Bu sefer merhaba demeden önce ufak bir bilgilendirme yapmak istedim. Karakterler için hala parodi sosyal medya hesapları açmadım. Eğer açarsanız ya da görürseniz bana da bilgi vermenizi rica ederim. Şarkıyı üçüncü kısımı okurken dinlerseniz daha güzel olabilir. Kendimi bildim bileli hep bir kurgu yazma hayalim vardı. Efsun'u da bu hayal doğrultusunda yazmaya başladım. Vermiş olduğunuz tepkiler ve etkileşimler o kadar güzel ki. Her bir bildirimi görmek beni çok mutlu ediyor. Sizi çok çok seviyorum. Keyifli okumalar...
◇
Bembeyaz bir aydınlık, mis gibi çiçek kokuları... Günler sonra odamda uyandığımda gördüğüm rüyalar bile değişmişti. İpek'in az önce üzerime örtü örtmesiyle gözlerimi açtığımda aslında kızların hepsinin burada olduğunu görmüştüm. Meraklı gözlerle beni inceliyorlardı. Yatağımda doğrulup sırtımı başlığa dayadım. Merve yatağın ucuna otururken diğerleri duvara yaslandı.
"Günaydın," dedi Bade cıvıl cıvıl bir sesle.
"Günaydın, herkese." Bende onun kadar neşeli konuşmaya çalışsam da olup olmadığını bilmiyordum. Söylediğim son kelime biraz da herkesin neden burada olduğunu öğrenmek içindi. Hepsi iyi olduğuma emin olmak için saatlerce başımda mi beklemişti? Hastanede yapılan kontroller sonrasında sabaha karşı eve gelmiştik. Dinlenmem için tek başıma odama geldiğimde yanımda kimse yoktu. Son hatırladıklarım bunlardı.
"Biz işe gideceğiz. İstersen gitmeyebiliriz ama," diye bir teklifte bulundu Ecem. İpek ve Ecem gideceği için başımı Bade ve Merve'ye çevirdim. İkisi de bakışlarım karşısında gülerken kaşlarım çatıldı. "Misafirin gelecekse biz de gidelim diyeceğim de aşağıda zaten." Aşağıda? Misafirim mi gelmişti?
"Hiç gitmemiş ki," diyerek konuşmaya devam etti Merve. "Arabada beklemiş seni eve bıraktıktan sonra. Sabah erkenden de kapıyı çaldı, geldi." Tahmin etmesi zor değildi. Misafirim de bunları yapanlar da belliydi. Aceleyle ayağa kalktığımda İpek ve Ecem işe gitmek için odadan çıkmışlardı. Bade buluşması gereken birisi olduğunu söylediğinde odada sadece ben ve Merve kalmıştık. Banyoda üzerimde ki kıyafetleri değiştirdikten sonra tekrar odaya gelip saçlarımı düzeltmeye başladım.
"Efsun," dedi Merve. Sesi sabırsız bir çocuk gibi çıkmıştı. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde gözlerinde tarifsiz bir mutluluk vardı. "Bugün kalp atışlarını duyacağız bebeğin." O kadar mutluydu ki her an mutluluktan bile ağlayabilirdi. Elimdeki tarağı aynanın önüne bırakıp yanına gittiğimde kollarımı bedenine sardım.
"Ne denir bilmiyorum ki, daha önce hiç bir bebeğin kalp atışını duymadım. Ama büyüleyici bir şey olduğuna eminim."
Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığında çalan telefonunu cevaplamak için balkona çıktı. Merve balkona çıkmadan hemen önce salona gideceğime dair bir işaret yapsam da oldukça heyecanlı bir şekilde telefonda konuştuğu için görmemişti. Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp salona girdim. Balkon kapısı açıktı, Selim odada olmadığına göre orada olmalıydı. Adımlarımı sessiz bir şekilde balkona çevirirken kulağıma dolan ses tüm vücudumu gevşetti.
"Beceremedim dede," dedi Selim titreyen sesiyle.
Kafamı dışarıya doğru uzattığımda nihayet görüş alanıma girdi. Ahşap sandalyeye öylece kendini bırakmış, elinde ki resme bakıyordu.
"Öldüm sandım bir ara," dedi sıkışan nefesini dışarıya vermeyi denerken. "Aynada kendimi gördüğüm her gün bağırdım, kızdım. Ne beceriksiz adamsın lan sen, dedim kendi kendime."
Geldiğimi hala fark etmemişti. Başını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldı.
"Efsun benim aldığım nefes, içtiğim su, baktıkça soluklandığım gökyüzüymüş meğer dede."
Cümlesi kalbime dokunurken buruk bir gülümseme yayıldı dudaklarıma.
"Hani derler ya; Meğer ne çok yanarmış canı insanın, baktığı yerde göremeyince görmek istediğini. Doğruymuş. Her şeyi yeşil görmek, herkesi Efsun gibi görmek de doğruymuş. Allah bir daha onun yokluğunu yaşatmasın bana."
"Amin."
Karşısında beni görünce buğulu gözleri parladı. Elinde ki resmi cebine katarken ayağa kalktı. Zaman durmuş gibi olduğumuz yerde öylece birbirimize bakıyorduk. Yüzünde yarım bir gülüş meydana gelirken kollarını iki yana açtı. Yeni yürümeye başlamış bir bebek gibi paytak paytak adımladım. Kolları anında belime dolanırken başımı göğsüne yasladım. "Çok şükür," diye mırıldandı.
"Çok güzelsiniz," dedi hayranlık dolu ses. Selim sarılmaya devam ederken beni de yan tarafına çekmişti. Merve gülümseyerek masaya oturduğunda Selim saçlarımı öptü. Sandalyelerden birini çekerek oturmamı işaret ettiğinde gülümseyerek dediğini yaptım. Merve gülse de az önceki kadar neşeli görünmüyordu.
"Merve, bir sorun mu var?"
Anlatıp anlatmamak arasında gidip geldiği sessiz kalmasından anlaşılıyordu. Elleriyle oynamaya devam ederken kafasını yavaşça kaldırıp bize baktı. "Tunayla konuştum. İşleri bitmemiş, gecikeceğiz biraz. İstersen sen git, kaçırma, dedi ama babası olmadan bebeğimizin kalp atışlarını dinlemek istemiyorum."
Bakışlarım istemsizce Selim'e kaydığında şaşırmıştım. Benim tepkisiz bir yüz ifadesiyle karşılaşma düşüncem doğru çıkmamıştı. Kaşları hafifçe yukarıya kalkarken dudakları aralandı. Başını çevirdiğinde gözlerimiz buluştu. Bakışlarında bir yoğunluk vardı. Siyah gözleri daha bir sıcak bakıyordu. Merve'nin ve benim şaşkın bakışlarımız eşliğinde telefonunu çıkarıp birisini aradı. Telefonu masaya bıraktıktan sonra bizim de duymamız için sesini açtı.
"Yüzbaşı Karacalı," dedi ciddi bir tonlamayla.
Seni daha nasıl sevebilirim?
"Buyurun Komutanım," dedi telefonun ucunda ki ses.
"Poyraz, bizim timde ki Tuna'yı yanıma gönderebilir misin?"
Merve'nin şaşkın bakışları parladı. Kocaman gülümsedi. Poyraz anında evet, cevabını verdi.
"Haberim olduğunu Burak Üsteğmen'e söylersin."
Gerekli bilgileri verip telefonu kapattığında hayranlıkla baktım. Merve tutamadığı göz yaşını kurularken gülmeye devam ediyordu. "Ben, çok teşekkür ederim abi. Gerçekten çok önemliydi bizim için."
Selim gülümseyerek rica ettiğinde gözlerini gözlerime çevirdi. "Öyledir," dedi sesi oldukça yumuşak bir tonda çıkarken. Aradan en fazla on beş dakika geçtiğinde kapı çalmıştı. Selim kapıyı açmak için gittiğinde saniyeler sonra Tuna yanımıza gelmişti.
"Merhaba yenge," dedi aceleyle. Bakışları hızla etrafı incelerken bir şey arıyor gibiydi.
"Aşkım, her şey hazır değil mi, neden hala oturuyorsun? Gerçi yürüme sen, yorulursun. Kucağıma alayım ben seni."
Tuna bugün gerçekten ışık hızında hareket ediyordu. Yanımda oturan karısını saniyeler içinde kucağına aldığında bende ayağa kalktım. "Tuna, saçmalama. İndir beni. Çok ağırlaştım zaten."
Merve bir duygu değişiminin daha eşiğindeyken Tuna onu dinlemeden kapıya yönelmişti bile.
"Hayatım sen mi ağırsın? Ulaş Komutanım eğitimde senden çok daha ağırını," dediğinde Selim boğazını temizlediği için susmuştu. "Yenge çantayı sen alabilir misin?" Onlar çoktan dışarıya çıktığında çantayı alıp peşlerinden gittim. Selim de arkadan gelirken kapıyı kilitlemişti. Anladığıma göre Tuna'nın arabası bakıma ihtiyacı olduğu için gelememişti. Merve arka koltuğa rahatça yaslandığında Tuna hangi tarafa bineceğini şaşırmıştı.
"Komutanım, arabayı ben kullanabilirim isterseniz."
Selim oyuncağını paylaşmak istemeyen bir çocuk gibi elinde ki anahtarı avucunun arasına gizledi. "Oğlum yerde misin, gökte misin belli bile değil. Şimdi yolda da heyecan yaparsın sen. Kendi arabana yaptığın gibi benim kızıma da zarar verirsin."
Kızım demesi beni hem güldürmüş hem birazcık kıskandırmıştı. Arabası ile arasında çok başka bir bağ vardı. "Haklısınız komutanım. Ben arkaya geçeyim, belki yolda sancı başlar falan."
"Tuna! Doğuma aylar var hala. Bin artık şu arabaya," diye bağırdı Merve. Tuna saçmaladığını fark ederek arabaya bindiğinde bizde gülümseyerek birbirimize bakmıştık. Nihayet herkes kendi yerine oturduğunda merkezde ki hastaneye gidiyorduk.
Tuna arkada heyecanla konuşmaya devam ederken Merve derin derin nefes alıp vermekle meşguldü. "Normalde böyle değildi," diyerek araya girdi Selim. Ortam sessizleşirken herkes onu dinliyordu. "Baba olunca çenesi düştü adamın." Merve kocasının bu haline gülerken bir yandan da şefkatle bakıyordu. Biz bile bu kadar heyecan yaptıysak onları düşünemiyordum. Selim baba deyince aklıma gelen düşünceye gülümsedim.
"Hiç susmadan konuşurum bebeğimi," dedi Tuna büyük bir gururla. "Hem sizi de göreceğiz komutanım. Biz evlendikten kısa bir süre sonra sevgili oldunuz. Kendi aranızda yüzük bile takmışsınız. Çocuk işi de bize benzerse junıor yüzbaşı her an bize merhaba diyebilir."
Merve kocasının koluna uyarırcasına dokunurken vücudumda ki tüm kanın yanaklarıma hücum ettiğini düşündüm. Junıor yüzbaşı... Ben kızaran yanaklarımı gizlemeye çalışırken Selim oldukça rahat görünüyordu. Kafamı usulca ona çevirdiğimde gülümsediğini gördüm. Düşündüklerini tahmin edebiliyordum. Merve ve Tuna çoktan başka bir konuya geçtiğinde Selim sadece gözlerini kaydırarak yüzümü inceledi. Gülümsemesi gamzesini belli edecek kadar büyüdüğünde göz kırpmıştı. Çok büyük olmasa da kalabalık görünen hastanenin önüne geldiğimizde hepimiz nefesimizi tutmuş bir şekilde sıra bekliyorduk.
Tuna bir oraya bir buraya yürüyüp sakinleşmeye çalışırken Selim dikkatle onu izliyordu. İzlerken bir şeyler düşünür gibi gülümsüyordu arada. Hemşire Merve'nin adını söylediğinde onlar içeriye girerken elimi Selim'in elinin üzerine koydum. Sıcacık elleri anında benim ellerimi kavradı. Bakışları öylesine derindi ki içimde hoş bir melodi gibi hissettiriyordu kendini.
"Komutanım," diye seslenen Tuna ile ikimiz de daldığımızı belli etmeden başımızı ona çevirdik. Doktorun odasından kapısını uzatmış bizi çağırıyordu. İkimizin de şaşkın şaşkın baktığını görünce başını sallayıp gelmemiz için elini salladı. Yavaş adımlarla odaya girdiğimizde etrafta ki her şeyi tek tek inceledim.
"Buraya sizin sayenizde geldik. Size de dinletmek istedik."
Selim şaşkın şaşkın bana baktığında bende ondan farksız görünmüyordum. Hazırlıklı olmadığımız bir yerden yakalanmıştık. Merve yattığı yerden gülümserken doktor da anlayışlı gözlerle bize bakıyordu. Bir tuşa dokunmasının ardından kulağımıza dolan o güçlü ses ikimizi de gülümsetmişti. Minicik bir bebeğin kalbi kendisinden kat kat daha güçlü atıyordu. Ekranda ki bakışlarımı usulca elimi tutan adama çevirdim. Kaşları hafifçe yukarı kalkmış, bakışları pür dikkat ekrandayken kalp atışlarını dinliyordu. Onun babası olacağı bir bebek şüphesiz dünyanın en şanslı bebeği olabilirdi bana göre. Benim kendisini izlediğimi bile fark etmemişti. Avucunun içindeki elimi daha sıkı kavradı. Sesler bir anda durduğunda daldığı yerden kendine gelir gibi irkildi. Doktor bir şeyler anlatmaya başladığında biz odanın dışına çıkıp beklemeye başlamıştık. Ellerimi bir an olsun bırakmadan karşıma geçti. Gözleri dolmuş gibiydi. Belki de baba olmayı düşündüğümden daha çok istiyordu. Hastane bize oldukça sıcak gelirken dışarıya çıktık. Etrafta ki insanları izledikten sonra tekrar bana döndü.
"Sen şimdiden bu kadar heyecanlandıysan bizim bebeğimiz olacağında ne yapacaksın? Bir de önce oğlumuz olsun diyorsun, kızımız trip atarsa?"
"Ben o anlamda söylem-" dedikten sonra durakladı. Gözleri umutla gözlerime bakarken bir cevap arıyor gibiydi. Dün gördüğüm rüyadan sonra her şeyi çok daha net hatırlayabiliyordum. Bazı anlarda ufak tefek sorunlar olsa da çoğunluk olarak hatırlıyordum. Dudaklarım yukarıya kıvrılırken başımı sallayarak cevap verdim.
"Hatırlıyorsun," dedi. "Kurduğumuz hayali hatırlıyorsun, Füsun."
Kurduğumuz hayal...
Bir mutfakta konuşurken kurulmuş bir hayaldi bu. Önce oğlumuz olsun istiyordu ama kızımız olursa diye düşündüğünden değil. Kız da olsa erkek de olsa çok çok seveceğini biliyordum. Sadece görevi dolayısıyla çok fazla yanımda olamayacağı için kendisinin bir nevi kopyasını yetiştirmek istiyordu. Sonrasında doğmasını istediği kızımıza abilik yapacak birisini istiyordu. Kolları heyecanla vücuduma sarılırken başımı öpüp kafasını gökyüzüne kaldırdı. "Çok şükür, çok."
◇
İnsan geçmişinden kurtulabilir miydi? Ruhunda bıraktığı izlerden, zihninde ki acı dolu anılardan? Hiçbir şey olmamış gibi davranıp yaşamaya devam etmek istedi Eylül. Ne zaman böyle düşünse olmuyordu, yaşadıklarının her detayı aklına geliyordu. Bu süreçte annesi bile ona sırt çevirmişken tek dayanağı olan abisine sarılmıştı. Buraya geldikten sonra fark ettiği şeyler olmuştu. Timde ki herkes onun için bir abiydi, kızlar ise birer abla. Ve Burak...
İlk geldiği günden beri her şeyiyle ilgilenen, gördüğü yerde nasıl olduğunu soran kişiydi o. Buraya alışırken kızlarla samimi olsa da Efsun'un kaçırılması onu da derinden etkilemişti. Düşmanları bu kadar yakınlarındayken başlarına kötü bir şey gelmemesi için dua ediyorduk.
"Hala inanmıyorsun," dedi Burak. Eylül o an fark ettiği dalgın bakışlarını duvardan çekip elinde ki kaleme odaklandı. Karşısında ki adam dikkatle onu izlerken saçlarını geriye savurdu.
"Komutanım, yanında olduğunu söyledi. Sende endişe etme artık."
Burak'ın sarı saçları bere taktığından dolayı karışmıştı. Bal rengi gözleri Eylül'ün daha önce gördüğü hiçbir göz rengine benzemezken oldukça farklı geliyordu. Burak beresini masaya koyup düzeltirken Eylül önce sessizce onu izledi. Ardından elinde ki kalemi masaya bırakıp boşta kalan elini saçlarına uzattı. Burak'ın bakışları aniden gözleriyle buluştuğunda ina bakmadan saçını düzeltmeye devam etti. Düşündüğünden çok daha yumuşak saçları vardı. Saçlarını iyice düzelttiğine emin olduktan sonra parmakları usulca üniformaya indi. Brövelerin üzerlerini yavaşça okşadıktan sonra suç işlemiş gibi irkilerek geri çekildi. İzinsiz bir şey yaptığı için çok kızması gerekirdi ona, hatta kocası olsa döverdi diye düşündü içinden. Yumruklarımı sıktığını avucuna batan tırnaklarıyla fark ettiğinde gözleri buğulandı.
"Babamda da vardı bunlardan, dalmışım öyle. Ben çok özür dilerim, izinsiz dokundum."
Elleriyle oynamaya devam ederken inatla göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Yere eğdiği bakışlarından elinin üzerinde bir gölge gördü. Burak'ın eli onun elini tutup tutmamak arasında gidip geliyordu. "Bana karşı hiçbir zaman özür dilemek zorunda değilsin." Özür dilemesini de kabul etmemişti, kızmış mıydı ona? "Çok gerildin bir anda, neden olduğunu konuşmak ister misin?" Burak elini geri çekerken Eylül uzanıp kavradı ince parmakları. Bir bebeğin annesinin elini tuttuğu gibi sıkı sıkı tuttu. "Anlatırken elimi tutar mısın?" Burak şaşırırken söyleyecek bir cevap aradı. Her zaman, dedi iç sesi. Konuşmak yerine başını salladığında dinlemeye başladı.
"Bir keresinde gömleğinin düğmesi kopacak diye kıyafetine dokundum. Düğme düşmeden dikeyim istedim," dedi bakışları tekrar o güne döndüğünü belki eder gibi dalarken. "Sımsıkı tuttu bileğimi," diyerek anlatmaya devam ettiğinde aklına gelen anılarıyla beraber şu an tuttuğu Burak'ın elini sıkı sıkı kavradı. Tıpkı o gün kocasının onun bileğini sıktığı gibi sıkıyordu tuttuğu eli. Ancak o kadar dalmıştı ki farkında bile değildi. Burak bir tepki vermeden dinlemeye devam etti.
"Benimle yaşıyorsan izin almayı bileceksin," dedi o otoriter ses tonunu taklit ederken. "O çamaşır suyu kokan ellerini üzerime değdirmeyeceksin." Geri kalanında konuşmak yerine havaya kaldırdığı elini usulca yanağına götürdü. İzi geçmişti ama acısı hala oradaydı. Vücudunda hala geçmeyen birkaç iz dışında çok bir leke kalmamıştı. Hisleri hala o günkü gibi dursa da görüntüden bunu silmeyi başarmıştı.
"Şerefsiz puşt," diye mırıldandı Burak sıktığı dişlerinin arasından. Eylül sımsıkı tuttuğu eli rengi beyaza yakın bir renge dönen ellerinden fark ettiğinde geri çekilmek istedi. Burak hamlesine karşılık avucunda ki eli narin bir şekilde kavradı. "Eylül," dedi karşısında küçük bir çocuk gibi ona bakan kadına bakarken. "Sen bana hep sarma yapsana?"
Eylül duyduğu cümleyle şaşırırken vereceği cevaba şaşırmıştı. Geçen gün yanlışlıkla herkese açık etmek zorunda kaldığı bir ana değinmişti Burak.
"Ya kızım canım sarma çekti diyorum anlamıyor musun?"
Akın kardeşine naz ederken aklına gelen sarma görüntüleriyle baş etmeye çalışıyordu. "Boşuna uğraşma abi, sarma falan yapamam ben. Dolapta dolma var, ondan yersin."
Akın kardeşini ikna edemeyeceğini anladığında hayıflanarak mutfağa yöneldi. "Yapamazmış. Bugüne kadar hiç sarma yapmadın ki zaten. Şimdi de yapma, ilk defa yapacağın için zehirlersin falan. Git kocana yap sen."
Eylül hiç sarma sarmamıştı. Nedenini kendisi de bilmiyordu ama bu iş ona hep zor gelmişti. Birkaç hafta önce abisi ile telefonda konuştuğunda Burak'ın dolma sevmediğini öğrenip sarmayı sevdiğini duyduğunda anneannesinden öğrendiği tarifle sarmıştı tüm sarmaları. İlk defa, yapamam dediği bir şeyi yapmıştı ve bu Burak sayesinde olmuştu.
◇
Karadeniz...
Evvel zaman içinde, köyün kadınları ormana oduna gitmişler. Beraberlerinde de genç bir kız varmış. Kızın yükü ağır geldiğinden oturup biraz dinlenmek istemiş. Diğer köylüler önden gitmişler. Dinlenen kız, kalkıp yürümeya başladıysa da bir müddet sonra her tarafı sis kapladığından, kız yolunu kaybetmiş, bir ayıya rastlamış. Ayı kızı zorla kaçırarak mağarasına götürmüş. Kendisini bal ile meyve ile beslemiş. Üç ay sonra kız ayıya alışmış evlenmişler. Aradan 15 yıl geçmiş. Çocukları olmuş. Ayı kızı ailesinin evine götürmüş. Eve vardıklarında kız eve girmiş. Ayı'yı gören köylüler onu öldürmüşler. Kadın bunu görünce ağlamış ve şu ağıtı yakmış:
Ayı idi mayı idi
Gene benum kocamidi
İyi di kötü idi
Evine çok bağlı idi
Yağı balı çok idi
Askerluği yok idi
Bu bili, bu bili...
Şu an üzerinde durduğumuz köprüden altımızdan akan dereye bakarken Selim'in anlattığı bu hikayeye gülüyordum. Şirin teyze oğlunun yaşadığını öğrenince bir süre hastanede kalmıştı. Kemal amca telefonda güçlükle konuşup olanları anlattıktan sonra ani bir kararla kendimizi burada bulmuştuk. Rize. Oğullarının şehit olduğunu bildikleri için diğer evlerine gidememişlerdi. Onun yerine burada ki evlerinde Karadeniz'in ferah havasında soluklanmaya gelmişlerdi. Ben ilk defa geldiğim şehri tanımaya çalışırken Selim her bir köşesinde ayrı bir hatıraya dalıp gidiyordu. O arkamda kalıp dereyi izlerken ben köprüye yaslanmış karşımda ki manzarayı izliyordum. Buraya geldiğimizde saçıma bağladığı keşan'ı düzelttim.
"Ha bu akan dereler denizlere dolacak," diye mırlıdanan sesi duyduğumda yüzümde ki gülümseme biraz daha büyüdü.
"Söylesana güzelum sonumuz ne olacak," ona bakmak için arkama döndüğümde göz göze geldik. İçinde olanları söylediği şarkıya sığdırmaya çalışır gibiydi. Selim şarkıyı söylemeye devam ederken birkaç adım atıp yanıma gelmişti. Anında başımı göğsüne koyduğumda kolları usulca belime dolandı.
"Ah duman karaduman sardi dört yanumuzi,
Ander kalsun sevdaluk oy alacak canumuzi," diyerek şarkıya devam ettiğimde parmakları kolumu okşadı. İkimizde konuşmayı bırakıp öylece manzarayı izledik. Son yaşadıklarımız herkesi, en çokta bizi yıpratmıştı. İlaçları kullanmaya devam ettiğim için ara ara midem bulanıyordu. Temiz havayı içime çektiğimde gözlerimi kapattım. Ruhuma iyi gelen hava hangisiydi çözemedim. Selim'in barut kokusunu andıran kokusu burnuma dolarken olduğum yerde keyifle sarılmaya devam ettim. "Sen birçok eski hikaye, efsane biliyorsun," dedim başımı kaldırıp yüzüne bakmaya çalışırken. Aramızda ki boy farkı böyle durumlarda onun bana daha üstten bakmasına sebep oluyordu. "Yok mu bu köprünün de bir hikayesi?" Kollarını hareket etmem için biraz gevşettiğinde yüzüne daha net bir şekilde bakabiliyordum. Dudakları iki yana kıvrılırken saçlarımı öptü. Onun bunu yapması sebepsizce çok hoşuma gidiyordu. "Var güzelim," dedi sesi sakin bir tonda çıkarken. Anlatmasını söyler gibi başımı tekrar göğsüne koyduğumda söylemek istediğimi anlamıştı.
"Köprü inşa edilirken aşıkların birbirlerine sevdalarını bağladıkları bir halka atmaları gerekiyormuş. Eğer halka karşıya geçerken düşmezse, aşkları sonsuza kadar sürecekmiş. Sevdaluk köprüsü derler buraya. Babam ben küçükken daha uzun bir hikaye anlatmıştı ama şimdi hatırlamıyorum."
Sevdaluk köprüsünde aşık olduğum adamla beraberdim. Önce Uşak, ardından Rize derken onun çocukluğunun geçtiği yerleri görmek bana keyif veriyordu. Neredeyse şehirde ki herkes tarafından tanınması ilerlememize güçlük verse de herkes onu çok sevdiğini söylüyordu. Memleketinden çok uzaktayken bile yaptığı yardımlar o gizli tutmaya çalışsa da duyulmuştu. Buraya geldiğimizde sokakta gördüğümüz bir çocuk yeni okul çantası için teşekkür ederken başka bir amca tedavi olabildiği için teşekkür ettiğini ve çok dua ettiğini söylemişti. Şehit haberini aldıkları için günlerce herkes yas havasına bürünmüşken günler önce aldıkları yaşıyor, haberiyle eski neşelerine geri dönmüşlerdi.
Arabanın yanına doğru yürürken ellerimiz birbirine kenetlenmiş gibi sımsıkı duruyordu. Soğuk hava kendini iyice belli etmeye başlamıştı. Üzerimde ki kabana daha sıkı sarıldığımda Selim üşüdüğümü anlamış gibi yüzüme baktı. Elini tutan elimi kendi montunun cebine götürdü. "Arabaya binince ısıtmayı da açarım," diye ekledi. Elim yavaş yavaş ısınmaya başlarken arabanın yanına gelmiştik. Dediği gibi biner binmez ısıtmayı açtığında gülümsedim. Ciddi bir şekilde eve doğru sürmeye başladığında ilk defa geldiğim bu şehri izlemeye başladım. Her köşesi ayrı bir güzellikti.
"Bir şey dikkatimden kaçmadı," dedim konu açmaya çalışır gibi. Düşüncelerine ara vermiş gibi bir süre duraksadı. Gözlerini yoldan çekmeden cevapladı. Kaşını merak edermiş gibi kaldırdığında koltuğa yaslanıp ona döndüm. "Sayamayacağım kez hapşırdın. Hasta olduğunu düşündüm başta ama sonradan hatırladım." Zihnimi tekrar yoklarmış gibi durup düşündüm. "Sen, heyecanlanınca hapşırıyorsun, Selim." Bakışları birkaç saniyeliğine bana döndüğünde tekrar hapşırdığı için gözlerini kaçırdı.
Arabayı kenara çekip durduğunda montunun fermuarını açıp derin bir nefes aldı. "Bunu hatırlamayabilirdin." Bu bilgiyi herkes biliyordu. Konuşulmasını sevmese de herkes tarafından bilindiği için bu pek mümkün olmuyordu.
"Sevgilim hakkında olan her şeyi hatırlamak isterim," dedim nazlı bir şekilde. Tekrar hapşırdığında ufak bir küfür savurdu. Ben gülerken o kendi kendine kızıyor gibiydi.
"Çok araştırdım," diye itiraf etti. "Mantıklı bir şeyler bulamadım ama evet öyleyim. Heyecanlanınca hapşırıyorum, bilmek istediğin buysa."
Heyecandan hıçkırık tutanı duysam da bunu bende duymamıştım. Erkeklerin heyecan yapınca böyle tepki vermesi başta beni de biraz şaşırtmıştı. "Ve sen," dedi ciddi bir ses tonuyla. "Bu durumu çok fazla tetikliyorsun." Haklı olabilirdi. Bu tepkiyi neredeyse hep ben yanındayken veriyordu. Hoşuma gittiğini belirterek saçlarımı savurdum.
"Bana ithafen olması güzel bir şey esasında," dedim.
"Sadece sana," dedi hiç düşünmeden.
"Selim, sadece sana."
Öyleydi. Ulaş herkes için bilinen bir kişi olsa da Selim ondan çok daha farklıydı. Daha naif, sakin ve aşık bir kişilikti. Yanağına küçük bir öpücük bıraktığımda yine hapşırmıştı. Bu duruma alıştığım için tepki vermeyi bırakalı çok olmuştu. Arabayı tekrar çalıştırdığında kısa bir süre içinde eve gelmiştik. Uşakta ki eve benzeyen ev tek katlı ve krem rengiydi. Önünde ki büyük bahçede Şirin teyzenin elinin değdiği belliydi. Türlü türlü sebze ve otlar vardı. Biz kapıyı çalacağımız sırada kapı açılırken geri çekildim.
Moraran göz altları, zayıflamış haliyle Şirin teyze ve hemen arkasında Kemal amca bize bakıyordu. Selim annesinin o halini görünce afalladı. Öne doğru atılsa da bir şeyler onu tutarmış gibi sarılamadı. "Bahçeye geçelim," dedi Kemal amca. Hepimiz gösterdiği masaya ilerlerken Şirin teyze derin derin nefes alıyordu.
"Kemal, dediğin ilaçları da içtim ama hala nefes alamıyorum ben," dedi Şirin teyze. Gömleğinin yakasını düzeltirken sıkıntılı bir nefes verdi.
"Sarılsam," dedi Selim küçük bir çocuk gibi. Ses tonu o kadar cılız çıkmıştı ki ben bile duymamıştım. Şirin teyzenin yakasında ki elleri anında dururken bakışlarını inatla oğlundan kaçırdı.
"Sarılsam nefes alır mısın anne?"
Şirin teyzenin yanağına bir damla göz yaşı süzüldü. Selim önünde birlestirdiği ellerini sımsıkı sıkarken parmakları beyazlamaya başlamıştı. Annesini üzdükten sonra kendisini affettirmeye çalışan küçük bir çocuk gibiydi.
"Benim bu hayatta dört tane sebebim var," dedi Şirin teyze. Bakışları eşine kaydığında gülümsedi. "Eşim, iki oğlum ve bir kızım." Kemal amcadan çektiği bakışları yavaşça bana kaydı. "Ama artık üç kızım üç oğlum var. Bunların en ufak bir sebepten canı yansa ben nefes alamam. Öldüm sanırım," dedi bakışları dalıp giderken. Selim yerinden kalkıp annesinin yanına gittiğinde konuşmadı. Oturan annesine sımsıkı kollarını sardı. Şirin teyzenin göz yaşları akmaya devam ederken hiçbir tepki vermedi. "Oğlum," dedi içimde bir şeyleri titreten bir ses tonuyla. O ayağa kalkıp oğluna sarılırken aklıma annem gelmişti. Şirin teyze oğlunu aylarca öldü diye bilirken annem o acıyı yıllarca yaşamıştı.
Selim'in hangi ara yanıma geçip oturduğunu bile fark etmemiştim. İlk fırsatta evdekileri aramayı zihnimin bir köşesine not ettiğimde karşımda ki aile tablosunu izlemeye devam ettim.
"136 gün," dedi Şirin teyze.
Selim şehit oldu diye bilineli yüz otuz altı gün olmuştu. Ben bu sürecin çoğunda kaçırıldığım için bilincim yerinde değildi. Ancak hatırlamaya başladığım anılar canımın da ne kadar çok yandığını tekrar hatırlarıyordu.
"On iki saat, kırk altı dakika, yirmi saniye, on üç salise."
Hepsinin bakışı bana çevrildiğinde bunu sesli olarak söylediğimi fark ettim. "Bunu biliyorsun," diye mırıldandı Selim. Bilmemi beklemiyormuş gibiydi.
"Biliyorum, hangi durumda olursam olayım biliyorum."
Şirin teyze gururla gülümsedi. Kemal amca karısının ellerini sımsıkı tutarken hiç konuşmuyordu. "Hepimizin şurasına öyle bir ateş yaktın ki," dedi Şirin teyze kalbini gösterirken. "O ateş hepimizi fazlasıyla yaktı."
Selim'in gözü balkona asılmış olan bayrağa takıldı. Gözlerinin önünden film şeridi gibi geçen anılara gülümsedi. Bakışlarını bayraktan çekmeden konuşmaya başladı.
"Her şey vatanım için, kanımı al bayrağa katabilmek için. Abim nasılsa bende öyleyim anne, bizim yüreğimizde ki sevda ikidir. Biri diğerine tercih edilmez."
Şirin teyze iki oğlunu birden asker etmiş bir anneydi. Ela abla bildiğim kadarıyla öğretmen olsa da o da zamanında polis olmayı çok istemişti. Uşakta eve geldiğimiz zaman anlatmıştı.
"Bir gün," diyerek konuşmaya devam etti Selim. Ses tonu durgundu.
"Kapına gelip şehadet haberimi verirlerse ağlama. Gurur duy. Benim oğlum, de. Abim ağlamaz, ablam desen Levent var. Babam," dedi duraksarken.
"Kimsenin yanında ağlamaz, içine atıp kendini harap etmesin. Ona da göz kulak ol. Efsun'u da ağlatma anne."
Adımı duyunca boğazımda hissettiğim yumru büyümüştü. Söylediklerinin hepsi gerçekten yaşanmıştı. Biz Şirin teyze ile hep ağlarken Poyraz abi ve Kemal amca hiç ağlamamıştı.
"Yüzbaşı," diye seslendi arkamızda ki ses. Selim bakışlarını bayraktan çekip geriye döndüğünde gördüğü kişiye gülümsedi. Poyraz abi yanımıza gelirken Selim ayağa kalkıp abisine sarıldı.
"Ne o, öteki tarafı mı anlatıyorsun bizimkilere?"
Ortamda ki duygusal hava Poyraz abinin gelişiyle dağılır gibi olmuştu. Yüzünde ki ifadeye bakılırsa bunu amaçladığı belliydi.
"Estağfurullah komutanım," dedi Selim ciddi bir sesle. Poyraz abi ondan üst bir mertebedeydi. Selim abisine çocukluğundan beri düşkün olduğu için kendisine her zaman onu örnek olarak görmüştü.
"En azından bizi unutmamışsın, gel lan buraya."
Poyraz abi kardeşini kendisine çekip sarıldığında gülümseyerek izledim. Yaşadığını öğrendiğim bir abim vardı ancak göz göze gelmekten başka bir yakınlık kurumamıştık. Her defasında bunları hatırlamak içimi acıtsa da yeniden göz ardı etmeye çalıştım. Bu kez masaya Poyraz abiyle beraber oturduğumuz da Şirin teyze oğullarına sessiz bir gururla baktı.
"Çocuklar," dedi Kemal amca. Geldiğimizden beri ilk kez konuşuyordu. Herkes anında susup ona döndüğünde bakışlarını oğulları üzerinde gezdirdi. "Nefes aldığını sürece bu vatan uğruna mücadele etmeye devam edeceksiniz."
Poyraz abi ve Selim pür dikkat babalarını dinlerken ciddiyetle başını salladılar. "Sözüm olsun ki ikinizden birinin şehadet haberi bu eve geldiğinde tek damla göz yaşı dökmeyeceğim. Benim oğlumdu, diyeceğim. Ne zaman yüreğinizde ki o üç sevdaya leke değdirdiniz o zaman gözüm ikinizi de görmesin," dedi ciddi bir sesle. Şirin teyze eşine merakla bakarken Kemal amca bize baktı.
"Ailenize, sevdiğiniz kadına yani kendi kurduğunuz ailenize ve vatanınıza. Bu üç sevdaya leke sürdürmek size haram oğullarım. Aldığınız her nefes sizden çok onlara yaşama kaynağı olacak. Bunu başaramadığınız an geride bıraktıklarınızı düşünmeyin. Onlar benim emanetim, ancak siz gözüme görünmeyin."
Kendi kurdukları aileleri...
Poyraz abinin hem bir eşi ve çocuğu vardı. Peki Selim? Selim'in ailesi olarak yalnız ben vardım. Parmağımda ki yüzüğe baktığımda onun bakışları da kendi yüzüğüne kaydı. Bakışlarımız buluştuğunda konuşmadan başını salladı. Söz vermişti, tüm gücüyle vatanı için savaşıp hayatta kalacaktı. Şehadet haberi geldiğinde ise hiçbirimiz ağlamayacaktık. Bu sözü tutamayacağımı bildiğim için tepki vermedim. Ben ağlardım, çok ağlardım. Sevdiğim adamı kendi ellerimle toprağa vermenin acısını kısmen de olsa yaşamıştım. Allah kimseye yaşatmasındı. Telefonuma gelen bildirime baktığımda içimde ki karamsar ifade yerini aydınlığa bıraktı.
Gelecekte ki karıma ve bebeğime sözüm olsun ki onların her anında yanında olabilmek için elimden ne geliyorsa daha fazlasını yapacağım. Senin yanında bir saniye bile olsa daha fazla kalabilmek için tüm savaşlara göğüs gereceğim Füsun.
◇
Evett, bir bölümü daha bitirdik. Bölüm nasıldı?
Hangi çiftin sahnelerini okumak istersiniz? Son kısımda okuduğumuz bölüm ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Allah tüm şehit ailelerine sabırlar versin...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.77k Okunma |
5.74k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |