Özleştik mi?
Çok yoğun ve yorucu bir dönemden geçtiğim için bölüm bu sefer biraz gecikti. Beklettiğimiz için biraz daha uzun bir bölümle geldik bu kez. Hepinizin bayramını en içten dileklerimle kutlarım.
İlginiz ve destekleriniz için bolca teşekkür. Sizleri çok seviyorum (uz).
Keyifli okumalar...
◇
Beton zemini döven postalların çıkardığı seslerin arasına karışan nefes sesleri oldukça alışılmış bir şeydi onlar için. Vücutlarına değen kurşuna öldürmedi ya deyip yollarına devam edenlerdi onlar. Kimi hiç görmediği bebeğine, kimi ise hastanede bıraktığı anasına kavuşmayı arzulardı. Hamdolsun ki Allah'tan başka kimseye korkusu olmayan, tek amacı bayrak inmesin, milletimize zeval gelmesin olanlardı onlar. Bunlar kim miydi? Askerlerdi, binlerce timden yalnızca biri olan Boralar Timi'ydi.
"Sol, sağ, sol!"
Selim en önde koşarken arkasında ki arkadaşlara gerekli hatırlatmayı yapmayı ihmal etmedi. Doğum günü kutladıları günün üzerinden bir hafta geçmişti. Tuna'nın da dönmesiyle beraber yeni bir operasyon için hazırlanıyorlardı.
Tam bitirdikleri tur için dinlenecekleri sırada duydukları "dikkat!" sesiyle hepsi olduğu yerde hazır ol'a geçti. Paşa gelmişti.
"Boralar timi dört subay, beş astsubay ile emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!"
Albay hepsine kısaca göz attı. Başarılarına bakılırsa bu operasyon için Boralar timi'ni görev yerine göndermek en mantıklı olanıydı. Selim'e sağol dedikten sonra yerine geçmesini bekledi. Timinin başına geçen Selim'i gördüğünde olduğu yerde ileri geri yürümeye başladı Tuğrul Albay.
"Beş dakika sonra hepiniz içerde toplanın."
"Emredersiniz komutanım," diye bağırdı hepsi bir ağızdan. Komutanları yanlarından ayrıldığında hızlıca içeriye girip üzenlerini değiştirdiler. Dedikleri gibi beş dakika sonra herkes olması gerektiği yerdeydi. Komutan odaya girince ayağa kalksalar da oturmaları emredilmişti. Tuğrul albay'ın yanında Tuğgeneral Fuat da vardı. Tuğrul Albay da komutanın sözsüz emriyle görevinin başına geçti. Açılan projeksiyonun yansıttığı görüntüye odaklandı hepsi.
"Evet çocuklar, size bir operasyondan bahsetmiştim birkaç gün öncesinde."
Hepsi konuşmadan başını salladı. Rouf kod adıyla kırmızı listede aranan bir terörist'ti peşine düştükleri. Kaya daha da sessiz kalmıştı. Belki bu operasyonun sonunda annesine de ulaşabilirlerdi. Tutuklandığında bir şekilde kaçmayı başarmıştı. En son kendi oğlunu kaçırdığı bir baskında görünmüştü.
Şimdi de çık ortaya, seni kendi ellerimle ülkemin adaletine teslim edeyim. Senin oğlun olmadığımı kanıtlayayım, dedi Kaya içinden.
Ekranda resmi verilen adama baktılar masada ki askerler. "Bu Rouf," dedi Tuğrul Albay. Kirli sakalı neredeyse tüm yüzünü kaplamıştı. Kaşının yanında yeni sayılabilecek bir iz vardı. Sol gözü diğerine göre daha kapalıydı. Hepsi anında hafızasına kazıdı bu görüntüyü.
"Sınırdan çocuk kaçırmışlar. Kırgız, Azeri, Türkmen... kısaca bütün kardeşlerimiz onların elinde diyebiliriz."
Selim içinden okkalı bir küfür savurdu. Çocuklar ince çizgisiydi. Onların hayal kurması gereken yaşta bu hakları ellerinden alınmamalıydı. Ekranda ki resim değiştiğinde başka bir adam belirdi.
"Bu da İmrou. Doktor kaçağı bir nevi."
"Komutanım," diyerek söz istedi Selim. Komutanları anında yüzüne bakmıştı. Tuğgeneral başını sallayarak söz hakkı verdiğinde Selim masanın altında ki ellerini kenetledi.
"Çocuk kaçırdılar dediniz, doktor kaçağı dediniz." Cümlesini bitirememişti. Ne olur aklımda ki olmasın, diye hızlı hızlı dua etti içinden.
"Maalesef durum anladığın gibi yüzbaşım," dedi Tuğrul Albay.
"Çocukların organlarına göz dikmişler. Hepsini satıp büyük bir darbe yapmayı planlıyorlar."
Boralar'ın ağzını bıçak açmıyordu. Hepsinin içinden geçirdiği aynıydı. Oraya gidip bir an önce görevi bitireceklerdi.
"Bakın çocuklar görev uzun sürebilecek bir görev. Her an yardıma ihtiyacınız olabilir, sürekli bizimle iletişimde kalacaksınız."
Sözün devamını Fuat komutan devralmıştı. Hepsi birden emredersiniz, dedi aynı şekilde. "Gerekli bilgilendirmeler yapılacak, siz hazırlıklara başlayın."
"Emredersiniz komutanım!"
Ve bu Boralar'ın söylediği son söz olmuştu. Gidecekleri saat bu geceydi, sabaha karşı tam dörtte. Selim vakit kaybetmeden revire giderken peşinde ki Akın ve Mert'i görmemişti bile.
Bu görev uzun sürebilir.
Komutanının söyledikleri zihninin içinde tekrar tekrar yankılanırken çoktan kapının önüne gelmişti. Çalmadan açtığı kapıyla içeriye girdi. Efsun bir askere terapi yapıyordu.
"Ben çalmadan girmiş bulundum öyle, siz devam edin. Gelirim birazdan," deyip açtığı kapıyı yeniden kapattı. Ecem'in masasının yanında ki koltuklardan birine oturduğunda Efsun'un yüzünde ki şaşkınlığı düşündü. Kız endişelenecek şimdi, öyle mi girilir oğlum, diye kızdı kendi kendine. Ecem elinde ki dosyalarla İpek'in odasından çıktığında kapıda kendisini bekleyen Mert'i gördü. Selim'e görünmeden dışarıya çıktığında Akın da içeriye girmişti.
İpek de meşgul olduğu için o da beklemek zorundaydı. Selim'i görünce yanına oturdu. "Ulaş," dedi bir şey düşünür gibi. Üniforma üzerindeyken rütbeden kolay kolay çıkmazdı ancak kafasına takılan bir şey vardı. "Bu adamlar çok kalabalık, cephane konusunda tedbirli olmamız lazım."
Selim yeniden operasyonu düşündü. Akın haklıydı. Hiçbir şeyi ihmal etmemelilerdi. Tek bir hataya yer yoktu. "İstersen bütün bir dünya karşımda olsun," dedi sıktığı dişlerinin arasından. "Tek bir masumun kılına zarar gelmeyecek!"
Akın başını salladı. Bu zaten kesindi. Hiçbirinin buna bir itirazı ya da yorumu yoktu. Onların görevi buydu. Uyumamak, uyutmak. Yememek, yedirmek. Onlar askerdi, isimleri gizli kahramanlardı...
Efsun'un odasından çıkan asker karşısında gördüğü iki askere baş selamı verdi. Selim de aynı şekilde karşılık verip vakit kaybetmeden açık olan kapıdan içeriye girdi.
"Selim," dedi Efsun şaşkınlıkla. Üzerinde üniforma vardı, tepkilerine bakılırsa endişeli gibiydi de. İçi içini kemiriyordu Efsun'un. Selim bir şey demeden karşısında ona bakan bir çift yeşil göze yaklaştı. Kollarını incitmekten korkar gibi bellerine doladı.
"Bu gece yine dizinde uyutsana beni," dedi küçük bir çocuk gibi. Efsun anlamıştı. Selim göreve gidecekti. Gözlerinin dolduğunu hissetti. En son ki operasyonda yaralanmıştı, ondan öncelerde gittiği bir operasyonda şehit haberi gelmişti artık korkuyordu.
"Olur," dedi titreyen sesine engel olmaya çalışırken.
"Füsun," dedi Selim fısıldar gibi. "Seni çok seviyorum..."
◇
Selim gidecek olmasa onun evinde kalmayı düşünmüştüm. Ama gece ben uyurken gideceği için bizim evde kalmak daha mantıklı gelmişti. Ne kadar yemeğe davet etsem de yetişemeyeceğini söylemişti. Sadece uyumak istiyordu, günlerce sürecek olan uykusuzluğunu bu gece ki birkaç saatlik uykuyla gidermek istiyordu. Ecem bulaşıkları makineye yerleştirirken kalan tabakları tezgaha bırakıp odama gittim. Bugün evde ses çıkmıyordu.
İpek'in odasından gelen sese bakılırsa Akın ile görüntülü konuşuyordu. Olduğumdan daha sessiz olmaya çalışarak balkona çıktım. Benim odamda ki balkon yola baktığı için şanslıydım. Selim'in arabasını görür görmez kapıya gittim. Yaklaşık beş dakika içinde karşımdaydı. Boynuma küçük bir öpücük bıraktı.
"Selam, merhaba, güle güle size," dedi Ecem. Elinde ki telefondan başını kaldırmadan odasına gitti.
"Leyla olmuş bu iyice," dedi Selim. Amacı Efsun'u güldürmekti. Görünüşe bakılırsa başarılı da olmuştu. Odaya giderken ikisi de birbirinin elini tutmuştu.
"Gece sen uyurken gitmiş olurum, uyandırmam," dedi Selim. Efsun'un uyandır, diyeceğini bildiği için önceden bunu belirtmişti. Düşündüğü gibi Efsun ısrar etmek için gözlerine baktığında gördüğü kararlılığa karşı yenik düşmüştü.
"Tamam ama mesaj at, ne zaman olursa olsun görürüm."
Bu kabul edilebilir bir teklifti. Selim başını sallayıp üzerinde ki ince ceketi çıkardı. Haki kısa kollusunun kol tarafının üst kısımları her an yırtılacakmış gibi duruyordu. Kısaca Selim'i süzdükten sonra saçlarımı gevşek bir şekilde bağlayıp Selim'in yanına uzandım. Başımı göğsüne koyduğumda kokusunu içime çektim. Bu koku bana günlerce yetmek zorundaydı.
Gider gitmez bu kokuda azalacak, biliyorsun Efsun.
İç sesimi şu an dinleyemezdim. Saçımı okşayan uzun parmakları rahatlamama yardımcı oluyordu. "Efsun," dedi son hecesini uzatarak. Hıı, diye bir mırıltı döküldü dudaklarımdan.
"Yarın işe giderken kendine yeni bir vesikalık resmi götür," dedi normal bir şey söylermiş gibi. Kartlığım da ismim, branşım ve resmim yer alıyordu. Resmimi mi almıştı? Hangi ara yapmıştı bunu?
"Orada ki resmime ne olmuş ki," dedim bilmezmiş gibi yaparak. Sağ elinin parmakları saçlarımda biraz daha gezindi.
"Bendekinden daha güzel çıkmışsın orada, dayanamadım aldım."
Omzuna hafif bir yumruk savurdum. Gülüşü kulaklarıma dolarken vücudumun gevşediğini hissettim.
"Sende ki resimde kötü çıkmışım yani?"
Sende gidip üniversite de çektirdiğim resmi almasaydın be adam, diye yükselen iç sesim oldukça haklıydı.
"Hayır ama o resim biraz önceden. Şimdiki resim de daha da büyümüşsün, şu an ki haline daha çok benziyor."
Neyse ki lafı toparlamıştı. Gözlerim daha fazla dayanamayarak kapanırken kendimi uykuya bıraktım. Sessizlestiğimden uykumun geldiğini anlamış olacak ki belimde ki eli biraz daha sıkılaştı. O ceketini çıkardığında hızlıca iç cebine kattığım mektubu düşününce gülümsedim. Her zaman o bana sürpriz yapamazdı ya.
Onun sesi de kesildiğinde başımı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım. Uyuyor muydu bilmiyorum ama gözleri kapalıydı. Yüzünde gülümsemeye yakın bir ifade vardı. Normalde uyumazdı, hatta onu izlediğimi görür öyle güzel bakarsan uyuyamam, derdi. Bu kez cidden uyumuş gibiydi. Bir elim yanağına gittiğinde yeni traş olmuş yüzünde gezdirdim parmaklarımı. Uyandırmaktan çekindiğim için usulca hareket ettirdim. Çenesine dokunduğum da istemsizce gülümsedim.
"Kızdığın zaman çenende ince bir çizgi çıkıyor, benden başkası görmesin isterim," dedim fısıldayarak. Artık gözlerimi tamamen kapattım. Daha fazla direnemeyecektim.
Görmesin güzelim, dedi Selim içinden. Sen hep bana, ben hep sana özel kalayım...
◇
"İnişe geçiyoruz."
Duydukları sesle beraber hepsi son hazırlıklarını yaptı. Helikopter planlanan bölgeye indiği an hepsi tedbirli bir şekilde iniş yaptı. Helikopterin kanat sesleri duyulurken Boralar yavaş yavaş etrafa dağılmaya başlamıştı.
"Kuzeybatı yönünde elli kilometre," dedi Kaya.
Ulaş Selim ve Burak önden giderken kalanlar arkalarından geliyordu. Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Bu yüzden ellerini çabuk tutup saklanacak bir yer bulmalılardı. Kaya'nın söylediği bölgeye geldiklerinde Selim hızlıca etrafı inceledi. Sakin görünüyordu.
"Rouf ulu orta yerde gezecek halde değil," dedi kendi kendine.
"Muhtemelen geleceğimizi bildikleri için küçük bir sürpriz hazırlamışlardır," diye devam ettirdi Selim'in sözlerini Burak.
"Isınma turu üsteğmenim," dedi Selim yarım ağız sırıtarak. Onun antideprasanı da buydu. Dağlara çıkıp ülkesini güvende tutmak.
"Plan ne komutanım?"
Ercüment'in sorusu herkesin içinden geçirdiği şeydi. Selim hepsini karşısına toplayarak tek tek yapmaları gerekeni anlattı.
"Kaya, kendine uygun bir konum bul." Kaya silahına sarılıp saklanabileceği bir yer bulmak için yanlarından ayrıldı.
"Burak, sen benimle gel. Ercüment ve Yavuz siz yakın mevzilerde durun. Berker, Tuna, Mert üçlüsü de sağ, sol, orta şeklinde dağılın. Akın sen de ön cephedesin. Kimsenin kaçmasına izin vermeyin! Bu ekipte İmrou ya da Rasou yok. Bunlar paralı birkaç it. Gerekeni yapın, işimize bakalım."
"Emredersiniz komutanım!"
Hepsi kendisine verilen komuta göre etrafa dağılmaya başlamıştı. Selim başında ki miğfer başlığı düzeltip tempolu adımlarla kendi bölgesine geçti. Hemen arkasında Burak da vardı.
"Bora 6, kaç kişiler görebiliyor musun?"
Kaya tüfeğine yasladığı başıyla hızlıca etrafa göz gezdirdi. Bir eli kulağında ki kulaklığa dokunduğunda gördüğü her şeyi anlattı.
"Komutanım eski bir kulübe var. Kuzey cephesi, altmış beş kilometre. Görünüşe bakılırsa bir tane ağır makineli var. Geriye kalanlar yaklaşık yirmi kişi, boş beleş kişiler."
"Duydunuz," dedi Selim.
Önce ağır makineliyi ortadan kaldırmaları gerekiyordu. "Bora 6, açılış senin," diye konuştu Selim aynı şekilde kulaklığına.
"Emredersiniz komutanım," derken dudaklarında ince bir tebessüm vardı Kaya'nın. Elena bugün kendini ele vermek zorundaydı. Yaşadıkları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğinde başını iki yana sallayıp kendine gelmeye çalıştı.
"Çocuklara dokunan elleriniz kırılsın," dedi hedefini sabitlediğinde. Hiçbir zaman anlamamıştı, çevreden çok başarılı bir keskin nişancı olduğu söylense de karşı taraf bu kadar güçsüz müydü? Hiç düşünmeden atış yaptı Kaya. "Bak işte," dedi kendi kendine. "Bir de ağır makinalı kullanıyorum diyor, lan hayatta bile değilsin artık."
Karşı tarafta bir hareketlilik başlamıştı. Ercüment dürbünle bakışını bitirince yan tarafına bıraktı. "Tim, boşa atış yok. Temizleye temizleye inlerine gideceğiz," dedi Selim. Aslında bağırmıştı, bir an önce atış yapmak istiyordu. Herkes nihayet der gibi tüfeğine sarıldığında komutanlarının atışıyla çatışma başlamıştı.
Orta kısım mermilerin havada uçuşmasıyla zaman zaman aydınlanıyor gibi oluyordu. Bir kısmı öylece açık hedef olurken bir kısmı da kaçıp üstlerine haber vermeye çalışıyordu. Tim atışa devam ederken Selim onların koruma ateşiyle öne çıkıp ilerlemeye başladı. Karşı tarafın gücü azalmaya başladığında daha da hızlandı. Herkesin öldüğüne emin olduktan sonra kaçmaya çalışan teröristlerden birisinin ensesine namlusunu yasladı.
"Vallaha ben masumum," dedi adam ellerini havaya kaldırırken. Selim kıyafetini avucunda toplayıp hızlı bir şekilde kendine çekti adamı. Gözlerine bakarken çenesini sıkıyordu.
"Sizden çok gördüm ama hepsi aynısını söyledi. Ve ben yalan söyleyenleri hiç sevmem."
Adamın gözlerinde ciddi bir korku vardı. Tam şu an onu da diğerlerinin yanına göndermek istedi Selim. Ancak birilerinin konuşup o diğer ikisinin nerede olduğunu söylemesi gerekiyordu. Tim yanlarına geldiğinde Mert ve Berker adamın ellerini tutup diz çökmesini sağladı. Selim de karşısına geçmişti. Silahını ucunu adamın çenesine değdirip yavaşça yukarıya kaldırdı. Böylece göz göze gelmişlerdi.
"Anlat," dedi sakin bir şekilde. Adam karşısında ona her an dövebilecekmiş gibi duran askerlere baktı. Daha yeni gelmişti bu dağlara, Türk askerinden korkardı.
"Vallaha da masumum ben," dedi adam aynı şekilde.
Kaya burnuna gelen kötü koku yüzünden yüzünü buruşturdu. Selimle göz göze geldiğinde sözsüz bir onay istedi. "Kaldırın şunu," dedi Kaya. Berker ve Mert adamı kaldırmaya çalışsalar da adam inatla kalkmak istemiyordu. Bütün Tim kötü koku yüzünden mide bulantısı yaşamıştı.
"Yok artık," dedi Burak.
Adam iki yanında ki askerlerin gücüne dayanamayarak ayağa kalktığında pantolonu tamamen ıslaktı. Yavuz gülmeye başladığında Ercüment bakışlarıyla onu uyardı. Hepsine bir gülme gitmişti ama ciddi olmak zorundalardı.
"Allah'ına kurban senin be," dedi Yavuz. Sözlerinin muhatabı komutanıydı. Aslında sakince de konuştun ama tek bakışın bile adamı altına ettirdi.
Selim, Yavuz'un gözlerine baktığında belli belirsiz gülümseyip başını yana yatırdı. "İçlik de gitti," dedi Tuna. "Ben bu kokuyla seni yanımda gezdirmem. Söyleyeceğini söyle bir an önce arkadaşlarının yanına git."
Adam hala ayakta olduğu için dizleri titriyordu. Korkak bakışlarını askerlerin üzerinde gezdirdi. Kendi babası bile terörist olduğunu öğrendiğinde onu evden kovmamış mıydı? Canını zor kurtarmıştı. Benim askerimin uğruna şehit olduğu bayrağa zarar verecekmiş. Defol git lan, yatacak yerin yok senin. Karşımda durduğun an hiç düşünmeden kendi ellerimle öldürürüm seni, demişti babası.
"Vallaha da bilmem ben bir şey," dedi bir kez daha. Selim postalları yere çivilenmiş gibi adımlayarak daha da yaklaştı. "Gelmeyesin komutan."
Selim ani bir hareketle bıçağını çekip adamın arkasına geçti. Bıçağın uç kısmını adamın yanağında gezdirdi. "İmrou, Rasou ve diğer kişiler, hakkında ne biliyorsan söylemek için tam sırası." Adam korkağın tekiydi. Karşısında birden çok Türk askerini görünce üstlerine verdiği sözleri bile unutmuştu.
"Rasou nerede bilmiyorum. O bize yerini söylemez, gelir ve gider. İmrou ise yola çıkmıştı, bu akşama burada olur."
"Elena," diye atladı Kaya. Herkesin bakışı ona kaymıştı. "O da bu operasyona dahil mi?"
Adam güldü, sonrasında küçük bir kahkaha da artı. Tavırları birden değişmişti. Selim'in bıçağı yanağında biraz daha gezindiğinde olduğu yeri hatırlamış gibi kendine geldi.
"Elena, üstlere bile sözünü dinleten, asi bir kadın. Rasou çok anlatmadı ama sonradan dahil olmuş diye biliriz biz. Ama onun peşinde olduğu kişi başkası," dedi. Kesik kesik nefes almaya çalışırken başını gökyüzüne kaldırdı. Yanağında ki bıçak gezinmeye başladığında vakit kaybetmeden dudakları aralandı. "O çocuk, benim oğlum, onda sandığımızdan daha fazlası var. Benden başka hiç kimse onu yakalamayacak, isimsiz benim, diye talimat bile verdi," dedi. Kaya duyduklarıyla gözlerini kapattı.
Oğlun değilim, isimsiz değilim, diye bağırdı içinden içinden. Sahi, insan bağırdığını duyurmak için illa ses mi çıkarmalıydı? Deli gibi çarpan yüreği, iri iri açılmış gözleri yetmez miydi?
Selim bıçağını yerine koyarken Berker'e başını sallayarak bir işaret verdi. Bir iki adım uzaklaştığında Berker ateş etmişti. Artık burada ki herkesten tamamen kurtulmuşlardı. Sırada büyük balıklar vardı.
"Komutanım, adamın doğru söylediğini nereden biliyoruz," dedi Mert.
"Korkudan altına eden, kurtulmak için yalan da söylemiş olabilir," diye devam ettirdi Tuna.
Selim arkasına dönmeden ilerlemeye devam etti. "Şansı yoktu."
Artık herkes susmuştu. Elde ettikleri bilgilere dayanarak üstlerine erişeceklerdi.
☆
Sınıra yakın bir bölgeye gelmişlerdi. Tim etrafta gruplar halinde dolaşırken en önde yüzbaşı Karacalı vardı. Birkaç dakika önce karargah'a verdiği bilgilerle beraber ilerlemeye başlamışlardı.
Adımları aniden dururken sol elini havaya kaldırıp avucunu kapattı Selim. Herkes anında olduğu yerde dururken o ilerlemeye devam etti. Dikkatini çeken şey bir neşterdi. Görünüşe bakılırsa biri düşürmüştü. "Doğru yoldayız," dedi düşünmeden. İlerlemeye devam ettiğinde havada salladığı parmaklarıyla timine işaret verdi. Postallarının üzerinde kararlı adımlarla ilerlemeye devam etti. Hava çok geçmeden kararırdı. Temkinli olmaları gerekiyordu.
"Komutanım," dedi Kaya elinde ki telsizi uzatırken. Anlaşılan bir hareketlilik vardı. Selim telsizi alıp ileriye baktı.
"Türk askerleri," dedi yabancı bir ses. Herkes birbirine baktı. Telsize sızmışlardı. "Ne korkusuz insanlarsınız hepiniz, ölüme kendi ayaklarınızla gelmişsiniz yine. Hele ses veresiniz."
Selim dişlerini sıkıp konuşmayı dinledi. Onlar ölüme değil şehadete giderdi. Diğer arkadaşlarının yaptığı gibi. "Tamar'ın operasyonundan sonra sağ kalmanıza şaşmalı. Düzeneği bizzat ben göndermiştim," dediği an Selim'in sıktığı çenesi daha da gerildi. Herkesin aklına o an geldiği için gerilmişti ama Selim ve Berker daha da sınırlı görünüyordu. "Ne o? Daha orada iki taneniz şehit düşmedi mi? Ders de mi almıyorsunuz anlamıyorum ki."
"Kes çeneni şerefsiz," diye bağırdı Selim. Karşıda ki adam komutanı konuşturduğu için mutlu olmuştu. "Sen benim askerlerimi ağzına alacak adam değilsin. Kendi ellerimle mahvedeceğim seni!"
"Komutanım, gidelim, bulalım şunu ne olursun."
Berker daha fazla durmak istemiyordu ama simdi sığınacak bir yere gitmeleri gerekiyordu. Orada gerekli planlamalar yapılacak ve düzenlenen operasyonla beraber başarıya ulaşılacaktı. Çocukları riske atamazlardı. Telsiz kapandığında yakınlarda ki bir mağaranın içine girdiler.
"Ecem bana bazen mağaradan mı çıktın, diyor ya sanırım cidden haklı," dedi Mert başını çarptığı kayaya bakarken. Mağara küçük olduğu için boyları uzun gelmişti. Herkes eğilerek geçmek zorundaydı.
"Bizi karıştırma kardeşim. Mağaradan çıkan biri varsa o da sensindir."
Tuna keyifli bir şekilde silahını kucağına alıp oturdu. Sırtını arkada ki duvara yaslarken çantasında yiyecek bir şeyler aramaya başladı. "Komutanım, yemek?" Sorusuna Selim'in başını sallamasıyla daha da hızlandı. Bir an önce yemek yemesi lazımdı.
"Meyve olayına dönmesin," dedi Ercüment dudaklarına ince bir gülümseme yayılırken. Berker aklına gelen anıya tebessüm etti. Bu kez Serhat'ın yolda gördüğü meyveler yoktu.
"Komutanım," dedi Yavuz. Muhatabı Kaya'ydı. Kaya her zamanki gibi konuşmadan ne var dercesine baktı. Yavuz sırıtır gibi olduğunda Burak'ın ilgisini çekmişti.
"Ne sırıtıyorsun lan sen?"
"Bende Kaya komutanım'ın olan bir şey var, varmış yani." Herkes ciddi bir ifadeyle Yavuz'u dinliyordu. Kaya'nın bile ilgisini çekmişti.
"Dayak var herhalde Urfalı?"
Yavuz kendisine verilen mesajı almıştı. Lafı uzatmadan konuya girmeye çalıştı. Çantasından çıkardığı kremi Kaya'ya uzatırken gözlerini kaçırıyordu. "Ne o lan, genç kızlar gibi bakışlarını kaçırıyorsun?" Bu kez konuşan Akın olmuştu. Neredeyse herkes gülmeye başlamıştı çünkü Yavuz ciddi ciddi Kayadan utanıyor gibiydi.
"Bu sizinmiş komutanım."
Kaya eline aldığı kreme baktı. Polen alerjisi olduğu zaman vücudunda çıkan alerjiler bazen daha çok canını acıtırdı. Onlar için kullandığı bir kremdi bu. Yavuz da ne işi vardı? "Peki bunun sende ne işi var," dedi aklında ki soruyu sorarken. Yavuz oturduğu yerden biraz kayarak Selim'e yaklaştı.
"Geçen gün yani sizin doğum gününüzü kutladığımız gün hani gittiniz ya bir yere,"
"Siz, miz deme de düzgün anlat şunu!"
Kaya'nın yükselişine karşılık Yavuz daha da gerilmişti. "Sen askeriyeden çıktıktan sonra Rümeysa yen- yani abla geldi. Sana bir poşet getirmiş. İçinde ki kremi mutlaka ver, dedi."
Ercüment ve Akın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Burak ve Selim de öylece olanları izliyordu. Herkes sessizdi. Kaya'nın hayatı öyle çok konuşulmadığı için hiçbir detayını kaçırmazlardı. Rümeysa sözünü duyunca Kaya'nın başına keskin bir ağrı saplandı.
"Poşet?"
Sakin olmaya çalışarak sorduğu soruya Yavuz'un çantasından çıkarmaya başladığı poşeti görünce kısık sesle bir yok artık, dedi. Kaya ayağa kalktığı an Yavuz, Selim'in kolunu yüzüne siper etti. Yüzünü tam olarak kapatmış mıydı, komutanının kolu? Şaşkın şaşkın bakışlarını başka tarafa çevirirken etraftakilerin gülme seslerini umursamadı.
"Komutanım, mektup var. Onu alın bari. Önemli bir şey olabilir."
Yavuz'un kekeleyerek kurduğu cümlenin ardından Kaya hiçbir şey söylemeden yerde ki mektubu alıp dışarıya çıktı. Selim kolunu kendine çekerken, "git sende elimin altından," dedi. Yavuz tehlike geçtiği için eski yerine geri dönmüştü.
"Şok şok şok, sayın seyirciler," dedi Mert abartılı bir tonlamayla.
"Sadede gel Mert," dedi Burak konservesini yerken. Mert başını sallayıp munzur bir ifadeyle yüzlerine baktı.
"Komutanım, mektup diyorum. Aldı da gitti diyorum. Üstelik kızmadı, bir şey de demedi."
"Harbi lan," diyerek araya giren Ercüment oldu. "Niye kızmadı bu? Hani Rümeysa kelimesini bir daha duymayacaktı?"
Onlar kendi arasında konuşmaya devam ederken Selim'in ilgilendiği şey telefonuydu ancak internet çekmiyordu. Çeken bir yer bulmak umuduyla oturduğu yerden kalkıp dışarıya çıktı. Girişin biraz ilerisinde küçük bir kütüğe yaslanmış bir yandan sigarasını içerken diğer yandan mektubu inceleyen Kaya'ya baktı. Kaya komutanını görünce sigarasını söndürüp önüne baktı.
"Okudun mu?"
Okumamıştı, okuyamamıştı. Yıllar sonra neredeyse ilk defa bir iletişim kurmuş sayılacaklardı. Ne kadar merak etse de eli zarfı açmaya gitmemişti. "Sen okusan ya, abi?"
Abi dediğine göre içten bir istekti bu. Bir şeylerden çekindiğini anladı Selim. Sözü uzatmadan zarfı alıp yavaşça açtı. Beyaz bir kağıda siyah mürekkeple yazılmış kısa yazıya baktı. Özel bir şeyler yazsa bile Selimden çekinmezdi Kaya. Bu olayın başında da, devamında da yanında o vardı.
"Kaya," diyerek kısık sesle okumaya başladı Selim.
"Söze nereden başlayacağımı bilemedim. Tıpkı seni yıllar sonra karşımda gördüğümde olduğu gibi. Konuşsam dinlemezsin diye de yazmak istedim. Bir şekilde sana ulaşmak istedim anlayacağın. Tedavi diye düşünme, gördüğüm kadarıyla yıllar önce ki gibi değilsin. Artık konuşuyorsun, gülüyorsun."
Kaya'nın kaşları çatıldı. Artık gülüyor muydu?
"Evet, yanlış söylemedim. Gülüyorsun, o gün yanınıza geldiğimde askerlerin biriyle konuşurken güldüğünü gördüm. Emin ol kalbimi gülümsetecek şekilde mutlu oldum seni öyle gördüğümde. Mutluluk diğer insanlar gibi sana da çok yakışıyor Kaya. Eğer yine gelip bir yabancıya anlatmak istersen derdini bil ki ben hep oradayım."
Selim elinde ki kağıdı yeniden zarfa kattığına göre mektup bitmişti. Anlaşılan Rümeysa devamını getirememişti.
"Beni de çöpçatan yaptınız arada," diyerek gülümsedi Selim. Amacı Kaya'nın rahat hissedip bir şeyler anlatmasıydı. "Ne düşünüyorsun?"
"O benden korkuyor abi," dedi sesi daha güçsüz çıkarken. "Baksana onu dinlemeyeceğimi düşünüp mektup yazmış. Sahi, o ne zaman karşıma geçip konuştu da ben onu dinlemedim?"
Sessiz kaldı Selim. Kaya kendi iç sesiyle hesaplaşıyor gibiydi. Derin bir nefes alıp gökyüzüne baktı.
"Seviyor musun?"
"Seviyorum," dedi Kaya hiç düşünmeden. Yalan söylemeyi sevmezdi. Söylese bile bunu abisine söylemezdi. "Sorun da burada zaten. Benim gibi birisi onu seviyor. Olmamalı," dedi omuzları düşerken. "Benim ona verebileceğim bir geçmişim, geleceğim yok."
Arkasına biraz daha yaslanıp bedenini aşağıya çekti. Böylece yüz ifadesini biraz daha saklayabileceğini düşünmüştü. "Öyle anlarmış gibi gülmesin bana," dedi küçük bir çocuk gibi. Kolay kolay itiraf etmezdi içindekileri. "Gözleri bütün yaralarımı görmesin," dedi.
Selim görevdeyken çok nadir sigara içerdi. Cebinden çıkardığı paketten bir sigara alarak dudaklarına götürdü. Çakmağının sigarasını ateşlemesini izlerken Efsun'u düşündü. İçine çektiği nefesten dumanı dışarıya üfledi.
"Aşk işte bu," dedi. Kendinden biliyordu. Tam kardeşlerini kaybettiği, yaralandığı an bulmamış mıydı o da Efsun'u? Birbirlerinin yaralarını sarmışlardı onlar. Kaya sessizleşince Selim de yaslandığı yerden doğrulup ilerlemeye başladı. Hava karanlıktı. Telefonun çekeceği bir yer bulma ümdiyle ilerlerken bir ağacın altında durdu. Silahını ağaca yaslarken sırtını da yasladı.
Mesaj atmayı düşündü. Eğer uyuduysa telefon çalıp rahatsız edebilirdi. Parmakları klavye de gezinirken yazmayı unutmuş gibiydi.
Güzelim, yazdı önce. Mesaj anında görülünce gülümsedi. Özellikle göreve gittiği ilk gün Efsun da uyumazdı.
İyi misiniz?
Tüm arkadaşlarının adına iyiyiz, yazarak cevap verdi. Kısaca bugün yaptıklarını da anlatmıştı. Efsun'un gönderdiği resme bakarken parmakları ile resmi biraz daha büyüttü. Gri kısa kollusunu giymişti Efsun. Selim'in dolabında görüp gecelik olarak kullanmaya başladığı kısa kolluyu.
Sana daha çok yakışmış.
Desene tüm dolaba el koyacağız.
Hay hay.
Ama senin gibi kokuyor, göreve gitmeden önce bir şeyler ver bana bundan sonra.
Tamam, ancak karşılığında benim payıma düşecek olan ne?
Mesajlara gülerek baktı Selim. Efsunla tanışmadan önce birisi ona bu anları yaşayacaksın dese güler geçerdi. Sadece vatanım, benim aşkım derdi. Ancak bir insan hem vatanına hem de bir çift yeşil göze aşık olabilirdi...
Ne istersen, komutan.
Komutan? Özlemişim.
Daha çok itiraf eder gibi demişti. Efsun'un ondan üst gibi davranması çok hoşuna gidiyordu.
Uyku konusunu düşünebiliriz mesela. Göreve gitmeden önce hep beraber uyuyalım.
Ya da boşver direkt evlenelim biz, her sabaha senin yanında uyanayım.
Bu bir evlilik teklifi miydi?
Uzun zamandır düşündüğü konu da buydu. Çok yoğun dönemler geçirmişlerdi. Birbirleri ile vakit geçirmeye doğru düzgün fırsatları bile olmamıştı. Şimdi de İpek ve Ecem'in düğün merasimleri vardı. Aceleye getirmek istemiyorlardı. Her şey akışına göre olmalıydı.
O gün için sabırsızlanıyorum :)
Efsun'un yanaklarının kızardığını tahmin edebiliyordu. Ne zaman heyecanlansa yanakları kıpkırmızı olur, stresten karnı ağrırdı. Bir süre daha mesajlaştıktan sonra artık Selim için gitme vakti gelmişti. Telefonunu kapatıp kaldıkları yere doğru ilerlemeye başladı. Yanına koşarak gelen Akın'ı görünce telaşla olduğu yerde durdu.
"Komutanım, karargahtan haber geldi. Doğru yoldayız. Hazırlıklar da tamam sayılır. Sabah erkenden yola çıkıyoruz."
Ve işte onların ortak kaderi de buydu. Her biri içinde farklı farklı olaylar yaşasa da en sonda bir al bayrak için beraber oluyorlardı. Kimi yeni baba olmuştu, kimi ailesini, kimi sevdiğini düşünüyordu. Ancak bunların da üstünde olan tek bir şey vardı onlar için; Vatan...
◇
Gün boyu pasta yemekten bulanan mideme bir kez daha dayan, diye seslendikten sonra önümde ki pastadan da küçük bir parçayı çatalıma alarak ağzıma kattım. Neredeyse tatlarını ayıramaz duruma gelmiştim. Ecem'in düğünü hemen hemen operasyon bitişine denk geliyordu. Mert görevde olduğu için de bizi onun yerine yanında götürüyordu gittiği her yere.
"Efsun, meyveli olan mı çikolatalı olan mı?"
Önümüzde ki pasta tabaklarına bakarken baygın bir bakış attım. Kendi düğün pastamızı seçerken hepsini Selim yesindi. Sonuçta hayatı boyunca toplasanız o kadar tatlı yemişliği yoktu.
"Bence çikolatalı olan," dedim Ecem'in hala bir cevap beklediğini fark ettiğimde. Görevli ile birkaç şey konuşup gidebileceğimizi söylediğinde koşarcasına dışarıya çıktım. Bana beklememi söylediğinde aklına takılan birkaç şeyi sormak için tekrar dükkana girdiğinde arabaya yaslandım. Telefonuma baktığımda hiç bildirim yoktu. Selim göreve gideli bir ay olmuştu. Bu kez uzun süreceğini söylediği için ona yormaya çalıştım.
Bir umut açarsa diye aradığımda çok geçmeden telefonun açılma sesi gülümsetti.
"Efsun," dedi son hecesini oldukça tatlı bir şekilde uzatırken.
"Açacağını düşünmemiştim," dedim heyecanla.
"Dönüş için hazırlık yapıyoruz," dediğinde gökyüzüne bakarak daha fazla gülümsedim. "Burada ki işimiz bitti sayılır."
Ecem'in de hala gelmemesini fırsat bilerek konuşmayı biraz daha uzattım. "Selim," dediğimde efendim der gibi mırıldandı. "Düğün pastamızı seçerken hepsinin tadına sen bakar mısın?"
Evet şu an için buna cevap vermen çok önemli komutan.
Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra öksürür gibi ses çıkardı. "Bakarım da senden tatlısını bulur muyum ona emin değilim."
En çok seni, bir tek seni severim...
Kıkırdadığımda onun da gülme sesleri kulağıma gelmişti. O kadar zor dayanıyordu ki evlenmek için her şeye razıydı. Neyse ki sırada Akın ve Mert'in olduğunu kabullenip beklemeye başlamıştı. "Güzelim," dedi ciddi ama bir o kadar da yumuşak bir sesle. "Kendine çok dikkat et. Biz yakında döneriz, merak etme. Seni çok seviyorum," dediğinde Ecem de dışarıya çıkmıştı.
"Bekliyorum," dedim. Artık alışmıştım onu beklemeye. Göreve gönderip dönüşünü beklemeyi de sevmiştim. "Bende seni seviyorum."
Telefonu kapattığımda arabaya bindim. Ecem çantasını arka koltuğa fırlatırken Bade'nin yanına gideceğimizi söylemişti. Eylül ve İpek de gelecekti. Hem Merve'nin yeniden aramıza dönmesine hem de Ecem'in bekarlığa veda sayılabilecek partisine çalışmalara başlamıştı Bade.
Ecem arabayı kullanırken başımı koltuğa yaslayıp gökyüzüne baktım. O an içinde bulunduğum tüm durumlar için şükrettim. Bütün sevdiklerim yanımdaydı, ben mutluydum. Yıllardır içimde üzüntü adına olan ne varsa artık hepsi bitmiş gibiydi. Ve ben bunu bir kişiye borçluydum. Başta hastam olan, sonrasında beni oldukça güzel bir şekilde seven adama...
◇
"Zaten neredeyse bir aydır buradayız," diye hayıflanan ses Yavuz'a aitti. Ayarladıkları sığınakta neredeyse bir ayı geçirmişlerdi. Albay bunun uzun sürecek bir operasyon olduğunu söylemişti, öyleydi de.
Gözünü silahına biraz daha yaklaştırdı Burak. İmrou'yu takip ederek şu an etrafını çevirdikleri kulübeye ulaşmışlardı. Rouf da içerde olmalıydı.
"Kaya, bir gelişme var mı?"
Kaya, Selim'in sorusuyla etrafı yeniden inceledi. Her bir köşeye ayrı ayrı baktı. "Komutanım kulübenin önünde iki tane küçük çocuk var." Düşündükleri gibi çocukları getirdikleri kulübe burasıydı.
Aniden başlayan atışlar ile herkes susmuştu. Karşı cepheden ateş açılmıştı. Geldiklerini görmüş olmalılardı. "Herkes yerlerine!" Komutanlarının gür sesiyle herkes kendisine uygun bir yer bulup silahına sarıldı. "Kaya, en üstte ki."
Kaya etrafı incelerken saklanan adamı bulmaya çalıştı. Her kimse üst bir noktadan atış yapıyordu. "Senin duracağın yere tüküreyim, diyeceğim de ortam el vermiyor," dedi kendi kendine. Ufak bir hareketlilik gördüğünde hızlıca silahına sarıldı. Hareket ederken başını gösteren adamı hedef aldı. Gözünü kırpmadan ateş ettiğinde hedef şaşmamıştı. "Tamamdır komutanım."
Yaklaşık yarım saat süren çatışmanın ardından ortam sakinleşmişti. "Komutan," diye bağıran adamın sesine kulak kesildi Boralar Timi. "Bak sana ne diyeceğim," diyen kişi Rouf'tu. Tim saklandıkları yerden çıkıp Rouf'un karşısına geçerken en önde Selim vardı.
"Sen beni rahat bırak, ben de işlerimi halledeyim, diyeceğim ama kabul etmezsin." Eliyle işaret verdiğinde kapıda duran adamlarından birisi içeriden çekip çıkardığı çocuğu öne itekledi.
"Bence sen bana teslim ol. İşleri kolaylaştıralım."
Rouf başını iki yana salladı. Kirli sakalı çökmüş yüzünü daha da kötü gösteriyordu. "Akıllı adamsın komutan. Ancak," dediğinde çocuğu biraz daha öne itekledi. Selim ağlamaktan gözleri kızarmış çocuğa baktı. "Ceketini çıkart."
Çocuk korkuyla Rouf'un dediğini yaparak ceketini açtı. Tim gördükleriyle bir iki adım gerilerken Rouf kahkaha attı. "Bomba var komutanım!" Akın gözlerini kocaman açmış bir şekilde çocuğa bakıyordu.
"Tam on dakika var komutan. Hepiniz burada yok olup gideceksiniz. Tıpkı o gün ölen arkadaşlarınız gibi."
Berker gördükleri ve duyduklarıyla çenesini sımsıkı sıkıyordu. "Şerefsiz," diyerek öne atıldı Selim. Rouf'un adamları anında silahlarını Selim'in üzerine çevirirken Tim de kendi silahlarını onlara doğrultmuştu.
"Sen benim askerlerimin adını ağzına alacak adam değilsin! Gücün küçücük çocuklara mı yetiyor lan?" Rouf'un yakasına vurarak birkaç adım geriye gitmesini sağladı. "Durdur şu bombayı. Ne yapacaksan bize yap, bizimle konuş. Çocukları bırak!" Rouf umrunda değilmiş gibi gülümsedi.
"Seni bu çocukların göz yaşına gömerim it herif!"
Kaya komutanının sözünü tutmayıp saldırmak için zor duruyordu. Adamlardan birinin eli tetiğe gittiğinde Tuna hiç düşünmeden ateş etti. Mert'in de atışıyla dışarda ki adamların hepsi temizlenmişti.
"Yavuz, bir çaresine bak. Durdurun şu bombayı!" Yavuz ve Mert bildiklerine dayanarak bombayı durdurmaya çalışırken Ercüment, Selim'in yanına yaklaştı.
"Sen niye bu kadar rahatsın lan?"
Rouf öylece durup gülmekten başka bir şey yapmıyordu. Akın'ın telefonu çaldığında herkesin bakışı ona döndü. Arayan İpek'ti. "Aç asker aç," dedi Rouf. Selim başını sallayınca Akın telefonu açarak sesi dışarıya verdi.
"Akın!"
İpek'in bağıran sesi kulaklarına doldu. Ağlıyordu da. "İpek," dedi anında endişeyle. "İyi misin, ne oldu?" Arka arkaya sıraladığı sorularına cevap alamamıştı.
"Burada çok önemli kişiler var," dedi yabancı bir erkek sesi. Telefon kapandıktan hemen sonra görüntülü aramıştı. Akın, Selim ve Ercüment'in yanına gelerek telefonu açtı. Orta yaşlarda, Rouf'un adamlarına benzeyen biriydi. "Size biz de ufak bir sürpriz hazırladık," dediğinde arka kamerayı açtı. Üçü birden gördükleri karşısında şaşkındı. İpek, Efsun ve Bade elleri ve ayakları bağlı bir şekilde yerde oturuyordu.
"Bade," dedi Ercüment.
"Füsun," dedi Selim de en az onun kadar derinden çıkan bir sesle.
İki gün önce telefonda konuşmuşlardı. Herkes dönecekleri günü bekleyip düğün hazırlığı yaparken Rouf hangi ara bunu yapmıştı? "Yalnız içlerinden biri komutan kızıymış," dedi Rouf. Ercüment hiç düşünmeden üzerine yürüyüp yakasını avuçlarının içinde topladı.
"Şerefsiz! Gücün biz hariç herkese yetiyor anasını satayım." Kafasını ileriye savurduğunda Rouf acıyla burnunu tuttu.
"Komutanım bomba tamam," dedi Mert.
"Eylül ve Ecem yok aralarında," dedi Burak.
Telefon kapandığında herkes bir aradaydı. Rouf kanayan burnunu silmeye çalışırken yüzünde acı çeken ama gülümseyen bir ifade vardı. "Sevdiklerinizi ayağınıza getirdim hala bana saldırıyorsunuz, çok ayıp."
Selim silahını çektiğinde odağında Rouf vardı. Herkes konuşmadan olanları izlerken Rouf da bunu beklemiyormuş gibiydi. "Söyle," dedi Selim. Rouf cevap vermediğinde bir adım daha yaklaştı. "Onları nerede tuttuğunu söyle." Tetiği çektiğinde Rouf'un ifadesi ciddileşmişti.
"Görevin beni sağ ele geçirip adalete teslim etmek değil miydi komutan? Beni öldürürsen görevin düşer."
Başta böyle çıktıkları yol artık Rouf'u yok etmek olarak değiştirilmişti. Herhangi bir zorlukta ateş etme hakları vardı. Çocuklara ya da bir başka sivile zarar veremezdi.
"Sana onları nerede tuttuğunu söyle dedim!"
Selim'in bağırmasıyla Rouf da dahil olmak üzere herkes ürkmüştü. Şu an gözü hiçbir şeyi görmeyen bir adam olmuştu. Canım, dediğinden vurmuştu Rouf onu. Şu an çekip vurulsa canı yanmazdı ama Efsun'a dokunsalar içi giderdi.
"Burada değiller."
İmrou da dışarıya çıktığında Berker ve Tuna kollarından tutarak kendi yanlarına çekmişlerdi onu da.
"Komutanım," diyerek telsizi uzattı Kaya.
Selim birkaç saniyeliğine dikkatini ona verdi. "Size verilen görev çocukları ve sivilleri kurtarmak olarak değiştirildi. Rouf sizde çocuklar," dedi albay. Rouf'un yüzünde gergin bir ifade belirirken Selim güldü. Beklediği haber de gelmişti.
Rouf'un koluna ateş ettiğinde artık bir nefes kadar yakınına gelmişti. "Kendi kazdığın kuyuya kendin düştün," dedi. Rouf böyle düşünmemişti. Bir şeyler ters gidiyordu. Türkiye'nin bu kadar çabuk haberdar olmasını sağlayan başka şeyler vardı.
"Köstebek," dedi. "İçimizde köstebek var." Hala inatla kızları kaçırdığı yeri söylemiyordu. Selim diğer koluna da ateş ettiğinde acıyla dişlerini sıktı Rouf.
İmrou ölmektense teslim olmayı tercih ederdi. Birkaç saat önce içerde başka bir adam kendisine not vermişti. Eğer yakalanırsan bunu askerlere ver, demişti o adam. "Komutan," diye seslendi. Burak'a verdiği notu komutana vermesini söylediğinde yeniden sustu. Selim kağıdı aldığında hızlıca açtı.
Güneyde yaklaşık yüz kilometre ilerde bir dağ evi var. Kızlar orada. İçerde sağ odanın kapısında tuzak var.
Bu notu İmrou yazmamıştı. Başka birisinin verdiğini söylemişti. Peki onlara yardım eden kişi kimdi? Selim sola döndü. "Tim, araçları hazırlayın gidiyoruz." Tuna ve Berker araçlara giderken Kaya ve Mert de çocukları almak için kulübeye girmişti. "İçerde sağ kapıda tuzak var," dedi Selim onlar gitmeden. Rouf sinirli bakışlarıyla olan biteni inceliyordu. Kesinlikle bir köstebek vardı.
"Bunları ne yapacağız?"
Selim vücudunu çevirmeden Rouf'a ateş etti. Her şey bitmişti. Burak bunu bir cevap olarak aldığında İmrou'ya ateş etti. Canını yaktığı çocuklar kadar canı yansın istedi.
Artık gidecekleri yer belliydi. Çocukların güvende olduğuna emin olduktan sonra karargah'a haber verip çocukları gönderebilmek için destek istedi Kaya. Burak görebildiği bütün çocuklara göz gezdirdi. Kurtuldukları için gülümsüyorlardı. Bugün onlarca çocuk kurtarılmıştı...
◇
Ağzıma bağladıkları kumaşla yüzümü buruşturdum. Dün akşam eve dönerken yolda ki kargaşa da ne olduğunu anlamadan kendimizi burada bulmuştuk. Adını bilmediğim adam Akın'ı aramıştı. Yakında gelip bizi kurtaracklarını düşünerek rahatlamaya çalıştım. Bade bir köşede ağlarken İpek oldukça ciddi duruyordu.
Yüzünde kar maskesi olan bir adam elinde ki silahını masanın üzerine bırakıp yanıma oturmuştu. İlk gelişimizden itibaren bana tuhaf gelen adama baktım. "Geliyorlar," dediğinde kaşım sorgularcasına kalkmıştı.
"Çok geçmeden burada olurlar. Bildiğini belli etme." İpek de duymuş olacak ki ne oluyor, der gibi başını salladı. Adam giderken Bade'nin de artık ağlamadığını fark ettim.
Yalan söylemeyecek kadar ciddi duruyordu. Ama neden bize yardım etsindi? Biz beklemeye devam ederken hava kararmıştı. Demir kapı gürültülü bir şekilde açıldığında içeriye giren iki adam konuşmadan kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı.
"Bırak," diye kolumu çektiğimde beni bırakıp yürümeye devam ettiler. Peşlerinden gittiğimde boş bir odaya gelmiştik. Sabah yanımıza gelen adam da buradaydı. Diğerlerinin patronu bu olmalıydı. Hemen yanında bana Selim'in geleceğini söyleyen adam da vardı.
"Ne istiyorsunuz bizden?"
Adam arkasına yaslanıp kahkaha attı. "En akıllıları sensin sanırım." Yüzündeki iğrenç gülümsemeye baktım. İçinde bulunduğum an daha önce kaçırıldığım zamanı hatırlatmıştı. Zorla Selim'e yaptıkları işkenceleri izletmişlerdi. İçerde, adını bilmediğim adam geliyorlar demişti. Buna tutunmaya çalışarak duruşumu dikleştirdim. Korksam da bunu belli edemezdim. Yüzüne iğrenen bir ifadeyle baktım. Elinde ki kumandayı çevirirken yüzünde sinsi bir gülüş belirdi.
"Yapma böyle doktor, al-ver anlaşması yapacağız seninle."
Elinde ki kumandayı bir nokta da sabitledikten sonra tuşa bastı. Odada ki küçük televizyon açıldığında ekranda onlarca yaralı çocuk belirdi. Spikerin kısılan sesini dinlerken tüylerimin ürperdiğini hissetmiştim. Belli ki haber yaparken çok bağırmıştı, sesi bile çıkmayan o masum insanları duyurmaya çalışırken sesi kısılmıştı.
"Abi, Rouf'un işi bitmiş," dedi kapıdan kafasını uzatan adam. İsmini bile bilmediğim bu adam karşımda pişkin pişkin gülmeye devam ettiğinde tüm vücudum gerilmişti. "Fazla vaktimiz kalmadı, yakında burayı da bulurlar."
Sözünü bitirip yeniden gözden kaybolduğunda küçük pencerenin karşısına geçtim. Böylece dışarda olan biteni göz ucuyla da olsa görebiliyordum. Ellerinde tüfekleri binanın çevresini sarmış adamlara iğrenerek baktım.
"Bu Türkler her işi aceleye getiriyor," dediğinde kendi kendine konuştuğunu düşündüm. "Madem fazla vaktimiz yok giriş kısmını geçeceğim doktor." Hemen arkasında duran eski, demir dolabı açtığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ağzı bezle kapatılmış ve elleri bağlanmış küçük bir çocuktu karşımda ki. "Bunun bir al ver ilişkisi olacağını söylemiştim. Bu çocuk içlerinden sadece biri." O an hiçbir şey yoktu benim için. Sadece karşımda ki çocuğun ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleri vardı.
"Sen canisin," dedim gördüklerimin kabus olmasını isterken. Ancak değildi, karşımda ki şerefsiz hala gülüyordu.
"Hepsi seni hain bilecek," dedi anında. "Adamım deşifre olamaz, o zaman bende yakalanmış olurum. Sen bir takım işleri üzerine alacaksın. Yoksa," cümlesini bitirmeden çocuğu öne itekledi. "Bu çocuk diğer arkadaşlarının yanına gider. Siz yetişemeden, bom," dedi bir anda sesini yükselterek. Çocuk korkuyla yeniden ağlamaya başladığında elime damlayan göz yaşımla bende ağladığımı fark ettim.
"Abi geliyorlar," dedi başka bir adam bu kez. Karşımda ki hiç vakit kaybetmeden kasadan çıkardığı birkaç belgeyi masanın üzerine bıraktı. Son olarak bir flash'ı da onların yanına koyduğunda yüzüme son kez baktı.
"Bundan sonrası onlara kalmış. Eğer karşına çıkacak her şeyi üstleneceksen çocuğu serbest bırakacağım, hemen hem de."
Gözlerim bombaya gittiğinde üzerinde ki sürenin azalmaya başladığını gördüm. Hızlı bir karar vermem gerektiği için konuşmadan başımı salladım. İki kişi gelip çocuğu götürdüğünde aşağıda bir hareketlenme başlamıştı. "Bizi görmedin, duymadın. Birkaç kez daha görüşeceğiz doktor. Arkadaşlar sana yardımcı olacaktır." O da gittiğinde kendimi duvara yasladım. Ben neye tamam demiştim? Bizi kaçıran, çocuklara bomba bağlayan bir adamla iş birliği yapmıştım... Selim'e söylerdim?
Çocuklar tehlikeye girer.
İç sesim haklıydı. Olayın ne olduğunu öğrenemeden kimseye bir şey diyemezdim. Aşağıdan silah sesleri gelmeye başladığında pencereden baktım. Kimse görünmüyordu.
Ne kadar sürdüğünü bilmiyordum. Aralık olan kapıdan dışarıya çıkıp İpek ve Bade'nin yanına gittim. Yanlarında kimse yok sandığımda bana geliyorlar diyen adamın hala orada olduğunu gördüm. Vakit kaybetmeden ipleri çözmeye başladığımda ortamda gergin bir sessizlik olmuştu. Ayak sesleri gelmeye başladığında adını bilmediğim adam hızlıca kapıya yöneldi. Aynı anda içeriye adımını atan Selim'in omzuna çarptığında bir an durdu ve gözlerine baktı. Yüzünde ki maskeden dolayı ifadesini okumak imkansızdı.
Selim silahını ona doğrulttuğunda eli belinde ki silaha gitse de vazgeçti. "O bize yardım etti," dedi Bade. Ben yokken de bir şeyler olmuş olmalıydı. Selim'in bakışları birkaç saniyeliğine üzerimizde gezindi. Adam bu boşluğu fırsat bilip odadan çıktığında Selim umursamadı. Dışarıdakiler halledebilirdi. İki adımda yanımıza geldiğinde bende ipleri çözmeyi bitirmiştim. Bade ve İpek kapıda gördükleri Ercüment ve Akın'ın yanına giderken ben öylece olduğum yerde kaldım.
"Efsun," dedi Selim. İçimde bir şeylerin eridiğini hissettim. Adımı söylerken çölde susuz kalmışçasına konuşuyordu. Kollarını belimde hissettiğimde başımı göğsüne gizledim. Sadece böyle kalmak istedim, az önce yaşananları unutup anın tam şu anda durmasını diledim.
"Komutanım, bir şeyler bulduk," dedi Mert. "Cafer bir şeyler bırakmış."
Demek adamın adı Caferdi. Selim ayağa kalkmama yardım ettiğinde kendimi biraz geriye çektim. Kendimi alıştırmalıydım. Şaşırsa da üzerinde durmadı. Gidenleri takip ederek az önce ki odaya gitti. Masanın üzerinde ki belgelere bakan Burak geldiğimizi fark edince bakışlarını bize çevirdi. Bakışları üzerimde oyalandığında Cafer'in bahsettiği şeyi öğrendiğini anladım.
"Evrakta sahtecilik?"
Elinde ki belgeleri hızlıca Ercüment'in eline tutuşturdu Burak. Herkes konuşmadan olan biteni izliyordu. "Ne ol-" Ercüment belgelere bakarken sözü yarım kalmıştı. Onun bakışları da şaşkınlıkla bana çevrildiğinde içimde ki korku daha da büyümüştü.
"Ne oluyor lan burada?"
Selim kızmıştı. Burak ve Ercüment birbirine bakarken başka kimseden ses çıkmıyordu. "Bence de sahtecilik," diyerek onayladı Ercüment. Bu kez belgeyi alan Akın oldu. Diğerlerine göre daha geç bir tepki vermişti. Ancak onun bakışları da aynı şekildeydi. Ben nasıl bir günaha ortak olmuştum? O çocukları kurtarmak için neye evet demiştim?
Selim daha fazla dayanamayarak belgeyi eline aldığında odada ki herkes birbirine bakıyordu. Yaklaşık beş dakika boyunca elinde ki belgeye baktı Selim. Beş dakikanın sonunda masanın üzerine fırlattığı belgeye daha önce görmediğim kadar sinirli baktı. Bakışları askerlerine çevrildiğinde pür dikkat hareketlerini izlemeye devam ettim. "Ne susuyorsunuz? Yalan desenize, okumayı unutmuşsun desenize!" Başımı yavaşça öne eğdim.
"Ne oluyor, anlatacak mısınız?"
Bade'nin sorusuyla yerde ki başımı kaldırıp Ercüment'e baktım. Bu cevabı benimde duymam gerekiyordu. "Şehirde ki bir yetiştirme yurduna saldırı düzenlemişler. Çocukları ve kadınları kaçırmışlar. Belge de yazılana göre," dediğinde inatla kaçırdığı bakışları gözlerimi buldu. "Onlara bir doktor yardım etmiş. Operasyon sırasında yaralanan adamları, yani bizim peşinde olduğumuz adamları birisi tedavi etmiş. Sonrasında da bu operasyona yardımcı olmuş işte." Cafer'in bana sürekli doktor demesinin sebebini anlamıştım artık.
"Ben hala bir şey anlamadım," dedi İpek. Bu kez sözü Akın devralmıştı.
"Çocukları ve kadınları kaçırmak için büyük bir operasyon düzenlemişler. Amaçları organ mafyacılığı. Biz bunu öğrenince göreve çıktık zaten. Bu görev boyunca onlara gizli bir doktor yardım etmiş. Yaralı teröristleri iyileştiren, onların kaçırdığı kişilere çip yerleştiren bir doktor."
Bu hikayede ki doktor bendim...
Üzerime yazılan hikaye buydu. Tuna flash'ı bilgisayara taktığında videoyu izlememiz için ekranı bize çevirdi. Arkası dönük olan bir doktor yerde yatan çocuğa bir şeyler yapıyordu. Sadece saçları görünen bu doktor arkadan bana benziyordu. Biraz daha izleyince bu çocuğun az önce gördüğüm çocuk olduğunu fark ettim. Ona bombayı bağlayan kişi doktordu. Bu video da yazılanları haklı çıkarmış oluyordu. Ne zamandır aktığını bilmediğim gözyaşlarını elimin tersiyle kuruladım.
"Bu doktor," dedi Bade güçlükle. "Efsun mu?"
Ağlamaktan ağrıyan gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Kalbim sıkışıyordu. Yavuz'un "Efsun abla değildir, yalandır," diyen sesi kulağıma dolduğunda yüzüne baktım. "Bence de yalandır," dedi Berker.
Kaya'nın bile gözleri kızarmıştı. Hepsi benim olduğumu düşünmüştü. Herkes bir şeyler söylerken Selim susuyordu.
Cafer'in söylediklerini hatırladım. Söyledikleri yere gidip bunun hesabını kendim soracaktım. Ancak o güne kadar kimseye zarar vermemesi için söz verdiğim gibi bunu kabullenmek zorundaydım. "Bunlar," dedim titreyen sesimle. Selim ellerine odakladığı bakışlarını bir anlığına yüzüme çevirdiğinde göz göze geldik. Yalan olsun, der gibi başını salladı. "Do, doğru," dediğimde hazırda bekleyen göz yaşı yanağına süzüldü. Anında başımı çevirdim.
Herkes okuyamadığım bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Kimse inanmak istemiyordu ama doğrulamıştım artık. Selim daha fazla dayanamayarak çöktüğü yerden ayağa kalkıp karşıma geçti. "Efsun," dedi bu kez daha ciddi bir sesle. "Söyle yavrum, söyle. Yalan de, komplo de!" Aslında belge ve videodan Yalan olduğu anlaşılabilirdi ancak oldukça detaylı incelenmesi gerekirdi. Her şey oldukça nizamı bir şekilde yapıldığı için tüm oklar bana çevrilmisti. "Susma," dedi yalvarır gibi. "Sen böyle sustukça benim kafamın içi susmuyor Efsun!" Sesi ilk kez böylesine yüksek çıkıyordu. Kıpkırmızı olmuş gözleri gözlerimi delip geçercesine bakıyordu yüzüme. Kimse konuşmadan olduğu yerde bizi izliyordu. Herkeste şok etkisi yaratan bir anın içindeydik.
"Ben, hiçbir şeyi isteyerek yapmadım."
Çünkü ben hiç bir şey yapmadım, demek istedim. Birkaç adım atıp iyice yanıma geldiğinde elini yanağıma koydu. "Yapmadın çünkü," dedi emin bir şekilde. "Yapmazsın Füsun," dedi kendi kendine konuşur gibi. Ne söylerlerse onayla. Üstlen.
Kendimi biraz geriye çektiğimde eli boşluğa düştü. "Yok anasını satayım," dedi Ercüment. "Bir oyunun içerisindeyiz biz." Her şey ortaya çıkmak üzereydi. Bu durum Cafer'in çocuklara zarar vermesi demekti. Daha inandırıcı olmak zorundaydım. En azından onu bir kez daha görene kadar bunu yapmak zorundaydım.
"Keşke," dedim. Keşke bu oyuna hiç mecbur olmasaydık.
Kaya bir şey söylemek için boğazını temizlediğinde masanın üzerinde ki telsizden garip bir ses geldi. Yavuz elime aldığı telsize gerekli ayarlamaları yaptıktan sonra dinlemek için havaya kaldırdı. "Yüzbaşı," dedi yabancı bir ses. "İnsanlar bazen istemedikleri eylemlere mecbur kalır. Doğru yolun sonuna kavuşana kadar yanlış yolda yürünebilir."
"Bu ses, bize yardım eden adam," dedi İpek. Ağlamaktan sesi de net anlayamamıştım. Göz yaşlarım yaşananlar için değildi. Ben o çocuklar için susmak zorunda kalmıştım. Cafer'in öylesine gözü dönmüştü ki küçücük bebeklerin bile canına kıyabilecek kadar vahşiydi.
Bina da ki işleri bittiğinde gitme vakti gelmişti. "Tam şu an," dedi Selim odadan çıkmadan. "Ya yapmadığını söyle ya da Mert'in elinde ki kelepçelere tamam de." Omzunun üzerinden yüzüme baktı. Bade ve İpek yapmadığımı söyleyip ağlarken oda da ki herkes bana inanmazmış gibi bakıyordu. Yalan söylemeyi beceremezdim zaten, onlar da bir şeyleri anlamış gibiydi. Mert'in isteksizce uzattığı kelepçelere bileğimi uzattım. Çarpılan kapıyla olduğum yerde kalırken Selim odadan çıkmıştı Burak ve Kaya peşinden gittiğinde Mert yanağına süzülen yaşlarla birlikte kelepçeyi bileklerime geçirdi. Hep beraber dışarıya çıktığımızda Selim yoktu.
"Nerede?"
"Buraları halledin, yanıma gelene de acımam haberi olsun, dedi, gitti." diyerek Ercüment'i cevapladı Tuna. Sevdiği kadının hain olduğunu düşünüyordu belki de. Bir anlığına dahi olsa inanmış mıydı bu oyuna? Araçlara bindiğimizde Ercüment karşımdaydı.
"Eğer, bu işin içinde farklı bir şeyler çıkmazsa ben de şunu bir kenara bırakırım," dedi elinde ki silaha Kaya..
"Komutanım, yapmayın. Siz onu asla bırakmazsınız," dedi Mert.
"Yok yok, gerçekten başka bir şeyler dönüyor burada," diyerek araya girdi Akın. Selim yanımıza geldiğinde hepsi susmuştu. Kaçamak bakışlarla yüzüne baksam da o inatla bana bakmıyordu. O uzun yol benim için yıllar boyu sürmüş gibiydi. Sevdiğim adamın karşısına bir hain kimliğiyle çıkmıştım. Şimdi de bileğimde ki kelepçelerle karşısında duruyordum.
Mert kelepçeleri açtığında hepsi yanımızdan uzaklaştı. Selim yanımızda kimsenin kalmadığına emin olduktan sonra kolumdan tutarak beni revire çekti.
"Seni kendi ellerimle teslim edeceğim."
Kalbime saplanan bıçak olduğu yeri biraz daha kanatmıştı. Bir eli az önce kelepçe de olan bileğimi kavradı. Kızarmış bileğimi yavaşça okşadı. "Canın yandı mı?" Hislerini okumaya çalışsam da imkansızdı. Sessizlestiğimin ardından avucunda ki elimi kalbinin üzerine götürdü. "Burasından çok acıdı mı?" Başımı iki yana salladım. Çünkü bu imkansızdı. Yüzüme düşen saçları geriye iterken kızaran gözleriyle yüzüme baktı. "Seni kendi ellerimle teslim edeceğim çünkü orada güvende olacaksın. O pislikleri yakalayana kadar orada olacaksın. Böylece sana ulaşamayacaklar. Sana söz veriyorum cezalarını kendi ellerimle vereceğim. Benim sevgilim suçsuz diyeceğim herkese." İnanmamıştı. Başından beri o doktorun ben olduğuma inanmamıştı!
"Oradayken, neden gittin?"
Kendimi biraz toparladığımda konuşma sırası bana geçmişti.
"Düşündüm," dedi. "Bir anlığına bu oyunun gerçek olduğunu düşündüm. Çıldırdım Efsun, seni o halde görmektense kendimi çekip vururum dedim. Ama çok iyi bildiğim bir şey var." Kokusunu içime çektiğimde birkaç saniyeliğine gözlerimi kapattım. "Ben o yeşil gözlerden geçeni her şeyden çok bilirim. Çocukların kılına zarar gelmesin diye uğraşan Efsun'umun onlara bomba bağlamayacağını da, abisini, babasını, sevdiği adamı vatanı uğruna adamışken o pisliklerle iş birliği yapmayacağını bilirim."
Yanağıma süzülen yaşları parmaklarıyla sildiğinde dayanamadan boynuna sarıldım. Babam bana böyle öğretmişti. Ne olursa olsun yalan söylemek kötüydü. Bende becerememiştim işte. Cafer'in yaptıklarına karşılık kendimi deşifre etmiştim. Oysa suçu üstlenmem gerekiyordu. Ya ben inandırıcı değildim ya da herkes bana çok güveniyordu... Ayakta durmak istemediğimi anladığında belimden tutarak sedyeye oturttu. O böyle davrandıkça daha da ağlamak istiyordum.
"Füsun," dedi parmakları saçımda gezinirken. "Ağlayacaksan da güleceksen de yanımda ol olur mu? Ben beceriksiz adamın tekiyim. Başına neler geldi, koruyamadım seni ama sen ne olursa olsun benden gitme. Hep bende kal."
Başımı biraz geriye çekip yüzüne baktım. Bu kez benim elim onun saçlarında gezindi. Elimi kavrayıp avuç içime bir öpücük bıraktığında ikimizin yanağına da birer damla yaş süzüldü.
"Sen bana hep en doğru zamanda geldin."
Öyleydi. Selim hiç yokken bile herkesten çok olandı. Düştüğümde kaldıran değil, düşmeme engel olandı. Yaklaşık bir yıl öncesinde onu tedavi ettiğim sedye de bu kez o benim yaralarımı sarıyordu.
"Anlat güzelim," dedi yumuşacık bir sesle. "Burada onlar yok, duymazlar bizi. Anlat ki ne olduğunu bileyim. Seni de o masumları da koruyabileyim."
Gitmesinden korkar gibi yanına biraz daha yaklaşıp o odada olanları anlattım. Gözlerini kısıp dikkatlice beni dinlemişti. Bir kez daha göz yaşlarımı sildiğinde derin bir nefes aldı.
"Senin şu göz yaşların operasyondan çok zorlar beni."
"Bir an," dedim aklımda ki soruyu yeniden hatırladığımda. "Orada ki herkes bir anlığına da olsa inandı mı o oyuna?"
Bugün ilk defa gülümsediğini görmüştüm. Elinde ki bereyi okşadıktan sonra yanına bıraktı. "İhtimal bile vermediler." Bu kez ben derin bir nefes almıştım. "Kızlar zaten inanmadı. Bizimkiler de bir şeyler olduğunu fark edip soruşturmaya başladı. Ama hepimizin beynimizden vurulmuş gibi olduk. Sen de öyle ben yaptım, falan deyince gözüm hiçbir şeyi görmedi. Seni ona mecbur ettikleri için, senin o oyuna evet demek zorunda kaldığın içindi tüm öfkem. Bu sana zarar vermesin diye uzaklaştım oradan."
Başımı omzuna koyduğumda sessizleşti. Üniforması ile daha ciddi olsa da duyduklarımdan sonra biraz daha rahatlamış hissettim. "Seni çağırdıklarında gideceksin ama biz de peşinde olacağız. Bir şey olursa müdahale edeceğiz. Ama senin gidip delilleri alman gerekiyor. Sonrasında sana ulaşamamaları için seni tutuklu gibi göstereceğiz."
Bir şey söylemedim. Bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyordum. Bize yardım eden adam aklıma geldiğinde Selim'in de onu gördüğü aklıma geldi. "Peki sana kapıda çarpan, bize yardım eden o adam kimdi sence?"
Yoğunluktan onu unutmuş gibiydi. Önce konuşmadan düşündü. Sonra omuzlarının hareketinden derin bir nefes aldığını hissettim. "Onlardan biriydi muhtemelen, ama benim de dikkatimi bir şey çekti." Cebinden çıkardığı resmi bana uzattı. "Maske vardı yüzünde ama gözünün çok yakınında küçük bir ben vardı. Belki aklıma Yiğit geldiğinden aklımda kalmıştır."
Yiğit'in gözleri de ela.
Sadece gözlerini gördüğümüz bir adamı birine benzetmek saçma olurdu. Ayrıca onlardan birinin iyi olma ihtimali yoktu. İkimiz de hiç konuşmadan sedyenin üzerinde oturmaya devam ederken sırtını duvara yasladı. Beni de geri çektiğinde başımı yeniden omzuna koydum. Bu belki de beraber geçirdiğimiz son geceydi. Operasyon bitene kadar dikkatli olmamız gerekiyordu.
"Dün görüşemedik.
İki yüzyıl görüşememişiz gibi geldi. Ve üç yüzyıllık göresim geldi seni."
Sözleri yüzümü hafiften gülümsetirken kollarımı beline sardım. Saçlarıma öpücük bıraktığını hissettim. Beni gerçekten de ezber etmişti. Alerjilerimi, sevdiklerimi, huylarımı derken bütün detaylarımı öğrenmişti. Belki de onun başına sürekli sorun açan bendim. Aklımdan geçenleri bilir gibi daha sıkı sarıldı.
Kolunda ki saate baktığında omzunda ki başımı yavaşça geriye çekip yüzüne baktım. Dudakları yavaşça yukarıya kıvrıldı. "Tam bir yıl önce," dedi odanın karanlığında zor görünen yüzüme bakarken. "Bundan birkaç saat sonra ansızın odana geldim. Kalbimde ki acılarla, bedenimde ki yaralarla sana tedavi olmaya geldim." Yaklaşık bir yıl derken tam bir yıl olmuş muydu? Gerçi olmuştu. Hatta düşündüğümüz zaman geçmişti bile. Ama bizim için yıl dönümü bugündü. Birbirimize ilk defa yakın hissettiğimiz, sınırları kaldırdığımız gün bugündü.
"Doktorlar hastalarını iyi ederken sen beni daha da hasta ettin oysa," dediğinde kaşlarımı çattım. "Bir çift yeşil göze esir ettin beni. Saçlarının kokusunu almadığım gün daha da kötü hissettim kendimi. Önce git istedim," dediğinde itirafta bulunduğunu anladım. Daha önce bunlardan bahsetmemişti. "Bana o kadar acının içinde böyle güzel hissettirme istedim. Sonra senin kaderin de bu oğlum, dedim. Vatanını nasıl yuvan belleyip korumak için canını adamışsan aynısını ona da yapacaksın, dedim."
Vatanından sonra sevdiği olmak benim için gurur verici bir şeydi. Ben annemden böyle görmüştüm. Abim de öyleydi. Vatanını seven adam eşini de severdi, çocuklarına baba olurdu.
"Öldün dediler, hiçbir şey hissetmedim. O gece mezara gittiğimde seni gördüm. Orada uyuyakalmışsın."
Şehit olduğunu sandığım da olanları anlatıyordu bu kez. O bıçağı yeniden kalbimde hissettim. "İşte o an öldüm. Yanına gelemedim diye hep geç kaldım sonrasında,"dedi kendi kendine kızarmış gibi. "Gözümün önünde o pislikler sana zehir verdi. Gözünü açtığında beni hatırlamadın, işte canım ilk kez o zaman yandı. İlk defa düşmanıma yalvaracak noktaya geldiğimi hissettim."
Benimle konuşmaktan çok kendiyle hesaplaşıyor gibiydi. Belli ki bugün konuşmamız gerekiyordu. Olanlardan sonra ikimiz de içimizde bir şey kalsın istemiyorduk. Elimden tuttuğunda itiraz etmeden peşinden gittim. Dışarıya çıktığımızda çok kalabalık olmasa da oturanlar, yürüyenler vardı.
Askeriyenin önünde durduğumuzda karşımda durdu. Ona öylesine odaklanmıştım ki çevremize biriken kişileri görmemiştim bile. "Benim yollarım hep sana çıktı Füsun," böyle seslenmesini özlediğimi fark ettim. "Bunun için ne kadar şükür ettim bilemezsin. Ben çok şey kaybettim, ama sadece seninle birçok şey kazandım. İlk defa birini vatanım kadar çok sevdim, bağlandım."
Hızlıca diz çöktüğünde olanları şaşkınlıkla izliyordum. "Ben sana aşığım Füsun. Bir sınır olmadan, kural olmadan." Cebinden bir kutu çıkardığında yeniden yüzüme baktı. "Bak, söyleyecek çok şeyim var ama hepsini susturacak bir şey de var." Kutuyu açtığında hem gösterişli hem de kibar bir yüzükle göz göze geldim. "Benimle evlenir misin Füsun?"
Herkesten sevinç sesleri yükselmeye başlamıştı. Ellerimle ağzımı kapatırken etrafımızda ki kalabalığa baktım. Boralar Timi, kızlar ve adını bilmediğim birkaç asker vardı. Yeniden Selim'e baktığımda bende birkaç şey söylemek istedim ancak kafamın içinde ki milyonlarca cümleyi bir araya getiremedim.
"Sen bana hep doğru zamanda geldin," dedim bir kez daha. "Evlenmeye de, seninle olmaya da binlerce kez evet!" Yüzünde içten bir gülümseme belirdiğinde yüzüğü parmağıma taktı. Ayağa kalkıp kollarını belime sardığında burnunu omzuma dökülen saçlarımın arasına gizlemişti. Herkes bizi alkışlarken biz o anda kalmış gibiydik.
"Aslında böyle planlamamıştım ama beklemek istemedim." Geri çekildiğinde sağ elini yanağıma koydu. "Bir ömür şu gözlerin, gülüşün yanında yaşlanmak istediğimi fark ettim ilk günden. Senden kaçarken sana geldim. Bir ömür benden üst ol istedim." Sabahtan beri ağlayan gözlerim ilk defa gülmüştü. Belki de verdiğim kararlar içinde en doğru olanı Selim'i sevmekti.
Kalabalık yavaş yavaş dağılırken kalanlar bizi tebrik etmek için yanımıza gelmişti. "Komutanım, şu bu derken bizim düğün de ertelendi ama bizden önce bir sürpriz yapmazsınız umarım." Akın, Mert'in ensesine vurup güldü.
"Daha sırada biz varız lan. Kolay mı öyle hemen evlenmek?"
"Sizden sonra da biz varız işte," diye atıldı Ercüment.
Herkes gülüp birbirine sarılırken arkadan gelen sesle Ercüment kaskatı kesildi. "Neyde varsınız Korkutan?"
Tuğrul amca oldukça ciddi bir ifadeyle yanımıza geldiğinde İpek ve Ecem'e göz kırpar gibi bakmıştı. Ercüment'in bu korkusu onun da hoşuma gidiyordu ve her fırsatta bunu kullanıyordu.
"Komutanım biz şakasına diye,"
"Ooo," dedi Tuğrul amca. Selim'e ve bana bakıp güldü. "Biz de kızımızı kimlere emanet ediyoruz? Daha karşıma çıkıp sırada biz varız diyemeyen damat mi olur?"
Ercüment'in gözleri duyduklarıyla kocaman açılırken biz gülmeye başlamıştık. "Yok yok," dedi kendi kendine. "Ben bu aklı bugün kaçırmadıysam bir daha kaçırmam."
Bir süre daha olduğu yerde durduktan sonra albay'ın karşısına geçip selam verdi. Ardından elini öpüp sarıldı. Tuğrul amca olanlardan haberi olduğunu söyleyip bizi tebrik etti. Yanımızdan ayrıldığında Ercüment'in bir zil takıp oynamadığı kalmıştı.
"Bana bakın lan, duydunuz. Bizim sırayı alan olursa asla affetmem bundan sonra." Önce geciken düğün gerçekleşecekti. Ardından Akın ve İpek onlardan sonra da Bade ve Ercüment. Şimdilik onlardan sonra biz vardık.
"Zaten başka da çift yok sanırım," dedi Yavuz.
"Yol açılmışken bir yerden başlamak lazım," dedi Burak. Biz gülmemek için birbirimize bakarken Akın'ın çatılan kaşlarının hedefi Burak olmuştu.
"Sana da yoluna da diyeceğim şimdi ucu başkasına dokunacak tövbe tövbe. Hem sırada Kaya var lan."
Sabahtan beri sessizliğini koruyan Kaya öksürmeye başladı. Akın bir noktada haklıydı. Kaya'nın ilişkisi de eskiye dayanıyordu bir yerde. "Hem neydi o öyle çantalar, mektuplar falan?" Berker de araya girince oklar Kaya'ya çevrilmişti.
"Benim olduğum tek sıra ekmek sırası Komutanım."
"Lan kız alerjin olduğunu bile aklında tutmuş. Hem sen tedaviye giderken demiyor muydun sadece ona anlattım, diye? Bir sen bir Rümeysa bir de Allah biliyor o konuları zaten."
Ercüment'in söyledikleri doğru olacak ki herkes başını sallıyordu. Sabahki gerginlik yerini neşeye bırakmıştı. Herkes birbiri ile konuşup eğlenirken Selim yanıma gelip az önce yüzük taktığı elimi tuttu. Artık yüzüklerimizi daha ciddi bir adım için takmıştık.
"Bir Allah biliyor," dedi Kaya.
"Yüzü aklımdan çıksın diye her gece dua ettiğimi bir Allah biliyor." Kaya başka bir şey söylemeden gittiğinde Ercüment istediğini almış gibi güldü. Kaya artık saklama gereği duymuyordu. Rümeysa'ya karşı olan düşüncelerini açıkça söylüyordu.
Derin bir nefes alıp önce gökyüzüne sonra Selim'e baktım. Diğerleri de bizi yalnız bırakmak ister gibi yanımızdan gittiğinde yüzüğümü havaya kaldırdım.
"Şu operasyon bitsin ailelerimizle yüz yüze konuşmaya gideriz."
Kafamı sallayıp onayladım. Belimde ki elini kullanarak beni kendine çektiğinde parlayan gözleriyle gözlerime baktı. "Varlığına bin şükür."
Kulağımın hemen altına bir öpücük bıraktığında bende içimden sonsuz kez şükür ettim. Bu ana gelene kadar birçok zorluk yaşasak da sonunda yine biz kazanmıştık. Sevdiğim adamla, sevdiğin kişilerle çok mutluydum. Ya yapamazsam, dediğim Şırnak bana kocaman bir aile vermişti.
Kendi kurduğum ailem vardı benim. Diğer ailemin yokluğunda bana abi, kardeş, arkadaş olanlarım vardı...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.7k Okunma |
5.74k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |