Her yeni bölümde başlığı yazarken film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden her şey. 38. Bölüme giriş yapıyoruz an itibariyle! İyisiyle kötüsüyle buralara geldik. Edit yapanından ayrı, yorum yapanından ayrı, yeni bölüm at liva, diyeni ayrı seviyorum. Hepiniz iyi ki varsınız. Efsun bizi bir araya getirdi biz de bunu devam ettirelim inşallah. Biz sizi çok sevdik, umarız siz de bizi sevmişsinizdir... Yeni yıla girerken okursunuz belki bu bölümü. Efsun 2. Kez yılbaşına benimle beraber giriyor ve 2025 ağustos da 2 yaşına girecek...
Keyifli okumalar okurballarımız...
◇
Kıskançlık insanın ruhunu esir alan bir duyguydu. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin o yerinden kıpırdamıyordu. Günlerdir içimde olan sıkıntıda bundan kaynaklıydı. Her seferinde nasıl başardığını bilmediğim bir şekilde üstüne koyarak devam ediyordu Çağla. Yaptıklarını unutmak ister gibi derin bir nefes aldım.
"Bir yarim olsun isterdim, gözleri yeşil..."
Kulağıma dolan sesle iyice mayıştım. Selim uyuduğumu düşünüyor olmalıydı. Gözlerim kapalıyken dizlerinde biraz daha mayıştım. Evinde özellikle odasında ki o tarifsiz koku burnuma dolarken onun kadife sesini pür dikkat dinledim.
"Bir yarim oldu sonunda, gözleri yeşil," dediğinde önce alnıma dökülen birkaç saç telimi okşadı. Ardından parmakları usul usul kirpiklerimde gezindi. Uyanmamdan korkar gibi usul usul hareket ediyordu.
Yeşil diye bir renk olmasaydı biz yine de yeşil gözlü olurduk.
Şarkı söylemeyi mırıldanıp bir süre daha saçlarımı sevdi. Kapı aralandığında birinin geldiğini duydum. Uyumasam bile uyku o kadar esir almıştı ki bedenimi gözlerim inatla kapalı kalmaya devam etti. Gelen kişi her kimse konuşmadı. Öylece oturmuş gibiydi. "Seni böyle görmek de varmış,"
diye fısıldayan kişi Yiğitden başkası değildi. "Vatanım da vatanım, başka aşk mı olur? Diyen kıdemli üsteğmenden sevdiği kadını dizlerinde yatırıp kirpiklerine kadar seven yüzbaşıya..." Ses tonu maziye dalmış gibiydi. Sahiden hepsi Selim'in aşık olabilmesine şaşırmış gibiydi. Bu kadar mı aşka karşı bir adamdı?
"O zamanlar Efsun'u tanımıyordum," dediğinde gülümsememek için büyük bir çaba sarf etmem gerekti. Seni alıp kalbimin köşesinde saklamak isterdim be adam. Benden başka kimse görmesin, sevemesin diye... Derin bir iç çektiğini duydum. Saatler önce içmiş olduğu sigara kokusu az da olsa parfümüyle burnuma doldu. Kıpırdandığımda gözlerimi de aralar gibi oldum.
"Aşk insanı rezil de eder vezir de... Baksana bizimkilere? Berker ve Yavuz dışında hepsi birine aşık. Tuna baba oldu."
Senin timin bence de biraz aşık olmuş...
Özellikle Akın ve Burak cephesinde sular durulmuyordu. Akın eğitimlerde Burak'a çektirirken o tek bir kelime etmiyordu. Kim kimden rütbeliydi önemsizdi gönül işlerinde. Daha fazla dayanamayıp gözlerimi açtığımda doğruldum. Yiğit'in bakışları beni izlerken Selim yanağıma bir öpücük bıraktı.
"Biz mi uyandırdık?" Yiğit'in sorusuna cevap olarak başımı iki yana salladım. Hiç uyumadım ki... "Böyle gelmiş bulundum bende ama ortam sakinken bir uğrayayım dedim." Sen zaten hep bizimlesin Yiğit... Artık buluşmaya giderken bile bir şekilde üç kişi oluyorduk ya zaten? "Çocukluğunu gördüğüm adamın bu hallerini görmek ne bileyim bir garipmiş." Dokunsan ağlayacak gibi bir hali vardı. Selim çok yakınlık göstermese de en azından konuşuyordu. Bu da Yiğit için pahabiçilemez bir durumdu. Saatim geldiği için revire gitmek üzere ayağa kalktım.
"Size iyi sohbetler o zaman. Benim artık iş başı yapmam lazım." Selim az önce benimde oturduğum yerden uzun uzun beni süzerken Yiğit de kıpırdandı ama kalkmadı. Anlaşılan biraz daha oturacaklardı. Odadan çıktığımda direkt dışarıya çıkıp tenime değen rüzgarı hissettim. İşte şimdi sabah olmuştu. Revire girdiğimde Ecem'in kolumdan çekiştirmesiyle rotam artık İpek'in odası olmuştu.
"Yüzünüzü gören cennetlik Efsun Hanım," derken kinayeli bir havası vardı. Tek kaşımı meydan okur gibi kaldırdım.
"Siz de evlendikten sonra öyle olmadınız mı Ecem Hanım? En son elinde içlikle askeriyeyi bastın ya. Mert şunu giy de hastalanma diye."
Odada ki herkes kahkaha atarken Ecem son derece ciddiydi. Evlendikten sonra adeta bir anne havasına bürünmüştü. Yaptığım şeyin arkasındayım, der gibi bakıyordu. Bade ve İpek kahvelerini içerken benim kahvemi Eylül getirmişti.
"Bizimkiler göreve gidiyormuş, bu akşam." Selim'in birkaç gün önce söyledikleri aklıma geldi. Yiğit'in işleri de tamamlandığı için artık o da time dahil olup göreve gidecekti. Belki de odaya gelip konuşması bu yüzdendi. Uzun zaman sonra arkadaşları ile beraber göreve gideceği için heyecanlı olmalıydı.
"Sizin konuşacağınız yok o zaman ben başlıyorum," diyerek söze başlayan Bade oldu. Sahiden uzun zamandır böyle toplanıp dedikoduları konuşamamıştık. "Ecü ile tam anlamıyla sevgili olduk diyebilirim. Akın ve Ulaş abime baktıkça kocaman adamlar sevdikleri için nasıl da çocuk oluyorlar diye imrenirdim. Ecü de tam olarak öyle olmasa da gelişme var, en azından benim yanımdayken onlara benzemeye başladı." İpek'in yanakları anında kızardı. Ne zaman bu tarz şeyler konuşulsa anında utanırdı. Kıkırdayan kişi ise onun hemen yanında ki Eylüldü.
"Geçen gün dışarıya çıktığımızda çocuklar için satılan balonlardan gördük. Alıp bileğime bağladı kaybolursan buradan bulurum seni diye." Biz buna gülerken devamını getiren Ecem olmuştu. "Benimki de ne yapsın işte, bunlar gereksiz pahalı gel şu marketten balon alalım ben şişirip sana hediye ederim, dedi." Mert özellikle evlendikten sonra para harcamayı tamamen bırakmış gibiydi. Neredeyse her gün yapılan alışveriş sonrası kendi kısmını askıya kaldırmış gibiydi.
"Evlendikten sonra insanın anlatacak bir şeyi kalmıyormuş. Her gün aynı evdeyiz işte. İpek anlatsın, ne oldu sizin şu kız isteme işi?" Sahiden, onların bizden önce sözlenmesi gerekirken biz sözlenip aradan çıkmıştık. İpek mahcup olmuş gibi bir hale büründü. Bu konuda ikisinin de yüreği yaralıydı.
"Annem önce ki olaylardan sonra tam anlamıyla güvenemedi. Bilmiyorum ama erteleyip duruyor. Babam biz konuştuk onunla, diyor. Akın da bir şey söyleyemiyor onlara ama üzülüyor, biliyorum."
Ailesi de haklıydı. Önceden yaşanan durumlar yüzünden korkuyorlardı. Biricik kızları bu sefer de hayata küserse diye çekiniyorlardı. Aşk bütün korkuları yerle bir etmez miydi zaten? Eylül onaylar gibi başını salladı. En çok aşk acısı çeken kim diye yarışsalar şüphesiz hepsi birbirine girerdi. Bade konuyu değiştirmek ister gibi farklı bir konuya geçti. Gülerek anlattığı şey gözüme takılan şey yüzünden havada asılı kaldı.
Selim ve Yiğit bir yere gidiyorlardı. İkisi de yan yana. Yiğit'in kolu, Selim'in omzundaydı. Nereye baktığımı anlamaya çalışır gibi başını uzattı Ecem. Onları yan yana görmek beni bile duygulandırırken geçmişlerini bilenler için durum yine aynıydı.
"Dertleşecekler sanırım."
Bade'nin önerisi mantıklıydı ama dertleşecek ne konuları vardı? Neden bilmiyorum ama konuyu delicesine merak ediyordum. İpek birkaç asker için pansuman haberi alırken Ecem evraklar için odadan çıktı. Eylül, abisine görünmeden Burak ile konuşmanın derdindeydi. Bade, ipleri eline alıp koluma girdi. Anlaşılan bu işte ortağım oydu.
"Arka tarafta bir yer var. Hep oraya giderlerdi." Koluma girdikten sonra yürümeme de yardımcı olmuştu sanki. Duyacaklarımı düşünürken adımlarım yavaş yavaş ilerliyordu. Ahır tarzı bir yere geldiğimiz de durduk. Tahta kapı hafif aralıkken içerden Yiğit'in sesi geliyordu. Bade duvar kenarına geçtiğinde beni biraz daha kapının önünde bıraktı.
"Niye getirdin beni buraya?"
Selim'in gelmesini Yiğit istemişti. Sabah ki olaydan sonra ikisini de görmemiştim. Rümeysa ve Kaya haricinde timden birileri yoktu.
"Anlat diye." Yiğit'in sesi ilk defa bu kadar otoriterdi. Rütbe önemsiz gibiydi. Şu an ikisi de o çocukluk arkadaşı olan ikiliydi. Selim'in çatılan kaşları gözümün önüne geldi. "Neyi?"
"Bana olan kızgınlığını, dağlarda taş üstünde taş bırakmayan adamın bir kadına bakarken gözlerinin nasıl titrediğini, Çağla olayını, isteme gününü." Aferin Yiğit. Özellikle Çağla olayı benimde merak ettiğim bir durumdu. Bir anlığına cevabı duymayı isteyip istemediğimi düşündüm. Bade koluma dokunduğunda onun da yanımda olduğunu hatırladım. O da abilerini uzun süre sonra böyle görmenin gururuyla sessizce izliyordu.
"Sana kızgın mıyım ki ben?"
Bir haşırtı duyulduğunda ikimizde mümkünmüş gibi duvara sırtımızı yasladık. Duvarla neredeyse iç içe girmişken binanın arka kısmına doğru kaydık. "Onu da unutmuşsun. Bora2. Yarın akşam, operasyona gitmeden önce son kez. Evin arka tarafında ki basket sahasında." Adım sesleri duyulurken olduğumuz yere iyice sindik. Selim dışarıya çıktığında derin bir nefes aldı. Etrafına bakmadan direkt askeriyeye yürüdü. Yiğit de çok geçmeden peşinden çıktığında Bade kolumdan tutup bedenimi kendisine çevirdi.
"O zaman akşam buluşuruz?"
Buluşuyor muyduk? Hatırladığım kadarıyla bir planımız yoktu. Sahiden mi, der gibi bir bakış attı. Saçlarını savururken son derece kendinden emindi. Gözlerinde ki ifade merakla parlarken güldü. "Hele bizimkiler basket oynuyorsa o an kaçmaz. Ecü bırakır akşam bizi. Bir köşeden biz de duyarız işte. Sende duymak istemiyor muydun?"
Bade, Ercüment'i bulmak için giderken bende havayı soludum. Adımlarımı sürükleye sürükleye odama ilerlerken öncesinde küçük bir kaçamak yapıp Selim'in yanına uğramak istedim. Özellikle Çağla hakkında ki yorumunu merak ediyordum. Bir başkasına anlatırken ne düşünüyordu, ne derdi... Bir duvara yaslanmış çayını içiyordu. O kadar dalgın duruyordu ki geldiğimi bile fark etmemişti. Başında ki bere bordo rengi en güzel şekilde yansıtırken bakışları dalgındı. Çayını tekrar dudaklarına götürürken eline dokundum. Anında silkelendi. Beni görmeyi beklemiyormuş gibiydi.
Elinde ki bardağı ona göre pek de yüksek olmayan duvarın üzerine bıraktı. "Geldin," dedi şaşkın şaşkın. Bakışlarında ki mahzunluğu kocaman sarmalamak istedim. "Ben hep sana geldim," diyerek karşılık verdim. Kolları usulca belime dolandı. Burnu saçlarımın arasına gizlendi. "Nereden anladın?" Elleri yanaklarımı severken neyi, diyen gözlerle baktım. "Sana ihtiyacım olduğunu." Hep kaçmıştı. Yiğit ile yüzleşmekten, Göstermediği yüzünü göstermekten... Yeni tanışan aşıklar gibi orada öylece kaldık bir süre. Söyleyeceklerimi unutup sevdiğim adamın omzumda soluklanmasını izledim. İşler yüzünden çok duramasam da birkaç dakika için gekmemden bile hoşnut olmuştu. Giderken ellerimi avucunun arasından istemeye istemeye bıraktı. Odaya geldiğimde hala olayın etkisindeydim. Kalbim son derece eminken aklım acaba, demişti kısa bir an. Ona da güzel demiş midir, sen olmasaydın Çağla olur muydu?
Bu akşam şehirde ki sağlık ekiplerinin katılacağı bir davet vardı. Erken çıkacağımız için sözleştiğimizden evrakları doldurup Ecem'e teslim ettim. Kabanımı giyip çantamı elime aldım. Öyle böyle derken akşam olmuştu zaten. İpek'i beklemek için bahçeye çıktım. Demir kapının önünde bekleyen birkaç askere selam verdim. Artık tanımadığım kişi kalmamış gibiydi.
"Güzelim," diyen ses kulağıma doldu. Ne ara haberi olmuştu bilmiyorum ama o da hazırlanıp gelmişti. Siyahlar içerisinde dağınık saçları ile her zaman ki gibi göz alıcıydı. "İpek'i mi bekliyorsun?" Başımı salladım. Elimi tuttuğunda hadi gidelim dercesine yola düştü. "Onlar arkadan gelecek. Mert de Ece'yi alacak. Herkes partneriyle gelmiyor mu?" Öyle miydi? Bize gönderilen davetiye de böyle bir detay okuduğumu hatırlamıyordum ama dediği gibi etrafta da kimse yoktu. Arabaya doğru yürürken bu durumdan memnun gibiydi.
"Ne o, partnerin olmamı kabul etmiyor musun?" Ben onu ilk andan kabul etmişim be adam... Avucunda ki elimi sıktım. Yüzü bana dönerken boşta kalan elimi kabanının yakasına koyup kendime çektim. Hamle beklemediği yerden gelse de kısa sürede toparladı.
"Aksine, pek memnun oldum. Oldum da, umarım pişman olmam."
İmayı anlasa da çaktırmadı. Ah duygularını saklama becerisi... Umarım Çağla gibileri yoktu orada da. Arabaya bindiğimizde beni eve bıraktı. Kendisi de hazırlanmak için evine gittiğinde vakit kaybetmeden hazırlanmaya başladım. Günün yorgunluğunun ardından hazırlıklara başladım. Elbisem özellikle üst kısımları bedenime oturan krem renginde saten bir elbiseydi. Hafif dalgalı saçlarım, nasıl yaptığıma benim bile şaşırdığım orantılı makyajım bence birkaç saat için fazlası ile yeterdi. Selim'in Geldim, aşağıdayım. Mesajını gördüğümde dejavu yaşamış gibi oldum. Geleceğini sonradan öğrendiğim için ne giydiğini de bilmiyordum. Dış kapıdan çıkar çıkmaz odağım belliydi. Topuklularıma inat hızlı adımlarla kendimi dışarıya attım. Arabasına yaslanmış bekliyordu yine. Takım elbise? Elbisemle uyumlu bir mendili vardı. Gömlek, siyah takım elbise ve o; Ulaş Selim Karacalı...
O büyülenmiş bir edayla bana bakarken koluna yediği çanta darbesiyle kaşlarını çattı. "Takım elbise?" Onu süzdüğümü görünce üzerini düzeltti. Bir yanda eksik mi var diye kontrol etti. "Güzel olmamış mı?" Saf saf bu soruyu soruyordu bir de...
"Olmamış," dedim iç sesimi bastırırken. Yiğit'e söyleniyordu. Ayarladığı kıyafetlerin geceye uygun olmadığını ve beğenmediğimi düşünüyordu. Daha fazla kendinde kusur aramasına içim el vermedi. "Çok yakışıklı olmuşsun. Ne yapayım? Yüzüğü parmağına değil alnına mı asayım be adam?"
Sanırım bunu yapacaktım. Her seferinde sınırları zorluyordu. Erkeksi bir kahkaha attı. Sesi içten geliyordu. Koluna yediği çanta darbesini bile umursamadı. Elini kaldırıp yüzüğü gösterdi. "Bana iki saniye bakan birisi bu yüzüğü sadece parmağıma değil kalbime de taktığımı bilir." Düşme Efsun, düşme kızım...
"İki saniye bakacaklar yani?"
Çağladan sonra bütün dengem alt üst olmuştu. Her an her yerden çıkabilecek bir karakterdi. Sarı saçları gözlerimi alacak bir sarıydı. Aklıma gelen Çağla profilini hemen silmeye çalıştım. Selim bu arada hala yakışıklıydı... Şehirde bulunan bütün sağlık çalışanları gelecekse ne olmuştu? Bir de Ecem'in içerden aldığı bilgiye göre ufak çaplı bir ödül töreni gibi bir şey olacaktı bağış mevzusuyla alakalı. Çantamı sevgilime vurmaktan vazgeçip bir hışımla koluma taktım. Yakasını düzelttim.
"Nazar duası mı okudun sen?"
Okuduk.
Anneannemin öğrettiği dualar sağ olsun durumu kurtarmıştık. Nazar duasından bildiğim tüm duaları okudum. Kravatını da düzelttikten sonra ellerimi omuzlarına yerleştirdim. "Okudum tabii. Kızlar bekar mısın değil misin diye anlamak için bile bakmasın. Başka bir vaka yaşamak istemem."
Parmağında ki yüzüğü oynarken gururla baktı. Gözlerinde ki ışıltı keyfimi yerine getirdi. Ona güvenim tamdı, çevreye güvenmiyordum. Başını eğip çeneme doğru bir öpücük bıraktı. "Salona girdiğimiz andan itibaren herkes çift olduğumuza emin olacak. Emin olabilirsin." kendinden son derece emin konuşuyordu. "Çünkü ben hayran hayran sana bakıyor olacağım. Sen de bakışlarınla etrafı kolaçan edeceksin." Mantıken doğruydu. Gün biraz böyle geçecek gibiydi. Sohbetimize arabada devam ederken İpek'in attığı mesajlara baktım. Biraz gecikeceklerini söylemişti. Telefonu tekrar çantama attığımda aynaya baktım. Makyajımı düzeltmeye karar verip rujumu elime aldım. Kırmızı ruju yavaş hareketlerle dudağıma sürerken gözlerim yana kaydı.
"Yolu izlemen gerekmiyor muydu?"
Aklıma yemekte ki halimiz gelmişti. İlk tanıştığımız zamanlar topluca yediğimiz yemekte mesaj atmıştı. Dudaklarını o şekilde yapma, rujun siliniyor... Yaramazlık yaparken yakalanan çocuk gibi afalladı ardından önüne döndü. Bir eli direksiyonu tutarken bir eli çenesindeydi. Kolluk kısmına yasladığı kolundan bakılırsa gömleği biraz dar gibi duruyordu.
"Ben her zaman hedefime odaklanırım."
Güzelmiş, zemin...
İç sesim şu an yerlerdeydi. Allık ihtiyacım karşılanmıştı. Yapma komutan, davete gidiyoruz... Arabayı otoparka park ettiğinde çabucak inip kapıyı açtı. Topuklular ile yürümemin zor olduğunun farkındaydı. Koluna girdiğimde neredeyse beni o yürütüyormuş gibi ilerliyorduk. Binanın kapısına geldiğimiz de derin bir nefes aldım. Başlayalım bakalım, diyen iç sesime kendimce onay verdim. Açılan tahta kapı yoğun bir müzik sesini kulaklarımıza doldurdu anında.
Takım elbiseli adamlar, donatılmış masalar, yanan şömine, kürsü, farklı modellerde elbiseler giymiş birçok kadın. Moda dergileri ile sponsorluk yapmışlar gibiydi. Bakışlarım hızlıca etrafı taradı. Hepsinin yanında partneri var gibi görünüyordu. İpek merkezde ki küçük hastaneye gittiğinde tanıdığı kızlardan biri olan Sena da buradaydı. Bildiğim kadarıyla birine aşıktı ama aşkına karşılık alamamıştı. İpek'in sessiz, hanım hanımcık duruşunu fırsat bilip psikolog bellemişti biricik dostumu. Birkaç defa ziyaretine gittiğimin birinde biz de ayak üstü tanışmıştık. Göz göze geldiğimizde gözlerini kısıp kısa bir an beni inceledi.
Çok geçmeden adımları bizim masaya doğru gelmeye başladı. "Merhaba," dedi yarım yamalak bir gülümseme ile. Selim kızın sohbet edeceğini anlamış olacak ki oturduğu yerden ayaklandı. "Tanıdık bir kaç kişi var, onlara da bir selam vereyim." Başımı salladığımda çoktan gitmişti. Sena'ya döndüğümde bir anlık afalladı. "Sende fizyoterapisttin değil mi? Davette karşılaşma sebebimiz de bu olmalı."
Aslında geçerken uğradık biz. Sevgilim moda dergilerinden fırlamış gibi olmuş yanlışlıkla, onu boy göstersin diye getirdim... İçimden geçen bütün cümleleri bilinç altıma geri gönderip onaylayan birkaç şey mırıldandım.
"Komutan, o da mı davetli?"
Selim'i tanıyor muydu? Sen anlat hele, der gibi oturduğum yerden ona döndüm. Artık bedenim ona dönmüştü. Selim'i tanıdığı için yanımıza gelmişti gibiydi. "Partnerim olarak burada. Çift olarak gelmiyor muyduk?" Yüzünde ki gülümseme giderek soluyordu. Sena, dön oradan... "Flört mü ediyorsunuz yani?" Yüzüğümün olduğu elimi biraz daha öne çıkardım. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kumral saçlarını bir hışımla geriye savurdu. "Sözlüm, müstakbel eşim olarak burada. Siz, tanışıyor musunuz?"
Yüzünde ki ifade giderek sinsi bir hale bürünüyordu. Benimle konuştukça beni sevmemeye başlamıştı. Bakışları sürekli birkaç masa ilerde ki adamlarla oturan Selim'e kayıyordu. "Eski hastam." Yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. "Gerçi iki anlamda da öyle." Ya sınanıyordum ya da Selim'in sahiden kabarık bir geçmişi vardı. Sırayla gelsinlerdi... Sözlümü bakışlarıyla resmen göz hapsine aldığında oturuş şeklimi değiştirip görüş alanını kapatmaya çalıştım. "Seninle bunları konuşmak doğru olmaz. Belli ki Ulaş da anlatmamış, belki de bizde kalsın istemiştir."
Birkaç saniyeliğine Selim'e döndüm. O da hissetmiş gibi arkasına döndüğünde gözlerimiz buluştu. Gözlerine kadar gülüyordu. Sena'yı tanısa ya da bir geçmişi olsa bizi konuşalım diye yalnız bırakıp gider miydi? Sena'nın arkadaşı da teşrif ettiğinde hemen arkasından Ecem ve İpek de gelmişti. Onlar benim yan tarafıma, Sena'nın arkadaşı ise onun yanına oturmuştu. Sena herkesle kısa bir sohbet ettikten sonra yeniden odağına, bana döndü.
"Anlaşılan anlatacak çok şeyin var, anlat."
Ecem de benim gibi bir defa görmesine rağmen sevmemişti Sena'yı. İpek ise aşk acısı çeken bir kadın olarak düşündüğü için arkadaşlık etmişti. İnsanlar bu kadar kötüleşmiş miydi? Evlenmek üzere olan bir adamla ne dertleri olabilirdi? "Madem ısrarcısın," diyerek başladı. Arada arkadaşlarımızın gelmesi bile konuyu dağıtamamıştı.
"Geçen sene ya da ondan biraz önce falandı. Hemşirelik yaptığım hastaneyi biliyorsun, Ulaş da oraya gelmişti ama bilinci kapalıydı." Ecem ve İpek sohbetimize şaşırırken onun arkadaşı olayı hatırlamaya çalışıyor gibiydi. Arkadaşı konuşma, der gibi dürttüğünde derin bir nefes aldım. Bunu da atlatırdık, inşallah. "Doktor beyin operasyonun ardından ben ilgilenmeye başladım. Yaralıydı, günlerce aç kalmıştı. Bünyesi zayıf düşerken bilinci de sürekli gidip geliyordu. Ama kendinde olduğu zamanlar sohbet etmeye başlamıştık. Sürekli sorular soruyordu." Selim ne zaman bunları yaşamıştı da benim haberim yoktu? Belki de Sena yalan söylüyordu. Arkadaşı sözü devraldı.
"Kapıda askerler var mı? Doktorlarınız kim? Tarzında sorular soruyordu." Sena arkadaşına göz devirdi. Arkadaşı gerçekleri anlatmaya çalışırken Sena onu susturmaya çalışıyordu. Olayları kendine göre değiştirip anlatıyordu.
"Bir gün yemeğini yedirirken gözlerime daldı." Sena'nın gözleri de renkliydi. Mavi, yeşil arası bir renkti. Dikkatli bakmadıkça anlamak zordu.
"Sen o değilsin. Gözlerin yeşilin o ezber ettiğim tonu değil," dedi. Sena arkadaşını bakışları ile kovarken arkadaşı her şeyi açık etmekle meşguldü. Sevmiştim onu... Arkadaşı bile olsa gerçekleri anlatıyordu.
"Yemeğini yedirdikten sonra sakinleştirici verdim. Uykuya dalarken bile konuşmaya çalışmakla meşguldü."
Arkadaşı devamını getireceği sırada nefesimi tutmuş gibiydim. Nereden böyle bir sohbete gelmiştik bilmiyorum ama son günlerde bu duyguyu çok sık yaşar olmuştum; kıskançlık.
"Ben sana gelemezsem," dediğinde dikkatimi kıza verdim. "Sen bana gel Füsun, diye mırıldandı. Sonrasında da ilacın etkisiyle bayıldı. Biz başka bir grup için görevlendirildiğimizde Ulaş beyle de başka bir ekip ilgilendi. Kendine geldiğinde de taburcu edildi. Sonrasında herhangi bir iletişimimiz olmadı." Konuş kız. Arkadaşına rağmen nasıl gerçekleri anlattın, nasıl masadan kalkıp gitmesini sağladın anlat. Sena masamıza veda ederken arkadaşı mahcup olmuş gibiydi.
"O dönem ailesi ile de arası pek iyi değildi. Olayları yanlış anlamış sanırım. Sonrasında dediğim gibi Ulaş Bey'i de bir daha görmedi zaten. Herhangi bir anı, imkansız olarak kaldı onun için de. Lütfen kusura bakmayın." Adının Meryem olduğunu öğrendiğim kıza teşekkür edip önemli olmadığını söyledim. Arkadaşının yanına gitmek için masadan kalktığında Ecem umutsuz vaka görmüş gibi başını salladı.
"Nasıl bir olaya düştük bilmiyorum ama terbiyemi tutup oturayım diyorum, yok olmuyor."
Sahiden son günlerde yaşanan olaylar sabır çizgisini aşmaya başlamıştı. Başka hangi hayranı çıkacaktı? Hepsinde de karşılık vermeyen, karşı taraftan haberi bile olmayan kişi Selimdi. Masum olduğunu adım gibi biliyordum ama içimde ki kıskançlık duygusu kalbime sızmaya başlamıştı. Bardağımda ki suyu içtim. İpek elimi tuttuğunda sakin olmamı söyledi.
Selim, Mert ve Akın çoktan birbirini bulmuş herkesten ayrı bir alanda sohbet etmeye başlamıştı. Neden kader yüzüklerimizin tadını çıkarmamıza izin vermiyordu? Bunca zaman sonra başarıp sözlenmiş bir çift olarak üst üste iki ayrı vaka atlatmıştık.
"Çünkü güzelsiniz, doğrusunuz. Elbette çamur atmak isteyen olacaktır. Sizin aşkınız her şeyi yenmedi mi? Bırak ne oluyorsa olsun. Bak bize iki yıl geçti aradan. Vazgeçirebildi mi? Sizde vazgeçmeyeceksiniz. Onlara inat çık ortaya, tut Ulaş'ın kolundan kocam de."
İpek her zaman her derde deva olmuştu, şimdi ki gibi. Ecem bakışları ile kapının önünde arkadaşı ile tartışan Sena'yı yerken onayladı. "Alem çift görsün be. Ece demesi dışında hiçbir kusuru yok adamın. Aşık, hanımcı, zeki, başarılı, zengin? Tabii ki herkesin gözü onun üzerinde olacak. Ama sen varsın Efsun. Ulaş yok, Efsun var, Selim var."
Her şeyden habersiz limonata içen adam öyle masum görünüyordu ki. Gülümseyerek heyecanlı heyecanlı bir şey anlatırken arkadaşları büyük bir ciddiyetle onu dinliyordu. Bir ara yüzüğünü Akın'a gösterdi. Akın'ın bakışları bizim masayı bulduğunda onlara baktığımı gördü. Bakışlarına bakılırsa Selim güzel bir şeyler söylemiş olacak ki manalı bir şekilde güldü.
Şu yüzük sadece parmağa değil kalbe takılıyor. Buna evet diyebiliyorsan tak sende.
İpek'e mesaj atmıştı. İpek gördün mü, der gibi bir ifadeyle gururla gösterdi mesajı. Utanmasa yüzüğü göstere göstere gezecekti. Kızların söylediği de haklıydı. Duygularımın bir adım öne geçmesine izin vermeyecektim. Sena kavgadan pes edip hışımla dışarıya çıktığında arkadaşı da peşinden çıktı. Bizimkiler masaya gelirken kızlara her şey yolunda bakışını attım.
"Benim," dedim sadece. Yüzümde ki gülümseme, bakışlarımda ki parıltı ve tek kelime ile kurduğum o cümle. Masaya geldiklerinde hepsi yerlerine kuruldu. Sahnenin hemen önünde ki bir masadaydık. Bu yüzden ara ara program hakkında konuşma yapan adamı çok net izleme şansımız vardı.
"Yengelik kısmında mıyız, abla mı?"
Timdekilerin bir kısmı bunun ikileminde kalmıştı. Önceden hep abla derken yüzükten sonra ara ara yenge demeye başlamışlardı. "Yiğit haricinde abla, Yiğit'e yenge." Buraya gelememiş olması bir mucizeydi. Günü güzelleştiren şeylerden biri de baş başa kalabiliyor oluşumuzdu sanırım. Mert rahat rahat konuşmaya başladığında masa da bir sohbet ortamı oluştu.
Fırsattan istifade Selim'in masanın üzerinde ki elini tuttum. Siyah gözleri benim gözlerimle buluşurken parmaklarımı oynadı. "Seni seviyorum," dediğimde ben derin bir nefes alırken onun olaylardan haberi yoktu. Cevap vermek yerine yanağımı öptüğünde zihnimde ki düşünce bütün benliğiyle gün yüzüne çıktı.
Sena gittikten hemen sonra Ecem'in teorilerine göre hareket ettiğimizde bu olay Selim şehit oldu sandığımız zaman yaşanmıştı. Biz onu şehit oldu diye bilirken o bize hem çok yakın hem çok uzak bir yerde ölüm kalım savaşı vermişti. Yetkili kişilerden birisi çıkıp kısa bir teşekkür konuşması yaptığında sıra yavaş yavaş törenin akışını konuşmaya geldi.
"Değerli misafirlerimiz, öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Davetimize katılım gösterdiğiniz için minnettar olduğumuzu belirtmek isterim. Program hakkında kısaca konuşacak olursam: Şehrimiz için hastaneler büyük bir önem taşımakta. Yaşanan onca zorluğa rağmen insanlarımızı, askerlerimizi iyileştiren, elinden geleni yapan sağlık kuruluşlarımız var." Son cümleyi söylerken bizim masaya bakmıştı. Akın, Mert ve Selim'e bakılırsa adamı tanıyor gibiydiler.
"Bu süreçte merkezde ki hastanemizde doktor eksiği yaşadığımız bir dönem oldu. Askeriyede ki revirde görev yapan doktor arkadaşlarımız hiç düşünmeden bu eksik için gönüllü olup yeni doktor adaylarımız gelene kadar hastanemizde de hizmet vermiş bulunmaktadır." Bu teşekkürün sahibi Akın'ın hayran hayran baktığı İpek'ti. İşe ödül verilmezdi ama bugünün amacı da bu değildi. Sahnede konuşma yapan adam hepsini akıcı bir dille anlatmıştı.
“O zaman şimdi ödüllerimizi sahiplerine ulaştıralım,” derken mikrofonu yanında ki daha genç olan adama verdi. Sahnede genç bir kadın ve adam kalırken tüm gözler onlara çevrilmişti. Kadın giriş için bir konuşma yaptıktan sonra isimleri açıklamak adama kalmıştı. Merkezde ki hastaneden olduğunu bildiğim birkaç doktor sahneye çağrıldığında ben tamamen Selim'in diğer sandalyeye attığı koluna yaslanmıştım. Kızların sözleri duygularımı az da olsa yatıştırmıştı. Kıskananlar, kötü düşünenler elbet olacaktı amaç onların arasında temiz kalabilmekti.
“Ve sıra da ki isim. Mesleği uğruna zaman kavramını askıya almış iki kurum arasında mekik dokuyan bir doktorumuz için. İpek Yaman.”
Masada ki herkesin bakışı İpek'e çevrildiğinde şüphesiz en şaşıran Akındı. Bizim ekipten birilerinin ödül alacağı bilgisi bize verilmemişti. Sadece davetli olarak geldiğimizi sanarken İpek ödül almaya gelmişti. Sahnede kısa bir sessizlik oluşurken herkes onun sahneye çıkmasını bekliyordu. Akın ilk an ki şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra İpek'in ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Sahneye çıkan arkadaşımızı gururla izlerken Mert karısının komutuyla sahneyi video çekmeye başlamıştı. Ecem olur da bende sahneye çıkarsam diye rujunu yenilirken bir yandan da sahneyi izlemekteydi. İpek kısa bir konuşmadan sonra yanımıza döndüğünde elinde ki çantayı ve ödülü masanın üzerine bıraktı. “Askeriye alanında görev yapan revirde çalışmakta olan, imkanları kısıtlı olsa da ilk müdahaleyi yapıp emeği çok büyük olan arkadaşlarımız var. Onlardan birisi de şüphesiz biricik fizyoterapistimiz, Efsun Aktay.”
Buyurun benim? Masada ki herkes artık bana baktığına göre yanlış duymamıştım. Bizim ekibe de ödül verileceğini şu an öğrenmiştik şaşkın ama duygusal bir andı. Selim başını salladığında kalkmam gerektiğini fark ettim. Selim sahnede ki basamaklara gidene kadar elimden tutup eşlik etti. Bu da işin ayrı bir gurur tarafıydı. Sahneye çıktığımda kadının elime verdiği ödüle bakakaldım. İlk kez böyle bir toplum önünde ödül alıyordum. Mert'in kamerası, masadakilerin şaşkın ve gururlu bakışları ve Selim.
“Kalpten gelen şeylere ne denir diye düşünüyorum. Mesleğim, yaptığım iş tam olarak bu. Kalbimden geldiği gibi. Zaten birkaç zaman önce mesleğim için iyi ki, demiştim. Şimdi bir kez daha sizlerin huzurunda kocaman bir iyi ki diyorum ve hepinize teşekkür ediyorum.” Sahneden inmek üzere girişimde bulunduğumda sunucu adamın sarılması beklenmedikti. Basamakların yanında bekleyen Selim elimi tutmak için beklerken sunucu onun yanına kadar benimle beraber gelmişti. Başka hiç kimseye bunu yapmadığı için dikkatimi çekse de Selim'e belli etmemeye çalıştım. Adama olan bakışları zaten pek de iç açıcı değildi. İçinden derin bir sabır çekti. Masaya geldiğimiz de son arkadaşımız Ecem'i de ödül için sahneye uğurlarken birkaç defa sunucu adamın bakışlarını üzerimde yakaladım. Elimde yüzük olduğunu muhtemelen görmüştü, yanımda Selim'in olduğunu da.
Sıra programın son kısmı olan bağış kısmına geldiğinde hastanede ki kimsesiz çocukların tedavisi için bağış yapılmaya başlanmıştı. En çok bağış yapan kişiye anısı kalması için bir sertifika verilecekti. Salonda ki birkaç kişi fiyat verirken Selim sadece sunucu adamı izliyordu. Mert ve Akın da az bir miktar bağışta bulunmuştu. Bağışların sonuna gelirken yanımdan gelen ses bütün bağışların üzerinde bir rakam söylemişti. Selim'in de bağış yapacağını tahmin ediyordum ama en yüklü bağışı onun yapacağını tahmin etmiyordum. Sunucu adam bizim masaya baktığında Selim'in en yüksek bağışı yapmasından çok ben umrundaymışım gibi bakıyordu. Selim sahneye gittiğinde bunu istemediği her halinden belliydi. Sunucu adam elini uzattığında olması gerektiğinden biraz daha uzun bir süre el sıkıştılar. Kadın onun aksine gülümseyerek selam verdi.
“Bir kalbe dokunmak bu kağıt parçasından çok daha manidardır. Bağışlar sadece bu tarz yerlerde değil gündelik hayatta da yapılabilir.”
Herkesin kalbini kazanacak bir konuşma yaptıktan sonra sahneden inip masaya geldiğinde programın da bittiği açıklanmıştı. Herkes ayaklanırken Selim bağış için üstlerden birisiyle konuşup gerekli evrakları imzalamaya gitmişti. Ben onu beklerken yanıma gelen adam sunucudan başkası değildi.
“Efsun Hanım,” derken yüzünde ki sırıtma salon kadar genişti. Kahverengi gözlerinden geçen ifade anlamsız bir karmaşaydı. “Efsunlu bir güzelliğe yakışan bir isim.”
“Ulaş Selim?”
Tam arkamda duran kişi sorusundan kendini belli etmişti. Kaç sunucu, mikrofonunu da al koş. Pardon, bakışına geri çekildim. “Benim ismim hakkında da bir yorumunuz var mıdır diye merak ettim. Genelde yüzbaşı derler ama siz Efsun'un nişanlısı olarak tanıyabilirsiniz.” Selim'in bakışı gitmemi istiyordu. Gitmemek için bütün beden dilimi kullansam da ikna olmamıştı. Ben kapıya ilerlerken ikisinin de sesi çıkmıyordu. Kapının önünde bekledim. Herkes eşiyle geldiği için gitmişti nasıl olsa Selim'i beklemek zorundaydım. Burada durup konuşmalarını dinlemek daha mantıklı gelmişti.
“Konuşuyorduk, görmediniz sanırım.”
“Gördüm,” dedi benimki gayet net bir ifadeyle. “Nişanlı olan bir kadına nasıl baktığını, sonrasında da ilk fırsatta karga gibi nasıl başına üşüştüğünü çok net gördüm.”
Yüzünün o ciddi ifadesi gözlerimin önünde belirdi. Ben sahneye çıktığımda andan itibaren adamın bakışlarını bende fark etmiştim ama bunu Selim'in devralması iyi olmamıştı. Hararetli bir şekilde konuşuyorlardı.
“Böylesine güzel bir kadının böyle kaba bir adamda ne bulduğunu anlamak çok zor gerçekten.”
İçeriye girip Selim'i dışarıya çıkarmaya çalışmaya karar verdiğimde kapıyı biraz daha araladım. Elleri sunucunun yakasındaydı. Önce üzerinde ki tozları temizler gibi yaptı. “Anlatalım aslan parçası?” Sunucu yüzüne yediği hamleyle gerilerken Selim'in gözleri en kara haline bürünmüştü. Benim içeriye girdiğimi bile fark etmemişlerdi. Sunucu burnunu tutarken alaylı bakışlarla Selim'e baktı.
“Evli değilmişsiniz? Kim bilir belki kararı değişir. Sende olmayan şeyleri bende bulacağına eminim.”
Selim'e doğru bir hamle yaptığında ıskaladı. Aralarında ki tartışma artık çekişmeli bir hale gelmişti. Adam geri çekilmek yerine geniş geniş sırıtarak konuşmaktan geri durmuyordu.
“Kim kimde ne buluyor bilmem ama senin belanı benden bulacağın kesin. Evli de olabilirdi, bekar da olabilirdi. Kadın sana istemiyorum demedi mi? Ne bu genişlik? Olmayan karakterin mi, davetin başından beri sahneye çıkan her kadına baktığın mı? Nereden baksam şerefsizin tekisin.”
Selim'in koluna dokunduğumda adamla beraber bakışı bana döndü. Geri geldiğim için kızmıştı. Olaylar büyürken daha fazla burada kalmasına izin veremezdim. Kolundan çekiştirsem de adam bir milim bile kıpırdamıyordu. Gözlerinde parlayan sinir alevini kilometrelerce uzaktan bile fark edebilirdiniz.
“Senin gibi güzel bir kadın ve böylesine gaddar bir insan... En uyumsuz çift seçimi olmuş diyebilirim.”
Selim'in gelmeye niyeti zaten yoktu üstüne bir de sunucunun konuşması işleri daha da zorlaştırıyordu. Bir kolunu ben tuttuğum için boşta kalan eliyle sunucuyu geri itelediğinde sunucunun duvarı salonun ortasında ki kolonlardan birine yaslandı.
“Lütfen artık gidelim şuradan.” Daha fazla bu havayı solumak istemiyordum. Ses tonum da oldukça yüksek ve ciddi çıkmış olacak ki Selim itiraz etmedi. Bakışları hala sunucunun üzerindeyken benimle beraber yürümeye başladı. Adamın arkadan söylediği şeyleri artık duymadım. Tek isteğim bir an önce buradan uzaklaşmaktı. Arabaya bindiğimizde çantamı arkaya fırlatıp camı açtım. Selim de son derece gergindi. Benimle konuşmuyordu, bunun anlamı sinirini bana yansıtmamak içindi biliyordum ama bir yandan da konuşsun istiyordum. Gittiğimiz yol eve giden yola göre farklı duruyordu. Kıravatını genişletirken arabayı da durdurdu. Kıravatı artık çözülmüşken gömleğinin de üstten birkaç düğmesini açık bıraktı. Dağılan saçları ve yorgun gözleri ile az öncekinden farklı görünüyordu.
Arabadan indiğinde derin derin ve sık sık nefes aldı. Kıskanç bir adamdı ama kendini tutmayı bilirdi. Yerine göre tepki verirdi bu konuda ona kızmıyordum. Dışarıya çıktığımda soğuk hava ile ürperdim. Yanına gittiğimde üşüdüğümü anlamış olacak ki ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktı. Şu an buna hayır diyemezdim. Ceketi sinen kokusu rüzgarda buram buram burnuma gelirken cekete sarıldım.
“Gevşek şerefsiz.” Sıktığı yumrukları ve çenesine bakılınca bile içinden bunların çok daha fazlasını söylediği belli oluyordu. “Benim yanımda benim sevdiğim kadına yürüyor.”
Kendi kendine konuşmaya başladığında benim orada olduğumu unutmuş gibiydi. Birkaç defa araya girip sakinleştirmeye çalışsam da oralı olmadı. Karşısına geçtiğimde bakışları bir anlığına duruldu. Yüzümün her köşesini ayrı ayrı inceledi. Onu susturmanın yolu benim konuşmamdan geçiyordu.
“Çağladan sonra Sena çıktı, bir güzel konuştu. Sana olan aşkını anlattı ama ben bunu sana yansıtmadım bile.”
Sena konusunu kısaca anlattım. Kaşları çatıldı. Sena kim hatırlamıyordu bile. Zaten Sena'nın imkansız aşkı olduğunu herkes biliyordu. Selim için de herhangi bir hemşireydi. Konuşmadan dikkatli bir şekilde beni dinledi. İkimiz de kıskançlıktan nasibimizi almıştık. “Listemde senden başka doktor yok. Hatırlamıyorum ama o süreçte hastanede kaldığım doğru.”
Senden başka doktorum yok.
Aklım ilk tanıştığımız günlere gitti. Yarası kanadığında bile doktora gitmeyi reddetmişti. O susarken ben Çağla ve Sena konusunu anlatıyordum. Bende kıskanmıştım ama hiçbiriyle kavga etmemiştim. Tamam onunki daha ileri seviye olabilirdi ama bir yerde ikimizin de durması gerekirdi.
“Bu kıskançlık neden-”
Beni susturan şey dudakları olurken cevabımı almıştım. Elleri yanaklarımdayken benim ellerim onun kollarını tutuyordu. Bir an geri çekilip nefeslenir gibi oldu. “Çok sevmekten. Sen sor kendine. Benim gibi ruhsuz bir adamı bile nasıl kendine körkütük aşık ettin sen söyle. Kıskanıyorum, kafayı yiyecek gibi oluyorum evet.” Burnu burnuma değecek kadar yakındı. Bu şekilde kızamazdım... Kalp ritmime bakılırsa bu yakınlık da hiç iyi değildi.
“Kocam,” dedim. “Bence de artık kocam olmalısın Karacalı.” Gözleri bu kez şehvetten kararmıştı. Benim tanıdığım adam buydu. Sinirlendiği zaman o korku salan komutana dönüşüyordu. O tarafına da çoğu kez şahit olsam da benim tanıdığım adam buydu. Baktığı zaman gözlerimden daha öteyi gören, dudaklarında zayıf bir gülümseme beliren o adam.
Saat bir hayli geç olduğu için Selim'in evine gitmeye karar verdiğimiz de yol biraz daha uzamış oldu. Arabaya bindiğimizde başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattım. Hangi ara yol bitmişti bilmiyorum ama Selim'in beni kucağına aldığını hissetmiştim. Uykuyla karışık gözlerimi aralamaya çalıştım. Beni salonda ki koltuğa bıraktığında birkaç saniyeliğine kayboldu. Üzerimi değiştirmem için kıyafetler getirmişti.
“Ben şuracıkta uyurum ya,” dediğimde sesli bir şekilde güldü. Yüzüme düşen saçları kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra alnıma da bir öpücük bıraktı.
“Üzerini değiştirdikten sonra uyursun güzelim.” O da kendi üzerini değiştirmek için gittiğinde uyuşuk hareketlerle üzerimi değiştirdim. Makyajım ve saçlarım hala duruyordu. Gözlerimi açtım. Bu şekilde uyursam ve Ecem bunu öğrenirse hiç iyi olmazdı. Saçımda ki tokaları çıkardıktan sonra çantamda ki tokamla rahat bir topuz yaptım. Lavaboya gittiğimde aynadan görüntüme baktım. Bir hayli yorgun görünüyordum. Mendil veya pamuk bulmak umuduyla dolapları karıştırırken açtığım çekmece de gördüğüm makyaj temizleme suyuyla gözlerim iyice açıldı. Uykunun sersemliğini üzerimden atmıştım.
“Bulmuşsun eşyalarını.”
Buraya birkaç parça eşya bırakmıştım ama bakım ürünlerim buna dahil değildi. Selim'in evinde neden makyaj temizleme suyu vardı? Banyonun kapısına yaslanmış beni izliyordu. Elimde ki suya garip bir nesneymiş gibi baktığımı görünce elimden alıp pamuğa döktü. “Buraya geldiğinde de ihtiyacın oluyor bunlara. Ablam geldiğinde almıştı. Yanlış mı bu?” Ablasından bildiği kadarıyla yapmaya çalışıyordu her şeyi. Doğru olduğuna emin olmuş olacak ki makyajımı silmeye başladı. Bu uykunun üzerine benin yerime makyajımı temizlemesi benim de işime gelmişti.
“Sabah uyandığımda kaybolmazsın değil mi?” Arada bir yüzümü iki yana çevirip kontrol ederken cevap vermedi. Gözleri zaten hep onun yerine konuşmuştu. “Yok yok ya da ben hiç uyumayayım. Rüya falanda hiç bitmesin bu.” Ani bir hareketle bedenimi kavradığında ayaklarım artık yere basmıyordu. Yine kucağına almıştı. Yürüme işini bile unuttun Efsun.
İç sesimi şu an duymaya niyetim yoktu. “Son derece gerçek.” Aklıma gelen anıyla güldüm. “Ve milli olanından,” dediğimde o da gülmüştü. Sırtım yatakla buluştuğunda günün tüm yorgunluğunu o an hissettim. Normalde ya başımda beklerdi ya da başka bir yerde uyurdu ama bu kez yanıma uzandı, üzerimi örttü. “Sana söz veriyorum, sabah uyandığında da yanında olacağım.” Uyku artık iyice hakimiyet kurmaya başlamıştı. Gözlerim kapanırken bedenim de uykuya teslim olmak üzereydi.
“Abimden başka kimse böyle uyutmamıştı beni. O gittikten sonra da kendim uyumaya alıştım zaten.”
Elimi öptü. O kadar naifti ki öpüşü, tüy gibiydi. Günde saatlerce silah tutan adam bana dokunurken eli titriyordu, gözleri dalıp gidiyordu. “Geçmişin olamadıysam da geleceğin olabilmek adına her şeyi yapacağımdan emin olabilirsin.”
“İyi geceler,” diye mırıldadığımı hatırlıyordum. Gerisi uykuydu. Sonrasında tek bildiğim şey sabah uyandığımda yan tarafımda bir bebek gibi huzurlu huzurlu uyuyan Selim, tek emin olduğum şey ise biz'in bütün gerçekliğiydi. Alnına dökülen saçları, sırt üstü yattığı için görüş alanıma giren geniş sırtı, nadir görülen çatık olmayan kaşları... O hep verdiği sözleri tutmuştu. Bizim yarıştırdığımız tek şey kimin daha güzel ve çok sevdiğiydi. Kahvaltı hazırlamak için kalkmaya yeltendiğimde kıpırdandı. Yavas adımlarla mutfağa indiğimde telefonunun yanımds olmadığını fsrk ettim. Alarm çalarsa uyanabilirdu. Birkaç dakika sonra odaya telefonumu almak için geldiğimde yastığıma sarılmıştı. Kokusunu içine çekiyor gibi bir hali vardı. Yüzünde uykusunda gülümser gibi bit ifade vardı.
Sanırım kaybettiğin tek savaş bu olacak Yüzbaşı Karacalı. Çünkü en güzel ve en çok ben seviyorum. Her gün, her an daha fazla. Hatta ara ara durup ben bu kadar büyük bir sevap işledim mi diye düşünecek kadar...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.7k Okunma |
5.74k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |