünerek birkaç parça eşya alıp mağazadan çıktığımız da sırada market alışverişi vardı. Görevden döndüğüm zaman yemeği sen yapacaksın, diyerek beni markete getirmişti. Amacı bunu düşünerek zaman geçirmem, kendimi ikna etmemdi. O alışveriş arabasını sürerken bende raflara göz atmaya başladım. Yılın son günlerine gelmiştik. Nasıl geçtiğini anlamadığım bir yılın daha sonuna gelmiştik. Ben diyeyim üç yıl, o desin dördüncü yılımız. Bir kısmı acılarla geçmiş olsa da artık zaman bize aitti. Parmaklarımız da ki yüzük artık başardınız, der gibi her daim bizimleydi. Telefonu çaldığında bekletmeden açtı. Kaya'nın ilk defa duyduğum heyecanlı sesi bana bile duyuluyordu.
"Evet dedi abi, evet dedi."
Helal olsun Rümeysa... Onlar da yıllar sonra yine birbirlerini bulmuştu. Herkes bir gün evine döner sözü gerçekti. "Mutsuzluğa da olmayan çocukluğuna da evet dedi gitti." Kaya bu haberi ilk Selim'e vermişti. Abisi yerine koyduğu adam şimdi ilk müjdesini verdiği kişi olmuştu. Selim görev için hazırlanmalarını sağlayıp telefonu kapattı. Belli etmese de bıyık altından gülüyordu. Bizden önce evlenme ihtimali olan herkese kızıyordu ama kardeşlerinin aşkı bulmalarına, onların da kendisinin hissettiği duyguları hissetmelerine içten içe seviniyordu. Market arabasına birkaç malzeme ekledikten sonra alışverişi bitirdim. Kasaya geldiğimiz de nereden geldiğini anlamadığım çikolatalar da bize eşlik ediyordu. Sevdiğim tatlılardan oluşan birkaç şey de vardı. Senden önce bu eve tatlı girmedi, demişti. Evlilik cidden insanları değiştiriyordu demek. Selim poşetleri arabaya yerleştirirken ben beklemeden arabaya bindim. Geldiğimizi tahmin etmiş gibi anında arayan Yiğit şaşırtmayan bir hamleydi. Selim bir yandan arabayı çalıştırırken bir yandan telefonu cevapladı. Yiğit'in sesi artık tüm arabanın içinde duyuluyordu.
"Ulaş beyciğim, sesinizi duyan cennetlik."
Selim ya ne diyeceğini bilemiyordu ya da şu an konuşmak istemiyordu. "Sana da merhaba Yiğit," dediğimde telefonun diğer ucundan hah şimdi oldu, diye mırıldanan bir ses geldi.
"Bizimki yine izole olmuş. Almış seni yanına dünyaya karşı kendini izole etmiş. Merhaba yenge, merhaba." Geldiğimizde ki hıza göre daha yavaş ilerliyorduk. Selim belli etmese de Yiğit ile benim atışmalarımı, şakalaşmamı biraz duygulu biraz sevgi dolu bir şekilde izliyordu. Yiğit daha fazla dayanamayıp görüntülü aradı.
"Direkt söze gireyim o zaman," derken moda girdi. "Akşam saatlerinde sözlün bey yani benim kardeşim benimle beraber olacak. Biraz işlerimiz var. Müsaade edersen gelebilir mi?" Sorusuna düşünmeden kahkaha attım. Selim yandan bakışlarla bizi izliyordu. Yiğit'e neden benden izin aldığına dair bir soru sorduğumda verdiği cevap daha da komikti. "Az önce mesaj attım. Yengene sor, o ne derse o, dedi." Bu hanımcılık işini sevmiştim. Hele ki Yiğit'in karşımda izin almak için kıvranması daha da komik bir durumdu. Ciddi görünmeye çalışarak Yiğit'e baktım.
"Bu ortamda kızlar da var mı peki?"
Hapşırık. Yan tarafımdan gelen hapşırık sesi beklenemdikti. Ortamda kızların olma düşüncesi mi yoksa anlık gelişen bir şey miydi onu heyecanlandıran? Yiğit de görebiliyor gibi ekranın yan tarafına bakmaya çalışıyordu. "Dişi sinek bile yok. Hem Zeyno hem seninki beni oraya asla sokmaz zaten." Bir Çağla vakası daha kaldıramazdım.
"Seni sokmaz yani, kendisi girebilir ama?"
Eve yaklaştığımızda bir süredir hali hazırda içimde olan kıskançlık dürtüleri yine gün yüzüne çıkmıştı. Akşam nereye gideceklerini bilsem de konuşmalar başka şeyler düşünmem için kapı aralıyordu. Selim kendini açıklamak için yanımda kıvranırken Yiğit de bir o kadar konuşma derdindeydi. Sonunda dayanamayıp telefonu eline aldı benimki.
"Ayarın yok mu lan senin? Sus deriz ömür boyu susarsın, susma deriz her şeyi yıkıp sıvarsın. Aradın, gelsin mi dedin tamam. Uzatıp durma şunu."
Yiğit artık ikimizi birden görüyordu. Sus dersin kısmı ikisinin de bir anlığına geçmişe dönmesine sebep oldu. Susma dediğine pişman olmuş muydu bilmem ama bu hallerini bile özlediğini adım gibi biliyordum. Yiğit bir kez daha Selim için izin alır gibi sorduğunda Selim çocuk gibi yüzüme baktı. "Kocam da istiyorsa gelebilir tabii ki."
Kocamız?
"Yesinler ula, kocanı da yesinler canını da yesinler. Hayatımda sizin gibi çift görmedim. Bu ne edebiyat kitaplarından fırlamış gibi? Kocam da kocam, karım da karım."
Selim telefonu kapattığında konuşmadan içeriye girip poşetleri taşıdı. Bana trip mi atmıştı o? Şirinlik yapıp beni görmesine çabalasam da bakmadı. Şirin teyzenin getirdiği kutulardan birkaç tanesi hala yerdeydi. Küçük olanlardan birini alıp tezgaha koymak istediğimde elimde ki kutu anında yok olup onun elleri arasına geçti. Kaşlarını çatıp kutunun ağır olduğunu söyledi. Bu sayede yüzüme de bakmıştı. Bakışlarını kaçırdığında çenesini tutup kendime çevirdim.
"Tripli miyiz biraz?"
Bakışları donuktu ama duygusuz gibi olmaktan çok bir çok duyguyu içinde taşıyan bir donukluktu. Bir adım attığında refleks olarak bende bir adım geriye gittim. Birkaç adım sonrasında sırtım tamamen duvara yaslandığında daha fazla durmak istemiyor gibi dudakları dudaklarımı buldu. Öpüşü yavaş ama tutkuluydu. Bir şeyleri kanıtlamak istercesine çabalıyordu. Elleri yüzümdeyken benim ellerim onun kolunu tutuyordu. Nefeslerimiz hala düzensizken birkaç saniyeliğine geri çekildi.
"Düşünme," dedi heyecandan nefes nefese kalmış gibi çıkan sesi. "Senden başka, şu gözlerden, dudaklardan başkasını benim için düşünme." Son olaylardan sonra bugün ki kıskançlık konusuna bozulmuştu. Tamamen bana aitti, aksini düşünmem bile onu kızdırmaya yetiyordu. Bu kez öpen kişi ben oldum. Benimki onunkinin aksine aceleciydi.
"Öyle bir ihtimal mi vardı? Ben kocam olman kısmıyla daha çok ilgileniyorum." dudaklarımız hala bir nefeslik yakınlıktayken heyecandan terliyordum. Kocaman mutfak ikimize de dar geliyordu sanki. Ellerimi boynuna doladığımda onun elleri de yavaş hareketlerle vücudumda gezinmeye başladı. Gözleri izin ister gibiydi. Onay almadan asla istemediğim bir şeyi yapmazdı. Bana bu kadar değer vermesi, her zaman bir adım önde tutması ona aşık olmamı sağlayan başka bir konuydu.
"O ihtimali öne çekmek için uğraşıyorum resmen." Doğru söylüyordu. Nikah günümüzü en yakın tarihe alabilmek adına uzun bir uğraş vermişti. Birkaç resim atıp takım elbisesini bile seçtirmişti. Şimdi kalk gidelim, desem hiç düşünmeden gelirdi.
"Durmalıyız," dedi dudakları bu kez boynumdayken. Dokunduğu her yer ateş içinde kalmış gibiydi. Dudaklarımdan kaçan cılız bir ses kara gözlerini gözlerimle buluşturdu. Dokunuşumuz bile bu kadar alev aldırırken ileriye gitmemek ikimiz adına da zor olurdu.
"Durdur beni Füsun," dedi rica eder gibi. İşaret parmağı sırtımda geziniyordu. Bel oyuntumda gezinen parmakları içimde ki kelebekleri kımıldattı. Kazağımın omuz dekoltesi onun sevdiği bir detay olmuştu. Öpüşleri boynumdan aşağıya doğru inmeye başlamıştı.
"Geç kalırsın," dedim bahane bulur gibi. İkna olmamıştı. Hatta "beklesin," deyip kestirip atmıştı. Üzgünüm Yiğit...
Bacaklarım heyecandan tutmazken ağırlığımı ona verdim. Ani bir hareketle bedenimi kollarının arasına aldı. Ayaklarım artık ciddi anlamda yere basmıyordu. Tüm odağı bendeyken bedenimi koltuğa bıraktı. Kendisi de hemen yanıma oturduğunda bu kez adım atıp dizine oturan kişi ben oldum. Gözlerimiz su ile ateş gibi bir uyumla birbirlerine bakıyordu. Ellerimi boynuna doladığımda o da ellerini belime yerleştirdi. Koltukta biraz yatar pozisyonda oturduğu için koluyla düşmemem için beni destekliyordu.
"Füsun," dedi nazlı nazlı. Son heceyi uzatarak söylemesi, şu an ellerim altında kıvranan bedeni içimde ki bütün duyguları eritip yerle bir etti. Zaman, mekan ne varsa hiçbiri umurumda değildi. "Ne yapacağız seninle?" Şu durumda yapabileceği en güzel şey ikimiz için de aynıydı. Ben suysam o ateşti. Dudağının hemen yanına bir öpücük bıraktım onun bana yaptığı gibi.
"Sev," dedim sanki dahası mümkünmüş gibi. Yaralarımı sev, göz yaşımı sev. Tek beni sev... "Emredersin," dedi dudakları dudaklarımla yeniden buluşmadan hemen önce. Ellerim yüzünde gezinirken onun bir eli hala belimdeydi. Öpüşü az öncekine göre daha hızlıydı. Boynunda ki parmaklarıma değen asker künyesi ben de buradayım dercesine elime dolaştığında kazağının üzerine çıkardım.
"Herkesten emir alır mısın böyle?"
Parmağı dudağımdan başlayıp aşağıya inmeye başladığında çocuksu bir heyecan hissettim. Cık, sesiyle çıkardı. "Bir komutanlarımdan bir de aşık olduğum kadından." Belimde ki eli kazağımın içine girdiğimde heyecandan konuşmadım. Parmaklarının direkt olarak belimde gezinmesi huylandırmıştı. Gözlerinde daha önce bu kadar net görmediğim o ton olduğundan daha çekici görünmesini sağlıyordu.
"Tam şu an durmazsak, bir daha da duramayız." Tercihi bana bırakmak istiyordu. İleriye gitmektense zamana bırakmak istiyordu ama bu ikimiz için de olağan durmuyordu. Dudakları dudaklarıma birkaç milimlik yakınlıktayken parmakları kopçam ile uğraşıyordu. Çalan kapı Selim'e cevap olarak gelmiş gibiydi. Kapıya bir küfür savurdu içinden. Gelen kişiyi tahmin etmek zor değildi. Böyle anların vazgeçilmez kişisiydi kendileri. Birden çok kez çalan kapı artık gitmeyeceklerini kanıtlamıştı. Ben ayağa kalktığımda Selim olduğu yerden kalkmadı. Giderler, demişti elimi tutarken. Yiğit'in ek olarak telefonla arayıp neredesin, diye soracağını hesaba katmamıştı. Saçlarımı düzeltip kapıyı açmaya gittiğimde istemeye istemeye peşimden geldi. Açılan kapının ardında Yiğit, Ercüment ve Bade meraklı bakışlarla bizi bekliyordu.
"Müsait değildiniz sanırım, ağaç olduk burada," dedi benim en sevdiğim kuma... Yanaklarım yanmaya başladığında Bade alttan alttan sırıttı. Ercüment ise gökyüzünü incelemekle meşguldü. Kendi elleriyle bizi Selim'i dinlemeye götüreceği için bir hayli huzursuz göründüğü için bunu saklamaya çalışıyordu kendince.
"Müsait olmadığımı biliyorsan ne diye alacaklı gibi çalıyorsun kapıyı?"
Bade'ye bakmaktan net bir şekilde kaçıp sadece hemen önümde ki Yiğit'e odaklandım. Yiğit biraz öne eğilip kulağıma fısıldadı. "Bak şimdi nasıl açıyorum karadeniz frekanslarını."
Geri çekildiğinde yeniden devresine odaklandı. Niye sohbetimize kapıda devam ediyorduk bilmiyorum ama bir süre o koltuktan uzak kalsak iyi olacaktı. Selim artık sınırlarını bir hayli zorlarken işler benim için de zor bir bal almaya başlamıştı. İlk kez bu kadar garip hissetmiştim yakınlaşmamızda. Belki de evlilik artık çok daha yakın olduğu içindi.
"Müsait değilim ne demek, günler öncesinden söz vermedin mi bana?"
Benimki oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi somurtuyordu. Yaslandığı yerden ters bakışlarla onunla sohbet etmeye çalışan devresine bakıyordu. "Değilim ula, müsait değilim. Doğarken bile gecikmişsin bırak bana da gecik." Yiğit bu söz üzerine sessiz kaldı. Dediğini yapmıştı ama son cümle başka şeyler düşündürmüştü.
"Onu da yaptım," dedi buruk bir gülümsemeyle. Selim daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemediğini belli edercesine başıyla hazırlanmam için işaret ettiğinde ceketimi ve çantamı aldım. O da üzerini değiştirmek üzere odasına gitmişti. Birkaç dakika sonra geldiğinde üzerinde tamamen siyah bir eşofman takımı vardı. Hava soğuk olmasına rağmen kısa kollu giyip üzerine ince bir ceket almıştı. Askıda ki montunu alıp dışarıya çıktım.
"Ercü?"
Ercüment komutanının sözlerini duysa da göz teması kurmamaya çalışıyordu. Biliyordum ki göz göze gelirse bir şeyleri açık ederdi. Bade'nin sıkı tembihleri ve tehditleri de işin içine girince en iyi yol onun için bu olmuştu. "Ben kızları eve bırakacağım komutanım." Selim beni bırakabileceğini söylese de onlarla gideceğime ikna ettim. Arabaya binmeden önce elimde ki montu zorla eline tutuşturdum. Onlar kendi arabalarına ilerlerken biz çoktan Ercüment'in arabasına binip Bade'nin planlarını dinlemeye başlamıştık.
Onların bizden önce yola çıkmasını bekledikten sonra mesafeyi açarak takip etmeye başladı Ercüment. Zaten evin arka tarafında olan sahaya geldiğimiz de Ercüment arabadan inmeyeceğini, dışarıyı gözlemleyeceğini söylemişti. Yiğit ve Selim basketbol sahasına girerken sahanın sesinin rahat duyulabileceği bir kenara geçip kurulduk. Montunu yavaşça çıkarıp bir köşeye bırakışını izledim. Monta bari gülerek bakma be adam... Bade'nin kolumu dürtmesiyle kendime geldim. Hava artık kararmıştı. Bizimkiler oyuna başlarken tüm dikkatimi onlara verdim.
"Neyine oynuyoruz?"
"Doğruluğuna," dedi benimki hiç düşünmeden. Kim basket atarsa diğer kişi doğru bir şeyler söyleyecekti. Oyun bahaneydi. Konuşmaları için sadece bir aracı olmuştu. Oyun yavaştan başlarken öncelikleri topu birbirlerine kaptırmamaktı. Yiğit elinde ki topu başarıyla ilerleterken Selim anı bir hamleyle topu kazanıp bekletmeden attı. Kısa sürede potayla buluşan topa göre kaybeden ilk kişi Yiğit olmuştu.
"Sana tek bir sorum var."
Neredeydin, diye bir tahmin yürüttüm içimden. "Neredeydin?" Bade gururlu bir edayla gülümsedi. Oyun hızlanmıştı. Hatta bir noktadan sonra Selim topu sadece sinirini yatıştırmak için kullanır olmuştu. Hızlı hızlı sektirdiği top bir köşeye giderken ikisi de sahanın ortasında kalakaldı. Yiğit cevap vermeyince Selim onu kendine getirmek ister gibi omuzlarından geriye itti. "Gördüm," dedi Yiğit. Gözleri bir noktaya dalıp gitmiş gibiydi. Yaşadıkları bir bir gözünün önünden geçiyor gibiydi. "O pisliklerin ne kadar şerefsiz olduğunu, kardeşlerim için ne kalleş planlar düzenlediklerini kendi gözlerimle gördüm." Beklediği cevap bu değildi. Karşısında ki adamı birkaç adım daha geriye itti.
"Ben seni ellerimle toprağa verirken neredeydin? Mezarına toprak attığımda? İlk günler karanlıktan korkma diye geceleri yanına geldiğimde? En sevdiğin kaseti mezarına bıraktığımda?"
Bu kısımlarda yeni tanıştığımız için detaylarını çok bilmiyordum ama her gün mezara gittiği doğruydu. Bade sindiği köşeden merakla abilerini izlerken benim tek odağım sevdiğim adamın dolan gözleri ve titreyen sesindeydi. "Aşık oldum, dedim. Beni de öldü bilecek bu acıyı onun omuzlarına nasıl yükleyeceğim, dedim. Umay dayı dediğinde kendimi günlerce suçlu hissettim. Kollarımın arasında gözlerini kapattın lan..." Ayni kaptan yemek yediği, aynı kıyafetleri giydiği kardeşi bellediği adamı kolları arasında son nefesini verirken görmüştü. Onların kardeşliği hep bambaşkaydı. Yiğit sanki dalıp gitmiş gibi sadece boş boş bakıyordu. Kendine gelmeye çalışıyordu.
"Bir şekilde beni kendi içlerine aldılar. Oradan kaçmam için onlardan biriymişim gibi görünmem gerekti. Bu süreçte istihbarattan birileri ile iletişime geçip bilgi aktardım size. Mezarıma geldiğinde de elimden geldiğince hepsini dinledim."
Hafızamı kaybettiğim zaman Selim'i hatırlamadığımda yine mezara gitmişti. Bunu da anlatmıştı. Yiğit'in anlattıklarını gözümde canlandırırken içimde bir şeyler kırıldı. O anı zihnimden hiçbir zaman silememiştim de zaten. İkisi karşı karşıya dururken sadece gözleri vardı konuşan. Dudaklarından dökülenlerden çok konuşanlar onlardı.
"Niye gittin lan? Efsun'u kaybettim sandığım zaman niye geçecek demedin?" Artık kendini tutamayıp ağlamaya başlamıştı. Bade'nin gözleri de dolarken benimkiler çoktan yaşlarını akıtmaya başlamıştı. "Ben her gün seni andım, o şerefsizlere her gün lanet ettim. Bir yerlerde yaşarken neden gelip beni bulmadın?"
"Senin canını da yakarlardı. Ben ikimizin yerine de acı çekmeye razı oldum işte." Yiğit ağlamıyordu ama yüzünde ki gülümseme bunun ağlayamadığı için olduğunu fazlaca belli ediyordu. Selim elini Yiğit'in omzuna koyduğunda Yiğit dudağını dişleyip ona baktı. Ağlamamak için her yolu deniyordu. "Yaksalardı," dedi Selim. "Benim canımı kardeşim yakmış, bıraksaydın da onlar yaksaydı. Seni her gün öldü bilirken, devrem diye bir avuç toprağa sarılırken yanmadı mı sanıyorsun?" Yiğit kendini tutamayıp sarıldı. Göz yaşları usul usul süzülmeye başladı. Bir eli devresinin sırtını sıvazladı. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama beceremedi onun yerine elini birkaç kez Selim'in omzuna vurmayı seçti.
"Yaktırmam lan," dedi göz yaşlarının arasından son derece ciddi bir sesle. "Kardeşim dediğim adamın canını kimselere yaktırmam. Ben yaptım, ben çektim. Başka da kimseye izin vermem." Selim sarılmaktan çok sığınmıştı. Bana yaptığı gibi yüzünü karşısında ki kişinin omzuna gizlemişti. Günlerce beklediği an bu gibiydi. Birbirlerinden ayrıldıklarında ikisi de yeniden karşı karşıya geldi.
"Gidecek misin tekrar? Susacak mısın?"
Yiğit bu kez içten bir halde güldü. Cevabından eminim der gibi bir gülüştü bu. "Gitmeyeceğim devrem. Kapıdan kovsan bacadan gireceğim. Bir sana susmayacağım, bir senden gitmeyeceğim." Bu kez Selim karşısında ki adamı omzundan kendine çekip sıkıca sarıldı. İşte şimdi tamamen barışmışlardı. Aralarında olan son birkaç kırgınlık kırıntısı da böylece yok olmuş gibiydi. İkisi de daha fazla ayakta duramayınca dışarıya çıkıp sahanın ön tarafında ki küçük oturaklara oturdular. Yiğit cebinden çıkardığı paketten bir sigara alıp kalanını Selim'e uzattı. "Sigraya başlamışsın?" Dudakları arasına yerleştirdiği sigarayı yakmasını izledim. Yiğit paketi tekrar cebine katarken yandan bir gülüş attı. "Sevdalara dalmışsın?" Selim içine çektiği nefesi dışarıya verirken içten bir şekilde güldü. Bu konuya geleceklerini de biliyordum. İkisi de öncesinde bir güzel ağlamış, eteğinde ki taşları dökmüşlerdi.
"Gelmiş karşıma bir Efsun güzeli, sıkıyorsa dalma sevdalara." Bade bir yandan göz yaşlarını silerken bir yandan konuyu değiştirmek ister gibi kolumu çekiştirdi. Göz yaşı, gülümseme hepsi birbirine girmişti. Bu kez Yiğit çekti içine derin bir nefesi.
"Ciddi bir kadın," diyerek konuşmaya başladı Yiğit. "Samimi, neşeli duruyor ama diğer tarafı oldukça ciddi. Seni bile bir noktada bastırmış ki bizim yüzbaşı olmuş mecnun." Selim sigarasını parmakları arasına sıkıştırıp ucunda ki küllerini tablaya döktü.
"Ciddi olmasına gerek mi var? Gözlerime bakması yetti."
Ne sevap işlemiştim bilmiyorum ama karşılığını en güzel haliyle aldığıma emindim. On lafından on biri ben olan bir adama aşık olmuştum.
"Kıskançlık olayları? O zaman konuşamadık ama Efsun tarafından bakınca hoş bir durum değildi. Çağla'nın sen atmadığın halde konumunu bulup gelmesi, kendi aklınca seninle nişanlı gibi davranması. Tamam seni paylaşmam ama yengemi de kimselere vermem."
Aferin be Yiğit. Şimdi gözüme girmişti. İkimizin de Selim haricinde tartıştığı bir konu yoktu. Arkamdan böyle konuşması, hakkımda ki düşünceleri de mutlu etmişti. Timde ki herkes Selim olmadığında bile benim için bir abi, kardeşti. Şanslı olduğum başka bir olay da buydu. Bütün kızlar diğerleri için bir kardeş, yengeydi.
"O günden sonra zoraki bir emirle fizik tedavi almaya başladım. Emekli olan fizyoterapist var diye düşünmeden açtım kapıyı. Zaten tanıyorum, tedaviyi hemen tamamlasın gideyim dedim. Kapıyı bir açtım," dediğinde nefesimi tuttum. Bundan sonra ki kısım bizdik.
"Simsiyah saçları, çekik duran gözleri, memleketi kıskandıracak güzellikte ki yeşil gözleri. Başta çekinmedim değil. Eğer hayatımda birisi var deseydi aşka küsen bir adam olacaktım belki de. O görünen yaralarımı iyileştirdiğini sanarken kalbime de el attı. Bir baktı içimde binlerce orman birden belirdi. Tanımıyorum seni, dedim. Önceden görseydim unutmam mümkün değildi çünkü. Meğerse kalbim zaten onu tanıyormuş. Aşk bu oğlum, diyormuş bana içten içe. Sonrası malum işte. Yüzbaşı Karacalı bir çift yeşil göze esir oldu. Aramızda kalsın en güzel esaretim buydu."
Benim en güzel esaretim de buydu... Vatan emanet edilen adama gönül emanet etmekti. Orada olduğumu anlamış gibi etrafa bakındı. Hissederdi, hissetmiş miydi? Ercüment ne yaptığımıza bakmak için yanımıza geldiğinde kendini operasyon da gibi hissetmesine güldüm. Selim fark ederse diye ödü kopuyordu. Bade'yi kolunun altına alırken bana da hadi gidelim, bakışını attı. Azıcık daha izin aldığımda beni bırakıp Bade ile uğraşmaya başladı.
"Sen onu kıskanmaz mıydın? Kız haklıydı hepsinde ama atarlı bir tarafı da varmış anladık onu. Çağla'yı dışarıya çıkarana kadar benim canım çıktı."
Yiğit, bugün beni epey şaşırtmıştı. Yeni tanışsak da hakkımda böyle düşünmesi mutlu etmişti. Selim'in kardeşim dediği insandı bir yerde. Beni de böyle görmesi mutlu ederdi. Sigaralarını küçük tabla da söndürdükten sonra derin bir nefes aldı Selim.
"Güzelse bana güzel, benim aşık olduğum kadın. Benim evleneceğim Efsun. Başkasının ona o gözle bakma ihtimali bile beni bitirir. Onu da anlıyorum. Bir de hepsi üst üste geldi ama onun için de aynı durum geçerli."
Son kavgasından sonra bunu anlamıştım. Sunucu adamın sözü bir daha geçmemişti ama ödüle ne zaman baksa oldukça sinir oluyordu. İkisi de bir süre sessiz kaldı. Sanki konuşmaya sessizlikleri devam etmiş gibiydi. Yiğit cebinden bir şeyler çıkardıktan sonra telefonundan bir şeyler aradı. Aradığı şeyi bulmuş olacak ki yüzünde bir gülümseme belirdi. Önce telefonu verdi Selim'in eline. Neye baktıklarını bilmiyordum ama Selim'in de yüzünde aynı gülümseme belirmişti. Yiğit elinde ki şeye baktı, baktı... Ne olduğunu bu açıdan pek göremiyordum ama ikisi için de değerli bir şey olduğu belliydi.
"Bende sana ait olan bir şey var komutanım," dedi ayağa kalkarken. Selim elinde ki telefonla beraber öylece arkadaşına baktı. "Bıraktığımda kıdemli üsteğmendin, yüzbaşı olmuşsun," dedi gururla. Selim de merak etmiş olacak ki ayağa kalktı. Yiğit birkaç adım geri çekildi. "Yirmi temmuz da, bende anladım seni. Seni şehit olarak bildiğimiz gün. Bu künye sende kalsın artık."
20 Temmuz. Her şeyin bir anda anlamsızlaştığı, bütün seslerin sustuğu gün. Bir gün, takvim yaprağında ki sadece bir gün sevdiklerimizi bizden alıp götürmeye yeterdi. O gün aklıma geldiğinde tüylerim diken diken oldu. Abimden sonra birini kaybetmenin hissiyatını en yoğun yaşadığım dönem olabilirdi. Çok seversen seni bırakmaz, lafı doğru olacak ki ikisi de sonrasında gelmişti. Selim künyesini eline aldığında diğer eli boynunda ki künyeye gitti. Sabah yakından inceleme fırsatı bulduğum künyeyi çıkarmaktan vazgeçti. Diğerini cebine kattı. O da cebinden devresinin künyesini çıkardı. Yiğit bunu bilmesine rağmen beklemiyormuş gibiydi.
"O zaman devir teslim zamanı," cümlesini yarıda bıraktığı çok belliydi ama Yiğit bunu umursamadı. Belki de o kelimeyi bir süre daha söylemeyeceğini düşünüyordu. Devresinin elinde kendi künyesini görünce duygulanmış gibiydi. O da kendi künyesini alıp boynuna taktı. "Devrem," dedi Selim garip bir kelime kullanır gibi. Ercüment öksürüğünü gizlemeye çalışırken Bade susması için koluna vurdu. İyi ki şu an Ecem yoktu... Yiğit'in gözleri anı bir sevinçle parladı. Boynunda ki künyeyi sıkı sıkı tuttu.
"Ne dedin sen?"
Selim elini havaya kaldırdı. Yiğit'in elini çarpmasını bekliyordu. Sanki künyesini takınca sahiden devresi olmuştu. Şimdi tamamlanmıştı. Bu kez ağlayan Yiğit oldu. Onların görevinde kardeşliğin başka bir seviye olduğunu daha iyi anladım. Babam ve Akın'ın babasının arkadaşlığının geldiği yer de buna benzerdi. Babamın Akın'a kıyamayışı, yıllar sonra onu bulduğunda bile evladı gibi sarıp sarmalaması bu yüzdendi.
"Saat geç oldu. Operasyon için hazırlanacağız. Devrem dedik diye cıvıma hemen. Hadi göreve."
Yiğit parka götürülen çocuk gibi güle oynaya arabaya gitti. Ercüment'in koluma dokunmasıyla bende onlara döndüm. Herkes evlerine dağılırken Ercüment de Bade ve beni eve bıraktı. Bugün fazlasıyla yardımcı olmuştu. Bade, uyumadan önce günlük bakımlarını yapmak için vakit kaybetmeden banyoya koşarken ben odama çekildim. Günün yorgunluğu başka türlü geçmezdi. Öncesinde duşa girip silkelenmeye çalıştım. Saçlarımı bir havlu ile toplayıp üzerime geceliğimi giydiğimde telefonumu elime aldım. Tam o esnada ekranda görünen yeşil kalp, heyecanlanmama neden oldu. Yaramazlık yaparken yakalanan çocuk gibiydim. Biraz gecikse de telefona cevap verdim.
"Güzelim, uyandırdım mı?"
Ses tonu yorgunluğunu belirtse de bir o kadar da sevgi yüklüydü. Sorusuna gereğinden fazla sessiz kaldığımı fark edince hemen toparladım. "Uyumamıştım daha. Bir şey mi oldu?"
Bu kez sessiz kalan o oldu. Araba da olduğu belliydi. Trafikte olduğunu anlatan sesler arka planda bunu doğruluyordu. "Çok yorgunum Füsun," dediğinde neredeyse uzun zamandır bunu söylemediğini düşündüm. İnsan bir kelimeyi bu denli özler miydi? Yorgunluğu bedenen olmaktan çok mental olarak bir yorgunluktu. "Sende istersen eve giderken seni de alabilirim."
"Saçlarım da ıslak hala. Sen bize gel. İpek bir hastasının evinde kalıyor yaşlı bakım için. Bade de zaten uyumuştur."
Bizim ev kızlardan dolayı biraz kalabalık olduğu için eskisi kadar gelmiyordu. Benimde şuradan şuraya gidecek ne halim ne mecalim vardı. Başka bir seçeneği yokmuş gibi kabul etti. Telefonu kapatınca guruldayan karnıma utanarak baktım. Kahvaltıdan beri bir şey yememiştim. Selim'in de aç olduğunu düşünerek dolaptan bulduğum birkaç şeyi masanın üzerine hazırladım. Kapıyı çalmadan geldiğinde dair bir mesaj attığında kapıya koştum. Açılan kapının ardında spordan geldiği belli olan, saçları yorgunluktan alnına dökülmüş Ulaş Selim gecenin bu saatinde kalp sağlığı için pek de iyi bir tercih değildi. Önce yüzüme sonra da saçımda ki havluya baktı. İçeriye girdiğinde kapıyı kapattım. Kuralı buydu. Kapıyı kapattıktan sonra sarılırdı. Komşular görmesindi. Her zaman ki gibi burnunu boynuma gömercesine sarıldı. Birkaç saniye sonra saçlarım serbest kaldığında elinde ki havluyu da bir kenara bıraktı.
"Böylesi daha iyi," dediğinde artık alıştığım o gülüş belirdi yüzünde. Bir insanın gülüşünün moodu olur muydu. Olurdu. Çapkınlık gülüşünü nerede olsa tanırdım. Ancak neyse ki sadece bana böyle gülüyordu. Elinden tutup önce mutfağa götürdüm. Masanın üstünde ki yemeklere bakışına bakılırsa doğru tahmin etmiştim.
"Ama üstüm başım da kötü oldu. Toprak, ter, derken keşke değiştirip gelseydim."
Beş yaşında ki bir çocuk gibi üzerinde ki kısa kolluyu çekiştirdiğinde ifadesine gülümsedim. O da uzun süredir açtı. Şeker kısmını da düşünürsek bir şeyler atıştırması gerekiyordu. Elinden zorla çekiştirip masaya oturttum.
"Şimdi öncesinde bir şeyler yiyoruz, sonrasında sen benim odama gidip duş alıyorsun. Bende o sırada içecek bir şeyler hazırlarım." Bu teklife hayır demedi. Tabağını uzatmasına bakılırsa hoşuna bile gitmişti. Filmlerde ki gibi değişik yemekler kalması gerçek değildi. Akşam yemeğinden kalanları tabağına koyduktan sonra kendime de bir tabak hazırladım. Kahve yerine çay, diyeceğini bildiğimden çayı da öncesinde hazırlamıştım. Çay görünce gözleri parlayan Rizeli asla saçma gelmiyordu.
"Gün geçtikçe sabrımı daha çok sınıyorsun," dedi fısıltıya yakın bir ses tonuyla. Söylediklerine şaşkınlıkla bakakaldım. İlk defa bu tarz konuşmuştu. Çayından büyük bir yudum aldı. "Aşkından öldüğümü bile bile üzerime toprak atıyorsun be güzelim. Ulaş daha ne yapsın, evlenmek için gün sayıyor zaten. Bazen içimde ki ses kıyın bir yıldırım nikahı, diyor." Selim'in gözü sevgililik dönemlerinde hiçbir zaman olmamıştı. Her zaman bunu açık açık da belirtmişti. Bir de artık yıllar süren tanışmamız üzerine eklenince bir an önce evlenelim istiyordu. Tabağında ki domatesleri benim tabağıma bıraktı.
"Evlendikten sonra bu sözlerini zevkle hatırlatacağım o zaman." Çocukluk dönemlerinde annemin izlediği bazı dizilere denk gelmiştim. Evlilik döneminde terk edilen gelinleri hatırladıkça travma haline gelen o kötü düşünceyi hemen zihnimden silmeye çalıştım. Selim ise hay hay, demişti. Yemeğini bitirdiğinde tabağını tezgaha bıraktı. Şirin teyze, seni çok seviyorum... Selim de Poyraz abi de bu yönlerde oldukça bilgili yetiştirilmişti.
Yine elinden tutarak odaya çıkardım. Selim yatağımın ayak ucuna oturduğunda abimin en son ki gelişinden kalan pijama takımını çıkardım. Pijamalara şöyle bir göz attı.
"Abimden kalmıştı, sana da olur sanırım." Selim abime göre birazcık daha uzun kalıyordu ama olacağını düşünüyordum. Pijama takımını elimden alıp yatağa bıraktı. Boşta kalan ellerimi bir eliyle önde birleştirirken diğer eli saçlarıma gitti. Gözleri, kömür karası gözleri... Baş parmağı dudağıma değdiğinde bakışımı oraya odakladım. Parmağını biraz sert bir şekilde dudaklarımın üzerinde gezdirdi. Artık hapşırmalarını da kontrol altıma almayı başarmıştı. Ellerim hala onun elinin esaretindeydi. Dudaklarımda gezen parmağını çekip saçlarımla oynamaya devam ettiğinde biraz öne doğru atılıp bu kez öpüşmeyi başlatan ben oldum. Beklenmedikti ancak çabuk uyum sağladı. Özellikle yorgunluktan sonra dağılıp alnına düşen saçlar, beyaz esmer arası yüzünde yorgunum diye bağıran göz altları... Kolunu belime koyup beni biraz daha kendine çekti.
Bugün bütün söylediklerini kulaklarımla duymuştum. Adam her seferinde ben aşığım diye ilanı aşk ediyordu. Ben nasıl tepki vereceğimi şaşırırken o kendini aşmaya devam ediyordu. "Varlığında yokluğunda yetmiyor," dedi dudaklarımız kısa bir süre ayrıldığında. Şarkı arka planda çalmaya başlamıştı benim için. Yakmadın mı zaten yüzbaşı? Eli kulağımın hemen altında boyun bölgemde sabit bir şekilde dururken tüm odağı bendeydi. Yarın gideceği operasyonu, ayrı kalma sürecini düşündükçe daha sıkı sarıldım.
Üzerinde ki kısa kolluyu çıkarmak için bir hamle yaptığında bende onaylar gibi bir adım geri çekilip oni bekledim. İlk gözüme çarpan omzunda ki yara izleri olurken dikkatimi dağıtmaya çalışır gibi çenemden tutup göz göze gelmemizi sağladı. Dudaklarıma doğru bir hamle yaptığında bu kez ikimiz de ayakta değildik. Sırtım yatakla buluşurken Selim'in de hemen karşımda bana doğru uzanan künyesi tamamen bir görsel şölendi. Parmağımı künyeye dolayıp biraz onunla oynadım. Öpüşlerim dudaklarından aşağıya doğru inmeye başladığında bir şeyler mırıldandı.
"Aşıksın?"
"Ölümüne."
"Sevda?"
"Efsun."
Aramızda geçen bu birkaç kelimelik diyalog duymasını bilene ne çok şey anlatmıştı. Karın kasları görüş alanıma girerken onun eli de üzerimde ki ince kıyafetin altından belime değince ürperdim. Elim karın kasları üzerinde gezinirken dudağını ısırdığımı hissettim. Garip bir andı ama bir an boşluğuma gelmiştim anı bir refleksle tırnaklarımı sırtına biraz daha batırdım. Dokunuşları bedenimi alev alev yakarken destek alabildiğim tek yer sırtıydı.
"Efsun," dedi yine son heceyi nazlı nazlı uzatırken. Hıı, diye mırıldandım. Dokunuşlarımız öncesine göre daha cesurdu. Özellikle Selim'in bu halini görmek garip bir şekilde cesaret veriyordu. Koskoca adam eriyip gidiyordu.
"Ne yapacağız seninle?" Onun öpüşleri de aşağıya doğru inmeye başladığında karnımda bir karıncalanma hissettim. Sanırım ne hissettiğini anlamıştım. "Tahir babayla konuşup nikah işini daha da erkene çekmemiz gerekecek sanırım." Korktuğum şey bunu sahiden yapabilecek olmasıydı. İki ay sonra ki nikahı zorla bir ay öne çekmeyi başarmıştı. Düğün kısmını daha sonra yapacağımız için nikah bir ön basamaktı.
"Böyle düşünen sadece sen değilsin," dediğimde bundan cesaret almış gibiydi. Elinin değdiği noktayı hissettiğimde gözlerim açıldı. Gözleri yavaşça gözlerimi buldu. Hassas noktamı bulmuş gibiydi. Ev hali olduğunu fazlaca belli eden giysiler şu an için pek de yardımcı olmuyordu.
Parmakları değdiği yeri karıncalandırırken bundan zevk alan kişinin sadece ben olmadığım belliydi.
"Yorgun değil miydin?" Kahretsin. Bunu sorarken bile sesim heyecandan titremişti. Elleri hala o noktadayken konuşmasam daha iyi olacaktı. Benden mi bahsediyoruz der gibi baktı.
"Aksine dinlenmiş hissediyorum. Göreve gitmeden önce seni görmek iyi geldi." Sabah gidecek olması aklıma geldiğinde birkaç saatimizin kaldığını hatırladım. Çok az uzamaya başlayan sakalları burnuma sürterken boynuna bir öpücük bıraktım.
"Saat iyice geç olmadan sen duşa gir. Sonra da biraz uyuyalım." Yumuşak bir tonlamayla söylesem de ciddi olduğumu anlamıştı. İstemeye istemeye geri çekilsem de dinlenmesini daha çok istiyordum. Ne zaman geleceği bile belli değilken biraz uyuması gerekiyordu. O duşa giderken ben olduğum yerde kendimle baş başa kaldım. Aşık olduğum adamla yaşadığım anılar anı kutuma bir bir ekleniyordu. Üzerimi düzeltip ayağa kalktım. Selim çıkmadan önce ikimize de bitki çayı hazırlayıp tekrar odaya geldim. Ben elimde kupalarla öylece dururken karşımda yunan heykelini andıran adam adil değildi. Az önce ki anlar aklıma gelince yanaklarım kızardı. Hoşuna gitmişti. Sadece altına giydiği eşofman, saçlarını kuruladığı havlu... Elimde ki kupaları sehpanın üzerine bıraktım.
"Rize genleri mi Uşak genleri mi bunlar?"
Anne baba farklı memleketten olunca bu şekilde oluyordu. Selim de ikisinden de vazgeçemiyordu. İkisinin genlerini de ayrı ayrı taşıyordu. "Niye erkek şampuanı olduğunu sormayacağım," dediğinde o sormasa da ben cevapladım.
"Sen benim için makyaj malzemesi bile almıştın. Bende alışverişe gittiğim zaman sana dair bir şeyler almak istedim. Hatta kendi evimize aldığımı düşündüm bir an."
Bir şampuan alışverişi bu kadar romantize edilmiş midir bilmem ama güzel hissettirdiği kısmı gerçekti. Yarım bir gülüş belirdi dudaklarında. Cüzdanı ve silahının yanında duran kupasını alırken benimkini de uzattı. Ben yatağa oturduğumda o da sandalyeyi çekip karşıma oturdu. "Yiğit ile barıştık," dedi itiraf eder gibi. Küçük bir çocuğun annesine yaptıklarını anlatması gibi neredeyse her gün heyecanlı heyecanlı yaptıklarını anlatıyordu. Bilsem de bilmiyormuş gibi davrandım.
"Ne fark ettim biliyor musun?" Çayımı içerken kupanın üzerinden yüzüne baktım. "Kardeşim demeyi, devrem olmasını sandığımdan çok daha fazla özlemişim. İki kez öldüm dedim, ikisinde de tekrar hayata döndüm." Kendi çayımı bitirip bardağımı kenara bıraktım. Hikaye dinleyen çocuklar gibi dinledim. "İlki kardeşlerimi şehit verdiğimde, diğeri de hafızanı kaybedip beni hatırlamadığında." O anları tekrar hatırlayınca üşümüş gibi hissettim. Fazlaca mazide kalmasını istediğim bir anıydı. Selim de çayını bitirdiğinde yatağa kıvrıldım. Hemen yanıma uzanırken üzerimi örttü. Başımı göğsüne koyduğumda yuvasına kavuşmuş bir yavru gibi iyice sindim olduğum yere. Aşk olmak mı, aşık olmak mı? Eğer karşımda Selim varsa her ikisi de...
Saçlarımı koklayıp öptü. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken o hala uyumamıştı. Nefes alışverişlerimizi dinlerken hangi ara olduğunu hatırlamadan uyuyakalmıştım. Gördüğüm kabusla nefes nefese uyandığım da Selim de uykudan uyandığını belli eden endişeli gözlerle bana bakıyordu.
"Geçti," dedi beni kolunun altına alıp sarılırken. Gördüğüm şeyi net olarak hatırlamıyordum ama korkmuştum.
"Çok dikkat et," dedim sesim titrerken. Başımı biraz geri çekip yanağını okşadım. Göz altını okşarken, "Ve bana sağ salim geri dön olur mu?" Beni tekrar omzunda yatırmasına izin verdim. Net olarak hatırlamasam da parça parça anımsadığım şeyler birleşiyordu. Kan, ateş, göz yaşı...
"Söz veriyorum sevgilim, ne olursa olsun bana hep sana döneceğim."
Göreve gidecek adamı da unutmadık ya Efsun... Selim saçlarımı okşayıp beni sakinleştirmeye çalışırken bu kez daha huzurlu bir uykuya daldım. Az önce ki kabusu unutmak istercesine sıkı sıkı sarıldım. Sabah uyandığımda sarıldığım birisi olmadığı için boşluğa düşsem de yastığına bıraktığı notu gördüm.
Kabus görürsen ya da kendini kötü hissedersen korkma olur mu? Mutfakta sana bir sürpriz bıraktım. Hepsini ona anlat, ben gelince ondan dinleyeceğim. Seni çok seviyorum, ve unutma ne olursa olsun sana döneceğim. Bilirsin, insanlar bir gün eve mutlaka döner...
U. Selim.
Her yere Ulaş S. yazan adamın sadece bana Selim olması sevdiğim başka bir yönüydü. Notu alıp koşar adımlarla mutfağa indim. Kızlar henüz uyanmadığı için ortam sakindi. Yemek masasında ki küçük ayıyı görünce gülümsedim. Hatta ağladım. Çocukluğumda abimin harçlıkları ile bana aldığı son doğum günü hediyemdi bu. Biraz eskimiş olsa da şimdi yeni gibiydi. Geç kalmamış olmayı dileyip Selim'i aradım. Tam kapatacağım sırada telefonu açtı.
"Konuşma," dedim hızlıca. Sesini duymak şu an için iyi gelemeyebilirdi. Duygusallık üzerine duygusallık eklemeye gerek yoktu. "Sana dair o kadar çok iyikim varki, sana bütün sınırları aşacak kadar aşığım Selim. Ve unutma, sen söz verdiysen tutarsın. Evine de döneceksin, Allah'a emanet ol sevgilim," dedikten sonra direkt telefonu kapattım. Çok geçmeden bir mesaj geldi.
Ben hep sana geldim Füsun.
Belki çok da yaşanılası bir hayat değil ama sen varsın. Sonunda seni görmek, sende dinlenmek var. Hele ki bu noktadan sonra yedi ceddi gelse ben yine de yuvamdan ayrılmam.
Sevdam sana, sen Allah'a emanetsin. Seni seviyorum, Efsun, Efsun Karacalı...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.7k Okunma |
5.74k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |