Hepinize tekrar tekrar merhaba okur ballarımız. Yeni bölümü de umarım severek okursunuz. Bölüm aralarında koyduğum semboller yayınlandıktan sonra kayabiliyor, fark etmezsem yorumlarda belirtin lütfen.
Keyifli okumalar..
♡
Onca bilinmezliğin içinde bilinen tek şeyin kendisi olduğunu görünce afallıyordu insan. Burada ki herkes kendi doğup büyüdüğü topraklardan kopup gelmiş, yaşadığı yere uyum sağlamıştı. Önceden birbirini tanımayan insanlar şimdi birbirine aile olmuşlardı.
Herkes tabağında ki tatlılarla ilgilenirken bakışları Ercüment'in üzerindeydi. Ercüment ise üzerinde ki bakışları umursamadan gelen tatlıları yemeye devam ediyordu.
"Ben daha fazla dayanamayacağım devrem," diye fısıldadı Mert, yanında oturan Tuna'ya.
"Komutanım," dedi sakin bir tonlamayla. Ercüment tabağından kaldırdığı bakışlarını karşısında oturan Mert'e çevirdi. Evine neredeyse ilk defa bu kadar çok misafir gelmişti. Aksi halde Selim'in nadir de olsa ziyaretinden başka kimse gelmezdi. Ercüment bunları düşünmeden birazdan vereceği haberi aklına getirdi ve gülümsedi. Mert komutanının gülüşünden aldığı cesaretle konuşmaya devam etti.
"Sebebi ziyaretimiz, tam olarak ne?"
Ercüment elinde ki tabağı yanındaki sehpaya bıraktı. Önce keyifle bütün arkadaşlarını süzdü. Burak bile tüm dikkatini ona vermiş, bekliyordu.
"Kızım olmadığına göre ortada bir isteme yok Merdo. Çağırırken söyledim ya sizin güne katılıyorum bu seferlik diye, ondan işte."
Mert soru hakkını kullandığı için olduğu yere biraz daha gömülürken Burak ortama kısa bir bakış attı. Herkesin soru sormak istediği ama çekindiği aşikardı.
"Uzatma lan işte," diye bir giriş yaptı ortama.
Ercüment aldığı tepkiye bozulsa da belli etmedi. Ciddiyetini bozmadan konuya girdi.
"Sizinle de iki sohbet edilmiyor. Koyun paraları, alın laklakları."
Elini cebine ilk atan Berker ve Yavuz olmuştu. Ceplerinden çıkan paraya biraz daha ekledikten sonra ortada duran sehpanın üzerine koydular. Burak ve Akın birbirine kısa bir bakış attıktan sonra paralarını diğerlerinin yanına koydular.
"Komutanım büyük oynayacak," derken ortaya biraz daha koydu Yavuz.
Ercüment paraları bekletmeden eline alıp önce saydı. Ardından özenle cebine yerleştirdi.
"Ulaş komutan ve Efsun sevgili olmuşlar."
Vakit kaybetmeden aklından geçenleri söylediğinde derin bir nefes aldı. Etrafından duymayı beklediği şaşkınlık nidaları yoktu, onun yerine herkesten homurdanma sesleri geliyordu. Herkesi kısaca süzdü.
"İyi de Komutanım, bunun olacağını bizde biliyorduk. Altın gününde bile konuştuk bunu, sizin haber geçersiz yani."
Tunaya ciddi bir bakış attı Ercüment. Burak ve Akın olanlara gülerken geride kalanlar verdikleri parayı geri almaya çalışıyorlardı.
"Bana böyle bir bilgi verilmedi. Başta parayı da kendi isteğinizle verdiniz. Aldım artık, vermem."
Mert kaptırdığı paraların üzerine su içerken diğerleri ise Ercüment'i inceliyordu.
"Ercüment Üsteğmenim,"
Burak konuşmaya başlayınca ortam sessizleşmişti.
"Öncelikle bende sizinle beraber bu altın günü olayına ilk defa katılıyorum. Yani kural, sebep bilmiyorum. Ancak az önce Tuna da söyledi, sizin haber geçersiz oluyor diye. En azından çocukların parasının bir kısmını verin. İhtiyaçları vardır."
Ercüment'in yüzü asılırken arkadaşına bir bakış attı. Bu time iki Üsteğmen fazla, kararının hala arkasındaydı. Salonda ki çoğunluk Burak'ın söylediklerine katıldığını söyledikçe eli yavaşça cebinde ki paraya gitti. Verirse hepsini verirdi, parayı ortaya koydu. Herkes kendi payını alıp çekilirken olanları izledi.
"Çok yaşayın Komutanım," diyen Yavuz'a döndü.
"Al hadi al, küsme hemen."
Ercüment hemen yanında oturan Burak'ın uzattığı paraya baktı. Az önce topladığı miktardan daha fazlaydı bu. Burak ısrar edince parayı alıp cebine koydu.
"Benimde payım var orada komutanım," diyen Akın'a başını sallayarak teşekkür etti.
Herkes gitmek için ayaklandığında en son yolcu ettiği Burak'a sarıldı.
"Senin söylediklerin bizim için haber oldu aslında. Biz biraz daha birbirlerine söylemezler demiştik. Aklın kalmasın."
Herkes gittiğinde kapıyı kapatıp salona geri döndü Ercüment. Kalabalık sevmem, dedi içinden. Dedesi ölenler kalabalık sevmezdi. En azından Ercüment için öyleydi bu. Kısa bir süre için bile olsa evinde birden çok kişinin olması garip hissettirmişti.
"Bu ev," dedi kendi kendine.
"Bu ev, hiç dolmadı, hep boşaldı."
O boşluğa kimi koyarsa koysun dolmamıştı. Evde birisi varken hiç huzurlu hissetmemişti o günden sonra...
◇
Belgeler, raporlar, imzalar...
Masamın üzerinde duran kağıt yığınına bakıp sıkıntılı bir nefes verdim. İzne çıkmadan önce bunları doldurup teslim etmem gerekiyordu. Birkaç tanesini daha doldurduktan sonra sırada ki belgeyi önüme çektim.
Ulaş Selim Karacalı
Selim'in göreve başlaması ve tedavi boyunca benim gözlemlerim ile ilgili bilgiler yazıyordu önümde ki belgede. Gerekli yerleri doldurup bütün yazıları tekrar tekrar inceledim.
Kıdemli Üsteğmen Ulaş Selim Karacalı, on iki Şubat, Uludere de düzenlenen suikast sonucu vücudunun belirli yerlerinden hasar almıştır.
Hemen altında vücudunda olan yaralar ve diğer sorunlar ile ilgili bilgiler vardı.
Görevine bir ay (otuz gün) boyunca ara vermesi uygun görülmüştür.
Hemen altında benim tedavi sırasında gözlemlerimi yazmam için boş bir alan vardı. Geçirdiğimiz bir ay aklıma gelirken gülümseyerek kalemi elime aldım. Bu belgede yazanlar Selim'in hem kendisine hem de görevine aktarılacaktı. Dikkate alınacak bir belgeydi.
Tedavi boyunca planlanan programın çok daha fazlasını üzerine koydu. Fizyoterapisti olmama rağmen ben bile bu kadar çabuk toparlamasını beklemiyordum. Görevine karşı oldukça duyarlı bir asker. Bundan sonra ki görevlerinde de sağlıklı günler dilerim.
Sanırım olmuştu. Bunu da diğer doldurduğum kağıtların üzerine koyduktan sonra hepsini kucağıma alıp dışarıya çıktım. Elimde ki belgeleri Tuğrul amcaya teslim ettikten sonra bahçede biraz daha zaman geçirmeye karar verdim. Artık yaz geliyordu, hava oldukça güzeldi. Etrafı inceledim kısa bir süre, Selim yoktu. Tekrar askeriyeye girdiğimde artık kimse bana bakmıyordu bile, herkesin tanıdığı, bildiği birine dönüşmüştüm. Odasının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapıyı çaldım.
"Gir," dedi sert bir ses tonuyla.
Beklemeden kapıyı açıp kendimi odadan içeriye attım. Selim üzerine giydiği kıyafetini düzeltirken gelenin kim olduğuna bakmak için arkasına döndüğünde göz göze geldik.
"Efsun," dedi sorar gibi.
Ben ona doğru birkaç adım atarken o da birkaç adım atıp aramızda ki mesafeyi kapatmıştı. Gözleri gözlerime tüm dikkatiyle bakarken kendimi sıcacık hissettim. Kollarımı boynuna sardığımda biraz daha eğilerek yardımcı oldu. Onun kolları da benim belime dolanırken burnunu saçlarımın arasına sakladı.
"Çok özledim seni," dedim fısıldar gibi.
Bunca zaman nasıl böylesine uzak durmuşum diye şaşırıyordum şimdi. Aramızda sadece birkaç adımlık mesafe varken bile özlediğim adama nasıl olmuştu da bunca zaman uzak durup da yanına gelmemiştim?
"Özlemekten kafayı yiyecektim artık," dedi o da.
Geri çekildiğimde Selim'in elleri hala belimdeydi. Karnımın içinde oluşan heyecan dalgasını bastırıp gülümsedim.
"Selim,"
Yatağa otururken bende onun belimde olan eliyle onu takip etmiştim. Yanına oturduğumda gözlerime bakıp dinlemeye devam etti.
"Yarın gidiyorum ben, Manisa'ya."
Yüzünde ki gülümseme solarken bir süre konuşmadı.
"Kaç gün yoksun?"
Buraya geldiğimden beri ilk izne gidişimdi bu. Aileme, en çok da abime gidecektim uzun zaman sonra. İlk defa böylesine ayrı kalmıştım ondan.
"Bir hafta, diğer hafta sonu döneceğim."
Bir şey söyleyecek gibi dudakları aralandığında çalan kapıyla beraber konuşamadı. Kapıyı açmak için ayaklandığında bende olduğum yerde duruşumu düzeltip biraz daha geriye yaslandım. Kapı açılırken içeriye giren Kaya'ya baktım. Önce şaşırmış gibi olsa da çabuk toparladı.
"İzninizle komutanım," diyerek konuşmak için izin istedi. Selim başını salladığında konuşmaya devam etti.
"Görev için gerekli bilgiler tamamlanmış. Haftaya gidiyoruz, ama öncesinde," dedi duraksarken.
Haftaya gidiyorlardı. Benim geldiğim gün onların gittiği gündü.
"Elif Yenge, ailesinin yanına taşınmış. Komutanım göreve gitmeden önce oraya gitmemiz emrini verdi az önce. Çıkmak zorunda olduğu için de benim size haber vermemi söyledi."
Selim'in bakışları kısa bir süreliğine bana döndüğünde gülümsedi.
"Elif'in ailesi neredeydi ki?"
Kaya cevabını düşünürken bende onları izlemeye devam ettim.
"Manisa komutanım."
Cevabı duyar duymaz yüzüme dağılan gülümsemeyle Selim'e baktım. Elif de oradaydı ve timde ki herkes onunla görüşmek için Manisaya gelecekti. Evime, memleketime. Bu beraber gidebiliriz demekti. Kendi evimde Selim'i görmek demekti. Kaya izin isteyip yanımızdan ayrıldığında Selim ve ben gülerek birbirimize bakıyorduk. Gerçekten evrende ki işaretler vardı, sadece çok sevmek ve istemek gerekiyordu.
"Dualarımın bu kadar çabuk kabul olacağını düşünmemiştim," dedi gülmeye devam ederken.
"Selim, sende geliyorsun. Bu beraber gidebiliriz demek. Çocukluğumun geçtiği sokaklara şimdi seninle beraber gitmeyi düşününce çok mutlu oldum."
Ben küçük bir çocuk gibi heyecanlı heyecanlı konuşurken o da beni izliyordu.
"Bende çok mutluyum, güzelim. Seni kendi başına göndermek içime hiç sinmiyordu zaten. Şimdi beraber gidebiliriz."
Telefonuna gelen birkaç mesaja cevap verirken düşünmeye devam ettim. Elif, Serhat'ın eşi. Bir de bebekleri vardı, babasının hiç görmediği bebeği. Adını, kokusunu bile bilemediği bebeği. Elif, eşi öldükten sonra lojmanlardan taşınıp ailesinin yanına gitmişti. Eşinin yasıyla, kucağında bebeğiyle...
"Selim," dediğimde telefonunu kapatıp bana döndü.
"Serhat'ın bebeği doğmuş ya, ona da bir şeyler alalım giderken."
Gözlerinin içinde ki gülümseme kaybolurken bakışları bir noktaya takılı kaldı. Babasız kalan onlarca, binlerce çocuk, eşinin nefes alıp almadığını bile bilmeyen bir çok kadın. Hepsine çok zordu, en çok da kendi kardeşlerini gözlerinin önünde kaybedenlere.
"Alalım güzelim, şehre girmeden bir mağazaya uğrarız."
Daldığı noktaya bakmaya devam ederken gülümsedi. Aklına gelen şeyi tahmin edebiliyordum. Elimi elinin üzerine koyduğumda bakışları kısa bir süreliğine bana döndü. Ardından baktığı noktaya bakmaya devam etti.
"Yiğit, nasıl bir baba olurdu?"
Aklından geçenleri bilmiş olmama gülümsedi. Gözleri biriken yaşlarla parlarken dudakları aralandı.
"Çocuğundan daha çocuk olurdu o. Baba oluyorum lan diye tekrar edip dururdu sürekli. Elinden gelenin kat be kat daha fazlasını yapardı şüphesiz. Kızı olsa kıskanırdı belki, oğlu olsa maç yapardı. Baba olurdu Efsun."
Tuna evlendiği gün yine bunları düşünmüştü. Hiç evlenmeyen devresinin evlendiğini, baba olduğunu aklına getirmişti yine. Yiğit bunları yaşayamamıştı. İçinde ki boşluk hiç dolmayacaktı, o duygu hiç geçmeyecekti ama alışacaktı. Aklıma gelen düşüncelere gülümseyen ben oldum bu kez.
Küçük bir bebek ve Selim. Baba olmuş o hali geldi gözlerimin önüne. Umay'a bile şefkatle bakarken kendi çocuğuna nasıl bakardı diye düşündüm. Çok güzel bir baba olurdu şüphesiz, korurdu, sahip çıkardı, çok severdi.
"Peki, sen?"
Daldığı noktadan çevirdiği bakışları bana döndü. Buruk bir gülümseme belirdi yüzünde. Usulca yanağımı okşadı.
"Ben gelecek ile ilgili hiç hayal kurmadım Efsun. Ama korkardım, o küçücük masum bebeğe yetebilir miyim diye. Onu çok sevebilir miyim, koruyabilir miyim diye."
Bu bir cevaptan çok itiraftı. Gerçekten de hiç bunları düşünmemiş gibiydi. Düşünmeye devam etti. Muhtemelen dediklerini düşünüyordu, korkuyordu.
"Çok ama çok seversin. Eminim korursun, çok güzel bir baba olursun."
Ellerimi tutup gözlerime baktı. Benimkilerin aksine onun elleri soğuktu. Yüzünde ki ifade rahat olmaktan çok gergindi, düşünceliydi. Aklımdan geçenleri okumak ister gibi tüm dikkatiyle inceledi.
"Senin gibi bir annesi olacağı için şimdiden çok şanslı," dedi dudaklarını araladığında.
Başımı göğsüne yasladığımda kollarını bedenime sardı. Günün bütün yorgunluğunu unutup biraz daha sokuldum kucağına. Saçıma bıraktığı küçük öpücükleri hissettiğimde gülümsedim. Huzur şu an tam olarak burasıydı. Dinlendiğim, nefes aldığım yer buraydı.
◇
Kızlar olmadan geçireceğim ilk yolculuktu bu. İpek ve Ecem gelmiyordu ama Bade babasını ikna etmiş ve aramıza katılmıştı. Ercüment hepimizi şaşırtan bir hamle yaparak kendi arabası ile peşimize takılmış ve yolcu olarak yanına Bade ve Kayayı almıştı.
Biz her zamanki gibi Selim'in arabasında ben, Mert ve Tuna olarak bulunuyorduk. Akın, Burak, Yavuz ve Berker de hemen arkamızda bize eşlik ediyorlardı. Manisa'ya yaklaştığımız da bir dükkanının önünde durduk.
"Biz gelmişken hediyelik bir şeyler alalım dedik de," diye bir açıklama yaptı Mert.
Hızlıca yanımızdan uzaklaştıklarında biz de hemen karşımızda duran bebek mağazasına yöneldik. Sevgililik konusu hiç açılmamıştı, herkes biliyordu ama bir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Bu biraz da benim işime geliyordu esasında.
Selim'in elini elimde hissettiğimde gülümsedim. Mağazaya girdiğimizde Hoşgeldiniz, diyen kadına cevap verip ilerlemeye başladık. Her şey o kadar güzel görünüyordu ki insanın hepsini alası geliyordu. Erkekler için ayrılmış reyona yöneldik. Her şeye ihtiyaçları olabilirdi, o yüzden hepsinden bir şeyler almaya karar vermiştik gelmeden önce.
Zıbınların olduğu tarafa yöneldiğimde Selim de peşimden geliyordu. Etrafı inceleyen şaşkın bakışlarına gülümseyerek baktım.
"Minicik bunlar," dedi elinde tuttuğu tuluma.
"Sen bir de bebeği gör az sonra."
Keyifle zıbınları incelemeye devam ettim. Aldığım birkaç askıyı görevli kadının getirdiği çantaya attım. Selim'in hayranlıkla baktığı tutumların yanına gittim.
"Seçtin mi?"
Hayır anlamında başını sallayıp incelemeye devam etti. Çok ciddi bir iş üzerinde çalışıyor gibi görünüyordu. Baktığı bütün eşyaların üzerinde duran etikete bakıyordu, başta fiyatlarına bakıyor sansam da bilgilendirme kısmına bakıyordu. Sağlık konusundan hepsini tek tek inceliyordu.
Sonunda açık mavi ve beyaz renklerinden oluşan bir tulumu eline aldı. Onun da etiketine bakıp bana gösterircesine askıyı havaya kaldırdı.
"Bence bu."
Onaylarcasına başımı salladığımda tulumu sepete atıp incelemeye devam etti. Birkaç renk daha aldıktan sonra yan tarafta ki reyona geçtik. Hava sıcak olduğu için mont almamıştık onun yerine yeni doğan bebekler için kısa kollu bir takım beğenmiştik. Ben biberonlara bakarken Selim bir anlığına yanımdan kaybolmuştu.
"Efsun, şuna baksana," dediğinde bakışlarımı elimde ki biberondan ayırıp ona çevirdim. Hemen arkamda durmuş elinde ki tulumu gösteriyordu. Elimde ki biberonu sepete atıp yanına gittim.
Şapkası ve eldiveni de olan tulum açık bir kahverengiydi, üzerinde duran küçük ayıcık onu daha da sevimli gösteriyordu.
"Çok güzel bir şey bu," dedim.
Tulumu omzuna attığında elimde ki sepeti uzattım. Önce sepete ardından bana baktı.
"Koymayacak mısın içine?"
Hayır anlamında bir ses çıkardı.
"Bu ayrı."
Şaşkınlığımı görmezden gelerek sepete birkaç şey daha attı.
"Bu bizim için, bizim bebeğimize."
Yanaklarımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerine baktım. Gözleri parlarken gülümsüyordu gerçekten de tulumu çok beğenip ayırmıştı. Kız için de erkek için de olur diyerek bizim için almıştı. Ben gülerek yanından ayrılırken o da keyifle beni takip ediyordu.
Görevli kadının getirdiği altı çantayı da ağzına kadar doldurduktan sonra ödemek için kasaya yöneldik. Kasiyer ürünleri paketlerken başka bir çalışan yanımıza gelmişti.
"Şu tarafta yeni gelen ürünlerimiz var," dediğinde parmağıyla işaret ettiği tarafa baktım. Selim cüzdanını çıkarırken bakışları benim baktığım tarafa kaydı.
"Bebeğiniz için orada da bir şeyler bulabilirsiniz."
Ben şaşkınlıktan konuşamazken Selim oldukça keyifli bir halde gülümsüyordu. Bütün paketleri eline aldığında sırıtarak yanıma geldi.
"Teşekkür ederiz," diyerek kadına cevap verdiğinde reddetmemişti. Mağazadan çıktığımızda derin derin birkaç nefes aldım. Selim paketleri arabaya yerleştirirken beni izliyordu.
"Sen çok meraklısın bu işe."
Tam olarak öyleydi. Bir an buraya gelmişken istemeyi bile aradan çıkaracağını düşünmüştüm. Gerçi benim bu düşüncem hala devam ediyordu, hem de daha da artmış olarak? Kendi kapısına yöneldiğinde yüzünde ki gülümseme dakikalardır olduğu gibi yerini korumaya devam etti.
"Öyle mi dersin Füsun?"
Arabaya bindiğinde bende birkaç nefes daha alıp bindim. Yol boyunca ben hiç konuşmamıştım, Selim ise benim aksine oldukça keyifli bir yolculuk geçirmişti. Mert ve Tuna ne olduğunu anlamazken şaşkın bakışlarla bizi izlemeye devam ediyorlardı.
"Mutluluğunuz daim olsun komutanım."
Tuna'ya aynadan bir bakış attı Selim. Bakışları kesiştiğinde eyvallah, der gibi başını salladı. Güneş gözlüğünden bile belli olan gözleri vardı.
"Aynı şekilde abla."
Mert bu ilişkide benimde olduğumu hatırlattığında gülümsedim. Bende Selim gibi başımı sallayarak teşekkür ettim.
"Kurdele falan da yutturmadık komutanım ama," diye araya girdi Tuna. Timde bizden sonra en yeni ilişki onunkiydi. Gerçi Akın dışında sevgilisi olan kimse henüz yoktu. Mert dalgın dalgın dışarıyı seyrederken Selim'in yüzünde ki gülümseme asla kaybolmuyordu.
"Nasip be Tuna," dedi yılların birikimi varmış gibi.
"Bana da okuyun üfleyin komutanım," diye mırıldandı Mert.
"Ben sana evde de bol bol okuyup üflüyorum," dediğimde anında bize döndü. Mesajı almış gibi gülerken derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Tuna, Selim'in görmediği bir anda yanında oturan arkadaşının ensesine bir tokat attı.
Sonunda evin önüne geldiğimizde etrafı inceledim. Her şey aynıydı, beyaz bir apartman, önünde yetişen renk renk çiçekler...
Arabadan iner inmez buranın havası farklıymış gibi alabildiğim en derin nefesi aldım. Özlem kokuyordu, anılar gibi kokuyordu burası. Hemen önümüzde ki bahçede abimle oyun oynuyorduk mesela, biraz daha ileride Alp ilk adımlarını atıyordu.
Asansöre bindiğimizde diğerleri de arkamızdan gelerek bize yetişmişti. Hepimiz nihayetinde kapının önünde buluştuğumuzda zili çalan ben oldum.
"Ay geldiler," diye konuşa konuşa gelen annem açtı kapıyı. Gözleri direkt beni bulurken kocaman sarıldı bana.
"Güzel kızım," diyerek saçıma kondurduğu öpücüklerle kendimi tamamen çocuk gibi hissetmiştim. Ben keyifle içeriye adımımı atarken annem herkesi kapıda sarılma sırasından geçiriyordu.
Salona girdiğim an karşıma çıkan Alp sırıtarak yüzüme bakıyordu.
"Dayanamamışsın özlemime? Kardeşini bu kadar çok sevme abla," dedi abartılı bir tonlamayla. Beni sinir ettiği bilgisini ileri bir tarihte hatırlamak üzere ertelerken ona da sarıldım. Geri çekildiğinde arkasında duran babamı gördüm. Konuşmadan bir köşede bizi bekliyordu.
"Efsun'um," dedi sıkıca sarılırken. Kollarının sıcaklığını hissettiğimde gözlerim de dolmuş gibiydi. Yavaşça geri çekilip diğerlerinin de selamlaşması için koltuğa oturdum.
"Ay Müjgan teyzem, çok özledim seni," diyerek anneme kocaman sarılan Bade'ye baktım. Gerçekten oldukça kısa bir sürede nasıl bütün kızlarla samimi olmuştu annem?
Sıra Selim'e geldiğinde geçen sefere göre biraz daha tedirgindi. Bakışlarını inatla babamdan kaçırdığını düşündüm bir anlığına. Aralarında bilmediğim bir şey var gibiydi. Annemin elini öpüp sarıldıktan sonra hemen yanında ki Alp öne atıldı.
"Ulaş abi, Hoşgeldin."
Koala gibi yapıştıktan sonra kollarını Selim'in sırtında birleştirmeye çalıştı. Sarılmaktan çok bunu denemek için uğraşıyor gibiydi. Başarısız olduğunu görüp geri çekildiğinde Selim hızlı adımlarla babamın karşısına geçti. Babam annemin aksine elini öptürmek yerine el sıkışmayı tercih etmişti. Sonunda herkes yerlerine oturduğunda annem hepimizi tek tek süzüyordu. Sıra bana geldiğinde seni zaten biliyorum, der gibi bakışlarını yanımda oturan Bade'ye çevirdi.
"Annenler nasıl kızım, iyilerdir inşallah."
Bade annemle arasında oluşan dostluktan oldukça memnundu. Saçını formaliteden düzeltip güldü.
"İyiler Müjgan teyzecim. Onlar gelemedi, bende fırsatını bulunca takıldım peşlerine geldim buraya."
"O fırsatları hiç kaçırma sen zaten," diye mırıldandı Ercüment.
Gözlerim birini arar gibi etrafı incelerken babam da benim baktığım yerlere bakıyordu.
"Annen halıları değiştirdi kızım ona bakıyorsan."
Ses tonu cevap vermekten çok hayıflanır gibiydi. Anlaşılan ben yokken de "Şu mobilya Tahir," "Daha yeni aldık Müjgan," muhabbetleri olmuştu.
"Ay yok, ona bakmıyor o."
Annem mesajı almış gibi göz kırpınca her şeyin yolunda olduğunu anlamıştım. Sohbet devam ederken olarak kulak misafiri oldum.
"Hepiniz, bekar mısınız?"
"Ben evliyim, elhamdülillah," diyerek atılan isim yine Tuna olmuştu. Babam aldığı cevaba gülerken Mert de bir şeyler söylenip gülüyordu.
"İnşallah, maşallah devrem. Kaç aylık oldu sorması ayıptır?"
Tuna önce arkadaşına kısa bir bakış attı. Mert halinden oldukça memnundu, kendisine çevrilen bakışları bile fark etmemişti.
"Üç oldu sayılır. Çok çabuk geçti sanki," dedi.
Olmuş muydu o kadar? Düşündüğüm zaman olmuştu, olaylar, kişiler derken üç, üç buçuk ay çok çabuk geçmişti. Erkekler salonda konuşmaya devam ederken annem, Bade ve ben mutfağa geçtik.
"Ay," diye irkildi Bade.
Karşısında Merve'yi görmeyi beklemiyordu haklı olarak. Günün sürprizi Merve'ydi. Birkaç gün önce konuşmamızda buraya geleceğimizi söylediğim zaman o da gelmek istediğini ama Tuna'ya sürpriz yapacağını söylemişti. Annemin yardımları, Alp'in planları derken o da aramıza katılmıştı.
"Merve?"
Bade sandalyelerden birine otururken biz de Merve ile yanına oturduk. Annem tabakları hazırlarken bizi konuşmamız için serbest bırakmış gibiydi.
Merve bir çırpıda olanları Bade'ye anlattığında derin bir nefes aldı.
"Sürpriz mi yapacaksın? Ne sürprizi bu?"
Merve gülümseyerek elinde ki yüzüğe baktı.
"Siz de o zaman öğreneceksiniz ya," diyerek geçiştirdi.
Annem tabakları götürürken bizde peşinden mutfakta kalan servis tabaklarını masaya yerleştirmiştik. Her şey hazır olduğunda herkes masaya kurulurken annem de babamın karşısına oturdu.
"Tuna oğlum,"
Tuna'nın şaşkın bakışları anında anneme döndü.
"Sen karını çok özlemiş gibisin, Tahir gibi bakıyorsun aynı."
Biz Alp ile birbirimize bakıp gülmemek için dudaklarımızı dişlerken Babam sesli bir sabır çekmişti.
"Özlemek ne kelime Müjgan teyze, burnumda tüttü derler ya öyle oldu."
Evlenince daha mı çok seviliyordu sahi? Ya da Tuna bu alanda bir istisna mıydı? Cevap arar gibi Selim'e baktığımda o tüm dikkatini önünde ki çorbaya vermişti.
Tuna'nın bakışları arkamda bir noktaya sabitlenirken herkes onun baktığı yöne dönmüştü.
"Hatta şu an serap görüyorum galiba," dedi kendi kendine.
Mert önce kendini sonra yanında ki arkadaşını dürttü.
"Yok lan, serap merap değil. Bildiğin Merve yenge."
Tuna şaşkın şaşkın ayağa kalkıp Merve'nin yanına geldi. Hala gerçek olduğuna inanamıyor gibiydi. Saçlarına ve yüzüne dokunup gerçek olduğunu onayladığında kocaman sarıldı. Kimseden çıt çıkmıyordu.
"Merak etme gerçeğim," dedi Merve dayanamayarak. Tuna'nın şüpheli bakışları karşısında gülmeye devam etti.
"Ama geleceğini söylemedin, bir sorun mu var?"
Merve vereceği cevabı düşündü bir süre. Önce eşine ardından bize bir bakış attı. Derin bir nefes aldı.
"Aslında var,"
Ben dahil olmak üzere kimse bu sürprizi bilmiyordu. Herkes pür dikkat onları izlerken onların odaklandığı tek yer birbirlerinin gözleri olmuştu.
"Sorun?"
Merve Tuna'nın sorusuna gülümsedi. Gülümsemesi zaman geçtikçe daha da büyüdü.
"Daha önce hiç bu kadar güzel bir sorun olmamıştı. Artık," dedi asıl sürprizi söylemeden önce.
"Artık seni beklerken yalnız olmayacağım."
Merve bir elini karnına götürüp okşadığında içimde garip bir duygu hissettim. Çok mutlu olmanın da ötesi bir şey gibiydi bu. Herkesten şaşkınlık nidaları dökülürken Tuna gözlerini kırpıştırarak karşısında ki eşine bakıyordu.
"Ben, baba?"
Soru sormaktan çok bir şeyleri kendine kanıtlama sözleriydi bunlar. Şaşkın bakışları bize çevrildiğinde herkes onun vereceği tepkiyi merak ediyordu.
"Ben baba oluyorum."
"Ben baba oluyorum," dedi bir öncekine göre daha yüksek bir tonlamayla.
Hızlıca arkasına dönüp Merve'ye sarılırken annem duygulu gözlerle onları izliyordu. Aklından geçen şeyler benim de aklıma gelince duraksadım. Bade'nin omzumda hissettiğim eline bakıp gülümsedim.
Tuna masadaki herkese tek tek sarıldıktan sonra sıra Selim'e gelmişti.
"Komutanım arabada o kadar goygoy yaptık da sizin çocuk işi de bizimkine benzeyecekse yeğeni kucağımıza almak yakın-"
Hemen yanımda konuştukları için oldukça net duymuştum. Yanaklarım ateş gibi olurken diğerlerinin duymadığından emin oldum. Tuna'nın üçüncü kez herkese sarılışından sonra yerimize oturabilmiştik. Merve'nin oturduğu sandalyeyi çekip arkasına yastık vermeyi de ihmal etmemişti. Kendi yemeğini bırakıp bütün yemeklerden Merve'nin tabağına dolduruşunu izledim bir süre.
Cebimde ki telefonumun titremesiyle elimde ki kaşığı bırakıp gelen mesaja baktım.
"Bence de amin, sevgilim."
Telefondan çektiğim bakışlarım anında Selim'e döndü. Baba olmak için bu kadar mı sabırsızdı, yani öncesinde nişanlı, eş olmak istemesi daha mantıklı bir seçenek değil miydi?
Yemekten sonra çaylar içilirken konu tabii ki belliydi. Tuna'nın babamdan tavsiye almasını herkes gülerek izlerken Merve durumdan hiç şikayetçi değildi.
"Hamile olduğumu öğrenince beklemek istemedim. Tuna da göreve gideceğiz deyince hemen söylemek istedim."
Aklıma bugün yaptığımız alışveriş gelince biraz düşündüm. En sonda sepete eklediğim beyaz bir kıyafet takımı vardı. Serhat'ın bebeği için küçük olabilirdi, yeni doğanlar için olduğuna göre nasibi başkasıydı.
Odama bıraktığımız paketlerden aradığım kutuyu bulunca tekrar salona geldim.
"Bugün Serhat'ın bebeği için biraz alışveriş yapmıştık. Görünce bunu da eklemiştim sepete. Ona küçük gelir, kısmet sizeymiş."
Berker elinde ki çayı durmaksızın karıştırmaya devam ediyordu. Kaşığı düşürünce kendine gelip bakışlarını kaçırmıştı.
"Çok teşekkür ederiz Efsun," diyerek elinde ki kutuya hayranlıkla baktı Merve.
"Ecü getirsene,"
Bade'nin tahmininden yüksek çıkan sesi kulaklarımıza dolarken Ercüment sıkıntılı bir nefes verdi. Sonunda pes ederek salondan ayrıldığında Bade iyi kız maskesini takınıp kibarca gülümsüyordu. Elinde birkaç oyuncakla gelen Ercüment görüş alanımıza girdi.
"Bizde hediye aldık ama çok fazla oyuncak almışız. Bunlar da bizden olsun o zaman."
Tuna yanında ki Yavuz'un koluna dokundu birkaç kez. Merve'nin elinde ki eşyaları gösterdi.
"Benim bebeğim olacak, bunları giyecek, oyuncaklarla oynayacak," dedi inanamaz gibi.
Annem ve babam hiç konuşmadan bizi izliyordu. Bu süreçte hepimizin bir arkadaştan öte aile olmasına, aramızda ki bağa hayranlık duymuşlardı galiba. Günün geri kalan kısmında annemin yaptığı bütün yemekler yenmiş, dedikodu alışverişleri yapılmıştı.
Elif'in yanına gitmek üzere hazırlanırken babam bizi geçirmek için kapıya gelmişti.
"Ulaş," diye seslendi herkes çıkarken.
"Gitmeden önce yanıma bir uğra."
Selim'in cevap vermesini beklemeden kapıyı kapatmıştı. Ne oluyor, anlamında başımı salladığımda o da bilmiyorum, der gibi baktı. Bu seferki rotamız Elif'in evi olurken yeniden arabalara binmiştik. Bu sefer Merve de bizimleydi. Yol boyunca Tuna'nın baba olduğunu sayamadığım kez tasdik edişi, Mert'in amca kimliğiyle tanışmasıyla sürüp gitmişti. Selim hiç konuşmadan taktığı gözlüklerin ardından yolu izliyordu. Buraya geldikten sonra sessizleşmişti.
Sormaktan vazgeçip bende camdan dışarıyı izlemeye başladım. Yol çok uzun değildi, yaklaşık birkaç dakika sonra iki katlı bir evin önünde durmuştuk. Selim'in peşinden indiğimizde Ercüment'in arabası da evin önüne gelmişti. Berker kapıyı çaldıktan sonra titreyen elini gizlemek ister gibi arkasına sakladı.
Kapı yavaşça aralanırken beyaz saçlı, ortam yaşlı bir kadın belirdi karşımızda. Bizi görünce yüzünde oluşan buruk gülümseme içimi acıtmıştı.
"Hoşgeldiniz, buyurun içeri geçin."
Sonuna kadar açtığı kapıdan içeriye girdiğimizde evin içinde tarifsiz bir koku var gibiydi. Bebekler gerçekten bu kadar güzel mi kokuyordu?
Yönlendirdiği odaya girdiğimizde köşede duran bir beşik ve Elif vardı. Elif'i yüz yüze ilk defa görmüştüm. Kahverengi saçlarını örmüş ve omzuna atmıştı. Güzel yüzü ağlamaktan altı şişen gözleriyle perdelenmişti.
"Hoşgeldiniz," dedi bizi gördüğünde.
Diğerlerini tanıyordu, Burak, Yavuz ve ben de kendimizi tanıtıp oturduğumuzda annesi olduğunu öğrendiğim Fatma teyze de yanımıza gelmişti. Akın geldiğinden beri konuşmadan bir köşede otururken Burak da ona eşlik ediyordu.
Odaya bir ağlama sesi dolduğunda hepimizin bakışları hipnoz olmuş gibi beşiğe çevrildi. Asıl ev sahibimiz de varlığını bize hatırlatmıştı. Elif usulca kalkıp bebeğini kucağına aldığında herkes şaşkınlıkla bebeğe bakıyordu.
"Sarışın?"
Akın'ın bile sessizliğini bozup konuşmasına sebep olacak bir şaşkınlıktı bu. Babasına çekmişti, onun gibi sarı saçları vardı şimdiden.
"Evet annecim, seni görmek için gelmişler," dedi Elif neşeli çıkan sesiyle. Kucağında ki bebeği bize doğru çevirdiğinde diğerleri konuşmadan bebeği izlerken biz Badeyle gözlerimizle sevmeye başlamıştık çoktan.
Elif herkesi tanıttıktan sonra parmağını Berker'e çevirdi.
"Bu da Berker amcan, babanın adını koyduğu kişi."
Berker'in gözleri şaşkınlıkla açılırken dumura uğramış gibi konuşamamıştı.
"Adı Berke," dedi Elif.
Selim sertçe yutkunduğunda bende ellerimi oynamaya başlamıştım.
"Gerçekten de koymuş. Koyma dememe rağmen adımı koymuş," dedi Berker kendi kendine.
Fatma teyze elinde ki mektubu Burak'a uzattığında fark etmiştim yanımızdan ayrıldığını.
"Okur musun? Sizin de duymanız lazım."
Burak Elif'in sorusuna kafa sallayarak cevap verdikten sonra elinde ki mektubu açtı.
Sevgili ailem,
Elif'im, annem, babam, kardeşlerim ve oğlum. Bu mektubu göreve gitmeden önce yazıyorum, cebime koyacağım bitince. Olur da bir şey olursa yengenize ulaştırın diye. Neden mi yazıyorum? Oğluma sizi anlatayım diye, birçok amcası olduğunu bilsin diye. Buraya ilk geldiğim gün soğuktan donduğumda hiç düşünmeden montunu çıkarıp veren Ercüment amcasını, babamın sakat diziyle aldığı maaşı fazlasıyla hesaplarına geri yatıran, neredeyse tüm düğün masraflarımı üstlenen Ulaş amcasını, hastalıktan öleceğim dediğim gün elleriyle beni tedavi eden Mert amcasını, göreve çıkmadan önce komutanım aman ha dikkatli olun, oğlunuz sizi bekliyor diyen Tuna ve Akın amcasını, ben baba nedir bilmem ama ona çok sevdiğini hissettir komutanım, diye ilk günden beri babalık kelimesini daha çok sahiplenmemi sağlayan Kaya amcasını, annemin hastane masraflarını bana söylemeden halleden Yiğit amcasını ve adını aldığı Berker amcasını hiç unutmasın. Evet adını ondan alacaksın ama adın Berker değil, Berke. Çünkü ne kadar ısrar ettiysem de Berker olmasına izin vermedi, Berke de sonuçta onun ismi sayılır. Bana kardeş olan, cebinde beş kuruşu olmadığı halde memleketten para göndermişler sen al harca bunu, diye elinden gelen her yardımı yapan amcanı iyi bil oğlum. Onlar benim en büyük şansımdı, senin için de öyle olacaklarına hiç şüphem yok.
Serhat Bolatlı.
Bade yanağına düşen yaşları silerken bende derin bir nefes aldım. Elif gülümsüyordu, çok ağladım o yüzden artık gülüyorum der gibiydi. Herkes sessizlikle kucağında ki Berke'yi incelerken o da bizi anlamış gibi çattığı kaşlarıyla hepimizi incelemişti.
"Alabilir miyim yenge," dedi Berker'in zorlukla çıkan sesi. Elif yerinden kalkıp kucağında ki bebeği Berker'in kucağına bıraktı. Elif tekrar yerine oturduğunda Berker kucağında ki bebeğe hayranlıkla baktı. İncitmekten korkar gibiydi.
"Tanıştık ha, aslan parçası?"
Berke yumruk yaptığı ellerini amcasının yanağında gezdirdi. Anlamadığımız bir ses çıkardıktan sonra gülümsedi. İlk defa gülüşünü göstermişti bize. O da hissetmişti, babasının sözlerini en derininde hissetmişti küçücük yaşına rağmen.
Berker gözleri dolarken kucağında ki bebeği yanında oturan Selim'e uzattı. Selim nasıl tutacağını bilemez gibi usulca kucağına yerleştirdi Berke'yi. Fatma teyze ve Elif kahve yapmak üzere mutfağa gittiklerinde bizi de tanışmamız için başbaşa bırakmışlardı.
"Daha şimdiden çatma kaşlarını," dedi Selim.
Garip ama doğruydu. Berke küçücük bir bebek olmasına rağmen kaşları sürekli çatıktı. İfadesi biraz yumuşar gibi olsa da önemsemedi. Başını geriye doğru atıp bize döndüğünde Selim başını desteklemek için eliyle boynunu tuttu.
Berke'nin bana doğru uzattığı elini alıp öptüm. Parmağımı avuçlarının arasına aldığında kıkırtıya benzer bir ses çıkardı.
"Yavaş ol aslan parçası," dedi Yavuz gülerken.
"Adını koyunca çeker dedikleri bu olsa gerek. Berker, senin gibi çapkın mı olacak acaba?"
Berker yaşadığı duygu yoğunluğundan sıyrılıp aramıza yeni yeni katılıyordu.
"Yapmayın komutanım, ben kim çapkınlık kim?"
Berke halinden oldukça memnundu. Selim'in kucağında ki yerini sevmişti, kafasını sürekli iki yana çevirip hepimize farklı hareketler yaparak kendini sevdiriyordu. Elif yanımıza geldiğinde oturduğu yerden gülerek izledi bizi.
"Huysuz biraz, kimsede durmaz genelde ama sevdi seni galiba abi."
Elif'e gülümseyerek baktım. Olsundu, evren bize her yerden çocuk mesajı göndersindi. Ben bu mesajları alıp biraz daha zaman geçsin diye ileriki bir tarihe atarken Selim inatla o tarihi öne çekmeye çalışıyordu. Kaş yapalım derken göz çıkarmak bu mu oluyordu şu an?
"Komutanım sevilmeyecek adam mı?"
Yavuz'un hayranlıkla kurduğu cümleye Berke bile gülmüştü. Çatık kaşlarıyla sol tarafa döndüğünde Kaya'nın üzerinde takılı kaldı bakışları. Elini öne uzatır gibi olduğunda Kaya şaşırmıştı.
"Sana gelmek istiyor galiba," dedi Merve.
Selim kucağında ki bebeği Kaya'ya uzattı. Kaya başta afallasa da gördüklerini taklit ederek bebeği kucağına aldı. Berke ellerini Kaya'nın yüzüne koyup yanaklarına garip hareketler yapıyordu.
"Ben bebekleri bilmiyorum," dedi Kaya kucağında ki bebeğe bir sır verirmiş gibi.
"Ama seni çok seviyorum ufaklık."
Agu'ya benzeyen bir ses çıkardı Berke. Söylediklerimizi anlayıp ona göre tepki veriyordu. Olan biten her şeyin farkındaydı. Herkesin kucağında tek tek gezdikten sonra sıra bana gelmişti.
"Uyuyacak," dedi Elif.
Berke'nin gözleri yavaş yavaş kapanırken başını uyuması için daha rahat konuma getirdim.
"Beşiğinde uyumuyor hala, kucakta durması lazım."
Ayağa kalktığımda Berke'yi sallamaya devam ettim.
"İstersen uyutabilirim, sende dinlenmiş olursun."
Gülümseyerek başını salladığında odaların birinde uyutabileceğimi söylemişti. Ben kapıya yönelirken Selim de ayaklanıp yanımıza gelmişti. Odalardan birine girdiğimde kapıyı yavaşça kapatıp içeriye girdi.
Berke'nin gözleri açıldığında başını omzuma yaslayıp odanın içinde gezerek uyutmaya çalıştım. Selim yatağa oturmuş ve konuşmadan bizi izliyordu. Berke'nin küçücük ellerini omzumda hissetmek tarifi olmayan bir şekilde güzeldi.
Ses gelmemeye başladığında başını Selim'e çevirip uyumuş mu diye gözlerimle işaret ettim. Kafasını eğip kucağımda ki bebeğe baktı. Evet anlamında başını salladığında Berke'yi yavaşça odada ki beşiğe yatırdım.
"Beni de uyutsana şöyle," diye fısıldadı kulağıma.
Berke'nin uyanma ihtimaline karşı yavaşça dışarıya çıktık.
"Ortam müsait olunca, neden olmasın?"
Salona döndüğümüzde diğerleri de ayaklanmıştı. Aldığımız paketleri Elif'e verdikten sonra kısa bir konuşma yapıp birbirimize numaralarımızı vermiştik. Artık o da bizden biriydi, tanıdığım, sevdiğimdi.
Herkesi otele bıraktıktan sonra arabada Selim ile yalnız kalmıştık. Onu tanıştırmak istediğim bir kişi daha vardı. Mezarlığa gelene kadar hiç konuşmadım, o da hiç sormamıştı. Arka koltuktan aldığım çiçekleri abimin mezarına gelince toprağına bıraktım.
"Abi," dedim bütün özlemimle.
Selim birkaç adım ileride duruyordu. Abim ile yalnız konuşmak istediğimi düşünüp yanımıza gelmemişti.
"Çok özledim seni. Özür dilerim, ilk defa bu kadar uzun süre gelemedim sana."
İsminin yazdığı taşı usulca okşadım. Her zamanki gibi buz gibi olan taşı hiç sevmiyordum.
"Ama artık hayatımda birisi var abi."
Selim yanımıza geldiğinde yanımda durdu.
"Çok sevdiğim birisi, senin kadar koruyup kollayan birisi."
Selim pür dikkat beni izliyordu. Ya da abimi gerçekten görüyor gibi, onun yanında ne yapacağını şaşırmıştı.
"Selim ben," dediğinde gözlerimi kurulayıp yüzüne baktım.
"Senin kadar sevebilir miyim bilmiyorum ama, senin olan kısmın dışında kalan o boşluk varya, orayı fazlasıyla doldururum. Gözün arkada kalmasın."
Abimin yanında bir süre daha kaldıktan sonra kararmaya başlayan havayla eve gelmiştik. Babam bizi kapıda karşıladığında şaşırdım.
"Baba?"
Babamın bakışları önce bana ardından Selim'e döndü.
"Sen içeri git kızım, biz de Ulaş oğlumla konuşalım biraz."
Babamın ısrarla konuşmak istediği konu neydi? Bu kadar çabuk mu öğrenmişti ilişkimizi? Annemin ve Alp'in haberi vardı ama babamın yoktu bildiğim kadarıyla. Ben başımı sallayıp içeriye girdiğimde babam ve Selim de arabaya binmişlerdi.
♡
Masanın üzerinde ki ellerini ritmik bir şekilde vurmaya devam etti Tahir. Selim ilk defa gerildiğini hissetse de bozuntuya vermedi. Tahir amcasının getirdiği mekanda bardağında ki rakıdan bir yudum aldı.
"Biz seninle en son böyle bir masada konuştuğumuzda ben sana ne söylemiştim?"
O anlar Selim'in aklına gelirken düşündü.
"Efsun, sana emanet dediniz."
Tahir oturduğu yerde biraz daha dönüp tam karşısına Selim'i aldı. Bardağında ki rakıdan o da bir yudum aldı.
"Peki sen ne yaptın, sahip çıktın mı o emanete?"
Bir süre düşündü Selim. O günden sonra bir şey yaşanmamıştı. Efsun tehlikede değildi, ya da böyle bir olay olmamıştı. Karşısında ki adamı böyle düşündüren şeyi merak etti. Cevap vermeden başını salladı.
"Madem bir ilişkiye girdiniz," dedi Tahir öne doğru eğilirken. Selim de neden olduğunu bilmeden öne eğildi.
"La madem seviyorsun kızımı, niye çıkıp o zaman söylemedin?"
Tahir gülerek geri çekildiğinde Selim önce şaşıran ifadesini toparladı. Sessizce geri çekildiğinde karşısında gülerek ona bakan adama baktı.
"İlk defa tanışmıştık sizinle o gün. Hem Efsun da daha bilmiyordu bir de siz öyle güvendim falan dediniz, güveninizi boşa çıkarmak istemedim."
Tahir bir yandan konuşsa da bir yandan Selim'in tepkilerini inceliyordu.
"Seviyor musun sen benim kızımı?"
"Çok," dedi Selim hiç düşünmeden. Tahir bardağından bir yudum daha aldı.
"Sevgiden utanılır mı lan? Ha şöyle, çık karşıma seviyorum de."
Selim ne olduğunu anlamadan karşısında ki adama bakmaya devam ediyordu. Sanki hepsi bir rüya gibiydi. Tahir bardağına biraz daha rakı doldurduktan sonra Selim'in bardağını da doldurdu. Selim boğazını temizledi.
"Kızmadınız mı, hiç?"
Tahir keyifle bir yudum aldıktan sonra düşünür gibi yaptı.
"Tek yanlışında topuklarına sıkarım. Onun dışında kızmadım. Geçtin karşıma, seviyorum senin kızını dedin. Söyleyecek söz mü bıraktın?"
Sandığından daha kolay olmuştu bu konu. Aksi halde Alp'in tavsiyeleri üzerine çelik yelek giyip gelmeyi bile düşünmüştü. Gece boyunca Tahir'in tembihleri, Selim'in sözleri üzerine geçip gitmişti.
♡
Son tabağı da masaya bıraktığımda balkona çıkıp telefonumu elime aldım. Diğerleri hala uyuyordu, Selim'i arayabilirim demekti bu. Telefon çalmaya başladıktan kısa bir süre sonra açılmıştı.
"Ne konuştunuz dün gece?"
"Sana da günaydın yavrum."
Bugün burada geçirdikleri son gündü. Akşama göreve gideceklerdi. Birkaç saat sonra kahvaltıya gelecekleri için her şeyi hazırlamıştım.
"Günaydın, günaydın da soruma cevap vermedin."
Sessiz kaldığında merakım daha da artmıştı.
"İlişkimizi biliyor," dediğinde bir tarafım şaşırsa da bir tarafım şaşırmamıştı.
"Ne dedi, nasıl tepki verdi?"
Babamla bu konuyu hiç konuşmamıştık. Muhtemelen konuşmazdık da. O söyleyeceklerini Selim'e söylemişti.
"Eli baya ağırmış, her yanım ağrıyor hala."
Babam Selim'i dövmüş müydü? Zihnimde beliren düşünceleri anında silmeye çalıştım. Ben kafamda türlü türlü senaryolar kurarken telefonun ucundan gelen gülme sesiyle düşüncelerime ara verdim.
"Kızma hemen, şaka yaptım. Hem baban beni seviyor bence, en fazla topuğuna sıkarım dedi."
Tabii ya bir el tavla atıyorlardı şu an. Selim'in dediği gibi askerlik arkadaşı falan da olmuşlardı.
Telefonu kapattıktan sonra salona gittiğimde herkes uyanmıştı. Babam koltuğa oturmadan önce masayı inceledi. Oturduğunda gazetesini eline alıp okumaya başladı.
"Abla, sabah sabah neler yapmışsın?"
Geçen yıllara göre erken kalkıp kahvaltı hazırlamıştım. Bu da doğal olarak evdekileri şaşırtmıştı. Kapı çaldığında annem kapıyı açmak için giderken babam ve Alp de masaya geçmişti.
Selim bu kez bakışlarını kaçırmadan babama baktı. Hatta başını sallayıp selam verdiğinde babamın gülümsemesi oldukça hoşuma gitmişti.
Kahvaltı boyunca herkes keyifle sohbet ederken bende onları izliyordum. Evimize gelen hiçbir misafire bu kadar sevinmemiştim. Babam önünde ki reçeli Selim'e uzattığında Alp'in ekmeği havada kalmıştı.
"Bir dakika, siz damat kayınpeder ittifakı mı kurdunuz?"
Yediğim ekmek boğazımda kalırken bu kimsenin dikkatini bile çekmemişti. Benim gibi şaşkın bakışlarla Alp'in söyledikleri üzerine Selim'e ve babama bakıyorlardı.
"Aynen ondan, birazdan da tavla oynayacağız."
Alp dalga geçse de babam oldukça ciddiydi. Yemeği bitirdikten sonra bir köşe de tavla oynamışlar üstüne üstlük bir de Selim yenmişti. Babam tavlada olan galibiyeti konusunda oldukça ısrarcıyken bu kez bir şey dememişti. Yemekler, oyunlar, sohbetler derken hava kararmaya başladığında herkes eşyalarını arabaya yerleştirmeye başlamıştı. Bade, Merve ve ben burada kalıyorduk. Bade benimle beraber dönecekti, Merve ise ev taşıma işleri için yarın sabah yola çıkacaktı. Annem ve babam herkesle vedalaşıp eve çıktığında yine biz bize kalmıştık.
"Yaramazlık yapmak yok, kavgaya bulaşmak da yok, uslu uslu dur Bade."
Bade, Ercüment'in çocukça tembihlerine abartılı bir şekilde gözlerime devirdi. Tuna bir köşede Merve'yi her konuda tembihliyordu. Selim kolumdan tutup bizi görmeyecekleri bir yere çekti.
"Dikkatli ol Efsun. Telefonun açık olsun, biz gelmeden dönersen haber verirsin."
Başımı salladım. Kollarımı boynuna sardığımda onun elleri de benim belime gitti.
"Çok özleyeceğim seni," diye fısıldadım.
"Asıl ben ne yapacağım? Özlemekten kafayı yiyecek gibi oluyorum öyle uzak kalınca. Şu uyutma sözünü de gelince yapacağız artık."
Gülerek göz kırptığında ayaklarımın ucunda yükselip yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
"Dikkat et. Her fırsatta haber ver, aklım sende kalmasın."
Yalandı, aklım gittiği andan itibaren hep onda kalacaktı. Kendimi bile kandırdığım bir yalandı bu.
"Benimki hep sende, onu ne yapacağız?"
Saçlarımdan başlayan öpücükleri boynuma indiğinde küçük bir çocuk gibi gülümsedim. Başımı göğsüne yasladığımda çenesini başıma koyarak kollarını sıkıca belime sardı.
"Füsun, çok aşığım sana. "
"Benim kadar mı?"
Belimde ki elleri biraz daha sıkılaştığında gülümsedi.
"Bütün sınırları aşacak kadar çok aşığım sana."
Gerisi ayrılıktı. Arabaya kadar eşlik edip sonrasında onları izlemekti. Biz geri çekilip onları izlerken onlarda artık gitmeye hazırdı. Hepsi veda edip yavaşça gözden kaybolduğunda geride kalanlar olarak biz öylece arkalarından bakakalmıştık. Bu kez bize eşlik eden minik bir misafirimiz daha vardı üstelik; Merve ve Tuna'nın daha şimdiden çok sevdikleri, ailelerinin en minik üyesi...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
71.69k Okunma |
5.74k Oy |
0 Takip |
67 Bölümlü Kitap |