55. Bölüm

36.BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

Merhaba okurballarımmmm!

 

Sonunda geldik mi malum bölümlere? Kızımızı da verdik şükür. Bismillah deyip devam diyelim o zaman. Keyifli okumalar...

 

                                ◇

 

Güneş nazlı nazlı süzülürken bulutlar bile ona yol verir gibi geri çekilmişti. Kuşlar daha bir neşeli ötmüş, kediler birbirini kovalamıştı. Öylesine neşeli bir gündü. Bir haftalık isteme merasimimiz sonunda son bulmuş ve kızlarla beraber eve dönmüştük. Annemin hangi ara yaptığını anlamadığım yolluklarını bozulmadan dolaba yerleştirebildiğimiz için ufak bir kahve molasını hak etmiştik. Merve bir yandan telsizden bebeğini izlerken diğer yandan kahveleri yapmakla meşguldü. Kahvenin kokusu bile tüm yorgunluğumu üzerimden alır gibi olmuştu. Çalan telefonum her zaman ki gibi dinlenmeye bile vaktin yok, dercesine ısrarla çalıyordu.

 

Yiğit.

 

Sahi artık günde beş öğün arayan ve gizli gizli sevgilimi gösteren bir kumam vardı. Telefonu bunu bilerek açtım. Görüntüsü bir süre sonra kadraja girdi, yalnızdı. "Nasılmış en sevdiğim yengem?"

 

Diğerlerinin de yanımda olduğunu bildiği için nispeten söylemişti. Merve üzerine alınmazken Ecem anında cevabını verdi. "Burada olduğumu bilmediğin için böyle söylediğini sanıyorum." Yiğit anında lafı kıvırarak Ecem'in gönlünü aldı. Allah Zeynep'e sabır versindi.

 

"Elime bir görüntü geçti ve bunu kullanabileceğimi düşündüm."

 

Yani beni tehdit edebileceğini düşünmüştü. Ne isteyeceğini merakla bekledim. "Sana atacağım video karşılığında bir tepsi kurabiye yaparsın ödeşiriz." Uzun zamandır kurabiye yapmamıştım. Hem o işleri Selim üstlenmişti. İpek ikilemde kaldığımı anlamış gibi teklifi kabul etti.

 

"Yenge dayanışması ile kabul edildi."

 

Kamera anında bulanık bir hal aldı. "İpek'in sesi mi lan o?" Akın kamerayı kendine çevirmişti. Bizimde orada olduğumuzu unutmuş gibi ikisi koyu bir sohbete daldığında Bade telefonunu bana doğru uzattı. Yiğit videoyu Ercüment'in telefonundan göndermişti.

 

Akşam üstü boş bir arazide çekilmiş bir videoydu. Videoyu oynattığım an kulaklarıma bir müzik doldu. Ben niye evleneyim?

 

Hareketli bir Karadeniz şarkısıydı, bildiğim yerdendi. Mert'in kameramanlığı ile çekilmiş video giderek odağına yaklaştı. Boş bir arazide, etrafına toplanmış askerlerinin eşliğinde horon tepen Ulaş Selim Karacalı... Bozulmuş saçları, üst düğmelerini açtığı gömleği... Bir yanında Ercüment bir yanında Yiğit vardı. Yiğit! Yüzük taktığı eline girmişti. Kameraya çektiklerini anladığında elini kameraya gösterdi. Yüzüğü kararan havaya rağmen ben buradayım, diyordu. Sözlüyüm ben ula! Kahkahama engel olamadım. Evlenmeyi çok istediğini biliyordum. Böyle tepkiler vermesi şaşırmamıştı. Yiğit göz devirdi. Ercüment ve Akın ise sırtına vurdu.

 

“Sevip de alamazsam ne faydası var bana?” dedi Yiğit sırada ki şarkıya eşlik ederken.

 

“Aldım ula aldım. Manisa'nın, Şırnak'ın, vatanımın en güzel kızını aldım.”

 

Ben bunu zaten kabul etmiştim... Kalbimi ilk günden almıştı zaten. Çocuksu neşesi, yakından göremediğim için üzüldüğüm tarzı özlemimi kabarttı. Yiğit'in kurabiye istediği kadar vardı. Paylaşamamakta da haklıydık bir yerde. Ercüment'in telefonundan gelen mesajlar üstten ekranıma düşerken aldırış etmedim. Video bittikten sonra kollarımı sıvayıp tezgaha geçtim.

 

"Bu kadar çabuk mu ikna oldun?"

 

İpek kurabiyeyi bu kadar çabuk yapacağımızı düşünmeyerek teklifi kabul etmiş gibiydi. Ayaklarını sürüye sürüye yanıma geldiğinde sadece malzemeleri vermesini istedim. Tarifini Ela abladan aldığım damat kurabiyesini denedim.

 

"Aşık bizim kız," dedi Bade. Kendisi Ercüment için hiç yemek yapmayı denememişti o yüzden bunu da büyük bir adım olarak görüyordu. Önce hamurunu hazırladım.

 

"İnsan aşık olunca hiçbir iş zor gelmez kızlar," dedi Merve. En deneyimlimiz oydu. Ecem omuz silkti. "Biz reçel seviyoruz, karı koca. Mert ayva yemeyi sever, bende aldığı gülleri reçel yapıp ona yedirmeyi." Herkes bir kahkaha attı. Kurabiyeleri fırına verdiğimde dinlenmeden üzerimi değiştirmeye gittim. Hava soğuk olduğu için arabayla gidecektim.

 

"Beraber gidelim o zaman, Akın'a ayırdığım yemekleri götüreyim."

 

"İpek abla, bende gelsem mi?" diye soran Eylül'ü duydum en son. Burak ile aralarında ki şey giderek ilerliyordu. Artık Akın'ı bile geri plana atmışlardı. Odama çıktığımda üzerime boyunlu kazağımı ve pantalonumu geçirdim. Saçlarımı bir at kuyruğu yaptım. Montumu alıp aşağı indim. O sırada Eylül pişen kurabiyeleri çıkarıp paketlemişti. Merve uyanan kızının yanına giderken Bade ve Ecem de İnternet üzerinden alışveriş yapmakla meşguldü. Arabayı süren ben, yanımda oturan İpek, arkamızda kalan kişi ise Eylüldü. Buraya geldikten sonra nihayet boşanmış ve kendine gelmişti. Cildi eskisine göre daha bakımlıydı, kızlarla alışveriş yapmıştı. Burak için yemekler hazırlayıp abisinden gizli götürdüğü de oluyordu.

 

Yollarını ezbere bildiğimiz askeriyeye giderken içimde tarifsiz bir huzur vardı. Arabayı durdurduğumda Eylül bizden önce indi ve Burak'ın odasına yöneldi. Birkaç hafta önce örüp vermeye utandığı atkıyı verecekti. İpek revirde ki odasına giderken bende etrafa göz gezdirdim. Kaya'yla aynı anda göz göze geldiğimizde yanıma gelen o oldu.

 

"Komutanım odasında."

 

Gitmeden önce arkadaşlarını çağırmasını istedim. Burak, Selim ve Akın haricinde herkes geldiğinde elimde ki büyük kutuyu onlara verdim.

 

"Yenge gibi yenge be!"

 

Yiğit büyük bir coşkuyla kutuyu aldı. Bade'nin biz kapıdan çıkmadan elime tutuşturduğu termosta ki bitki çayını da Ercüment'e verdim. "Ecem?" Mert meraklı gözlerle bakındı.

 

"Alışveriş yapıyordu," dediğimde Berker ve Yavuz gülmesini tutamadı. Mert'in ters bakışını gördüklerinde anında sustular. "Benim güzel kızlarım bile bu kadar alışveriş yapmıyor," diye atıfta bulundu Tuna. Mert efkarlı bir şekilde arkasını dönüp gitti. Hepsi konuşmaya daldığında aradan sıyrılıp içeriye girdim.

 

Yüzbaşı Ulaş Selim Karacalı

 

Kapının önünde yazan yazıyı görünce bir anlığına kalbim tekledi. İlk defa geliyormuşçasına heyecanlanmıştım. Kapıyı çaldığımda ses gelmedi. Odada olup olmadığına bakmak için kapıyı araladım. Göremeyince odaya girdim, ses çıkarmasın diye kapıyı yavaşça kapattım. İç odada aynanın karşısında duruyordu. Elimde ki kutuyu ve çantamı bırakıp başımı eğdim. Üniformasının önünü açmış omzuna bakıyordu. "Yine kanamış," diye söylendiğinde kaşlarım çatıldı. Pansuman yapmasını fırsat bilerek içeriye daldım. Aynada yansımamı görünce bir an öylece durdu.

 

"Efsun?"

 

Orada olup olmadığımı sorgular gibi arkasına döndüğünde yarası görüş alanıma girdi. Omzunda ki dikiş izine benzer ince bir yaraydı, bıçak yarası gibi. Pansumanı açtığı için kanamıştı.

 

"Ne zaman oldu bu yara?"

 

Yeniydi ama ne kadar? Üniformasını çekiştirdi. Koltuğa oturmasını işaret ettiğimde itiraz etmeden oturdu. Pansuman malzemelerini alıp ben yapmaya başladım.

 

"Manisa'ya geleceğimiz gün, sabah."

 

Yarayı silerken bakışlarım gözlerini buldu. Bu halde yola mı çıkmıştı? Ve sadece pansumanla geçiştirmişti.

"Hiç bakma öyle yeşil yeşil." Biraz derin basmış olacağım ki yüzünü buruşturdu. Pamuğu çekip sargı bezini aldım.

"Bilsen bu halde yola çıkma, derdin."

 

"Ama çıktın, bunu söyleyeceğimi bile bile çıktın ve benden sakladın."

 

Aniden pansuman yapan elimi avucunun arasına aldı. Çenemden tutup başımı kaldırdı. Gözleri gözlerime odaklanırken derin bir nefes aldı.

 

"Beni o gün oraya gelmekten hiçbir şey alıkoyamazdı. Ucunda sana kavuşmak vardı, kavuştum. İki satırlık bir yara mı buna engel olacak?"

 

Kalbe zararsın Karacalı...

 

Bu kadar yakınımda olup bu kadar fısıltılı konuşması iyi değildi, kalbime zarardı. Pansumanı çabucak bitirip ayağa kalktım. Kan akışını sağlamam lazımdı. Yanaklarımın kızardığını fark etmiş olacak ki sırıttı.

 

"Kocadan utanılmaz."

 

Bakışlarım bir anda öyle bir çevrildi ki gözlerine ben bile şaşırdım. Koltuğun üzerinden aldığım yastığı üzerine fırlattığımda tek eliyle yakaladı. "Kırk yıllık evli çiftler gibi konuşma." Adam yıllardır evliymiş gibi anında adapte olmuştu. Yastığı koltuğun üzerine tekrar fırlattı.

 

"O da olur güzelim."

 

Gösteriş yapan kadınlar misali yüzüğüne baktı, ardından yüzüğünü bana gösterircesine elini havaya kaldırıp salladı. "Şu anlık sözlüm de diyebilirsin sadece."

 

Adama resmen güncelleme gelmişti. Somurtkan, ciddi Yüzbaşı gitmiş yerine esprili, çapkın bir adam gelmişti. Belki de ateşi vardı. "O yüzden mi yol ortasında kutlama yaptın?"

 

Kıvrak bir hareketle yanıma sokuldu. Sırtım duvara yaslanırken eli saçımda gezindi. "Ben yapmayayım da kim yapsın?" Baş parmağı gözümün altını okşadı. "Memleketim gibi gözlerin var, vatanım gibi gülüşün var, onca kişi arasından bana yar oldun. O adaklar, kutlamalar sana olmasın da kime olsun?"

 

Adak mevzusunu İpek yolda anlatmıştı. Manisa'ya gelirken bir çoban yüzünden az kalsın kaza yapıyorlarmış. Selim de geç kalmamak için çobana bir miktar para verip koyunlarını satın almış. "Kız istemeye gidiyoruz abi, babası vermezse beni kurban edecek, eğer verirse de sen bunları kurban et, ihtiyacı olana dağıt."

 

Sahiden ne çok hayır işlemişti... Evlenmeyi bu kadar çok istediğini görünce benimde hoşuma gitmişti. Benim ona ayak uydurmam gerekecekti. "Selim," dedim nazlı nazlı. Dudağı kıvrıldı, gülümsedi. "Selim sana kurban olsun." Ulaş bize yabancı sayılırdı, Selim olsun, dedi içimde ki ses. O en başından itibaren bizimle.

 

"Ne getirdiğimi sormayacak mısın?"

 

Kalbimin sağlığı için bu ortamı dağıtmaya ihtiyacım vardı. Bakışları etrafı taradı, poşet dış tarafta kaldığı için görmemişti. Elinden tutup masasına götürdüm. "Madem bundan sonra başı bağlı bir adamsın, kocama ellerimle bakayım dedim." Böyle söylememi beklemiyordu bana da biraz sürpriz olmuştu gerçi. Ama bir bakıma doğruydu. Bundan sonra daha çok ilgilenmem gerekecekti. Kutuyu çıkartıp önüne bıraktım. "Ablamın tarifi," dedi anında. Ela abla Ulaş'ın sevdiği tek tatlı bu olduğu için sık sık yaptığını söylemişti. Kurabiyelerden birini alıp önce yemem için bana uzattı. Bir ısırık aldığım kurabiye düşündüğümden daha iyi olmuştu. Kalanımı tek hamlede ağzına attı.

 

Kapı çaldığında masum masum kurabiyelerimizi yemekle meşguldük. Gür bir sesle gir, diye bağırdığında içeriye giren kişi Yiğitti. Bir baş selamı verip yanımıza geldi. "Romantizminizi bölmek istemezdim ama biraz daha gelmezsen Burak'ın selasına yetişeceksin devrem."

 

"Ne oldu ki?"

 

Selim pencereden dışarıya bakarken olanları görmüş gibiydi. "Akın aydınlandı." Başka bir şey konuşmadan odadan çıktıklarında peşlerinden gittim. Askeriyenin arka tarafında Burak ve Akın karşı karşıya duruyordu. Timde ki herkes onları ayırmaya çalışırken İpek, Eylül'ün elini tutuyordu.

 

"Ne oluyor burada?!"

 

Selim'in sesini duyunca ikisi de bir anlığına geri çekildi. Akın'ın gözleri sinirle parlıyordu. Bunu anlamamak saçmalık olurdu. Burak ise başı dik bir şekilde yaptığımın arkasındayım der gibi duruyordu.

 

"Komutanım," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Seviyorum, diyor. Benim kardeşimi diyor, çok, diyor!"

 

Burak bir adım öne çıktı. Bakışları Eylül'ün üzerindeydi. Yavuz ise bir adım arkasında destekler gibi duruyordu. "Bizim mesleğimizde yalan olmaz, emanete hıyanet de olmaz," derken en az Akın kadar ciddi bir sinirle baktı. "Çıktım karşına, seviyorum kardeşini dedim. Aşığım lan, şu kapıyı ilk çaldığı andan itibaren, yaralarını açtığı anda itibaren aşığım kardeşine Hızır!" Yiğit bir ıslık çaldı. Buralar sağlam karışacaktı.

 

"Evliydi o buraya geldiğinde! Aşkı düşünemeyecek bir haldeydi. Sen mi girdin kardeşimin aklına? İki kalp çarpıntısını aşk mı sandın lan?"

 

Akın babası şehit olduktan sonra annesine de kardeşine de göz kulak olmuştu. Üvey babasının yaptıkları, Eylül'ün sorunlu evliliği böyle düşünmesi için gayet normaldi. Ama Burak da bunu hiçbir zaman gizlememişti.

 

"O yüzden uzak durmaya çalıştım. Evli o, dedim. Kardeşim dediğim adamın kardeşi dedim. Yakıştıramadım kendime. Ama şunu bil Hızır," dedi Akın'ı omzundan iterken. "Benimki öyle iki kalp çarpıntısı değil. Seninki öyle mi? İpek'i görmek için her gün fazla fazla koşup bütün reviri tavaf etmiyor musun? Adını duyunca bile elin ayağına dolaşmıyor mu? Operasyondayken geceleri kızın adını sayıklıyorsun, gitme diye lan. Bunlar iki kalp çarpıntısı yüzünden mi yoksa-" derken sözünü tamamlayan Kaya oldu.

 

"Aşk yüzünden."

 

Ana kapılarak o da Rümeysa'yı hatırlamış olmalıydı kendince. O bile aşkın adamı yeneceğini kabul etmişti. Gülmeyen adam kendi kendine gülmeye başlamıştı, türküler mırıldanır olmuştu.

 

"Ağzın bal yesin kardeşim."

 

Burak, Kaya'nın söylediklerini onayladı. İpek'in kolları arasında duran Eylül'e elini uzattı. "Yanlışınla doğrunla, geçmişinle geleceğinle he der misin bana? Geçmişinde ki yaraları sarabilir miyim bilmiyorum ama geleceğinde o kabuk bağlayan yaraları beraber iyileşireceğimize söz veririm. Abin de burada, vereceğin cevaba göre bende buradayım."

 

Eylül başını eğip abisine baktı. "Sen hep benim iyiliğim için uğraşmadın mı? Sen yokken de kaçtım sana geldim, yine sana sığındım. Burak da senin arkadaşın. Kötü biri olsa ona açar mıydım yaramı?" Akın başını iki yana salladı. "Yanında değildim diye o adama evet dedin. Şimdi yanındayım, evet demek zorunda değilsin."

 

Eylül, İpek'in kollarının arasından sıyrılıp öne çıktı. Burak'ın elini tuttu. Ben kararımı verdim demekti bu. Akın da durumu biliyordu ama kardeşinin yeniden üzülme ihtimalinin olmasına dayanamıyordu. "Eğer bir gün, bu adam yüzünden tek damla göz yaşı dökersen ellerimle ecelini getiririm. İkiniz de bir süre tek kelime etmeyin." Akın yanağına dökülen tek damla göz yaşını sildi. Kardeşi de kararını vermişti, abisine cevap hakkı mı kalmıştı? İpek koşar adım giden Akın'ın peşinden giderken bu kez Selim geçti karşıya.

 

"Eylül, müsaade eder misin?"

 

Eylül elini bırakıp yanıma geldi. Tuna ve Mert de Selimden aldıkları emirle Akın'ın yanına gitmişti. Kalanlar bizde dahil olmak üzere merakla ne konuşacaklarını bekliyorduk. Tokat? Burak yüzüne yediği tokatla anlık bir şok yaşadı. Yiğit anı bir refleksle öne sıçradı. "Komutanım?"

 

"Akın fazla tepki verdi diye düşünme. Bunca zaman güzel idare ettiniz zaten adamı. Bu tokat da önden uyarı alman içindi. O seni affedene kadar üzerine gitmeyeceksin. Kavga ettiğinizi görmeyeceğim. Eylül'ün tek abisi Akın değil. Herhangi bir yanlışında timde ki herkesi karşında bulursun demek."

 

"Bana da böyle demişti Bade için," diye mırıldandı Ercüment.

 

"İnsan sevdiğine kıyabilir mi komutanım? Kendinizden düşünün."

 

Selim'in gözleri saniyelik bana kaydı. "Kıyamaz. Sende gözün gibi bakacaksın bu yüzden."

 

Burak az önce yediği tokadı unutmuş gibi gülümsedi. "Tek korkusu abisiydi, konuştum. O benim elimi tuttu, tamam dedi ya ben bundan sonra gözümün içi gibi bakarım komutanım." Selim askerini kendine çekip sarıldı. Omzuna birkaç defa vurdu. Burak'ı arkadaşlarına teslim ettiğinde Eylül de geri çekildi. "Abin sana bir şey diyemez, korkma. Bu sarı da seni üzecek tek bir hamlede bulunursa kapım her zaman açık bunu da biliyorsun."

 

"Teşekkür ederim abi," deyip sıkıca sarıldı Eylül. Sahiden de bir sürü abisi vardı ve bunu kendisi de biliyordu. Timde ki herkes ufak bir tebrik faslına girdiğinde bunu fırsat bilip aradan sıyrılmak için elimi tuttu.

 

"Komutanım?" Diyen Kayayla planları suya düştü. "Rümeysa ile amcamın mekanına gideceğiz." Neyse ki artık yüzükler takılmıştı. Timinin bu denli aşk kokması eskisi kadar gözüne batmıyordu. "Rütbenin dışına çıkmış gibi oluyorum ama siz de gelir misiniz abi?"

 

"İç güveysi miyim ben?"

 

Tek derdin bu olsun sevgilim... Kaya biraz utanıyor gibiydi. Rümeysa ile uzun zaman sonra ilk defa karşılıklı konuşacaklardı ve eline yüzüne bulaştırmaktan korkuyordu. "Geliriz, tabii." Bir süredir yani yaklaşık beş dakikadır neyin eksik olduğunu bulmuştum bu cevapla. Yiğit! Kambersiz düğün mü olurdu? Yiğit bütün hünerlerini kullanıp benimkini ikna etmişti. Somurta somurta Kaya'nın arabasını takip etmeye başladı. Yiğit de önümüzde ki araçta Kaya ile beraber gidiyordu.

 

"Kaya değil de başka birisi dese kabul etmezdim ama biliyorsun, onu geri çeviremem. Zaten bir de onun başı bağlansın da ben rahat edeyim," diye hayıflandı. Askeriyede yalnız kalmamızı istemezler gibi sürekli baskın yiyorduk. Dediği gibi en azından şimdi Kaya'nın gönül işlerine de yardımcı olmamız gerekiyordu.

 

Mekana geldiğimiz de hava kararmıştı. Üşüdüğümü fark ettiğimde arka koltuktan aldığı kalın bir ceketi omuzlarıma bırakmadan üzerime giydirdi, fermuarını olabildiğince çekti. Elimi tuttuğunda sıcacık eli anında benimkini de ısıttı. Kaya ile Yiğit önceden geldiği için çoktan oturmuşlardı. Yanan şöminenin yanında ki mindere oturdum. Selim ise hemen yanıma. Karşımda ki minder boştu, onun yanında Kaya, onun yanında Yiğit vardı.

 

Rümeysa da çok bekletmeden geldiğinde kısa bir selamlaşmanın ardından karşıma oturdu. Her zaman ki gibi sade ama şık görünüyordu.

 

"Hortlamadım," diyerek bir açıklama yaptı Yiğit. Selim gibi o da önceden biliyordu Rümeysa'yı.

 

"Ne denir bilmiyorum bu durumda ama tekrar aramızda olmanıza sevindim."

 

Rümeysa her zamanki gibi mütevaziydi. Şalını düzeltip çantasını yanına bıraktı.

 

"Ne içersiniz abi?"

 

Ali siparişlerimizi almaya geldiğinde Yiğit hepimiz için birer çay söyledi. Selim de yiyecek sıcak bir şeyler istedi. Ali siparişleri alıp gittiğinde Kaya kaçamak bakışlarla Rümeysa'yı izliyordu. Günlerdir uyumamış gibi durgundu Rümeysa.

 

"Kimsenin kimseden çekinmesine gerek yok," dedi Selim. "Geçen günlerde bir şeyler olmuş sanırım. Anlatmak ister misin?"

 

Ali sıcak birkaç yemeği ortaya bırakırken çayları servis etti. Kaya, Rümeysa'nın çayını da alıp önüne bıraktı. Onun dilinde bunlar seni seviyorum, demekti. Anla Rümeysa...

 

"Babamın arkadaşı ailesi ile beraber bize geldi. Yıllardır tanıdığım insanlar olunca başta bir şey düşünmedim ama sohbeti duydukça amaçlarının başka olduğunu öğrendim. Hakan, yurt dışındaydı bunca zaman. Buraya geri dönünce evlendirmek istemişler."

 

"Bula bula seni mi bulmuşlar?"

 

Kaya daha fazla sessiz kalamamıştı. Sevdiklerini kaybettiği için kalanlara daha da sıkı sarılıyordu. Severken bu hırçınlığı da bu yüzdendi. Rümeysa bu soruyu cevaplamadı. "Babam bana sorduğunda bende kabul etmedim."

 

Yiğit başını salladı. Çayından bit yudum aldı. Selim ayıkladığı kestaneleri avucuma bıraktı. Sen zaten vip bir adamsın yüzbaşı... Bu yarışmaya dahil olamazsın.

 

"Kaya ile ne zamandır görüşüyorsunuz tekrardan yani?"

 

Rümeysa bu soruyu bir süre düşündü. Soğumaya başlayan çayından da bir yudum aldı. "Yaklaşık bir yıldır. Tedaviyi bıraktıktan sonra yani."

 

"Peki seanslara geri dönmek istiyorsam?" Yiğit'in içtiği çay boğazında kalınca öksürmeye başladı. Bu timde ki herkesin aşık olunca ayari yoktu. En merak ettiğim çift ise Yiğit ve Zeynep ikilisiydi. "Yavaş," diyerek uyardı Selim. Sessizce dinlemeyi tercih ediyordu. Rümeysa böyle bir soru beklemiyormuş gibi şaşırdı.

 

"Kesin bir dille reddettin."

 

Kaya'ya özellikle bakmaktan kaçıyor gibiydi Rümeysa. Onun yerine sürekli karşısına yani bana bakıyordu. Öncesinde birkaç defa yalnız da sohbet etme şansımız olmuştu. Anlaşılan her ikisi de hala aşıktı.

 

"Aklen mi kalben mi?"

 

"Yürü be şahin bakışlım," diyerek gaz vermeyi ihmal etmedi Yiğit. Çayını höpürdeterek içtiğinde Selim'in kaşlarını çatmasıyla olduğu yerde küçüldü. Selim konusunda ileriye gitmekten çekiniyordu. Tekrar kesmesini istemezdi.

 

"Sen hep aklen hareket etmez misin, Kaya?"

 

Kaya ellerini kaldırdığında Rümeysa'nın omzuna dokunacak gibi oldu. Sonrasında rahatsız olacağını düşünüp ellerini indirdi. "Gözlerini kaçıracağın kadar mı yüzsüz bir adamım?"

 

"Asla," derken Rümeysa çoktan ona dönmüştü.

 

"Şu an seninle baş başa kalabilmek varken oturmuşum çay içip askerimin aşk itirafını izliyorum," diye hayıflandı benimki. Omzuna yatıp ikna etmeye çalıştım. Biraz haklı olabilirdi ama Kaya'nın şu an yanında olmamıza ihtiyacı vardı. Bizim olduğumuzu bile unutmuşlar gibiydi ama bundan gaz alarak konuşuyordu Kaya. M yanlış bir şeyler yapmış gibi kendini geri çekti.

 

"Kabul etmedim ve konu kapandı diye düşündüm."

 

İsteme teklifini kabul etmemişti, ailesi de buna onay vermişti. "Hakan çoktan mefta oldu beya." Yiğit mırıldansa da duymuştuk. Rümeysa bu ne demek, der gibi baktı.

 

"Karşılaştık, kendi aramızda konuştuk."

 

Anlaşılan pek de iyi bir konuşma değildi. Hakan'ın mefta olduğunu düşünürsek Kaya'nın yüzünde ki gülümsemenin başka açıklaması olamazdı.

 

"Neden konuştun?"

 

Oldukça haklı bir soruydu. İkisi de birbirini seviyor olabilirdi ama arada bir ilişki yoktu. Kaya her zaman Rümeysadan kaçarken birden kıskanmıştı. Öncesinde Rümeysa ile konuşup duygularını, kendini açması daha mantıklı olanıydı. Ortamın gerginliğinden sevgilimin koluna sarıldım.

 

"Böyle sorarlar adama," dedi Selim. Kaya da bu kısmı düşünmemiş gibiydi.

 

"Komutan beni sana yönlendirdiğinde kapını çaldığım ilk an, sesini duyduğum ilk andı. Siyah bir şal takmıştın o zaman da. Gri bir kazak giymiştin. O gün açtım işte sana kendimi. Herkese lal olan dilim bir sana çözüldü."

 

Nefeslenir gibi duraksadı. Rümeysa pür dikkat onu dinliyordu. "Annem babam bile sevmemişti beni, sen de sevmezsin sandım." Bu noktada kimsenin söyleyecek bir şeyi yoktu. Annesi kısmı kesindi ama babası için söyleyecek bir şey yoktu.

 

"Ama sende beni sevdin?"

 

Rümeysa da onun kendini sevebileceğini düşünmemişti. İkisi de yaralarından tanımıştı birbirini. Birbirlerine merhem olurken bulmuşlardı birbirlerini de. Aşka orada yakalanmışlardı. "Sevdim, sevdalandım." Kaya'nın bu kadar uzun konuşması ve duygularını açması garip hissettirmişti. Bunca zaman pek bir şey paylaşmadığı için farklı bir Kaya konuşuyormuş gibi geliyordu. Selim ayağa kalktığında elimden tutarak beni de kaldırdı. Bizi fark etmemişlerdi bile. Yiğit'e başıyla işaret edip kalmasını söylediğinde çıkışa yöneldi. Kapıya geldiğimiz de bizi uğurlamak için gelen Ali'ye bir miktar para bıraktı.

 

"Hepsine bir bardak su götür, Yiğit'e maden suyu olsun."

 

Ali başını salladı. Parayı alıp yanımızdan ayrıldığında Selim yeniden elimi tuttu. Dışarıya çıktığımızda saatin geç olmasına rağmen üşümedim. Üzerimde ki ceket öyle kalındı ki, kutuplarda kalsan üşümezsin dedikleri bu olsa gerekti. Artık az az olan karlardan birazını avucuma alıp Selim'e fırlattım.

 

"Kocaya vurulmaz mı yoksa?"

 

Söylediğim şey hoşuna gitmiş gibi karşılık vermedi. Cevap olarak yanıma yaklaştı. Elimi tutup bedenimi kendine çekti. "Ben kar atmam, üşürsün."

 

"Ama şartlar eşitlenmedi?"

 

Karşılık olarak onun da bana kar topu atması gerekiyordu. Bunun yerine dudağımın yan tarafına, benimin üzerine bir öpücük bıraktı. "Üşütmem, ısıtırım." Alnını alnıma yasladı. "Eşitlenir miyiz?" Nefesi içimi gıdıkladı. İlk defa flörtleşiyormuş gibi heyecanlıydım bugün.

 

"O zaman sen öne geçersin yüzbaşım."

 

Kilit noktası buydu. Komutan ya da yüzbaşı deyince o çapkın gülüşü dudaklarında yerini alıveriyordu. Cevaben bende onun yeni uzamaya başlayan sakallarını öptüm.

 

"Ve bilirsin, geride kalmayı sevmem."

 

Yüzüne vuran sokak lambası bile gözlerinde ki ifadeyi gizleyemiyordu. Bakışları kapkara bir hale bürünmüştü. Birkaç adım geri çekildi kollarını iki yana açtı.

 

“Seviyorum ula, seviyorum. Yeşil gözlerini ayrı, kendisini ayrı seviyorum!”

 

Ağzımı kapatmaya çalışıp gülümsedim. İçerdekilerin bizi duyup gelmesi an meselesiydi. Bugünlerde şivesi de pek bir değişmişti. Uşaklı olarak bildiğimiz Selim, babasına uyup Rizeli damarına basmıştı. Kollarını sıkıca belime doladı.

 

“Rizeli Karacalı mı diyoruz buna? Bende seviyorum ula!”

 

Montumun şapkasını taktı. Üşümekten değil üşümemden korkuyordu. Soruma başını sallayıp cevap verdi. “Karadeniz gelini mi diyoruz buna da?” diye sordu burnumu sıkarken. Çocuk gibi sevilmek bu olsa demekti. Aşkın tarifi zaten üç harfti; Ulaş Selim Karacalı.

 

“Karadenizin en yakışıklı adamı kocam olmuş, atmayalum mu havasınu da?”

 

Benim konuşma şeklim pek benzememişti ama Selim'in kahkahasına bakılırsa amacına ulaşmıştı. Yüzüğünü gösterdi, benim elimi de yüzük görünecek şekilde avucuna aldı ve resmini çekti.

 

“Yiğit'e hava atmak için çektiğini düşünüyorum.”

 

“O havasını yeterince aldı. Manisadan dönerken sürekli somurttu zaten. Profil fotoğrafı yapacağım. Herkes görsün parmağımda sevdadan oluşan bir kelepçe olduğunu. Kimse yan gözle bakmasın kocana,” derken Çağla'ya atıfta bulunmuştu. Koluna vurduğumda konuşmadan güldü. Beni kolunun altına sıkıştırdığında küçük bir kız çocuğu gibi kalmıştım. Resmimizi çekip birine gönderdi. Daha saniye geçmeden gelen ses kaydı sorulmayan soruma cevap olmuştu.

 

“Gelin kızımı üşütmeyesun oralarda. Hadi bakayım evinize!” Şirin teyzenin neşeli sesi kulaklarımıza doldu. Aynı anda ikimize de mesaj gelince bende telefonumu çıkardım. Aynı zamanda ikimize de nazar duası atmıştı. Seviyordum bu kadını.

 

“Ne güzel girdin hayatıma,” dedi gün sonu itirafta bulunur gibi. “Hoşgeldin sevgilim, evime, kalbime, yaralarıma, yoluma... Bana sen hep hoş geldin.”

 

Kollarımı sıkıca ona doladım. Ben onun gibi sımsıkı sarılamıyordum. Bana göre daha uzun kalıyordu. Başımı göğsüne yasladım, kalp atışını dinlemek en sevdiğim şeydi. “Benliğime geldim. Sende hep iyi ki, iyikim oldun. Hoş buldum sevgilim.”

 

Ve zaman tam şu an durmuştu. Sokak lambasında usul usul yağan kar taneleri, beni göğsüne saklayan bir sevgilim ve onun kalp atışını dinleyen ben. Dünyam işte bu kadardı. Efsun işte bu kadardı. Aile, her anlamda...

 

 

Bölüm : 15.12.2024 23:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...