56. Bölüm

37.BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

Hepinize yeniden merhabaaaa.

Son bölümden sonra koçari koçari çalıyor hala zihnimde. Umarım sizler de sevmişsinizdir bölümü. Kız aldık ula! Şenlenmesin mi yorumlarımız? Bol yorum bekliyorum bu bölüme. Keyifli okumalar.

 

                               ◇

 

Dağlar, bir uçtan bir uca sonu görünmeyen bir dünya. Buraya geldiğimden beri alışık olduğum manzara. Tek tük yeşiller görünse de dağlar bütün araziye hakimdi. Önlüğüme sıkıca sarılıp gözlerimi kapattım. Havayı içime çektim. Bugün ortam biraz daha sakindi. Hastaların tedavisini tamamlayıp kendimi dışarıya attım. Sıcak soğuk arasında gidip gelen hava tenime değse de üşütmüyordu.

Omzuma değen eli hissettiğimde irkildim. Geriye döndüğümde gördüğüm kişi Rümeysadan başkası değildi. “Korkutmak istemedim kusura bakma.” Çekingen ifadesini görünce sorun yok dercesine gülümsedim. Odama geçtiğimiz de Ecemden iki kahve istedim.

 

“Ne güzel sürpriz yapmışsın.”

 

Gelip gelmemek arasında kalmış gibi mahcup bir ifadesi vardı. İlk zamanlarda ki çekingen tavrı bizi tanıdıkça silinmişti. Kahvesini alırken Ecem'e teşekkür etti. İşleri olmasa Ecem'in de bu sohbeti kaçırmayacağına adım gibi emindim.

 

“Gelip gelmemek arasında çok kaldım ama geçen günden sonra konuşmak istedim.”

 

Sürekli elleriyle oynamasından belliydi gergin olduğu. Ya şalını düzeltiyor ya da elleriyle oynuyordu. Her zamanki gibi şık bir kombini ve ona son derece uyumlu bir şalı vardı. Kaya'nın gözünü alamadığı kadar vardı Rümeysa...

 

“Kaya konuşmak için can attı desem?”

 

Üzgünüm Kaya ama seni deşifre etmem gerekiyordu. O gün gözlerinde ki parıltıyı kim olsa fark ederdi. Selim bile bu yüzden gelemeyiz, dememişti. Burak'ın aşk hakkında ki yorumlarını en çok destekleyen bu yüzden Kaya olmuştu. Rümeysa da Kaya'nın bu denli istekli olmasına şaşırmıştı.

 

“İşte bende buna şaşırıyorum ya,” derken kendini açmaya başladı. “O suskun adam gitti yerine bülbül gibi şakıyan biri geldi. O telefon görüşmesinden sonra bambaşka birisi oldu.”

 

Rümeysa'yı istemeye geldiklerini duyunca çıldırmıştı. Yiğit'in anlattığına göre hayır, desin diye kendi kendini yemişti.

 

“Çünkü seni kaybetmekle yüzleşti.”

 

Zaten ilk günden itibaren aşığım, demişti ama Rümeysa hep oradaymış gibi düşünüyordu Kaya. Onu kaybetmekle yüzleştiğinde ise bunun farkına varmıştı.

 

“Kaya, ilk tedavi zamanlarında neredeyse hiçbir şey anlatmıyordu ama hep saygılıydı, kibardı. Onu şimdi böyle duygularını açık ederken görmek çok garip hissettiriyor. Çünkü bunca zaman aşık olan ve bunu kabullenen bendim. Bunun karşılığını ondan görmek çok garip hissettiriyormuş.”

 

Parmağımda ki yüzüğü oynadım. Bizde durum biraz ters olmuştu bu konuda bana göre. Selim ilk günden itibaren kendini oldukça açık bir şekilde ifade etmişti. Ben onu çok beklememiştim bu yüzden ama tahmin edebiliyordum. Rümeysa da benimle konuşmaktan çok kendiyle yüzleşiyor gibiydi. Kahvesini bitirdiğinde ayağa kalktı.

 

“Sanırım vermem gereken bir cevabım var, beni dinlediğin için çok teşekkür ederim Efsun.”

 

Konuşmalarının yarısında mekandan çıktığımız için olay ne bilmiyordum. Yiğit de bir şey anlatmamıştı. Rümeysa bu kısmı bilmediğimi fark edince kısaca açıkladı.

 

“Yeniden sevebilir misin Rümeysa, diye sordu. İsmim olan Kaya'yı değil, benim gibi Kaya, odun bir adamı. Olmayan çocukluğumu, sessizliğimi, diye sordu. O an cevap veremedim ama bence şu an verecek bir cevabım var.”

 

Ve mutlu sondu... Rümeysa olumlu bir cevap verecek, Kaya ise önce afallayacak sonrasında ise son derece mutlu bir adam olacaktı. Rümeysa'yı yolcu ettikten sonra Ecem'in yanına uğradım ve kısaca özet geçtim. Kendisi de yeni evli birisi olduğu için ilişki konusunda herkesi destekleyen bir insana dönüşmüştü. Son operasyon sonucu yaralanan askerlerin pansumanları ile meşgul oldukları için yanlarından ayrıldım. Selim sabah mesaj atmamıştı, bugün de dışarda görünmüyordu. Odasına geldiğimde bu kez kapısını çalmadan açtım.

 

“Yüzük-”

 

Anında kulağıma dolan kadın sesine odada ki yoğun parfüm kokusu eşlik etti. Kapının ardında kalan koltukta daha önce hiç yüz yüze görmediğim bir kadın vardı. Selim ise kendi masasındaydı. Leopar desenli bir üst ve deri bir pantalon giyen kadına baktım. Bir yerden tanıdık geliyordu ama emin olamadım.

 

“Efsun?”

 

Selim ayağa kalkarken paniklemiş gibiydi. Lütfen düşündüğüm kişi olmasın diye içimden dua ettim.

 

“Sen, Çağla mısın?”

 

Yanıma gelen Selim'i umursamadan kadının karşısına geçtim. Son derece rahat bir şekilde koltukta oturmaya devam ediyordu. Soruma gülerek cevap verdi. Oydu! Tanışmak için uzattığı elinde ki yüzüğü gördüğümde bütün kan beynime sıçradı. Bu yüzüğün anlamını önceden biliyordum. Havada kalan elini indirirken ayağa kalktı.

 

“Resimlerde bu kadar belli değildi ama yakından daha belliymiş. Kaç yaşındasın sen? Kaz ayakların çıkmış gibi duruyor.”

 

Çağla güzel kadındı ama bir kusuru vardı... Artık sözlüm olan adama hala kafasında aşık olduğunu düşünüyordu. Ellerimi sıktığım acıyan avuç içlerimden belliydi. Yavuz bir şey söylemek için kapıya geldiğinde odadakilere bir bakış atıp geri gitti.

 

“Yiğit,” diyen Selim'e baktım. Telefonda konuşuyordu. “Başıma bela olmaya devam etmek istiyorsan tam şu an odama gel.” Bence de gelsindi, yoksa söylediği gibi başına bela olmaya devam edebileceği bir devresi olmayacaktı.

 

“Ne işin var senin burada?”

 

Ben de buradayım diyen kırmızı ruju, savurduğu sarı saçları tek tek zihnime kazındı. “Uzun süredir Ulaş'ı görmüyordum. Ziyaret etmek istedim. Şu son telefon konuşmasından sonra telefona da cevap vermedi.” Bir şey söyleyeceğim sırada beni geriye çeken kişi Selim oldu.

 

“Çağla,” dediğinde karşımda ki kadın nazlı bir şekilde gülümsedi. Sabır neydi? “Sana bunu sabahtan beri belki milyonuncu kez söylüyorum. Benim seninle konuşacak bir şeyim yok. Öncesinde de dayının durumu için cevap vermiştim. Buraya kadar gelmişsin ama hala yüzük diyorsun, Ulaş diyorsun. Kırmak istemiyorum ama ben o eski adam değilim. Artık bir işim var, Efsun ile taktığımız yüzüğüm var. Sözlü bir adamım artık, bekar da değilim.” Aferin... Çağla bana iğrenir gibi baktığında kendimi yine öne attım ancak Selim'in belimde ki kolları hareket etmemi engelliyordu. Odanın kapısı açıldığında Yiğit önce bana ardından Çağla'ya baktı.

 

“Hayatta kalabilmen için sahiden gelmem gerekiyormuş,” diye mırıldanırken yanımıza geldi. O da Çağla'nın yanına geçip onu gitmeye ikna etmeye çalıştı.

 

“Sahiden Efsun'u sevdiğine emin misin? Benden dönüp ona baktığında evet, diyebiliyor musun?”

 

Hareketlerim birden durdu. Sorusunun cevabını duymak istedim. “Aldığım nefes kadar eminim hemde. Aşığım. Efsun'a,” diyerek de belirtti en sonunda. Çağla az önce oturduğu koltuktan çantasını alıp koluna taktı.

 

“Çok pişman olacaksın Ulaş. Ben çocukluğumdan beri sana aşıktım ama hiçbir zaman görmedin bunu. Benim yerime onu seçtiğin için çok pişman olacaksın,” dediğinde sonunda biraz daha öne atılıp kürkünü tuttum. Gözlerime bakması için kendime çektim.

 

“Bana bak Çağla. Bir kadın olarak başta seni anlamaya çalıştım,” derken gözlerimden çıkan ateşleri yansımasını onun gözlerinden görebiliyordum.

“Ama sen bütün iyi niyetleri su istimal ettin. Takıntılı birisin. Maalesef bunun bir hastalık olduğunu düşünmeye başladım. Adam kendi ağzıyla cevap vermesine rağmen hala zorluyorsun. Taktım yüzüğümü parmağına, birkaç ay sonra da evleneceğim. Artık sözlüm değil eşim, kocam olacak. Umarım fark edersin bunu. Ve lütfen rica ediyorum kocamın peşini bırak artık. Eminim seni seven birisini bulacaksındır ama o kişi Selim değil.”

 

Kocamın peşini bırak? Kocamız?

 

“Şimdi gidiyorum. Bir daha da gelmeyeceğim merak etme. Ama şunu bil ki senden gittiği an Ulaş kendisi gelecek, bana.”

 

Gözlerimi kapatıp derin bir Sabır daha çektim. Kolundan çekiştiren Yiğit'e dayanamayıp dışarıya çıkan kadına baktım. Adını ağzına aldığı an kendimi zor tutuyordum. Gittiği an kendimi koltuğa bıraktım. Kendimi sıkmaktan her yerim ağrımıştı. Selim pencereyi açtığında alayla güldüm. Bütün şişeyi üzerine boca etmiş gibiydi. “Bende dünden beri sesi çıkmadı meşguldür, diyordum. Beyimiz sahiden de meşgulmüş.” Yiğit geri gelmişti. Birilerinin görmesinden çekinir gibi kapıyı kapattı. Yanıma oturduğunda sanki koltukta yer yokmuş gibi köşeye sığındı.

 

“Efsun, benimde haberim yoktu. Sabah geldiğimde gördüm. Konuşmak için ısrar ettiğinde odama geldi. Ben öncesinde de açıklamasını yaptım.”

 

Selim'e bütün benliğimle inanıyordum ama bünyem de ki sinir ona da yansıyordu. Ayağa kalkıp masanın üzerinde ki kupayı yere fırlattım. Onun hediyesi olduğu belliydi. Yere saçılan cam kırıkları terliğimin hemen yanında boylu boyunca serpilmişti. Revirden geldiğim için ayağımda kalan terliklerime kısa bir bakış attım.

 

“O son cümlesi neydi? Benim bilmediğim onun bildiği bir şey mi var?”

 

Bir şeye dayanarak söylemiş gibiydi. Selim'e birkaç adım daha attığımda o benden hızlı davranıp öne geldi. Çok geçmeden bedenimi kollarının arasına almıştı. Olduğum yerden havalanırken beni masanın üzerine oturttu. Bakışları ciddiydi onunda bu tavrı bana değil az önce yaşanan olayaydı.

 

“Cam parçaları batacaktı,” dedi fısıldar gibi. Yiğit'in de odada olduğunu bir an unutur gibi oldum. “Batsaydı,” dedim bir an. Sinirim yatışırdı belki. Canım acısa başka bir şey düşünebilirdim.

 

“Benim canım yanardı,” dediğinde kapının kapandığını duydum. Örnek kuma modeli sensin Yiğit. “Tenine değen rüzgarı bile hissederim, canın yansa ben baştan aşağı yanarım Füsun. Farkında değil misin? Konu sensen korkak bir adamın tekiyim...”

 

Beresini çıkardığı için karışan saçları, buram buram burnuma dolan kokusu hiç iyi bir görüntü değildi şu an için.

Burnu burnuma değecek kadar yakınımdaydı. Ellerimi yanağına koydum. Hapşırdığında bunu kanıtlar nitelikteydi. “Heyecanlanınca hapşırıyorsun,” dedim hoşuma gittiğini belirterek gülümserken. Benden başkasının yanında hapşırmıyordu bu konuda. “Krize gireceğim bir gün,” derken ciddiydi. Yaptığı imayı anladığımda yanaklarım kızardı. Yanağında ki elimi avuç içimden öptü.

 

“Bu kalp bir sana aşık. Ben o yüzüğü seni gördüğüm ilk an taktım kendime. Bir başkasına dönüp de bakmam bile, senin gözlerinden başkasına kör, senin sesinden başkasına sağırım.” Burnumun ucuna küçük bir öpücük bıraktı.

 

“Keşke bu kadar yakışıklı olmasaydın,” dedim küçük bir çocuk gibi hayıflanırken. Yine gelmişti bizim o çapkın gülümsemesi. “O zaman işler daha kolay olabilirdi. Gülmek ayrı, üniforma ayrı yakışıyor. Yunan heykeli misin be adam?” Bu soruma son derece ciddi bir cevap vermişti.

 

“Son derece Türk'üm güzelim. Milli olanından.” Doğruydu. Geçen günlerde gittiğimiz tatlıcı da İpek kruvasanı övdü diye çok yemediği Türk baklavasıni bile övüp yarıştırmıştı. Kıkırdadığımda bu kez dudağımın hemen yanına bir öpücük bıraktı.

 

“Kalbe zararsın,” dedi dişlerinin arasından. Dudakları dudaklarımı esir alırken gözlerim kapandı. Yanağında ki ellerim boynuna dolandı. Ensesinde ki saçlarını okşarken kısa bir an yavaşladı.

 

“Sana çok aşığım, bütün sınırları aşacak kadar. Herkesi karşıma alacak kadar.” Alnını alnıma yasladığında boynunda ki ellerimi sarılır gibi birleştirdim.

 

“Bende sana çok aşığım yüzbaşı...”

 

Aylar sonra evleneceğiz demiştim az önce. Sahi biz ne zaman evleniyorduk? Bu adam sözlendikten sonra bambaşka birine dönüşmüştü. Acilen evlenip o halini de görmem gerekiyordu.

 

“Demek kocan olacağım,” dedi o da az önce ki konuşmama atıfta bulunarak. Yakasından tutup mümkünmüş gibi biraz daha kendime çektim. “Olacaksın ula, atacağım o imzayı en kısa sürede. Şart oldu,” dediğimde küçük bir kahkaha attı.

 

“Olmuşsun Karadeniz gelini,” hayran olmuş gibi.

 

“Olmuşum valla.”

 

Sahi zaten karadenizliymişim gibi hiç garipsememiştim. Şirin teyze ve ailesi de beni bir anda kızları belleyince işler daha da kolay olmuştu. Daha geçen gün eliyle ördüğü kışlık kıyafetleri gönderip sıkı sıkı tembihlemişti kalın giyin diye. Annemin de Selim'e gönderdiği hediyeler ayrı bir olaydı.

 

“Ne güzel geldin, bana, memleketime, aileme, yuvama.”

 

Bu kez ben onu öptüm. Hak etmişti. Hoşuna gittiği kıvrılan dudaklarından anlaşılırken o da benim gibi maziye dalmış gibiydi. On iki şubat da o patlama olmasa belki tanışmayacaktık ama her şey daha başka olacaktı. Çok garip bir ikilemdi. Kapı çaldığında arkamı döndüm, Selim de benden biraz uzakta kalmış olmuştu. Yiğit kafasını uzattığında gülerek gelmesini söyledim.

 

“Devrem hayatta kalabilmiş mi diye kontrol etmeye geldim.” Trip atar gibiydi. Ben halimden son derece memnun bir şekilde baktığımda resmen benle yarışıyordu. Selim bir kez daha hapşırdığında cidden mi bakışı attı Yiğit.

 

“Anladım.”

 

Git demek istemiyorum ama anla Yiğit...

 

“Merak etme gitti, gelemez bir daha. Sende al sahip çık kocanı. Adam yüzbaşı değil manken mübarek. Bu nedir her yerden bir hayranı çıkacak diye ödüm kopuyor.”

 

En büyük hayranı sen değil misin zaten canım? Ama bu konuda haklıydı. Anneme bir nazar duası okutmamız şart olmuştu. Yiğit getirdiği kahveleri verdiğinde bende masadan inip koltuklardan birine oturdum. Selim de hemen yanıma gelip koltuğun yan tarafında ki kısma yaslandı oturur gibi.

 

“Bu arada beni araman gözlerden kaçmadı kardeşim,” dedi Yiğit memnuniyetle. Selim'in kendisini arayıp yardım istemesi hoşuna gitmişti. Selim böyle bir şey yaptığını yeni hatırlarmış gibi baktı.

 

“Laftan anlamıyordu. Seni de tanıyor zaten, boş konuşursan gider diye düşündüm.”

 

Aman, bir kere de yumuşama be adam. Ne olurdu güzel birkaç şey söylesen? Uyarır gibi baktığımda omuz silkti.

 

“Yeğenim amca amca diye peşimde koşsun da gör sen,” dediğinde içtiğim kahve boğazımda kaldı. Selim o gece hasta olduğu için hatırlamıyordu ama söylediği cümleyi ben unutmamıştım. Kızımızın ve oğlumuzun adını bile düşünmüştü. İyiyim, bakışı attığımda kaldığı yerden gülmesine devam etti. Çocuk konusunu zaten hayalini kuracak kadar seviyordu...

 

“Ortalıktan kaybolmazsan tanır belki seni.”

 

Atıfta bulunduğunda Yiğit bir süre sessiz kaldı. Bu konuda söyleyecek bir şeyi yoktu. Tam olarak neden böyle olduğunu anlatmamıştı ama Tuğrul albay geçerli sebepleri var, demişti. Bu süreçte Türk askerine yardım ettiği için de önemi büyüktü.

 

“Ben gitsem de sen gitmezsin ki,” dedi çocuk gibi. “Aşık oldum, dediğinde de mezarıma geldin. Bana son derece kızgın olsan da sözünde kurdeleyi kesmeme izin verdin. Evlendiğinde de yanında olacağım, baba olacağım, diye havalara uçtuğunu gördüğüm gün de. Eminim ki nerede olursam olayım yine yanıma geleceksin.”

 

İnşallah... O günleri umarım görürdük de Yiğit yanımız da olurdu. Selim de böyle düşünmüş olacak ki söylediği şey bunu kanıtlar nitelikteydi. “Hepiniz, timde ki herkes kendine dikkat edecek. Gözünüzü dört açacaksınız, düşman sizi değil siz düşmanı alt edeceksiniz,” derken konuşan kişi komutandı. Mooduna geçmişti. “Madem o günleri görmek istiyorsunuz, o gün geldiğinde hepiniz yanımda olacaksınız.” Yiğit emir almış gibi başını salladı. Size ölmek yasak, demişti üstü kapalı. “Başka Serhatlar veremem onlara. Hele sen, Bora2. Bundan sonra ne susacaksın ne de başına bir iş gelecek.” Yiğit bu sözle anında yumuşadı. Hoşuna gitmişti. Bundan sonra kovsa da gitmezdi zaten.

 

“Sen merak etme. Yengemle de iyi anlaştık zaten. Bundan sonra hep buradayım. Balayına Selçuk'u da götürdü haberi gibi hissediyorum kendimi ama olsun. Sizi evlendirene kadar bana rahat yok.”

 

Evlendikten sonra eve Yiğit'i almayabilirdim bu güzel fikirdi. Kumalık kısmı orada son bulurdu bunu aklımın bir köşesine not aldım. Onun dışında söylediği cümleler güzeldi. Durmadan konuştuğu için bir kısmını kaçırsam da çoğunu dinledim. Bardakları da alarak odadan çıktığında yeniden baş başa kaldık.

 

Selim oturduğu yerden kalktığında bende gitmek üzere ayağa kalktım. Kapının önüne geldiğimizde bileğimi kavrayıp kendisine dönmemi sağladı. “Kocana şans dilemeden mi gideceksin?” Bu yakınlık kalp sağlığım için iyi değil be adam. Az önce de deneyimledik bunu. İkide bir kocam demesi de ayrı bir meseleydi. Berker'in söylediği şey aklıma geldi.

 

Altın günü için oluşturduğumuz mesaj grubuna resim attı geçen gün. Aynada da yüzüğünü çekmiş atmış. Bundan sonra bekar bir adam değilim, boş boş konuşmayın diye. Alt tarafı bir mekanda buluşalım sohbet edelim dedik, demişti. Bunu anlattığımda huysuzlanır gibi oldu. Askerlerinin her haberi birbiriyle paylaşması benim suçum değildi..

 

“Hanımcı mısın sen,” diye sordum yanağından sahte bir makas alırken. Bir eli kapıya yaslanırken bakışları pür dikkat benim üzerimdeydi. “Ne demişler, hanımına bağlı olan vatanına bağlı olur. Demek oluyor ki en ala hanımcı benim.” Aferin, Aferin dedi iç sesim. Olur bu adamdan. Olurdu zaten ki evleniyorduk ya...

 

“Hem yanlış bir şey söylediğimi düşünmüyorum. Ben artık sözlü bir adamım. Onlarda bilsinler öyle her şeye alet etmesinler beni.”

 

Bu kez sesli bir şekilde Aferin, dediğimde gururla gülümsedi. “Doğru bir eş seçimi yaptığıma bir kez daha emin oldum. Umarım evlendikten sonra da bu halde devam edersin.” Dudağımın üstündeki benimin üzerini öptü.

 

“Evlendikten sonra fark edecek tek şey artık Kocan olacağım, sende Efsun Karacalı olacaksın. Evimde artık sana dair şeyler çoğalacak, her uyandığımda o yeşilleri göreceğim ve artık sana bakarak şükredeceğim her yeni güne. Ama evet, evlendikten sonrası için bende merakla beklemedeyim. Karım olacağın gün için günleri saydığım doğru.”

 

Kan akışım düzensiz bir hal alırken yanağına bir öpücük bıraktım. Az önce ki sözlerine ithafen kulağına “bol şans,” diye fısıldayıp dışarıya kaçtım. Arkamdan güldüğüne emindim ama kalp sağlığım için oradan kaçmam gerekiyordu. Dışarıya çıktığımda önce derin derin nefes aldım. Saçlarımı düzeltip odama geçtim. Masanın üzerinde Bade'nin hediyesi olan çerçeve vardı. Yüzüklerimiz takılırken benim heyecanla yüzüklere, Selim'in ise bana baktığı bir resim. Kalbim bir kez daha erirken parmaklarımı resimde gezdirdim. Onun da söylediği gibi ne güzel gelmişti, evime, kalbime, yuvama, yaralarıma...

 

 

 

Bölüm : 21.12.2024 01:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...