Artık sayamadığım kez merhaba. Sizleri çook özledim. Hem benim yoğunluğumdan hem de biliyorsunuz ki uygulama ile ilgili sorunlardan dolayı bölümler gecikmeye başladı. Yine de hem buradan hem başka bir uygulamadan gerek, bölüm atmaya çalışıyorum.
Bu bölümü tam da doğum günümde (24 Ekim) atıyorum. Yeni bir yaşa sizlerle girmek çok güzel umarım bundan sonra ki yaşlarımda da aynı yazıyı yazmak nasip olur..
Sizlerden ricam yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmemeniz.
Son bölümlerde yeni sürprizler gelişmeye başladı ne düşünüyorsunuz?
Keyifli okumalar...
◇
Kimi annesinin nazlı yavrusu, kimi babasının aslan parçası, kimi baba, eş.. Boralar Timi işte bu kadardı. Hepsinin rütbeleri dışında bir kimliği daha vardı. Selim ise hep artı birdi, olmak zorunda kalmıştı. Devresinin, askerlerinin intikamını almaya çalışan bir komutan, abiydi. Bakışlarını dürbünden çekmeden önce aklında ki düşünceleri geri iteledi. Değil düşünmek hiç aklından çıkmayan kişiye gelecekti konu.
"Komutanım burası çok sessiz," dedi Kaya yerleştiği alandan. Çevre de görünür bir şey yoktu. Herkes kendine uygun bir yer bulup yerleştiğinde ortamda derin bir sessizlik hakimiyet kurmuştu. Peçesini düzeltirken eliyle öne doğru işaret etti, yaklaşmalılardı.
"Bu köstebek densizi bu konumu göndermemiş mi?"
Ercüment'in sorusuna Berker onaylayan bir cevap verdi. Köstebek bu sefer yalan söylemiş olabilirdi. İlk andan itibaren dikkatini çeken adama tekrar öfkeyle bir bakış attı içinden Selim. Bir adım daha attığı sırada duyduğu sesle olduğu yerde kaldı.
"Komutanım durun!"
Kaldırdığı ayağı havada kalırken önüne baktı Selim. Tuna'nın bağırmasının sebebini gördüğünde geriledi. Tam önünde kendini oldukça belli eden bir mayın vardı. Anlaşılan tuzaktı. İt oğlu it diye geçirdi içinden. Biliyordu köstebek iyi birisi değildi, eğer aklında ki kişi olsa onları tehlikeye atacak bir konum vermezdi.
"Boralar," dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. "Herkes ikili gruplar halinde gecekonduya doğru ilerliyor, bastığınız yere dikkat edin. Beş dakika sonra hepiniz toplanma alanında olacaksınız."
"Emredersiniz komutanım," dedi hepsi bir ağızdan.
Gözlerini bile kırpmadan dikkatle bastılar her bir noktaya. En ufak bir yanlışta hepsi beraber giderdi. Ercüment ve Selim'in önderliğinde bütün tim toplanmıştı. En arkada kalan Berker ise etrafı kontrol ede ede geliyordu. "Komutanım burası da tem-" cümlesini bitiremeden kafasını sıyıran kurşunla irkildi. "Ula şerefsiz!"
İşte şimdi asıl konuya gelmişlerdi. Her köşesine mayın sakladıkları bu alanda onları tuzağa düşürmeye çalışmışlardı. Cafer'in Efsun'a attığı tehdit mesajlarını gördükçe katlanan sınırı artık patlama noktasına erişmişti. Silahını sımsıkı kavrayarak kendini en yakın köşeye attı Selim.
"Çok bile dayandınız," dediğinde tim gülümseyerek ateş etmeye başladı. Herkes kendisine uygun bir yer bulup yerleştiğinde Yavuz'un gülümsemesi yüzünden silinmedi.
"Hep mi haklı olursun be komutanım," derken ateşlediği kurşun hedefi tam on ikiden vurmuştu. Burak yan tarafında ki komutana gururlu bir bakış attı. Onca acısına rağmen her seferinde dimdik ayağa kalkan bu komutana her seferinde hayranlık duymuştu.
Ne kadar sürdüğü bilinmeyen çatışmanın ardından yavaş yavaş kulübenin içine girmeye başlamışlardı. İçerisi boştu, en azından öyle görünüyordu. Görülebilecek bir tuzak yoktu.
Hepsi içerde toplandığında Kaya hızlı bir şekilde etrafı kolaçan etti. Karşılarında ki duvarda takılı olan projeksiyon dikkatini çektiğinde bilgisayarı açtı. Ekranda ki video projeksiyona yansıdı. Başında çuval olan bu adam köstebekti. Artık hepsi onu tanıyordu.
"Buraya kadar gelmişsiniz demek ki," dedi Cafer çirkin gülüşüyle. "Girişte sizi zorlamadık. Açılış gibi düşünün. Asıl hediyemi Yüzbaşıya vereceğim günü sabırsızlıkla bekliyorum," derken köstebeğin kafasına dayadığı silahla oynadı. Köstebek bu kez konuşmadı. Öne düşen kafası baygın olduğunu kanıtlar gibiydi.
"Bu arada hediye demişken, o kadını sana geri vermemiz en büyük hediyeydi komutan," dediğinde Selim hiç düşünmeden öne atıldı. Efsun'un adını bir kez daha onun pislik ağzından duymaya katlanamazdı. "Pek de güzeldi ha," dediğinde kendi kendine konuşur gibiydi.
"Ağzına tükürdüğümün şerefsizi," dediği sıktığı dişlerinin arasından.
"Bana bak lan it oğlu it, bir kez daha sevdiğim kadına, sevdiğim insanlara yaklaşırsan bu kez o kurşunu sana sıkarım. Kimseyi dinlemem yaparım. Çık karşımıza derdin neyse yüz yüze anlat şerefsiz! Başlarım köstebeğine de tuzağına da."
Köstebeğin kafası hala öne doğru eğikken bir inlemeli sesi duyuldu. Acı içinde kıvranıyor gibiydi. Sende beter ol diye düşündü Selim o an. Öyle bir hale gelmişti ki o ilk günden sonra, Efsun'un söz konusu olduğu her konuda sinir tanımazdı. Yeşillerini ilk gördüğü an esir düştüğü kalpten çıkmaya niyeti yoktu. Ama öyle ya zarar gelmesin diye ondan uzak durmak zorunda kalabiliyordu.
"Artık operasyon resmen başlamıştır," dedi albay ciddiyetle. "Al ve gel Karacalı," dediğinde ise sesi oldukça netti. Gerekeni yap artık deme şekliydi bu. Tim operasyon için hazırlanmaya başladığında Selim komutanlarına selam vererek seri adımlarla odadan çıktı. Burnundan soluyordu, aldığı nefes ciğerlerini daha da sıkıyordu sanki. Revirin bahçesine girdiği an bakışları hızlıca etrafta gezindi. Elinde ki mamayla kedileri besleyen kadını görünce yanına gitmek için birkaç adım atması yetmişti.
Seslenmeden önce kolunu çekip direkt gözlerini gözleriyle buluşturmayı tercih etti. Şu an en çok ihtiyacı olan o yeşillerdi, görmesem delireceğim noktasına gelmişti. Ani gelen hareketle şaşırıp kalan kadına baktı. Buzları hafifçe eridi, hapşırmamak için derin derin nefes aldı.
"Sen," dedi Efsun bakışları ile Selim'i incelerken. İyi misin diye soracağı anda dudağının biraz üzerine bırakılan öpücükle her şeyi unutmuştu.
"İsmimi söyler misin?"
Karşısında ki adamın sorusuna şaşırırak baktı. Sanki yerine küçük bir çocuk gelmiş gibiydi. Belini kavrayan Selim'in kollarına elini koydu güç almak istercesine.
"Selim."
Selim'in bakışları karanın en koyu haline büründü o an. Sevdiği kadının ağzından ismini duymak güzeldi, çok kullanmadığı bu ismi sadece onunlayken kullanmak çok daha güzeldi.
"Ulaş?"
Cümle kurmadan anlaşıyorlardı. Sahi onlara gözleri de yeterdi. Selim'in yorgun halini görünce koridorda ki küçük koltuğa oturdu Efsun. Selim de küçük bir çocuk gibi peşinden gidip yanına oturdu. Başını arkasında ki duvara yaslayıp bakışlarını Efsun'un yüzünden bir an olsun çekmedi. Her bir anını hafızasına kazımak ister gibi bir hali vardı.
"Senin gözünde ne zaman Ulaş olurum?"
Cevabı oldukça belli bir soruydu. Aklındakileri değiştirme gereği duymadan olduğu gibi söylemeyi tercih etti. "Herkes gibi olduğun zaman." Selim'in dudağı biliyordum der gibi yukarı kıvrıldı. "Herkes Ulaş diyor, ben sana Selim diyorum sen de bana Füsun diyorsun. Sen banasın ben de sana yani. Bir gün olursa benim Selim'im gibi olmazsan artık bende Ulaş derim. Benim içinde diğer insanlardan birisi olursun."
Kaşları çatılırken diğer yandan gülümsedi. Duyduğu cümleler hoşuna gitmişti. "Füsun'un Selim'i, sevdim bunu."
Göreve gitmeden önce bunları duymak istemişti. Efsun'un kendisini ne kadar çok sevdiğini, birbirleri için farklı bir yerde olduklarını tekrar duymak istemişti. Efsun başını Selim'in omzuna koyduğunda saatine baktı. Göreve çıkmalarına on beş dakika vardı. Hiçbir saniyesini ziyan etmek olmazdı.
Aklında kurduğu senaryolara yanağında hissettiği öpücükle ara verdi. Bütün kötü düşünceler tam şu an akıp gitmişti. Efsun başını tekrar Selim'in göğsüne koyduğunda kalp atışlarını dinledi. "Bilmiyorum güzelim ama içimde çok garip bir his var. Sanki bir şeyler eksik, garip ama ne?"
Bir eliyle Efsun'un saçlarını okşarken diğer eliyle ellerini okşadı. "Köstebekle mi ilgili?" Zaten her şeyin başı köstebekti. Bu Cafer dosyasını bu denli uzatan, her adımını haber veren köstebekti. Konuşmaları, davranışları bu kadar benzememeliydi..
Bir kere kaybetmişti o kardeşini, kendi elleriyle toprak atmıştı. Onu Yiğit'e her benzettiğinde içinde bir yerlere hançeri andıran bir acı saplanıyordu. Görevinin en zor yanı da buydu işte, beraber yatıp kalktığı, ekmeğini böldüğü kardeşlerinin şehit oluşunu gözleriyle izlemek zorunda kalmıştı...
♡
"Annemlerin yanıma döneceğim bende zaten. Dedem apar topar çağırdı," dediğimde yerinde kıpırdandı.
Söylediği gibi içinde huzursuzluk veren bir şeyler vardı. Her zamanki gibi değildi, hareketlerinde bir ağırlık vardı.
"Yasin ile konuştum, araç hazır. Seni bırakıp gelecekler."
İtiraz istemez gibi baktığında söylemeyi düşündüğüm bütün cümleleri geri gönderdim. Kaya operasyonun hava şartlarından dolayı ertesi güne ertelendiğini söyleyip gitmişti. Selim ayağa kalktığında başım boşluğa düşmüştü. Her zaman ki gibi ona yaslanmıştım. Gözleri çekingen bir ifadeyle gözlerimi bulduğunda bakışlarında ki yorgunluk kendini daha da ele verdi.
"Anlaşılan birilerine daha görüşürüz demem gerek."
Kaşlarımı çattığımda bugün ilk defa böylesine içten gülümsediğini gördüm. Koltukta geriye yaslanıp rahat görünmeye çalıştım. Veda etmesi gereken kişi kim olabilirdi bizden başka? Rahat görünmeye çalışsam da mimiklerim beni yarı yolda bırakmıştı.
"Görüşürüz, yani görevden dönünce görüşürüz diyeceğin birileri daha var yani?"
Dudağının sağ tarafi yukarı kıvrıldı. Yorgun bakışları gülmek için kendini zorladı. "Var," dedi hiç düşünmeden. Elimden tutup kaldırdığında ellerimi bırakmadı. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmadı. "Devrem var Füsun, kardeşim var, kardeşlerim var.."
Anında utanmıştım. Yiğit, Serhat ve adını bilmediğim diğer arkadaşları.. Onlar hep vardı ve onları kıskanmış gibi göründüğüme çok pişman olmuştum. Alnıma uzun bir öpücük bıraktı. "İyi anlaşırdınız Yiğidoyla," dedi gülümsemesi giderek solarken. Bunu ilk günden itibaren söylüyordu. Yiğit'in enerjisini de benimkine benzettiği ve iyi anlaşacağımız konusunda hem fikirdi. Onların yanına gitmek üzere bana veda ettiğinde bir süre olduğum yerde kaldım.
Görevden hepsinin sağ salim dönmesi için dualar ettim. Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim. Çantamı alıp bahçeye çıktığımda Selim çoktan gitmişti. "Abla," diye seslenen birilerini duyduğumda etrafıma bakındım. "Birine mi bakıyorsun?"
"Mert," dediğimde emir bekler gibi dinliyordu. "Beni şehitliğe götürür müsün?" Söylediklerime şaşırmıştı. Neden, der gibi bir bakış attığında başka bir şey söylemedim. Üzerini değiştirip gelmesini beklerken arabanın yanına doğru yürüdüm. Çok geçmeden gelmişti. Yol boyunca ne o ne de ben konuşmamıştık. Anlatmamı bekliyordu ama Selimden sonra ben de konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Araba durduğu an nefes almak ister gibi dışarıya çıktım. Beklemesine gerek olmadığını söylediğimde içine sinmese de geri döndü.
Adımlarım artık ezbere bildiği yollara yöneldi. Kulaklarım aşinası olduğu sesi işittiğinde olduğum yerde kaldım.
"Bir de bir bakışı var göreceksin," derken küçük bir kahkaha attı.
Ağacın ardına gizlenip onları izlemeye başladım. Yere oturmuş bir haldeydi, başını mezar taşına yaslamıştı. Bir yanında Yiğit bir yanında Serhat vardı. "Memleketimin yeşili sanki," dediğinde yanaklarım kızardı. Benden, bizden bahsediyordu... Tuna'nın düğününde siyah giydiğinde de üç kişiyi temsil ediyorum demişti, o hep kardeşlerini yaşatmıştı.
"Şu köstebek olayı artık dayanılmayacak bir hale geldi. Senin gibi davranıyor lan," dediğinde elini Yiğit'in toprağında gezdirdi. Sesi kısıldığında ne söylediğini anlayamadım. Bir süre de Serhat ile sohbet ettikten sonra ayağa kalktı. Üzerinde ki tozları temizleme gereği duymadı, ikisinin de mezar taşına küçük bir öpücük bıraktı. İlerlemeye başladığında geri çekilip ağacın beni tamamen gizlemesini diledim.
"Bu arada," dediğinde nefesimi tutup başımı uzattım. Olduğu yerde durup geri dönmüştü. Bakışları Serhat'ın mezarındaydı. "Ufaklığın ihtiyaçlarını çocuklar her ay düzenli hallediyor. Baba mı diyor bilmiyorum ama izlediğim en son ki video da mırıldanıyordu."
Adımları aniden hızlandı. Sanki bir şeylerden kaçarmış gibi arabasına doğru hızlandı. Aramızda ki mesafe azaldığında gözlerinin kızardığını fark ettim. Şükür ki beni fark etmemişti, arabasına bindiğinde gitmesini bekledim. Herkes için dua ettikten sonra çıkışa yöneldim. Yükü çoktu ama yalnız değildi. Bakışlarım parmağımda ki yüzüğe kaydığında derin bir nefes aldım. Çok şükür ki yanımdaydı, hayattaydı...
◇
Kamuflajlarını giymiş, son hazırlıkları tamamlamış bir halde herkes yerini almıştı. Her görev bir öncekinden daha zor ve uzundu. Kötüler tükenmezdi, kötüler kendi dünyalarında hep yaşardı...
İki günün ardından açlık kendini daha da hissettirmeye başladığından etrafta bulduğu yiyeceklerle akşam yemeği hazırlamaya başlamışlardı. Tuna ve Mert ateşi yakarken Berker ve Yavuz topladıkları meyve, sebze benzeri ürünleri hazırlıyordu. Kaya alerji ilacını kullanırken Ercüment telefonla konuşuyordu. Akın, Selim ve Burak üçlüsü operasyon hakkında sohbet ediyordu.
"Aşık mısın la sen?"
Herkes duyduğu sözle birbirine baktı. Ercüment'in ani sorusunun kime yönelik olduğunu anlamamışlardı. Sana diyorum dercesine Berker'e baktığında bir köşeye oturup sırtını mağaranın duvarına yasladı. "Yok komutanım ne aşkı." Berker elinde ki odunlarla ateşi harlamaya devam etti. "Uzun süren operasyonlar, yemek hazırlığı derken aklıma devrem geldi," dediğinde kısa süreli bir sessizlik oldu. Serhat'ın ardından kendini toparlaması uzun sürmüştü. Şimdilerde ise bütün anılarını gülerek anıyordu.
"Yavuz ve Tuna yemekle ilgilenin, Mert ve Berker dışarıya göz gezdirin. Nöbettesiniz."
Selim'in sözlerini "Emredersiniz komutanım," diyerek onayladıklarında herkes kendi görevine yöneldi. Yemekler pişirilmeye başlandığında Selim sigara içmek için dışarıya çıktı. Tenine değen havadan derin bir nefes aldı. Cebinde sakladığı resmi avucuna aldığında diğer eline de sigarasını tutuşturdu. Eskisi kadar sık içmese de aklına geliyordu hala. Bir nefesi içine çektiğinde avucunda ki resme baktı. Efsun'un yaka kartından aldığı bir resimdi bu.
Yemeğin hazır olduğunu söyleyen Tuna'yı başıyla onaylayıp içeriye geçti. Konserve yemeklerinden kendi payına düşeni yedi birazını Berker'in önüne koyduğunda herkes konuşmaya daldığında için fark etmemişti. Berker evlerinin en küçüğüydü bu yüzden de rahat büyümüştü. En sevdiği yemekti kuru fasulye. Konserve bile olsa herkesten daha fazla yerdi her zaman. Selim onun sevdiğini bildiğinden kendi hakkını da ona vermeyi tercih etmişti. Berker "sağ olun komutanım," dediğinde küçük bir tebessüm etti.
"Anlat bakalım Berker efendi," dedi Burak. Onu da sohbete dahil etmeye çalıştığı belliydi. Serhat ile olan anılarından anlatmasını istemişlerdi. Komutanının verdiği yemeği avuçlarının arasına alıp ateşe biraz daha yaklaştı. Üşüyen bedeni biraz olsun ısınmıştı.
"Göreve beraber başladık sayılır Serhat ile," diye başladığında herkes en rahat pozisyonuna geçmiş onu dinliyordu.
"Daha acemi olduğumuz için hiç kimseyi de hiçbir şeyi de bilmiyorduk tabii. Yiğit komutanım bizi bahçede gördü yanına çağırdı. Ne gezersiniz buralarda ördek yavrusu gibi diye sordu," dediğinde Selim dahil herkes kahkaha attı. Bir yanı Karadenize dayanırdı Yiğit'in. Bunu temsil etmekten de her zaman gurur duymuştu. "Biraz sohbet ettikten sonra biraz uzakta bekleyen Ulaş komutanımı işaret etti. Gümüş dedi soyadımı okuyunca. Şu gördüğün komutanımız. En şekerlisinden bir kahve yap. Bolatlı sen de git ve Selim komutanım Albay Yiğit Aydın sizi çağırıyor de."
Herkes kahkahalarla gülmemek için kendini zor tutuyordu. Berker bundan keyif alarak anlatmaya devam etti. "Ben gittim hemen mutfakta yapabildiğim kadar yaptım kahveyi. Tam götürdüm kahveyi verdim derken Serhat geldi. Komutan kahveden bir yudum aldığı sırada Serhat da Yiğit komutanımın söylediklerini aktardı."
Bu sefer anlatmaya devam eden Ercüment olmuştu. "Bizimki şekerli kahveyi ağzına sürmez tabii, ona mı yansın Albay Yiğit'e mi yansın? Kahveyi yere tükürdü. Bir elini Serhat'ın omzuna koydu. Ama göreceksiniz Serhat nasıl titriyor korkudan. İçtiği kahveyi güç bela yuttu."
Herkes nefesini tutmuşcasına devamını bekliyordu. Birbirlerine anılarını anlatmak her zaman en sevdikleri şey olmuştu. "Şurada ki şeftali bahçesini görüyor musun Serhat, dediğinde görüyorum komutanım diye cevap verdi Serhat. İşte o bahçeden bir kasa şeftali topla. Albayınıza akşam yemeğinde bol bol şeftali ikram edin başka bir yemek sorarsa da idare edin."
Serhat anlamamıştı ama emri anında kabul etti. Hiç vakit kaybetmeden bahçeye girip en alımlı şeftalileri toplamaya başladı. Selim elinde ki kahveyi Berker'e uzatırken karşısında heyecanla dikilen askerine baktı. "Hayatı tatsız tuzsuz olan bir adam şekerli kahve sevmez, varsın kahvede de şeker olmasın."
Berker bunu aklının bir köşesine not etmişti. Komutanı ne zaman kahve istese şekersiz yapardı bundan sonra. Üstelik sevmemesine rağmen çöpe gitmesin diye güçlükle de olsa tüm kahveyi bitirmişti komutanı. Elinde ki boş fincanı yıkamaya götürürken gülümsedi Berker. Annesi böylesine aile gibi hissettiği bir time asker geldiğini bilse ne çok sevinirdi. Kendi seçtiği ailesi olarak görürdü onları. Abileri, kardeşleri, ablaları..
◇
Ahşap bir pencere, dağlık bir alan ve sıra sıra dizilmiş ağaçlar.. Pencereden baktığımda tek gördüğüm manzara buydu günlerdir. Ne eğitim yapan askerler, ne pencerenin önüne gelip haberimin olmadığı zamanlarda bile beni izleyen sevgilim yoktu günlerdir. Aramızda mesafe varmış gibi durması içimi acıtıyordu. Herhangi bir sorunumuz olmadığını bilsem de korkuyordum. Bizi birbirimizden uzaklaştıracak en ufak şey korkum olmuştu artık. Dalgın dalgın dışarıyı seyrederken masanın üzerinde titreyen telefonumla irkildim. Koşar adımlarla masaya gidip telefonumu elime aldım.
Mesajlarım sonunda gitmişti. Günlerdir kapalı olan interneti sonunda çekiyordu. Heyecanla mesajları görmesini bekledim. Ben mesaj gelmesini beklerken ekranıma düşen görüntülü arama bildirimi kalbimin ritminin hızlanmasına sebep oldu. Bekletmeden cevapladım.
Bulanık görüntünün ardından sonunda yüzünü seçebildim. "Efsun'um," dedi bütün özlemini ses tonuna katarak. Dolan gözlerimi görmezden gelmeye çalıştım.
"İyi misiniz," diye sordum onun aksine. Her şeyden önce önemli olan iyi olup olmadıklarıydı. "Biz iyiyiz güzelim. Bulunduğumuz yerde İnternet çekmiyor. Mesajlarını o yüzden göremiyorum. Sen bizi merak etme, az kaldı." Bağlantı sürekli kesilse de iyi olduğunu görünce rahatladım.
"Az kaldı abla, döneceğiz yakında," dedi Berker'in arkalardan gelen sesi. Abim de birkaç gün önce operasyondan dönmüştü. Küçücük bebeği şimdiden babasını beklemeye başlamıştı.
"O gözler neden yaş döküyor?"
Selim'in sorusuyla ağladığımı fark ettim. Bir an kendimi Pelin'in yerine koymuştum. Belki de abimin ve Selim'in aynı anda göreve gitmesi ve biriken özlemdi dışa vuran. "Özledim," dedim. Tek bir kelime hepsini özetler gibi gelmişti. Derin bir iç çekti. Etrafına bakındıktan sonra dikkati yeniden üzerimde toplandı.
"Söz veriyorum az kaldı. Ki bende çok özledim, özleminden delirmemek için zor duruyorum şurada ama hesaplaşmamız gereken pislikler var. Canımın canını yakanlar var," dediğinde yutkunamadım. Cafer'in bütün tehditlerini görmüştü. Gittikleri operasyon da onun üzerineydi.
Biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Ağlasam da rahatlamış hissediyordum. Masanın üzerinde ki aynaya bakarak saçlarımı ve yüzümü düzelttim. Göreve gitmeden önce aramızda bir soğukluk var gibi düşünsem de şimdi o düşünceler kendini geri plana itmişti. Her zaman yaptığım gibi kendimi sadece işe verdim, Ecem'in getirdiği kahveyi içerken evrakları düzenledim. Günlerin geçmesini beklerken tek tesellim işimdi. Yoksa zaman geçmemeye ant içmiş gibiydi...
Masanın üzerinde gerekli olan kağıtlardan birini bulamayınca çekmeceleri karıştırmaya başladım. Üzerinde ki kağıtları aldığımda bana göz kırpan defter ben de buradayım der gibiydi. Bir Selim de bir bende olan defter yine bana gelmişti. Vedia defteri dediği defter buydu, onun da benim de notlarımız bu defterdeydi. Yeni bir şey yazmış mı diye bakmak için defteri masanın üzerine bırakıp sayfalarını karıştırmaya başladım. Artık ezbere bildiğim satırların olduğu sayfaları geçip sonlara yaklaştım.
Yeşil kalemle yazılmış bir sayfa görünce durdum. Kırmızı ve siyah kalem kullanmamızı söylemişti ancak bu sayfanın tamamı yeşil kalemle yazılmıştı.
Bu kez siyahtan devam demeyeceğim.
İlk satır da bile gülümsetmişti. Tanıştığımız ilk zamanlarda Tuna'nın düğününde ki sohbetimizdi siyah.
Çünkü elim de gözüm de başka renge gitmiyor artık. Memleketim, üniformam, gözleri... Bu satırları gözlerine bakarak söylemek vardı ancak ilk defa kendimde o gücü bulamadım. Sanki bir program kurmuşsun, öyle ansızın hatırlatıyorsun ki kendini bana devrem. Ceren ablanın attığı video ve resimlere baktım. Okula ilk gidişimiz, göreve ilk başladığımız gün... Belki de ilk defa bu kadar ciddi sorguladım yokluğunu. Tahir amca bile gel iste kızımı, dedi. Sen bir evlen kızı bile kendim isteyeceğim, demiştin. İste devrem. Kalp değil de taş mübarek dediğin kalp aşık olmuş, ne lan bu halin desene ortak? Efsun ile o kadar güzel anlaşırdınız ki, belki de en çok canımı acıtan budur. Serhat bebeğine Berker'in adını koymuş. Yiğit olmaz ismi ama yeğenin olur. Amca dedirtsene ona da.
O yeşillerden köşe bucak kaçtığım şu zamanlarda dertleşsene benimle.
Burada duraksadım. Yazılar yeni yazılmıştı, neden benden kaçıyordu ki? Hissettiğim soğukluk da bu yüzden olmalıydı. Sebebini öğrenmek umuduyla okumaya devam ettim.
Kendine benzettin beni de iyice çok konuştum. Kısa bir süre sonra operasyona gideceğim, sana, Serhat'a sebep olanların inine gideceğiz. Önce o köstebeği bulacağım. Gözün arkada kalmasın devrem, uğruna savaştıkların sana minnettar...
Bize dair başka bir şey yazmamıştı. Bu kısım burada bitiyordu. Hemen arka sayfa da yazılmış bir not daha vardı.
Keşke, bu kez de yasak olmasan Füsun.
Yasak olmak, uzak durma çabaları tüm merakım zihnimi ele geçirmişti. Hissettiğim soğukluk boşuna değildi. Telefon görüşmesinin ardından ben yanlış düşünmüşümdür desem de değildi. Gerçekten bir şey vardı ve Selim benden uzak durmaya çalışmıştı.
Defteri de yanıma alarak dışarıya çıktım. Odanın sıcaklığına alıştıktan sonra havanın soğukluğu tenime değince ürperdim.
"Eve mi?"
İpek'in sorusuna başımı salladım. Uyursam belki başımın ağrısı da dinlenirdi. Ertesi gün Selim'in evine gitmeyi aklımın bir köşesine not aldım. Ecem de çok geçmeden yanımıza geldiğinde İpek arabayı çalıştırdı. Elimde ki defteri sıktığım acıyan avuçlarımdan belli olunca derin bir nefes aldım. İkilinin şaşkın bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak başımı koltuğa yasladım.. Çok az kaldı demişti belki de geldikten sonra kendisiyle konuşmak daha doğru olurdu. Kalbimde oluşan sıkışma hissi canımı sıkarken gözlerimi de kapattım. Zaman belki de durmalıydı ikimiz için de tam şu an...
◇
"Komutanım, komutanım!"
Boralar timi bir mekana yaptıkları baskında birçok teröristi ele geçirmişti. Onların aracılığı ile de Cafer'i... Selimden uzak tutmaya çalışarak sakladıkları adama en ters bakışını attı Yavuz. İçinden geçen sözlerin dışına yansıdığını fark etmiyordu. "Ayıp ediyorsun asker," diyen Cafer'in yakasına yapışmamak için zor durdu.
Berker'in komutanım, diye seslenen sesi yaklaştığında herkes ona dikkat kesildi. Tuna ile beraber geliyorlardı. Biraz daha yaklaştıklarında yanlarında ki kişinin yüzünü seçti Ercüment. Ani bir refleksle ayağa fırladı. "Köstebek lan bu!" Herkes bir araya toplanırken Yavuz, Cafer'in üzerine arabasının kapısını sertçe kapatıp komutanlarının yanına koştu.
Onların gelmesini beklemeden Selim koşar adımlarla onlara yetişti. Köstebek birkaç adım geriler gibi olduğunda başı öne eğikti. Yakasından tutup kendisine çektiği adamı silkeledi Selim.
"Komutanım size ufak bir hediye getirdik."
Berker'in sesinde haklı bir gurur vardı. Herkes kulübüyle ilgilenirken Tuna ile beraber kaçan köstebeği bulmuşlardı.
"Eyvallah aslanım." Selim'in teşekkürü yalnızca iki saniye sürmüştü. Asıl odağı karşısında süt dökmüş kedi gibi duran adamdı.
"Köstebek dedik de bu adam bildiğin deve."
Ercüment köstebeğin görünüşünü süzmekle meşguldü. Selim kadar olmasa da yapılı bir adamdı. Burak silahını kucağına alıp komutanının yanına geldi. Elinde ki telefonu uzattı.
Albay ile kısa bir görüşmenin ardından Selim'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. Telefon kapandıktan sonra etrafında ki meraklı bakışlara baktı. "Emir var, köstebeği bu şekilde teslim etmemiz gerekiyormuş. Yüzünü açma izniniz yok dediler."
İstihbarattan olmadığını söylemişlerdi. Adamın kimseyle çalışmadığı belliydi. Yapılan araştırmalar bunu doğrulamıştı. Onun tek odağı Ulaştı. Ulaş'ın isteği ise köstebeğin kim olduğunu öğrenmek...
◇
Yuvalarına döndüklerinde Cafer'i ve köstebeği teslim etmek için hazır vaziyette bekleyen Boralar Timi ilk defa bir operasyon sonrası bu kadar sessizdi. Köstebeğin kim olduğu hepsinin kafasında büyük bir soru işaretiydi. Böyle bir emrin neden geldiği de yangını körüklemişti. Nihayetinde Albay geldiğinde önce Cafer'i teslim ettiler. Bir grup askerin Cafer'i götürmesini izlerken sıra köstebeğe geldi.
"Komutanım," dedi Selim ciddi bir ses tonuyla.
"Zamanı gelince Karacalı, zamanı gelince."
Köstebeğin götürülmesini izlerken dişlerini sıktı Selim. Komutanlarının bu konuda fikri kesindi. Zamanı gelince, demişti. Peki neden şimdi değildi?
Herkes dinlenmek üzere dağılırken kendisiyle konuşan Burak ve Ercüment'in ne söylediğini dinlemeden onayladı. Kafası yeterince doluydu. Köstebeği bulmuştu, geriye kim olduğunu öğrenmek kalmıştı ve kendisinden oldukça emindi. Köstebek nasıl kendini ifşa ettiyse kimliğini de açıklayacaktı. Zamanı gelince...
◇
Anahtar sesini duyunca uzandığım yerde doğruldum. Selim yavaş yavaş görüş alanıma girdiğinde burada olmamı beklemiyormuş gibi bakıyordu. Üniformasını değiştirip kot pantolon ve siyah kısa kollusunu giymişti. Soğuk yapma düşüncelerim birden sarılma hissine bırakmıştı kendi. Bir çabayla kendimi tutup onun gibi soğuk görünmeye çalıştım.
"Buradasın?"
Yanıma geldiğinde sarılacağını anladığım da geri çekildim. Olmazdı, ilk saniyeden bütün planımı bozamazdı. Yoksa tek bir sarılma bütün soğukluğu alıp götürürdü.
"Buradayım, konuşmak istedim."
Bana patlamaya hazır bir bombaymışım gibi tedbirli bir şekilde bakması gülme isteği uyandırmıştı. Şaşkın şaşkın yanıma oturduğunda burnuma dolan kokusu onu ne kadar özlediğimi kanıtlamaya çalışır gibiydi.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama öncesinde gözlerimiz birbiri ile buluştu, sohbet etti. Artık anlat, der gibi bakıyordu.
"Yasak ne demek?"
Afallasa da çabuk toparladı. Bakışları gözlerimden birkaç saniye ayrılsa da yeniden beni buldu. Gözlerinin rengi yine en koyu haline bürünmüştü. "Aslında ulaşabileceğin şeye ulaşamamak zorunda olman."
En azından yakınında olduğumu kabul ediyordu. "Peki beni sana yasak eden şey ne?" Buradan sonrasını tahmin eder gibiydi. Bir şey arar gibi baktığında defteri masanın üzerine bıraktım. Belki de görmem için yazmıştı o satırları. Beni kendinden böyle uzak tutmayı düşünmüştü.
"Operasyondan geldim," dedi hatırlatmaya çalışır gibi. "Dizlerine yatmayı geçtim, sarılmayacak mısın sahiden?" Bakışları küçük bir çocuğu andırıyordu. Onun takıldığı nokta başkaydı. Sessizliğimi cevap saymış olacak ki başını salladı. Konuşacağım sırada arka arkaya gelen bildirim seslerinden dolayı telefonuma baktım. Alp mesaj atmıştı.
Dedem ambulans ile hastaneye geldi abla.
Doktor artık hastane de kalması gerektiğini söyledi.
Ben mesajları okurken telefon çaldı. Beş dakika önce ki mesajlarını okurken Alp arıyordu. Bekletmeden telefonu açtım.
"Dedem, abla.."
Telefonu kapattı. Devamını getirememişti. Nefes almamı zorlaştıran bir yumru vardı içimde. Selim telaşlı bakışlarla yanıma yaklaştı. "Efsun, iyi misin?"
"Değilim!"
Kendimi birden ayakta buldum. Buraya geliş amacım buydu. Bende Selim'e onun bana yaptığı gibi davranacaktım. Sebebini anlatmalıydı. Ama simdi birkaç dakika önce aldığım ölüm haberiyle kalakalmıştım.
Ayağa kalktı, hiç düşünmeden başımı göğsüne yasladı. Gözyaşlarım kendiliğinden yanaklarımdan süzülürken derin bir nefes alıp kokusunu ciğerlerime doldurdum. Göğsünde ki ellerim onu geriye iterken göz yaşlarım hızlandı.
"Yasakmış. Bu mu bahanen? Benden kaçmaya çalışırken, sen nasılsın demeden kaçtığın şey bu yasak mı?"
Ben geri geri giderken o aksine üzerime üzerime geliyordu. İncitmekten korkar gibi bakıyordu, canımı daha ne kadar yakabilirdi ki? Ercüment ile konuşmalarını duyduğum da ihtimal vermesem de sonra ki deliller bunu güçlendirmişti.
Doğrusu bu Ercü, demişti. Demek doğrusu artık benden uzak durmak olmuştu. Dedemin ölüm haberini aldığım an koşup sarılmak yerine benden uzak durmaya çalışan adama baktım. Gözleri yalan, diye haykırıyordu.
"İlk gün de demedin mi zaten? Yasak, yasak. Son günlerde iyi misin, diye bile sormadın. Hiçbir şeyden haberin yok! Faruk bile sordu ya," dediğimde kaşlarını çattı.
"Faruk? Kılkuyruk Faruk?"
Düğünde ki anıları hatırladığına emindim. Bakışları bana karşı ilk defa bu kadar ciddileşmişti.
"Evet o! Görevdeydin, tamam. Ama gitmeden önce de böyleydin. Ercüment ile konuşmanı duydum. Yapamam, dedin. Takmaya can attığın yüzüğü çıkardın!"
Ellerini havaya kaldırıp inceledi. Yüzüğünü çıkardığını şimdi hatırlamış gibiydi. Defterden ve yaptıklarından bahsettiğim de hiçbir tepki vermedi.
"Aşığım dedin, sıkıldın mı? Önce yüzüğü çıkardın sonra benden kaçtın. Sırada ne var? Gerçi onu da hallettin sanırım. Bitti, diyeceksin şimdi de."
Son cümle de aklıma dedem geldi. Bitti dede, bitti, dedi içimde ki küçük kız. Bütün çocukluğum yok olup gitmişti. Selim elimi tutup açıklamaya çalıştığında geri çekildim. "Sana çok ihtiyacım var ve şu an karşımda sen değil de başkası var gibi. Rahatlaysbileceğim tek şeyin göğsünde ağlamak olduğunu bilsem de yapamıyorum. Çünkü benden kaçan bir adamı zorlamak istemiyorum."
"Efsun," dedi yüksek çıkan sesiyle beni kendime getirmek ister gibi. Konuşma sırası ona geçmişti. "Madem konuşmak istiyorsun, konuş," dedi.
Artık yanıma gelmeye çalışmıyordu, olduğu yerde durdu. Bakışları ilk defa beni rahatlatmak yerine korkutuyordu.
"Yasak, diyorsun. Yasaksın, ilk andan itibaren yasaksın en alasından! Çünkü bembeyazsın en ufak bir kara çalınacak diye ödüm kopuyor. Buna ben sebep olacağım diye aklım çıkıyor!"
Nefes almayı unutmuş gibiydi. Zaman durmuş, dünya da sadece ikimiz kalmış gibi hissettim.
"O şerefsiz gibi her dakika dibinde bitemiyorum. Vatanım da beni bekliyor çünkü. Ama ben oradayken bile seninleyim. Ölümle burun burunayken sana iyiyim yazmak mı senden kaçmak? Babanın tek hatamda topuğuma sıkacağını bilsem de karşısına geçip aşığım senin kızına, demem mi sevmemek?"
Sırtını dönüp birkaç adım attı. Elleri birbirini zaptetmeye çalışıyordu. "O şerefsizle beni kıyaslaman? O adam senin üzerinden iddiaya girmeye çalıştı ya! Ben senin yanındayken gözümü kırpmaktan korkuyorum incitirim diye. Görev biter bitmez odana geldim, yoktun. Kızlar da nereye gittiğini bilmediklerini söyledi o yüzden eve geldim. Ben yine ilk sana geldim Efsun."
Yüzüme bakmamaya uğraşıyor gibiydi. Bütün duvarı kaplayan camın yanına gitti. "Evet, uzak durmaya çalıştım çünkü sana zarar gelmesinden korktum. Ben sadece seni severken beceriksiz bir adam oldum Efsun," dedi itiraf edercesine.
16.48
Alp'in gönderdiği saatin üzerinden yirmi dakika geçmişti. Annemlerle konuşmak şu an en son isteyeceğim şeydi. "Benim eve gitmem gerekecek sanırım. Manisa'ya."
Omzunun üzerinden bir bakış attı. Kırılmıştı. Elime yüzüme bulaştırdığım için kendime de kızgındım. Dedemin haberi her şeyin sarpa sarmasına sebep olmuştu.
"Ulaş," dediğimde hiç düşünmeden yüzüme baktı. "Gerçekten benden vazgeçmeyi düşünmedin değil mi? Yani ne bileyim artık sevmiyorum, olmuyor falan demezsin değil mi?"
Birden küçük bir kız çocuğuna dönüşüvermiştim. Belki de korktuğum şey buydu. Selim'in benden vazgeçtiğini düşünmek bu kadar kötü hissettirmişti. "Ben küçükken sadece dedemin beni çok sevdiğine inanırdım. Abim bile gitmişken o gitmemişti çünkü. Ama şimdi o da gitti ya," dediğimde güçlükle yutkundum. Elimin tersiyle yanaklarımı sildim. "Bu kez de deden gitti, sen de gitme."
İki saniye sonra kendimi kollarının arasında buldum. Tutmaya çalıştığım bütün göz yaşlarım kendini serbest bıraktı. İstediğim kadar ağladım. Ben ağladıkça o saçlarımı sevdi. Kulağıma bir çok şey söyledi. "Ben istesem de senden gidemem," dediğini duydum.
Ağırlığımı kendisine vermemi sağladığında koltuğa oturttu. "Ben, seninle konuşmak için gelmiştim sadece. Alp arayınca her şey birbirine girdi."
Başımı geri çekerek yüzüne bakmaya çalıştım. Gözleri kızarmıştı. "Dedem, ölmüş." Dedemi ne kadar çok sevdiğimi biliyordu. Bütün çocukluğumun o olduğunu da... kızmamıştı aksine sarılıp sakinleştirmeye çalışmıştı.
Dakikalar belki de saatlerce öyle durdum. Bir an olsun kıpırdamadan durdu. Biraz rahatladığımda derin bir nefes aldım. Artık kabullenmem gereken koca bir gerçek vardı. Canımı acıtan bir gerçek...
"Özür dilerim," dedim çocuksu bir mahcubiyetle. "Amacım onun adını anmak değildi. Ben, ben her şey üst üste gelince benden gittiğini düşündüm. Sormak için gelmiştim buraya da." Yüzümü avuçlarının arasına aldı. Yüzünde kalbimi ısıtan bir gülümseme vardı.
"Sana bir sır vereyim mi?"
Başımı salladığım da gülümsemesi biraz daha büyüdü. "Benim dedem de ben çok küçükken vefat etmişti. Ben sana aşık olduğumu ilk ona anlattım. İşte o yüzden istesem de vazgeçememem senden.," dediğinde gülümsedim. Dedesinin ona kızacağını düşünüyordu hala.
Alnıma uzun bir öpücük bıraktı. "Dediğin gibi her şey üst üste geldi sadece. Bende yanında olamadım, özür dilerim. Ama artık buradayım. Geçecek, geçireceğiz.."
Cebinden yüzüğünü çıkarıp parmağına taktı. Bu kez ben onun yanağına bir öpücük bıraktım.
Odayı dolduran telefon sesine bir şeyler mırıldandı. Sensör var diye düşüneceğim artık, dedi ekrana bakarken. Ne zaman birlikte vakit geçirsek Mert arıyordu. Ağlamaktan ağrıyan gözlerimi ovuşturdum.
"Komutanım, köstebek-"
Mert'in telaşlı sesi buradan bile duyuluyordu. Selim aniden telefonu kapatıp ayağa kalktı. "Sen burada kal, sakın dışarıya gelme," dedi. Odanın girişinde ki çekmeceden silahını aldığında sorun yok, der gibi baktı. Yavaş yavaş dışarıya çıktığında camdan izledim. Etrafı inceliyordu. "Ah," sesiyle oturduğum yerden kalkıp koşar adımlarla bahçeye çıktım. Oturma gruplarının olduğu yerde zeminde baygın gibi yatan bir adam vardı.
"İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş," dedi alay eder gibi.
Benim de orada olduğumu görünce omzunun üzerinden bakış attı. "Cafer'i teslim ettik, köstebeğin yüzünü görememiştik. Kendi ayaklarıyla gelmeyi tercih etmiş."
Keyfi yerine gelmiş gibiydi. Yanıma geldiğinde yerde ki adama gülerek baktı. İstediğini elde etmiş gibiydi. Elimde ki telefonu alıp Burak'ı aradı. "Burada."
Ortamda gerici bir hava hakim olurken köstebek olduğu yerde hareket etmeye başladı. Yüzünde ki maskesini ve üzerinde ki giysilerden dolayı bir şey anlaşılması güçtü. Çok geçmeden bütün tim bahçeye gelmişti. "Vay şerefsiz, yakalandığı yetmezmiş gibi komutanın evine gelmiş," dedi Akın.
"Fazla yürek yemiş," diyerek onayladı Kaya.
Kolumu sıyırıp geçen kurşunla yerimde korkuyla sıçradım. "Yere yat!"
Selim'in emriyle herkes yere uzanıp kendilerine uygun bir yer buldu. Ben koltukların bulunduğu alanda saklanırken Selim köstebeğin yanında, ön tarafta kaldı. Ateş eden kişiyi bulmaya çalışırken hepsi kendilerini korumak için ateş etmeye başladı.
"Vermeyeceğim seni, bu kez elimden kaçamamayacaksın. "
Köstebek olduğu yerde biraz daha kıpırdandı. Dikkat çekmek ister gibi elini havaya kaldırdı. "Güney tarafta, üç kişi," dedi boğuk bir sesle. Herkes bir yere dağılmışken onu duyan olmadı. Kaya adamlardan birini hallettiğinde kurşunlardan biri saklandığım koltuğa isabet etti. Selim hızlı bir şekilde yanıma gelip beni korumaya çalışırken bizim olduğumuz bölgeye saldırı devam ediyordu.
"Sıyırdı," dedi Akın.
Elinde ki silahı yere düştüğünde köstebek hızlıca silahı kavradı. Yakınımızda kendine uygun bir yer bulduğunda o da ateş etmeye başladı. Dışardan gören birisi sahiden bize yardım ettiğini, iyi birisi olduğunu düşünebilirdi.
Ateş etmeleri durduğunda tehlike geçmiş gibiydi. "Senin silahın nerede Hızır?" Ercüment'in sorusuyla bakışlar köstebeğe çevrildi. Oldukça isabetli atışlar yaparak yardımcı olmuştu.
"Ne o sıçan olmaktan sıkıldın da ateş mi edeyim dedin?"
Ercüment'in sorusuna havada asılı kaldı. Yanımızda yüzünde maske olan, ağzını bıçak açmayan yapılı bir adam vardı. İster istemez korku hissettiren bir hali vardı. "Emir de yok artık," dedi Mert.
Her şeyin sonuna gelmişlerdi. Bende bu ana denk geldiğim için içimde garip bir heyecan olmuştu. Albayın söylediğine göre köstebek hep onları korumuştur verdiği bütün bilgiler doğru çıkmıştı.
Selim maskeyi uzandığı sırada köstebek elini havaya kaldırdı. Maskeyi kendisi açacaktı. Heyecanla bende onlar gibi izlemeye başladım. Önce çene kısmını açtığında sakalları görüş alanımıza girdi. Ağır çekimde gibi olmuştu zaman.
"Hayır hayır," dedi Akın.
"Kapat kardeşim kapat," dedi Ercüment.
Maske artık göz kısmına geldiğinde bakışlarım birden Selim'e kaydı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki hissedebiliyordum. Dişini sıktığı gerilen çenesinden belliydi. Sağ gözünün hemen altında küçük bir yara izi vardı.
"Az önce ki çatışma da bir şeyler olmadığına emin miyiz yani bilinç kaybı yaşatacak bir şeyler oldu biz kaçırdık sanırım," dedi Berker.
"Sanırımı fazla cidden olmuş," dedi Kaya. O bile sessiz kalamamıştı. Nihayet maske çıktığında herkesten şaşkınlık nidaları yükseldi. Ercüment'in ağzından ufak bir küfür bile kaçmıştı.
Oldukça tanıdık gelen bir siması vardı ama yüzü sakallardan dolayı tanınmaz haldeydi. Elinde ki silahı karşısında ki adama uzattı Selim.
"Al şunu."
Adam silahı alıp Selim'in karnının üzerine degdirdiginde gözlerim açıldı. Neyse ki bir şey olmadan silahı yere bıraktı.
"Bora 2 daima yerinde."
İşte şimdi bütün taşlar yerine oturmuştu. Yiğit ilk defa resimlerde değil gerçekten karşımdaydı. Selim ağzını bıçak açmadan ayağa kalktı. Hepimiz olduğumuz yerde kalırken eve girip kapıyı çarparcasına kapattı.
Yiğit'in bakışlarını üzerimde hissettiğimde gerildim. "Hortlamış," diyen Mert neredeyse bayılacak gibiydi.
"Kalk," dedi Burak. Aralarında en ciddi kalan o olmuştu. Yavuzla beraber sonradan geldikleri için öncesinde Yiğit'i tanımıyorlardı.
"Köstebek başından beri sen miydin?"
"Bendim Ercü," dedi Yiğit.
Gerçekten de hem görünüş hem davranış olarak Selim'e benziyordu.
"Sende Efsun olmalısın," dediğinde adımı ondan duymak tuhaf hissettirmişti.
Tuna'nın dokunmasıyla kaşlarını çattı. "Komutanım, tepki verdiğine göre gerçek." Tuna sakince köşesine geri çekildi.
"Baba olmana rağmen avellikten bir şey kaybetmemişsin Tuna," dedi buruk bir gülümsemeyle. "Saygılar abi," diyerek cevaplayan Tuna hepimizi güldürmüştü. İçinde bulunduğumuz durum o kadar garipti ki. Abimi bulduğumuz günü hatırlatmıştı. Hep beraber oturma grubuna geçtiğimiz de tam yanıma oturdu.
"Hepinizle tek tek konuşacağım ama öncesinde onlarla konuşsam olur mu," dediğinde Selim ve beni ima etmişti.
"Efsun da kardeşimiz," dedi Ercüment.
"Biliyorum ama nişanlısı da benim kardeşim," dedi. Hepimizin güncel durumlarını biliyor olması daha gericiydi. Sorun yok dercesine gülümseyip ayağa kalktım. Haklıydı önce konuşması gereken biri vardı.
Selim ile konuşmak için eve giderken Albayın durumdan haberi olduğunu söyledi. Her şeyi ayarlamış gibiydi. Kapının önüne geldiğimizde adımları yavaşladı. Çekiniyordu. Selim'in yedek anahtarları bıraktığı yerden alıp kapıyı açtım. Kapı açılır açılmaz içeriye girdi. Nefes almış gibiydi, özlemiş gibi...
Merdivenlerin başında Selim vardı. Başka bir ucunda ise devresi, uğruna göz yaşı döktüğü kardeşi Yiğit...
"Gördün mü?" dedi elinde ki kağıdı sallarken. "O gün kardeşimin cebinden aldım ben bunu. Ortalık kan gölüyken tuttum elini."
Yiğit'in bakışları hep derindi. O günü an be an hatırladığına eminim. Selim kendini o kadar sıkıyordu ki konuşmakta da zorlanıyordu. Birkaç saat önce benin düştüğüm duruma düşmüştü. Bir ağlarsa duramazdı bundan korkuyordu.
"Kan gölündekilerin intikamını aldın devrem," dedi gururlu bir edayla.
Selim elinde ki kağıdı yere fırlattı. Elleri Yiğit'in yakasını kavradı.
"Sus! Ben kardeşimi ellerimle toprağa verdim. Öldü o." Sesi titredi. Bir damla yaş hızlıca yere süzüldü. Onu saklamak istercesine Yiğit'i silkeledi. "Öldün lan sen," derken gözyaşları artık kendini tutma gereği duymuyordu. Yiğit'in gözleri de dolmuştu.
"Ağlıyorsun," dedi şaşırmış gibi.
Selim ilk defa bu denli ağlıyordu. Öncesinde ağladığını görsem de bu sefer ki başkaydı. Omuzları sarsılıyordu. Hasret ve kavuşmak garip bir bütün oluşturmuştu.
"Çok şey oldu," dedi sesi artık kısılırken. "Senden sonra aşık oldum ben. Gelip anlatabildim mi, hayır. Göreve gittim öldü dediler, yanımda mıydın, hayır."
Yiğit'in omzuna vurmaya devam etti. Yiğit canı yansa bile tepki vermiyordu.
"Yüzbaşı olmuşsun," dedi yine aynı gururlu ifadeyle. Selim'in bırkamsıyla geri sendeledi. Dışardakilerin meraklı bakışları, Selim'in göz yaşları, Yiğit'in gururlu bakışları...
"Git," dedi Selim.
"Beni ne kadar seviyorsan o kadar git."
Yiğit önce bir süre bekledi. Sonra hiçbir şey söylemeden kapıyı kapatıp çıktı. Selim etrafa bakınıp gittiğine emin oldu. Yaşadığı şey hafif bir acı değildi, kendimden bilirdim. Usulca gelip sarıldı. Bu kez o bana ssklanmıştı. İkimizin de kızaran gözleri, sessizce süzülen göz yaşları vardı.
"Kimse gelmesin, konuşmayalım da sadece böyle kalalım," dedi sorar gibi. Saçlarını okşadım. Bu kez o bana sığınmıştı. Yaralarımızı yine birbirimizde sarıyorduk, her zaman ki gibi....
◇
Yiğit Aydın come back be!!!
(Çabuk yorumlara 🙈)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
99.38k Okunma |
6.99k Oy |
0 Takip |
76 Bölümlü Kitap |